39. Bölüm

BÖLÜM 22: HER ŞEY BİTTİĞİNDE

Yellow Wheat
yellowwheat

Ilgaz kahverengi kupayı önüme bıraktı. Ihlamur kokusunu net bir şekilde alıyordum. "Neden bana söylemedin?" dedim içecekten bir yudum aldıktan sonra. Uraz'ın evindeydik. Üç kişi salonda oturmuş, sıcak içecekler eşliğinde olanları tekrar gözden geçiriyorduk.

 

"Pandia'ya gelirken Akel'in adamlarını gördüm. Yaptığımız plan çok sonrası içindi ama mecbur kaldım. Ani alınmış bir karardı."

 

"Akel'in bir şeylerden haberinin olmadığına emin misin?" diye sordu Uraz. Ilgaz sıkıntıyla nefes verdi ve elindeki bardağı sehpaya bıraktı. "Emin değilim. Peri'ye annesiyle ilgili yalanlar söyledi ve kendini de iyi biri gibi göstermeye çalıştı. Garip olaylar dönüyor." O konuşmayı duyduğunu bilmiyordum.

 

Uraz kafasını salladı. "O gün seni zorla alıkoyması da normal değildi." Bu da ayrı bir konuydu. Anlattıkları gibi Ilgaz, Akel tarafından takip ettirilmişti fakat olay yine benimle ilgiliydi. "Akis'te üzerinizde çok fazla nefret olduğu için tehlikede olurdunuz ama öylece salıvermesi de şüpheli." Ilgaz elini çenesinin altına yasladı. "Ya bana gerçekten güveniyor ya da öyle düşünmemizi istiyor." diye devam ettirdi arkadaşının sözünü. İkisi bir süre bu ihtimali düşündü.

 

Akel sandığımdan da tehlikeli biriydi. Bana ettiği sözler, kolayca söylenmiş tehditler... Hepsini büyük bir soğukkanlılıkla yapıyordu. Gözlerimi bileklerimdeki yaralara diktim ve "Peki rya haritası dediğiniz şey neye yarayacak?" diye sordum.

 

Uraz heyecanla öne atıldı. "O harita sayesinde artık vücudundaki bütün ryaların yerleştirildikleri konumları görebileceğiz ve birkaç haftaya da işlevlerini öğrenmiş olacağız." Bir süre yüz ifademi izledi, istediği ilgiyi alamamıştı. "Buzlukta öyle bir makinenin tekrar inşası yıllar alır, bu yüzden Akis'e girmek zorundaydık. Kaosu yararımıza kullandık, hepsi bu."

 

Bardağın kulpuyla oynadım. "Sanırım bu anılarımın tümünü bana geri verebilmek için." Bakışlarım Ilgaz'a kaydı. "Buna onay verdiğimi hatırlamıyorum." dedim soğuk bir ifadeyle. "Ama bu muhteşem bir şey, kaç gece çalıştık bir yol bulabilmek iç..."

 

"Anlamıyorsunuz." dedim Uraz'ın sözünü kesip. "İlk önce bana sormalıydınız. Planı konuştuğunuz zaman beni de çağırmalıydınız." Kızgındım. Bunu belli etmekten de kaçınmıyordum. "Akel beni o koltuğa oturttuğunda ve ellerimi dahi hareket ettiremediğimde neler hissettiğimi biliyor musunuz?" İkisi de konuşmadı ama Ilgaz'ın kafasını eğdiğini gördüm. Başını ellerine yasladı. "Şüphe duydum." dedim hissettiğim diğer bütün duyguları bir kenara atarak. Çünkü şu an bahsettiğim, hepsinden daha da yıkıcıydı. "Ilgaz'ın beni kandırdığını düşündüm, senin de başından beri bana neden bu kadar iyi davrandığını sorguladım." Sinirliydim ama konuşurken ses tonum oldukça sakin çıkıyordu. "Siz bugün birinin çaresiz korkusunun tek nedeni oldunuz." Dudaklarımı birbirine bastırdım. Olanları üstümden atabilmem için önümde duran ıhlamurdan daha fazlası gerekiyordu.

 

Uraz oturduğu yerden kalktı ve yanıma geldi. "Haklısın." dedi kollarını omuzlarıma sararken. "Biz sadece olacaklara odaklandık. Senin için ne kadar zor olduğunu anlayabiliyorum Peri." Koltukta yanımda oturup beni tutmasına izin verdim. Yüzümü ceketine yasladım. Yumuşatıcı kokuyordu. "Günlerdir her gece bu operasyon üzerinde çalışıyoruz Ilgaz'la beraber. O kadar heyecanlıydık ki senin dışlanmış hissedeceğini düşünemedik." Bu kadar yerinde ve rahatlatıcı cümleler kurmayı nasıl başarıyordu bilmiyordum ama sarılışının da etkisiyle kızgınlığım azalmaya başlamıştı. Bana asla o laboratuvarda geçirdiğim dakikaları unutturamazdı, sadece üzerini örtüyordu.

 

Ilgaz'a baktım. Boş bir ifadeyle yeri izliyordu. "Akel benimle ne yapmayı planlıyor?" Sorum onun dikkatini çekmiş olacak ki yüz ifadesi ciddi bir hâl aldı. "Artık bu yöntemi duyurmaya hazırlanıyor ama oluşan soğukluğa bir çözüm bulamazsa kabulü zorlaşır."

 

"Kim kabul edecek?"

 

"Başkent. Akel tedavi yöntemlerini ülke geneline yayacak ve sonra da bütün dünyaya."

 

Uraz araya girdi. "Bütün bunları, Akis'in işleyişine ve kullandıkları yöntemlere kadar hepsini eğitimlerinde öğreneceksin. Merak etme." Eğer bugün Ilgaz beni götürmeseydi zaten eğitimlerime başlamış olacaktım. Uraz kollarını benden çekip arkama yaslanmama yardım ederken esnememe engel olamadım.

 

"İçmeyeceksen niye çayımı ziyan ediyorsun?" Bir an bana söylediğini sanmıştım ama Uraz Ilgaz'a kızıyordu. "Tabi senin tuzun kuru, ben anca milletin fotokopi makinesini tamir edeyim."

 

"Lider seni maaşa bağlamadı mı oğlum, içtiğim çaya kadar hesap ediyorsun?" Uraz omuzlarını silkti. "Maaşı cihazları bitirip ihraç edilince alıyorum haberin olsun. En az üç ay sonra yani."

 

Araya girdim. "Sen nasıl para kazanıyorsun?" diye sordum Ilgaz'a. Biraz kaba bir soruydu tabi yine de dert etmeyeceğini düşünüyordum. "Baba parası." diye cevapladı Uraz. Ilgaz kaşlarını çattı. "İki dakika sus." dedi Uraz'a. Ona kızamıyormuş gibiydi. Susmasını söylüyordu ama az önce söylediklerini gülerek dinlediğine şahit olmuştum.

 

Uraz'ın cümlesine şaşırmıştım. Ilgaz da bunu gördüğünden açıklamaya başladı. "Uraz Lider'den bahsediyor Peri. Etrafımızda baba figürüne en uygun kişi o." Kızgın kızgın Uraz'a baktı. "Ayrıca, artık ilaç yapımında rol almadığım için ücret de almıyorum. Pandia'da dans dersleri vermeye başladım."

 

"Bilmiyordum." dedim. Hem şaşırmış hem de onun adına sevinmiştim. "Umut Hoca küçükler için yeni bir birim oluşturdu. Son zamanlarda koreografiyle ilgilendiğinden fark edememişsindir." Başımı aşağı yukarı salladım. Uraz koluma dokundu ve odasına gidip dinlenebileceğimi söyledi. İtiraz etmeden ayaklandım. Akis'ten ayrıldığımızdan beri alacağım cevaplar için gözlerimi açık tutmuştum ve şimdi rahatça uyuyabilirdim.

 

Uraz'ın tarif ettiği odaya girip yatağa uzandım. "Girebilir miyim?" Ilgaz kafasını uzatmış, kapının aralığından bana bakıyordu. Gülümseyip içeri geçmesini işaret ettim. Yaşananlardan sonra onu karşımda böyle görmek beni rahatlatmıştı. Patlamaya neyin neden olduğunu ya da bizi öylece göndermelerindeki amacı bilmiyorduk fakat şimdi burada olduğum için şanslıydım. Elindeki kıyafetleri yatağa bıraktıktan sonra yanıma oturdu. Sırtımı başlığa yasladım.

 

Sessizce kıyafetlerin arasından bir merhem kutusu çıkardı. "İzin verir misin?" dedi parmağıyla vazeline benzer kremi alırken. Kolumu sıyırdım. Konuşmaya başlamadan önce bileklerimi sarmıştık, şimdi de yolda gelirken bahsettiği gibi morlukların üzerine krem sürecekti. Bana biraz daha yaklaşıp kremi sarmal morluğun üzerinde bulunan yeni oluşmuş noktaya yedirmeye başladı. "Bu geçmez ama yeni oluşanlar bir günde yok olur." Açıkçası benim için önemli değildi. Ilgaz vücudumdaki izleri benden daha fazla önemsiyor gibiydi.

 

Yüz ifadesini stabil tutmaya çalışıyordu ama kaşlarını çattığını görebiliyordum. "Az önce söylediklerin..." dedi bir saniyeliğine bana bakıp. "Ben..." Elleri durdu. Kafasını iki yana sallarken gözlerinin kızarmış olduğunu gördüm. "Seni oraya götürmemeliydim. Başka bir yol bulmalıydık. Çok özür dilerim Peri. Aklıma daha iyi bir çözüm gelmedi, bunun üzerinde ne kadar uzun süre düşündüğümü bilemezsin. Ben sadece...

 

Ellerimi yanaklarına sardım. "Tabi ki götürecektin." dedim gülümseyerek. Kendi üzerine çok fazla gidiyordu. Baş parmağım tenini okşadı. "Kızgınlığım bana söylemediğin içindi." Bakışlarını kaçırdı. Kadın onu tehdit etmişken başka nasıl davranabilirdi ki? Götürmeseydi başımıza daha kötü şeyler gelecekti belki de. "Şimdi buradasın." dedim fısıltıyla. "Başka hiçbir şeyin önemi yok." Parmakları sol bileğime dolandı ve elimi dudaklarına bastırdı.

 

"Çok acıdı aurora." dedi dudaklarının yerini solukları alırken. Avcuma burnunu yasladı ve derince bir nefes çekti içine. "Seni orada öyle görünce... Sanki tekrar on sekizime dönmüştüm, o kadar çaresizdim ki sadece... izledim." Parmakları boynuma ilerledi ve nazikçe dokundu. O gelene kadar boynumdaki demirle zar zor nefes almıştım.

 

Uzamış tutamları alnına dökülürken yavaşça onları geriye attım. "Sen beni kurtardın Ilgaz." dedim tane tane. "Seneler önce tanıştığımızda on sekiz yaşındaki Peri'yi de bugün hayatı hakkında hiçbir şey bilmeyen aurorayı da sen kurtardın." Kızarmış gözleri yaşlı bir şekilde beni izliyorlardı. O kadar güzeldi ki, görüntüsünü tanımlamak için başka bir kelime kullanmak istemiyordum. Parmaklarıyla elimi sardı. "İkimiz de sana minnettarız." dedim içtenlikle.

 

Hiçbir şey hatırlamıyor olabilirdim ama hislerim bana yeterdi. Ilgaz'ın bakışları, Ilgaz'ın gülüşleri, Ilgaz'ın sözleri... Ona ait her şeyin bana özel olan bir biçimi vardı. Birbirimizi iyileştirmek bütün bunların dışında kalıyordu. Hislerimin iyileştirilmiş olmamla hiçbir ilgisi yoktu.

 

"Hatırla artık aurora. Bütün yaşadıklarımızı, beraber okuduğumuz kitapları, hissettiklerimizi... Hepsini bir an önce hatırla, ne olur..."

 

Ses tonu öyle muhtaç çıkmıştı ki karşımda ilk günlerdeki küçük kırgın çocuk varmış gibi hissetmiştim. Kafamı salladım hipnotize bir şekilde. "Beraber kitap mı okuyorduk?" diye sordum gülümseyerek. Hareketlenip sırtını benim gibi başlığa doğru çevirdi ve kolunu omzuma attı. Ona biraz daha yaklaşıp başımı omzuna yasladım. "Hem de bir sürü okurduk. Doktorlardan sürekli sana kitap getirmelerini isterdin."

 

"Dur tahmin edeyim." dedim. "Şiir kitapları..." Kafasını salladı. "Bankta ilk buluştuğumuzda sürekli alıntı yapmandan anlamalıydım." dedim gülerek. Ilgaz başını eğmiş, yüzüme bakmaya çalışıyordu. Kafamı hafifçe kaldırıp ona yardımcı oldum. "Etkilenmiştin ama itiraf et." Gülüşüm büyüdü. "Daha çok aramızdaki soğuk yüzünden donmak üzereydim." diye cevap verdim alayla. Omzumda duran parmakları usulca bulundukları yeri okşadı. Neşeyle gülümsediğini fark ettim. "Yalan söyleme, sen soğuğa bayılırsın." Cevap vermedim. Öylece gözlerini izledim sadece. Ilgaz hakkımda bu kadar çok şeyi aklında tutarken benim tek tük bilgiye sahip olmam haksızlıktı.

 

Bakışları yoğun bir hâl aldı. "Evimin bir odası sadece şiir kitaplarıyla dolu." dedi fısıltıyla. Yutkundum. Aynı anda o kadar fazla güzel duyguyu bir arada hissediyordum ki derin bir nefes almam gerekti. Hissedebilmenin güzelliğini Ilgaz'layken daha da iyi anlıyordum. Bu nerede olduğumla ilgili değildi, kiminle olduğumla ilgiliydi. Huzur, sevgi, hayranlık, güven, coşku, hüzün, mutluluk... Hepsi onunlayken güzeldi.

 

Bacaklarımda, kollarımda ve sırtımda tanıdık bir acı baş göstermeye başladığında korkuyla "Ilgaz!" diye mırıldandım. Yine şu ryaların tenime vurma işlemleriydi. İki kolumu da açıp ona gösterdim. Farklı olarak sadece kollarımda değillerdi. Her yerdelerdi sanki. Ilgaz telaşla doğrulup parmaklarını yuvarlakların üzerinde gezdirdi. "Niye?" dedi ellerini derimin üzerine bastırırken. Sakin kalmaya çalıştım. Tahminimce çok fazla şey hissettiğim, karmaşık durumlarda başıma geliyordu bu. Biraz daha hızlı hareket etseler tenimi delip dışarı çıkabilirlermiş gibiydi.

 

Ilgaz Uraz'ı çağırmak için ayaklandığı sürede acının azaldığını hissettim. "İyiyim. Geçti." dedim derin nefeslerim eşliğinde. Ilgaz hızla tekrar yanıma geldi. "Bunun da nedenini bulacağız merak etme." dedi saçlarımı okşarken. Sakince uzandım. Bugünlük bu kadardı. Ilgaz kremi tekrar eline aldığında "Mavi ışıltılar neden yok?" diye sordum. Parmakları boynumun sağ kısmına masaj yapmaya başladı. "Akel'in iğnesi yüzünden. Endişelenme. Sana verdiğim hap bir iki saate her şeyi düzeltecek." Kanımda gezen şeylerden bile haberim yoktu. "Yani aurora hâlâ ışıklar saçmaya devam edecek. Merak etme." Gülümsedim. "Teşekkürler, ajan." dedim uykulu sesimle. "Her zaman ışıltımla beraber yanında olacağım."

 

Gözlerim kapandı. Yatağın sağ kısmı çökerken Ilgaz'ın sesini duydum. "İyi uykular benim güzel kuzey ışığım."

 

***

 

Sonunda başka bir güne uyanabilmiştim. Yani sanırım. Oda kapkaranlık olduğundan etrafımdaki hiçbir şeyi göremiyordum. Henüz güneş doğmamış olmalıydı. Yavaşça kalkıp kapının yanında ışıkları açabileceğim bir düğme aramaya başladım. Parmaklarım keskin bir şeye çarptığında oda morumsu bir ışıkla aydınlandı.

 

Hayretle ışığın geldiği bölmeye ilerledim. Bu, cam dikdörtgen bir kutuya benziyordu. İçinde ateş yanıyormuş gibiydi fakat ateşin rengi bilinenin aksine mordu. Lav lambalarına benziyordu, bu kadar aydınlatmasına şaşırmıştım ve hoşuma gitmişti.

 

Ev halkını görebilmek için koridora çıkmaya karar verdim. Ilgaz ve Uraz hâlâ uyuyor olabilirlerdi, yine de bir kontrol edecektim. Odadan dışarı adımımı attığımda beni yine karanlık karşıladı. İçimde kötü bir his vardı. Bunu anlamlandıramıyordum. Telaşla etrafıma bakındım. Burası Uraz'ın evi miydi?

 

Yan tarafımdan biri omzuma çarparak geçti. Hızla arkama döndüm ve duvarda tıpkı odada olduğu gibi mor, mavi karışımı bir ışık belirdi. Az önceki kişi uzun siyah bir pelerin giyiyordu. Bol şapkasını da kafasına geçirdiğinden onun kim olduğunu anlayamadım.

 

İçimdeki boğucu hisse rağmen yoluma devam ettim. Her adımımda bir ışık daha yanıyor, yürüğüm yolları aydınlatıyordu. Sonunda upuzun merdivenler karşıladı beni. Yapının mimarisi 18. yüzyıldan kalmış gibiydi. Kendimi etrafı incelerken buldum. Süslemesi aşınmış parkeler, bomboş duvarlar, tırabzanları gıcırdayan merdivenler... Hepsi oldukça eski görünüyorlardı. Öyle ki basamakları inerken merdivenin yıkılmasından korkmuştum.

 

Dümdüz ilerlediğim koridorlar beni genişçe bir alana çıkardı. Buraya nasıl gelmiştim? Belki de iyileşenlerin bir diğer buluşma alanıydı burası. Sadece etrafımdaki bu ağır atmosfere ve ilaç kokusuna anlam veremiyordum. Bana daha önce deneyimlediğim bir olayı anımsatıyorlardı. Kafamı yukarı kaldırdım ve devasa cam kubbeyle karşı karşıya kaldım. Etrafımdan bir iki tane daha siyah pelerinli insan geçip gitti.

 

Artık Ilgaz'ı bulsam iyi olurdu. Uzaklaşmakta olan pelerinli kıza yaklaştım. Şapkasını takmamıştı bu yüzden kız olduğunu anlayabilmiştim. Seslendim ama duymadı. Tam koluna dokunacağım sırada arkamdan başka birinin sesini duydum.

 

"İşte." dedi gür bir tonla. "İlk ipucun Peri." Kadın uzun kırmızı saçlarını savura savura bir iki adım attı. Hareket etmiyordum. Tekrar olmazdı. Bu sefer onlara karşı çıkmak için elimden geleni yapacaktım. Bir daha asla Akis'e ait herhangi bir cihaza bağlanmayacak, yeniden o iğrenç duyguları hissetmeyecektim. Bir çıkış yolu bulabilmek için etrafıma baktım. Bulunduğum bu geniş alanda ben ve Akel'den başka kimse kalmamıştı. Bir adım geri gittim. "Artık bu kovalamaca sıkıcı olmaya başladı. Daha eğlenceli hâle getirmek için böyle bir yöntem buldum." Epey eğlendiği belliydi. Rahat tavırları canımı sıkıyordu.

 

"Burası..." dedi ellerini iki yana açıp. "Dünyanın kaderinin değişeceği yer." İlk defa ona hak veriyordum. Eğer ben de insanlık adına bir şeyleri değiştirmek isteseydim tıpkı böyle bir yer seçerdim. Akel uzun adımlarla tam önümde durdu, duvardan yansıyan mor ışınlar pürüzsüz tenini aydınlattı. Güzel kadındı. Ve her kadının içinde bir miktar bulunan tehlikeyi, o kendi kendine daha da harlamıştı. Şu an benim için bu dünyadaki en tehlikeli ve akıllı kişiydi. Tehlike ile zekâ asla bir araya gelmemesi gereken özelliklerdi.

 

Yoksa işte böyle alev kırmızısı bir kadın ortaya çıkıyordu. O an içten içe Akel'e karşı bir hayranlık beslediğimi fark ettiğim ilk andı. Bütün yaptıklarına, yaşattıklarına rağmen kadının gücüne ve aklına karşı içimde karşı konulamaz bir merak vardı. Parmaklarının bana doğru uzandığını gördüm. Uzaklaşmak adına bir adım geri çekilirken ayağım arkamda bir şeye takıldı ve garip bir şekilde sırt üstü yere çakıldım.

 

Kirpiklerimi aralayıp hızla doğruldum. Nefeslerim o kadar düzensizlerdi ki bir ara öksürük krizine gireceğimi düşünmüştüm. Ellerimi göğsüme bastırdım ve tam karşımdaki kitaplığa diktim gözlerimi. Saçlarım ve sırtım terden sırılsıklam olmuştu. Yan tarafımdan bazı sesler geliyordu, koluma birkaç parmak sarılıydı fakat ben gözlerimi kapatıp birkaç saniye bekledim.

 

Korkuyla gözlerimi tekrar açtığımda karşımda yine aynı kitaplığı görmek beni rahatlattı. Ilgaz'ın sesini duydum. "Geçti." diyordu. Neyin geçtiği hakkında bir fikri olduğunu sanmıyordum. Aksine hiçbir şey geçmemişti ve gördüğüm şey her neyse bu, başımıza daha büyük belalar açacaktı. Rüya gördüğümü sanmıyordum. Bu gerçekti, o kadar gerçekti ki hâlâ sanki odanın ışıklarını yaksam mor alevlerle aydınlanacağını düşünüyordum.

 

"Kâğıt, kalem getirebilir misin?" dedim Ilgaz'ın bana uzattığı suyu içtikten sonra. O da daha yeni uyanmış gibiydi. Saç telleri bir o yana bir bu yana dağılmış, gözünün altları şişmişti ve onları zar zor açık tuttuğu belliydi. Eğer şu an bu kadar dehşet içinde olmasaydım, görüntüsünü bir iki saat izleyebilirdim.

 

Yanımda uyumuştu. Benim yattığım tarafın diğer yanı da dağılmıştı ve yastık yere düşmüştü. Yastıksız mı uyuyordu acaba? "Burada." dedi beyaz bir defter ve kurşun kalemi önüme bırakıp. Vakit kaybetmeden gördüklerimi harfi harfine, hiçbir detayı atlamadan kâğıda geçirdim. Çok önemli şeyler gördüğümü biliyordum. Bilinçaltımın bir oyunu olmadığına oldukça emindim ve bu kesinlik beni bile şaşırtıyordu.

 

Sayfa dolunca diğerine geçtim ve tam tamına önlü arkalı iki buçuk sayfayı küçük el yazımla doldurdum. Ilgaz başımda meraklı bir şekilde dikiliyordu. "Ilgaz..." dedim aklıma gelen şeyle. "Akis'te şakaklarıma bir şeyler battı. Ne içindi onlar?" Uzattığım kâğıdı elleri arasında özenle tuttu, endişeli olduğunu görebiliyordum ama yine de beni rahatlatmak için gülümsedi. "Aslında gerçekten bir şeyler batmıyor, yalnızca ışık demetleri. Değerlerini daha detaylı görüntülemek, makineyle temasta olmak için yapılan bir işlem."

 

Bu görüntüleri bana Akel göstermiş olmalıydı. Nasıl yaptığı hakkında bir fikrim yoktu, o sivri şeylerin yol açmış olabileceğini düşünmüştüm. Demek ki daha farklı bir yöntemdi. Ilgaz ve Uraz'ın mutlaka bir düşünceleri olurdu bu konuda. O yüzden yazıp Ilgaz'a vermiştim.

 

"Aç mısın?" diye sordu Ilgaz. Ayaklarımı yataktan sallandırdım ve gözlerimin önüne gelen kakülümü düzelttim. "Biraz." diye cevapladım kısaca. Rüyanın aksine -şimdilik rüya diye bahsetmeye karar vermiştim- ortalık aydınlıktı ve saatin öğleni geçmediğini düşünüyordum. "Sen üzerini değiştir, Uraz'ı bulacağım." Kapıya doğru ilerledi ama hemen sonra tekrar arkasını dönmüştü. "Yardım gerekiyor mu?" diye sordu nazikçe. Ayağa kalkıp krem sürmek için odama girdiğinde getirdiği kıyafetleri elime aldım.

 

"Hayır, teşekkürler. Ama lavabonun yerini öğrensem iyi olur." Kendime gelebilmiş değildim, kelimeleri yuvarlıyor olabilirdim. Ilgaz da bunun farkındaydı hatta lavabonun yerini söyleyip odadan ayrılmadan önce tereddüt ettiğini görebilmiştim. Kişisel ihtiyaçlarım için yalnız kalmalıydım. Kafam buğulu olsa da gücüm gayet yerindeydi. Ayrıca her geçen dakika daha da acıktığımı hissediyordum.

 

Hızlı hareket ettim, bol tişörtü ve bana tam gelen eşofmanı giydim. Sonra da koridorun sonunda bulunan banyoda ayılmak için birkaç kere yüzümü yıkadım. Uraz ve Ilgaz'ın konuşmalarını duyabiliyordum, birlikte çok fazla gürültü yapıyorlardı.

 

"Günaydın, yardım lazım mı?" Mutfağın kapısına omzumu yaslayıp Uraz'a baktım. O da yeni uyanmıştı anlaşılan. Gözleri küçülmüş gibiydi ve hâlâ pijamalarıyla duruyordu. "Günaydın prenses." diye karşılık verdi bana. Gülümsedim. "Anlaşılan yine senin şu telepatik rüyalar canlanmış." Kafamı salladım sadece. En son böyle bir rüya gördüğümde onlara geçmişi hatırlatmaktan başka bir şeye yaramamıştı. Ama bunun farklı olduğunu biliyordum.

 

Ilgaz bardakları alıp içeri gittiğinde Uraz da önündeki kâğıdı dikkatle okuyordu. "Bu normal bir rüya değildi." dedim vurgulamak için. Zaten okuduğunda kolayca anlayabilirdi. Parmağını kâğıdın üzerinde bir noktaya bastırdı ve gözlerini bana çevirdi. "Özetle burası pelerinli insanlarla dolu eski bir bina ve Akel kaderi buradan değiştireceğini söyledi." Uraz sözlerini bitirdiğinde Ilgaz da mutfak kapısında, tam yanımda durdu. Akıllarına bir şey geldiğinde yaptıkları gibi yine birbirlerine bakmaya başladılar. "İkinci bir Akis..." dediler aynı anda.

 

Demek ki yıllardır beraber çalışınca böyle oluyordu. "Umarım buraya daha yaratıcı bir isim bulmuştur." diye mırıldandı Uraz alayla. Ilgaz tezgâha doğru ilerlerken onun kafasına hafifçe vurdu. Sonra az önce hayret verici bir şeyi öğrenmemiş gibi bana döndü ve merakla sordu. "Kahvaltıda ne istersin Peri?"

 

Doğrusunu söylemek gerekirse açken kafam pek çalışmıyordu bu yüzden ikinci laboratuvar meselesini kahvaltıdan sonra irdelemeye kendi kendime karar vermiştim. "Benim mutfaktan pek bir şey beklemeyin dostlar. Domates, peynir, zeytin... Ha bir de salatalık vardı."

 

"Ekmek?" diye sordum. İşaret parmağıyla ocağın yanında duran küçük dolabı gösterdi. Oraya doğru ilerledim ve poşetin içinde duran iki ekmeği aldım. "İçerde mi yiyeceğiz?" Ilgaz buzdolabından kafasını kaldırıp "Evet, dünkü sehpayı hazırladım. Maalesef Uraz'ın tek yemek masası o." diye yanıt verdi.

 

Uraz Ilgaz'a karşı savunmaya geçerken ben salona ilerledim. Televizyonun karşısındaki sehpaya temiz bir örtü serilmiş, üzerine de çatallar ve bardaklar sırayla dizilmişti. Elimdeki poşeti örtünün üzerine bıraktım. Mutfağa doğru seslenip keskin bir bıçak getirmelerini istedim. Onlar işleri hallederken ben de televizyondan izlenebilecek güzel bir program aramaya başladım.

 

Çok geçmeden eski dizileri yayınlayan bir kanalda karar kılmıştım ve Urazlar da gelmişti zaten. Ekmekleri ikiye bölüp tost yapılabilir hâle getirdim ve beni izleyen ev arkadaşlarıma dağıttım. Uraz arasına domates ve peynir koyduğu ekmeği ısırdıktan sonra neşeli bir mırıltı çıkardı. "Çoğu yemekten daha güzel." diye mırıldandı. Bitki çayımdan bir yudum aldım. Bu da dünden kalan ıhlamurdu. Rengi sarıdan kahverengiye dönmeye başlamıştı. Güzel kokuyordu.

 

"Hani Hazar'a seninle tanışmış mıydık diye sormuştun ya. Bence kesinlikle tanışmışsınızdır." dedim televizyondaki diziyi izlerken. Bazı tepkileri ve davranışları birbirlerine fazlasıyla benziyordu. Uraz cümlemden sonra sessizleşti. Düşünceli gözüküyordu.

 

Bir süre herkes karnını doyurmaya odaklandığından sadece televizyonun sesi duyuldu. Uraz da arkasını dönmüş, diziyi izlemeye başlamıştı. "Kendini iyi hissediyorsan, buzluğa gidelim de sana şu operasyondan bahsedeyim. Ne kadar çabuk o kadar iyi."

 

Ilgaz hemen araya girdi. "Biraz daha dinlensen iyi olur." Koluna dokundum, yüzünde gezinen mavi ışıltıları görmek beni rahatlatmıştı. Her ne kadar acılı bir iyileşme işleminin sonucu olsalar da bunları seviyordum. "İyiyim, merak etme." dedim Ilgaz'a gülümseyerek. "Gidebiliriz."

 

Ilgaz'ın bakışları ona dokunduğum kolumdaydı. Kaşları çatıldı. Ne olduğunu anlamamıştım. Bir şey söylemedi ben de soracak fırsatı bulamadım. Çünkü hemen ayaklanmış, masayı toplamaya başlamıştı. Uraz da benim gibi şaşırmıştı ama çok geçmeden ona ayak uydurdu.

 

Sehpanın üzerindeki örtüyü mutfağa götürdüğümde "Ben telefonumu alayım çıkalım." dedim. Uraz beni onayladı. Dediğimi yapmak için uyuduğum odaya ilerledim, arkamdan gelen Ilgaz'ın varlığını fark etmiştim; sadece odaya ulaşmayı bekliyordum.

 

Ilgaz kapıyı kapatırken ben de yüzümü ona çevirdim. "Artık yapmadığını söylemiştin." dedi sinirle. Parmaklarını saçlarının arasından geçirdi ve öylece bana bakmaya başladı. Gerçekten neden bahsettiğini bilmiyordum. Sadece iyileşenlere katıldığımdaki gibi bir tepkiyle yeniden karşı karşıya kaldığım için şaşkındım.

 

"Niye yapıyorsun bunu? Onlar artık hayatında değiller ki."

 

"Neden bahsediyorsun?" diye sordum. Bana doğru bir iki adım atıp yanıma geldi. Sol eli bileğimi kavradı ve dirseğimin alt kısmını gösterdi bana. "Bunlardan bahsediyorum. Söyle hemen. Neden yaptın bu izleri?"

 

Gösterdiği izler iyileşmemelerinden endişelendiğim kırmızı çizgilerdi. Ilgaz'a eskiden tırnaklarımı tenime geçirme alışkanlığımdan bahsetmiş olmalıydım. Şimdi anlıyordum sinirinin nedenini. Söylediği gibi artık bazı kişiler hayatımda değillerdi bu yüzden izlere de ihtiyacım yoktu.

 

"Ben yapmadım." dedim. Aslında şöyle bir bakınca gerçekten de tırnak izleri gibi gözüküyorlardı. Ve durumları daha vahim gibiydi. Kırmızılıkları artmıştı. Mavi ışıltıların bu kırmızılığı yok edememesi de ayrı ürkütücüydü. "Bir yerlere takılmış olmalıyım."

 

Ilgaz bir süre bana inanmamıştı ama parmakları bileğimden uzaklaştığında şüphesinin giderek azaldığını görebildim. Derin bir nefes aldı. Telefonumu almak için yatağa doğru ilerledim. Yastığımın altında olduğunu hatırladım.

 

Yastığı elime aldığım sırada omuzlarımda bir baskı hissettim. Bana bir şey daha söyleyecek olmalıydı. Düşüncemin aksine Ilgaz ona doğru döndüğüm an kollarını bana sardı. "Sakın bir daha öyle şeyler yapma." diye mırıldandığını duydum. Bugün ilklerimin günü müydü bilmiyordum ama tam şu an Ilgaz'ın bana olan şefkatinin ve sevgisinin derinliğini anlamaya başladığım ilk andı.

 

Hissettiriyordu ve bunu yapmayı sevdiğini de biliyordum. Bu dünyada bana tam anlamıyla bir ailenin nasıl olması gerektiğini gösteren ilk kişiydi Ilgaz. Aile dediğin tam da böyle hissettirirdi. Kolları etrafını sardığında aynı zamanda kalbini de sarmalar, bütün sorunlar önemini yitirirdi. Ilgaz, dünyanın sonu geldiğinde yanımda memnuniyetle kalacak tek ailemdi.

 

Eğer böyle bir şey mümkünse ben de o zaman onun yanında olmayı diliyordum. Sabah Ay doğduğunda, Güneş günün ilk ışıklarıyla doğudan battığında buna birlikte tanıklık edebilir; birbirimizin yanında kalabilirdik. Kollarımı ona doladım. Çenesini omzuma yaslamıştı ve bunu yapabilmek için dizlerini büktüğünü görebiliyordum.

 

"Bu aralar çok mu duygusalsın bana mı öyle geliyor?" diye sordum alayla. Saçlarını okşadım. Gün geçtikçe onunla yakınlaşmak, eksik anıları tamamlamak paha biçilemez bir şeydi. "Senin yanında olduğumdandır." diye cevapladı sorumu. Kafamı eğip yüzüne bakmaya çalıştım. "Bütün duygularımın sebebi sensin." dedi gözlerime bakarken. "Ondandır."

 

Yüzümdeki anlamsız gülümsemeyle kollarımı çekip çarşafın üzerindeki telefonu aldım. Ayrılmasam bu bir daha asla gerçekleşemeyecekmiş gibi gelmişti. "Hadi gidelim de hatıralarımı geri alalım." dedim odadan çıkarken. Arkamdan Ilgaz'ın sesini duydum. "Yani beni." dedi bariz bir şeyi vurgulayarak.

 

Koridorda Uraz'la karşılaştık. Bana kalın bir mont uzattı. Tam yanımda duran Ilgaz'a çevirdim gözlerimi. "Yani seni."

 

***

 

Telefonumdaki mesajı dokuzuncu okuyuşumu da bitirdiğimde artık durmam gerektiğinin farkındaydım. Yeni amaçlarım vardı ve bu uğurda böyle şeyler benim için önemsiz olmalıydı. "Kötü bir haber mi?" diye sordu Uraz. Telefonu hızlıca kapatıp klavyenin yanına yerleştirdim. "Önemsiz." diye kestirip attım.

 

Başvurum üniversite komisyonu tarafından kabul edilmişti. Bir seneliğine artık o üniversitenin öğrencisi değildim. Bu durumun beni etkilemesi şaşırtıcıydı. Sadece bir dönem... Sonra bölümüme devam edebilirdim.

 

"Buraya uzanmalısın." dedi Uraz. Montumu çıkardım. Geçen gün gelip araştırma yaptığım odanın hemen yanındaki bölmedeydik. Uraz dikkatle elindeki kâğıdı inceliyordu, Ilgaz şu an burada değildi. Lider'e yeni gelişmeler hakkında bilgi vereceğini söyleyip gitmişti.

 

Devasa sedyeye önce yavaşça oturdum ve ardından sırtım soğuk demirle buluştu. "Bugün sadece vücudundaki ryaların işlevlerini öğrenmeye başlayacağız." Tam karşımdaki tavanı izledim. Ne kadar inkâr etmeye çalışsam da bir miktar korkuyordum.

 

Uraz başımın tam üzerinde duran makineyi benim üzerime doğru sürükledi. Sürgülü bir sisteme sahipti. Önce göğsümün üzerinde durdu makine. Uraz sol gözünü kapatıp merceğe yaklaştı. "Lider iki ekip çıkardı." Ilgaz'ın sesini duydum, geri gelmişti. Şu ikinci Akis meselesinden bahsediyor olmalıydı. Adım seslerini dinledim. Hemen sonra görüş açıma girdi ve parmaklarını ellerimde hissettim.

 

"Dokunma." diye onu uyardı Uraz. "Işımalardan net göremiyorum." Fazlasıyla ciddi duruyordu. İşi bittiğinde makineden uzaklaşıp kâğıda bir şeyler karaladı. Sonra bileğine küçük bir tableti yerleştirdiğini gördüm. Üzerimdeki makine sırayla, göğsümde, kollarımda, bacaklarımda ve en son başımda gezindi. Bu süreç boyunca sakince yatmaya devam ettim. Uraz sol gözünü kapatmaktan yorulmuş olacak ki oraya siyah bir bandaj yerleştirmiş, görüşünü iyileştirmeye çalışmıştı.

 

"Bu makinenin yapımı daha yeni bitti ve iyileşenlerin tenlerindeki ryaları görmemizi sağlıyor. Kolumdaki tabletle kontrol edebilirsin. Böylece ryalar yüzünden acı çeken veya sistemlerinde bazı aksaklıklar yaşayan bireyleri bu sorunlardan kurtarabiliriz." Akis'teki cihaz çiplerin tam haritasını çıkarıyor, işlevlerini de gösteriyordu. Bu o makinenin daha basit bir hâliydi. Dikkatle Uraz'ı dinledim. İlk eğitimimi ondan alıyordum tabi Ilgaz'ın beni yere serdikten sonra verdiği saçma öğüdü saymazsam.

 

"Kötü tarafı bu işlemi ilk senin üzerinde yapacak olmamız." Gözünün üzerindeki siyah bandajı çıkardı ve makineyi tamamen benden uzaklaştırıp kalkmamı işaret etti. Sıkıntıyla bir nefes verdiğini duydum. Bakışları Ilgaz'ı buldu. "Görüyorum ki ryalar bulundukları yerlerde sabit durmuyorlar. Bunun iki sebebi olabilir." Bileğindeki tableti de çıkarıp saçlarını düzeltti. Ela gözlerindeki ifade bahsettiği durumun gerçek bir sorun olduğunu gayet iyi anlatıyordu.

 

"Ya ryalar senin hastalığına uygun bir şekilde üretilmemiş..." Ilgaz Uraz'la olan karşılıklı tedirgin bakışmalarını kesip sözünü devam ettirdi. "Ya da sen öyle bir hastalığa sahip değilsin." Yüzümü buruşturdum. Anlamıyordum ve bu yüzden sinirlenmek üzereydim.

 

"Hastalığımın tam olarak aleksitimi tanısıyla uyuşmadığı doğru." diye açıkladım. Eğer aleksitimi olsaydım duyguları asla hissedememem ve adlarını ya da hangi durumlarda kullanıldıklarını bilmemem gerekirdi. İyileşmeden önce bazı duyguları tanımlayabiliyordum. Uraz'ın ikinci tahmini doğru olabilirdi.

 

"Ama o zaman Ilgaz'ı nasıl iyileştirdim?" Uraz bilgisayarların orada duran sandalyeye bıraktı kendini. "Benim teorime göre evet aleksitimi değildin ama sonuçta duyguları arada bir hissedemiyordun. Bu gelip giden hissizlik hâli Ilgaz'ı iyileştirmeye yetti. Fakat sana yerleştirilen çipler aleksitimi hastalığıyla tam uyumlu olduklarından şu an vücudun onları kabul edemiyor. Ilgaz'ın hastalığı zaten tam olarak hâlâ anlaşılmış değil. Bu yüzden de bazen hareket hâlleri ivme kazanıyor."

 

İşte bu derime vuran ryaları açıklardı. "Buna bir çözüm bulacağız." dedi Ilgaz kararlı bir ifadeyle. Uraz kafasını salladı. "Tam olarak senden bağımsız değiller. Sadece vücudundan kurtulmaya meyilliler." Çiplerden birer insan gibi bahsetmek ürkütücüydü.

 

"Peki sahte anıların bulunduğu ryayı bulabildin mi?" diye sordu Ilgaz. Uraz yerinden kalkıp yanıma geldi ve kolumu tuttu. "İşte tam burası." dedi sağ kolumda bulunan sarmal morluğun ortasını göstererek. "Tahmin ettiğimiz gibi böyle bir morluğun oluşması için çok fazla direnç olması gerekir." Uraz'ın bu kadar bilgili ve profesyonel olması şahane bir şeydi tabi ama bu deneyimleri nereden edinmiş olduğunu merak ettim.

 

"O çipi çıkaracağız ve..." Arkasını dönüp sedyenin yanında duran gri metalden yapılma masaya ilerledi. Eline aldığı kutu oldukça küçük ve değerli bir şey gibi duruyordu. Yavaşça kapağını aralayıp içindeki şeyi bana gösterdi. "Bunu onun yerine yerleştireceğiz. Kolunda olması işimizi kolaylaştırdı."

 

Kutunun içinde minik disk şeklinde bir madde vardı. Renksiz, şeffaf bir saat piline benziyordu. Yani Ilgaz ve ben, o laboratuvarda yaşananlar, Eylül, Uraz, geçmişim... Bu küçük şeyin içinde miydi? Bu kadar basit miydi birinin anılarını sıkıştırıp minik bir aletin içine yerleştirmek. İstemsizce bu ryanın benden daha canlı olduğu fikrine kapıldım. Benim aksime o gerçek hatıralara sahipti.

 

Gözlerim Ilgaz'ı buldu ve gülümsemeden edemedim. "Ne zaman?" diye sordum. Sesimdeki sabırsızlığı algılayabilirdiniz. Heyecanlıydım. Küçük Peri ve ben sonunda aynı hafızalara sahip olacaktık, onu kıskanmaya bir son verebilirdim fakat çektiği acılara olan saygım ebedi kalacaktı.

 

"Sen hazır olduğunda..." diye fısıldadı Ilgaz. Fısıltısı o kadar gürültülüydü ki bir an kulaklarımın söylediğini duyamayacağından korkmuştum. "Tamam." diye mırıldandım. Bugün değildi. İsteğimin aksine risklerin farkındaydım ve kendimi hazırlamam gerekiyordu.

 

Sedyeden indim ve Uraz'ın elini avuçlarımın arasına aldım. "Teşekkür ederim." dedim dolu gözlerimle. Bana kocaman gülümsedi ve boştaki elini saçlarıma atıp onları karıştırdı. "Hadi bakalım küçük hanım, bizimle yeniden tanışmaya hazır olduğunda ben burada olacağım."

 

Ona kısaca sarılıp Ilgaz'ın yanına ilerledim. Elini tuttum. "Kafeye bırakayım seni ben." dedi Ilgaz. Geleceğin getireceklerini bilmiyordum ama buna karşı duyduğum korku tamamen kaybolmuştu. Geçmişimi bilmeden ilerlemek sandığımdan da zordu. Olanları hatırladıktan sonra Akel'e duyduğum nefretin artacağına emindim. Akis'te gördüğüm küçük kızı hatırladım. Yeni canları yakamasın diye onu ve Akis'ini yok etmeliydik. İyileşenler de bunun için vardı. Bundan sonra onlara yardım etmek adına daha sıkı çalışacak, bütün karmaşaya bir son verecektik.

 

Her şey sona erdiğinde normal hayatıma dönmeyi ve o hayatta Ilgaz ile Uraz'ın yer almasını diliyordum. "Akşam Pandia'da buluşalım mı?" diye sordu Ilgaz beraber temiz havaya çıktığımızda. "Ben kafeden sonra dinlensem iyi olur. Sen de öyle yapmalısın." dedim. Uraz'ın gri arabasına bindik. Ilgaz arabayı çalıştırdı.

 

"Tamam o zaman. Başka zamana artık." Bu cümleyi sık kullanmaya başlamıştı. Kelimelerin bana bir şeyleri çağrıştırdığını, içime derin bir hüzün yerleştirdiğini inkâr edemezdim. Taşıdığı anlam yüzünden un ufak olabilir, ağırlığı altında ezilebilirmişim gibi hissettim.

 

Ve ilk kez hissetmek beni bu kadar korkuttu.

 

,

 

 

Bölüm : 20.02.2025 20:09 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...