6. Bölüm

6. Bölüm

Yazar kamer
yazrkamer

Merhaba arkadaşlar yeni bölüm ile karşınızdayım umarım beğenirsiniz. Düşüncelerinizi yazarsanız sevinirim iyi okumalar.

6. BÖLÜM

-Umay-

İnsan neden en çok korktuğu şeye tutulurdu ki? Neden yapmak istemediği halde yapardı? Uzak durması gerektiğini bile bile neden ateşe koşardı? Annem hep “Çocuk sobaya değmediği sürece onun sıcak ve yakıcı olduğunu bilmez.” derdi ve ben göz göre göre, o sobanın sıcak olduğunu bile bile koşuyordum. Günlerdir aklım başımda değil gibiydi.

Hep o vardı aklımda, gözlerim sürekli onu arıyordu istemsizce. Bir ay önce görmüştüm onu; bizim mekanın önünde Fatih ile konuşuyordu. Bizi Soner’le görünce kaşlarını çatmıştı yine. Onu her gördüğümde kaşları çatıktı zaten, her an birine kafa atacakmış gibi duruyordu, boz ayı. Sinirli bir şekilde soluyarak arabasına atlamış ve gitmişti ve o günden belli kafamda sadece o dönüyordu. Ve ben önemli bir işin ortasında, işime odaklanmam gerekiyorken sadece nerede olduğunu düşünüyordum. Kendine gel kızım; sürekli adamı düşüne düşüne kafayı yiyeceksin. Soner’le beraber bir şarkı söyleyecektik ve yetkili yerlerden izinler için uğraşıyorduk. Çocuk oraya buraya koşuştururken ben iki aydır tanıdığım, üç kere konuştuğum adamda takılı kalmıştım. Odamın kapısının birden açılmasıyla yerimden sıçradım.

“Elif, niye fuhuş operasyonuna girer gibi giriyorsun odaya kızım? Kimden kaçıyorsun da bana sığınıyorsun?” kapının koluna yapışmıştı resmen.

“Abartma be, günlerdir odandan çıkmıyorsun; iş için gidip geliyorsun. Bir sorun mu var?” artık annem gibi olmuştu iyice, en küçük hareketimde gözlerini üstüme dikiyordu.

“Yok ya, ne olacak, yoruluyorum ondan.”
“Bugün bir yere gidemezsin zaten, kızları çağırdım; kızlar gecesi yapacağız.”

Kaç gündür işi gücü bırakmış sadece benimle ilgileniyordu. Neşem yerine gelsin diye yapmadığı şey kalmamıştı zaten; kırmamak için kabul ettim. Heyecanla beni öpüp koşarak aşağı inip hazırlık yapacağını söyledi. Ben de tekrar yalnız kalınca şarkıya çalışmaya başladım. Saat sekiz gibi kapı çalınca aşağı indim. Kapıda Sena, Tuğçe ve Gamze duruyorlardı. Ellerindeki poşetleri sallayarak içeri girdiler.

“O elinizdekiler ne?”
“Kızlar gecesi için hepimize aynı pijamalardan aldık, hadi hemen giyinin.”

Her ay böyle bir araya gelir, kızlar gecesi yapardık. Filmler izler, cilt bakımı yaparak dedikodu ederdik.

Hızla üstümüzü değiştirmiş, film izlerken yemek için bir şeyler hazırlamıştık. Bu gece beni neşelendirmek için geldiklerinden hemen Harry Potter açmışlardı. Filmi izlerken kendimi bile unuturdum ve ilk kez izliyormuş gibi kimseyi konuşturmazdım.

İlk aşkımdı o benim, ah Harry, üzümlü kekim. Filmin bitmesiyle kendi hayal âlemimden çıkarak kızlara döndüm; onlar çoktan ayaklanmış, şarap ve peynir tabaklarını hazırlıyorlardı. Hepimiz yüz maskemizi takarak sohbet etmeye başlamıştık.

“Umay, kaç gündür dalgın dalgın geziyormuşsun. Ne oldu, anlat bakalım?” soruyu yönelten Gamze’ye çevirdim bakışlarımı.

“Bir şey olduğu yok ya, bu aralar yoğunum; yarın ilk çektiğimiz video yayınlanacak, ondan stresliyim biraz.”

Gamze’yi geçiştirmiştim ama Elif gözlerini kuzgun gibi dikmiş bana bakıyordu.
“Sen emin misin? Fırat denen adamla tanıştığımızdan beri belli çok dalgınsın; tam olarak sorun ne, onu anlat.”

Aslında hepsi yakın arkadaşımdı ve beni merak ettikleri için bu kadar sorguladıklarını fark ettim ve açıklamak istedim.
“Sorun yok aslında, garip bir şekilde sürekli aklımda. Hiçbir iletişimimiz ya da tanışıklığımız yok, komşumuz sadece.”

Tuğçe şüphelenerek, “Eee tam olarak sorunun ne bu adamla?” diye sordu.

“Bir sorunum yok; sadece bana kötü şeyleri anımsatıyor.” Elif hariç diğerleri hiçbir şey anlamayarak bana baktılar. Abimi sadece Elif’e anlatmıştım; onu her anlattığımda dilime cam kırıkları batıyordu sanki. Onu en özelimde gizlemek isterdim hep; herhalde Fırat’la olan sorunum buydu. Ben abimi sadece çocukluk anılarıyla hatırlarken o bana son zamanlarını hatırlatıyordu.

 

 

 

-Fırat-

Gece saat ikiydi ve biz zor bela yerlerini tespit ettiğimiz teröristlerin yanına sızan Akıncı’dan haber bekliyorduk.

“Komutanım, illa gece mi gelmek zorundaydık? Gündüz gözüyle gelip alsaydık kardeşimizi.” Cihangir her zaman ki gibi saçmalayıp beni sinir etmek için uğraşıyordu.

Kubilay sinirlenerek, “Olur Çiço, şimdi gidelim. Sabah gelir, efendi efendi kapılarını çalar, ‘Pardon biz bir arkadaşa bakacaktık’ der gireriz.” dedi.

Dilsiz, “Ya oğlum, sen bu zekâyla nasıl özel kuvvetlere girdin?”

“Ben ne dedim şimdi komutanım? Hepiniz üstüme oynuyorsunuz.” Bide trip atıyordu Allah’ın delisi. “Sesiz olun. Kes, sende Çiço yine başladın; operasyonda çenen düşüyor hep.”

Kubi gülerek, “Sadece operasyonda değil ki komutanım, bunu çenesi hep yerde.”

Hepsi gülünce Çiço, “Siktir lan oradan. Sen bunlara bakma Bambi’m.”

Ayça ise sinirlenip, “Cihangir, kapa çeneni artık. Sen bana sadece Ayça de, başka sıfatlar yükleme.” Herkes Ayça’ya gülerken Dilsiz, “Tetik, işaret geldi; Akıncı tünelden içeri girdi.” diye bildirdi.

“Tamam, sen arkadan giriyorsun; hemen arkanda ben varım. Bambi, mevzilendiğin yerden girişi koru, bizden sonra kimse girmesin. Çiço burada kal, siz de benimle gelin.” Herkese komut verdikten sonra tünele doğru yavaşça yaklaştım.

İçeri girdiğimde geçidin biraz dar olduğunu fark ettim. Biraz daha eğilerek giderken Dilsiz telsiz kulaklıktan, “Tetik, iki kişi var; arkalarındaki girişi koruyorlar.” dedi.

“Ben gelmeden harekete geçme.” talimatını verdikten beş dakika sonra yanlarına varmıştım. “Dilsiz, silah kullanmayacağız; sesi duyup harekete geçmesinler.” Kafasını sallayarak beni onayladı.

Yuvarlak bir hol vardı ve adamlar kenarda birbirleri ile konuşuyordu. İkiye ayrılarak yavaşça arkalarına süzüldük. Bıçağımı çıkartarak adamın ağzına elimi atıp bıçağı ensesine sapladım. Dilsiz çoktan adamın boynunu kırmıştı. Kapıya yaklaşarak içeriye girdik; Kubilay ve Alperen çoktan yanımıza gelmişlerdi. İçerisi kalabalık gibiydi.

“Adamlar resmen ev yapmışlar la.”
Önümdeki bidonlara yaslanarak yere çöküp silahımı konumlandırdım.

“Herkes dağıldı mı?”

“Evet komutanım.”

“Tamamdır, sayı verin.”

Dilsiz, “İki.”

Alper, “Dört.”

Kubi, “İki.”

Benim önümde ise beş kişi vardı. Bizim için kolaydı ama Akıncı’yı bir türlü göremiyordum.

“Gençler, Akıncı’yı göremiyorum; dikkatli olun, zarar görmesin.”

“Anlaşıldı komutanım.”

“Üç deyince hareket ediyoruz. Bir, iki, üç!” Hep birlikte bulunduğumuz yerden çıkarak ateş etmeye başladık. Adamların beklemedikleri çok belliydi; şaşırmaktan nereye ateş ettikleri belli değildi.

Önümdekileri temizleyerek ilerlemeye başlarken, “Komutanım, Akıncı benimle” sesiyle içim rahatlamıştı. Hızla hareket ederek ortada buluşmuştuk.

“İyi iş çıkardınız. Akıncı, gereken bilgileri edindin mi?”

“Komutanım, aşk olsun, hallettim tabii; adam nerede bilinmiyor ama yapacağım eylemi öğrendim.”

“Helal koçum, helal. Hadi gidiyoruz, burada işimiz bitti.”

Çıkıştan çıkarken ne olur ne olmaz diye Ayça’ya, “Bambi, çıkıyoruz.” dedim.

“Temiz komutanım.” Çıktığımızda yerde beş adet adam yatıyordu. Kubilay, “Parti vermişsiniz biz yokken.” dedi.

“Bana adam bırakmadı ki, hepsini indirdi.” diye söyleniyordu Cihangir.

“Üzülme, sen de büyüyünce vurursun.” diyerek yanımıza geldi Ayça. “Tim, toplan; gidiyoruz artık.” Emri vererek helikopter ile buluşacağımız yere doğru hareket ettik. Karargâha geldiğimizde baya yorgun olduğumuz için herkes dinlenmeye çekildi. Ben de hızla duş alıp uyumak için yatağıma yattım.

Sabah uyanmış, antrenman yapmış bir şekilde bize özel ortak alanda oturuyorduk.

Metehan, “Komutanım, kodların çözülmesi zaman alır gibi; beklememiz gerekiyormuş.” diyerek bana bilgi verdi.

“Gel otur, ne yapalım, bekleyeceğiz artık.” Karşılıklı ikili koltuk ve iki tane tekli koltukta oturuyorduk.

“Ayça’dan haberi olan var mı? Benim telefonumu açmıyor da.” Çiço’nun sorduğu soruya hepimiz gülmüştük.

Kubi, “Oğlum, kızı ne kadar bıktırdıysan görev dışında kimseyle görüşmüyor.” dedi.

“Sana ne be, ayrıca merak ettim; ne diye başka yere çekiyorsun? İnsan görev arkadaşını merak edemez mi?”

Alper, “Abi, Ayça komutanım pek senle konuşmak istiyor gibi durmuyor. Belki ondan kapatmıştır.”

“Sus lan sen. Ayça bana öyle tavır yapmaz.” dedi. İki dakika sonra bana dönerek, “Yapar mı?” demesiyle herkes kahkaha attı.

Alper sosyal medyada gezerken telefonundan bir ses kulaklarımı doldurdu. O sırada Alper, “Aaa bu o konserini bastığımız kadın değil mi?” diye bize çevirdi ekranı.

Metehan telefonu alarak yanıma yerleşti. Ekrana zar zor baktığımda onun gerçekten Umay olduğunu fark ettim.

O adam vardı yine yanında ve şarkıyı gözlerine bakarak söylüyordu, aynı bana söylediği gibi. Üstünde kırmızı bir elbise vardı; her renk yakışıyordu ona ama bu renkten nefret etmiştim. Şarkıya kulak verince kalbim teklemişti sanki; canım acımıştı nedensizce.

“Senle ben nelere direndik sevgilim.
Ağlatıldık çok, yerildik az yenildik sen bilirsin.
Durmadıkça hep güçlendik, bundan eminim.
Çok yara aldık, hep sarıldık, hep direndik, çok da yendik.
Çok şükür biz hiç yalnız değildik, bu sefer bilemezsin.
Yanabiliriz, gülebiliriz, çok acı çekebiliriz.
Kendimizi bulabiliriz.
Şimdi sana bir düzen, bana bir düzen.
Bize bir düzen, bize bir masal lazım.
Tenimi bilen, sesimi duyan.
Bana bir ömür, yeni bir sen olsun.
Olabilir her şey ya da durabilir her şey.
Bizi biz eden ya da bir üzen bize uyar her şey.

“Sevgilisi mi acaba?”

“Baksana, baya göz göze söylüyorlar. Yakışmışlar ama, dimi?”

Dönen sohbetle iyice sinirlenerek, “Neyse ne, herkes koşuya çok tembellik ettiniz gevşediniz iyice.” Odadan çıkınca kendimi idman alanında buldum, koşmam gerekliydi.

Tim arkamdan koşarken ben sinirimi kendimden çıkarıyordum.

Bana neydi, kaç kere görmüştüm de bu kadar sinirlenecek kadar etkilenmiştim? Bu kız bana hiç iyi gelmemişti anlaşılan; benden kilometrelerce uzaktayken bile aklıma düşecek bir şey buluyordu. O adam gerçekten sevgilisiydi demek ki, bu kadar yakın olmaları normal değildi.

Ben dalmış bir şekilde koşarken Dilsiz bana çoktan yetişmişti.

“Tetik, ne oluyor?” Dilsiz uzun uzun konuşmazdı, hatta hiç konuşmazdı ama beni çok yakından tanırdı. Askeri okulu beraber okumuştuk. Ben öyle gizemli bir adam değildim, dümdüz biriydim işte. Hayatım dağlıydı benim, ben buralara aittim; o bile bunu anlamış, beni ilk gördüğünde “dağ ayısı” demişti zaten.

Dilsiz hâlâ bana bakıp cevap bekliyordu.

“Bir şey yok, Sancar.”

“Tetik, anlamsız bir şekilde bu kızı görünce sana bir şeyler oluyor. Senin bu kızla aranda ne var?” sorusu ile olduğum yerde durdum.

“Komutanım, yağmur yağıyor.” Cihangir’in sesiyle kafamı salladım ve “İçeri geçin.” diyerek onlardan uzaklaştım. İçimi karartan bu duygu neyin nesiydi ve nereden çıkmıştı şimdi? Ben bu duygulara çok yabancı, çok uzaktım.

Saatler sonra şifrelerin çözüldüğünün haberini almış ve hızlıca toplantı odasında toplanmıştık. Akıncı ayağa kalkıp aldığı bilgileri ve şifreleri bizlere aktarmak için hazırlanıyordu.

“Komutanım, izninizle başlayayım mı?” başımla onay vererek tahtaya yansıtılan resme odaklandım; bu adamın resmini daha önce görmüştüm. Değişen tek şey gözünün üstündeki bandana ve kolunun tekinin olmayışıydı.

Kubi, “Gözüne ve koluna ne olmuş? Bize gösterilen resimde bir şeyi yoktu.”

Akıncı, “Evet, bize gösterilen resim yedi yıl öncesine ait. İki yıl sonra bir çatışma esnasında bir asker tarafından ilk kolundan vurulmuş; kurşun sinirlere saplanmış ve parçalamış; gözüne aynı asker tarafından bir odun parçası saplanmış.”
Çakmak, “Baya iyi bir askermiş belli ama elinden kurtulmuş adam.”
Akıncı, “Şehit olmuş galiba, o konuda bilgim yok; bunu da orada bir adamdan öğrendim.”

Gözlerimi adama dikerek, “Demek ki devamını bize bırakmış kardeşimiz, biz de üstümüze düşeni yaparız.” Akıncı beni onaylayıp anlatmaya devam etti.

“Komutanım, bir sonraki eylemi biliyoruz şu anlık: Kapıkule sınır kapısından Bulgaristan üzerinden bir trenle gizlice silah sokmak istiyorlar. Bütün her şey planlanmış; Maraz en son gidecek ve teslim alacak. Nereye götürecekleri ya da nerede kullanacakları bilinmiyor. Önemli olan sadece sınır kapısından içeriye sokabilmek.”

“Bizim için önemli değil nerede kullanılacakları; teslim alamayacak. Bakalım, tanışalım Maraz’la . O mu Maraz, biz mi, bakalım.”

 

Bölüm : 14.12.2024 18:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...