32. Bölüm

32. Bölüm

Yazar kamer
yazrkamer

 

yeni bölüm geldi arkadaşlar umarım sever ve beğenirsiniz, yorumlarını merak ediyorum arkadaşlar yazın lütfen 😍

 

32.bölüm

Sabahın ilk ışıklarıyla uyanmaya alışan vücudum yavaş yavaş kendine gelirken yanımda yatan Umay’ı görünce tekrar gözlerimi kapatmak istedim. Ömrüm boyunca aklımın ucundan bir kez bile geçmeyen o huzurlu uykuyu ilk defa bugün çekmiştim, vücudum her zaman tetikte uyumaya alışmış ve kendini öyle kodlamıştı. Bugünse ciğerlerimi dolduran kokusu ile uyanmak bunu uzun bir süre bırakamayacağımı gösteriyordu bana. Yanımda büzüşmüş saçları yüzüne dökülmüş huzur içinde uyuyan bu güzelliği bırakıp kimse uyanmadan evden çıkmam gerekiyordu, kollarımı onu uyandırmamak için yavaş bir şekilde çekerek yataktan çıktım, havalar iyice soğumuş kar yağışları bile başlamıştı, üstünü örttükten sonra minik bir öpücük bırakarak etrafta kağıt kalem aradım. Masanın üstünde duran renkli yapışkanlı kağıdı alarak üzerine bir şeyler karaladım.

kokundan, kollarından, sıcaklığından ayrılmak o kadar zor ki

Beni kendine bu kadar bağlaman haksızlık güzelim

Bu kadar güzel olman haksızlık bana,

Seni ne kadar seversem seveyim sana haksızlık.

Seni Seviyorum”

Kağıdı telefonun üzerine yapıştırarak girdiğim camdan çıkmak için hırkamı giyerek camı açıp arkamdan minik bir açıklık kalsa da atladım. Kendi evime girerek hızlıca duş alıp evden geri çıktım, etrafın sakinliğinin ardından gelen adım sesleri ile yarım saat önce çıktığım eve dönerek bahçesinden çıkan Soner itini gördüm. Bu adamdan hiç haz etmiyordum, Umay’a fazla hatta gereksiz bir yakınlığı vardı. Sessizce yolda yürüyüp önümden geçmek üzereyken laf atma gereğinde bulundum. “günaydın, nereye böyle?”

Benden bir hareket beklemediğini anladığım bir şekilde bana dönerek, “günaydın, yürüyüşe gidiyorum birde Umay’ın sevdiği ayçörekleri bu saatte taze oluyor onlardan alacağım.”

Umay hakkında benden daha çok bilgili olduğunu yansıtan bu konuşma ben rahatsız ederken biraz daha beklemem gerektiğini düşündüm, sonuç olarak bunlar benim kuruntumdu altından böyle bir şey çıkmaz ise Umay’la aram bozulabilirdi.

“iyi yürüyüşler sana.”

“sende işe galiba”

“öyle bizde iş beklemez, iyi günler.” Konuşmayı daha da uzatmamak için kısa kesip arabaya bindim.

Karargahtan içeriye girdiğim an bana doğru koşan Alperen’i görünce gene bir şeyler olduğunu anladım. “ne oldu oğlum ne koşuyorsun tabanı yanmış it gibi?”

“komutanım Metehan komutanım istihbarattan bilgileri almış size haber vermem için beni buraya dikti.”

Bu ikisi beni bir gün öldürecekti, hava buz gibi ve kar yağışı başlamıştı ama bizimkiler beni aramak yerine dışarıda beni bekliyorlardı. “oğlum telefon diye bir şey var ya arasanıza.”

“komutanım geçen sefer sizi aradığından gelince ona yine camları sildirdiniz ya ondan dolayı aramak istememiş.”

Geçen sefer Umay’ın yanında on kere art arda aradığı için sinirlenmiş hıncımı da odanın camını sildirerek çıkarmıştım, korkmakta biraz haklıydı bugünde öyle arayıp Umay’ı uyandırsaydı ona tün karargahın çamlarını sildirirdim.

“yürü hadi yürü, ikiz dingiller sizi.”

Odama doğru yürüdüğümde kapının önünde didişen Cihangir ve Ayça dikkatimi çekti, bunları nereye bıraksam bir şey bulup kavgaya tutuşuyorlardı. “Gene ne oldu girmişsiniz birbirinize?”

Sesimle anında birbirlerinden uzaklaşarak bana bakan ikiliden ses çıkmayınca odanın kapısını açarak girdim, masama oturduğumda karşımda dikilen ikiliye oturmalarını işaret ettim, kapıda bekleyen Alperen’e dönerek,

“timi buraya çağır, yarısı burada zaten.”

“emredersiniz komutanım.”

Arkasını dönüp gittiğinde tekrara karşımda oturan ikiliye döndüğümde Cihangir suç işlemiş çocuk gibi ayakuçlarına bakarken Ayça aşırı bir sinirle bacağını salıyordu. “ne olduğunu anlatın çözelim, her bir araya geldiğinizde birbirinize giriyorsunuz.”

Ayça: “Çiço anlatsın komutanım, malum benim yerime düşünmeye ve konuşmaya alışkın.”

Cihangir: “ya bilerek yapmadım ki ben nerden biliyim annenin askerlerden nefret ettiğini, kadının kızı asker.”

“o benden de nefret ediyor!”

Bir hışımda ayağa kalkan Ayça bana dönerek selam verip hızla odadan çıktı, suçlu bir çocuk gibi oturan Cihangir arkasından gitmek için hareket ederken elimle onu durdum. “yalnız kalmaya ihtiyacı var gibi, sen ne oldu onu anlat.”

Arkasına yaslanarak iki eliyle yüzünü sıvazladı ve bana döndü, “abi biz aynı lojmanda kalıyoruz ya, annesi gelmiş bende hoş geldiniz diye gittim.”

“eee.”

“esi kadın beni görünce ilk bir tepki vermedi içeri girdik işte sohbet ederken aynı timde görev yaptığımızı duyunca kadın canavara dönüştü, bula bula asker mi buldun, sen neden böyle oldun yok sen bilerek yapıyorsun diye kavga etmeye başladı kendi kendine.”

“Ayça’nın asker olduğunu bilmiyor mu kadın niye böyle tepki versin ki?”

“bilmiyorum ki, zaten Ayça kolumdan tutuğu gibi beni dışarı çıkardı buraya geldik, gelene kadar ağzını açmadı ne kadar sorsam da cevap vermedi.”

Biz ikimiz olayın garipliğini konuşurken kapı çalınca konuyu irdelemeyi bırakarak içeri giren Time odaklandık, arka tarafta duran Ayça hiç ses çıkarmadan köşeye sinerek oturdu, onunla konuşmam gerektiğini kendime hatırlatarak diğerlerine döndüm.

Herkes yerleşmiş bana bakarken ben gözüme kestirdiğim Metehan’a bakarak, “Metehan, elindeki ne oğlum senin?”

“telefon komutanım.”

“aferin lan sana icadından haberin var yani.”

Şaşırarak bana bakarken diğerleri sırıtmaya başlamıştı bile, “evet komutanım.”

“oğlum o zaman niye beni aramıyorsun da bu çocuğu dikiyorsun kapıya?”

“e komutanım geçen sefer sizi aradım diye odanızın bütün camlarını bana sildirdiniz ya onun için onu diktim kapıya.”

“Metehan mesaj at Metehan.”

“komutanım ben prensip olarak sadece kadınlara mesaj atıyorum da.”

“sikerim şimdi senin prensibini, prensipli pezevenk git çay getir!”

Ayağa kalkan Metehan etrafında göz gezdirip tekrar bana döndü, “pardon da komutanım niye bu timin çömezleri dururken evin küçük kızı gibi temizlik, çay işlerini ben yapıyorum?”

“Beni biraz daha sinirlendirirsen seni eve götürür annemin ve Dicle’nin bütün işlerini sana yaptırır, takma ismini de küçük kız olarak değiştiririm Metehan!”

Son sözlerimle fırlayarak çıkan Metehan’ın ardından bütün timi toparlayarak toplantı odasına geçtik, Metehan elindeki tepsiyi önüme koyarken gömleğinin yakasını da tutunca sinirlenirim bozulunca gülmeye başladım.

“oğlum sen geri zekâlı mısın ne yapıyor elin göğsünde?”

“e böyle dağıtıyorlar ya hep, ben usulü bu diye biliyorum.”

Sancar: “ yemin ederim mal bu çocuk, biz buna nasıl güvenip teröristlerin arasına gönderiyoruz?”

Ayça: “hadi onu geçtim oğlum sen kadın mısın, senin göğsün mü var davar?!”

Herkes sesli şekilde gülünce bozulan Metehan, “iyice şamar oğlanına döndük ha.” Söylene söylene Alperen’in arkasına gelerek kafasına vurdu, “sen ne gülüyorsun lan kalk dağıt şunları.”

Yerinden kalkan Alperen elinden tepsiyi alıp dağıtırken Cihangir sırıtarak, “Alperen gömleğini kapat oğlum her yerin meydanda acık Metehan dan feyz al.”

Bu sefer herkes kahkaha atarken sinirlenen Metehan kıpkırmızı kesilmiş bir şekilde ayağa fırladı, “gidiyorum ben yeni bir istihbaratçı bulun kendinize.”

Tam o odandan çıkacakken içeri giren Tuğrul albayla burun buruna gelen Metehan yerinde kalakaldı. “nereye Metehan.”

“ben şey komutanım, size bakacaktım, gözlerim yolda kaldı gelmediniz merak ettim.”

“geç yerine!”

Hızla yerine oturan Metehan anında suspus olmuş bütün ciddiyetini kurmuş elindeki dosyaya bakıyordu.

Tuğrul Albay: “Metehan başla.”

Tüm masa ona odaklanırken o yerinde dikleşerek sabahtan beyli maymunluk yapan o değilmiş gibi elindeki dosyada bulunan bilgileri anlatmaya koyuldu.

“Acem kızı baya bir zorlamış konuşmamakta kararlı gibi, verdiği tek bilgi Baron alması gereken şeyi almış.”

Cihangir: “nasıl yani biz onları ele geçirdik ya”

“demek ki hepsini geçiremedik, biz maraza gidenleri ele geçirdik, ama anladığımız kadarıyla Baron yedeklemiş kimyasalları.”

Metehan’ın anlattıklarından sonra aklıma gelen tek şey bu baron denen adamı bulmaktı, “bence biz Marazı alalım ardından Baronu ortaya bir şekilde çıkartırız.”

Albay: “bir bağlantı bulabildik sonuçta, elimizde bir organizasyon şirketi var, bu kadın bütün bu işleri bu organizasyon şirketinin organize ettiği gecelerde yapıyor.”

Sancar: “şirket Elif’in babası Mehmet beye ait, fakat Elif’in bu işlerden haberi yok gibi.”

“yoktur, uzun zamandır yan evde oturuyor ve hiçbir rahatsızlık ya da çekinme gibi bir durumu yok Dicle’yle de arası iyi, kuzeni Fatih çocukluk arkadaşım babası hep karanlık bir adamdı ama amcasından bir bilgim yok.”

Albay: “anlaşıldı, ilk işimi Maraz onu alma vakti geldi artık. Baron’u bulmak için Elif ve ailesini yakın merceğimize alıyoruz.”

“emredersiniz komutanım.”

Albayın odadan çıkmasının ardından bende kendi odama geçtim, masanın çekmecesinde duran telefonumu elime alarak arayan var mı diye baktım, arayan yoktu fakat Umay’dan gelen bir mesaj vardı.

En büyük haksızlık sensizlik bana

Sensiz uyanmak haksızlık

Sensiz bırakma beni

Seni Seviyorum”

Okuduklarımla yüzümde oluşan gülümseme ve yabancısı olduğum o duygu, biri tarafından sevilme duygusu bana garip gelirken bu duyguyu kaybetme korkusu daha da ağır basıyordu. Bazı şeyleri hiç tatmamak mı yoksa tattıktan sonra bir daha o şeyi elde edememek mi daha zordu. Ben bunları düşünürken karargahta baya yoğun bir gün geçirmiş bütün tim burada kalmaya karar vermiştik.

Karargahta oturduğum esnada Tuğrul Albayın telefonu ile ayaklanarak hızlıca odasının kapısına gelip izin isteyerek içeri girdim. “emredin komutanım.”

“hazırla timi Ateşoğlu acil çıkıyorsunuz.”

“Maraz mı komutanım?”

“evet, sınırda bulunan bir köye baskın yapmış ve ele geçirmiş, birçok sivil var sana güveniyorum Oğlum git oradaki masum canları emniyete al. Sayı ver ona göre destek çıkarırız.”

“emredersiniz komutanım!” hızla timin hep beraber oturdukları salona girerek, “Kurt Timi! Beş dakikanız var hemen hazırlanın!”

“Emredersiniz komutanım!”

Tüm Tim teçhizatları hazır bir şekilde karargahın önünde beni bekliyorlardı hızlıca hareket ederek tam önlerinde durdum, “rahatta dinleyin beni! Kurt! Gideceğimiz yerde siviller olacak. Çocuklar, yaşlılar, kadınlar en küçük hatayı bile kabul etmem! Anlaşıldı mı?”

“Emredersiniz komutanım!”

Arkamı dönerek Albaya selam verip helikoptere doğru hareket ettim. Saatler süren yolun sonunda köyün girişine gelmiştik fakat sayının fazla olmasından dolayı destek ekibi gelmesini bekliyorduk.

Çiço: “komutanım biz yeterdik bu itlere niye bekliyoruz.”

“Albay bekleyin dedi beklemek zorundayız oğlum sende rahat dur iki dakika.”

Bambi: “yok o illa kurcalayacak bilmiyor musun? İnsanı çıldırtana kadar sorar.”

Çiço: “ sana sormadım sen neden lafa giriyorsun?”

Dilsiz: “yeter, susun!” Ayça ve Çihangir’in didişmesine son veren Dilsiz ile hepimiz sakince beklemeye devam ettik. İki zırhlı aracın bize yaklaştığını fark edince hareketlenerek öne çıktım arabadan inenlerle beraber Kubilay, “komutanım bunlar kim?” küçük bir gülümsemeyle ona cevap verdim, “hilal bıyıklı bozkurtlar, Polis Özel Harekât.” Bana doğru ilerleyen kocaman adamlara gözlerimi diktim ve elimi uzatarak “hoş geldiniz.”

“hoş bulduk Komutanım, ben komiser Sedat Er”

“Kıdemli Üsteğmen Fırat Ateşoğlu. Desteğe geldiğiniz için teşekkür ederim”

“sizinle göreve çıkmak bizim için şeref komutanım, biz aynı yolun miğferiyiz.”

Zırhlı araca binerek Alperen’e sürmesini söyledim diğer kalanlar köyün etrafını sararak hızlıca içeriye girmeye başladılar köyün tam meydanına gelerek zırhlı aracın üst kısmını açarak dışarı çıktım ilk önce etrafa göz gezdirerek, “ tim herkes meydana doğru geliyor arkadan gelin.” Emrini verdikten sonra elimdeki megafonun düğmesine asarak konuştum, “Maraz, dışarı çık üç harfliler geldi JÖHLER PÖHLER burada, seni almaya geldim Maraz!”

Araçtan hızla inerek ön tarafa doğru yürüdüm timin kalanı çoktan adamlara ateş açmış ve dikkatleri üzerlerine çekmişlerdi. Dilsize beni takip etmesi için el hareketi ederek köyün kahvehanesine doğru hareket ettim kapıda duran iki kişiye ateş ederek indirdik. İçeri girmek üzereyken arka kısımdan kaçmaya çalışan Marazı görüp takibe başladım biraz uzaklaşıp etraf sakinleşince, “Maraz, nereye seni almaya geldim!” ani bağrışım ile bana dönerek, “beni almak o kadar kolay değil komutan! Beni kimse esir edemez!” o bana ahkâm keserken silahımı indirip gülerek, “dağlara son kez bak Maraz! Artık Türk Devletinin merhameti ile tanışacaksın!” demem ile arkadan dolanan Ayça çoktan adamın ensesine silahını dayamıştı. “bırak beni Komutan! Seni pişman ederim bırak beni!”

“biz de haine şans verilmez Maraz, belli ki arkandaki o itlerde silah alışverişinde ki başarısızlığından sini kapı dışarı etmiş, böyle aç köpek gibi köylere saldırıyorsun!” arkamı dönerek köy meydanına doğru yürüdüm, komiser Sedat bana doğru gelerek elinde ki kelepçeyi Maraza taktı. “bundan sonrası sende artık kardeşim İstihbarat yetkililerine teslimini yaparsın.”

“elinize sağlık komutanım.”

“sizin de kardeşim.” Adama sarılıp yoluma devam ettim aracın önünde beni bekleyen timin yanına gelip, “siviller kontrol edildi mi, diğer evlere girdiniz mi, temiz mi?”

Çiço: “temiz komutanım.” Biz konuşurken küçük bir çocuk yanımıza gelerek elime dokundu, kafamı ona çevirince ilk önce korktuğunu ve benden çekindiğini fark ettim maskemi ve kaskımı çıkararak yanına eğildim, “bir şey mi oldu küçük?”

“sen Türk’sün değil?” çat pat konuştuğu Türkçe ile gülümseyerek, “evet biz Türk askeriyiz.” Verdiğim cevapla kocaman gülümseyerek elini kaldırıp köyün ucunda kalan tapadaki evi gösterdi, “ebem sizi bekler günlerdir, gelin görsün.” Kafamla onaylayıp önden gitmesini istedim yanıma Dilsiz ve Ayça’yı alarak eve doğru hareket ettim, küçük tek katlı derme çatma bir evdi küçük bir bahçesi ve iki üç tane ağacı vardı kapıyı çalarak içeri girdik. Çocuk bizden önce, “geldiler ebe geldiler!” diyerek kadının yanına koşup oturdu, kadın gözlerini bana dikerek ilk önce üstüme baktı ardından kolumda bulunan bayrağı görüp “Türk müsün? Gerçek.” Diyerek yüzüme baktı “Türküm anam.” Dizlerimin üstüne çökerek yanına yaklaştım, “geleceğini biliyordum. Gene geldiniz, yetiştiniz.” Diyerek bana sarıldı ve kolumda bulunan bayrağa öpücükler kondurdu.

 

 

Bölüm : 16.02.2025 17:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...