
12. bölüm
Karargaha geleli bir saat olmuştu, Ayça küçük kızı dizlerine yatırmış saçlarını okşuyordu. Daha yeni sakinleşen kız hala konuşmuyordu, koltuğun ucuna oturan cihangir, “Ayça” dedi yumuşak bir sesle.
“efendim Cihangir.” Gözlerini kızdan ayırmadan cevapladı Ayça, gözleri hala kızın saçlarındaydı.
“sana anne olmak çok yakışır.” Cihangirin sözleriyle hepimiz şok içinde ona baktık, bizi umursamadan, “ellerine kız çocuğunun saçları yakışır, ilk defa böyle gülümsediğini gördüm.” Ayça da bizim gibi şok ve utançla gözlerini kırpıştırdı, “benim elime sadece silah yakışıyor Cihangir.”
Aldığı cevapla kafasını hafifçe sallayan Cihangir odanın en ucuna geçerek sandalyeyi çekip oturdu, o kocaman adam boynu bükük bir çocuk gibi Ayça’yı ve kucağındaki kızı uzaktan izlemeye başladı. Kötü bir niyetle söylememişti ama Ayça bunu başka şekilde algılamıştı. Odanın kapısından kucağında bir sürü abur cubur ile Alperen girdi, kocaman gülümseyerek kızın önüne diz çöküp elindekileri uzattı, “bak sana neler getirdim hadi kal ye.” Gözleriyle ilk önce Alperenin yüzünü inceledi ardından kafasını bana çevirip gözlerime baktı, belli ki onay istiyordu. Yavaşça kafamla onayladım yerinden doğrulup Alperen’in ellerinden yiyecekleri aldı.
Kubilay: “Ne yapacağız şimdi?”
Metehan: “Neyi ne yapacağız.”
“abi bu kız burada mı kalacak?”
Alperen: “kalsın komutanım biz bakarız.”
“oğlum sen niye her şeyi sahipleniyorsun? Küçücük kızın burada ne işi var?”
“Ayça komutanımla kalır olmaz mı?”
Konuşmalarını bölerek, “olmaz Alperen. Çocuk şube gelip alacak.” Alperen bana dönerek, “e biz bir daha göremeyecek miyiz çitlembiği?”
“oğlum her bulduğuna niye isim takıyorsun sen?”
“e, pişt diye mi seslenelim komutanım?”
“Alperen! Sinirlendirme beni!”
“emredersiniz Komutanım!”
Her bulduğumuz canlıya yapışıyordu resmen, bunun sebebi büyük ihtimalle yetiştirme yurdunda büyümesinden kaynaklanıyordu. Kendini devletine milletine borçlu sayıyor, olmayan Ailesinin boşluğunu hayvanlarla, çocuklarla dolduruyordu. Maşının yarısını büyüdüğü yurda harcıyor, orada ki çocukların ihtiyaçlarını karşılayarak borcunu ödemeye çalışıyordu. Uzun boylu, kalıplı bir çocuktu, gözleri içindeki masum kimsesiz çocuğu gizleyemeyen kahverengiydi. Ona kızmak benim bile zoruma gidiyordu resmen, iki yıldır benim timimde görev yapıyordu ama resmen çocuğumuz gibi olmuştu.
İki saatin sonunda çocuk şube gelmiş kızı bizden teslim almak için gerekli evrakları dolduruyordu, bense bunu kıza anlatmak için ellerini tutup önüne oturdum.
“bak şimdi çiçeğim, seni bu abla ve abiler alacak. Güvenliğini sağalacaklar tamam mı?” gözleri dolan kız boynuma sardı kollarını, korktuğunu hissedebiliyordum. Sonuçta uzaktan bakınca onun için ürkütücü duruyordu, kollarını çözüp tekrar ellerini tutum, “korkma, onlar benim arkadaşım. Hem Ayça ablanda tanıyor.” Ayça’ya bakıp onay istedi, Ayça ise kocaman gülümseyip, “evet canım, hem ben onlarla konuştum istediğin zaman beni Arayacaklar.”
O saatlerce konuşmayan, hatta hiç tepki vermeyen kız gözleri dolu bir şekilde bana bakarak ilk defa konuştu.
“beni bırakma!” sesindeki titreme, beni bile yerimde titretmişti. Çok kokmuştu ve hala korkuyordu.
“ben seni bırakmıyorum güzelim. Ama şimdi bu abi ve ablalarla gitmelisin ben gene geleceğim yanına tamam mı?”
“tamam ama adın ne ben nasıl senin gelmeni isteyeceğim?”
“Adım Fırat, senin adın ne?”
“Melek”
Sonunda adını öğrenebilmiştik daha fazla soru soramazdım bu onu nasıl etkilerdi bilmiyordum, bu onu almaya gelen ekibin işiydi bilgileri öğrenirdik sonra. Arabaya kadar elimi tutan Melek arabanın kapısı açılınca tekrar bana bakıp, “unutma gelin, o abide gelsin, ablada.”
“geleceğiz canım merak etme.” Arabaya binmesini bekledim, korkmada o kadar haklıydı ki çok korkunç bir şeye alet edilmişti. Kim bilir hangi şehre hangi aileye aitti, bilmediği, hayatta hiç görmediği insanlara güvenmesini istiyorduk. Araba ilerledikçe önümde duran Alperen hiç kıpılmadan bakıyordu, yanına gidip omzuna dokunduğumda, “tek hatırladım bu komutanım, bir polis arabası ve içinde ağlayan ben. Ondan öncesi yok. Neredeydim. Kimleydim. Neden aldılar beni bilmiyorum. Tek hatırladığım, polislerin elime verdiği çikolata. Hiç sevmem.” Dedi. İçindeki çocuk tutunacak bir dal aramıştı ama bulamamıştı. Yıllarca yetimhane kayıtlarını araştırmış bir ipucu bulmaya çalışmıştı ama yoktu.
“geçmişini bilmek istediğini biliyorum Alperen. Ama bunun her yolunu denedik biliyorsun.” Sözlerimle dolu dolu olan gözleri bana döndü, o küçük çocuk bakıyordu sanki bana. “benim gerçek ailem sizsiniz.” Dedi kafasını arkada kalan time çevirip devam etti. “onlar beni hiç sayarken, siz beni sarıp sarmaladınız. Canım için kendi canınızı hiç saydınız. Önemi yok artık geçmişin.” Dedi kısılan sesiyle, ensesine çıkardığım elimle kendime çektim “öyle tabi lan, sen bizim küçük erkek kardeşimizsin.” Dedim ve sarıldım.
Ben sert değildim öyle bağırıp çağıran, azarlayan biri değildim. Onlar gerçekten benim çocuklarım gibiydi. En masumu, takdir görmek için gözlerime bakan Alperen’di. Yaramaz, fırlama olansa Metehan ‘dı kızardım azarlardım ama neşe katan da oydu time. Cihangir, aşık ergendi. Asla kabul etmezdi ama sürekli Ayça ile kavga edecek bir şey bulurdu. Onunla konuşma şekli buydu. Ayça kara kutu gibiydi zaten. Kırık dökük yanlarını sakladığı bir kutu. Kubilay sesiz ve sesizdir genelde, tek amacı göze bakmamak. Sançar o zaten tam bir duvardı. Evin en çok darbe aldığı ama ayakta tutan duvarıydı o.
Bahçe de otururken aklıma düşen iki yeşil gözle gözlerimi kapattım, en son gördüğümde o güzel yüzü simsiyah maskeyle çevrelenmişti sadece gözleri görünüyordu. Aslında neşeli bir kızdı beni görmediği sürece, o gece sesi benim odama kadar geliyordu pencereden baktığımda zıplayıp dans eden kız beni kapıda gördüğü anda durulmuş sert bir duvar örmüştü. Yakut kadar parlak olan gözlerinin arkasında bir hüzün vardı ve beni gördüğü an ortaya çıkıyordu.
Ben dalmış düşünürken yanıma oturan Sancar’la gözlerimi açıp ona baktım,
“çok düşüncelisin, aklın kızda mı kaldı?”
“yok devletin polisinde, daha güvenli nerde olabilir?”
“o zaman, sen neye daldın?”
“hiç.”
Kafasıyla beni onayladı, adam resmen içimi görüyordu bu da beni geriyordu. Daha duymaya hazır olmadığım şeyleri bana söylüyor, beni köşeye sıkıştırıyordu. Ortak kullandığımız alanda otururken Metehan yanıma gelmiş sosyal medya da Umay’ın sayfasını gözüme sokuyordu.
“ne yapıyorsun lan? Nerden buldun kızın hesabını?” diyerek telefonu elinden aldım.
“abi kız fenomen, her sayfa paylaşıyor kızın sesini.” Duyduklarımla daha da sinirlenerek.
“eee, bundan sana ne!” daha ben açıp bakmadım lan şerefsiz hiç zaman kaybetmiyordu.
“ne var abi, kız güzel söylüyor hem senin komşunmuş duyduğuma göre.” Gözlerim direk Sancar’ı buldu, konuşmaz konuşmaz benim en kıl olacağım şeyleri konuşuyordu bu adam.
“tekrar soruyorum, bundan sana ne!”
“hiç abi, öyle sohbet ederken ben sordum Sancar komutanım da söyledi.”
“ o komutanına söyle, seni dövmem için bana sebepler vermesin!” hırsla yerimden kalkınca arkamdan seslenen Metehan, “ben ne yaptım şimdi komutanım?” sanki ben anlamıyordum Sancar’ın beni delirtmek için yaptığını, resmen benimle oyun oynuyordu. Hırsla girdiğim oda da yatağıma oturdum, on dakika tavanla bakıştıktan sonra elim telefona gitti, ellerim otomatik ismini aradı bile Dicle’yi takip ediyordu. Resimlerinde gezindiğimde gözlerim yerinden çıkacak kadar açıldı, bu kız neden bu kadar cüretkârdı bikinili, mini elbiseli resimleri, şarkı söylediği videoları vardı. En son attığı videoya tıklayıp sesini biraz açtım, sesini özlediğimi fark ettim ilk defa birinin sesine özlem duyuyordum. Özlenir miydi lan ses? Ben iki kelam kurmadım kızın sesini özlemiştim.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 50.33k Okunma |
4.08k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |