45. Bölüm

45. Bölüm

Yazar kamer
yazrkamer

 

Merhaba gençler ben geldimmmmmm.

yeni bölümü umarım beğenirsiniz. lütfen yorumlarda düşüncelerinizi benimle paylaşın.

 

 

45.bölüm

Bir görünüp bir kaybolan birine aşık olmak çok zordu. Hastaneye gidiyorum deyip başka şehirde operasyondan dönüyordu adam. Sanki iki ekmek alıp eve gelmiş gibi birde gayet normal bir şeymiş gibi söylemişti bunları. “bir küçük operasyon vardı hallettik.” Demişti ya.

Bu renkli dünyayı kendim seçmiştim evet. Sahne dünyasından daha hareketli olduğu kesindi. Bugün Metehan hastaneden çıkıyordu ve ailesi yurt dışında yaşadığı için Fırat’ın annesi Güler teyze işe el koymuş, “olmaz, yazık çocuk tek başına nasıl kalsın. Al gel ben bakarım ona.” Demişti.

Fırat’ta aynı fikirde olduğundan onu almaya gitmişti. Bende Metehan çok sevdiğini öğrendiğim için poğaça yapıyordum ona.

Fırından çıkan poğaçaları bir kutuya koyup Elif’in odasına yöneldim. İki saattir hazırlanıyordu. Sanki yan eve değil partiye gidiyorduk.

Kapısına iki kere tıklatıp seslendim, “Elf, hadi be kızım. İki saattir ne yapıyorsun?”

“içeri gel.” Diye cevap verince kapıyı açıp içeri girdim. Beklediğimin tersine gayet sade bir kot, bir tişört giymişti.

“iki üç dosya işim vardı, onları hallettim.” Merakımı gidermek için açıklamada bulundu.

“e iyi, hadi çıkalım.” Diyip kapıya yöneldiğimde kolumu tutp durdurdu.

“dur bir dur.”

“ne oldu be?” “bu Metehan’la Dicle’nin arasında ne var?” dedi ve meraklı gözlerini gözlerime dikti. Kız benimle yata kalka bana benzemişti yazık ya.

“aralarında bir şey mi varmış?” dedim hiç farkında değlmiş gibi. Azıcık kudurmasını izlemek istedim, çünkü ben cevap vermedikçe sinirlenirdi.

Gözlerini devirerek minik demir küpelerini masanın üstüne bıraktı. “sen farkında değilsin öyle mi? Yeme beni kiraz çekirdeğim. Sen daha ilişki başlamadan kokusunu alırsın.” Dedi. Demiştim bu kız beni tanıyordu.

“valla sözlü bir beyan verilmedi bana. Bu aralar çıkar kokusu.”

“hım, olay yerinde inceleyelim.” Diyerek kapıya yöneldi. Gayet ciddi tavrına gülerek kafamı salladım.

Mutfaktan bahçeye çıkarken yaptığım poğaçaları yanıma aldım ve karşı eve geçtik. Kapıyı çaldığımızda bize kapıyı Alperen açınca bir an şaşırdım, elinde çaylar evin kızı gibi bize gülümsedi ve arkasını dönüp konuşarak ilerledi. “gelin gelin, elim dolu.” Dedi. Bu çocuk gerçekten çok tatlıydı ya. Arkadaş gurubuma dahil etmeyi planlıyordum.

İçeri geçtiğimize salon koltuğuna serilen çarşafların içinde yatan Metehan ve etrafına yerleşmiş olan Kurt Tim’i vardı.

“geçmiş olsun.” Diye Elif’le ikimiz bir ağızdan konuştuk. Fırat bana yönelip kafama bir öpücük kondurdu.

“hoş geldiniz. Hadi geçin.” Dedi ilerleyip sandalyeye oturacağım zaman beni belimden tutp durdurdu. Diğer üçlü koltukta oturan Kubilay ve Cihangir’e kaşlarını çatıp baktı.

“kalksanıza lan! Birde yayılmışlar kendi evleri gibi.” Dedi sinirle. İkisi de ayağa fırlayınca dudaklarımdan minik bir kıkırtı kaçtı. Onların kalktığı yere ikimiz yerleştik. Herkes bir yerlere otururken Cihangir ve Ayça yan yana den gelince Ayça yüzünü benden tarafa döndü.

Alperen, Elif’le bana da çay getirip uzattı. “geçmiş olsun Metehan. Nasıl oldun?” diyerek yatan Metehan’a döndüm. Gözündeki morluk hafi sarılığa bırakmıştı kendini. “iyiyim Umay hanım. Teşekkür ederim.” Dedi sıcak bir sesle.

Fırat kucağımda tutuğum kutuyu göstererek konuştu, “bu ne Umay? sıkı sıkı tutuyorsun kucağında.”

Elimdeki çayı onun eline tutuşturup kutunun kapağını açıp ortaya doğru uzattım. “Metehan çok sevdi dedin ya, onun için yaptım.” Dememle karşıda oturan Kubilay içtiği çayı püskürttü. Cihangir ve Ayça kahkaha atarken Alperen dudaklarını kemirerek elimdeki kutuya böcek görmüş gibi bakmaya başladı.

Metehan gözlerini açabildiği kadar açıp Fırat ve bana baktı. “ben mi sevmişim komutanım?” dedi titreyen sesiyle.

Diğerleri hala gülerken ben ne olduğunu anlamak için Fırat’a döndüm. “ne oldu ki?” soru sorup gözlerimi kırpıştırdım. Bir şeyler dönüyordu ama ben asla anlamamıştım.

“sevdin ya Metehan. Hatta Kubilay’la kapıştınız ya.” Dedi Fırat sırıtarak.

Kubilay araya girip telaşla konuştu. “bu sefer hepsi senin kardeşim. Bak Umay hanım senin için uğraşmış o kadar. “ dedi.

Alperen, “çay verem mi komutanım? Yanında iyi gider.” Derken Cihangir ve Ayça birbirlerine sırtlarını dayamış kahkaha atıyorlardı. Sabahtan beyli sesi çıkmayan Sancar’sa Metehan’ın arkasında olduğu için öne eğilerek konuştu. “oğlum kimin duasını aldın lan sen?”

Kapıda dikilen Dicle bir anda öne atlayıp kutuyu elimden aldı. Herkes ona dönünce kem küm etti bir iki kere, gözlerinde oluşan parıltıyla, “doktor unlu mamul yemesini yasakladı.” Dedi.

Herkes şaşırmış bir şekilde ona bakarken Cihangir, “yo doktor bana öyle bir şey demedi.” Derken Ayça birden koluyla böbreğini delmek ister gibi vurdu. “sana demedi, bize dedi işte Dicle yanımdaydı.” Diyerek kıvırdı.

Ulan gerçekten bir şeyler dönüyordu burada.

Dicle’yi Metehan onayladı, “evet evet. Kusura bakmayın Umay hanım valla yemeği çok isterdim ama doktor kelamı çiğnenmez. Sağlık sonuçta.” Dedi dudaklarını sarkıtarak.

O kadar uğraşmıştım lan ben. Metehan’ın bana baktığı gibi bende Fırat’a bakarak konuştum. “e ben bunlarla iki saat uğraştım.”

Sesimdeki minik sitemle Fırat yerinden kalkıp Dicle’nin elinden kutuyu alıp masanın ortasına koydu.

“Tim. Poğaçalar bitecek hemen!” diye sert sesiyle konuşunca hepsi elini kutuya atıp birer tane aldılar. İçimdeki mimik şımarık Umay ellerini birbirine vurmaya başladı. Sanki oyun hamurlarından yaptığım yemekleri yedirdiğim bebekler gibi hissettim.

Ayça ve Metehan hariç diğerleri kutudakileri yerken Dicle’ye döndü Kubilay, “Allah rızası için çay kaldı mı Dicle.” Dedi.

E tabi kuru kuru gitmezdi poğaça, içimdeki minik kız oyun oynamaya devam etmek istediğinden olsa gerek ayağa kalktım. “ben getiririm.”

Mutfaktan çayları doldurup geri döndüğümde kutunun içinin boş olduğunu gördüm. Çayları ikram ettikten sonra yerime oturdum.

“e bitmiş bunlar.” Diye kutuyu gösterdiğimde Ayça kahkaha atarak konuştu. “çok sevdiler Umay. yazık dağda bayırda nerden bulacaklar bunun gibi yumuşacık poğaçayı.”

Cihangir yanında kafasını salladı, “ya öyle Umay hanım bayıldık bayıldık.”

“ben yine yaparım size.” Dediğim an hepsi bir anda “HAYIR!” dediler.

Şaşırarak irkildiğimde Fırat sinirle çıkıştı. “ne böğürüyorsunuz lan kıza!”

Alperen en tatlı haline bürünerek bana baktı. “yani zahmet etmeyin demek istedik Umay hanım. Hem biz ne anlarız poğaçadan.”

Kubilay, “ tabi tabi.” Dedi.

Fırat artık sıkılmış olacak ki ayağa kalkıp salon kapısına dikildi. “hadi bu kadar yeter gidin artık.” Dedi en soğuk sesiyle.

“Fırat. Ne kadar ayıp.” Dedim kınayarak o ise hiç umursamadan sandalyede oturan Alperen ve Kubilay’ın ensesine vurdu sırayla. “hadi lan!”

Cihangir benim gibi kınayarak Fırat’a baktı. “Umay hanım haklı komutanım, insan evinden misafir kovar mı? Çok ayıp çık çık.” Derken onun ensesine de bir darbe indi.

“ulan çöreklendiniz evime. Kovmasam gideceğiniz yok.”

Hepsi dış kapıdan çıkarken Elif’te onlarla beraber çıktı, “ben anneme gidiyorum kiraz çekirdeğim bu gün yokum.” Diyerek uzaklaştı.

Herkes gittiğinde içeri geçtiğimizde Dicle, Metehan ve biz kalmıştık. İkisinin üzerinde de anlamadığım bir gerginlik vardı.

Yanlarına geçip oturdum, Fırat’ın telefonu çalmış ve yukarı çıkmıştı konuşmak için. İçerdeki sessizlik büyürken Dicle bana ben ona bakıyordum.

Dicle, “Metehan, dinlenemedin uyumak ister misin?” dedi. Metehan gerçekten çok yorgun görünüyordu ama Dicle’nin üstüne titreyişi dikkat çekiyordu. Aslında bu ikilinin arasında bir şey olduğundan şüphelenmiştim ama şuanda ikisinin de bazı şeyler yeni fark ediyor gibiydi.

Aklıma gelen fikirle haince gülümsedim. “evet sen uyu Metehan. Hem benim evde tamir işleri vardı Fırat’tan rica edecektim.” Diyerek ayağa kalktım ama Metehan panikledi. “ne gerek var Umay hanım oturuyoruz işte.” Dedi.

“yok yok. Sen dinlen.” Deyip kapıya yöneldiğimde Fırat’ta merdivenlerden aşağıya iniyordu.

“nereye?”

“eve. Sende gel bir iki tamir işi var.” Dediğimde kaşlarını çattı.

“tamir işi mi? Kız ben dağdan geldim ya insan bir yemeğe çağırır, ne biliyim bir kahveye çağırır.” Dedi yalancı sinirle.

“e ben şimdi eve iki vida için elin adamını mı çağırıyım kendi şahsi beyim varken?”

Dediklerimle anında keyiflenerek kolunu boynuma sardı, “şahsi beyinim dimi?” dedi en az benim kadar neşeli bir sesle.

“tabi.” Dedim. Bu erkeklere gaz verip de yaptıramayacağınız bir şey yoktu ya.

Kapıyı açıp içeriye doğru seslendi. “ben Umay’dayım Dicle. Bir şey olursa gelmeyin, aramayın.” Diyerek benide kendisiyle çıkarıp kapıyı kapattı.

“öyle denir mi? Ne kadar ayıp. Bir insanları kovuyorsun bir başından atıyorsun” dedim sinirle.

“onlarda azcık halden anlasınlar aylardır hasret bu adam sana be!” “kimse de demiyor şu insanları yalnız bırakalım.”

O konuşurken bizim eve gelmiştik, kapıyı anahtarla açıp içeriye girdim. Karanlık evde iki adım atıp ışıkları zar zor bulup açtım. Saat baya geç olmuştu.

*****

Metehan günlerdir etrafında dönen kızı inceledi uzun bir süre. Hastaneden eve geldiğinde yatağını sermiş, yemek yapmış ve ilaçlarını vermişti. Yıllardır kendi kendine bakan biri için bu ilgi ona bir hayli yabancıydı.

İşin garibi şu bir hafta da Metehan etrafında dönen o kızı görmeye çok alışmıştı. Umay hanımın biz gidelim dediğinde paniklemesinin sebebi de buydu. Alışmak istemiyordu.

Parlak mavi gözleriyle baktıkça içi titriyordu sanki. Ve bu olmak istemediği bir noktaydı. Bu noktanın geri dönüşü olur muydu?

Fırat ve Umay çıktıktan sonra Dicle mutfağa gitmiş ve hala gelmemişti. İçine oluşan merakla yerinden kalkmaya çalıştı Metehan koltuğun koluna yaslanarak kalkarken Dicle salon kapısında belirdi.

Metehan’ın kalkmaya çalıştığını görünce koşarak kolundan tutu. “niye kalktın? Bana seslensene Metehan.”

Koluna sıkı sıkı tutunan parmaklara baktı kısa bir süre. Ellerindeki sıcaklık kolunu yaktı. “ben sıkıldım biraz yürüyecektim.” Diye geveledi ağzının içinde.

Dicle ise sinirle kaşlarını çattı. “ne yürümesi Metehan! Uzan hadi dikişlerin açılacak. Hem pansuman yapacağız.”

Metehan küçük bir çocuk gibi ikiletmeden hemen yerine geri uzandı. “Dicle, Fırat komutanım yapar bekleyelim.” Dedi mahcup bir sesle. Günlerdir her şeyini Dicle yapıyordu zaten.

“abim gelmez artık, Umay’ın çenesi duracakta akıllarına sen geleceksin. Burada yaşlanırsın.” Dedi gülerek. O gülerken Metehan gülüşüne takıldı. Kocaman gülümsemesiyle yüzü aydınlanıyordu, gözlerinin yanında oluşan minik çizgiler onu daha da sevimli kılıyordu sanki.

Dicle gerekli malzemeleri getirip yaraların etrafına sarılan gazlı bezleri kesti. Yaralar dikişlerle kapatılmıştı ama her gün temizlenmesi gerekiyordu. Yaranın üstüne sürdüğü tentürdiyotla Metehan’da minik bir inleme sesi yükseldi.

Dicle canını yaktığını düşündüğü için yaranın üstünü üfledi yavaş yavaş. “acıdı mı? Geçer şimdi özür dilerim.” Dedi aceleyle.

Saçları yüzünden kayıp Metehan’ın göğsüne döküldü. O yaralarla tüm ciddiyetiyle ilgilenirken Metehan saçlarını elleriyle toplamak istedi. Saçları yüzünü görmesini engelliyordu ve buna sinir oldu. Saçlarını toplarken burnuna dolan çiçek kokusu içine çekti istemsizce.

Saçlarına konan ellerle gözlerini ona çevirdi. Onu tüm dikkatiyle izleyen Metehan’ı görünce çok fazla yaklaştığını düşünüp geri çekilmek istedi.

Dicle ayağa kalkmak isterken Metehan kolunu tutunca sendeledi ve tam üstüne düşecekken koltuğun kenarına tutundu. Gözlerini kaldırdığında ikisinin arasında bir nefeslik mesafe olduğunu fark etti.

Derinlere kaçan sesini arayıp zar zor buldu Dicle. “ayağım takıldı. Düşüyordum. ” Diye fısıldadı.

Dicle’den gelen fısıltı Metehan’ın dudaklarına değdiğinde bilinçsizce konuştu Metehan. “tutarım ben seni.” Derken ikisinde gözleri kapandı. Kısacık bir andı ama ikisine saatler gibi gelen sürede ikisi de adım atmadı. Ta ki gelen zil sesine kadar.

Dicle anında geri çekildi. “kapı çaldı.” Diyerek koşar adım salondan çıkıp kapıyı açtı. Gelen annesiydi. “ne oldu kızım soluk soluğa kalmışsın?” dedi annesi.

İçerde olan şey nefesini kesmişti ama nasıl söylenirdi ki bu. “kapı çalınca koştum anne.” Dedi. Ve akşam boyunca bir daha salona girmeye cesaret etmedi.

********

Geldiğimizden beyli Fırat’a yaptıracak iş arıyordum. Evdeki tüm dolapların menteşelerini kontrol ettirmiştim. Ulan Dicle inşallah bu yatığımın geri dönüşünü alırdı. Adamı oyalayacağım diye canım çıkmıştı.

“buda bitti.” Dedi en somurtkan haliyle. Oda haklıydı adamla iki dakika oturmamıştık.

“tamamdır. Bir benim odam kaldı.” Dediğimde ofladı. “resmen kullanıyorsun beni Umay.” diye mızmızlandı.

Odanın kapısını açıp içeri çektim. “hadi mızmızlanma hadi.” Dediğim gibi kendimi kapı ve arasında buldum.

O ellerini belime yerleştirirken tek kaşımı kaldırıp konuştum. “ne yapıyorsun Fırat?”

O sie gayet bir ciddiyetle. “aylardır yokum. Sevgilimi özledim. Sen beni özlemedin mi?” dedi.

Özlemek mi? İnsan yanındayken bile özler miydi? Ben resmen şuan o haldeydim. İçim özlemden kavrulmuştu. Ellerimi ensesine koydum. Uzayan saçlarını okşadım. “sen işten mi kaytarıyorsun?” dediğimde gözlerini kocaman açtı.

“valla beni kullanıyorsun işte. Zalımın kızı insan bir öper, bir koklar. Kurudu bu dudaklar sensiz.”

Dediklerine kıkırdadım ve içimde bastıramadığım öpme isteğini serbest bıraktım.

Alt dudağını dudaklarımın arasına aldığım anda beklediği hamle buymuş gibi kolları belime daha da sıkı sarıldı. Öpüşlerine yetişmeye çalışırken kesilen nefesim geri çekilmeme sebep oldu.

O ise belimden tutup yukarıya kaldırarak bacaklarımı beline sarmamı sağladı. Yavaş hareketlerle yatağa oturduğunda ben hala kucağındaydım. Elleri sırtımı okşarken bir eliyle boynuma dökülen saçlarımı geriye itti. Boynumu yavaş ve narin bir şekilde öperken içimin titremesine sebep oldu.

“kokun için kavruldum be lavinia.” Dedi boğuk sesiyle. Biraz önce sitem eden adam gitmiş yerine gene o kontrolcü komutan gelmişti. Dudakları tekrara dudağımı bulduğunda hiç beklemeden karşılık verdim. Tişörtüm uçlarına dokunan elleri bir çırpıda tutup çıkarttı onu.

Üstümde kırmızı çiçekli sutyene bakıp gülümsedi. “yakışmış sana.” Fısıldayarak konuştu.

Onun her dokunuşunda kendinden keçen vücudumun inadına göğüs uçlarım sivrileşti. Sutyenden de kurtulduğunda dağılmış saçlarım, kısılmış gözlerimle karşısında kalakaldım.

Bir eli sırtımda beni desteklerden diğer eliyle göğsümü yoğurduğunda ihtiyaçla inleyerek altımda bulunan sertliğe sürtündüm. Anında kendimi yatakta bulunca küçük çaplı bir çığlık kaçtı dudaklarımdan.

“güzelim.” Dedi sadece yüzümün her noktasını öperken bende aynı şekilde onu öpmeye çalıştım. Altımdaki pantolonda bacaklarımdan kayıp gidince ve ne ara çıkardığını anlamadığım pantolonu olmayınca aramızda sadece iç çamaşırım kalmıştı.

Elleri kalçalarımda gezerken içimdeki dürtüyle kalçamı ona doğru kaldırdım. Tekrar dudaklarımı öperken parmakları en mahrem noktalarıma dokunduğunda boğazımdan kopan inleme ağzının içinde kayboldu. Bacaklarımın arasına yerleştiğinde kendini bana doğru itti. Gözlerimde yeniden yıldızlar kaymaya başladı. Ne kadar sürdüğünü bilmediğim ama bitmesini istemediğim bir zevk dalgası beni alıp götürmüştü.

Saçlarıma değen parmakları gözlerimi açmamı zorlaştırırken, “Fırat. Seni seviyorum” Diye fısıldadım.

Cevap olarak aldığım şey gözlerimden öpüşüydü.

“seni seviyorum Umay.” diye cevap verip beni göğsüne çekti. Kaçtığım ve koktuğum o Barut kokusuna tekrar bulandım.

 

yandı buralar yandııııı.

 

Bölüm : 15.08.2025 18:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...