
"Yani bu normal insanlarda işe yaramaz öyle mi?"
"Evet."
Elimdeki şişeyi parmaklarımın arasında bir tur döndürdüm. Baş kısmı tıpkı eski yangın tüplerine benziyordu. Altta ve üstte son kısımları birbirlerine değecek şekilde tasarlanmış iki kol vardı. Uraz bu spreyin içeriğini kendi hazırlamıştı ve şimdi de bana nasıl çalıştığını öğretiyordu. Söylediğine göre içerisindeki sıvı dışarı püskürtüldüğünde büyük bir gaz bulutu oluşturuyordu ve doğrudan ryaların çalışma mekanizmasını sekteye uğratıp gazı soluyan kişide birkaç saniye nefessizlik hissine neden oluyordu. Tabi vücudunda rya bulundurmayan bir birey bu spreyden etkilenmezdi.
"Peki neden laboratuvarda kullandığın zaman Ilgaz ve sen bundan etkilenmediniz?" Beni Akis'e götürmek zorunda kaldıkları günden bahsediyordum. Tam dışarı çıkmak üzereyken iki adam Ilgaz'ın yolunu kesmişlerdi ve Uraz da bu ilaç sayesinde onları etkisiz hâle getirmişti. Boyutu oldukça küçüktü. Tablet şeklinde bir şişesi vardı ve başlığı da minik olduğundan cebime koysam kimsenin fark edeceğini düşünmüyordum.
"Tabi ki etkilendik, ama buzluk bunun için var. Birçok defa bu gazı soluduk ve bunu nasıl engellememiz gerektiğiyle ilgili alıştırmalar yaptık." Anladığımı belirtmek adına kafamı aşağı yukarı salladım. Gözlerim üzerinde oturduğum devasa sedyeye kaydı. Hemen ardından yan tarafta bulunan çeşitli metal kesici aletleri incelemeye başladım. Ilgaz'ı bekliyorduk. Az sonra bu sedyenin üzerine uzanacak Uraz'ın derimi kesmesine izin verecektim. Ürperticiydi, vücuduma yapışık bir cihazın çekip çıkarılacağını düşündükçe daha da ürperiyordum.
Üzerimde temiz, uzun, mavi bir giysi vardı. Saçlarımı toplamış, yine şeffaf mavi bir bonenin altına saklamıştım. Şahsen sadece kolumla gerçekleştirilecek bir işlem için bu kadarının gerekli olup olmadığını sorguluyordum. Bütün bu giysiler ve steril ortam stresimi artırmaya yetiyordu.
Bulunduğumuz çok da büyük olmayan, mini ameliyathane odasının sürgülü kapıları aralandığında bir süredir tuttuğum nefesimi geri bıraktım. Ilgaz da tıpkı benim gibi mavi bir önlük giymiş, ellerine de birer eldiven takmıştı. Maskesi çenesinin altındaydı ama yanıma gelirken onu da dudaklarının üzerine örttü. "Ben hazırım." dedikten sonra bana yaklaşarak elimdeki şişeyi aldı ve uzanmama yardım etti. Altımdaki çarşafın soğukluğu sırtıma işlerken gözlerimi metal tavandan ayırmadım.
Uraz'ın "Ilgaz anesteziye başla." dediğini duydum. Gözlerine tuhaf bir gözlük geçirmiş, küçük bir televizyona benzeyen makineyle ilgileniyordu. Ilgaz özenle hazırlanmış masanın yanına gidip bir şeylerle uğraşmaya başladı. O sırada Uraz görüş açıma girmiş, monitörden uzanan kabloyu önlüğümün geniş yakasını biraz daha aşağı çekerek göğsüme yerleştirmişti. Bu işlemi birkaç kere tekrarladı çünkü başımın hemen yanında üç tane ekran vardı.
"Peri, başlıyorum." dedi Ilgaz beni bilgilendirerek. "Tamam." dedim sakince. Bu odaya girmeden önce benimle uzun bir konuşma gerçekleştirmişti. Bütün süre boyunca hep yanımda kalacağını, çok kolay bir işlem olduğunu ve Uraz'ın birçok defa böyle operasyonlara katıldığını vurgulayıp durmuştu. Buzlukta Lider'den başka bundan haberi olan kimse yoktu. Çünkü biliyorduk ki bu ilk defa gerçekleşecekti ve iyileşenlerden birkaç kişi izlemek isteyecekti.
Uraz önüme onları görmemi engelleyecek bir set çektiğinde kolumun boydan boya ıslak bir maddeyle silindiğini ve ardından iğnenin tenime girdiğini hissettim. Sıvı damarlarıma yavaşça aktı. Uyutulmayacaktım, yoksa ryalar olduğu gibi davranamaz, yerleştirilen çipin vücudum tarafından kabulü zorlaşırdı. Yani Uraz böyle söylemişti.
Birkaç dakika sonra sağ kolumu hissetmemeye başladım. Baş ucumda duran Uraz dikkatle monitörlere bakıyor, sürekli duyulan bip seslerinin arasından Ilgaz'la göz göze geliyordu. Onun bu sakinliği içime biraz olsun su serpiyordu. "Ilgaz bunu hissediyor musun?" diye sordu. "Hayır." dedim. "Peki ya bunu?" Yine olumsuz cevap verdim.
Uraz "Başlayabiliriz." dedi. Artık onu göremiyordum. Önümdeki bariyer tek bakabildiğim şeydi. Ha bir de gri tavan. "Temas yok, herhangi bir bağlantı yok." Muhtemelen Ilgaz'ı uyarıyordu. Bunu defalarca dile getirmişti, eğer işlem sırasında Ilgaz bana dokunur ya da aramızdaki bağı kullanarak herhangi bir eylem yaparsa bu ryaların sakin konumunu büyük ölçüde değiştirirdi.
Yutkundum ve bir acı hissetmeyi bekledim ama hiçbir şey olmadı. Yaklaşık on dakika boyunca karşımdaki bariyere baktım ve Uraz'ın emirlerini dinledim. Ilgaz onu asiste ediyordu. Dakikalar hiç de hızlı olmayan bir şekilde akıp gitti. Artık tahminen ne kadar süre geçtiğini bile algılayamıyordum. Göz kapaklarım ağırlaşmaya başlamış, susuzluk yüzünden boğazım kurumuştu.
Uzun sürenin ardından Ilgaz'ı görmek beni sevindirdi. Elinde bir kablo yığını tutuyordu. Onu alnımın tam üzerine yerleştirip bazılarını tenimle birleştirdi. "Bitti mi Ilgaz?" diye sordum uykulu sesimle. "Az kaldı güzelim. Sen şimdi biraz uyu olur mu?" Eldivensiz parmaklarıyla göz kapaklarımı örttü. Söylediğini yaparken zaten başka bir seçeneğimin olmadığını anladım. Başım ağrıyordu fakat ağrının giderek şiddetlendiğini uyku hâline geçerken tam olarak hissedemedim.
ILGAZ
"Yerleştiriyorum." dedi Uraz. Alnında terler birikmişti. Gözlerim karşı duvardaki saate kaydı. Neredeyse iki saati geride bırakmıştık. Bu kadar uzun süreceğini Uraz'ın da tahmin ettiğini sanmıyordum. Elimdeki peçeteyle alnını kuruladım ve elindeki eğri uçlu cihazla ryayı Peri'nin tenine yerleştirmesini izledim. Yavaş hareket etti. Çıkarılan ryanın çukuruna tam olarak oturduğundan emin oldu. "Sadece birkaç saniye..." diye mırıldandığını duydum.
Söylediği gibi aradan beş saniye geçmeden ryanın yanlarında minik sivri tutaçlar belirdi. Gözlerim ekrandaydı. Kamera yardımıyla gelişmeleri daha yakından takip edebiliyorduk. An ve an etraftaki kasların ryayı içine çekmesini izledik. Yüzümde rahatlamış bir gülümseme oluşurken Uraz'a sarılmamak için kendimi zor tutuyordum.
"Dikelim." dedi Uraz sakince. Arkamı dönüp malzemeleri hazırlamaya başladım. Peri derin uykudaydı. İlk başta uyutmamıştık ama hatıraların zihnine yerleşebilmesi için bu gerekliydi. Heyecanlı sayılırdım. Ne tepki vereceğini, nasıl davranacağını merak ediyordum. En kötülerini rüyasında görmüş, Uraz'ın da yardımıyla Eylül'ü de tanımıştı. O yüzden kayıplarımızın onu çok fazla etkilememesini umuyordum.
Sedyenin hemen yanında bulunan tabureye oturdum ve iğneyi tenine geçirmek için hazırlandım. Ama gözlerim gördüğü şeye anlam veremedi. "Uraz?" diye mırıldandım şaşkınlıkla. "Görüyorum." dedi. Peri'nin teni yavaşça iki taraftan da ortaya doğru ilerliyordu. Kesik atılan yer kendi kendine kapanıp yok oldu. Uraz bulgularını kontrol etti, herhangi bir terslik yoktu. Bip sesi düzenli bir şekilde kulaklarıma ulaşıyordu.
"Tamam bunu normal karşılayabiliriz. Önemli ol..."
Evet yaranın kendi kendini iyileştirmesini normal görebilir, yarayı açtığımız ilk anda iyileşmeye başlamadığı için şanslı olabilirdik. Ama bu... Şu an gerçekleşen şey kesinlikle normal değildi. Telaşla ve içimde biriken korkuyla tabureden hızla kalktım. Uraz koluma tutundu.
Peri'nin vücudundaki ryalar... Onlar uçuyorlardı. Yeni yerleştirilen hariç her biri Peri'nin tenini yarmış, dışarıya hücum etmişlerdi. Ancak bu sadece iki saniye sürdü. Yerlerinden kopan çipler sadece iki saniye havada asılı kaldılar ve ardından çukurlarına geri yerleştiler. Geride kanlı izler bırakmışlardı.
Asıl garip olan nabız sayısında ya da diğer bulgularda bir değişiklik olmamasıydı. İsmimi sayıklayan bir ses duydum. Adımlarım, kalp atışlarıma ayak uydururken hızla Peri'nin yanına ulaştım. "Nasıl hissediyorsun?" diye sordum. Gözleri kısılmış, saçlarından bir tutam bonenin altından kurtulmuştu. Cevap vermiyordu ama gülümsediğini gördüm.
Uraz telaşlıydı. Üzerimizdeki sürgülü makineyi bir o yana bir bu yana sürüklüyor, gözlerini mercekten ayırmıyordu. Sonunda işini bitirdiğinde "Her şey normal." dedi. "Bunun hareketli ryalarla ilgisi olduğunu düşünüyorum ve şu anlık bir problem görünmüyor."
Sinirle onun yanına ilerledim. "Ne demek problem görünmüyor? Az önce kızın vücudu delik deşik oldu." Son cümleyi fısıldayarak söylemiştim. İçimde bulunan telaş ve elimden hiçbir şeyin gelmemesinin de verdiği acizlikle birleşiyor nefeslerimi kesik kesik yapıyordu.
Uraz omzunu omzuma geçirip yanımdan ayrıldı ve Peri'ye sorular sormaya başladı. Bu tavrımdan hemen vazgeçmeli ve Peri'yi rahat edip dinlenebileceği bir yere götürmeliydim. Uraz problem yok diyorsa şimdilik yoktur, diye hatırlattım kendime. Sinirlenmenin, bağırıp çağırmanın kimseye bir faydası yoktu.
"Artık hatırlıyor musun?" diye sordu Uraz. Soruyu nasıl soracağını bilmemiş, konuştuktan sonra da yüzünü buruşturmuştu. Peri dalgınca kafasını salladı. Yorgun görünüyordu. Uraz onun doğrulmasına yardım ederken de hiçbir şey söylemedi. Kollarında ve bacaklarında uzun kırmızı yollar oluşmuştu. Ryalar arkalarında bu kanlı izleri bırakmışlardı. "Eve gidin, güzel bir duş alıp dinlensin. Akşam geleceğim." dedi Uraz. Kafamı salladım ve yüzümdeki maskeyi çıkarıp çöpe attım. Peri meraklı gözlerle beni izliyordu.
Yüzüme içten bir gülümseme yerleştirdim. Işıklar saçan güzel aurora, artık her şeyi biliyordu. İçimdeki buna değer miydi gerçekten diye söylenip duran sesi bastıramıyordum. Beni hatırlaması onun sağlığından daha önemli değildi. Pişmanlık bütün damarlarımı işgal ederken Peri'nin yanına yaklaştım. Dudaklarım saçlarının üzerinde dinlendi. Şampuanının kokusu ilaç kokularıyla birleşmişti ama ona ait olan her şey kalbimi çarptırmaya yetiyordu. "Hadi," dedim sevecen bir sesle. "Seni dinlenebileceğin bir yere götürelim."
Sedyeden inip bir iki adım atmasına yardımcı olmuştum ki bir anda kollarıyla bedenimi sardı. Omuzlarının sarsıldığını gördüm. Dolan gözlerime engel olamayarak ben de ona sarıldım. Yüzünü kıyafetime gömmüştü. "Teşekkür ederim." dedi boğuk sesiyle.
Aslında bundan nefret ediyor bile olabilirdim. Bana teşekkür etmesi, içimdeki suçluluk duygusunu daha da artıyor; ona yardım edemediğim her gün için kendime büyük bir öfke duymama neden oluyordu. Yeniden saçlarının üzerine bir öpücük kondurdum ve kendi kıyafetlerini giyebilmesi için ona biraz süre tanıdıktan sonra arabaya ulaşana kadar kucağımda yaşlarını akıtmasına izin verdim.
PERİ
Birinde gülüyorduk, birinde ağlıyorduk. Bazen her ikisini birden yapıyorduk. Dudaklarımız birbirine değiyordu. O müthiş soğuklukla irkiliyor, merdiven basamaklarında oturuyorduk. Yemek yememize izin verdikleri zaman gözlerimi ondan ayırmıyordum, istemiyordum çünkü.
Bazen kablolarla dolu bir koltukta hemen yanı başımda duruyordu. Elleri ellerimi sıkıca tutuyor, kulağıma güzel ve umut dolu sözler fısıldıyordu. Odama yatağımın üzerinde bulunan havalandırmadan sızıyordu. Yatağıma oturuyor, koridordan ayak sesleri duymaya başlayana kadar konuşuyorduk.
Ona kitap okuyordum, sırtımda kalp atışlarının hızını hissederken benimki de ona uyum sağlıyordu. Kimi zaman korkuyordum, kimi zaman onun benim mucizem olduğunu düşünüyordum. Gece korkarsam diye verdiği mum ve kibritleri avcumda tutuyordum ama asla yakmıyordum. Onun hemen koridorun sonundaki odada olduğu gerçeği rahatça uyumamı sağlıyordu.
Bana güzel haberler getiriyordu, duyduğu komik olayları mırıldanıyordu. Kahkaha atmam gerekiyordu belki ama ben sadece gülümsüyordum. Çünkü her saniye, yanımda olduğu için şükretmekle meşguldüm.
Dudakları burnumun ucuna dokununca nasıl hissettiğimi kendim bile tanımlayamıyordum. Sadece gözlerim kapanıyor, bu müthiş duyguyu fani hafızama kaydetmeye çalışıyordum. Yanaklarına ellerimi sardığımda mavi ışıltılar onu şimdiki gibi büyülü gösteriyorlardı. Ya da ışıltılar olmadan sarıldığımızda da büyülü hissediyordum.
O olmasaydı diye düşünmek istemiyordum, o vardı ve bütün varlığıyla yanımdaydı. Bastıramadığı duygularıyla, güzel bakışlarıyla, hissizliğime şifa olan davranışlarıyla... Ona minnettardım. Beni sevdiği için, bunu söylerken yanakları kızardığı için, acılarımın bir kısmını kendi sırtına yüklediği için... Bu kadar güzel bir kalbe sahip olup da onu hiç düşünmeden elleri arasında bana sunabilmesine minnettardım.
Şefkati; dayanmamı sağlayan, gelecek günleri umutla beklememi söyleyen sağlam bir duvar gibiydi. Birinde Uraz da vardı yanımızda, diğerinde yoktu. Birinde yere çökmüş hüngür hüngür ağlıyordum. O beni kollarımdan tutuyor, doğrulmamı sağlıyordu. Uzunca bir deneyden sonra yanımda dimdik durduğunu görüyordum. Ayaklarım birbirine dolanıyordu ama o yere çakılmama izin vermiyordu. Daha az önce tonlarca iğneyle delik deşik edilmiş kollarıyla belimi sarıyor, beni bütün yorgunluğuyla yakalıyordu.
Onunla yorgunluklarımız birdi. Acılarımız birdi. En önemlisi sevgimiz birdi. Ilgaz benim on sekiz yaşımı ve bugünümü kurtaran, hissizliğimi yoğun duygularıyla kaplayan, sevdiğim adamdı. Bugün de sevmiştim onu, dün de. Bugün bana olan bakışlarını, güzel kalbini sevdiysem dün de şefkatini, acılarını sevmiştim.
Ama bir şekilde sevmiştim işte. Sevmenin şekli olmazdı, yöntemi olmazdı. Bazen korkarak severdi insan, her an gidecekmiş gibi gelirdi. Bazen de büyük bir umutla severdi, hiç gitmeyecekmiş, hiç bitmeyecekmiş gibi...
Sırtımı arabanın kapısına yaslayıp bacaklarımı kıvırdığım bu saniyelerde Ilgaz Bulut'u izliyordum. Bütün hayatımı kaplayan ve bundan memnuniyet duyduğum adamı... Elleri direksiyonu sıkıca tutuyor, gözleri hâlâ ona bakıp bakmadığımı kontrol etmek için arada bir bana dönüyordu. Yanaklarının kızardığını görmek paha biçilemezdi. Birçok kez önüme dönmemi söylemişti ama yapamazdım. Gözlerim bir saniye olsun ondan ayrılırsa yok olacakmış gibi geliyordu.
Aramızda duran, benim kaybolmuş anılarımı barındıran uçurum yoktu artık. Endişelerim yoktu, kaygılarım yoktu. Sadece Ilgaz vardı. Arabayı durdurup da kendi tarafından indiğinde gözlerimle onu takip ettim. Aracın önünden dolandı ve eve doğru ilerledi. Sadece vücudunun bir kısmını görebildiğim saniyelerde paniğe kapıldım. Sırtımı bulunduğu yerden çekip kapıdan inmeye yeltendim ama hemen sonra arabaya doğru hızla geldiğini gördüm. Kapımı araladı, beni kucağına alıp eve doğru ilerledi. Kollarım boynundayken çene hizasından mavi ışıltılı yüzünü izlemeye devam ettim. Parmaklarım ensesine dokundu.
Az önce açtığı kapıdan geçtik. Karanlık yerlerde onu net göremediğim için sinirlenmek üzereyken hemen dirseğiyle ışıkları açıyordu. Bakışları kısa süreliğine bana döndü ama hemen gözlerini kaçırdı. "Bana öyle bakmayı durdurabilir misin?" diye sordu nazikçe.
"Nasıl bakıyorum ki?" diye sordum. Gülümsedi. Gülümseyişine gülümsedim. Beni buraya ilk geldiğimde uyuduğum yatağa bırakmadan önce bir süre daha kucağında tuttu. Bu sefer bakışlarını kaçırmadı. Hafifçe eğildi ve sırtım yumuşak yorgana değince burnumun üzerine dudaklarını değdirdi. Bu sefer gözlerimi değil kapatmak, kırpmadım bile.
"Evine hoş geldin aurora." diye fısıldadı. Bana gerçekleri anlattığı gün söylediği sözler hafızama doldu. Eşyalarını kullanabileceğimi söylemişti. Yeşil olanlar senin, maviler benim. Ilgaz'ın bana anlattıklarına inanmamakta haklıydım ama bazı şeyleri anlayamamış olduğum için kendime kızıyordum. "Ben suyu ısıtayım. Bir duş iyi gelir." Yanımdan ayrılmasını hiç mi hiç istemiyordum. Yine de hemen karşıdaki banyoya ilerleyince sesimi çıkarmadım. Yatağın başlığına sırtımı yaslayıp biraz daha sola kaydım ve Ilgaz'ı görebileceğim bir noktada durdum.
Buzluktan çıkmadan önce kıyafetlerimi değiştirmiştik fakat vücudumdaki kan izleri hâlâ varlıklarını sürdürüyorlardı. Bunların nedenini biliyordum. Çünkü görmüştüm. Ryaların tenime nasıl bir güçle vurduklarını tekrar hatırladım. Beni uykumdan uyandıran şey bu olmuştu. Sanki onları özgür bırakmam için yalvarmış, izin vermezsem beni parçalayacaklarını hissetmiştim. Ve ben de izin verdim. Derin bir nefes aldığımı ve savaşmayı bıraktığımı hatırlıyordum. Yüzüm dışında her yerden birer hücrenin koptuğunu düşünmüş, vücudumun hafiflediğini hissetmiştim. Önümdeki bariyer yüzünden sadece göğsümdeki ryaları görebildim. Kıyafetimden dışarı çıkamasalar da kumaşı nasıl kendileriyle birlikte yukarı çektiklerini görmüştüm. Kısa süre sonra geri gelmişler, giydiğim önlüğü kanla lekelemişlerdi.
Ilgaz'ın dolaplardan havlu çıkarmasını ve küvetteki suyu kontrol etmesini izledim. Vücudum sıcak suya kavuşabilmek için can atıyordu. Kısa süre sonra Ilgaz tekrar beni kucağına almış, banyoya taşımıştı. Ayaklarım minik paspasın üzerine değerken Ilgaz'ın suya bıraktığı yuvarlak şeyin dağılıp köpük köpük olmasını izledim.
Aynadan kendimle göz göze geldiğimde göz altlarımın kızarmış olduğunu fark ettim. Anlamsızca gözlerim bir kez daha doldu. Ilgaz'a baktım. Arkasını dönmüş, bir şeylerle ilgileniyormuş gibi görünmeye çalışıyordu. Oyalanmadan kıyafetlerimi çıkarıp sepete attım ve sıcak suyun içine bıraktım kendimi. Küvetin yüzeyinde simli simli parçacıklar yüzüyor, renkli köpükler vücudumu görünmez kılıyordu. Ilgaz'ın artık arkasına dönebilmesi için "Tamamdır." diye mırıldandım.
Zaten düzenli olan havluları katlamayı bırakıp bir tanesini yanında getirdi. Küvetin dışında kalan boşluğa, kafamı yasladığım mermerin yanına doğru ilerlediğini gördüm. Havluyu yere bırakmış, baş ucuma oturmuştu. Gözlerinin de tıpkı benim gibi kıpkırmızı olduğunu gördüm.
Ellerimi başımı yasladığım kısma yerleştirip Ilgaz'ı daha iyi görebileceğim şekilde durdum. Kolumu uzatıp yanağına nazikçe dokunduğumda parmaklarımdaki köpük onun tenine bulaştı. Tebessüm ettiğini gördüm ama pür dikkat ellerini izliyordu. "İyi ki varsın." dedim fısıltıyla. "İyi ki vardın."
Bakışları kısacık beni buldu ve bu sürede gözlerinin dolduğunu daha net gördüm. Ellerini hızla gözlerine bastırdı ama gözyaşlarını engelleyemedi. Hepsi tek tek yuvarlandı yanaklarından. "Sen varsan ben varım." diye mırıldandı. "Bunu nasıl anlatacağımı bilmiyorum ama sanki..." İçine derin bir nefes çekti. Ellerini göğsüne yerleştirdi. "Uzun zaman sonra ilk defa nefes alıyormuşum gibi, tam burada sen uykuya dalmışsın şimdi yeniden uyanmışsın gibi." Son cümlesini kalbini göstererek söyledi. Bana bakmaya çekinen gözleri bu sefer doyasıya izledi yüzümü. Parmakları köpüğe bulanmış saç tutamlarımdan birini aldı ve sakince tenine doladı. Yüzünde mavilikler çoğalmaya başlarken elini benden uzaklaştırdı. Kıvır kıvır şekil alan tutam gözlerimin önüne düştü.
"Hatıralar nankör ama sen öyle olma." Gözyaşları durdu. Parmak uçları kirpiklerime dokundu, kıpırdamadım. "Ayrı geçirdiğimiz her saniyeyi telafi edeceğiz." dedim içimde biriken güven duygusuyla. "Öyle yapacağız aurora." diye fısıldadı.
"Bana öyle seslenmeni seviyorum." diye itiraf ettim.
"Sevdiğini biliyorum."
Yutkundum. Bir süre kahve gözlerini izledim. "Demek bu evi ikimiz için aldın." Ona gelecekteki hayallerimi anlattığım bir anı hızla zihnimde belirdi. Akis'teki odamdaydık. Ilgaz gevşek bıraktığım havalandırma kapağından yatağıma atlamış, yanıma kurulmuştu. "Hayallerini anlat bana aurora." demişti. "Hayallerin hayallerim olsun." O zamana kadar çok üzerinde durduğumu düşünmediğim konu, Ilgaz bana sorunca en çok kafa yorduğum şeye dönüşmüştü. Hemen anlatmaya başlamıştım.
Ilgaz hastalandığında, burayı ilk gördüğümde düşündüğüm şey aklıma geldi. Evin doğayla olan uyumuna hayran kalmış, tıpkı hayallerimdeki gibi olduğunu düşünmüştüm. "Yaptırdım desem daha doğru olur." Bununla gurur duyuyordu. Omuzlarını dikleştirmiş, sırtını duvara biraz daha yaslamıştı. Gözlerine baktım. "Çok güzel." dedim. Yüzündeki gülümsemeyi silmeden dudaklarını ıslattı. "Güzel olan sensin." dedi oturduğu yerden kalkarken. "Ama bu güzelliğin buruş buruş olmasını istemeyiz. O yüzden ben çıkıyorum, sen de güzelce duşunu alıyorsun." Köşedeki duş kabinini işaret etti. Kafamı sallamama fırsat kalmadan banyodan çıkmıştı bile.
Geri kalan zamanda duşumu almış, havluma sarınıp odada benim için hazır edilen kıyafetleri giymiştim. Ilgaz her eşyadan ikişer tane var derken şaka yapmıyordu ama evde benim için hazırlanmış başka bir oda olduğu gerçeğini bilmiyordum. Ilgaz aşağıda yemek hazırlarken ben de evi gezme fırsatı buldum. Bir tane misafir odası, banyo ve onun yanında da benim odam vardı. Koskoca dolaba renkli renkli kıyafetler, etiketli ayakkabılar, makyaj malzemeleri yerleştirilmişti.
"Hale'den biraz yardım aldım." Ilgaz'ın sesini duyunca dolabın kapaklarını kapattım. "Beğendin mi?" Kafamı salladım. Hale buzlukta da bana fazlasıyla yardımcı oluyordu ve Ilgaz'la yakın olduklarını biliyordum. Buzluktaki herkes Ilgaz'la yakındı aslında. "İstediğin zaman gelip burada kalabilirsin."
Bu sözlerin ardından aşağı inmiş, benim için hazırladığı yemeklerden yemiştik. Artık çekinmiyordu. Masada yemek yemekten çok hoşlanmadığım için yerde yememiz konusunda ısrarcı olmuştu. Çok sorun etmiyordum ama küçükken masadaki yemekler pek huzurlu geçmemişti. Bunu Ilgaz'a ailemden bahsettiğim o soğuk merdivenlerde söylemiştim.
Yemeğin ortasında Uraz eve giriş yaptı. Anahtarla kapıyı açtığından geldiğini fark edememiş, onu görünce biraz korkmuştum. İkisi bir olup dinlenmem konusunda beni ikna ettiler. Uraz'ın koluma bağladığı serum yüzünden uykuya dalmak üzereyken yanıma bırakılan lavanta demetini hayal meyal gördüm.
,
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.45k Okunma |
141 Oy |
0 Takip |
31 Bölümlü Kitap |