
iyi akşamlar canlarım valla çok iyi bir bölümle geldim, canımın Timimle kızlarımız bir arada.
umarım beğenirsiniz, lütfen yorum yapın fikirlerinizi söyleyin.
iyi okumalarrrrrrrrrr
33.bölüm
Gün yeni yeni ağrırken güneşin kızıllığı ortalığı aydınlatmaya başlarken biz o köyden ayrılmış hızlı bir şekilde İstanbul’a dönüyorduk. İki gün içinde apar topar yaptığımız bu operasyonun gizliliği nedeniyle hiçbir şekilde telefonumu elime alamamıştım, annem ya da Dicle bu gibi durumlara oldukça alışkındı, çoğu zaman haber vermeden giderdim ve telefonum her zaman kapalı olurdu, aslında bunun sebebi veda etmeye bir türlü alışamamaktı. Onları geride bırakıyordum evet ama karşımda ağlarken ayrılmak daha da zor geliyordu bana, bu durum ne kadar kolayıma gelirse gelsin hayatıma yeni aldığım bu kadınla bazı alışkanlıklarımı bırakmam gerekiyordu.
İstanbul’a ayak bastığım andan itibaren art arda Umay’ı arıyordum ama asla ulaşamıyordum resmen. Ya bana kırılmıştı ya da bu durum hiç umurunda olmamıştı, cevapsız aramaları düşmüştü ama hiçbir mesaj yoktu. Karargaha girdiğim anda hızlı bir şekilde üstümü değiştirip arabama bindim, kapıdan çıkmak üzereyken cama vuran Metehan’la camı indirdim,
“ne var Metehan ne var?”
“komutanım şey, ben arabamı tamire bıraktım da bizi benim eve atar mısınız?” aynadan arkasına baktığımda Alperen ve Kubilay’ın beklediğini fark ettim.
“oğlum iki gündür dip dibeyiz ya zaten gitsenize kendi evlerinize.”
“komutanım Sancar komutanımda gelecek sizde gelin, sohbet muhabbet.”
“aman aman kalsın ben size bu kadar katlanabiliyorum. İyi hadi binin.”
Binin dememle üçü de koşarak arabanın arkasına sıkış tepiş bindiler, arkalarından gelen Sancar da yanıma oturduğunda herkes hazırdı.
“çiço nerde ne oldu da ayrıldınız?”
Kubilay: “komutanım o Ayça komutanımı bekliyordu.”
“niye?”
Alperen: “şey komutanım biz de sizin gibi niye diye sorunca bize küfür etmeye başladı bizde kaçtık.”
Metehan: “bu aralar çok agresif canım, ne dersek hırr, komutanım geliyor musunuz hırrr, komutanım yemek yiyelim mi hırrr, böyle diyalog olmaz ki.”
Metehan tam Cihangir’i taklit ederken açık olan camdan giren bir kolla vücudunun yarısı dışarıya çıkmış bir vaziyette buldu kendini.
“kim hırlıyor Metehan ben tam olarak anlayamadım da.” Cihangirin sesini duyunca arkaya döndüğümüzde Metehan resmen elinde yavru kedi gibi kalmıştı.
“komutanım ben bizim bir arkadaştan bahsediyordum valla, dimi Kubi?”
Camın ucundan kafasını çıkaran Kubilay kafasını sallayarak onu onaylayıp bir yandan da vücudunun arabada kalan kısmını sıkı sıkı tutuyordu. “komutanım valla sizle alakası yok, biz sizin küfür ettiğinizi filan söylemedik valla.”
Sinirle Metehan’ı içeri geri sokan Cihangir hızla kapıyı açtı, hepimiz Metehan’ı dışarı çekeceğini sanırken sert bir sesle, “kay lan!” diyerek arabaya bindi ve kapıyı ardından kapattı, biz ona ne olduğunu soracakken yanımızdan geçen motosikletli Ayça ile herkes suspus oldu. İkisinin birbirine hisleri olduğunu hepimiz bilirken onlar inatla birbirlerini yok sayıyorlardı. Arkada oturan dörtlünün üçü Cihangir’e bakarken o camdan bakarken hem sövüyor hem de bacağını yumrukluyordu. “ ben böyle işin taaa amına koyayım, hayır niye benim her işim zor olmak zorunda!”
“sakin lan yine ne oldu.”
“bir şey olduğu yok abi!”
Metehan: “sorunda bu sanki komutanım yani ikinizde de bir şey olduğu yok.”
Metehan konuştukça daha da sinirlenen Cihangir arabanın kapısını açarak indi ve tek telime etmeden hızla uzaklaştı. Arabanın aynasından Metehan’a bakan Sancar, “oğlum senin çeneni sikerim, sen niye adamın damarına damarına basıyorsun!”
“ne dedim ki ben şimdi.”
“daha ne dicen lan daha ne dicen.”
“fikir beyanında bulumdum ben abi.”
“sen fikir beyanında bulunma Metehan sen sus daha iyi.”
Kubilay sırıtarak Metehan’a yaklaşarak, “abi sen bence bir müddet Cihangir komutanıma görünme.”
Onlar didişirken ben çoktan gidecekleri yere varmıştım bile hızla arabadan indiklerinde Sancar, “sen gelmiyor musun tetik?”
“yok eve gideyim evdekilerin haberi yoktu merak etmişlerdir.”
Kafasını sallayarak arabanın kaputuna iki kere vurarak uzaklaştı, sabah erken saatleri olduğu için sokaklar bomboştu hızla evimin olduğu sokağa girdiğimde gözüm ilk önce Umay’ın evine takıldı, arabasının yanında Soner denen herifin arabası da durduğuna göre hala gitmemişti. Evin önüne park ettikten sonra çantamı alarak arabadan indim, anahtarla girdiğim evde hiç ses yoktu demek ki bizimkiler uyuyorlardı. Kendi odama çıkmaya başladım hızlıca bir duş almam gerekiyordu odanın kapısını açtığımda elimdeki çantayı dolabın önüne bıraktım, tam banyoya doğru dönecekken yatağımda birinin olduğunu far ettim yatağa yaklaştığımda Umay’ın üstünde benim tişörtüm kollarını doladığı yastığımla uyuyordu. Ben beni merak etmediğini düşünürken o benim odamda uyumuştu, bunun düşüncesiyle gülümseyerek yanına oturdum ve saçlarının arasına parmaklarımı karıştırarak boynuna burnumu sürterek ferahlatan kokusunu içime çektim, derin olan uykusundan uyanarak benim varlığımı fark etti. Hafif aralanan gözleriyle bana baktı ve yerinde dikleşerek oturur pozisyona geldi.
“geldin mi?”
“geldim güzelim.”
Anında sinirlenerek kaşlarını çattı, “neredesin sen, neden haber vermedin insan bir yazar, bir arar, meraktan günü gün ettim ben.”
O öyle hızlı hızlı konuşurken uyku mahmuru gözleri hala yarımken kendimi tutamayarak dudaklarına yapıştım. İlk önce afallasa da bana karşılık vermeye başladı ve elleri anında ensemde bitti, saçlarımın arasında gezen parmaklarıyla yatağıma yatarken beni de kendiyle beraber yatırdı. Geri çekildiğimde saçlarını okşarken derince yutkundu, “barut kokuyorsun.”
Ben rahatsız olduğunu düşünerek biraz geri çekildim ve kolumun üstünde durarak, “görevden yeni geldim duşa grip öyle gelecektim yanına.” Diyerek kalkmak istediğimde kolumdan tutarak beni kendine doğru çekti, “alışmam gerek belli ki bu koku her zaman hayatımda olacak.”
Sözleri beni gülümsetirken elimde olmadan onu kendime bastırarak sarıldım, “seni çok özledim Umay.”
“bende seni özledim, merak ettim seni bir daha sakın haber vermeden bir yere gitme olur mu?”
“olur güzelim hadi uyuyalım hiç uyumadım.” diyerek uyumak için kendimi yastığa bırakırken onu da yanıma yerleştirdim.
Burnumu saçlarının arasına gömdüğümde uzun uzun kokusunu çektim, iki gün boyunca barut, toprak kokladıktan sonra bahar gibi kokan saçları ciğerlerimde çiçekler açmasına sebep oldu. Hiç bilmeden bilinçsizce ona daha da bağlanmışken bunun bu kadar kısa bir sürede olması beni korkutmuştu. İnsanlar korkmayı acizlik olarak görürdü çoğu zaman, asıl gücün kokudan kaynaklandığını fark edene kadar. Onu kaybetme korkusu ona daha da sarılma isteği uyandırırken içimde yavaş yavaş uykunun kollarına bıraktım kendimi.
Kuru toprağın, taşın üstünde uyunan uykulardan sonra onun kollarında aldığım bu uyku bedenime, ruhuma şifa olmuştu. Bir insan nasıl varlığıyla bile iyi gelebilirdi ki, ona ilk itiraf ettiğimde benden uzak durması beni öldürürken şimdi yeniden yaşatıyordu. Dışarıdan hırçın, soğuk görünen o kız sanki içimde bir ateş yakmış her gülüşüyle, her dokunuşuyla harlıyordu onu.
Çalan telefonla uykudan uyanan Umay ilk olarak bana baktı küçük bir gülümsemeyle bana bakarak çenesini göğsüme koydu, “baksana kim arıyor?”
“boş ver çalar çalar susar, senden başka kimseyle konuşmak istemiyorum bugün.”
“hadi Fırat önemlidir belki.”
Elimi attğım gibi bulduğum telefonun ekranına baktığımda arayanın Metehan olduğunu gördüm, bu çocuk ya benim üstüme dinleme cihazı filan yerleştirmişti ya da benimle gerçekten bir derdi vardı. Telefona bakarak oflarken ismi okuyan Umay gülmeye başladı, “gülme bilerek yapıyor kesin şerefsiz.”
Hızla telefonu açarak kulağıma tutum, “ne var lan, daha ayrılalı kaç saat oldu oğlum, sen niye hep uygunsuz zamanda arıyorsun lan!”
“şey komutanım uyandırdım mı yine!”
“yok Metehan ben sivil hayatımda baykuş olarak görev yapıyorum sabah akşam uyanığım!”
“biz ekiple bir yerlere gideceğiz komutanım sizde gelin diye aradım ben.”
“siktirin gidin benim işim var.”
“komutanım hadi ama ya tüm tim gideceğiz ben organize ettim hem Sancar komutanımda geliyor.”
Telefondan gelen hışırtılardan sonra kulağıma Sancar’ın sesi doldu. “tetik gel hadi Umay’ı Elif’i de al gel kalabalık olalım.”
Sancar’ın Elif’i çağırması görevle ilgili mi acaba diye düşündükten sonra konuşmaya devam ettim, “nereye gideceğiz?” arkadan gelen Metehan’ın sesi “sürpriz söylemem konum atarım abi.” Diyordu. “iyi kapat.”
Telefonu masanın üstüne fırlatarak kendimi tekrar Umay’ın boynuna gömdüm. O ise meraktan kıvranarak, “nereye gidiyorsun.”
“tek gitmiyorum sende geliyorsun hatta Elif’i de alacağız.”
“niye ki?” direk Sancar dedi diyemediğim için, “Ayça çağırdı.” Diyerek yanıtladım. “o zaman Dicle’de gelsin, ben ona sevgili olduğumu anlattım.”
Bana ilk defa sevgili demesinin etkisiyle sırıtarak yüzüne baktım, “ne olduğumuz söyledin ne?”
“sevgili olduğumuzu.” Diyerek kendini boynuma gömdü, söylediklerine gülerken o çoktan yataktan fırlayarak çıktı, “ne gülüyorsun ya?” ayağa kalktığında kısalan tişörtüm bacaklarını ortaya çıkartırken tişörtümün omzu düşerek onun omzunu ortaya çıkarmıştı. “tişört yakışmış.” Söylediklerimle yeni yeni fark ediyormuş gibi üstüne bakarak kaşları havalandı. “şey ben unutuşum yıkar getirim sana.” Sözlerine gülümseyerek ayağa kalktım beline yerleştirdiğim ellerimi dikkatle izlerken onu havaya kaldırarak çalışma masasının üstüne oturttum, bacaklarını ayırıp yerleşerek dudaklarına dudaklarımı sürterek konuştum. “kalsın, sana çok yakışmış.” Derince yutkunduğumda hareket eden ademelmasına bakarak nefes aldı ve yavaş bir hareketle dudaklarını oraya bastırdı. Bıraktığı öpücük yetmemiş olacak ki minik mir ısırık bırakarak geri çekildi. sesimdeki değişikliği beli etmemeye çalışarak, “bana ne yaptığının farkında bile değilsin değil mi kızıl.”
Soruma kızaran yanaklarını yok sayarak tek kaşını kaldırarak kafasını hafifi geriye attı, göz temasımızı kesmeden, “farkındaysam peki sevgilim.” Cesur sözlerinin üzerine tam dudaklarına yönelmiştim ki kapıdan “Fırat sen geldin mi oğlum?” diyerek giren annemle beni iterek hızla masadan inip arkama saklandı. Bu manzarayı görmeyi beklemediği belli olan annem anında gözlerini kapatarak hızlı hızlı konuşmaya başladı, “ayyyy, çok özür dilerim ben… ben gittim.. ben valla bir şey görmedim ayyy” diyerek odadan çıktı.
“rezil oldum, valla rezil oldum kadın böylemi öğrenecekti, ne yapacağız şimdi.”
Umay bir o tarafa bir bu tarafa yürüyüp konuşurken onu kendime çektim, beline sarılarak, “şiii Umay ezil filan olmadın, o öyle girmemeliydi odaya, hem bir şey görmedi.” Şok olmuş gözlerle bakarken, “nasıl görmedi kucak kucağaydık ya!”
“sakin ol hem ben ona söyleyecektim öğrenmiş oldu.” Sakinliğim onu kızdırmış olacak ki kollarımdan kurtularak sandalyenin üstünde duran kıyafetlerini alarak banyoya girdi. Kısa bir süre sonra çıkarak cama doğru yürüyerek camı açtı, “ne yapıyorsun güzelim?”
“hiç buradan atlayacağım, ölsem kapıdan çıkmam.”
“saçmalama Umay, bir yerin kırılır.” Kafasını dışarı çıkararak aşağıya baktı, biraz daha düşündükten sonra, “merdiven var mı?” diye sordu.
Kolundan tutarak kapıya doğru yürüdüm, ben onu aşağıya doğru çekiştirirken o beni durdurmak için konuşuyordu hala, mutfak kapısına geldiğimizde onu önüme çekerek omuzlarına ellerimi koydum ve anneme seslendim, “Anne Umay gidiyor, Dicle sende hazırlan dışarı çıkacağız.” Kimseye konuşma vakti bırakmadan onu dış kapıya çekerek dışarı çıkardım.
“Fırat! Bende bunun öcünü almazsam adim Umay değil!” diyerek arkasını dönüp hızlı adımlarla evine doğru yürümeye başladığına arkasından seslendim.
“bende seni seviyorum, yarım saate hazır olun.” Hiç arkasına bakmadan kapıdan girdikten sonra bende içeri gidim. Kapıda kollarını bağlamış tek ayağını hızlı hızlı sallayan annem, “oğlum sen hiç yol yordam bilmez misin?”
“ne yaptım ben şimdi?”
“daha ne yapacaksın oğlum kız alı al moru mor oldu, hayır ben desen odadan nasıl çıktığımı bilemedim. Sen utanmıyor musun?”
“utanılacak bir şey yapmadım.”
“bak ben kızın ailesiyle tanıştım dün, çok tatlı çok iyi insanlar, şurada yüz yüze bakıyoruz senin yüzünden papaz mı olalım insanlarla. ”
“anne beni merak etmiş sadece uzatma.” Onu arkamda bırakıp söylenmelerini duymayarak odama çıktım.
Yarım saattir bahçede Umay ve kızları bekliyordum, hazır olduklarını söylemiş ve beni dışarı çıkartmışlardı fakat hala ortalıkta kimsecikler yoktu. Sigaramın dumanını üflerken kıstığım tek gözümle Umay’ın evinden çıkan Soner’i fark ettim ve yerimde dikleştim. Yavaş yavaş bana doğru yaklaşarak tam karşımda durdu, çatık kaşlarıyla beni süzerken, “hayırdır birader neye baktın?” diye bir soru yönelttim, normalde kıskan ya da kısıtlayıcı bir adam değildim fakat bu herif benim acayip sinirimi bozuyordu, hele ki Umay’a olan yakınlığı bende boğma hissi yaratıyordu. “hiç.” Diyerek karşımda öyle dikildi.
Kapıdan Çıkan Umay ve kızlar yanımıza gelirken biz hala birbirimize bakıyorduk, boyu benden beş altı santim kısaydı, vücut olarak yarım bile etmezken kendine olan özgüveni göz yaşartıcıydı gerçekten.
Dicle: “abi hazırız biz.” Sesini duyduğumda gözlerimi ondan çekerek yanımda duan Umay’a baktım, hala benim olduğum tarafa bakmamakta karalı bir şekilde yan tarafı inceliyordu. “hadi geçin arabaya.” Dememle Umay, “ben Soner’le geleceğim.” Diye cevap verdi. Belli ki bana baya bir kızmıştı ama bunu herkesin içinde hele bu adamın yanında göstermesi beni sinirlendirmişti, elini tutarak kendime çevirdim fakat o kafasını hala başka yöne doğru tutuyordu. Şakaklarına dudaklarımı bastırarak konuştum, “hadi sevgilim sonra konuşuruz bunu.”
Her hareketimi izleyen Soner’in gözleri ellerimizde takılı kaldı bir müddet, ben Umay’a sevgilim dediğim an omuzları düşerek olduğu yerde kaldı. Bu hareketleri benim şüphelerimin hepsini haklı çıkarırken birden arkasını dönerek, “benim gitmem lazım ben unuttum bir işim vardı.” Diyerek hızlıca kendi arabasına yerleşerek gitti. “ne oldu şimdi?” Elif’in sorusuyla Umay’a döndüğümde kaşlarını çatarak arkasından bakarken konuştu, “bilmiyorum ki.” Dedi, belli ki Soner’in duygularından haberi yoktu.
Arabaya bindiğimizde Metehan’ın atığı konuma doğru yola çıktık, hava bugün oldukça iyiydi, gittiğimiz alanda ormanlık bir alandı, konuma vardığımızda arabadan inmiş bizi bekleyen timi fark ettim. Arabamı yanlarına park ederek indik ve herkesle selamlaştı, Umay’a sarılan Ayça, “ay iyi ki geldiniz beni bunlarla yalnız bırakmadınız.”
Cihangir: “sanki her gün bizimle değil kızlarlasın.” Ayça ise kolunu Umay’ın omzuna atarak, “zaten sorun o canım sürekli sizle olmam.” Demesiyle Alperen, “ayıp ama komutanım ben siz sıkılmayın diye dağ bayır çiçek böcek topluyorum ya.” Diyerek alınmış gibi omzunu kaldırdı, bu hareketine kızan Cihangir hızlıca ensesine vurarak, “sen niye Ayça’ya çiçek topluyorsun lan?” diyerek sinirini beli etti. Herkes gülerken ben Metehan’a dönerek, “eee, niye geldik bu raya Metehan.”
“komutanım, kaç aydır bir görev için cebelleşiyoruz bende etkinlik düzenledim, painball oynayacağız.” Demesiyle büyün tim ona döndü, sadece ben değil hepsi sinirlenmişti. Sancar ensesine bir tane vurarak, “oğlum sen etkinlik sürpriz diye diye bizi buraya mı getirdin?” ensesini ovalayan Metehan ise “evet komutanım stres atarız işte.” Deyince Cihangir kızarak, “sen stresin ta kendisisin Akıncı.” Dedi. “oğlum biz zaten sabah akşam çatışmıyor muyuz, şimdi nasıl atacağız o stresi yine çatışarak mı?”
“size de iyilik yaramıyor.” Diyerek kollarını bağlayıp arabaya yaslandı çocuk gibi. “neyse ne geldik buraya kadar oynayalım işte, takımlara ayrılalım.” Diyerek ortalığı sakinleştiren Ayça kolunun altındaki Umay’ı kendine çekerek, “Umay benim, Metehan, Alperen hımmm…” diyerek etrafta göz gezdirdikten sonra Cihangire bakmadan sözüne devam etti, “Sancar.” Dedi, cihangir gülerek fısıltıyla konuştu, “zaten beni seçsen şaşardım.”
Herkes giyin e alanlarına giderek kamuflaj kıyafetlerini giydi. Kapıdan çıkan Umay altında askeri yeşil kamuflaj pantolon ve aynı renkte ucunu bağladığı bit tişörtle dışarı karşımda durdu, saçlarını dağınık bir topuz yaparak anlında dağılan perçemleri yanlara ayırarak yüzüne siyah boylar sürmüştü. Bu hali bana o kadar güzel gelmişti ki uzun uzun inceledim, “boylar çok güzel olmuş.” Dememle hafif gülümserken tekrar eski halini alarak, “seni ilgilendirmez.” Diyerek kızların yanına gitti. Üstümüze de koruma yeleği giyerek oyuna başlamaya hazırdık. Öne çıkarak, “bana bakın yüze, kola yani açıkta kalan yerlere vurmak yasak aramızda alışkın olmayanlar var dikkat edin.”
Herkes kendi buluşma noktasına giderken önüme ilk çıkan kişi tabi ki Alperen olmuştu, yine bir kuş bulmuş onu inceliyordu, ona doğru kaldırdığım tabancayı ateşlediğimde sırtında kocaman bir kırmızı boya oluştu. Yere düşerek bana döndüğünde, “ya komutanım daha başlayalı beş dakika olmadı ya, ne bu hırs Allah’ınızın aşkına ya.”
“sus lan sus, oturmuş gene börtü böcekle uğraşıyor.” Ben ona söylenirken o da bana söyleniyordu içine içine, “hayvan sevmekte suç bu timde.” O oyun alanından çıkarken ben yürümeye devam ettim etrafta silah sesleri vardı fakat, kimse görünmüyordu. Büyük bir alan olduğu için hepimiz bir ucundan başlamıştık. Etrafta koşan Dicle’yi görünce gülmeden edemedim, başı kopmuş tavuk gibi bir oyana bir bu yana koşuyordu. Ben onu izlerken karşıdan Çıkan Umay’la ağacın arkasına saklanarak onları izlemeye başladım. Umay Dicle’ye yavaş yavaş ilerlerken hiç ses çıkarmıyordu, ses çıkarsa bile panik halde olduğu için onu fark edebilecek halde değildi, onu vurduğu anda, yere düşen Dicle cırlayarak, “hain gelin insan görümcesini vurur mu?” deyince keyiflenerek gülmeye başladım. “Valla Dicle değil görümce, Fırat olsa onu da vururum güzelim hırslıyım ben bir kere.” Yerden kalkan Dicle kaskını çıkarmış dil çıkartarak Umay’a cevap vermeye çalışıyordu, “sen görürüsün elbet elime düşersin sen.” Diye tehditler savururken Umay tırnaklarına bakarak, “hadi canim, hadi görümcem, hadi oyun dışına.” Diyerek dalga geçiyordu. Dicle ayaklarını yere vura vura giderken bende yavaşça Umay’ın arkasına geçerek silahını tam ortasından tutarak kendime çektim. Sırtı göğsüme değdiği an benim olduğumu anlamış ve rahatlamıştı, “cık cık cık, kötü gelin mi olmaya karar verdin kızıl?” konuşurken dudaklarım kulağına vururken o nefes nefese cevap vermeye çalışıyordu, “kötü gelin değil, kötü sevgili olmaya karar verdim ben.” Diyerek kendini benden çekmeye çalıştı, sadece çalıştı çünkü ben onu hiç bırakmayacak gibi tutuyordum. “öyle mi güzelim, o zaman sana bir fırsat eğer beni vurabilirsen istediğin bir şeyi yaparım.”
“her şeyi mi?”
“her şeyi, ama ben vurursam sen beni istediğim bir şeyi yapmak zorundasın.” Dediklerimle kollarımı gevşeterek ondan uzaklaştım. Bayrağın olduğu alana geldiğimde bayrağın yanında kimsecikler yoktu, Sancar Elif’i vurmuş onu oyun alanından çıkarırken Cihangir ortalıkta dolaşıyordu. Birden gelen bir sesle sırtından vurulan Cihangir etrafta vuranı ararken Ayça’nın sesi geldi, “çiço, yukarı bak.” Kafasını çevirdiğinde ağaçta oturan Ayça’yı görünce kaşlarını çatarak, Ayça ne işin var orda düşüp bir yerini kıracaksın.” Diye sitem ederken Ayça Ağaçtan atlayarak tam karşısında durdu, Cihangir1in en büyük hatası buydu zaten Ayça’yı asker olarak kabullenememesi aralarında ki uçurumu daha da açıyordu. “çiço, ben böyle ağaçlar tepesinde büyüdüm, merak etme senden daha tecrübeliyim.” Diyerek omzuna vurup uzaklaştı. Oda gittiğinde Bayrağa yaklaşan Metehan’ı gördüm, aha gün intikam günüydü. Sen misin ben her Umay’la uyuduğumda arayan. Hızla arkasından yaklaşarak tam sırtından vurdum. Vurulduğunu anlayınca, “ya amına koyayım iki adım kaldı, sen beni nasıl gördün.” Diyerek bana doğru dönünce vuranın ben olduğunu fark ederek toparlamaya çalıştı. “şey komutanım, ben siz olduğunu bilmiyordum, ben bir anda oldu yani.”
“Akıncı, yarın arabamın camlarını sileceksin, şimdi siktir git.” O oyun alanından çıkarken sağ taraftan yaklaşan Umay’ı fark edince yerimden hiç kımıldamadım, yavaş ve minik adımlarıyla tam arkama gelerek sırtımdan vurdu beni. Ona doğru döndüğümde, “ben kazandım sevgilim teslim ol.” Dedi kocaman gülümseyerek. Ona doğru yavaş yavaş yürüyüp silahın ucunu tutarak kendime doğru çektim ve elimi beline attım, “benim bütün teslimiyetlerim sana.” Diyerek dudaklarını öpmeye başladım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 50.33k Okunma |
4.08k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |