15. Bölüm

13.İyi Uykular

devinay
yazziyolcusu

Caner'in ölümü...

 

Hepsi planlı mıydı?

 

Gerçekler üzerime devriliyordu.

 

Ve ben...

 

Bu yükün altında eziliyordum.

 

—————————————————————

 

Bakışlarım Asaf'ın sırtına saplanmıştı; sanki gözlerim ona mıhlanmış, bedenim kök salmıştı.

Az önce kulağıma eğilip fısıldadığı kelimeler hâlâ beynimin kıvrımlarında yankılanıyor, içimde uğultulu bir acı gibi çarpıyordu.

O ise hiçbir şey olmamış gibi, dudaklarının kenarında sinsice kıvrılan bir gülümsemeyle ağır adımlarla piste doğru ilerledi.

Tam o anda, arkasını dönüp yüzündeki iğneleyici sırıtışı bozmadan elindeki telefonu kaldırarak bana gösterdi.

 

Sonra hiçbir şey olmamış gibi yeniden sırtını dönerek uzaklaştı.

 

Çantamın içindeki telefonuma gelen bildirimle vücudum yeniden titrek bir şekilde hareketlendi.

Kalbim, göğüs kafesimi parçalayacakmış gibi düzensiz atıyordu.

Ellerim titreyerek çantama uzandım, panikle telefonumu çıkardım.

Ekrana baktığımda, tanımadığım bir numaradan gelen mesaj gözlerimin önünde yanıp sönüyordu.

Parmaklarım soğuktan hissizleşmiş gibiydi, ama yine de ekranı kaydırıp mesajı açtım.

 

"Uluözlere hoş geldin."

 

Gönderen kişi Asaf'tı.

 

Gözlerim birkaç saniye boyunca donmuş bir şekilde ekranda asılı kaldı.

Bu adam benimle dalga mı geçiyordu?

Yoksa her şey çok daha büyük ve karanlık bir oyunun parçası mıydı?

 

Olduğum yerde taş kesilmiş gibiydim.

Ayaklarım yere çivilenmiş, bedenim sanki varlığının ağırlığı altında eziliyordu.

Nefes almak artık neredeyse imkânsızdı.

Her nefes alışımda ciğerlerim buz gibi bir boşlukla doluyor, her nefes verişimde biraz daha tükeniyordum.

 

İnsan bazen bir cümleyle yıkılırmış.

Ben ise yalnızca bir fısıltıyla paramparça olmuştum.

 

Asaf'ın sesi hâlâ zihnimde yankılanıyor, o fısıltı her saniye biraz daha acıtıyordu.

Salonda kahkahalar, müzik ve hayat devam ediyordu belki, ama benim içimde dünya durmuştu.

Tüm sesler boğuklaşmış, renkler solmuş, zaman kaymıştı.

Etrafımda dönen hayat bana yabancılaşmıştı; ne o ışıl ışıl avizeler, ne dans eden kalabalık, ne de o sahte neşeler bana aitti artık.

 

Öğrendiğim şeyler boğazıma dolanan görünmez bir el gibiydi.

Soğuk, kararlı ve acımasız.

Her geçen saniye daha da sıkıyor, nefesimi daha da kısıyordu.

İçimde biriken öfke, damarlarımda kaynayan lav gibi yükseliyordu; her vuruşunda bedenimi değil, ruhumu yakıyordu.

 

Gerçekten... o muydu?

Caner'in ölümüne sebep olan kişi... Ata mıydı?

 

Bu düşünceyle içimden bir inilti koptu.

Caner...

Beni ona emanet edecek kadar güvenmişti.

Ve şimdi o emanetin sahibi, ellerinde Caner'in kanıyla karşımda mıydı?

 

Ata Uluöz...

 

Gözlerim yeniden onu buldu.

Orada, kalabalığın arasında, güçlü ve soğukkanlı görünüyordu.

Belki de sadece Caner'i değil, beni de öldürecekti.

Belki de tanıdığımı sandığım bu adam başından beri bir yanılsamaydı.

 

Derin bir nefes aldım, ama o nefes ciğerlerime dolan zehir gibiydi.

Omuzlarım düşmüştü.

Her zaman dik duran, her darbede yeniden doğrulmayı bilen omuzlarım şimdi birkaç kelimeyle yıkılmıştı.

 

"Hayır," dedim, bakışlarımı Ata'nın üzerinden ayırmadan.

Sadece ona değil, içimde yükselen korkuya da meydan okuyordum.

"Yapmış olamazsın..."

 

Sözlerim dudaklarımdan boğuk bir şekilde süzüldü.

Ve gözyaşlarım, bir ihanetin ağırlığıyla yanaklarımı ıslatmaya başladı.

"Hayır... hayır... hayır..."

Kendime söz geçirmeye çalışıyordum.

 

"Yalan söylüyor," dedim içimden, bir dua gibi.

Ata'nın düşmanının sözüne inanmayacağım diye haykırdım zihnimde.

Ama kelimeler...

O kelimeler kafamın içinde eksik kalan yapbozun parçaları gibi bir bir yerlerine oturuyordu.

Ve geriye yalnızca tek bir resim kalmıştı: acımasız bir gerçek.

 

O gün, o lanetli depoya Ata'nın nasıl geldiğini asla anlayamamıştım.

Hastanedeki o silik özür...

Caner'in gözlerine bakarkenki garip sessizlik...

Ve Caner son nefesini verirken Ata'nın yüzünde beliren o tarif edilemez ifade...

Üzülmeye bile hakkı yokmuş gibi bakıyordu sanki.

 

O anlar sadece geçmişteki anılar değil, şimdi çığlık atan gerçeklerdi.

 

Ata'nın amcasının sözleri kafamdaki buz gibi boşlukları bir bir dolduruyordu.

Ve ben...

Gözlerimi ondan bir an bile ayırmadım.

 

Çünkü o yüzü, o bakışı, o suskunluğu zihnimin en derin yerine kazımak istiyordum.

Eğer bu adam Caner'in hayatını gerçekten aldıysa...

Onu asla unutmayacaktım.

Ne sesini, ne bakışını...

Ne de şimdi gözümün önünde duran o soğuk maskesini.

 

Ata'nın bakışları bana döndüğünde, gözleri bir anlık şaşkınlıkla yüzümdeki çökmüş ifadeyi taradı.

Gözyaşlarımı fark ettiği an yüzü gerildi, kaşları çatıldı.

Ve aniden yerinden fırladı.

 

Sert adımlarla, neredeyse koşarcasına üzerime geliyordu.

Sorgulayan bakışları her adımda daha da keskinleşiyordu.

Ama ben...

Onun gelişini görmeme rağmen hiç durmadım.

Göz göze geldik bir anlığına; içimde yanan kırık bir yemin gibi bakışlarımı kaçırdım.

 

Sanki içimde her şey o anda bir karara varmıştı.

Arkamı döndüm.

Adımlarım, kararsız bir yürekten değil, kırılmış bir ruhtan taşan sessizlikle düğün salonunun kapısına yöneldi.

Gözüm kapının önünde duran takım elbiseli adama takıldı.

Ama esas dikkatimi çeken belinde taşıdığı silahtı.

 

Kalbim aniden hızlandı.

Bütün bedenim içgüdüyle hareket etti.

Yanından geçerken ona çarpmış gibi yaptım ve bir hamlede, neredeyse nefes bile almadan silahı belinden aldım.

Zaman sanki bir anda yavaşladı.

 

"Hey! Dikkat etsene!" diye bağırdı adam arkamdan, ama sesi rüzgârla birlikte savrulup kayboldu.

Umursamadan adımlarımı hızlandırarak düğün salonunun çıkışına yöneldim.

Silahı çantama yerleştirdim; ellerim titriyordu ama yüzüm kararlıydı.

 

Salon, dağın başında, ormanlık bir arazideydi.

Hiç tereddüt etmeden sol taraftaki yoğun ormanlık alana daldım.

Topuklu ayakkabılarım zemine saplanıyor, elbisemin uçları dikenlere takılıyordu.

Ama durmadım.

Arkamdan gelen ayak sesleri vardı — Ata'nın ayak sesleri.

 

Koşuyordu.

Öfkeyle ve endişeyle.

 

Bir an bile geriye bakmadım.

Sadece kulağıma, çıkarken attığı boğuk haykırış ulaştı:

 

"Asel!"

 

Orman ilerledikçe karanlık yoğunlaştı.

Gökyüzü görünmez olmuştu.

Ağaçların arasında kayboluyordum.

Nereye gittiğimi bilmiyordum.

Belki gerçekten kaçıyordum.

Belki de yüzleşmekten korktuğum bir gerçekle:

Ya Caner'in katiliyle evlenmişsem?

 

Soyadım onunkiyle kirlenmişti.

Beynimin içinde susmayan bir fırtına vardı.

Her düşünce ruhuma saplanan bir kurşun gibiydi.

Çantamdaki silahın soğukluğu varlığını her adımda daha ağır hissettiriyordu.

Tüm bu sesleri, bu düşünceleri susturmak için tek bir kurşun yeterdi.

 

Bu gece...

Ya Ata Uluöz'e güvenecektim.

Ya da... bu ormanın ortasında alnının tam ortasına bir kurşunla her şeyi bitirecektim.

 

"Asel!"

Ses bir kez daha yankılandı.

Bu kez daha yakındı.

 

Kalın bir ağacın arkasına gizlendim.

Nefesim kesik kesikti.

Elimi göğsüme bastırdım, ritmi sakinleştirmeye çalıştım.

 

"Sakin ol..." diye fısıldadım kendime.

"Tamam... Eğer bunu sen yaptıysan Ata... tek bir kurşunla..."

 

Ağlamamı bastırmaya çalıştım.

Gözlerim yanıyordu.

"Ne olur..." dedim sessizce, kelimeler çamur gibi ağzımdan dökülürken.

"Ne olur yapmamış ol... Beni bu yükün altında bırakma..."

 

Gözyaşlarım çeneme süzülürken, çantamdaki silahı çıkardım.

Parmaklarım soğuktu.

Ama kararlıydım.

 

İlerdeki sık çalılıklara doğru ilerledim.

Elbisem yırtılmış, saçlarım darmadağınıktı.

Yüzümdeki makyaj akmış, geriye sadece yorgun bir iz kalmıştı.

 

Çalılıkların ardından baktığımda, Ata ve Faruk görüş alanıma girdi.

Ata'nın yüzü öfkeyle gerilmişti.

Faruk onu sakinleştirmeye çalışıyordu, ama nafile.

 

Derin bir nefes aldım.

Eğer Ata'ya güveneceksem, neden kaçtığımı açıklayacak bir hikâye uydurmam gerekecekti.

Ama güvenmezsem...

Elimdeki silah her şeyi çözebilirdi.

 

İçimde bir ses fısıldadı:

"Ona ikinci bir şans ver, Asel."

 

Belki de içten içe ona güvenmek istiyordum.

Gözlerindeki karanlığı hep görmüştüm.

Ama... bana hiç zarar vermemişti.

O gözlerde, bana bakarken kırık bir masumiyet olurdu hep.

 

Silahı kaldırdım.

Nişan aldım.

Tam alnının ortası.

Tek bir kurşun...

 

Ama parmağım tetiğe her bastığında bedenim buna karşı çıktı.

"Yapma," dedi bir şey.

"O yapmadı."

Tetikteki parmağım titredi.

Gözlerim doldu.

 

Ve o an anladım...

 

Düşünmek tetiğe engeldi.

 

Ama bu kez düşünmeden yapamıyordum.

 

O anda telefonum titredi.

Bir mesaj bildirimi geldi.

Gözüm hemen telefona kaydı.

 

Asaf'tan bir mesaj.

 

Hızla açtım.

 

"Ne büyük bir ironi...

Seni koruduğunu sandığın herkes aslında felaketini hazırladı.

Bu gece, sayende Uluöz tahtı hak ettiği isme geri dönüyor.

Ve sen, Asel, belki de benim kurduğum bu oyunun en değerli piyonusun."

 

Mesajı okuduğum anda, vücudumdaki tüm kan çekilmişti.

Ne demek istiyordu?

Ne oyunundan bahsediyordu?

 

Kafamı ormanlık alana çevirip etrafı dikkatlice taradım. Ata ve Faruk'tan başka kimse görünmüyordu.

Asaf'ın ne ima ettiğini anlayamıyordum.

 

Tam o sırada Ata'nın boğuk bağırışı kulaklarımı deldi. Kafamı refleksle kaldırıp çalılığın arkasına yeniden çömeldim.

Ama o anda, ardımda bir dalın kırıldığını duydum.

 

Hızla arkamı döndüğümde, karşımda silahını bana doğrultmuş bir adam duruyordu.

Ama bilmediği bir şey vardı — aynı silahtan bende de vardı.

 

Gözlerimi onun yüzüne diktim.

"Zorluk çıkarma," dedi soğukkanlı bir sesle.

 

Yalancı bir korkuyla titriyormuş gibi yaparak ayağa kalktım.

Ve tek bir hamlede, ne olduğunu bile anlayamadan, silahını elinden alıp alnının ortasına tek kurşun sıktım.

 

Silahın patlamasıyla orman yankılandı. Adam boğuk bir iniltinin ardından yere yığıldı.

Silah sesi üzerine Ata ve Faruk bir an duraksadı. Ardından panikle sesin geldiği yöne doğru koşmaya başladılar.

 

Ata'nın gözlerindeki korku ve endişeyi buradan bile görebiliyordum.

Her adımında, boğazını yırtarcasına adımı haykırıyordu.

 

Yaklaşmalarına fırsat vermeden, elbisemin eteklerini toplayarak hızla ormanın daha derinlerine doğru koşmaya başladım.

 

Ata'nın sesini artık duyamayacak kadar uzaklaştığımda, bir ağacın gövdesine yaslandım. Nefesim kesikti.

Ama tam o anda, karşımda Asaf'ı ve etrafında toplanmış bir grup adamı gördüm.

 

Hepsi ormanın sonunda, araçlarının yanında birini bekliyor gibiydi.

Bakışlarını bana çevirdiklerinde Asaf, yüzünde hem öfke hem de eğleniyormuş gibi bir ifadeyle bana baktı.

Üzerime şöyle bir göz gezdirdi. Sonra alayla güldü.

 

"Adamımı mı vurdun sen?" dedi, küçümseyen bir kahkahayla.

"Senin buraya vurulmuş halde gelmen gerekiyordu."

 

Gözlerimin içine bakarak devam etti:

"Bakıyorum da üstünde çizik bile yok. Sandığımdan daha cesurmuşsun."

 

Bu sözleri üzerine elimdeki silahı hiç düşünmeden doğrulttum yüzüne.

Benim hamlemle birlikte tüm adamları silahlarını bana çevirdi.

Ama umurumda bile değildi.

Avına kilitlenmiş bir yırtıcı gibi sadece Asaf'a odaklandım.

 

"Seni öldürürüm," dedim dişlerimin arasından.

 

Başımı dikleştirerek devam ettim:

"Kim olduğun umurumda bile değil... seni burada gebertirim."

 

Asaf'ın yüzündeki alaycı ifade bir anda silinip yerini sinirli bir gerginliğe bıraktı.

"Hayır," dedi.

"Beni öldüremezsin."

 

Bu cümle beni güldürdü.

"Niyeymiş o?" diye sordum küçümseyerek.

 

Çenesini sıkıp bir adım yaklaştı.

"Çünkü... önce ben seni öldüreceğim."

 

Gözlerim nefretle daraldı.

Tetiğe baskı uygulamaya hazırlanırken, bir silah sesi daha yankılandı.

 

Ve bir anda karnımda dayanılmaz bir Acı hissettim.

Acı, birkaç saniye içinde bütün vücuduma yayılan bir uyuşmaya dönüştü.

Elimdeki silah yere düştü.

 

Bakışlarım refleksle karnıma indi.

Kırmızı... hızla yayılan, canlı bir kırmızılık.

 

Arkamdan vurulmuştum.

 

Aldığım her nefes, ciğerlerimi yakan keskin bir acıyla doluydu.

Gözlerim Asaf'a döndü.

Ve o... zevk alıyormuş gibi gülümsüyordu.

 

Yere yığılmadan hemen önce sesi duydum:

"İyi uykular," dedi alayla.

Nefesim kesilmeye başladı.

Bilincim bulanıyordu...

 

Aklımda kalan son şey ise Ata'nın...

Benim öldüğümü bile bilemeyecek olmasıydı.

 

Belki de gerçekten burada ölecektim.

Ve kimse beni bulamayacaktı.

Ne Caner'e ulaşabilecektim...

Ne de son kez Ata'ya bakabilecektim.

 

Karanlık, göz kapaklarımın altından içeri sızarken

Bir an...

Kalbimin atışları yavaşladı.

Zaman durmuş gibiydi.

Her şey, donmuş bir anın içinde sıkışıp kalmıştı.

 

Ve ben...

Ölümle yaşamın arasında,

Ne ileri ne geri gidebildiğim,

Sessiz, kıpırtısız bir boşlukta asılıydım.

 

Acı artık yoktu.

Yalnızca ağır bir sessizlik vardı.

Ve o an...

Tekrar tekrar zihnimin en derin köşelerinde çınlıyordu.

Bir gölge gibi üzerime çöken son gerçek:

Yalnız olmamdı...

 

—————————————————————

 

Evet arkadaşlar, çok uzun bir aradan sonra tekrar yeni bölümümüzle karşınızdayım!

Umarım beğenmişsinizdir. Artık arayı bu kadar açmayı düşünmüyorum. Yeni bölümler ya ayda bir ya da iki haftada bir gelecek.

Okuduğunuz ve değerli yorumlarınız için şimdiden çok teşekkür ederim.

Kendinize iyi bakın! 💫💞

Bölüm : 11.06.2025 12:58 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...