
Nasılsınız Minik Kurtlar?
uzun bir ara oldu galiba. ama artık her Cuma yeni bölüm atmaya çalışırım. buluşma günümüz Cuma günleri artık.
herkese iyi okumalar. oy atıp yorum yaparsanız sevinirim.
43.bölüm
Korku insanın içini oyan bir kurt gibi bir şeydi. Son günlerde içimde bunun bu kurt içimi oydukça oymuştu ve ben artık bu korkuyla baş edemeyecek bir vaziyete gelmiştim.
Sevgi ise sanki o kurdu besleyen en büyük şeydi. İnsan sevdikleri için korkardı zaten, içinde bulunmadığı durumlar pek etkilemezdi insanı. Bu korkuyu bugün yeri göğü titreten, ölümü bile korkutan o kocaman adamların gözlerinde de gördüm. Şuan ambulansın arkasında askeri bir araç ve arkalarında onları takip eden ben vardım. İki saniye süren bir sarılma. Gerisi yoktu. Bir an bana sarılan kollar anında geri kaybolmuştu. Anladığım tek şey “Metehan iyi değil.” Deyişiydi.
“Metehan’a bir şey olmaz değil mi?” soruyu soran arka koltukta oturan, gözleri kızarmış Dicle’ydi. Ben verecek bir cevap ararken Elif konuştu. “dua edelim Dicle. Gidince öğreniriz.”
Ne diyebilirdi ki zaten. Sırf korkmasın endişelenmesin diye yalan söyleyemezdi, hele ki benim anlattığım şeylerden sonra oda her şeyin farkındaydı. Hastane bahçesine girdiğimizde ambulans acil kapısından girmek için hazırlanırken hepimiz hızlıca arabalardan inmiştik. Etrafı saran uğultunun arasında birden flaşlar patlamaya başladı. Ne olduğunu anlamak için etrafa baktığımda hastanenin bahçe kapsından bize doğru koşan bir sürü kamera gözlerime takıldı. Daha biz ne olduğunu anlamaya çalışırken ambulanstan inen sedyeye yönelmişlerdi.
Onlar Metehan’ın görüntüsünü almaya çalışırken, Fırat ve timi hiç görmediğim bir sinirle hepsinin üstüne yürüdüler.
“çekilin lan!”
“ne yapıyorsun lan sen! Neyi çekiyorsun!”
“kırarım lan senin o kameranı!” hepsi birer aslan gibi sinirle hırlarken birden iki el ateş edildi, herkes etrafa kaçışırken, ben havaya sıkan Fırat’ın gözlerinde hiç görmediğim bir bakış gördüm. Ateş saçan gözlerinin damarları belli oluyordu.
Bu haliyle ilk kez karşılaşıyordum, genelde sinirli olduğu zaman bile sakin kalır ve kontrolü elinde tutardı.
Doktorlar o curcunanın içinde sedyeyi acil girişinden sokarken bizde onları takip etmek için hareketlenmişken önümü iki kameran kesti ve ikisi birden konuşmaya başladı.
“Umay hanım, askerin dururumu nedir?” biri susmadan diğeri yeni bir soru yöneltti. “Askerle ne ilişkiniz var acaba?”
Şaşkınlıktan nereye ne cevap vereceğimi şaşırdığım bir anda belime dokunan tanıdık parmaklarla yürümeye başladım ve hızla sorulardan uzaklaştım. “nerden çıktılar bunlar şimdi?” soruyu yönelten Ayça’ydı.
“biri haber uçurmuş belli ki.” Dedi Cihangir. Hepsi acil müdahale odasının önünde bir otarafa bir otarafa yürürken kalım yeni yeni yerine geliyor olmalıki fıratın yarası gözüme takıldı. Kayanayn koluna dokundum nazikçe, “Fırat, gel koluna baktıralım.”
Gözleri sadece kapıya odaklıydı, “Metehan çıkmadan bir yere ayrılamam.” Sözler dudaklarından dökülürken sesi buz gibiydi. “bak, güçlü olmalısın ki ona da destek olabilesin. Hadi gel çok kısa sürer. Çıktığında seni böyle görmesin kendini sorumlu tutar.” Parmaklarına yavaşça parmaklarımı sardığımda derin bir iç çekti. Dışarıdan bakanlar ne kadar sağlam durduğuna hayret ederlerdi ama ben içinin titrediğini aldığı nefesten anlamıştım.
Sadece kafasını salladı ve beni takip etmeye başladı. İnce uzun koridorun sonundaki pansuman odasına girdik, içeride genç bir adam vardı. Kahve gözlerini bize çevirdiği an anlamıştı zaten ne için geldiğimizi. Önündeki sedyeyi göstererek konuştu, “buyurun oturun şöyle.” Adamın dediğini yapıp oturdu ama elimi bir an olsun bırakmadı. Yarası sadece sıyırmıştı ve önemli bir şey yoktu Allah’a şükür.
Adam işini bitirdi ve geçmiş olsun dileyip odadan çıktı. Yarasından akan kan kolunda kurumuştu artık. Masanın üstünden aldığım gazlı bezi yanda duran lavaboda biraz ıslatıp ona yaklaştım. Sessizliği çok derindi, beni inceleyen gözlerine diktim gözlerimi. Kolundaki kanları silerken konuştum.
“bir şey mi oldu? Niye öyle bakıyorsun?” sorumla gözlerime bir şey aradı ama ben ne aradığını anlayamadım. “çok korktun mu?” bana yönettiği soruyla yutkunma isteği duydum ve gözlerimi kaçırdım. “evet. Metehan’ın yüzünü göremedim sen sandım.”
“bir gün onun yerinde ben olabilirim bunu biliyorsun dimi?” dedi.
Bu sefer yutkunamadım, boğazımdaki düğüm nefes almama izin vermedi sanki. “biliyorum.” Verebileceğim tek cevap buydu ama bunu söylerken içim titredi sanki.
“olurda, böyle bir şey olursa dik dur, sakın ağlama duydun mu?”
Sözleri canımı yaktığında kaşlarımı çattım, “neden böyle konuşuyorsun şimdi? Hadi kalk gidelim.” Elimdeki bezi çöpe atıp kapıdan çıkmak üzereyken kapı birden yüzüme kapandı ve Fırat kapıyla arama girdi. “seni korkutmak istemedim. Sadece ihtimalleri bilmen için söylüyorum.” Dedi yumuşak bir sesle. Ama ben zaten tüm bu ihtimalleri yaşayarak öğrenmiştim. “ben bunları yaşadım Fırat unuttun galiba!” ellerini yanaklarıma yerleştirdi ve anlını anlıma dayadı. “biliyorum sevgilim, biliyorum.” Dedi ve dudaklarımı öpmeye başladı, haftaların verdiği özlemi gidermek için değil de gerçekliğimi kanıtlamak için öper gibiydi. Her öpüşünün ardından gözlerime bakıp tekrar öptü.
Ayrıldığımızda gözümden düşen bir damlayı yanaklarımdan sildi. “hadi gidelim.” Diyerek bizi odadan çıkarttı.
*****
Ayça kapının önündeki sandalyeye yavaşça oturdu. İçinde kimseye göstermediği derin bir korku vardı. Metehan onun kardeşi gibiydi, hatta gibisi fazlaydı bu timdeki herkes kardeşiydi tek kişi hariç.
Gözleri yere çökmüş kafasını ellerinin arasına almış bir vaziyette oturan Cihangir’e takıldı. Ona olan duyguları çok başkaydı. Onu her gördüğünde çırpınan yüreğine her seferinde söylenirdi, “beni kimse sevmez.” Oda asla onu sevmeyecekti. Söyledikleri kelimelerden başka hiç bir şey değildi. Anlamsız kelimeler. En başına annesi sevmemişti ki onu. Aklına gelenlerle gözlerinde derin bir uçurum oluştu.
Küçük Ayça odasında oyunlar oynayarak büyümüştü. Bu odanın dışına oyuncak çıkarmak yasaktı, annesi onun gürültüsünü ve dağınıklığını çekmekten nefret ederdi. Ayça’da bunu asla garipsemiyordu. Bütün anneler öyle diye düşünürdü. Anneler bazen sinirlenir ve çocuklarına kötü davranabilirdi, ne vardı ki bunda?
Okuldaki arkadaşları anneleriyle yaptıklarını anlattıkça Ayça şaşırırdı. Nasıl anneleri kek yapmalarına izin veriyordu. Onun annesi en yemek saatleri dışında mutfağa girmesine bile izin vermezdi. Babası ile annesi boşanmıştı. Evde uzun süren kavgalar bitmişti en azından buna sevinebiliyordu Ayça. Annesi yeni bir adamla evlenmişti ve üzerinde yaklaşık altı ay geçmişti.
Aslında annesinin evlenmesi Ayça’yı hiç üzmemişti, belki sorun babasındaydı diye düşünmüştü. Annesini böyle sinirli, hiçbir şeyden memnun olmayışının sebebini babasına bağlıyordu. Asla kendisiyle ilgisi olmadığını anlatır dururdu içten içe. O, onun kızıydı. İnsan kızını sevmez miydi? Orta okul sondaydı. Liseye giriş sınavlarına hazırlanıyordu. İyi bir okula gitmeli Annesini gururlandırmalıydı. Sadece bir “aferin.” İçin bunları yaptığının farkındaydı ama olsun diyordu, beni sevsin yeter. Derdi içten içe.
Yine sırandan bir gün okuldan eve döndüğü bir akşam hızlıca odasına girmişti. Ortalıkta pek dolaşmazdı çünkü annesi anında kızar, “ne dolaşıyorsun, odana git çabuk!” derdi.
Dolabına yönelip bol bir tişört ve tayt çıkardı. Üstündeki gömleğin düğmelerini açtığında odasının kapısı pat diye açıldı. Panikle gömleğinin ön kısmını kapatmaya çalışırken kapının arasından o adamın kafası içeri uzandı.
Annesinin eşi Turgut’tu. Ayça önünü sıkı sıkı tutarken adam her şey normalmiş gibi onu baştan aşağıya süzdü. Gördüğü bakışlardan rahatsız olan Ayça dolabın kapısını önüne doğru çekip koştu.
“Turgut abi, müsait değilim. Kapıyı niye çalmadın?”
Adam sanki Ayça hiç ters konuşmamış gibi sırttı. “annen evde yok onu söylemek için geldim. E kızım sayılırsın çalma gereği duymadım. Hem sen neden saklanıyorsun orda?” dedi iğneleyici bir şekilde.
Ayça duyduklarıyla iyice huzursuz olup panikledi ve bağırmaya başladı. “çık dışarı!”
Adam sadece sırıtıp “şimdilik öyle olsun diyerek kapattı kapıyı. Korkudan eli ayağı titreyen Ayça hemen koşup kapıyı kilitledi. Altı aydır bu adamın bakışlarını hep üstünde hissediyordu ama umursamamıştı.
Panikle telefonuna sarıldı ve annesini aradı. Üç kere çalan telefon sonunda açıldı. Karşıdan annesinin sesi duyuldu.
“efendim Ayça, ne var?”
Elleri titrerken sesini sabit tutmaya çalıştı, “anne, ne zaman eve geleceksin?”
“binan önündeyim.”
Heyecanla konuştu, annesine hemen söylerse ona yardım ederdi. “çabuk gel anne, ben odamdayım çabuk gel.”
Annesi umursamaz bir şekilde ofladı.
“ iki dakika dışarı çıktım. Düş artık yakamdan.” Diyerek kapattı telefonu.
Annesi yukarı çıkana kadar tişörtü üstüne geçirdi. Kapının kilidini çevirip dış kapıyı gözlerdi. Annesi kapıyı anahtarla açtığı gibi ona doğru koşup kolundan çekerek odasına ilerletti.
Ellerindeki bin bir çeşit mağaza poşeti vardı, belli ki yine alışverişe gitmişti.
“Ayça! Ne yapıyorsun çekiştirip durma!”
Annesinin tüm itirazlarına rağmen odasına soktu. Ellerindeki poşetleri yere bırakan Canan hanım gözlerini kızının üstünde gezdirdi. Ona benziyordu kocasına. Ve ne kadar nefret ettiği özelliği varsa Ayça onlara sahipti.
Ayça panikle ellerini sallayarak konuşmaya başladı, “anne, Turgut abi kapımı çalmadan odama girdi. Pis pis baktı. Sürekli gözü üstümde beni rahatsız ediyor.” Dedi annesinin inanacağını düşünerek bütün her şeyi anlatmıştı. Karşısında dikilen annesinin kaşları çatıldıkça çatıldı, Ayça ona inandığını ve sinirlendiğini düşündü ama annesi bir anda kolunu tutup sıkmaya başladı.
“ne saçmalıyorsun sen! Salak salak konuşma. Yine dikkati üstüne çekmek için saçama sapan hikayeler uyduruyorsun. Adam seni kızı olmadığın halde kabul etti. Bu evde kaldığına dua et!” diyerek sertçe kenara itti ve kıymetli poşetlerini toparlayarak odadan dışarı çıktı.
Duyduklarını ağırlığıyla olduğu yere çöktü Ayça. Annesi ona ilk defa bu kadar net şekilde nefretini göstermişti ona. İnanır sanmıştı oysaki. Ellerini yere koydu destek almak için nefesini kontrol altına almaya çalıştı, ağlamamalıydı onun için ayrı bir azar daha yiyemezdi.
Yavaşça yerinden kalktı, madem evde kalmasına o adam izin verdiği için kalabiliyordu, oda buradan şimdi gidecekti. Kapının kenarında duran sırt çantasını hızlıca alıp dış kapıdan koşarak çıktı. Arkasından seslenen annesini duymamış gibi yapıp yoluna devam etti. Ayakları onu babasının evine getirmişti. Ama onunla da evden ayrıldığından beyli hiç görüşmemişti. O babasını aramıştı ama o hep bir bahaneyle telefonları hiç konuşmadan yüzüne kapatmıştı. Eli zile gidip durdu. Basmakla basmamak arasında gidip geldi bir süre sonra. En sonunda basmaya karar verdiğinde kapı kendiliğinden açıldı ve karşısına babası çıktı.
Onu görmeyi beklemediği çatılan kaşlarından anlaşılıyordu. “Ayça, buda ne işin var.” Dedi donuk sesiyle.
Ayça sırtındaki çantanın kuplarını tutup destek almak istedi. Gözlerini kaçırarak konuşmaya başladı. “ben seninle kalabilir miyim?” dedi bir çırpıda.
Babasının şaşırmış ifadesi, sinire dönüştü bir anda. “nerden çıktı bu şimdi?” sesi buz gibi çarptı yüzüne.
“ben o eve geri dönemem.” Dedi bir umut ama babası gözlerini devirdi ve dışarı çıkarak kapıyı kapattı. “saçmalama Ayça. Ne işin var benim yanımda. Ben çocuk avutamam.” Dedi ve binanın çıkışına yöneldi. Duydukları kulağında uğuldarken Ayça arkasından giderek konuşmaya devam etti. “baba ne olur. O adam beni rahatsız ediyor.” Dedi ama sanki hiç bu cümleyi söylememiş gibi babası umursamadan arabasının kapısını açtı ve binmeden önce ona döndü, “sen yanlış anlamışsındır. Beni annenle muhatap etme.” Deyip arabasına yerleşti.
Ayça içinde kırılan bir şeyin kalbine battığını hissetti. İnsan babasının kapısından kovulur muydu? O kovulmuştu. Hem de yalvardığı halde.
Gözlerine değen kahve gözlerle daldığı çukurdan çıktı Ayça. Ona bakan o kahvelerinde kapısına gittiği an kovulacaktı. Ve ömründe ilk defa o kovulmadan kendisi o kapının dışında kalmaya karar vermişti.
*****
Hepimiz kapının önünde oturuyorduk, herkes başka bir yere dalmış sus pus oturuyordu. Saatler sonra kapı açıldığında dışarıya bir doktor çıktı. Herkes ayağa fırlarken yanımda oturan Dicle elini elimin üstüne koydu. Ona baktığımda sitresten dizlerinin titrediğini, dudaklarını dişlediğini gördüm. Bunu daha sonra düşünecektim şuan sırası değildi. Doktor direk Fırat’ın önüne dikildi ve derin bir nefes alarak konuştu.
“çok kan kaybetmiş. Muhtemelen günlerdir bu halde işkence görmüş. Bizi çok uğraştırdı.” Dedi ve gözleri yine bizde gezindi. İçimi kaplayan korkuyla Dicle’nin elini daha sıkı tutum. Doktor sonunda Fırat’a geri dönerek devam etti.
“ama çok dayanıklıymış askeriniz, başardı.” Dedi ve kocaman gülümsedi.
Hepimizden derin bir oh sesi döküldüğünde Dicle tekrar iç çekerek ağlamaya başladı. Dikkatler onun üstünde toplanmak üzereyken hemen olduğum yerden fırlayıp doktora soru yönelttim. “ne zaman görebiliriz.” Sorumla herkes tekrar doktora döndü. Neyse ki kimse şüphelenmemişti, tabi ben hariç.
“şimdilik kimse giremez. Kendine gelmesini beklememiz lazım.” Dedi ve uzaklaştı.
Birbirine sarılan Kubilay ve Alperen ayrıldı, ikisi de kapıya barken Alperen konuştu titreyen sesiyle. “iyi ya görmesek de olur.”
Cihangir ensesine vurdu. “ağlıyon mu lan sen?” dedi neşeli bir sesle.
Ensesini ovuşturan Alperen itiraz etti, “ne alaka ya. Siz ruhsuzsanız ben ne yapa bilirim?”
Ayça ise minik bir tebessümle Alperen’e bakıp konuştu. “bas baya ağlamışsın işte.”
Alperen kızaran gözlerini saklamak içim yere baktı ve ters bir sesle konuştu. “yemin ederim Chucky ve Chucky’nin gelini gibisiniz” dedi.
Ama söylediğine herkes gülerken Ayça sadece göz devirdi. Cihangir ise iç çekip arkasını döndü.
“herkes evine üstümüzü değiştirelim bir kendimize gelelim.” Dedi Fırat.
Herkes çıkışa yöneldiğinde Dicle yerinden kımıldamadı. Yanına gidip kolunu sıvazladım. “Dicle, hadi.” Dedim ama kafasını hayır anlamında iki yana salladı.
“bak abin burada.” Dedi ama faydası yoktu. Bizim kız kesinlikle Metehan’a tutulmuştu. Ama ben bunu basıl anlamamıştım. Benden nasıl kaçmıştı.
Elif, kapıda beklerken onu elimle yanıma çağırdım.
“ne oldu?”
“Dicle burada kalacak, sende onunla kal. Ben Fırat’a bir şey uydururum.” Deyip arabanın anahtarını eline tutuşturdum ve koşarak dışarı çıktım.
Dışarda bekleyen Fırat, “kızlar nerde?” diye sordu. Adamın içine mi doğdu ne.
“Elif’in tansiyonu düştü. Ona baktırıp gelecekler.” Dedim inanmasını umarak.
Tek kaşı havaya kalktı. Tabi ki şüphelenmişti. “sen, Elif’i bırakıp gideceksin. Hem de rahatsızlandığı halde.” Ulan adam resmen içimi biliyordu.
“sende yaralısın. Dicle onunla ilgilenir. Hadi gidelim yorgunsun zaten.” Dedim
Şüphelenmişti ama üstünde çok fazla duramamıştı. Bir bilseydi Dicle’nin Metehan için kaldığını kan çıkabilirdi. Ama bu zamana kadar ben bir kere şüphelenmemiştim, o nasıl anlayacaktı. Bu konu üzerine araştırmalar yapacaktım, benden sakladığı için Dicle’yi kesecektim o ayrıydı.
Evet bölüm sonuuuu
nasıldı?
Ayça Cihangir ilişkisi mi?
Metehan Dicle ilişkisi mi? hangisini daha çok merak ediyorsunuz?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 50.33k Okunma |
4.08k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |