
Merhaba arkadaşlar bundan sonra hafta da bir ya da iki bölüm atacağım haberiniz olsun lütfen bölümlere oy verin
şimdiden teşekkür ederimmm.
18.bölüm
Bir fotoğraf insanı ne kadar etkileyebilirdi ki? Yeşiller içinde küçücük bir kız, kızıl saçlarına inat yeşil gözlerine uyumlu bir elbise giyen beş yaşlarındaki Umay resmen içimi ısıtmıştı. Tam altımda ki resimde ise bayrağın altında kocaman gülümseyen yetişkin Umay, o an aklıma gelen sözler dudaklarımdan döküldü.
“gözlerin Türk gözü, gülüşün Turan.”
Fısıldayarak söylediğim sözleri duymaması için içimden dualar ederken gözlerim fotoğrafların altında kalan, sadece köşesinde bir adamın olduğu resme takılı kaldı. Bu adam oldukça yakışıklı hafif sarı, beyaz tenli ve yeşil gözlü bir adamdı, resmin üst tarafında minik bir kalp vardı, sadece yarısı görünen bu resim içime büyük bir ateş düşürmüştü. Arkama döndüğümde bana bakan Umay’ın boynuna takıldı gözlerim, o kolye o boyundan asla çıkmıyordu ve ucunda ne olduğunu asla görmemiştim. Merakım ve içime düşen ateşle o adamın sevgilisi olabilme ihtimali kanımı dondurdu. Acil çıkmam gerekiyordu buradan kafamdaki düşünceleri dile getirmeden çıkmam gerekiyordu.
Eve geldiğimden beyli Umay’ın sevgilisi olup olmamasına takılı kalmış düşünüyordum. Çalan telefonla yerimden kalkarak elime aldım arayan Metehan’dı.
“efendim Metehan.”
“nasılsınız komutanım.”
“iyi iyi sen niye aradın.”
“aramasa mıydım komutanım, siz beni sevmiyor musun?”
“Metehan! Saçmalamayı kes! Niye aradın söyle?”
“komutanım valla alınıyorum ya, siz bana kızdınız mı?”
“oğlum sen dayak mı istiyorsun!?”
“komutanım sizin vurdunuz yerde gül biter.”
“kısa kes Metehan!”
“tamam komutanım, telefon geldi Maraz ile iletişime geçenler arasında bir isim bulunmuş acil gitmemiz gerekiyor.”
“Tuğrul komutan beni aramadı?”
“komutanım ben karargâhtayım, komutanımız da burada sizi aramamı emretti.”
“diğerlerini ara, geliyorum.”
Eşyalarımı alarak hızlıca toparlandım, belime silahımı taktıktan sonra pencereye doğru yürüyerek çantamı aldım. Aklıma düşen Umay’la derin bir iç çektim, yarasını kim pansuman edecekti şimdi. Hızlıca aşağı inerek mutfağa girdim, masada oturan annem ve Dicle sarma sarıyorlardı gözleri beni bulunca anında anladılar.
“oğlum gidiyor musun?”
“yeni geldin abi bir hafta oldu olmadı.”
“görev çıktı gitmem lazım.”
“bu sefer nereye?”
“anne söyleyemem biliyorsun, hem bizde bilmiyoruz.”
“dikkat et kendine ara emi oğlum?”
“alışın artık. Kaç yıl oldu her gidip geldiğimde aynı konuşmayı yapıyoruz.”
İkisinde gözleri dolmuş bana bakarken kendime doğru çektim ve sarıldım ikisine de, bu kadardı işte bizim dünyamız üç kişilikti. Hızla onlardan ayrılarak evden çıktım, arabam Umay’ın evinin önündeydi oraya adımladığımda kapıyı çalıp çalmamakta kararsız kaldım, gitmem gerekiyordu ama içimden bir ses onu görmem gerektiğini söylüyordu. Hızla kapıya yönelip zili çaldım. Kapıyı açan Umay baştan aşağıya beni süzdü elimdeki çantaya bakarak kaşlarını çattı, yutkunarak konuşmak için sesimi aradım.
“ben gidiyorum da, pansumanının nasıl yapıldığını Elif’e anlatıyım dedim.”
“gidiyor musun?”
“evet.”
“nereye?”
“göreve.”
Çatılan kaşları anında düştü, gözleri bulutlanarak bana baktı yutkundu, “Elif’i kan tutar. Ben hastaneye giderim.”
“aksatma.”
“tamam.”
Uzunca baktım, bir daha görememe ihtimali ile tutuşan kalbimin artık bana ait olmadığını o an o kapıda anladım. Artık onundu, ona aitti kalbim ve onun kalbinin birine ait olabileceği düşüncesi ile omuzlarıma ağır bir yük bindi, arkamı dönmüş giderken yumuşacık sesiyle adımı söyledi.
“Fırat.”
“efendim Umay.”
“dikkat et.”
“ederim.” Hızla arabanın kapısını açarak çantamı koydum, ön tarafa geçerek şoför koltuğuna yerleştim. Bütün hareketlerimi izleyen Umay ben sokaktan çıkana kadar yerinden hareket etmeden izledi.
Biraz önce fark ettiğim gerçeklerin ne kadar ağrı olduğu gerçeği ile yapayalnız kalmıştım. Geçen annesi ile konuşmalarında duyduğum isim, o fotoğraf ve kolye beni derin bir ıstırabın içine çekiyordu resmen. Öyle şıp sevdi bir insan değildim, yıllardır hayatıma kimse girmemişti ya da ben almak istememiştim. İşim oldukça yoğundu arta kalan zamanımı ise sadece ailemle ilgilenmek için kullanıyordum. Zaten asker olduğumuz için çokta zaman kalmıyordu gündüzü, gecesi, tatili olmayan bir işti bu ve bunları göze aldığımız için yalnızdık zaten. Beklemek zordu geride kalana daha da zor olanı ise bekleyenin olduğunu bilmekti, arkasında aile, eş, çocuk bırakan abilerimizden dineldiklerimiz bizi yalnızlığı seçmeye itmişti belki de.
Karargâhta üstümü değiştirmiş ortak ala doğru gidiyordum, yürüdüğüm koridorlarda beni görenler esasduruşa geçiyorlardı. Hızla odaya girdiğimde timin hepsinin geldiğini gördüm hızla ayağa kalkarak bana döndüler. “rahat.”
Metehan: “komutanım, Tuğrul Albay bizi toplantı odasında bekliyor.”
“tamam geçelim hemen.”
Toplantı odasına geçerek hızla yerlerimize geçtik Albay’ın canı sıkkın gibi duruyordu, genelde sert dururdu fakat bu sefer aklını bir şeylerin kurcaladığı beliydi. “hoş geldiniz çocuklar, biraz uzun sürdü gelmeniz.”
“bir sorun mu var komutanım.”
“bilmem Fırat var mı? Neredesiniz oğlum siz! Ben size hemen gelin demedim mi?”
“dediniz komutanım.”
“iki saat tam iki saat sürdü gelmeniz!” sinirle elini masaya vurduğunda tavrına anlam veremedim, zaten aradığı an yola çıkmıştık koskoca şehir anca gelmiştik.
“doğrudur komutanım.”
“kurt timi! Kendine gel!”
“emredersiniz komutanım!”
“etrafımızı düşman sarmış, alın dediğim adam arkasına yeni güçler katmış, siz iki saatte geliyorsunuz!”
Hepimiz tekrar oturunca tahtaya kocaman bir şey yazmaya başladı “BARON” hırsla bize döndü gözleri kızarmış burnundan soluyordu resmen. “bu isim kime ait bulmamız gerekiyor! Maraza silah, para, aklınıza gelen her şeyin teminatı bu adam tarafından yapılıyor.”
“elimizde ne var komutanım?”
“hiç bir şey!”
Kubilay: “Nasıl yani, sadece bir isimden nasıl bulacağız?”
“telefon konuşmasında bir açık arttırmadan bahsediyorlar ama anladığım kadarıyla büyük bir organizasyon, ilginç ki organizasyon işini alan şirket İstanbul’da bir şirket ama hangi şirket öğrenemedik.”
Lafa girerek düşüncelerimi söyledim, “böyle bir organizasyonu ananede bir şirkete vermezler, bu Baron denen adamla ilişkisi olabilir.”
“doğru. Konuşma arasında anlam veremediğim bir kelime söylendi şifre olabilir. Tam üç kere Atlantis dediler.”
“Atlantis mi?”
Bu Fatih’in mekanın ismiydi ama sadece bir rastlantı olabileceğini düşünerek, “komutanım İstanbul’da böle bir mekan var.” Söylediklerime bana dönen gözlerle “geçen gittiğimiz mekan.” Diyerek hepsinin merakını giderdim gözleri parlayan Metehan, “Umay Hanımın sahne aldığı mekan mı komutanım?”
Hay ben senin, Hemen Umay’ı araya soktu, “evet orası.”
Alperen: “ama orası kapalı şuan.”
Sancar: “komutanım, Fatih o gün karakolda iki hafta sonra olacak büyük bir organizasyondan bahsetti, İnatla iptal edemeyeceğini söyledi.”
İçime oturan sıkıntıyla nefes alamadım, o benim can dostumdu bu kansızlarla ne ilişkisi olabilirdi ki.
Sancar tekrar bana bakarak, “Umay’ın bütün organizasyon işlerini Elif yapıyor.”
“saçmalama o kızı her gün görüyorum hiç şüpheleneceğim bir şey olmadı.”
“şirket babasının, o sadece Umay’ın işlerini yapıyor.”
“doğru, Elif’in babası Fatih’in de amcası.”
Tuğrul Albay: “bu kadarı rastlantı olamaz, belli ki bir işler dönüyor.”
“komutanım yakın takibe alalım, Sancar Elif sende Umay ve Fatih’le ben ilgilenirim iki hafta sonra gerçekleşecek açık arttırmaya girmenin bir yolunu bulalım.”
“tamam iş sizde, her şeyden haberim olacak.”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 50.33k Okunma |
4.08k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |