28. Bölüm

28. Bölüm

Yazar kamer
yazrkamer

Merhabalarrrrrrr uzun bir ara oldu, yeni bölümle geldim sizlere umarım beğenirsiniz, yorumlarınızı bekliyorummmm

 

28. bölüm

Umay

Günler öncesinde söylediğim sözler benden habersiz dökülmüştü dudaklarımdan. Garip bir şekilde onu hem yanımda istiyor hem de benden metrelerce uzakta olmasını istiyordum. Ona yakın olma düşüncesi içimi ısıtırken kalbimin de sıkışmasına sebep oluyordu sanki. Kendimi camın önünde buluyordum sürekli, odamın camına bakan o camda bir kıpırtı arıyordum ama kapalı perdelerden anlamıştım evde olmadığını.

Cesaretim yoktu, ne ona karşılık vermeye ne de ret etmeye, onun kadar cesur olamıyordum, o benim tam tersim açık bir kitaptı sanki. İstediğini ya da sevdiğini söylemekten korkmuyor gözlerime bakarak söylüyordu. Bense hala ne hissettiğimi anlamakla boğuşuyordum. Tek emin olduğum şey aynı acıları yaşamaktan korkuyordum, yanacağımı bile bile ateşe yaklaşmak korkutuyordu beni.

Elimdeki telefonun titremesiyle düşüncelerimden kısa bir süre olsa da uzaklaştım, arayan Soner’di Ankara da gördüğüm günden sonra bir daha konuşmamıştık, o gün yaşadıklarımla boğuşurken o saçma sapan tavırlar sergilemiş bir de üzerine tavır yapmıştı. Telefonu açarak kulağıma tutum,

“alo”

“alo, Umay?”

“efendim Soner?”

“nasılsın?”

“iyiyim sen?”

“ben de iyiyim, şey uzun zaman oldu konuşmayalı.”

“evet.”

“o gün kırdım galiba seni, ben seni o adamla görünce…”

“ne olmuş olabilir görünce Soner, sen biliyorsun benim yaşadıklarımı ve benim için gelmenin ne kadar zor olduğunu.”

“biliyorum tabi ki Umay, olan şey şu sana yıllarca yalvardım ama sen binimle değil birkaç aydır tanıdığın adamla gelmeyi seçtin.”

“Soner, kiminle geldiğim seni niye bu kadar sinirlendirdi?”

“ben, şey…”

“neyse ne ben zaten kafa olarak iyi değilim Soner, sen ne için aramıştın?”

“ben İstanbul’dayım, seni görmek istedim de.”

“gel evdeyim ben.”

“tamam geliyorum.”

Telefonu kapattıktan sonra ona haksızlık yapıyormuşum gibi hissettim, o sadece benim yanımda olmak isteyen bir arkadaşımdı yıllarca yanımda olan arkadaşıma haksızlık yapıyordum. Kışlık siyah mini elbisemi giyip altına uzun çizmelerimi giydim, saçlarımı ensemde topuz yapıp perçemlerimi yanlardan ayırdım, gri kaşe kabanımı ve çantamı alıp aşağı indim, arkadaşımı yemeğe çıkartıp küçük bir özür dilemeliydim.

Kapının çalmasıyla koltuktan kalkıp kapıyı açtım, gelen Soner’e sarılıp, “dışarı çıkalım mı sana yemek ısmarlayayım?”

Çekik kahve gözlerini kısarak gülümsedi, “olur, ama ben ısmarlamak isterim.”

“ona bakarız hadi.” Kabanımı alıp kapıdan çıktığımda kapıyı kilitlerken Fırat’ın yan tarakta arabasından indiğini fak ettim. Tamamen bize dönmüş çattığı kaşlarıyla, “iyi akşamlar.” Demesiyle ona doğru döndük.

“iyi akşamlar Fırat.” Ben ona bakarken Soner belime doladığı koluyla beni kendine doğru hafif çekip, “Umay hadi güzelim.” Demesiyle kafamı salladım ve tekrar Fırat’a dönerek, “sonra görüşürüz.” Dedim fakat o sadece belimde olan kola odaklanmış kafasını salıyordu, bu durumdan bende rahatsız olunca kendimi çekerek arabaya doğru yürüyerek bindim.

Yol akıp giderken ben hala bahçede elleri yumruk olmuş, sinirden anlındaki damarların bile belli olmuş Fırat’ı düşünüyordum. O varken dikkatimi başka hiçbir şey çekmiyor onda takılı kalıyordum. Bacağıma dokunan elle irkilerek anında elini tutup çektim, Soner şaşırarak, “sen iyi misin Umay?”

“iyiyim.”

“sen benim dokunmamadan rahatsız mı oldun?”

Bu soruyu sormakta biraz olsa haklıydı çünkü biz yıllardır birbirimize sarılır, öperdik. “yok, ben dalmışım.”

“hadi geldik inelim.”

Bozulmuştu, ama ben bunu bilerek yapmamıştım ki. Aklımda Fırat varken bana dokunması sebepsizce rahatsız etmişti beni. Geldiğimiz yer oldukça şık ve gösterişli bir restoran, deniz manzaralı yerimize geçip oturduğumuz da benim dikkatimi çeken masmavi sulara öylece bakıp dalmıştım.

“Umay, daldın yine.” Bana seslenmesiyle tekrar ona gözlerimi çevirdim,

“mavi ve yeşilin karıştığı manzaraya daldım, bak ne kadar güzel.”

Gözlerini benden bir an çekmeden, “evet, yeşil manzara çok güzel. Bana seni hatırlatıyor.”

Şaşırarak, “öyle mi, bana da birilerini hatırlatıyor bu manzara.”

Yerinde dikleşerek bana sert bir bakış atıp, “kimi?” diye sordu. Bense hiç dermiş gibi omzumu silktim. Onda hissettiğim gariplik onunla bunları konuşmamam gerektiğini anlatmıştı sanki bana. Bütün gece havadan sudan konuşmuş, üzerimizde o garip gerginliği atmıştık, şimdi arabada bizim evin önünde durmuş oturuyorduk. Kapımı açıp indiğimde benime aynı şekilde inen Soner tekrar önümde dikilip elini saçlarıma attı ve perçemlerimi kulağımın arkasına sıkıştırarak, “yemek için teşekkür ederim.” Dedi.

“rica ederim Soner, tekrar gelirsen çıkarız yine yemeğe.” Ben ona konuşurken o arkamda bir noktaya bakarak ellerini belime dolayarak beni kendine çekti, şakağımı öpmesiyle benden ayrılması bir olmuştu. Onu benden çeken Fırat yüzüne attığı yumrukla onu yere sermiş, yumruk atmaya devam ediyordu.

“Fırat!” atığım çığlığı hiç duymuyormuş gibi devam ediyordu.

“Fırat bırak!”

“sana diyorum bırakkk!” bağrışım onu durdurmayınca kolunu tutum, fakat bu onu asla durdurmamıştı konun savrulmasıyla bende dizlerimin üstüne düşüp, “ahh!” diye bağırdığımda beni yeni fark ediyordu. Anında Soner’i bırakarak beni yerden kaldırmak için kolumu tuttu.

“Umay iyi misin, ben seni görmedim?”

Komu kendime doğru çekip elinden kurtardım, “bırak, dokunma!”

“Umay, ben…”

Sözüne devam etmesine izin vermeden, “Fırat sen ne yaptığını sanıyorsun? Hangi hakla böyle davranıyorsun sen!”

Yerimden kalkıp Soner’in yerden kalkmasına yardım edip evin kapsını açtım, Soner içeri girince öylece beni izleyen Fırat’a bakarak kapıyı yüzüne kapattım. Böyle davranamazdı, bana bir şeyler hissetmesi etrafımdakilere zarar verme hakkı vermiyordu. Soner elini yüzünü yıkınca benimle hiç konuşmadan kapı çarpıp gitmişti, bense çoktan odamda uyumak için üstümü değiştiriyordum.

 

Sabah uyandığımda Elif’in hala gelmediğini fark ettim, iki gündür annesinde kalıyordu. Bir şeyler atıştırıp duşa girip çıkmıştım, üstüme geçirdiğim şort taytın üstüne siyah kapüşonluyu giyerken bunun Fırat’a ait olduğunu kokusundan anlamıştım, içimi ferahlatan ve kalbimi sıkıştıran barutun karıştığı odunsu koku beni mest ederken içimde tekrar onu görme isteği oluşturdu. Ona dün fazla sert davranmıştım, bunu onunla konuşmam gerektiğini düşünerek hızla merdivenlerden inip anahtarı alarak ayaklarıma spor ayakkabılarımı giydim, aynaya baktığımda üstümdeki kapüşonlu taytı bile kapatıyordu ıslak saçlarımın üstüne kapüşonu geçirip çıktım, yan eve gelerek zili çaldığımda kapıyı Dicle açtı.

“Umay, hoş geldin.”

“Hoş buldum Dicle, Fırat evdeyse bir çağırır mısın?”

“Abim bir saat önce çıktı, bir şey mi oldu?”

“öyle mi, neyse ben onu ararım.”

“acele etsen iyi olur, çıkmadan ince şarj aletini kaybettiği için söyleniyordu şarjı yok.”

“tamam görüşürüz.”

Eve doğru adımlarken elimdeki telefonda ismine tıklayarak kulağıma götürdüm, ikinci çalışta açılan telefondan sesini duyunca tebessüm ederek,

“Fırat?”

“Umay, bir şey mi oldu?”

“yok, ben senle konuşacaktım.”

“ne konuda?”

Ben cevap vermeden arkadan gelen bir ses, “komutanım, bu kargo size geldi.” Dedi, telefondan gelen hışırtılardan sonra,

“Umay, bir dakika bekler misin?”

“tabi bekliyorum.” Gelen karton sesinden sonra büyük, kulağımı sağır eden bir gümbürtü kopmuştu. Ardından kapanan telefona baka kalmıştım, arka arkaya tam üç kere aramış ama telefona ulaşılmıyor sinyali almıştım, patlayan bir bombaydı.

“hayır hayır, Fırat olmaz, o da olmaz!” bir hışım arabaya binmiş son sürat Fırat’ın adını önceden söylediği askeriyeye doğru gidiyordum. Aklımdan geçen düşünceler kulaklarımı sağır ediyor, uğuldamasına sebep oluyordu. Önümde yığılan trafiği umursamadan hızla sokağa girmeye çalıştım fakat polisler sokağı kapatmıştı. Arabadan inerek trafiğin içinde koşmaya başladım, gözlerimden akan yaşları kolumla silerken daha da hıçkırarak ağlarken yolu yarılamıştım, dizlerimde kalmayan derman beni yere çekerken, içimdeki korku ve tanıdık acı inadına ayakta durmam gerektiğini söylüyordu. Hızla girdiğim sokakta yerde üstü kapatılmış, sadece ucundan görünen postallarla hafızam da canlan askeri üniformalar içindeki Fırat’la nefes alamadım, önümde duran polislerin aralarından bakmaya çalışarak, “FIRAT!!!” diye çığlık attım.

“Fırat! Ben geldim Fırat!”

Ben çırpınırken önümde duran polis beni tutmaya çalışınca, “bırakın beni gideyim yanına.”

“Fırat!”

“Umay?” adımı duymamla yavaşça ellerimi polisten çekerek ambulansın yanında eli ve kolu sarılı bir şekilde bana doğru hızla gelen Fırat’ı görünce dudaklarımdan kaçan hıçkırıkla daha çok ağlayarak beni tutan Polisi aşarak ona doğru koştum. Kollarımı boynuna dolayarak kendimi kucağına çektim, bacaklarımı gövdesine doladığında tek koluyla beni tutarak saçlarıma kafasını gömdü. Hıçkırıklarımın arasında, “çok korktum Fırat.”

“korkma bak ben iyiyim.”

Ağlamam daha da şiddetlenerek nefes almamı zorlaştırıyordu, “kaybettim sandım, seni de kaybettim zannettim.”

“şiiii, Lavinia benim bir yere gittiğim yok ağlama.”

Gözlerine bakarak, “benden hiç gitme kovsam da gitme.” Diyerek dudaklarına yapıştım.

Bölüm : 20.01.2025 21:58 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...