
"İyi hissetmiyorsan gelmek zorunda değilsin İkra. Evde kalıp dinlen." Sözlerimi dinleyecek gibi durmuyordu ki bunu yattığı koltuktan doğrulduğunda daha iyi anladım. "İyiyim ben Peri. Kendin için endişelensen daha iyi olur." Biraz hâlsiz olduğum doğruydu fakat kendimi her zamankinden daha iyi hissediyordum. "Üstelik babam mutlaka senin yanında olmamı söyledi. Biliyorsun yeni bir sefere çıkmaya hazırlanıyor." Kafamı salladım. Savaş Amca'nın da bizimle gelmesini çok isterdim ama adam kızını bile zor görüyordu.
"Yine de Savaş Amca senin hasta olduğunu bilmiyor. Bilse evde kalmanı söylerdi." Sözlerim İkra'yı sinirlendirmiş gibiydi. Birden yerinden kalktı ve arkama geçip beni sırtımdan itmeye başladı. Ellerinin soğukluğunu tişörtümün üzerinden hissettim. "Ben hasta değilim. Sadece fazla üşüyorum." Daha dün üşümediğini kendi söylüyordu ama bu her neyse kimse nedenini bilmiyordu. Son gittikleri doktordan da bir şey çıkmamıştı. "Şimdi gidiyorsun ve hayatının en özel günü için hazırlanmaya başlıyorsun. Neredeyse gelirler."
Ona itiraz etmedim. Merdivenlere kadar sırtımdaki ellerle ilerledim, İkra basamakları yalnız çıkmama izin verdi. Odama gidip yüzüme birkaç bir şey sürdüm. Zaten yarışmanın yapılacağı salonda sahne makyajım yapılacaktı, o yüzden çok uğraşmadım. Rahat kıyafetler giydim. Dün son kez Umut Hoca'nın yaptırdığı elbisemi denemiştim. Bembeyaz dizlerimin üzerinde biten bir kıyafetti. Satene benzer bir kumaştan yapılmıştı ve yumuşaklığını tenimde hissetmeyi sevmiştim. Heyecanlıydım. Neredeyse üç aydır gecemi, gündüzümü bu yarışma için harcamıştım.
Bugünün gelmesini hep hayal etmiştim fakat aynı zamanda da hiç geleceğini düşünmemiştim. Dün gece uyuduğum yarım uykumla ne kadar sağlıklı bir performans sergileyebilirdim bilmiyordum, yine de üzerimdeki beklenti beni ayık tutmaya yetiyordu. Geniş bir çantaya gerekli eşyalarımı yerleştirdikten ve ışıma haplarından bir tane yuttuktan sonra salona geri döndüm. İkra ortalıklarda görünmüyordu. Koltuğa oturamadım. Ilgaz bizimkileri evlerinden toplayıp son olarak buraya uğrayacaktı. İkra'nın doğum gününde olduğu gibi iki araba gidecektik. Onun da heyecanlı olduğunu biliyordum. Gece boyunca uyumam gerektiğiyle ilgili mesajlar atmış, ama bildirim sesi yüzünden uyumama izin vermemişti.
Saatimi kontrol ettim. Yarışmanın başlamasına iki saat vardı ama biz sonlara doğru sahne alacağımızdan biraz geç gelmemiz söylenmişti. Yoksa ben sabahın altısında bile salona varmış olurdum. Evin önünden korna sesleri gelmeye başladığında Ilgaz'ın geldiğini anladım. Telefonum da cebimde titremeye başlayınca İkra merdivenlerin başında göründü. Telaşla koşturduğunu gördüm. Nasıl olduysa benden önce kapının önüne çıkmış, Uraz'ın kullandığı arabaya binmişti bile. Evin kapısını sıkıca kilitleyip aracın önünde beni bekleyen Ilgaz'a doğru ilerledim.
"Sakinleşebildin mi?" diye sordum. Kollarını kısaca etrafıma sardı. Geri çekilirken kaşlarını gergince havaya kaldırdığını gördüm. Kafasını iki yana salladı. Parmaklarımı omuzlarına yerleştirip aşağı yukarı hareket ettirdim. "Aylardır bunun için çalışıyoruz. Hata yapmayacağız." Gülümsedi. "Hadi." dedim arabayı göstererek. Parmakları yüzümü kısaca okşadıktan sonra dönüp sürücü koltuğuna bindi, ben de hemen yanına oturdum. "Bu kız büyümüş de yarışmalara mı katılıyormuş?" dedi Hazar garip bir ses tonuyla. Parmakları da saçlarımın arasına girmiş, tutamların dağılmasına neden olmuştu. Arkamı dönüp Hazar'a kızgın bakışlarımı gönderdim. O beni takmadan radyoya uzanmaya çalışıyordu.
Hazar cızırtılı sesler eşliğinde kendine uygun bir şarkı ararken ben onun hemen yanında oturan Ada'yla göz göze geldim. Bana gülümsedi ama teninin solukluğunu fark etmiştim. Gülümsemesi solunca yüz ifadesi durgunlaştı. Sanırım kendini pek iyi hissetmiyordu.
Hazar söylene söylene radyodaki işine bir son verdiğinde ben de önüme döndüm. Yarışma için seçilen salon biraz uzak sayılırdı. En son iki gün önce görmek için Ilgaz'la beraber gitmiştik ama bu yolculuğu gerçekleştirmek yerine yapacağımız tekrar provalarını düşünmeden edememiştim. Aslında benim anılarımı geri kazandığım günden sonra durmadan pratik yapmıştık, yine de yeterliymiş gibi gelmiyordu.
Ilgaz gözlerini kısacık benim üzerimde tutup sol elimi parmaklarıyla sardı. Bu sırada da Hazar arka koltukta bir şarkı mırıldanmaya başlamıştı. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Ilgaz Anadolu'nun sen yüce bir dağısın..." Bu şarkının nereden aklına geldiğini bilmiyordum fakat radyoya istediği şarkıyı bulamamış olması onu benim düşündüğümden daha çok üzmüş olmalıydı.
"Baharda yeryüzünde bu cennetin bağısın..." Ben Hazar'ın sesi yüzünden kaşlarımı çatarken Ilgaz'ın gülümsediğini gördüm. İlk tanıştıkları güne nazaran daha iyi anlaştıklarını görmek güzeldi. Dikiz aynasından Ada'yı kontrol ettim. Yanaklarındaki kırmızılık artmıştı, camdan dışarıyı izliyordu. "İyisin değil mi?" diye sordu Ilgaz Hazar'ın sesini biraz olsun bastırıp. O günden sonra sürekli bu soruyu sorup duruyordu ki haklıydı, birinin vücudundan cihazlar dışarı taşsa ve ben de buna şahit olsam nasıl davranacağımı bile kestiremiyordum. "İyiyim, iyiyim. Bir sorun yok."
Ilgaz'ın aksine bu durum bana fazla garip görünmüyordu. Sanki gözlerimi kırpmak, yutkunmak ya da nefes almak gibi bir şeydi. Bir refleksti. O an gerçekleşmesi gerekiyordu, ryaların dışarı çıkmaları gerekiyordu ve öyle olmuştu. Uraz hâlâ nedenini araştırıyordu ama bir adım bile ileri gidemediğini biliyordum. Bu olayın geçmişte tek bir örneği vardı ve o kişi de ölmüştü. Bugün mecburen çalışmalarına ara vermek zorunda kaldı çünkü Ilgaz'ın yanında olması gerekiyordu.
Her şey gibi Uraz, Doğu ve Eylül'le olan hatıralarım da geri gelmişlerdi. Uraz'a benim için yaptığı onca iyilik ve uğraş adına kaç defa teşekkür ettiğimi bilmiyordum ama yeterli değildi. Belki de kalan ömrüm boyunca her gün teşekkür etsem, her gün ona yardımcı olsam yine de yeterli olmayacaktı. O hepimizden çok kayıp veren, acı çeken, bu uğurda çabalayan biriydi. Öyle ki sabah çalışmaların nasıl gittiğine bakmak için buzluğa uğradığımda gözünün altında oluşan koyu halkaları bile görebiliyordum.
Buzluktaki herkes bir anneyi bir babayı ya da vasisi olan her kimse onu kaybederek girmişti Akis'e. Ama onlar bile Uraz'a ayrı bir saygı duyuyorlardı. Kimse acılarını yarıştırmıyordu, Uraz'ın bir kez olsun bunu dillendirdiğini duymamıştım. Tek görevi bizimle uğraşıp huzurumuzu kaçırmakmış gibi davranan Ertan bile son zamanlarda tamamen buzluktaki koşuşturmaya ayak uydurmuştu. Yüzünü de nadiren görüyordum. Muhtemelen Lider tarafından sert bir uyarıya maruz kalmıştı.
Herkes acılarının sebebi olan kişiye yoğunlaşmıştı, Boris'e bir yumruk bile atıldığına şahit olmamıştım. Acılar aklı köreltebilirdi fakat amaçlar insanı ayakta tutardı. Buzlukta geçirdiğim her saniye birilerinin çığlıkları kulağımda yankılanıyormuş gibiydi, özellikle geceleri. Etrafıma baktığımda ise kimsenin dudaklarının aralık olmadığını görürdüm. Hatta birbirlerine sıkıca kenetli olurlardı. Yine de duyardınız, o kadının ismi her söylendiğinde kalplerin nasıl bir acıyla attığını duyardınız.
Hazar şarkı söylemeyi sonlandırdığında tam bu işkence bittiği için derin bir nefes verecekken telaşlı sesini işittim. "İyi misin?" diyordu. Bu cümleyi bugün daha kaç defa duyacaktım?
"Ada, cevap ver." Ada'nın gözleri bir kapanıp bir açılıyor, boynu başını taşıyamıyormuş gibi bir o yana bu yana kıvrılıyordu. Hazar onu kucağına yatırdı. Telaşla Ilgaz'a döndüm. "Hastane..." diyebildim sadece. Gözlerimi Ada'dan çekemiyordum. "Hastaneye gidelim." Ilgaz camdan elini uzatıp arkada bizi takip eden Uraz'a eliyle bir şeyler işaret etti. İleride u dönüşü yapılmaz tabelasını görebiliyordum ama Ilgaz ya bunu fark etmemişti ya da önemsiz bulmuştu.
Tekrar arkaya döndüğümde Ada'nın tamamen gözlerini kapattığını gördüm. Hazar onun başını tutuyor, arabanın hızından dolayı sağa sola sarsılmasını önlüyordu. Gözlerinin dolu dolu olduğunu gördüm. Kafasını yola bakmak için kaldırdığında bir damla yanaklarından süzüldü. Telefonumun cebimde titreyip durduğunu hissedebiliyordum ama cevap vermek için uğraşmadım. Hastaneye varana kadar ellerim ve ayaklarım buz kesmiş bir şekilde oturmaya devam ettim. Arkadaşlarıma neler oluyordu böyle?
Hazar kucağında Ada'yla beraber arabadan koşarak çıktığında İkra da telaşla benim yanıma koştu. "Ne oldu?" diye sordu. Baha da onun arkasından yetişti. Kafamı iki yana salladım. Hazar'ın adımlarına ayak uydurup Ada'yı bir sedyeye yatırmalarını izledim. "Bilmiyorum. Zaten pek iyi görünmüyordu. Bir anda bayıldı." Hemşireler Ada'yı beyaz uzun bir perdenin arkasına götürdüklerinde bir diğer görevli de Hazar'ı uzaklaştırmakla uğraşıyordu. Sonunda Uraz onu kollarından tuttuğunda başını omzuna yaslamasını sağladı.
Çok önemli bir şeyinin olmadığını ümit ediyordum. Belki çok az yemek yemişti belki de sınavlar yüzünden stres yapmıştı. Diğer ihtimalleri düşünmek bile istemiyordum. Yaklaşık on dakika o koridorlarda bir o yana bir bu yana dolandık. Hazar koltuklarda öylece oturuyordu. Ancak doktor perdenin arkasından çıkınca hemen ayaklanıp kadına sorular sormaya başladı. "Şu anlık bir sorun görünmüyor. Size kan testinin sonucu çıkınca daha detaylı bir açıklama yaparım. Hasta uyandı, görebilirsiniz."
On dakikadır içimde tuttuğum sıkıntılı nefesi dışarı verdim. Altı kişi perdenin arkasına hızla yürüdük. Eylül boş gözlerle tavanı izliyor, elindeki pamuğu koluna bastırıyordu. Hazar hemen onun yanındaki sandalyeye yerleşti ve yüzünü incelemeye başladı. Ada'nın kaşlarını çatarak bana baktığını gördüm. "Siz neden buradasınız?" Onun cümlesini diğerleri takip etti. "Evet siz gidin geç kalacaksınız yoksa, biz Ada'yla kalırız."
Israrlar sonucu Ada'nın iyi olduğuna emin olduktan sonra Uraz, ben ve Ilgaz tek bir arabayla tekrar yola çıktık. Arka koltuğa yerleştiğimde ancak o zaman saate bakmayı akıl edebildim. Ada rahatsızlandığında yolun nerdeyse yarısını tamamlamış sayılırdık bir de üstelik geri dönmüştük. Sadece bir saatimiz kalmıştı. Hüsranla arkama yaslanırken bir saatin hem oraya varıp hem de saç makyajımızın hazırlanmasına yetmeyeceğinin farkındaydım.
Sadece içimden bir aksilik olmasını ve yarışmanın ertelenmesini diliyordum. Jürilerden biri hastalanabilirdi, sahne yıkılabilirdi, bir dakika içinde sağanak yağmur yağabilir, salonu su basabilirdi ya da en kötü ihtimalle yangın çıkabilirdi. Bu ihtimal aklıma geldiğinde hızla onu kafamdan attım. Yarışma şansımı ve üç ayımı çöpe atmış olabilirdim ama kimsenin zarar görmesine lüzum yoktu.
Ilgaz arabayı çok hızlı kullanıyordu, sol tarafımdan geçip giden ağaçların yeşil bulanık görüntülerinin birbirlerine karışmasını izledim. Ada'nın sağlıklı olmasına seviniyordum. Önce İkra sonra Ada derken onları kaybetme korkum iyice içimde büyümüştü. Hatta Baha da bazen İkra gibi hissettiğini söylüyordu ama bunun sadece psikolojik bir sanrı olmasını diliyordum. Birlikte çok fazla vakit geçirmişlerdi. Empati yapmayı abartmış olabilirdi. En azından öyle olduğunu düşünmek istiyordum.
Ben aklımdaki Ada'nın hareketsiz görüntüsünü atmaya çalışırken Uraz'ın "Bu da ne böyle?" dediğini duydum. Ön camdan bahsettiği şeyi görebilmek için biraz doğrulmak zorunda kaldım. Siyah yoğun dumanlar gökyüzünün rengini değiştirmiş, gri bir tabaka şehrin üzerine yayılmaya başlamıştı. Gözlerim şaşkınlıkla aralanırken Ilgaz arabanın hızını biraz daha artırdı. Kara bulutları izlerken midemin bulandığını hissettim.
İçimde bir şeyler çalkalanıp duruyordu. Araba ani bir frenle durduğunda iki tane itfaiye arabası ve telaşla etrafta koşuşturan insanlar görüş açıma girdi. Hemen arabadan indim ve olanları net bir şekilde görebileceğim bir noktada durdum. Alevler koca binayı sarmıştı, Uraz ve Ilgaz iki yanımda durduklarında farkına vardığım şey yüzünden kalbim sıkıştı. Zihnim Akis'te makinelerin bozulduğu günü bana hatırlatıp duruyordu.
Kalabalığın içinden Umut Hoca'nın bize doğru ilerleyen bedenini seçebildim ama gözlerimi turuncu, kırmızı alevlerden; simsiyah dumandan çekebilmem imkânsızdı. Uzun zamandır nefes almadığımı fark edince kirli havadan içime derince çekerek "Ilgaz." dedim boğuk bir tonla. Sesim kara dumanlar tarafından yutulmuş gibiydi. Şaşkın gözleri hemen beni buldu. Bakışlarımı alevlerin sarmaladığı binadan çekmedim, çekemedim. "Ben çok kötü bir şey yaptım."
***
ADA
İkra benim yastığımı düzeltmeye çalışırken "Hazar nerede?" diye sordum. Baha sıcak bir şeyler almak için kafeteryaya inmişti ama Hazar'ın nereye gittiğini bilmiyordum. "Bir kadın geldi. Halasıymış galiba. Dışarıda onunla konuşuyor." Şehrin dışındaki bu özel hastaneye Hazar'ın halası ne diye gelsindi ki?
Bacaklarımın üzerinde duran beyaz çarşafı çektim. "Hazar'la konuşmam gereken bir konu var." dedim İkra'nın itirazlarını geçiştirmeyi umarak. "İyiyim ben. Hemen Hazar'ı bulurum." Zaten muhtemelen açlıktan böyle olmuştu. Kendimi suçlu hissediyor, insanları telaşlandırıp vakitlerini çaldığım için üzülüyordum.
İkra durumları bildiğinden daha fazla bir şey söylemedi. Yavaş adımlarla bahçeye çıktım. Hastane gibi bahçesi de küçüktü hatta burası bahçe bile sayılmazdı. Büyük bir kısmı betondan oluşuyordu. Kapının önünde konuşan iki adamdan başka ortalıklarda kimse görünmüyordu. Binanın etrafını dolanmaya karar verdim. Sağ tarafa doğru yürüdüm. Hava biraz serin sayılırdı ama güneş tenimi ısıtmaya yetiyordu.
Hazar'ı binanın yan tarafında da göremeyince biraz daha yürüdüm. Artık konuşmamız gerekiyordu. Yılbaşı gecesinden sonra kafeden bir hafta izin almıştım. Çağrı Abi sınav haftamızda bize hep izin verirdi. Üniversitelerimiz aynı olduğundan vize haftalarımız da Hazar'la aynıydı. Bu yüzden görüşememiştik. Doğruyu söylemek gerekirse böyle olduğu için mutluydum. İçimde ona karşı son bulmayan bir öfke vardı. Ki diğer hafta da Hazar'ın bütün çabalarına rağmen ondan uzak durmuştum. Sinirim dinene kadar kendime zaman tanımıştım çünkü geri dönüşü olmayacak sözler söylemek istemiyordum.
Ama şimdi konuşmak için mükemmel zamanmış gibi geliyordu. Hâlâ kızgındım ona ki gayet de haklı olduğumu düşünüyordum. Her ne kadar konuşmak için çabalasa da Hazar da bana biraz zaman tanımaya çalışmıştı. Ona birçok şey için minnettardım, bu da o birçok şey kapsamına dahil olmuştu.
Hastanenin arka tarafına yaklaşmışken ben sedyede uzanırken perdenin arkasından çıkan görüntüsünü tekrar tekrar zihnimde döndürdüm. Gözleri kızarmış bir şekilde hemen gelip yanıma oturmuştu. Bilincimi kaybetmeden önceki telaşlı hâlini asla unutmayacaktım.
"Buraya kadar gelmenize gerek yoktu." Bu Hazar'ın sesiydi. Tahmin ettiğim gibi binanın arka kısmında olmalılardı ama konuşmak için neden böyle ıssız bir yeri seçtiklerini merak etmeden duramadım.
"Kaç haftadır Akis'e uğramıyorsun. Yeni gelişmeler oldu. Yardımına ihtiyacımız var." Ayaklarım hareket etmeyi kesti. Havadaki gerginliği hissedebiliyordum. Sırtımı duvara yaslayıp köşeye biraz daha yaklaştım ve Hazar'ın kiminle konuştuğunu görebilmek için kafamı biraz eğdim. Kadının arkası kısmen bana dönüktü. Hazar da yan bir şekilde durmuş, dikkatle kırmızı saçlı kadını izliyordu. Böyle bir tonu ancak gerçek bir ateşte görebilirdiniz. Dikkat çekmemek için bakışlarımı onların üzerinden çekip başımı duvara yasladım. Bu aralar Hazar'ın konuşmalarına çok sık kulak misafiri oluyordum.
"Az önce anlattığınız..." diye konuştu Hazar. Bir süre sustu. "Gerçekten yapacak mısınız?"
"Mecburuz." Kadının güldüğünü duydum. "Aslında değiliz." dedi. "Sadece ayağımın altında dolanan böcekleri pek sevmiyorum, bilirsin." Kadının konuşma tarzı ve cümlelerindeki ima beni rahatsız etmişti. Neyden bahsettiklerini bilmiyordum ama kafede Gökçe ve sevgilisinin söyledikleriyle bir alakası olduğunu anlayabilmiştim. Bunlar bir topluluk falan mıydı? Ne demişti, Akis mi?
"Artık çok fazla bilgi de getirmiyorsun. Sebeplerini sana hatırlatmamı ister misin Hazar? Yoksa arkadaşlıklarını çok mu içselleştirdin?"
"Hayır efendim. Okulumla meşguldüm." Hazar'ın sadakatine ve arkadaşlık diye bahsettiği konuya kafam takılmıştı. Arkadaşlık derken bizden mi bahsediyordu?
"Güzel. Peri sana güveniyor. Bunu kullanma zamanın geldi. Onu Ilgaz'dan olabildiğince uzak tut. Yakında zamanı sana ileteceğim." Kaşlarım çatıldı. Peri... Ilgaz... Hazar'a olan güvenleri... Dizlerim güçlerini yitirdiğinde yavaşça çömeldim ve sırtımı pütürlü duvara daha çok yasladım. Hayır. Hazar böyle bir şey yapmaz. O ve Peri çok iyi arkadaşlar. Ilgaz onu seviyor. Hayır.
"Tabi efendim. Siz hiç endişelenmeyin."
"Endişelenmesi gereken kişi ben değilim tatlım." Ardından derin bir sessizlik oldu. "İyileşenler zayıf olur Hazar. Sen de zayıflıklarına kapılma." Sonra gürültülü topuk sesleri duydum. Kafamı duvarın arkasından çıkardım. Kadının bende birçok soru işareti bırakıp gitmesini izledim. Ama Hazar yerinden bir milim olsun kıpırdamadı.
Kadın köşeyi döndükten hemen sonra bakışları beni buldu. Başından beri burada olduğumu biliyordu. Kollarını iki yana açtı ama hiçbir şey söylemeden geri indirdi. Çökük omuzlarıyla yere oturduğunu gördüm. Bir süre ikimiz de öylece bekledik. İlk hareket eden ben oldum. "İzin var mı?" diye sordum karşısına oturmadan hemen önce. Kafasını aşağı yukarı salladı.
"Bu hayatı ben istemedim." dediğini duydum. Dudaklarını birbirine bastırdı. Söyleyeceğim kelimeleri teker teker yuttum. Hazar her ne yapıyorsa bu Peri'ye zarar verecekti. "Baştan anlatmaya başlayabilirsin." diye bir öneri sundum.
İtiraz etmedi. Önce Akis'in ne işe yaradığını öğrendim. Hasta insanları iyileştiren bir kurumdu, anladığım kadarıyla da devletin bundan haberi yoktu. Ilgaz ile Peri de böyle iyileşmişlerdi ve şimdi de orayı yok etmeyi planlıyorlardı.
Bütün bunları dinlerken yüz ifademi stabil tutabilmek için çok uğraştım ama etrafımdaki kişiler hakkında bu kadar fazla bilmediğim şey olduğunu öğrenmek beni şoka sokmuştu. Ayrıca asıl şaşırtıcı olan Hazar'ın Ilgaz ve Peri'yi durdurmak için görevlendirilmiş olmasıydı. Yıllar önce Peri ile planlı bir şekilde tanışmıştı. Tüylerimin diken diken olduğunu hissettim. Benim tanıdığım Hazar bu olamazdı.
"Benimle de mi..." diye sormama kalmadan Hazar ellerime uzandı. "Hayır." dedi hemen itiraz istemeyen bir ses tonuyla. "Sen öyle değilsin." Öyle, diye tanımladığı şeyin ne olduğunu merak ettim. Ama sesimi çıkarmadım. Sadece Hazar'ın üstüne gitmemeye çalışıyordum. Onu anlamaya çalışıyordum ama bu pek mümkün değildi.
"Benden ne istiyorsun Hazar?" diye sordum fısıltıyla. Arkadaşça geçirdiğimiz onca an gözlerimin önünden geçip duruyordu. Gökçe'nin de neden o buluşmaya Hazar'la geldiğini anlamıştım. O toplanma da Hazar için sadece bir görevden ibaretti. Belki birkaçı öyleydi. İçimdeki öfkenin arttığını hissettim.
"Yanımda olmanı, beni sevmeni..." diye yanıtladı sorumu. Başımı eğip gözlerimi ondan kaçırdım. Yüzümdeki alayı görmesine gerek yoktu. "Sence de çok bencil değil misin? Yıllardır bunları veriyorum sana zaten." Elleri bana uzandı ama hafifçe geri çekildim. Onu tanıyamıyordum. Şimdi rol mu yapıyordu yoksa gerçek duyguları bunlar mıydı?
O kelimeyi kullanmasını beklemiyordum ama Hazar yaptı. "Aşk zaten bencillik değil midir?" dedi gözlerimin içine bakarak. Bu kadar acımasız olmasını kaldıramıyordum.
"Aşk zaten bencillik değildir Hazar." diye cevap verdim. Bir süre gözlerimi izledi ama hemen sonra ayağa kalktığını gördüm. Benden böyle çıkışlar beklemiyordu. Şu an ne hissetmesi gerektiğini bilmeyen bir kişi olarak gayet normal tepkiler veriyordum bence. Kendimi tutabildiğim, bağırıp çağırmadığım için şanslıydım. Hazar'ı karşıma almak istemiyordum.
"Bana inanıyorsun değil mi?" diye sordu üstten bana bakarken. Manipüle edildiğimi hissediyordum. Ona karşı hissettiğim duyguların parmaklarının arasında birer oyuncağa dönüştüğünü görebiliyordum. Onlardan bir araba yapabilir üzerime sürebilirdi ya da sadece yumruklarını sıkması bile yeterdi.
"Hazar..." diye söylendim onun gibi ayağa kalkarken. "Ne yaparsan yap ama duygularımı kullanma." Böyle olacağını başından beri biliyormuş gibi hissediyordum. O gece telefon çaldığında, biri bana unutamadığını söylediğinde kandırıldığımı hissetmiştim. Ama o birinin Hazar olmadığını anlayamamıştım.
O gece böyle bir şey beklemiyordum ama Hazar benim beklemediğim şeyler yapmayı seviyor olmalıydı. Tıpkı şimdi olduğu gibi... Gözleri duygularını alev alev yakıyordu ama bunu yüz ifadesine yansıtmıyordu. Bana doğru bir adım atarak "Benim sevgimi küçümseme Ada." dedi ürkütücü bir sessizlikle. Nefes alamadığımı hissetim.
"Sana doğruları söylemek istiyorum." diye söze başladım. Samimiydim. Daha fazla oyunu, aramızdaki bu karmaşık şeyi istemiyordum. "Beni gerçekten sevdiğine inanmıyorum." Omuzlarının çöküşüne, gözlerindeki ateşin sönüşüne an ve an şahitlik ettim. "Kırıyorsun." dedi sadece. Ancak sevenler kırılır, diyemedim.
Onun yerine "Bana kırılmaktan bahsedecek son kişi bile değilsin." dedim. Ağır konuşuyordum ama bu ağırlık sol yanımdakine kıyasla solda sıfırdı. "Biliyorum." dedi bana doğru attığı adımlarına bir yenisini eklerken. Sözlerine devam etmesini bekledim ama o sustu. Konuşsa sabaha kadar dinlenileceği tek yerde o susmayı tercih etti.
Ama ben öyle yapmadım. Sözlerimin pek önemi yoktu belki, belki o beni sabaha kadar dinlemezdi. Nefesimi boşa tükettiğimi bile bile konuşmaya devam ettim. "Bilmek yetseydi..." dedim. "Çoktan senden vazgeçmiş olurdum." Düşünceli yeşil gözleri benimkileri buldu.
"Daha uzun seven daha çok mu sever?"
"Çok olmasına gerek yok. Sev yeter." dedim düşünmeden.
Bazen çok düşünmek gerekmez, eğer yıllardır düşüyorsan. Bazen hissetmek gerekmez, eğer yıllardır hissediyorsan.
Hazar'ın parmakları saçlarıma dolandı ama boğazıma dolansa daha iyiydi. Yalan olsa bile bu anı aklıma kaydedebilmek için uğraşıyordum. Böyle de tutarsızdım işte. "Seni seviyorum Ada Ceyla Özmen." dedi doğrudan gözlerime bakarak. Nefesimi tuttum. Kaç gün hayal etmiştim bu anı? Kaç gün kafamda döndürüp durmuştum bu sözleri?
"Ve öyle bir hissettireceğim ki sana..." Parmakları yanaklarıma değdi. "Çok sevmek ne demek beraber öğreneceğiz." Birini sevdiğini söylerken bile bunu alayla yapıyordu ama umursamıyordum. Umursamam gereken başka şeyler vardı. Gülümsediğini gördüm. Gülüşlerini sevdiğim çocuk başkalarınınkini soldurmaya uğraşıyordu.
Hazar bana kollarını sararken sessizliğimin gülüşlerinde kaybolmasına izin verdim. Yanıma gelmesine izin verdim. "Bugün anlattıklarım konusunda..." dedi çekinerek. Sarı tutamları yüzüme dağıldı. Kolları belimi daha çok sardı. "Benimlesin değil mi?"
Şu an sol tarafıma bir iki defa vursam bomboş bir ses çıkmasından korkuyordum. Hissizlik tamamen etrafımı sardığında ben de kollarımı Hazar'ın boynuna sardım. "Seninleyim."
4 YIL ÖNCE
URAZ
Sırtımı duvara yaslayıp zemine oturdum. "Buraya gelmezler bugün." dedim kapıya doğru bakarak. Doktorların yemek yediği büyük salondaydık. Yaklaşık beş saatlik bir toplantı düzenlenmişti bugün. Gece yarısıydı. O yüzden rahatsız edilmeyeceğimizi düşünüyordum.
"Eylül gelmiyor mu?" diye sordu Peri. Kafamı iki yana salladım. "O biraz yorgun." diye cevap verdim sadece. Peri de başka bir şey söylemeden Ilgaz'la konuşmaya başladı. Kafamı eğip ellerimi izledim. Açıkçası Eylül'ün tam olarak nasıl olduğunu bilmiyordum. Uzun zamandır odama gelmiyordu ve eğer geliyorsa da aşağıda vakit geçirdiğimden karşılaşamıyorduk. Lider'den onun pek iyi olmadığını duymuştum. Peri'yi seviyordu, belki onunla vakit geçirmek iyi gelebilirdi ama kapısının önünden geçmek istediğimde koridorun başında saklanmak zorunda kalmıştım. İki tane görevli bekliyordu odasını.
"Duydun değil mi? Yakında bir grubun dışarı çıkıp gezmesine izin verilecekmiş." dedi Ilgaz. Gözlerimi ona çevirdim. Peri istemişti bizi görmeyi, ben de burada toplanmamızı söylemiştim. Ilgaz'la buraya geldiği ilk gün tanışmıştım. Aslında bu Lider'in emriydi ama Peri bu olayın tamamen dışındaydı. O benim küçük kız kardeşim gibiydi, her sorunumu sabırla dinler; eğer koridorlarda karşılaşırsak ve beni üzgün görürse ertesi gün hemen yanımda biterdi. Doğu gibi onu da bütün bu işlerden uzak tutmaya çalışıyordum.
Ama Doğu'yu koruma amacım tamamen yerle bir olmuştu. Artık neyin içinde olduğumu ben bile bilmiyordum. Ilgaz ve Peri'nin gelişi sıralamayı sekteye uğratsa da neticede ben ve Doğu da payımıza düşeni almıştık. Sıra önemli değildi, şu an Akel'in elinde yeni ve ilginç bir yöntemle iyileşen iki çift denek vardı. Evet işe yaramıştı, iyileşmiştim. Doğu da öyle. Artık normaldik. Bundan sonra ne olacağını kestiremiyordum. Salonun bembeyaz duvarlarında gezdirdim gözlerimi. Ilgaz'ın söylediği şeyi düşündüm. Bu olaydan haberim yoktu.
Peri'nin kendi omzuyla benimkine vurduğunu hissettim. Dalgın olduğumdan yan tarafa doğru düşmekten son anda kurtuldum. "Eylül sana söyledi mi?" diye sordu. Yüzündeki gülümsemeye anlam veremedim ama gülümsemesine sevinmiştim. "Ne söyleyecekti ki bana?"
Omuzlarını silkti. "Demek ki söylememiş. Yakında öğrenirsin merak etme." Konunun üstüne gitmeyi düşünüyordum çünkü merak etmiştim. Ama bulunduğumuz salonun kapısı aralanmıştı. Lider'in adamlarından biri içeri doğru bir adım attı. Bana bakıyordu. "Gitmeliyiz." dedi sadece. Ayağa kalktım ama Ilgaz ve Peri oturmaya devam ettiler. Ne olduğunu anlamamışlardı tabi.
Bir süre ne diyeceğimi bilemedim. "Siz burada kalabilirsiniz." dedim ilk önce. "Sanırım Eylül beni çağırıyor." Yalan söylemek istemiyordum ama mecburdum. İkisi kafalarını salladılar. Kapıdan çıkmadan önce Peri'nin Ilgaz'ın omzuna yaslandığını gördüm.
"Bir şey mi oldu?" diye sordum yanımdaki iri yarı adama. "Lider belgeleri istiyor." dedi. Ellerim diskin yerinde durup durmadığını anlamak için karnıma gitti. Oradaydı. "Lider'in toplantıda olduğunu sanıyordum."
"O yüzden bana vereceksin." dedi. Kaşlarımı çattım. Bu adama nasıl güvenebilirdim ki? Yine de sesimi çıkarmadan onu takip ettim. Koridorlar karanlıktı. Sessizce Lider'in odasına ilerledik. İçeri girebilmek için adam kartını okuttu. Kapı sessizce aralandı.
İçeri girip girmemekte tereddüt ettim fakat odanın ışıkları açılınca yerimizi belli etmemek için hızlı hareket etmem gerekti. "İşte." Adam arkasını dönmüş, şık kıyafetinin ense kısmını aşağı çekiştirmişti. Mavi buz küpünün teniyle birleşmiş canlı görüntüsü gözler önüne serildi.
Üzerimdeki kırışmış hastane önlüğünü biraz yukarı kaldırıp diski sakladığım yerden çıkardım. Bunu Doğu'yla beraber girdiğimiz deney odasından bin bir türlü zorluklar sonucu almıştım. İyileşenler için önemliydi. Adam bana bakmadan diski parmaklarının arasına aldığında burada durmam için bir sebep kalmamıştı. Yine de bir süre durup diski gizli bölmeye yerleştirmesini ve sıkıca kilitlemesini izledim.
Peri ve Ilgaz'ın yanına dönmek istiyordum, koridora çıkınca bu fikrimden vazgeçtim. Ayaklarım benden habersiz ezberlemiş olduğum rotayı yürümeye başladılar. Karanlıkta az kalsın duvara çarpıyordum ama gözlerimi diktiğim kapı bunu önemsiz kıldı. Bir saat öncesinin aksine şimdi burada kimse yoktu. Kapıyı tıklatmayı düşündüm, sonra ses çıkarmamanın iyiliğime olacağına karar verdim. Onun yerine kulpu indirip birkaç saniye bekledim.
"Uraz?" diye bir fısıltı duydum odadan. Nefeslerim sıklaşırken içeri adımladım. Burası ne benim kaldığım odaya ne de diğer deneklerinkine benziyordu. Çok daha lükstü. Gözlerim ormanı ve Ay'ın ışığını içeri davet eden iki kocaman pencereye kaydı. Ardından pervazlarındaki kilitleri fark ettim. Hangisi daha kötüydü, özgürlüğü hiç tatmamış olmak mı yoksa her gün özgürlüğü izlemek ama ona bir türlü ulaşamamak mı?
Buraya onu görebilmek için gelmiştim fakat şimdi de kafamı yerden kaldırmaya korkuyordum. Göreceklerim beni korkutuyordu. Eylül eskisi gibi değildi. Ortalıklarda Akis'in prensesiymiş gibi dolaşmıyor, etrafa emirler yağdırmıyordu. Ama ben öyle olmasını diliyordum. Tıpkı eski, beni korkutan doktorun kızı gibi tehdit etsin; canımı yaksın istiyordum. Gerçi o iki türlü de bunu çok iyi başarıyordu.
Nefes alışverişlerini dinledim. Ne o bir şey söyledi ne de ben. Boğazıma bir yumru oturduğunda artık kafamı kaldırmam gerektiğini biliyordum. Yine de onun zayıf kollarına ve yarı açık gözlerine bakarken nefesimi tutmaktan vazgeçmedim. "Hangimiz kurbanmış?" dedi benim aylar önceki imalarıma gönderme yaparak. Yarı açık gözleriyle beni izliyordu.
Yatağına biraz daha yaklaşıp belinin yanındaki boşluğa ağırlığımı vermeden oturdum. Kolları morluk içindeydi, hatta teni tamamen mor rengini almıştı. Parmaklarım çarşafı sıktı. "Rolleri mi değiştik?" dedim gözlerine bakarken. Dudakları düz bir çizgi hâlini aldı. Somurturken böyle güzelse kim bilir içtenlikle güldüğünde nasıl güzeldi?
Derken merakımı gidermek ister gibi hafifçe gülümsedi. Ama buruk bir gülüştü bu. Bir gün gerçek gülümsemelerini de görebilecek miyim?
Fazla zayıflamıştı. Üzerindeki ince örtü vücudunun tükenmişliğini görmeme engel olamıyordu. Kıyafetimin iç tarafına yerleştirdiğim küçük cepten minik kutuyu çıkardım. "Bunu senin için hazırladım." dedim kısık bir sesle. Kutunun bir kapağı yoktu ama dökülmemesi için üzerini kâğıtla sıkıca kapatmıştım. İşe yaramış gibi görünüyordu. Parmağıma merhemden birazcık alıp kolunun üzerine yerleştirdim. Morlukları geçirmesi için buzluktakilerle beraber bulduğumuz yeni bir formüldü ama kesin işe yarayacağını söyleyemezdim. Sadece silikleşmelerini sağlıyordu.
Ben sol koluyla ilgilenmeyi bitirip diğerine geçtiğimde uzun süredir konuşmayan Eylül "Bunlar bir gün son bulacak mı?" diye sordu. Babasına yardım etmeyi uzun zaman önce bırakmıştı. Zaten bu hâlde yataktan bile zor çıkabilirdi ama fikirlerinin değiştiğine sevinsem mi üzülsem mi bilemiyordum.
"Tabi ki." diye cevap verdim içimdeki bütün umutsuzluklara rağmen. "Bir gün güzel sıcak bir evde oturacak, çocuklarının okuldan dönmesini bekleyeceksin." Gülümsemesi genişledi. Bu ana şahitlik ettiğim için kendimi şanslı hissettim. "Onların sevgisiyle yaşlanacaksın, gerçi sevgi insanı yaşlandırmaz derler."
"Öyle miymiş?" dedi. Bunu gerçekten merak ediyor gibiydi. "Ben sadece sevginin ne olmadığını biliyorum." Gözlerimi kaçırdım, Eylül bunu fark edip sesini neşeli bir hâle getirmeye çalıştı. "Peki sıcak evimde seni de bekleyecek miyim?"
Açık sözlülüğü beni şaşkına çevirdi ama yüz ifademi sabit tutmaya çalıştım. Bir an o umursamaz, pervasız kızı tekrar görür gibi oldum. Fakat yüzünü buruşturduğunda dudaklarımdaki gülümseme de yok oldu. Eylül biraz doğrulup sırtını yatak başlığına yasladı. Ona yardım ettim. Gün ve gün yaşama olan inancını yitirmesini izlemiştim. İzlemek bana daha önce hiç bu kadar ağır gelmemişti. Lider'e yardım ediyordum ama onun bile ne yapmaya çalıştığını anlamıyordum. Eylül'e nasıl yardım edebileceğimi bilmiyordum. Ancak bu, hayattan istediğim yegâne şeydi.
"Bu bir evlenme teklifi miydi?" dedim alayla. Sadece onu neşelendirmeye çalışıyordum. Ki bunu da başarmıştım.
"Olabilir." dedi gözlerini biraz daha açarak. Upuzun sarı saçlarını omzundan sarkıtmasını izledim. Bu kıza olan nefretim ne zaman sönüp gitmişti, ondan korkmayı ne zaman bırakmıştım bilmiyordum ama nefretin ve korkunun Eylül'e karşı hissedilecek son duygular bile olmadığını anlayalı epey zaman olmuştu. Hem bu kadar kırılgan hem de güçlü olmayı başarabiliyordu, bense hep güçlü kalmasını diliyordum. Umutlarının sönmemesi, kara düşüncelerinin onu ele geçirmemesi için her şeyimi verirdim. Fakat "her şeyim" derken neden bahsettiğimin farkında değildim. Çaresizlik dört bir yanı sarmışken ne yapardı insan?
"Benim kriterlerim vardır yalnız." Gözlerini gözlerime dikti. "Ben o kriterlerin önemini yitirmesini sağlayabilirim." dedi özgüvenli bir şekilde. Bunu yapabileceğini biliyordum. Tek kriterimin o olmasını sağlayabilirdi. Asıl şaşırtıcı olan buna itiraz etmeyecek olmamdı.
Sağ eli bana doğru uzandığında da itiraz etmedim. Parmaklarının uçları tenime dokundu usulca. Gözlerimi kapatmamak için ekstra bir çaba harcadım. "Uraz." diye fısıldadı. "Yok olup gitmeme izin verme." Sözler vermek istedim. Gücümün her şeye yeteceğine onu inandırmak istedim ama dudaklarım bir türlü aralanmadı. Onun yerine uzun zamandır hissetmediğim bir şey hissettim. Gözlerimi dolduran, ellerimi titreten, nefesimi kesen bir şeydi.
Dudaklarımız birbirine değerken bu duygu içimde daha da arttı. Bunun güzel hissettirmesi gerekmez miydi? Bu kadar acı duygularla dolu olmasını beklemiyordum belki de. Çoktan kaybedilmiş duyguları avcumda tuttuğumu sanıyordum ve açıp baktığımda kendimi ne kadar da güzel kandırdığımı fark ediyordum. O geceye Eylül'le beraber söylenmemiş bir sürü kelime sığdırdık. Onların sonsuza kadar söylenemeyeceğini bilsem avazım çıktığı kadar bağırırdım.
Ama insan bilemiyordu, hissediyordu belki ama fark etmek istemiyordu. Dudakları kısacık dokundu belki benimkilere, belki de dakikalarca öyle kaldık. Ben sadece onu hissedebilmeye odaklandım. Gözyaşlarının ıslattığı yumuşak tenden ayrıldığımda "Eylül." diye mırıldandım. Gözlerimi bir süre açamadım. Sarı saçlarını parmaklarımın arasından nazikçe bıraktım. "Umarım bir gün o sıcak evin kapısını bana açtığını görebilirim."
Derin bir nefes aldı ve başını bacağımın üzerine yerleştirdi. "Sen gelirsin diye hiç kapatmam ki kapıyı."
Umutlar güzeldi, neşe vericiydi ama o gün ne kadar yalancı olduklarını anladım. Ve ben bir yalancı olarak o yalanlara kandım.
Parmaklarım sarı tutamların arasında gezindi. Dudaklarım saçlarına bir öpücük kondururken tutamlarının her birini öpmek istedim ama gecenin saatleri bunun için yetersiz kaldı, hiçbir şey için zaman yoktu. "Lütfen." dedim. Sesimin daha önce hiç bu kadar aciz çıktığına şahit olmamıştım. "Ne olacaksa beraber olsun."
,
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.45k Okunma |
141 Oy |
0 Takip |
31 Bölümlü Kitap |