
9.bölüm
-Fırat-
İstanbul, yollarım dönüp dolaşıp buraya çıkıyor, burada nefes alıyordum. Burada bambaşka bir adam oluyordum, tanımadığım bir adam, sesiz ve sakin. Dağlarda yırtıcı gibi dolaşan ben değilmiş gibi burada sakinleşiyordum sebepsizce. İnsan en çok ait olmadığı yerde kabuğuna çekilirmiş, ben buralara ait değildim işte. Burada zaman duruyor, günler geçmiyordu benim için. Telefon sesi ile daldığım yerden kafamı kaldırdım, arayan Dilsizdi. “geldim.”
“geliyorum.” Cevap verip ayakkabılarımı ayağıma giyip evden çıktım, kapının önünde duran arabaya binince “oğlum tamam pek konuşkan değilsin anlıyorum da, bari bir selam ver lan telefonu açınca.” Benim yakın arkadaşımdı ama sadece dert dinler, kısa cevaplar verirdi. “Tamam, tetik uzatma.”
“aman be bazen gerçekten Cihangir’le Metehan’ı arıyorum, geveze meveze ama konuşuyorlar sonuçta, seninle konuşurken duvarla konuşuyorum sanki kardeşim.” Bana cevap vermeyerek arabayı hareket ettirdi. Fatih’in doğum günü olduğunu Dicle haber vermişti, bende Sancar’ı da yanıma alarak gitmeye karar verdim. İkisi tanışıyorlardı zaten sık sık görüştüğümüz için.
Evin önüne gelince fatih bizden önce gelmiş girmek üzereydi. Bizde çaktırmadan arkasından sessiz hareketlerle bahçeye doğru hareket ettik. Herkes birden ayaklanmış alkışlayarak, “iyi ki doğdun” diye bağırıyorlardı. Gözlerim anında onu bulmuş ve onda takılı kalmıştı. Turuncu saçlarıyla, kısılmış gözleriyle, neşeli sesiyle kendine çekiyordu zaten. Herkesin içinde parlıyordu ve bunun fakındaydı kesinlikle. Sadece benim gözlerim mi onu buluyordu? Nefesim kesilmiş bir şekilde onların masasına doğru hareket ettim ve boş sandalyelere Sancar ile birlikte oturduk. Ortalık sessizleşince Selim’e sorar gibi soru sordum. Selim cevap verirken o asla benimle ilgilenmeyerek arkadaşıyla konuşunca sebepsizce sinirlenerek, “görevdeydim kardeşim. Malum biz öyle gezip tozmaya zaman ayıramıyoruz.” Cevap verdim fakat Umay cevabıma sinirlenmiş gibi duruyordu. Bende ona dik bir bakışla bakınca sinirlenmiş olacak ki birden çıkıştı. Sinirlenmesi o kadar sevimliydi ki çillerine kaydı birden gözlerim ilk defa fark ediyordum. Bariz bir şekilde belli değillerdi ama beyaz tenine çok yakışmışlardı. Bu sevimi haline dayanamayarak, “yok, senin gibisi yoktur benim memlekette.” Diyerek cevapladım. Daha da sinirlenip tam bana cevap verecekken arkadaşı elinden tutarak kaldırdı ve orta alana doğru çekiştirdi.
İkisi de dans etmeye başladılar ve ben Umay’ın şortuna yeni dikkat ediyordum. Bu kız niye bu kadar açık giyiniyor diye sinirlendim. Aslında hiç böyle şeylere takılmazdım, kız kardeşim Dicle’ye bile karışmazdım istediğini giymekte her zaman özgürdü ama bu kız çok dikkat çekiyordu. Zaten farklı bir ışığı vardı, daha da dikkat çekmesine ne gerek vardı ki. O dans ederken şortu iyice yukarıya çıkmış ve dekoltesi de açılmıştı. Hayır, yani o üstündeki neydi? El kadar şey neyi kapatacak diye giymişti. Kendi kendime sinirlenirken şarkı bitmiş masaya dönmüşlerdi bile. Bir anda bana bakarak “benimle bir sorunun mu var senin?” diye pat diye sorunca afallayarak ne diyeceğimi şaşırdım.
Tam cevap verecekken Umay’ın omzuna bir el kondu. Umay arkasını dönüp adamı görünce ayaklanarak adama aşkım deyince ellerimi sıktım. Bu o beraber şarkı söylediği adamdı. Demek ki gerçekten beraberdiler ve birlikte şarkı söylüyorlardı. Ben bunları düşünürken Onlar çoktan sahneye kurulmuştu ve birbirlerine bakarak şarkı söylüyorlardı. Zaten hiç yakın değillermiş gibi adam elini beline atarak şarkının “her anın aklımda, her kıvrımının” sözlerini söylerken belini okşuyordu. Bu da yetmezmiş gibi Umay da adama tamamen yaslanarak devam edince sinirlerime daha fazla hakim olamayacağımı anlayıp ayaklandım ve alanı terk ettim. Ben hızlı hızlı yürüyüp arabaya varana kadar Sancar bana yetişmişti bile. “Fırat, kardeşim gel konuşalım bir yerde.”
“ne konuşacağız Sancar, ben eve giderim sen git hadi.”
“bak, o kıza bakışlarını gördüm. Sen bu kızı seviyor musun?”
“saçmalama amına koyayım! Nerden çıkardın şimdi!” sinirle anahtarı elinden alıp arabaya bindim, oda binice kendimi sahil yolunda buldum. Sahile geleli yarım saat olmuştu ve biz öylece oturuyorduk. Kimse konuşmuyordu ben kafamı direksiyona dayayıp oflayınca Sancar, “tetik, derdin ne?”
“bir derdim yok benim.”
“bence var. Ben seni ilk defa böyle görüyorum. Hadi anlat kardeşim canını sıkan şeyi.” Kafamı kaldırarak ona baktım, aklımda ne vardı bilmiyordum ki bende. Kafamı koltuğa yaslayarak derince nefes aldım.
“bilmiyorum Sancar bilmiyorum. Bu kız bana farklı şeyler hissettiriyor. Ne olduğunu anlayamıyorum bir türlü. İki kere gördüğüm kız neden aklımdan çıkmıyor. Gözleri, her gece benimle. Beni takip ediyor sanki.”
“sen bu kızdan etkilenmişsin kardeşim. Geçmiş olsun.”
Sancar’ın sözüyle kendime geldim. Gerçekten etkileniyordum ondan bu doğruydu. Gözlerimi alamıyordum ki kızdan ben bunu idrak ederken aklıma tekrar bir şey geldi.
“sevgilisi o adam.” Düşüncelerimi sesli söylemiştim ve Sancar da bana katılarak kafasını salladı. Genzimi yakan bir hisle arabayı terk ederek yürümeye ve düşünmeye başladım. Ben böyle biri değildim ki, duygularıma yenik düşmezdim. Bir kızın sadece bakışından etkilenemezdim, kendime verdiğim sözler vardı benim. Ben bir askerdim ve hayatımda bir kadına hiçbir zaman yer yoktu. Arkamda birini bırakarak görevde aklım ondayken hareket edemezdim.
Peki o, gerçekten o adama aşık mıydı? Ona bakışları bile çok güzeldi. Turuncu saçlarını savura savura ona gidişi, sarılışı, gözlerimin önünde saçlarından öpmüştü o adam. Kokusunu içine çektiği anda merak ettim kokusu nasıldı acaba hiç dikkat etmemiştim. İçimdeki kıskançlık belirtilerine kızarak kendi kendime, “saçmalama Fırat kendine gel oğlum bizim ne işimiz olur o kızla.” Söyleniyordum. Ben kızdan etkilenmiyordum sadece ilgimi çekmişti o kadar aptal aşıkları oynayamazdım ben. Kolumda ki saate baktığımda bir saattir burada olduğumu fark ettim. Arabanın olduğu yöne doğru hareket ettiğimde Sancar’ın hala beni beklediğini fark ettim daha da hızlanarak yan koltuğu oturdum, ikimizde ses çıkarmadan eve doğru hareket ettik.
Sabah uyandığımda ilk işim camı açmak oldu, perdeyi çektiğim an bahçede ellerinde kasalarla çiçek taşımaya çalışan Umay’ı görünce seslendim “yardım ister misin?” kafasını bana çevirerek, “hayret sen normal konuşabiliyormuşsun, ben hep laf sokarak konuşuyorsun sanıyordum.”söylediklerine gözlerimi devirerek yatağın üstünde duran tişörtümü alıp merdivenlerden inerken üstüme geçirip bahçeye çıktım. “sende çok farklı değilsin insan yardım etmek isteyene böyle mi cevap verir?”
“tamam tamam uzlaşabiliriz. Gerçekten yardım edeceksen bu kasalar kış bahçesine taşınacak.” Sadece kafamı sallayarak onayladım ve ellindeki kasayı aldım kış bahçesine girdiğimde yere koyarak arkamdan gelen Umay’a “aynı çiçekten iki kasa niye aldın?” Diye sordum.
“en sevdiğim çiçek o yüzden burada çok olmasını istedim.”
“adı ne?” soruma iç çekerek gözlerime baktı, demek ki gerçekten anlam yüklediği bir çiçekti.
“lavinia, ölüm çiçeği anlamına gelir.”
Gözlerine baktım uzun uzun neden bu çiçeği seçtiğini anlayamaya çalıştım, gülümseyerek gözlerindeki yeşillere daha çok karışarak, “erişilemeyen, ulaşılamayan anlamı da vardır.” Dedim o ise dediklerimle bana daha da yaklaştı, “nerden biliyorsun?” kafamı ona eğerek Özdemir Asaf mısralarını okudum.
Sana gitme demeyeceğim.
Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar.
Yanımda kal.
Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
İncinirsin.
Sana gitme demeyeceğim,
Ama gitme, Lavinia.
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme, Lavinia.
Umay’ın gözleri dolu dolu bana bakarken dudaklarından, “ Özdemir Asaf.” İsmi döküldü. Biliyordu şiiri, belli ki çiçeklerin anlamı derindi. Bir anda benden uzaklaşarak, “benim gitmem gerek” deyip hızla mutfak kapısından içeriye girdi. Uzun süre öylece arkasından baktım, sadece bir şiir okumuştum böyle tepki vermesinin nedeni neydi?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 50.33k Okunma |
4.08k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |