
selam minik Kurtlarım yeni bölüm geldi. bu bölümde bir okurumun isteği üzerine hareket ettim ama devamı sonraaaa. oy ve yorum yapmayı unutmayın hepinizi öptümmmmm
41. bölüm
Dünyadan bir haber yaşamak, son iki ayım resmen böyle geçmişti. Gece ansızın gelip geri itmesi sanki hayalden ibaretti, masamın üstünde kurumuş çiçekler ve minik not olmasaydı kendi kendime kurduğumu düşünecek derecedeydim artık. Beklemek benim sevdama dahildi onu öğrenmiş olduk. Havalar yeni yeni ısınırken camın önüne oturmuş karşı cama gözlerimi dikmiştim, her an açılıp çıkacakmış gibi.
Kafayı sıyırma noktasına geldiğimde kendime daha fazla hakim olamadım, hızlı adımlarla karşı evin kapısında soluk soluğa kalmış bir şekilde zile basıyordum bile. Kapı açılınca karşıma çıkan Dicle sahte bir tebessümle bana bakınca içimi anında bir korku kapladı.
“Dicle, Fırat’tan bir haber var mı?” dedim ama hayal kırıklıyla omuzları düştü birden.
“senide mi aramadı?” dedi titreyen sesiyle.
“ne demek o, normal değil mi görevde sonuçta?” dedim aklıma gelen ihtimalleri yok sayarak.
“hiç bu kadar uzun sürmezdi, en kötü bir mesaj atardı.” Titreyen sesi artık boğuk çıkıyordu, dolmuş gözleri içimdeki korkuyu alevlendirdi.
“tamam dur askeriyenin numarası var mı? Orada illaki bize bilgi verecek birileri vardır.” Konuşurken çoktan evin içine girmiş hızlı adımlarla Fırat’ın odasına çıktım.
Kapıdan girdiğim an yüzüme çarpan koku ile alabora oldum, nefessiz kaldım. “Annem teyzemde ona konuştuk biz dedim korkmaması için.” Dedi arkamdan gelerek. “iyi yapmışsın.” Konuşmaya çalışırken zar zor yatağa oturdum.
“Tuğrul abinin numarası var bende, vereyim ara.” Cebindeki telefonu çıkartıp bana uzatarak, zar zor aldığım telefondan numarayı arayıp kulağıma götürdüm, uzun süren üç çalış sonrası açılan telefonla ayağa fırladım. “Alo” karşıdan gelen sert ve kalın sesin iyi bir haber vermesi için dilekler diledim.
“alo ben Tuğrul beyle görüşecektim.” Dedim titremesine engel olmaya çalıştığım bir sesle.
“benim, siz kimsiniz?”
“ben Umay, Fırat’ın kız kardeşinden aldım numaranızı, biliyorum aramamız yanlış ama daha fazla dayanamadık. Onu çok merak ettik de.” Dedim ama karşımdan hiçbir ses gelmeyince kontrol etmeye çalıştığım korku gün yüzüne çıkmaya başladı.
“bilgi veremem biliyorsunuz.” Dedi sadece, duymak istediğim tek şey iyi demesiydi ama o bunu bile söylemiyordu.
“inanın sizi anlıyorum ama geçekten çok panikledik.” Dedim durumumuzu en net şekilde anlatmak için. Karşımda dolmuş gözlerle bana bakan Dicle ise işimi hiç kolaylaştırmıyordu.
“anlıyorum sizi, ama bir bilgimiz yok.” Duyduklarımla dizlerim titredi, Dicle’nin elini tuttum ve destek alarak oturdum yatağa.
“Ne, nasıl bilginiz yok? Sizin bilginiz olmayacak kimin olacak!” korkumun yanında kanıma karışan öfke kendime hakim olmamı imkansızlaştırıyordu.
“Umay hanım bakın, size açık konuşacağım. Tim zor bir görevdeydi, işler daha da karıştı ve şimdi telsizlerine ulaşılmıyor.” Dedikleriyle tutuğum eli bıraktım. Acı vücudumu uyuşturdu sanki tepkisiz kaldım, aynı korku aynı acı beni anıların içine çekti ve zihnimde tek bir ses yankılandı, “kızım abin uzun bir görevde dönünce arar mutlaka” aynı o günkü konuşma tekrarlanıyordu sanki. Elimdeki telefon yere düşmüş ve çoktan kapanmıştı.
“ne oldu Umay? korkutma beni konuş.” Önüme oturan Dicle çoktan salya sümük ağlıyordu. “telsizlerine ulaşılmıyormuş.” Dedim sadece.
Uzun bir süre karşımdaki duvarı izledim. Hareket etmeye cesaret edemedim bir an, sanki en küçük hareket etsem her şey tepe taklak olacaktı. Kulaklarıma gelen ağlama sesiyle gözlerim duvardan ayrıldı, yerde bacaklarına sarılmış hüngür hüngür ağlayan Dicle ile kendime geldim. Ayaklarının dibine oturdum, “ağlamayı bırak, kalk gidiyoruz.” Sözlerime anlam veremedi, zaten bende ne dediğimi pek biliyor değildim.
“kalk dedim askeriyeye gidelim, ne olduğunu tam anlayalım.” Dedim ve ellerinden tutup kaldırdım onu yerden, hızlıca evden çıkıp kendi evime girdim, koltukta oturan Elif, “ neredesin kiraz çekirdeğim merak ettim.” Diyerek televizyonda olan gözlerini bize çevirdi.
Artık yüzümün aldığı şekil ne durumdaysa anında yerinden kalkıp bize yaklaştı, “ne oldu bu haliniz ne?” sorusunu cevapsız bırakıp hemen arabamın anahtarını almak için odama çıktım, indiğimde Dicle olan biteni anlatmış olacak ki Elif ayakkabılarını giyiyordu.
Askeriyenin kapısından girdiğimiz anda bir asker bizi doğruca Tuğrul beyin yanına getirmişti, odasının kapısını çalan Elif’i beklemeden açtım, nezaket kurallarını düşünecek halde değildim. İçimi kaplayan tanıdık duygu midemin bulanmasına sebep oluyordu, içeri girmiştim ama masa boştu tam çıkıp başkasına soracakken camın önünde duran resmi üniformasıyla babamı andıran adımı fark ettim.
Kapının şiddetli açılmasıyla oda beni fark etmişti, onun konuşmasına fırsat vermeden hızlıca karşısına dikildi. Aldığım derin nefes bir türlü ciğerlerime yetmiyordu, “ben Umay telefonda konuşmuştuk.” Dedim korkumu bel etmemeye çalışarak, Dicle yeterince panikti.
“Umay hanım buraya gelerek işimizi zorlaştırıyorsunuz. Evinize gidin bir bilgi elde edince size de haber veririm.” Dedi sakin ama sert ses tonuyla. İçimdeki korku bir anda öfkeye dönüşmüştü ben nasıl gidip evde belerdim, sevdiği adam ortalarda yoktu. Omzumda olan çantayı yere fırlattım tüm öfkemle. “hiçbir yere gitmiyorum, siz bana bilgiyi şimdi vereceksiniz!” ben adama bağırdım an arkamdaki kapı açıldı, içeri giren bir asker biz hiç burada değilmişiz gibi elinde minik bir notla içeri girdi ve Tuğrul beye uzatıp çıktı. Eline aldığı kağıdı okuduktan sonra sessizce masasına oturup kafasını ellerinin arasına aldı. Biz donmuş şekilde onu izlerken yüzünü sıvazlayıp kafasını kaldırdı, gözlerime baktı ve baktığı bakış ciğerimi yakmaya başladı.
“Metehan, esir alınmış.” Aldığım bilginin ağırlığı çökerken üstüme aklım hala Fırat’taydı, onu biraz tanıdıysam bu bilgiyi verip geri dönmezdi. “Fırat…Fırat nerde?” dedim dizlerim artık beni taşıyamıyordu, titremelerini engellemek için önümdeki koltuktan destek aldım.
“telsizlerini kendileri kapattı, Metehan’ı geride bırakmazlar.”
*****
Fırat
Etrafımı saran kan kokusunu içime çektim derin derin, insanların midesini bulandıran bu koku benim kanımı kaynatmaya daha da hırslanmama sebep oluyordu. Baskın yaptığımız mağarada tek canlı kalmamıştı. Şuandık derdim Metehan’dı. İki gün önce esir alındığını öğrenmiştik, aralarına sızıp gerekli bilgiyi alıp çıkması gerekirken verilen sürede dönmemişti. Akıncıydı o girip çıkamadığı yer yoktu, bu durum beni daha da rahatsız ederken sinirlerime hakim olmaya çalıştım. Cihangir elinin altında ensesinden tutuğu adamı bana doğru getirip bacaklarına vurarak diz çökmesini sağlayıp saçlarından çekerek beni görmesini sağladı.
Yüzüme titreyerek bakan şerefsizin çenesini sıktım, omzunda olan yarayı görünce yavaşça çenesini bıraktım. “vurulmuşsun, bakalım yaran derin mi.” Buz gibi çıkan sesimin aksine yavaşça yarasına başparmağımla dokundum. “buralarda asker gördün mü?” gözlerimi yarasından ayırıp yüzüne çevirdim. “hayır, bırakın beni!” demesiyle yaranın üzerinde temas etmeden duran parmağımı bir anda bastırdım. Acıyla inledi şerefsiz, “ahhh!” ben nazik oldukça o beni zalimliğe teşvik ediyordu. “konuş yoksa sadece parmaklarım girmez yarana!” işkenceci bir psikopat değildim ama kayıp olan benim kardeşim Metehan’dı.
Yarasından sızan pis kanı tüm elime bulaşırken daha fazla dayanamadı. “götürdüler onu!” dedi can havliyle.
“nereye!” diyip daha da bastırdım. “kampa götürdüler oraya giremezsiniz gücünüz yetmez!” dedi.
Sinirle yere fırlattım ve ayağıma yarasına basarak hangi kamp olduğunu öğrendim. Kararan gözlerimle korku ve acıyla açılan gözlerine baktım. “Türk askerinin giremeyeceği yer yoktur! Diyerek orda bıraktım. Zaten kanaması çok fazlaydı bir saate kalmadan ölürdü.
Etrafımda tetikte duran timde gözlerimi gezdirdim, aldığım kara doğru ya da yanlıştı bilmiyordum ama Metehan’ı almadan dönmeyecektim.
“kurt toplan!” anında önüme dizilen tim benden farklı değildi artık sinirleri közlerini karartmıştı. “Metehan’ın esir alındığını bildirmek zorundayız.” Bunu bildirdiğim an geri dönmemizi söyleyeceklerdi çünkü kampa bu sayıyla baskın yapamazdık.
“bilgi verdiğimiz an geri dönün diyecekler…” dememle hepsi birden bana döndü. “sormak zorundayım geri dönmek isteyen var mı?” dönmek isteyeni hemen gönderecektim, kimseye canını körü körüne feda etmesini isteyemezdim.
Cihangir; “Metehan’ı almadan dönersem vurun beni daha iyi.”
Kubilay; “biz ne zaman timden birini geride bıraktık komutanım?”
Alperen: “ben Metehan komutanım olmadan dönersem, o beni dönünce vurur.”
Ayça; “ kurt bir aradayken kurt.” Dedi. Hepsinin gözlerinde çıkan ateş içimdeki ateşi harladı sanki, Sancar’a döndüğüm anda o çoktan silahını eline almış arkama geçiyordu. Bu her zaman arkandayım demekti, o beni ezbere bilirdi bende onu.
Hepsine döndüm. “KURDUN DİŞİNE KAN DEYDİ, ARTIK SONRASINI ONLAR DÜŞÜNSÜN!”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 50.33k Okunma |
4.08k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |