10. Bölüm

10. Bölüm

Yazar kamer
yazrkamer

10.bölüm

 

Umay

8 sene önce Ankara

“merhaba ben Umay.” Elimi karşımda duran çocuğa uzattım. Okulun ilk günüydü, bense son derece gergin ve heyecanlıydım, elimi yok sayarak gözlerini yüzüme çıkaran çocuk, “merhaba çilli, bende Samet.” İsmimi kullanmayıp bana kendi taktığı lakapla seslenmesi beni oldukça rahatsız etmişti. “ismimi söyledim ama duymadın galiba, adım Umay.”

“yo, duydum ama bu isim sana yakıştı bence.” Yanında duran diğer çocuklarında yüzüme bakarak onu onaylayınca, sinirim iyice tepeme çıkmıştı.

“ben sana isim takıyor muyum? Sana da kıvırcık diyelim o zaman.”

“sadece sen dersen olur çilli.” Son cümlesine iyice kızarak yerime geçtim, belli ki yine farklı bulunmuştum ve yine dalga konusu olmuştum.

Eve geldiğim gibi üstümü bile çıkarmadan aynanın karşısına geçmiş anneme ait olan ve bana üç ton koyu olan fondöteni yüzüme sürüyordum.

“kızım yapma bak, sen çok güzelsin hem bunlar için çok erken.” Annem beni durdurmaya çalıştıkça ben daha çok sürüp bir yandan da ağlıyordum.

Kapıdan kafasını uzatan abimi görmemle, “abi geldin mi? Hani bu ay gelemem diyordun.” Bir yandan da burnumu çekiyordum. Görevde olduğu için sık sık gelemiyordu, sadece telefonla görüşmekte bana yetmiyor her gün gel diye ağlıyordum telefonda. Bana yaklaşarak yüzümü avuçlarının içine aldı, “benim çilli kızımın lisede ilk günü nasıl kaçırırım dedim geldim. Ama sen neden ağlıyorsun bakalım?”

“çilli deme bana, zaten herkes dalga geçiyor çillerimle sen deme bari!”

“olur mu ama? Sen benim çilli kızımsın, doğduğun gün koydum ya ismini ben. Hem ben çok seviyorum senin çillerini bana gökyüzünü süsleyen yıldızları, evreni hatırlatıyor.” Sözleri ile kalbim sıcacık olmuş gülümsememe sebep olmuştu. Beline sarılarak kafamı tam kalbinin üstüne bastırdım. Abim beni sarıp sarmalayarak saçlarımdan öptü, “hem benim sana bir hediyem var bak.” Gözümün ününe gelen saçlarımı geri iterek abimin bana uzattığı kitabı hemen aldım. “Özdemir Asaf şiirleri.”

“evet, artı şiir okumaya başlarsın, hep romanlar olmaz.” Kafamı sallayarak kitabı karıştırmaya başladım ve aralarından bir şiiri seçip okumaya başladım.

Lavinia Şiiri Sözleri

Sana gitme demeyeceğim.
Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar.
Yanımda kal.

Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
İncinirsin.

Sana gitme demeyeceğim,
Ama gitme, Lavinia.
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme, Lavinia.”

“lavinia bir çiçek, ölüm çiçeği.” Anlamı ürkütücü olsa da, şiiri çok sevmiştim.

Aylar geçmişti bu süre zarfından okula alışmış ve birçok arkadaş edinmiştim, abim ise uzun bir görevden dönüyordu bense bahçede onu bekliyordum. Önümde duran taksiden abimin inmesiyle çığlık atarak ona doğru koştum, ben beline sarılmışken o, “dur be kızım valla bir yerimi kıracaksın.”

“çok özledim abi.”

“bende seni özledim Lavinia bende, al bakalım.” Ellerindeki çiçeği bana uzattı, “aylardır okuduğun şiirde geçen çiçek, sana benziyor.” Pembe çiçeğin üzerinde kırmızıçizgiler vardı. Artık adım lavinia, en sevdiğim çiçek lavinia, en sevdiğim şiir lavinia olmuştu.

Hatırladıklarımla derin bir nefes çektim içime, o bana sadece abimi değil o masum neşeli kızı da hatırlatıyordu. Özdemir Asaf mısralarıyla onun sayesinde tanışmıştım, en sevdiğim çiçeği bile o zaman seçmiştim bunu bilen abim ise her görev dönüşü onlardan arar, bulur getirirdi. Bu mısraları ondan duymak kalbimde bir yeri titretmişti. Kapının önünde kocaman gözlerle abisini bekleyen o küçük kıza dokunmuştu.

Ben bunlara dalmış düşünürken kapının sesi ile ayağa kalktım kapıyı açtığımda Soner’in geldiğini gördüm. “hoş geldin canım geç.” Gülümsemeye çalıştım yarım yamalak ama başarabildiğim söylenemezdi.

“sen gel kış bahçesinde çekelim dedin ya bir deneme yapalım dedim.”

“iyi yapmışsın, Elif annesine gitti kimse yok sen otur ben üstümü değiştirip geleyim.”

“tamam canım acele etme.” Sırf kış bahçesinde çekim yapmak için almıştım zaten o kadar laviniayı sırf kendime ait bir alan olsun diye.

Üstümü değiştirip koşarak bahçeye çıktım, Soner çoktan ekipmanları kurmuş beni bekliyordu. “her yer sen olmuş.” Sözlerine gülümsedim, “en büyük alışkanlığım.”

“hadi sen otur bende kamerayı açayım.” Elimde gitarla ondan komut bekliyordum, bu video sosyal medya platformlarında paylaşılacaktı. Ve insanların tepkilerini, yorumlarını gözlemlemek hoşuma gitmişti. Gelen komutla gitarın tellerine vurarak söylemeye başladım.

Öyle ağlarım ki kendime
Sen benden gittin gideli
Öyle ağlarım ki kendime
Sen benden gittin gideli

Tenim küs olmuş tenime
Sen benden gittin gideli

Tenin küs olmuş tenime
Sen benden gittin gideli

Bir cefam var idi, bin oldu
Aktı gözüm yaşı, sel oldu
Bir cefam var idi, bin oldu
Aktı gözüm yaşı, sel oldu

Yazbaharım döndü, kış oldu
Sen benden gittin gideli
Yazbaharım döndü, kış oldu
Sen benden gittin gideli

Öyle bıkmışım ki kendimden
Kurudum, düştüm dalımdan
Öyle bıkmışım ki kendimden
Kurudum, düştüm dalımdan

Sanki ruhum çıktı canımdan
Sen benden gittin gideli
Sanki ruhum çıktı canımdan
Sen benden gittin gideli
Sanki ruhum çıktı canımdan
Sen benden gittin gideli

Videonun sonunda yerimden kalkıp baştan izledim gayet güzel olmuştu, gülümseyip Soner’e sarıldım karşı evin camından bizi izleyen Fırat gözlerini benden ayırmıyordu, geri çekildiğimde Fırat’ın bakışlarından rahatsız olup içeri kaçmak için, “kahve içelim hadi.” Deyip kendimi mutfağa attım. Adamın gözleri avını gözleyen şahin gibi üstümüzden ayrılmıyordu ki. Hayır bu kadar bakacak ne vardı bir yerimiz mi açıktı lan. Gözlerimi üstümde gezdirdim, yoo bir yerim açık değildi şükür.

iki saatten fazla olmuştu ve biz hala Fırat’ın göz hapsinde kış bahçesine oturuyor, sohbet ediyorduk. Buraya taşınalı neredeyse beş ay olmak üzereydi, biz Elif’le evimize çoktan alışmış hatta yeni bir arkadaş edinmiştik. Dicle gerçekten çok tatlı, sevecen ve kibar bir kızdı abisi gibi masmavi gözlere, beyaz bir tene, kuzgun karası beline kadar inen saçları vardı. O abisine her anlamda çok benzerken benim sadece gözlerim benzerdi abime.

Bahçe kapısından Soner’i uğurlarken Elif bize doğru geliyordu, “Soner, balım gidiyor musun?”

“evet, çok oyalandık gidiyim işlerim var daha.”

“tüh bir dahakine haber ver ben evde duruyum.” Soner gidince ikimizde odalarımıza dağıldık ve benim yine duş perilerim gelmişti hızlıca duş alıp üstüme tayt tişörtü geçirip yüz maskemi yaparak koşar adım aşağı mumlarımı yakmaya indim. Elif arkamdan gelerek, “yine gelmiş senin mum yakıp şarkı dinleme saatin.”

“evettttt.” Koluna yapışıp yüzümdeki maskenin aynısını ona yaparak en sevdiğimiz şarkıları açtım. Kız neşesi canım herkese lazım. Biz yine kaptırmış çığlık çığlığa şarkı söyleyerek dans ediyorduk, tam bu sırada bizim bahçe kapısından yüksek bir vurma sesi gelince müziği kapatıp tekrar dinledim. Nerden geliyor bu ses diye iki saniye nefesimi tutum. Sesin gerçekten mutfaktan geldiğini anlayınca hızlıca oraya gittim kapıda kocaman biri vardı ve hırsı ne ise kapıdan alıyordu, kapıya gidip açınca yüzümü görene Fırat, “hasss, bu ne lan!” diye bağrınca kulaklarımı kapattım. “ne kükrüyorsun be dağ ayısı!” hem kapıma alacaklı gibi dayanıyor, hem de suratıma kükrüyordu ayı.

“bana bak kızım bana ayı deyip durma. Hem böyle kapımı açılır?” aaa, alındı ayıcık gördünüz dimi?

“ne oldu, koskoca bordo bereli özel kuvvetler askeri benim gibi minik bir kızdan mı korktun?” tek kaşımı kaldırıp yüzüne baktım, sinirlenmişti ve ben bundan çok keyif almıştım. Devam Umay.

“ne korkacağım be senden, beyaz çilli inat bir kız beklerken saçlarını kızıla boyamış bir Arap bacı kapıyı açınca ürktüm tabi.” Sinir bir şekilde sırıttım, inkâr etme şeklin göz dolduruyor ayıcık.

“hadi oradan dağ ayısı, baya sıçradın.”

“bak bana ayı deme dedim.” Sinirli sinirli parmağını sallarken, iki parmağımla bana salladığı barağını tutum.

“ha dağlı biri olduğunu kabul ediyorsun, ayıya alındın sen.” Gözlerini devirerek elini çekti.

“bana bak sen nerelisin de bana dağlı diyorsun, Ankaralı.”

“bana bak canım ben Ankaralı değilim, Angaralıyım anladın mı damarıma basma niye geldin onu söyle.” Damarıma biraz daha basarsa içimdeki Angaralı Umay’a söz geçiremeyebilirdim. Evet Ankaralı değil, Angaralıyım.

“saat kaç haberin var mı senin?”

“yoo, kaç?”

“saat on iki ve ben yarın göreve gideceğim sessiz olun lütfen.” Göreve gideceğini duyunca içime oturan sıkıntıyla gözlerine baktım, boğazıma oturan düğüm yutkundukça çözülmedi, resmen orda büyüdü. Uzun mu kalacaktı acaba her gittiğinde en az bir ay kalıyordu. “kusura bakma biz coşmuşuz yine, oluyor arada.”

Ani duygu değişimim onu da şaşırtmış olmalı ki oda yumuşayarak cevap verdi. “anladım, sende kusura bakma ben uyuyamayınca asabi oluyorum. Zaten oralarda pek uyunmuyor, burada da dinlenmeye çalışıyorum.” Hâlbuki dağlar senin yerin demek vardı ama neyse duygusal bir an yaşanıyordu.

“anlıyorum haklısın. Uzun mu kalacaksın?” Sorumla afalladı, gözleri yüzümde gezindi ama siyah maskem olayın bütün garipliğine gariplik katıyordu. Uzunca bakıp, yutkunarak “bilmiyorum, belli değil.” Dedi.

“gelince görüşürüz o zaman, dikkatli ol.”

“olurum, görüşürüz.” Arkasını dönüp gitmesiyle içine oturan o sıkıntının beş yıl önce ki sıkıntı ile aynı olmaması için dualar ettim.

Bölüm : 18.12.2024 17:23 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...