
tekrar merhaba oy kullanıp yorum yaparsanız sevinirim.
26.bölüm
Kubilay’ı en son araştırma yapması için göndermiştik ve iki saattir ortalıklarda yoktu, her aradığımda ise “geliyorum abi ufak bir işim var.” Diyor kapatıyordu. Yanımda oturan Cihangir, “komutanım bu Kubi bizi işim var diye oyalayıp bir kızın peşine takılmış olmasın?”
“saçmalama Cihangir, görev başındayız yapmaz öyle iş.”
Ayça: “kişi kendinden bilir işi komutanım.”
Metehan bunu fırsat bilerek oturduğu yerde öne doğru gelerek, “Ayça komutanım."
“ne var Metehan?”
“siz niye sürekli Cihangir komutanıma laf sokuyorsunuz?”
Ayça baya bozulmuş bir suratla birden Metehan’a baktı gözlerini kıstığı anda ne düşündüğünü merak ettim, “spesifik bir özelliği yok Metehan sana da sokarım arada bu kadar merak ettiysen.”
Alperen: “uuuuuuu, Ayça komutanım vurdu gol olduuuuu.” Islık çalarak arkadan gaz vermeye çalışan Alperen’in kafasına vuran Cihangir, “höst lan höst coştun iyice, git çay getir çömez.”
Kafasını ovuşturarak ayağa kalkan Alperen, “yeminle kara harp okulunda bu kadar dayak yemedim ben.”
Metehan: “sus lan, hala konuşuyor komutanın vurduğu yerde gül biter.”
“tamam uzatmayın.” Konuyu ben kapatırken Telefonum çalınca odağımı onlardan kopardım, arayan Kubilay’dı hemen gelen çağrıya yanıt verdim, “neredesin lan sen?”
“komutanım geldim Alperen’i aşağı gönderir misiniz?”
“niye?”
“elim dolu tek taşıyamıyorum.”
“tamam bekle.”
Alperen hala Metehan ve Cihangir’e tavır yaparken ona dündüm, “aşağı in Kubilay bekliyor.”
“tamam komutanım.”
Kapıdan çıkan Alperen’in ardından Metehan ve Cihangir’in arkasına geçerek ikisinin kafasına birden vurdum.
“bu çocukla uğraşmayın demiyor muyum size?”
Cihangir: “komutanım biz sevdiğimizden şey ediyoruz.”
“etmeyin oğlum siz şey mey etmeyin.”
Ben onlara kızarken kapı çalmıştı ayakta olduğum ve Kubilay’a sinirlendiğim için kapıyı kendim açtım, kapının önünde bilgisayarın kasasını kucaklamış klavyeyi kolunun altına sokmuş bir Kubilay ve bilgisayarın monitörünü taşıyan fareyi de boynuna dolayan Alperen’le kala kaldım.
“bu hal ne lan!”
Kubilay: “komutanım ben bilgilere ulaştım onun için aldım geldim, içeri geceyim mi?”
“oğlum sen geri zekâlı mısın niye kucakladın bilgisayarı?”
İçeri geçip bilgisayarı yere koyan Kubilay ve Alperen her şey normalmiş gibi ellerini bellerine koyup bana bakıyorlardı. “komutanım ne yapayım flaş filan bulamadım zar zor buldum kayıtları.”
Ayça: “Kubilay, bize gönderseydin ya?”
“aklıma gelmedi o ya.”
Sinirle soluyup burnumun kemiğini sıkarak, “oğlum biz görevde değil miyiz, ben size dikkat çekmeyin demedim mi?
Ben onları azarlarken kapı çalınca dibinde olduğum kapıyı açıp baktım, gelen Sancar’dı, “ne oluyor burada bizimkileri kucaklarında bilgisayarla gördüm güvenlik kamerasından.”
“gel içeri gel.”
İkisine tekrar döndüğümde bilgisayarı kurmaya çalışıyorlardı, “Avel misiniz oğlum siz!”
Kubilay: “komutanım beş dakikaya kurcam ya valla kızma sen.”
“te Allah’ım dağda kurt kesilen adamlar memleketin dışına çıktık avele bağladılar resmen!”
Ben onlara söylenirken ikisi başlarında bekleyen Sancar’ın korkusuna hızlıca işlerini bitirmişlerdi. Yarım saate yakın saçma sapan bir savaş oyununu izliyor bir ipucu arıyorduk resmen, yanım da mısır yiyen Cihangir, “salak bu ya valla salak nişan aldığı adamı vuramadı resmen kör.”
Metehan: “köşelere bakar insan mal gibi attı kendini ortaya.”
Kubilay: “hayır ellerinde ki makinalar da son teknoloji.”
Alperen: “son teknoloji olsa ne olacak göz lazım göz.”
“ulan kesin! Ne boş bir muhabbetiniz var sizin!”
Sancar: “Ayça, yaz.”
Herkes anında susmuş Sancar ve Ayça’ya odaklanmıştı, oyunun içinde birebir konuşmalar yapılıyor ve bunlar yazılı bir şekilde görünüyordu, bu bilgisayardan giren oyuncu Alperen’in takip ettiği adamdı ve oyunda uzun süre takıldıktan sonra biri ile iletişime geçmişti. Dikkat çeken şeyse karşı tarafın kullandığı kod isimin Haberci olmasıydı.
Metehan: “çok ortada bir isim değil mi?”
“kimin aklına gelir bir oyundan haberleştikleri, Şeş kaza Alperen görmeseydi bizde çözemezdik.”
Sancar, “tetik konuşmalar normal ama arada gecen bazı garip konuşmalar var.”
“ne gibi.”
“adam sormadan Diyarbakır’a dedi, karşı taraf apayrı bir cevap verdi.”
“ne dedi.”
Ayça: “garip garip rakamlar.”
“Kubilay bak bakalım koordinat filan olabilir.”
Sancar: “konuşmanın devamında, leydi haber beklemede dedi ve oyundan çıktı.”
“anlaşılan leydi bizim Acem kızı.”
Kubilay: “komutanım burada bir konumu gösteriyor.”
“anlaşılan bir alışveriş var, kızı takip edeceğiz ne alıp götürecek öğrenmemiz gerekiyor.”
Sancar tekrar güvenlik odasında giriş çıkışları kontrol ederken küçük bir plan yaparak kadının arabasını öğrenmiş içine minik bir takip cihazı yerleştirmiştik. Verilen kodların yanında yazan saatten iki saat önce gitmiş buluşulacak alanın her yerine yerleşmiş, Ayça, Cihangir ve ben araç içinde bekliyorduk. Geldiğimiz yer bir lunaparktı, bu kadar kalabalık bir yer seçmelerinden ufak bir alışveriş olacağını anlamıştım.
“alışveriş, silah filan değil belli ki.”
Ayça: “bu kadar kalabalık alan seçmelerinden belli ama, takip edildiklerini de anlamış olabilirler.”
Cihangir: “sanmam, öyle olsaydı iptal ederlerdi.”
Tam o sırada lunaparkın girişinde balon satan adam gibi giyinen Alperen, “Acem Kızı giriş yaptı.”
“anlaşıldı, kimse gözünü ayırmasın.”
“anlaşıldı.”
Biz kadınla yüz yüze bir saat oturduğumuz için dikkat çekmemek adına sadece aracın içinde bekliyorduk. Kadın görüş açımıza girdiğinde bir bankın üstüne yerleşti,
Sancar, “görüş açımda.”
Kubilay: “benimde.”
“kubi kayda alabilir misin?”
“alıyorum tetik.”
Biz kadından uzak mesafede dururken diğer ikisi baya yakındı, Sancar bilet satan kabinin içindeyken Kubilay tam karşısında mısır tezgâhındaydı. Yarım saatin ardından arka çıkışta duran Metehan, “tetik, biri aracını Çıkışa park etti giriş yapıyor.”
“takibe al.” Arka çıkış kısmında park yeri yoktu demek ki adamımız hızlıca girip çıkmak istiyordu. 10 dakika sonra kadının yanına kel, sakallı, yaşlı bir adam oturdu, “herkesin görüşünde mi?”
“evet.”
Bankta oturan ikili asla konuşmuyordu, Arkalarında duran Metehan seslerini duyabilecek mesafedeydi ama onlar etrafı inceliyorlardı, adam daha fazla dayanamayarak elini cebine attı ve küçük iki şişe çıkardı kadına uzattı,
“Akıncı ne konuşuyorlar?”
“tek örnek bunlar, sakın kaybetme bunu Maraz’a ulaştır. Baron sadece sana güvenebileceğini söyledi. Dedi.”
Kadın sadece kafasını sallayarak yerinden ayrıldı, adamda arkasından çıkınca herkesin araca dönmesini istedim. Araba da sıkış tepiş oturuyor kadının hareket etmesini bekliyorduk.
“kadın Marazla ilk defa temasta bulunacak, ellerindeki her neyse belli ki çok önemli onu ele geçirmemiz lazım.”
Ayça: “tetik, kadının telefonu dinlemede Maraz da Türkiye’de bir yerde ondan önce dönüp bekleyelim derim.”
“doğru ama ya yine oyundan filan iletişime geçerlerse?”
Kubilay: “oyunun İp adresi bende oradan takip ederim.”
“iyi dönelim o zaman memleketimize Diyarbakır da bekleriz.”
Saatler önce dönmüş kadının hareketlerini takip ediyorduk, ilk defa telefonundan iletişime geçmiş ve onu Maraz’a götürecek adamlarla buluşacaktı, biz kamuflajlarımızı giymiş kadının peşine düşmüştük bile. Aldığımız emirle kadını artık almamız gerekiyordu.
Timin hepsi sessizliğe bürünmüşken onların dikkatini çekmek için hafifçe öksürdüm, “bana bakın teslimat yapılmadan kadını almamız lazım duydunuz mu beni?”
“anlaşıldı.”
“Akıncı, araçta kal yüzün görülmesin tekrar bir sızma yapmamız gerekirse.”
“ama bütün eğlenceyi kaçırıyorum ben.” Yine başlamıştı saçma sapan konuşmaya.
“oğlum ne eğlencesi, biz gece kulübüne mi gidiyoruz sanki?”
“ay komutanım gece kulübü dediniz de aklıma geldi, Umay’ı dinlemeye gidelim mi dönüşte.”
Derin bir nefes çekerek sabır diledim bu çocuğun ölümü benden olacaktı kesinlikle.
“gideriz Metehan, gideriz canım benim, gideriz.”
“yaşa komutanım benim.”
Sinirle solurken gideceğimiz yere geldiğimizi anlayıp Metehan’ın canını okumayı karargaha bıraktım. Kadınla Maraz tam ortada konuşurken biz usulca araçtan inip etrafını sarmaya başladık,
Cihangir: “sadece kadını alabiliriz diğerleri kaçar.”
“kadın teslimatı yapmadan almamız lazım.”
Kubilay: “ya biz bu kadını niye buraya gelmeden almadık?”
Ayça: “offf o zaman suçüstü olmazdı, kesin saçmalamayı artık.”
Kadın çantasından çıkardığı kutuyu tam açmış Maraz’a uzatırken ortaya çıkarak bağırdım, “Diyar Garipoğlu! Hemen şimdi teslim ol!”
Ben daha uyarı vermeden Maraz ve adamları ateş açarak uzaklaşmaya başladılar, Diyar ise çığlık atarak arabanın arkasına saklanmaya çalışınca elindeki kutuyu yere attı. Tam ona doğru ilerleyecekken etrafta oluşan curcuna yüzünden Maraz çoktan kaçmıştı. Kadının kolunu tutup kaldırınca kadın sadece gözlerimin göründüğü maskeye bakarak gözlerini kıstı beni tanıdığını fark edince gözlerini kocaman açarak, “sen…”
“tekrar tanışalım Diyar Garipoğlu, ben Üsteğmen Fırat ATEŞOĞLU.”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 50.33k Okunma |
4.08k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |