40. Bölüm

40. Bölüm

Yazar kamer
yazrkamer

 

selammmmm herkese iyi bayramlar diliyorummm lütfen düşüncelerinizi bana yorumlarda yazın bekliyorum.

 

40. bölüm

“Kurt ilerle!” emri verdikten sonra gözlerimi karanlığın içinde gezdirdim bir süre, zifiri karanlığın içinde yolumuzu aydınlatan tek şey ay ışığıydı. Saatten, günlerden bir haberdik haftalardır, yaptığımız tek şey ise sınırın etrafında oluşan hareketliliğin sebebini bulmaktı.

“temiz.” Dedi Sancar, bulduğumuz kuytu bir yere yerleşerek mola verdik. “bu gece buradayız herkes iyi dinlensin.” Teçhizatları yere koyduktan sonra derin bir nefes çektim içime yere oturan tim uyumak için hazırlanırken Ayça ayaklandı, “komutanım benim uykum yok nöbeti ben tutarım sizde dinlenin.” Dedi.

“olmaz yoruldun sende uyu hadi.” Dedim ama hemen itiraz etti. “komutanım dünde uyumadınız lütfen, ben sabah iki saat fazla uyudum dayanırım.” Dedi. Aslında uykusuzluk üçüncü günde biraz vurmaya başlamıştı beni, o yüzden kabul ettim.

“iyi tut ama iki saat sen tutacaksın sonra değiştiririz.” Dedim an Cihangir yanımda bitti. “ sonra ben devam ederim komutanım.” Dedi gözlerini dikmiş bana bakarken sadece kafamla onayladım, arkalarına geçerek yere uzandım. Cebimdeki telefonu çıkardığımda hala çekmediğini gördüm, Allah’ın cezası dağın hiçbir noktası çekmiyordu ve ben günlerdir bir ses hasret sürünüyordum resmen. Ona ne zaman bu kadar alıştığımı sorguladım bir an, öten kuşta esen rüzgârda, doğran güneşte onu arar olmuştum. Sadece toz, barut kokan bu dağda onun gül kokusunu arıyordum, telefonumdaki resimlere bakarak iç çektim. İkimiz yatakta o gözleri kaybolmuş gülerken ben boynuna gömülmüştüm, o ana geri gitmek ister gibi burnum sızladı.

Arkamdan gelen sesle düşünceler içinden çıktım bir anda hafif arkamı döndüğümde Ayça’nın yanına oturan Cihangir’di. Sessizce oturdu bir müddet, kafasını kaldırdı göğe baktı ve konuşmaya başladı.

“nasıl başarıyorsun bunu?” dedi birden, kafasını Cihangire çeviren Ayça dediklerine anlam veremediğini belirten bir şekilde konuştu. “neyi? Anlamadım.” Dedi.

Gözlerini Ayça’nın yüzünde gezdirdi, bir iç çekip tekrar göğe baktı. “yıldızlar gibi olmayı, onlar gibi göz alıp hayran bırakıp uzakta olmayı.” Dedi birden. Yıllardır duyguları olduğunu hiç saklamamıştı Cihangir, öyle kaçak dövüşmemişti hep söylerdi imalı bir şekilde ama ilk deva bu kadar net söylediğini işitmiştim. Genelde Ayça görev dışında kendini evine kapatır kimseyle muhatap olmazdı. Sadece tim içinde konuşurlardı ve cihangir bunu kaçırmazdı.

“ne diyorsun Cihangir gece gece anlamadım.” Dedi Ayça ama anlamıştı, sesinde oluşan minicik titremeyi ben bile buradan hissetmiştim. Onlarda biliyorlardı ki daha kimse uyumamıştı ama bu Cihangir’in umurunda değildi belli ki.

“açık açık söylüyorum Ayça, neden bu kadar uzaksın. Olmaz ya da hayır demiyorsun, başından savmıyorsun araftasın resmen ne ileri gidiyoruz ne geri. Yıllar oldu, senelerimiz geçti sende hiç mi bir şey değişmedi.” Dedi. Beklenti içinde değildi sanki, artık pes ediyor gibi yenik ve bitaptı konuşması.

“cihangir, ben senin istediğin, sana gelmesini beklediğin o kadın değilim. Benimle olmaz. Yapamazsın sen benimle, beni öz annem sevmemiş, babam kabul etmemiş. Senin sandığın gibi cıvıl cıvıl bir kız değilim ben, senide kendi karanlığımın içine hapsedemem.” Dedi ve yerinden kalktı. Küçük adımlarla ilerledi bizden biraz uzak bir köşeye gidip karanlığın içinde kayboldu.

Sabah güneş doğmak üzereyken uyandığımda etrafı saran sabah serinliği tenime çarparken yerimde doğruldum, Cihangir gece olduğu gibi duruyordu önümde kafasını tüfeğine dayamış ileri bakıyordu öylece, baktığı yerde oturan Ayça ise saçlarını açmış tekrar sıkı sıkı örüyordu. Cihangirin yanına gidip omzuna dokundum, yanına yerleştiğimde tek bir kılı bile oynamadan öylece bakmaya devam etti.

“tekrar kovdu beni kalbinden. Hiçbir zaman alacağına dair bir umut vermedi ama hiç bu kadar da net kovmamıştı dedi.” Diyecek sözüm olmadığından sadece sırtını sıvazladım yavaşça, bu konun çok dışındaydım.

Tekrar yerimden kalkıp yeni uyanan time seslendim. “hadi hanımlar ne çok uydunuz hadi.”

Metehan yerde yuvarlanıp kafasını kaldırdı, “komutanım biz niye arıyoruz onlar bizi bulsun ya valla bıktım yürümekten. 43 numara olan ayaklarım 45 oldu ya.” Dedi hayıflanarak.

“tüh şimdi camdan ayakkabılarını nasıl giyicen la, güzelim prens kaçtı görüyon mu?” dedi Kubilay. Diğerleri gülerken o yerden aldığı taşı alıp Kubilay’a doğru fırlattı.

“kalk lan hala yatıyor.” Deyip ayağımla dürtükledim.

******

Umay

İki aydır gözlerim camda, telefonda, kapıdaydı resmen gelecek en küçük haberi kaçırmamak için dört dönüyordum ama ne sesini duyabilmiştim nede onu görebilmiştim. Şimdiyse sahneye çıkmadan telefonuma onuncu kez bakıp hüsranla geri bıraktım.

Günlerdir kendi düşük modum tabi ki sahneye de yansımış sadece hüzünlü şarkılar söyler olmuştum, içimden gelmeye neşeyi kimseye numaradan yaşatamazdım. Üstümdeki derin yırtmaçlı elbiseme dikkat ederek yavaşça yürüdüm tabureme oturdum ama içimden hiç konuşmak gelmemişti o yüzden sadece ekibime çevirip başlayalım diye onayladım.

Saçların ıslanır, ellerin bana bağlanır
Utanır söylemez, diz çöküp sana yalvarır
Dudakların bana nasıl da yakınken öyle
Bu rüyadan biri, biri beni uyandırır

Saatler geçmiyor, bu rüzgâr artık esmiyor
Bana senden kalan hatıralar da yetmiyor
Ellerim üşüyor, fotoğraflar konuşmuyor
Bu zalim dünyada hiçbi' şey beni ısıtmıyor

Bi' sahne kurmuşum, Kadıköy'de buluşmuşum
Seninle ağlayıp saatlerce konuşmuşum
Verdiğim sözleri birer birer unutmuşum
Üzgünüm sevgilim, düşlerimle savrulmuşum

Bu dağ bu karları nasıl taşır, anlamadım
Ben bir kez vuruldum, bir daha hiç kalkamadım
Sevmeyi denedim, afalladım, afalladım
Denedim, olmadı, hiç kimseye inanmadım

Ra-ra-ra-ra-ra-ra, ra-ra-ra-ra-ra-ra-ra-ra
Ra-ra-ra-ra-ra-ra, ra-ra-ra-ra-ra-ra-ra-ra
Ra-ra-ra-ra-ra-ra, ra-ra-ra-ra-ra-ra-ra-ra
Ra-ra-ra-ra-ra-ra, ra-ra-ra-ra-ra-ra-ra-ra

Ah, canım sevgilim, derin bir okyanustayım
Hiç kimse gelmiyor, bırak bеni, konuşayım
En azından bugün, bugün de sonbahardayım
Soracak olursan ben şimdi uzaklardayım

Ah, canım sevgilim, derin bir okyanustayım
Hiç kimse gelmiyor, bırak bеni, konuşayım
En azından bugün, bugün de sonbahardayım
Soracak olursan ben şimdi uzaklardayım

Ben sana "Gel" dedim
İçimde kaybolan papatyalardı gözlerin
Eski bir radyodan çalan şarkıyı dinledim
Hayatı kahrolan gibi, gururu ayaklar altına alınmış biri gibi

Şarkıyı bitirdiğimde ben çoktan ağlamaya başlamıştım, gözlerim masaları tararken önüme gelen bir buket lavinia ile kalakaldım. Garsonun uzattığı çiçekleri aldım nazikçe ve içinde duran notu okumak için kaldırdım.

olacağın tek okyanus benim gözlerim, sonbahar bitti gel ilkbaharım başlasın gönlümde çiçekleri açsın lavinia.”

Okuduğum yazı ile sesleri duymaz oldu kulaklarım, kalbim kanatlandı sanki. Tek bir cümleyle yüzümde güller açtı. Koşar adım bana ait olan odaya yürüdüm, ellerim titrerken kucağımdaki çiçekler düşmesin diye sıkı sıkı sarıldım. Odanın kapısını açtığımda karşımda görmeyi beklediğim Fırat yoktu oda bomboştu. Hüsranla çiçekleri makyaj masasına aynaya baktığımda birden arkamda onu görünce ağzımdan küçük bir çığlık kaçtı, arkamı dönüp gerçek olup olmadığını sorguladım ama gerçekti buradaydı. Gelmişti bana. “geldin sonunda!” diyerek kollarımı boynuna sardım, kokusunu içime derin derin çektim ferah kokusuna karışan barut kokusu genzimi yaksa da umursamadım, belime doladığı kollarını daha da sıkı sardı, içine çektiği derin nefesin ardından konuştu. “iki aydır nefessiz kalmışım.” Dedi. Bana zor olduğu kadar ona da zordu bu uzaklık. Uzunca bir süre sarıldıktan sonra görevden geldiğinin bilinciyle ondan ayrıldım, gözlerim üstünü taradı ellerimle kollarına dokundun. “iyisin dimi? Yaran filan yok dimi?” dedim. Halime gülümseyen gözleriyle yüzüme iyice baktı, “iyiyim, tek yaram sensiz kalan tenimin yanması.” Dedi.

Dedikleriyle içim eridi sanki, yavaşça dudaklarıma kapandığında ayların verdiği hasretle kanan kana içtim dudaklarını. Yumuşak dudaklarını emerken dayanamayarak minik bir ısırık bıraktığımda bu onu şaşırtmış ve etkilemişti. Minik adımlarla sırtımı kapıya yaslayarak üstüme yaslandı hafif, elbisemin yırtmacından içeriye sızan eli bacağımı okşadı yavaşça. “günler geçmek bilmedi sanki Umay, tenin kokun gün geçtikçe silinecek benden diye çok korktum.” Diye konuştu ve tekrar dudaklarıma yapıştı. Eli artık can noktamda gezmeye başladığında benim gözlerim çoktan kapanmıştı. Biz bu vaziyetteyken kapı birden çalınca yerimde sıçradım ve korkuyla omuzlarına tutundum. “kokma.” Diyerek bana güven vermek için kolumu sıvazladı ve kenara çekti.

Kapı açıldığında içeri giren Ayça bana bile bakmadan. “zamanımız kalmadı tetik çıkmamız lazım hadi.” Dedi ve çıkarak kapıyı kapattı. Anlamayan gözle ona dönünce elleri belime indi. “ne demek bu şimdi?” diye sorguladım.

Gözleri gözlerimde uzunca tutundu. “ gitmem gerek Umay görev için geldik İstanbul’a ama ben seni görmeden dayanamadım.” Dedi

“e ne zaman bitecek görev kaç ay oldu. Ben artık dayanamıyorum.” Dedim sitemle ama yaptığım ona haksızlıktı, ben bu işin bilince biriydim bu onun işini daha da zorlaştırmaktı. “az kaldı sevgilim çok az kaldı.” Diyerek tekrar beni öpüp o kapıdan çıktı.

Bölüm : 09.06.2025 16:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...