
merhabalar arkadaşalar yeni bölümle geldimmmmm
iyi okumalar lütfen oy atalım ve yorum yapalımmm
29. bölüm
Hayatımda yaşadığım en büyük acıyla tekrar yüz yüze gelmek cesaretim olmayan bir gerçeğe sürüklemişti beni, her insan korkularından kaçarken ben ona koşmuştum. Yerde yatan adamı gördüğümde kalbimde oluşan acı nefesimi keserken aklımdan tek geçen Fırat olmuştu. Şimdiyse en büyük korkumun kollarının arasında, en çok kaçtığım kalbin atışını dinliyordum. Dudaklarımın baskı yaptığı dudaklarından zor bela ayrılıp, onu ilk tanıdığım günden itibaren görmekten kaçtığım şimdiyse görmek için tutuştuğum gök mavisi gözlerine baktım, şaşırmış ne olduğunu anlamayan bakışlarla bana bakmasıyla konuşmam gerektiğini fark ettim.
“Fırat, çok korktum sende gittin sandım ben.”
Beni yere indirerek sargılı olan eliyle saçlarımı okşadı, kırgın bir gülümsemeyle gözlerimin içine bakarak, “ben ölsem de senden gitmem Lavinia.”
“gitme.”
Tekrar beni göğsüne çektiğinde geri çekilerek elini tutum sargıdan sızan kan çok fazlaydı. “Fırat, nasıl kurtuldun?”
“paketin içinden çıkan düşük ayarda bir bombaydı, ben açmadım zaten kargoyu getiren adam açınca son anda fark edip adamı ittim o ara da patlayınca kolum yaralandı iyiyim ama.”
“ben o sesi duyunca çok korktum, tekrar aradığımda ulaşamadım daha da panikledim.”
Gülümseyerek yanağıma elini koydu, derinden iç çekerek, “bilseydim yaralanmamın seni bana getireceğini daha önce atardım kendimi kurşunların önüne.”
Sinirlenerek iki adım geriye çekildiğimde etrafımızdaki insanların bizi izlediğini fark ettim, onu cevapsız bıraktığım için gözlerimde cevap aradı ama ben bu konuyu burada konuşmanın doğru olmadığını düşünerek, “herkes bize bakıyor.”
Rahatsız olduğumu anlayınca biraz geri çekilerek, “gel içeri girelim.” dedi ama ben yaralı koluna takılmıştım, sargı bezinin her yeri kan içindeydi birde beni kucağında taşımıştı yarası açılmış olabilirdi. “yok, biz hastaneye gidelim yarana baktıralım.”
“gerek yok Kubilay baktı.”
“saçmalama Fırat, Kubilay’ın bakmasıyla olmaz hala kanama devam ediyor gibi.” Biz ortada tartışırken yanımıza koşarak gelen Alperen, “komutanım, Umay Hanım içeri geçelim isterseniz gazeteciler geliyor.”
“olmaz Fırat yaralı hastaneye gideceğiz.”
Fırat çatık kaşlarıyla bana bakarak, “tamam geçelim içeriye şimdilik sonra gideriz olur mu?”
“olur.”
Alperen arkamızda biz önde askeriyeye girerken tam karşımda dizilmiş Fırat’ın timini gördüm, ayça hemen yanıma gelerek iyi olup olmadığımı sorguladı ben ona cevap yetiştirirken şok içinde bana bakan Metehan’la göz göze geldik, ben daha bir şey söyleyemeden arkamda Sancar’la konuşan Fırat’a bakarak,
“komutanım ben valla bilmiyordum Umay hanımla şey olduğunuzu, tabi sizde söylemediniz, tabi söylemenizde gerekmez ben kimim dimi komutanım? Komutanım ben cam siliyim mi?”
Fırat sinirlenerek benim önüme geçip, “ne saçmalıyorsun oğlum sen? Ne camı bu hengâmede?”
“komutanım siz nasıl olsa bana bir ceza vereceksiniz ya ben ondan siz demeden yapayım dedim.”
Cihangir araya girerek, “sus artık sus konuştukça batıyorsun sus.” Ben anlamayarak olan biteni izlerken Ayça kolumdan tutarak beni yanına çekti, “gel biz içeri geçelim onların işi uzun.”
“olur.” Biraz yürüdükten sonra kapıdan içeriye girip uzun bir koridorun en sonuna kadar yürüdük. Bu esnada asla konuşmamış sadece onu takip ediyordum, bir saat öncesine kadar aklımın ucundan geçmeyen şeyler yaşıyordum resmen. Bir odanın önünde durduğumuzda yan tarafında Fırat ATEŞOĞLU yazıyordu. İçeri girdiğimizde babamın beni küçük bir kızken götürdüğü odasına benziyordu. Koyu renklerin hakim olduğu odaya girdiğimde arkamdan gelen Ayça ebeni bir yere oturtarak elindeki suyu bana uzattı, “iç hadi iyi gelir.”
Minnettar bir gülümsemeyle, “teşekkür ederim Ayça.”
“rica ederim canım, biraz bekleyelim gelir şimdi Fırat.”
Onu onaylayarak yerime biraz daha yerleştim yeni yeni kendime gelirken Ayça’nın üstünde üniforma olmadığını fark ettim. “Ayça siz niye sivilsiniz?”
“yeni gelmiştik olaydan beş dakika önce kapıdan geçtim, Fırat arkamdaydı o ara oldu zaten olan.”
“bende telefondaydım.”
Biz ikimiz konuşurken odasının kapısı açılmış, içeriye elinde ilk yardım çantasıyla Kubilay girdi Ayça’ya bakarak, “komutanım, Fırat komutanım için geldim de.”
“geç gelir şimdi.”
İçeri giren Kubilay sessizce masanın yanında ayakta durunca ona dönerek konuşmak istedim, “Kubilay yarası derin mi?”
Soruma cevap vermeden ilk olarak Ayça’ya bakarak gözleriyle onay bekledi, istediği onay gelince, “çok bakamadım Umay Hanım, ilk anda hemen sardık kolunu birazdan bakarız önemli bir şey varsa hastaneye gideriz merak etmeyin.”
Ben onu dinlerken odanın kapısı açılmış içeriye Fırat girmiş Arkasından da diğerleri gelmişti. Ben ses çıkarmadan onunun koltuğuna yerleşmesini izledim, odanın içindeki sessizlik git gide beni gererken Ayça rahatsızlığımı anlayarak, “komutanım Kubilay yaranıza bakmaya geldi bir baksın mı?” Fırat gözlerini benden çekmeden, “gerek yok.” Deyince yerimden bir anda kalktım bütün gözler beni bulunca konuşmak için kaybolan sesimi aradım bir müddet.
“olmaz, baksın işte yoksa hastaneye gidelim.”
Çatık kaşları hafif yumuşamış bir şekilde bana bakarak, “iyi biz revire gidelim Kubilay burada olmaz.”
“bende geleceğim.”
“sen buradasın diye gidiyoruz zaten, sen kal görme.”
“olmaz gitmeyin, bir şey olmaz.” Masanın yan tarafından dönerek sağ tarafında durdum, gözlerini bana çevirdiğinde ne kadar kararlı olduğumu anladığında, “iyi bak bakalım Kubilay.” Dedi.
Kanla kaplanmış sargı bezini açtığında kolunun her yanında oluşan derin kesikler içimin sızlamasına sebep oldu, bir anla elimi sağlam koluna atarak destek vermek için sıktım. Bir an olsun benden ayırmadığı gözlerini kolunu sıkan elime çevirdi kolunu çekerek elimi elinin arasına alarak daha da sıkı tuttu. Odanın içinde sadece ikimiz var gibi birbirimize bakarken, Cihangir ufak bir öksürükle kendimize gelmemiz sağladı ona dönen bakışlarımızla Kubilay’a dönerek, “nasıl Kubilay hastanelik mi?”
“komutanım yaralar derin ama dikiş tutmaz ondan dolayı gerek yok ben pansuman yaptım sarıcan şimdi, sadece pansuman yapılması gerekir o kadar.”
Hemen araya girerek, “ben yaparım, malzemeler var zaten bende.”
Fırat hiç ses çıkarmadan yanımda öylece elimi tutmuş beni izliyordu, insanlar içinde bu kadar yakın olmaktan rahatsız olarak elini bıraktım, anında çatılan kaşlarıyla aklıma arabayı öyle sokağın ortasında bıraktığım geldi.
“eyvahhh!”
Fırat: “ne oldu?”
“e ben arabayı yolun ortasında bıraktım, aklım başımdan gitmiş yeni hatırladım ben gidiyim bakıyım.”
Sancar: “ben çektim arabanı bu da anahtarınız.” Diyerek anahtarı bana uzattı.
“teşekkür ederim Sancar.”
Fırat, Kubilay’ın işinin bitmesiyle yerinden kalkınca herkes aynı anda ayağa kalkınca oturan bir ben kalmıştım.
“ben çıkıyorum, polislerin işi bitti kargonun kimden geldiğini öğrendiklerinde bilgi için Metehan’ı ararlar o zaman konuşuruz.”
“emredersiniz komutanım.”
Odanın kapsına doğru yürürken omzuma ufaktan dokunarak, “hadi Umay.” dedi anında onu arkasına takılarak yürümeye başladım odadan çıkınca arkama dönüp dev gibi adamlara sadece el sallayarak arkasından yürümeye devam ettim. Otoparka kadar bir on olsun benim olduğum yöne dönüp bakmamıştı, arabamın yanına gelince Anahtarı ister gibi elini uzatınca itiraz ederek, “yaralısın ben kullanırım.” Dedim hiç ses çıkarmadan yan koltuğa geçerek oturdu. Bütün yol nefesimizin dışında tek çıt çıkarmadık, aklımdaki sesler zaten yeterince başımı ağrıtıyordu. Ne olacaktı şimdi, bir anda kaçtığım gerçeğin kucağına düşmüştüm anladığım tek şey kalbim tekrar onla can bulmuş atmaya başlamıştı ama şimdiki tek korkum onun acısıyla tekrar sarsılmaktı.
Evin bulunduğu sokağa girdiğimde başlayan yağmurla arabayı evin önüne park ettim. Konuşmadan indiğimizde bana dönerek benim konuşmamı beklediğini belirten bakışlarla baktı. İçimden gelenleri söylemem, korktuklarımı anlatmam gerekiyordu. “konuşalım mı?”
“konuşalım.”
Önden geçerek kış bahçesine doğru yöneldim, arkamdan gelen ayak sesleri arkamdan geldiğini belirtiyordu. İçeri girdiğimde geçmesini bekleyerek arkasından kapıyı kapattım, koltuğa oturduğunda karşısına geçerek, “iyi misin? Ağrın var mı?”
“Umay, iyiyim hadi gel konuşalım güzelim.”
Karşısındaki tekli koltuğa oturarak gözlerimi etrafta gezdirdim, her yer rengarenk çiçeklerle kaplıydı ama en çok lavinia hakimdi ortalığa. Derin bir iç çekerek konuşmamı bekleyen Fırat’a çevirdim mavi gözleri sadece beni izlerken, o gözleri gördüğümde aldığım nefese odaklandım ve kendimden beklemediğim şekilde çözülmeye başladım.
“Fırat, ben hiç aşık olmadım. Nasıl olunur, olunca ne olur biliyorum bildiğim tek şey aklımdan çıkmadığın.”
“beraber öğreniriz Lavinia, sen neysen bende oyum.”
Gözlerimi kaçırarak ellerimi boynuma götürdüm, bir an olsun çıkarmadığım künyeyi çıkarttım ve masanın üstüne koydum, hareketlerimi izleyen Fırat künyenin ucundaki mermiyi fark etti ve gözleri orada takılı kaldı bense itirafıma devam ettim.
“o sabah okula annemin zoruyla gitmiştim, çünkü her çalan kapıya her çala abim diye koşuyordum.” Derince yutkunarak bir nefes verdim ve devam ettim, “üç gündür haber alamıyorduk, eve geldiğimde içeri koşarak girmiş ondan bir haber var mı yok mu diye anneme koştum, yoktu.”
Yeni yeni ağladığımı fark edince konuşmamın bir yerden sonra kesilip ağlama krizine gireceğimi bildiğimden anlatmaya devam ettim. “kapı çaldı, aşık olduğum yeşilin en güzel tonlarını giyen o adam önüme dikildi. O adam içeri girdiğinde evin önündeki ambulansı gördüm.”
Gözlerimi ona çevirdiğimde kızaran gözlerle bana bakınca vaz geçtiğimi düşündüğünü anladım ve konuşmaya devam ettim.
“korkum bu Fırat. O Ambulansın tekrar kapıma gelmesi, bu sefer dayanamam kaldıramam. Abimi verdim birde sevdiğimi veremem.”
Kızaran gözlerini gözlerimden çekmeden boynunda olan kendi künyesini çıkarttı, künyeyi zincirinden ayırarak abimin künyesinin yanına taktı. Elimden tutup beni kaldırarak kucağına çekti, iki künyeyi de boynumdan geçirerek dudaklarımı öptü, kısa bir öpücük bıraktıktan sonra eliyle sırtımı sıvazlayarak,
“sana söz veriyorum Lavinia, o ambulans kapına hiç gelmeyecek.”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 50.33k Okunma |
4.08k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |