
22.bölüm
Fırat
İki haftadır görmediğim iki gözle tekrar nefes aldığımı hissetmiştim, beni reddeden hatta asker olduğum için beni istemeyen iki yeşil göz nefes almama sebepti. Günler öncesinde doğum günü olduğunu gelen kargo ile öğrenmiştik hepimiz, garip olan gelen kutudan çok rahatsız olmasıydı hele ki içinden çıkan mektupla hareket etmeyi bile unutmuştu sanki. Elif’in, “üstünde Lavinia’ma yazıyor.” Demesiyle gözlerimi Umay’a diktim, en sevdiği çiçeğin ismi ile seslenen biri vardı ona ve ben geçmişinde ya da hayatında birinin olup olmadığını bilmeden bütün kalbimi ona açmıştım.
Elif’in elinden aldığı mektupla koşarak gitmiş ve yarım saattir ortalarda yoktu, bu durumdan rahatsız olarak gitmeye karar verdim burada olmaya daha fazla dayanamayacaktım. Gitmek için hareketlendiğimde içerden Elif’in sesiyle bir şey olduğunu düşünerek içeriye hareketlendik.
Elif: “Umay! dur sakin ol!
Umay: “çekil Elif gitmem lazım beni çağırıyor çekil!”
“sakin ol bak korkutuyorsun beni!”
Yukardan gelen seslerle merdivenlerin başında kalakaldım, gidiyordu ben onun için yanarken o başkasına gitmek istiyordu. Koşarak aşağı inen Umay gözlerime bakınca durakladı, yemyeşil olan baharı hatırlatan gözleri kan çanağına dönmüş yaprak döküyordu sanki. Omzuma çarparak dış kapıya yöneldi o çıkınca hepimiz arkasında kalmıştık, merdivenlerden inen Elif,
“koşun durdurun!”
Fatih: “ne oluyor Elif? Umay’ın bu hali ne?” Elif’in de Umay’dan bir farkı yoktu.
Kafasını bana çevirerek, “Ali’ye gidiyor.”
İçimde oluşan yangın artık yanmıyordu yerini bir soğukluk gelmişti, içim üşümüştü adeta karda kalmış gibi üşümüştü.
Elif: “Fırat arkasından gidelim kendine bir şey yapacak!”
Kollarıma yapışmasıyla zorda olsa kafamı salladım ve arabaya doğru beni çekiştirmesine izin verdim. Yollar kayıp giderken ben bir tek onun arabasını arıyordum, görüş açımıza girdiğinde arabayı o kadar hızlı kullanıyordu ki gözden kaybetmemek çok zordu. Daha da hızlanarak ona yaklaştım ne kadar selektör yapsak, ne kadar korna çalsak da durmayacağını anlayınca hızla ilerleyerek önüne kırdım mecbur durunca sinirle arabadan inerek karşıma dikildi.
“ne yapıyorsunuz çekilin önümden gitmem lazım.”
Elif: “ Umay bebeğim sakin ol bak böyle olmaz gel eve dönelim yarın beraber gideriz.”
“olmaz Elif! Çok geç kaldım daha fazla gecikemem gitmem lazım!”
“Umay iyi değilsin, sen yemin ettin Ankara’ya gitmemeye şimdi ne oldu!”
Umay gözlerinden akan yaşları silerek ofladı ve benim kalbimi sökecek kelimeleri dudaklarından döktü, “beni çağırdı, ben ona geç kaldım Elif!”
Acı çekişine mi bu kadar üzülmüştüm yoksa bu üzüntünün başka birisine olduğuna mı? Onun acı içinde kıvranışına dayanamayarak,
“Umay, sen araba kullanacak durumda değilsin.” Dedim ama o gözlerini yola dikmiş gitmekte kararlı olduğunu belirmişti. Elimi ona uzatarak, “gel ben götürürüm seni.”
Yeşilleri sönen içime son baharı getiren gözlerini bana dikerek, “olmaz tek giderim.” Dedi
“hiçbir soru sormayacağım, sağ salim gittiğinden emin olmam lazım istediğin an dönerim ben.” Çaresizce ona bakarken o gözlerime tutunmuş şekilde kafasını salladı, ikna olduğunda uzattığım eli tutarak arabaya bindi.
“Elif, ben onun yanında olacağım merak etme sen arabayı al eve git.”
“Fırat, dikkat et ona. İlk defa böyle gördüm onu iyi değil.”
“merak etme, hadi.”
Elif o kadar korkmuştu ki anlam veremedim, belli ki Umay eski sevgilisine gitmek istiyordu bu kadar korkmasının sebebi neydi?
Sakince arabaya binerek Umay’a döndüm, elleri boynunda ki kolyede sabit dururken öylece yola bakıyordu. “Ankara’ya mı gidiyoruz.”
Sorumla bana bakarak yutkundu, derince bir nefes çekerek “evet, Ankara’ya gidiyoruz.” Dedi
Dört saattir hiç hız kesmeden Ankara gelmiştik, Umay bir kez gözlerini kırpmadan, konuşmadan öylece yolun bitmesini bekledi. O kadar hızlı gelmiştik ki Ankara tabelasını gördüğümde kendime gelmiştim, ben hala Umay’ın “beni çağırıyor!” sözündeydim. Bu kadar mı seviyordu, bir sözle hiç düşünmeden gidecek kadar mı?
“nereye gideceğiz?” sordum soruyla sıçrayarak bana döndü, “özür dilerim korkutmak istemedim.”
“dalmışım.” Telefonunu çıkararak bir konum açtı bana uzatarak, “buraya.”
Kafamla onaylayıp telefonu elinden aldım fakat elime değen parmakları buz gibiydi, “üşüdün mü?”
“yok, üşümedim.” Belli ki farkında değildi, zaten üstünde ince bir tişört vardı üstümdeki kapüşonlu hırkayı çıkartarak ona uzattım.
“istemiyorum Fırat gerek yok üşümedim.”
“giymediğin sürece gitmiyoruz, unutmuşsundur Ankara havası çarpar.” Daha fazla dayanamayarak elimden alpı giyindi, istediği adrese doğru hareket ettik.
İstediği konuma gelmiştik fakat bir gariplik vardı, burası bir mezarlıktı. İçeri girerek arabadan indik. Kapüşonlunun şapkasını kafasına geçirerek ilerledi, varlığı unutmuştu sanki. Arkasından sessizce ilerledim fakat rahat etmesi için aramıza baya bir mesafe açtım, on dakika yürüdükten sonra bir mezarın ayakucunda durdu. Mezarın başında dalgalanan Türk bayrağı ile olduğum yere çivilendim, bu bir şehidin mezarıydı. Umay’ın sesi bana net gelirken bir şarkı mırıldandığını duydum, hıçkıra hıçkıra söylüyordu.
Gergin uykulardan, kör gecelerden
Bir sabah gelecek, kardan aydınlık
Sonra düğüm düğüm bilmecelerden
Bir sabah gelecek, kardan aydınlık
Vurulup ömrünün ilkbaharında
Kanından çiçekler açar yanında
Cümle şehitlerin omuzlarında
Bir sabah gelecek, kardan aydınlık
Gökten yağmur yağmur yağacak renkler
Daha hoş kokacak otlar, çiçekler
Ardından bitmeyen mutlu gerçekler
Bir sabah gelecek, kardan aydınlık
“Ali… Geldim bak, istediğin gibi sana en çok sevdiğin şarkıyı söyledim.”
“geri gel… Karlar içinden çıkıp bana geri gel.” Umay hıçkıra hıçkıra ağlarken ben içimden kendime sövüyordum, o bir asker sevmişti ve onu da şehit vermişti. Benim onu sevmeye hakkım yoktu bile
Saatlerce orda durmuş yerimizden hareket etmemiştik, Umay mezarın yanına yatarak saatlerce toprağı okşayıp ağlamıştı. Havanın karaması ve soğumasıyla artık gitmemiz gerektiğini anlayarak yanına doğru hareket ettim varlığımı unuttuğu o kadar belliydi ki gözleri beni bulunca rahatlamıştı.
“Umay, hava soğudu artık gitmemiz gerekiyor hasta olacaksın.”
Ellerindeki toprağı daha da sıkarak ayağa kalkmaya çalıştı, “şimdi gidiyorum abi, geri geleceğim artık hep geleceğim.”
Abi demesiyle gözlerim mezar taşına kaydı Ali AKARSU yazıyordu. O bir şehit kardeşiydi ve ben bundan bihaberdim.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 50.33k Okunma |
4.08k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |