10. Bölüm

10. GÖRÜNMEYEN BAĞLAR

Yeşim Işıldak
yesimisildak

Arkamdaki adamın kurduğu cümlede ismimin geçmiş olması, bütün vücuduma alarm etkisi yaratmış, tüylerim diken diken olmasına neden olmuştu. Kafamı çevirip geriye baktığımda yüzünde gördüğüm mutluluktan çok uzakta olan gülümse içimdeki korku hissini arttırdı. Başım ani bir sancıyla beraber dönmeye başlarken oradan ayrılmak istediğimi belli eden hızlı adımlarla kendimi koridordan dışarı attım. Zihnim bir yandan kendisini yokluyor, arkamda bıraktığım kişinin kim olduğunu bulmaya çalışıyordu. Ancak yoktu, zihnimin şemalarında o adama karşı hiçbir tanıdık anı ya da sima yoktu.

 

Sersem adımlarım mekanın içine doğru ilerlerken bakışlarım yerdeydi. İnsanlara çarptığımı fark etsemde bu kısa süreli temasları umursamadım, bana güvenli gelen alana giriş yapmak istiyordum. Kafamı nerede olduğumu anlamak için kaldırdım, gözlerim bir çift gözü arıyordu. Kimi aradağımı fark etmem kaşlarımın kendiliğinden çatılmasına neden oldu, sağlıklı düşünemediğimin farkındaydım. Ancak bu sağlıksız düşünce, arafta kalmış gözleri görme isteğimi bastıramıyordu.

 

Bu istekle birlikte aradığım gözleri sonunda buldum, içim yolunu kaybetmiş bir gezginin nerede olduğunu gösteren bir levha görmüşcesine rahatladı. Efser'in bakışlarının bu mesafeden dahi üstümde olduğunu biliyordum, ona birkaç adım yaklaşmaya çalıştım ancak bu ana ihanet ederek titremeye başlayan bacaklarım ve insanların bedenleri buna izin vermedi. İnsanları elimle iterken bir kez daha ona ulaşmaya çalıştım.

 

Efser ona ulaşma çabamı fark etmiş olacak ki oturduğu masadan hiçbir şey söylemeden hızlıca kalktı. Bakışlarım sadece onun üstündeydi o da aynı şekilde çatılı kaşlarının ardından bana bakarak yürüyordu. Kalabalığı eliyle sertçe yararken yanıma gelmesi asırlar sürmüş gibi hissettirdi.

 

Yanıma geldiğinde gözleri hızlıca üstümde dolaştı. Ama ne bakışlarında bulunan anlamını ne de ağzından çıkan sözleri anlayamadım.Titreyen ellerim hiç çekinmeden koluna tutunmuş, ağrıyan başımı hiçbir şey söylemeden omzuna yaslamıştım. Ellerimin altındaki omzu sertleşti ancak Efser sessizliğini korudu.

 

Ne zaman nefes almayı bırakmıştım bilmiyordum ama ona dokunduğum an içime derin bir nefes çektim, alışmaya başladığım kokusu ciğerlerime doldu. Düşünmeden edemiyordum, beni diğerlerinden koruyacağına inandığım için mi ilk sığındığım kişi Efser'di?

 

"Serin, sen..."

 

Cümlesini devam ettirmedi, kafamı omzundan zorda olsa kaldırdım ve göz göze geldik. Elleri iki yanında duruyordu, nereye koyacağını bilemiyor gibiydi. Kaşları çatıktı, bakışları hem bende hemde çevrede sırayla geziniyordu. Ne olduğunu anlamaya çalışıyor gibiydi. Bakışları tekrar bana indi, ilk defa bu kadar net bir şekilde endişe tohumlarının göz bebeklerini kapladığına şahit oldum.

 

"Birisi bir şey mi yaptı Serin?"

 

Sesi yüksek ve sert çıkmıştı. Kafası karışmış gibi duruyordu.

 

Tekrar derin bir nefes aldım, başım dönüyordu ancak bu durumda fiziksel ağrılarımı ciddiye alamıyordum.

 

Gözlerim lavobaların olduğu kısma döndü, kendimin bile duymakta zorlandığı bir ses tonuyla konuştum.

 

"Orada, birisi..."

 

Efser hızlı bir hareketle, yüzünü yüzüme tamamen eğdi, kirli sakalları yanağımı okşadı. Yakınlığı karşısında sesim tam anlamıyla içine kaçmış, cümlemin devamını getirememiştim. Bakışlarım tüm yüzünde gezinmeye başlarken, kalbimin az önceki durumdan çok daha farklı bir sebepten dolayı hızlandığını hissettim. Her yanıma yaklaştığında kalbim bu şekilde mi tepki vermesi yorucuydu, sessizce yutkundu.

 

" Seni anlayamıyorum Serin." Nefesi tenimi okşadı.

 

Aramızdaki mesafeyi açmadan eliyle birisine işaret verdiği an tüm mekan sessizliğe büründü. Müziğin sesi kaybolmuş, etraftaki insanların sesleri boğuk bir şekilde kulağıma doluşmaya başlamıştı. Çoğu kişi müziğin bir anda neden kapandığını sorguluyor gibi birbirlerine bakıyor, itiraz edercesine konuşuyorlardı. Bir kısmı ise bir sorun olduğunu anlamış gibi durumu hiç sorgulamadan mekanı terk etmeye başlamışlardı bile.

 

Bakışlarım insanların üzerindeyken bu sefer daha net bir sesle konuştum, ancak cümlelerim yaşadığım adrenalinden ötürü devrik ve kesik kesikti.."Birisi vardı, soldaki koridorun orada. Benimle konuşmaya çalıştı, onu tanımadığım için oradan uzaklaşmaya çalıştım ama Efser o beni tanıyordu." Derin bir nefes alıp sormak istediğim asıl soruyu ona yönelttim. "Tanımadığım birisi beni nasıl tanır ki?"

 

Kurduğum cümlenin saçmalığının farkındaydım ancak Efser ne demek istediğimi anlamıştı. Çatılı olan kaşları düz bir çizgi haline geldi, dişlerini sıktığında yanakları gerilmişti.

 

"Ali, giriş ve çıkışları kapat!"

 

Gür sesiyle verdiği ani emri tüm mekanın içinde yayıldı, etrafta küçük bir koşuşturmaca yaşandı. Efser yanımdan uzaklaşmak için bir adım geri gitti ancak olduğu yerde durdu ve elini koluma uzattı, kafamı kaldırıp göz teması kurdum. Gözleri anlamını çözemediğim duygularla bakıyordu. "Ülkü'yle kal Serin." Cümlesi biter bitmez yanımıza gelen Ülkü'yle bakışlarım kısaca ona kaydı. Efser ise benden onay aldıktan sonra hiçbir şey söylemeden yanımızdan ayrıldı.

 

"Sen iyi misin?" Ülkü'nün sesi gergindi, onunda bakışları Efser gibi sık sık mekanın içerisinde geziniyordu.

 

"Evet, daha iyiyim." Sesim az önceye göre daha düzenliydi. Ülkü beni kafasıyla onaylamış hemen ardından koluma girmişti. Beni kendisiyle birlikte sürükleyerek sakin ve ıssız bir köşeye oturttu, ilk konuşan yine o olmuştu.

 

"Ekin de Efser'le birlikte gitti." Gözleri yüzümde dolaştı, cümlesine kaldığı yerden devam etti. "Birisi sana zarar verecek herhangi küçük bir harekette bulunduysa bunun cezasını çeker. Bu yüzden lütfen korkmamaya çalış, sana kimsenin zarar vermesine izin vermeyeceğiz." Samimi çıkan sesi güven vericiydi.Onu sadece kafamla onayladım, korkum Efser'le karşılaştığım an bir hayli azalmıştı zaten ancak bunu ona söylemedim, söyleyemedim. Başımın her geçen saniye daha fazla artan ağrısı gözlerimi açık tutmama bile engel olmaya başlıyordu. Kafamı Ülkü'nün omzuna yasladım, ilk önce gerilsede sonrasında hafif arkaya doğru kayarak omzunda duran başımın duruşunu rahatlattı. Gözlerim yavaş yavaş kapandı.

 

Ancak gözlerimin aksine zihnim uyanık kalmaya ve düşünmeye devam etti. Karşılaştığım adamın, Efser'le ölmesine neden olduğumuz adamın yakınlarından birisi olduğu düşüncesi bulduğum en mantıklı kanıydı. Çünkü beni takip ederek evimin sokağını dahi öğrenen insanların, kimliğime ulaşıp ismimi öğrenmesi çokta şaşıralacak bir detay değildi.

 

Kalbim tekrar korkuyla kasıldı ya bu insanlardan kurtulmam mümkün değilse? Bu korkunun en büyük nedeni böyle, koşuşturma ile yaşayacak olmanın verdiği histi. Sadece o da değil sadece birkaç haftada paranoyak düşüncelerle dolup taşmıştım. Büyük bir baş ağrısı ile uyuyup uyanıyor, susmayan vicdanımın sesi ile uyuduğum yerde kıvranıyordum. Bu çıkmaz düşünceler ne zaman bitecekti bilmiyordum ancak bir an önce her şeyin sona ermesini ve eskisine dönmesini istiyordum. Bu şekilde huzursuz bir yaşam istemiyordum.

 

Ülkü'nün omzunda uykuyla uyanıklık arasındaydım, ne kadar zaman geçtiğini de bilmiyordum. Ancak kalabalığın sesi tamamen kesilmişti, duyduğum tek ses oynayan masa ve sandalye sesleriydi. Gözlerimi açmadan da çalışanların temizlik yaptığını anlayabiliyordum. Sessizlik sayesinde başımın ağrısı azalmış ve kendimi kastığım için ağrıyan kaslarım artık rahatlamaya başlamıştı.

 

Omzuma dokunan elle irkilerek kafamı Ülkü'nün omzundan kaldırdım, gelen Ekin'di. Yanıma sakin bir tavırla oturdu, sersem bakışlarım onun üstündeydi. Kafasını bana doğru eğdi ve rahat bir tavırla konuştu.

 

"İyi misin?" Bakışlarım onun yüzünde dolaştı.

 

"Daha iyiyim." Sesim mırıltı şeklinde dudaklarımdan döküldü. Ekin'in de bakışları yüzümdeydi, endişeli gözüküyordu. Hepsinin endişeli olması beni onlardan biri yapar mıydı acaba? Yorgun bir şekilde tekrar gözlerimi yumdum, neden onların olduğu yere ait olmaya çalışıyordum? Kendimin de cevap veremediği sorular zihnimi meşgul ederken Ekin'in konuşmasıyla bakışlarım tekrar ona döndü.

 

"Merak etme kim olduğunu öğrendik. Önemli birisi değil, sana zarar vermeye cesaret edebilecek birisi ise hiç değil." Sesi mırıltı şeklinde çıkmıştı, içine derin bir nefes çektikten sonra konuşmasına devam etti. "Seninle karşılaşmasını istemezdik ama bu durumu da çözeceğiz Serin. Bize güvenmeye çalış."

 

'Güvendiğim için sizinleyim' diyemedim, susmak çok daha doğru hissettirdi.

Bakışlarımı ondan çektim, kafamı sadece 'tamam' dercesine aşağı yukarı salladım.

 

Kafamı tekrardan, hiç çekinmeden Ülkü'nün omzuna yatırdım, Ülkü bu duruma alışmış gibi hiçbir tepki vermedi. Ne kadar gergin olsam da tepkisizdim. Belki de ağlamam lazımdı ama bazı şeyleri düşünmek istemiyordum. Devamlı bir şeyler ertelediğimin farkındaydım ancak bu durumu değiştirmek için elimden bir şey gelmiyordu. Yorgundum ve uyumak istiyordum. Bu aptal yorgunluğu kullandığım ilaçlarda arttıyordu elbet ama bunun yanında yaşadığım streste beynimin devamlı uyuşuk olmasına neden oluyordu. Ve ben yeni insanlarla, tanımadığım yabancılarla uğraşmak istemiyordum. Her şey üst üste geliyordu ben ise ne yapması gerektiğini bile bilmeyen bir çömez gibiydim.

 

"Uyudu mu?" Efser'in sesi boğuk bir şekilde kulaklarıma doldu. Uykuyla uyanıklık arasındaki o çizgideydim, bu da bir araf diye mırıldandı zihnim, gözlerimi açamadım. Etrafta başka hiçbir ses yoktu, uyuduğum yer ise rahattı.

 

"Evet, uyudu."

 

Ülkü'nün sesi yorgun çıkmıştı, kucağında mı uyuya kalmıştım? Bu yüzden uykum rahat gelmiş olabilirdi.

 

"Alayım onu."

 

Efser sözünü tamamladığında güçlü bir çift el beni kaldırıp kucağına aldı. 'Onu' derken beni kast ediyor olması sersem bir şekilde kaşlarımı çatmama neden oldu. Ancak hâlâ gözlerimi açamıyordum, göz kapaklarım birbirine sıkıca kenetlenmiş tamamen uykuya dalmam için zihnime baskı yapıyordu.

 

Efser yavaş adımlarla yürümeye başladığında kokusu burnuma doldu, kafamı göğsüne yasladım. Bu hareketimle birlikte tutuşu sıklaşmıştı, beni sarsmamaya özen göstererek adımlarını daha dikkatli atmaya başladı.

 

"Serin'i bu şekilde korkutan kimmiş?" Ülkü'nün sesi kısık ama sinirliydi. Beni uyandırmak istemiyor gibi.

 

"Poyraz piçi. Nasıl girmiş mekana, Serin'i nasıl görmüş bilmiyorum." Efser'in de sesi kısık ve sıkıntılı çıkmıştı.

 

"Cidden niye geldi ki buraya? Tek mi gelmiş yoksa Şahin ile mi?" Bahsettikleri kişilerin kim olduğunu bilmiyordum, isimlerini bile ilk defa duymuştum.

 

" Hayır Şahin yoktu, eğer o olsaydı sessiz sedasız gelip gitmezdi." Derin bir nefes aldı, başımın yaslı olduğu göğsü inip kalktı. Cümlesini devam ettirdi. "Hâlâ daha o çocuğun bu şerefsizlerle kan bağı..." Efser cümlesini devam ettirmemiş 'Neyse' diye mırıldanıp susmuştu.

 

"Anlamıyorum." Bu sefer konuşan Ülkü'ydü. "Uzun süredir buralarda gözükmüyorlardı. Şimdi tam da böyle bir günde... Gerçekten neden buradaydı?"

Sesi daha çok kendi kendine düşünür gibiydi.

 

"Bu işten nasıl çıkacağız Efser? Resmen kendimizi bile bile ele verdik. En başından yanımıza almayacaktık işte." Ekin'in sesi biraz daha uzaktan geliyordu, aralarındaki muhabbet akıcıydı.

 

"Bir şekilde halledeceğiz Ekin, bu oynadığımız ilk oyun değil. Sadece o Poyraz piçiyle küçük bir konuşma yapmamız gerekiyor, neye bulaştığını anlamalı."

 

"Sorun da bu ya bunu ona nasıl anlatacağız? Daha kendimizden koruyamıyoruz bu kızı, bir de diğerlerinden korumaya çalışıyoruz. Daha geçmişin hesabı kapanmadan, neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlayamadan aldık yanımıza. Battıkça bat....."

 

Efser olduğu yerde durdu, diğerlerinin de onla beraber durduğunu hissettim.

 

"Poyraz, Serin'i nasıl tanıyor olabilir ki? O Serin'i bir kere olsun görmedi." Ses tonu fazla tehlikeli çıkmıştı. Ekin'in az önce söylediklerini umursamamış gibiydi.

 

"Belki önceden buralarda takılırken..."

 

Efser'in kucağında rahatsızca kımıldandığım an Ekin'in sözü yine yarıda kesilmişti. Uykum artık tamamen açılmıştı, onları dinlediğim belli olmasın diye gözlerimi açmamaya çalışıyordum. Ancak bedenim gerginlikten kasılmıştı, nefes alışverişim ise sıklaşmıştı. Bunun nedeni konuştuklarında kaçırdığım bir kısmın olması düşüncesiydi. Bu düşünceden arınamıyor, olan biteni zihnimdeki kaybolan yıllarla bağdaştırmaya çalışıyordum.

 

"Bu meseleyi sonra konuşalım. Ben Serin'i eve bırakayım, dinlesin biraz. Siz de ortalığı sakinleştirdikten sonra gelirsiniz. "

 

Ekin ve Ülkü ile vedalaştıktan sonra Efser kucağındaki benle birlikte mekandan çıkmıştı. Soğuk hava vücudumu yalayıp geçtiğinde kolları bedenimi iyice sarıp kendisine doğru çekti. Kalbim hızını arttırdı, kulaklağıma kendi kalp atış seslerim dolmaya başladı. Efser'in bu sesi duymaması için içimden kısaca dua ettim.

 

"Uyanıksın değil mi?" Efser'in ani sorusuyla bedenim tekrar kasıldı. "Sorun değil." Diye mırıldandı Efser. "İstiyorsan eve kadar taşıyabilirim kucağımda." Dediğini zorlanmadan yapardı, buna uygun bir kas kütlesine sahipti.

 

Sözleriyle yanaklarım ısınmaya başlamıştı, kendimi daha fazla tutamayıp gözlerimi açtım. Efser kafasını eğmiş kucağındaki bana bakıyordu, göz göze geldiğimizde bakışlarımı kaçırdım. "Az önce uyandım..." Sersem bir şekilde konuşmama devam ettim. "Ben ineyim artık." Söylediğim cümleye kendi kendime kızdım, araba mıydı bu çocuk? Sağda bırak beni ifadesi ile 'ineyim artık' demiştim.

 

Efser'in bakışları bir süre sessizce yüzümde dolaştı. "İn bakalım." Yavaş hareketle beni yere bıraktı. Dengemi koruyabilmem için kolumdan tuttuğunda ona teşekkür edercesine baktım.

 

"Gidelim artık, yorgunsun." Kolumdaki elini hâlâ çekmemişti, bedenimi yönlendirmesine izin verdim.

 

"Daha iyi misin?" Sorusuna kafamla 'evet' yanıtını verdim. Bugün bu soruyu kaçıncı kez duymuştum bilmiyordum.

 

Efser'le yavaş adımlarla yürümüş, valenin daha önceden hazırda beklettiği arabaya binmiştik.

 

"Kemerini bağla."

 

Kısa isteğine uydum. Kemerimi bağlarken bakışları üstümdeydi ancak ona bakmamayı seçtim. Efser arabayı çalıştırdı ve sertçe gaza yüklendi, araba hızlanırken kafamı sağa doğru çevirdim ve hızla akıp giden yolu izlemeye başladım.

 

Aklımda Efser'in Ekin'lerle olan muhabbeti dönüp duruyordu. Bu muhabbet bana kabul etmediğim bazı şeylerin gerçek olma ihtimalinin yüksek olduğunu söylüyordu. Benden bir şey sakladıklarını ve bu bir şeyin kaybolan yıllarımla alakalı olduğunu düşünüp duruyordum. Ancak öyle olmadığını kalbime inandırmaya çalışıyordum. Çünkü eğer öyleyse, onlara karşı kırgın ve kızgın olacaktım. Bakışlarım kırmızı yanan trafik lambasının üstünde ruhsuzca oyalandı. Onlar; anılarını kaybetmenin, yolunu kaybetmekten çok daha zor olduğunu bilselerdi eğer yardımcı olurlar mıydı?

 

Düşüncelerim kaşlarım çatılmasına neden oldu, belki geçmişimde bile izleri vardı bu insanların. Büyük ihtimalle beni benden daha iyi tanıyabileceklerini sağlayan anılarım onların avuçları içerisindeydi ancak ben onlar hakkında en ufak şeyleri bile bilmiyordum. Bakışlarım yandaki bedene döndü, bir süre sessizce onu izledikten sonra dayanamayıp konuştum.

 

"Soyadın ne?"

 

Efser ani soruma karşılık kaşlarını kaldırdı ancak düz bir sesle konuştu.

 

"Anlamadım?" Bakışlarını bana çevirmişti, sorumu yeniledim.

"Soyadın ne Efser?" Bakışları yüzümü taradı, kaşlarının ortasındaki alan derinleşti.

 

"Sungur, İsmim Efser Sungur."

 

Bu sefer ben bakışlarımı onun yüzünde dolaştırdım, onun hakkında cidden hiçbir şey bilmiyordum. Şu an adını yanlış söylüyorsa fark etmezdim bile, tıpkı mesleğini yanlış söylediği gibi.

 

"Kaç yaşındasın?"

 

Bakışlarını yoldan ayırmadan beni cevapladı.

 

"27."

 

Benden üç yaş büyüktü yani, bakışlarım biraz daha yüzünde dolaştı. "Sen bana yaşımı sormayacaksın mısın?" Sesim kontrol edemediğim bir şekilde sorgulayıcı çıkmıştı. Bakışlarını kısa bir süre yoldan ayırıp gözlerimin en derinine bakarak konuştu.

 

"Senin hakkında çoğu şeyi biliyorum zaten."

 

Bakışlarımı kısa bir anlığına yüzünden çektim. Çoğu şeyi mi? İçimden bu söylediğine 'hayır' dercesine kafa salladım, her şeyimi bilmesi imkansızdı. Çünkü geçmişimin bile onlarca parçaları vardı, en büyük parçası en derinde gizliydi. O parçaya ulaşmak için benliğimin her yerini kazımaları ve ezberlemeleri gerekirdi. Herhangi birisinin de bunu başarması imkansızdı. Ancak bu düşünceleri dile getirmedim, böyle düşünmesinde sorun yoktu.

 

"Bana söylemek istediğin bir şey var mı?"

Sesim yumuşak bir tonda çıkmıştı, zihnimde yer edinen kuruntuları ona sormaya cesaretim yoktu. Ne diyecektim ki? Seni gördüğüm andan itibaren bana tanıdık geliyorsun da acaba önceden karşılaşmış mıydık? Kendi düşünceme göz devirdim, mantıklı değildi. Herhangi bir delilim olmadan onları böyle bir şeyle yargılamak doğru da değildi.

 

"Merak ettiğin bir şey mi var?" Sesi sert çıkmıştı. Derin bir nefes aldım, son bir umutla konuştum.

 

'"Var."

 

Kısa cümlemden sonea uzun bir sessizlik oldu, sanki ne ben bu soruları söylemeye cesaret edebildim ne de o sormaya.

 

Nereden başlayacaktım ki konuşmaya? Daha net bir kanıtım bile yokken bana ne anlatmasını söyleyecektim? Belki de sadece kısa bir süre aynı ortamda kalan iki insandık ve geçmişimiz sandığımdan daha önemsizdi. Bu yüzden ona sorularımı soracak cesareti bulamadım, kırgın bakışlarım onun yan profilinde dolaştı. O benden daha cesur duruyordu, o zaman neden geçmişimizden ilk bahseden o olmuyordu ki? Ya da gerçekten bir geçmişimiz bile yoktu benim altını dolduramadığım boş kuruntulardan ibaretti ya da aptal tarafım onunla daha önceden karşılaşmış olmayı diliyordu. İşte en tehlikeli olan bu son düşünceydi.

 

Bakışlarımı Efser'in yan profilinden ayırdım, tekrar akıp giden yolu izlemeye koyuldum. Hatırladıktan sonra belki gerçekten her şeyi hatırladıktan sonra ona kendim sorabilirdim. Bu düşünce beni rahatlattı, o zaman Efser'i karşıma alıp her şeyi sorardım, belki de beni şu an korkutan ihtimaller o zaman gülüp geçeceğim düşünceler olarak kalacaktı.

 

Sessiz geçen yolculuk boyunca bakışlarım camdan ayırmanıştım, ağırlaşan göz kapaklarım ara sıra benden izinsizce kapanıyordu. Ancak etrafı izleme isteğim ağır bastığı için uyumamaya çalışıyordum, yolcuklarda uyumama istediğim küçüklükten gelen bir diğer huyumdu.

 

Şehrin ışıkları arkalarında izler bırakarak gözlerimin önünden kayıp giderken kafamı yıldızları görmek umuduyla gökyüzüne doğru çevirdim ancak şehrin ışıkları yıldızların ışıklarını yutmuş gibiydi. Tüm güzellikleri, yapay bir güzelliğin arkasında kalıyordu, çocukken böyle değildi gökyüzü. Her kafamı kaldırdığımda kocaman ağaç dallarının arkasında o parıltıları saatlerce izleyebiliyordum. Ancak şimdi, ağaç dallarının yerini apartman camları; yıldızların yerini ise şehrin ışıkları almıştı.

 

Telefonumun sesi arabanın içinde yankılandığında olduğum yerde irkildim, kafam arabanın camına çarptı ve acıyla inledim. Sersem bir ifadeyle elimin teki acıyan başıma gitti.

 

"İyi misin?"

 

Efser'in sesi endişeliydi ona bakmadım kafamla 'iyiyim' dercesine onay verdim. Boşta ki elim kucağımdaki çantama gitti, aceleyle telefonu çıkardım. Arayan Cihangir abiydi. Bakışlarım bir süre isminin üstünde oyalandı, neden bu saatte arıyordu? Saat gecenin 11'ydi acil bir durumun olma ihtimali kalbimi bilinmez bir sıkıntıya soktu, normalde asla bu saatte aramazdı.

 

"Kim arıyor?" Efser sorusunu cevaplamamı beklemeden telefon ekranına kısa bir bakış attıktan sonra çatılan kaşlarının altındaki bakışlarını bana döndürdü.

 

"Açmayacak mısın?" Sert çıkan ses tonuna karşılık anlamsız bir bakış attım, gözleri eski boş haline dönmüştü.

 

Hâlâ çalan telefonumu açıp kulağıma götürdüm. Kaçak bakışlarım ise Efser'in üzerindeydi ancak o açık açık bana bakıyordu. Elimle yola bakması için işaret verdim, işaretime uyup önüne döndü.

 

Sesimdeki telaşı kontrol edip konuştum.

 

"Efendim Cihangir abi?"

 

"Nasılsın abicim?" Derin bir nefes aldım, Efser'in baskısı altında konuşacak olmak zor geliyordu.

 

"İyiyim abi, sen nasılsın?"

 

"Ben de iyiyim. Sana geliyorum şu anda, haber vereyim dedim." Kaşlarım şaşkınlıkla çatıldı, elim enseme gittiğinde yaptığım hareketle elim olduğu yerde duraksadı. Efser'in hareketini mi kopyalıyordum?

 

Bu yersiz düşüncelerimi Cihangir abinin sesi böldü. "Burada mısın?"Sorusuyla yüzümü buruşturup hızlıca konuştum.

 

"Bir sorun yok değil mi abi?"

 

"Yok hayır, bugün nöbetim var, o taraflarda olacağım. Annem de bunu duyunca sana sarma getirmemi istedi, annemi biliyorsun işte." Ses tonu her zamanki gibi sıcaktı, söyledikleriyle derin bir nefes aldım.

 

"Müsaitsin değil mi?"

 

"Müsaitim abi ama hiç gerek yoktu. Zahmet etmeseydin boşuna." Mahçup bir sesle konuştum, diğer bir yandan da endişeli bakışlarım Efser'in üstünde geziniyordu. Çatık kaşlarının altındaki gözleri yoldaydı ancak konuştuklarımızı dinlediğinden emindim.

 

"Bir şey olmaz abicim, iki dakika sana verip gideyim. Annemin çenesiyle uğraşamam şimdi."

 

Cümlesini tamamladıktan sonra kendi kendine tatlı bir şekilde güldü. Küçükken de böyleydi kendi söylediği şeylere saatlerce tek başına gülerdi. Bu hali yüzümde küçük bir tebessüm oluşturdu, Efser bu durumu fark etmiş olacak ki bakışlarını hızlıca yoldan çekip bana baktı, boş bakışıyla birlikte gülüşüm yüzümde donmuştu. Bakışlarımı ondan kaçırdım.

 

"Yarım saate oradayım Serin, görüşürüz."

 

"Görüşürüz abi."

 

Telefonu hızlıca kapatıp Efser'e döndüm, ona mahçup bir bakış attım.

 

"Evime gitmeliyiz."

 

Efser bana soğuk bir bakış attı, arabayı ani bir hareketle soldaki caddeye soktu. Elim arabanın sağındaki tutma kısmını kavradı ve oradan destek aldı, şaşkın bakışlarım onun yüzüne çıktı.

 

"Yavaş olur musun?"

 

"Yarım saate orda olmamız gerekiyor Serin, nasıl yavaş olmamı bekliyorsun?" Sert sesine karşılık cevap vermedim.

 

"Konuştuğun kişi şu polis olan herif dimi?"

 

Söylediği cümleyi düzeltmek amacıyla konuştum, sesim onun aksine sakindi.

 

"İsmi Cihangir. Ayrıca biraz sakin olur musun?"

 

Dudağının kenarı alaycı bir şekilde yukarı kıvrıldı. Kafasını iki yana sallarken neye bu kadar sinirlendiğini anlamıyordum.

 

"Bu saatte niye sana geliyor?" Aniden gelen bir sinirle gözlerimi birbirine bastırdım. Bu sinir beni sorguluyor oluşu ile ilgiliydi.

 

"Sarma getirecekmiş işte." Cevabıma karşılık kendisini sakinleştirmeye çalıştığını fark ettim.

 

Düz bir sesle konuştu, sakinleşmiş gibiydi. Saman alevi deyimine ilk defa bu kadar net tanık oldum.

 

"Peki." Derin bir nefes aldı. "Peki, sana inanacağım."

 

Cümlesi kaşlarımı çatmama neden oldu, hâlâ onu polise ihbar edeceğimi filan mı düşünüyordu? Bir polisle yakın olmamandan bu yüzden mi rahatsızlık duyuyordu?

 

Araba evimin ait olduğu sokağa hızla giriş yaptı ve Efser boş bir alan bulup arabayı sert bir manevra ile park etti. Efser'in gergin tavırları benimde gerilmeme neden oldu ancak sakin kalmaya devam ettim.

 

"İnelim."

 

Arabadan seri hareketlerle indik, evimin anahtarının yanımda olmasının büyük bir şans olduğunu kabullenerek apartmandan içeri girdim. Efser ise sessiz adımlarla arkamdan geliyordu.

 

"Arabada beklesende olurdu." Asansöre önce ben ardımdan o bindi. Üçüncü katı tuşladım.

 

Efser bakışlarını bana indirdi, küçük olan asansöre bedeni büyük gelmişti. Aramızdaki mesafeyi kapatırken konuştu. "Evini özledim, biraz vakit geçirmiş olurum."

 

Gözlerimin içine bakarak kurduğu cümleyle şaşkın bakışlarım ona döndü ancak bir şey söylemeden bakışlarımı ondan çektim. Dalga geçiyordu işte, hatta laf dalaşına girelim istiyordu. Efser ineceğimiz kata gelene kadar bakışlarını inatla yüzümden çekmemişti, bu halleri kafamı karıştırmaktan başka bir işe yaramıyordu.

 

Asansör durduğunda istemeden de olsa bedenine sürtünerek hızlıca çıktım, ortamdan kaçmak istemiştim. Evin kapısını titreten ellerimle açıp içeriye girdim. İçeriye adımımı atar atmaz derin bir nefes aldım, özlemiştim evimi. İçimi hafif bir huzur kapladı, mekanda yaşadığım o saçma olay bile kısa bir anlığına zihnimde uçmuştu.

 

"İçeri geçebilirsin, ben makyajımı çıkarıp geleceğim."

 

Efser'i arkamda bıraktım ve ne yaptığıyla çok ilgilenmedim. Önce odama girip üstüme pijamalarımı geçirmiş sonrasında ise banyoya girip makyajımı temizlemiştim. Saçlarımı üstten dağınık bir şekilde topuz yaptığımda fazlasıyla 'uzun süredir evdeymiş' imajını yakaladığımı düşünüyordum. Aynadaki yansımam onayımı almıştı, modum az öncekinin aksine fazlasıyla yüksekti ve bu durum, evimin enerjisinin ruhuma iyi geldiğini düşünmeme neden oldu.

 

Sonunda banyodan çıkabildim. Uzun süredir sessiz olan Efser'in nerede olduğunu bulmak için evin içerisinde gezinmeye başladım. Önce salona ve mutfağa baktım ancak onu göremeyince içime derin bir nefes çekerek birazda oflayarak odama doğru ilerledim, büyük ihtimalle oradaydı.

 

Kapı pervazından kafamı uzatıp içeri baktığım da onu yatağımın üstünde uzanırken görmek beni gram şaşırtmamıştı. Arkadaş yatağımı seviyor gibiydi, her evime geldiğinde kendisini oraya atmaktan çekinmiyordu. Benim dışımda yatağımda yatan tek kişi oydu ancak bu durum beni rahatsız etmiyordu.

 

Kolunun tekiyle gözlerini kapatmış, diğerini de küçük yastığıma sarmıştı. Yatağım onun bedenine karşı küçücük kalıyordu. Simsiyah giyimiyle aydınlık bir odaya yakışmadığını düşünen insanlar olabilirdi ancak benim için öyle değildi. İçimdeki tuhaf hislerle birlikte gözlerimi üzerinden ayırmadım, huzurlu gözüküyordu. Ve klasik bir düşünceydi belki ama dudağının kenarındaki yara izine rağmen uyurken gerçekten de masum gözüküyordu. Gözlerimin önünde bir cinayet işlemeseydi belki her hali gözüme masum gelebilirdi. Hatırladığım olayla yüzümdeki sıcak ifade soldu, kendimi çok yanlış düşüncelerin ve hislerin içerisine atıyordum. Kendime gelmem lazımdı.

 

Kapının zili çalındığı an sırtımı yasladığım kapı pervazından ayırdım. Bakışlarım Efser'e döndü, kolunu gözlerinin önünden çekmiş olduğum tarafa bakmıştı. Onu orada bırakarak kapıyı açmaya gittim, içimden Cihangir abinin eve girmemesi için dua ediyordum.

 

Kapıyı daha fazla bekletmeden açtım, Cihagir abinin güler yüzüyle karşılaştığım da bende gülümsedim. Kapının girişinde kısaca sarıldık.

 

"Hoş geldin Cihangir abi." Bakışları kısaca yüzümde gezindi.

 

"Hoş buldum, tekrardan nasılsın?"

 

"İyiyim abi, sen nasılsın?" Tedirgin bir şekilde nefes aldım.

 

"Yine gece nöbeti işte nasıl olayım, biliyorsun nöbet işi; en sevmediğim." Çocuksu tavrına karşılık güldüm, onun da sesinde eğlenen bir tavır vardı

 

"Bu arada bizimkilerin de selamı var. Her an yine bizim eve tekrar davet edilebilirsin haberin olsun, hazırla kendini sorguya."

 

Ufak bir kahkaha attım ancak tam arkamda hissettiğim nefes sesiyle gülümsemem yavaşça soldu. Efser ne ara o yataktan kalkıp buraya sessizce gelmişti bilmiyordum. Ancak önümde bir polis duruyorken bana bu kadar yaklaşıyor olması sinirlenmeme neden oldu. Kapının arkasında duran elime yumuşak saçları temas etti, arkadan boynuma doğru eğilmişti. Midem kasıldı ve tüylerim diken diken oldu. Oyun mu oynuyordu?

 

"Bir sorun mu var?" Cihangir abinin sesi kuşkulu çıkmıştı, yüzüme yalancı bir gülümse yerleştirmeye çalıştım.

 

"Hayır bir sorun yok, sadece başıma küçük bir ağrı saplandı." Sözüme karşılık Cihangir abinin gözleri endişeli bir tavıra büründü.

 

"O zaman ben bunları bırakıp gideyim güzelim, dinlen sende."

 

Elindeki poşeti bana uzattı, titremeye başlayan ellerimle hızlıca uzanıp poşeti aldım. Kalbim stresten dolayı hızlı atıyordu, kendimi kibar olmaya zorlayarak konuştum.

 

"Bir kahve ya da çay içip öyle gitseydin abi."

 

Efser'in sessiz homurtusu kulağıma doldu, Cihangir abinin duyup duymadığını anlamak için yüzüne baktım ancak bakışlarında hiçbir değişiklik yoktu.

 

"Sağ ol abicim ama burada biraz daha kalırsam geç kalacağım."

 

Onu hızla kafamla onayladım. Gitmek için geriye birkaç adım atması ile tuttuğum nefesi bıraktım ancak bir şey hatırlamış gibi bakışları durdu ve tekrar birkaç adım yaklaştı, kapının gerisine doğru birkaç adım geri attım. Sırtım Efser'in göğsüne değdi, arkamdaki beden kasıldı. Onunla temas eden tüm uzuvlarım karıncalandı, içimden Efser'e birkez daha kızdım.

 

Anlık korkuyla endişeye bürünmüş bakışlarımı Cihangir abiye çevirdim, kafasını içeriye doğru uzatıp etrafa kısaca bakındı.

 

"Lilyum nerede?" Sorusuyla ne ara çattığımı bilmediğim kaşlarım düz bir çizgi halini aldı. İçime derin bir nefes çektim, gözlerimi birbirine yavaşça bastırıp açtım.

 

"Uyuyor ya o."

 

Masum tavrıma ve tuhaf cevabıma karşılık kafasını gülümseyerek 'anladım' dercesine sallamış ve tekrardan geri çekilmişti.

 

"Onu sevip gidecektim ama uyuyorsa yapacak bir şey yok." Onun cevabıyla mahçup bir ifade takınarak kafamı salladım. Cihangir abiye yalan söylüyor olmak canımı sıkıyordu.

 

"Kendine çok dikkat et olur mu? Rahatsız eden birileri, canını sıkan en ufak bir mesele olursa bana gel Serin." İçine derin bir nefes çekti, yüzünde kararsız kalmış bir ifade vardı ama en sonunda konuştu. "Belli etmemeye çalışsan da endişeli olduğunu biliyorum ancak bunun nedenini bilmiyor olmak kafamı karıştırıyor."

 

Sözleriyle birlikte şaşkın bakışlarım uzun bir süre onun üstünde dolaştı. Kalbim endişe ile hızlandı.

 

"Ben..." Efser'in sıcak eli kapının üzerinde duran buz gibi olmuş elime temas etti, içime derin bir nefes çektim. Bu bir uyarıydı, cümlemi hızla tamamladım.

 

"Ben gerçekten iyiyim, sadece işim bu aralar çok yoğun yetiştiremediğim projelerim var o yüzden endişeliyim. Sana belli etmek istememiştim aslında..."

 

Cihangir abinin bakışları merhametli bir şekilde yüzümde dolaştı.

 

"Peki o zaman, yine de tek bir telefonla en yakınındayım. Bunu unutma." Onun samimi sözlerine karşılık içten bir şekilde gülümsedim. Ondan sakladığım gerçekler kalbimin rahatsız bir hisle sıkışmasına neden oluyordu.

 

Cihangir abi geriye çekilmişti, kısaca vedalaştık. Onun asansöre binmesini bekledim, bindiği an kapıyı hızlıca kapattım. Hemen arkamda duran Efser'e döndüm, çatık kaşlarının altındaki gözleri önce gülümseyen dudaklarımda sonra gözlerimde oyalandı. Yüzümdeki ifadeleyi temizledim ve ona konuşma fırsatı vermeden yorgun ve sert bir şekilde konuştum.

 

"Neden arkamda, bu kadar yakınımda sessizce duruyorsun ya korkup, tepki verip seni ifşa etseydim Efser? Böyle hareketler yapmana gerek var mıydı cidden?" Ani sorularım beni bile şaşırttı.

 

Efser inandırıcı olmayan masum bir bakış atarak bana baktı ancak o bakışlarının altındaki diğer ifadeyi, beni rahatsız eden o tehlike parıltısını görebiliyordum.

 

"Yanlış hiçbir şey yapmadım ki, sadece konuşmalarınızı dinlemek istedim."

 

Gözlerimi sinirle kapattım ve birkaç saniye kendime zaman tanıdım, sakinleşmem lazımdı. Çünkü ani sinirler ağzımdan istemediğim sözlerin çıkmasına neden olabiliyordu.

 

"Yakalanabilirdik Efser." Öfkeli bakışlarım yüzünde dolaştı.

 

Kafasını hafifçe sola yatırdı, alaycı gülümsemesi tekrar yüzündeydi. Bu ifadesi zihnimde tehlike çanlarının çalmasına neden oldu, Efser sorunlu birisiydi. Buna inanmak istemesem de Efser her seferinde bu düşünceye ulaşmam için çaba gösteriyor gibiydi.

 

"Ama yakalanmadık."

 

"Efser, artık bir şeylerle dalga geçmeyi bırak." Sesim yorgun çıkmıştı. " Ben bugün gerçekten çok yoruldum ve seninle uğraşmak bu yorgunluğu arttırıyor."Onun yanından geçip gitmeye çalıştım ancak kolumdan tutup buna izin vermedi.

 

"Dalga geçmiyorum."

 

Ne ara dibine girmişti anlayamadım ama fazlasıyla yakın olduğumuzu fark ettiğim an birkaç adım geri gitmeye çalıştım ancak kolumdaki eli buna tekrardan izin vermedi. "Neden bu kadar yakınsın sen bu Cihangir abinle?" Abin kısmında sesinde rahatsız edici bir ima barındırmıştı.

 

"Anlamadım?"

 

Gözlerini sabır dilenircesine açıp kapattı. Soğuk bir gülümseme ile bana baktı."Bir polisle nasıl bu kadar yakın olabiliyorsun? Arkanda, yanında ve genel olarak etrafında bir katil bulunurken." Sözleriyle kalbim buz kesti, sinirim yerine gerginliğe bırakmaya başladı.

 

"Saçmalıyorsun Efser." Kendisiyle ilgili bu gerçekleri bana hatırlattığından dolayı mıdır bilinmez sesim sert çıkmıştı.

 

"Aranızda ne tür bir bağ var Serin? Devamlı gülümseler, yanındayım mesajları... Hayırdır yani? Ne gizliyorsun bizden?" Bakışları tüm yüzümü bir şeyler yakalamak istercesine tarıyordu. Yakınlığı başımı döndürüyordu bu yüzden ondan kurtulmak istercesine hızlıca cevapladım.

 

"Bir şey gizlediğim yok Efser, saçmaladığının farkındasın dimi?" Kolumu kendime doğru çekmeye çalıştım ancak gücü karşısında tek bir santim bile kendime çekemedim."Ayrıca aramızdaki bağdan sanane." Sesim sinirliydi.

 

Efser'in bakışları sert bir ifadeyle yüzümü taradı. "Bu süreçte sanane ya da banane gibi kelimelere yer yok Serin." Gözlerimin içine bakarak kurduğu cümleyle gözlerim gözlerinde oyalandı. Sesi tehditkar ve net çıkmıştı. Bu tavrı yutkunmama neden oldu, onu sinirli bir şekilde görmek istemiyordum. "Bunu sen de çok iyi biliyorsun." Az önceki Efser'den herhangi bir iz kalmamış gibiydi. Sesi bana karşı uzun zaman sonra ilk defa bu kadar soğuktu.

 

"Uzun süredir tanıdığım birisi, yakın olmam normal. Ayrıca bırak artık kolumu Efser." Sonlara doğru sesimin tonu endişelendiğim için yüksek çıkmıştı.

 

"Uzun süredir tanıdığın birisi mi?" Alaycı biz şekilde güldü. "Buna inanmamı bekleme."

 

Kolumu onun elinden bir kez daha kurtarmaya çalıştığımda yüzüme doğru eğilerek konuştu. "O zaman benim de tanımam lazımdı."

 

Yakınlığı ve sözleri kalbimi hızlandırdı, sol elimle onu göğsünden ittirdim. Bu hareketimle kolumu bırakmış benden uzaklaşmıştı. Bu Efser'in kırdığı ilk ciddi pottu ya da ben öyle düşünüyordum.

 

"Sen ne demek istiyorsun Efser, açık konuşur musun artık? Ben seninle tanışalı iki hafta olmuşken sen benim geçmişimden gelen birisini nerden bileceksin ki?" Kalbim hızla çarparken kulağımda ki uğursuz çınlama artmış, ellerim gerginlikten titremeye başlamıştı.

 

Benden birkaç adım uzaklaşmış olan Efser bana tanıştığımız ilk zamanlardaki gibi soğuk bir bakış attı, adımlarım benden izinsizce küçük koridorda birkaç adım geri gitti. Bu bakışı bir yerden tanıdık geliyordu, kaçıp uzaklaşma isteği oluşturuyordu içimde.

 

"Yine farklı şeylerin peşinde değilsin değil mi Serin?" Tehlikeli ses tonu kısık çıkmıştı. Yavaş adımlarla üstüme doğru yürümeye başlamış, korkumun artmasına neden olmuştu.

 

"Napıyorsun?" Kafasını tekrar sola yatırdı, yavaş adımlarla üstüme gelmeye devam ediyordu, adımlarım ise bu tehlikeli ortamı sezmiş olmalı ki geriye doğru gitmeye devam ediyorlardı.

 

"Neden korkuyorsun?" Sorusuyla birlikte nefesimi kontrol edemeyerek hızlıca nefes alıp vermeye başladım. Tehlikeli bir şekilde gülümsedi.

 

"Korkman gereken bir durum mu var?"

 

Birkaç adımla aramızdaki mesafeyi kapatmıştı, ellerimi güçsüz bir şekilde göğsüne koyup itmeye çalıştım ancak onun gücü karşısında başarısız oldum. Göğsündeki elime ters bir bakış attı, tek eliyle iki bileğimi de kavradı.

 

"Bana dokunmamalısın, bunu da anlamış olmalısın artık."

 

Elimi ondan kurtarmaya çalıştım ancak izin vermedi. Ellerimi arkamda bağladı ve beni birkaç adım daha geriye itti, sırtım artık duvara değiyordu. Bu hallerinden ötürü onu tanıyamıyordum, kalbim göğüs kafesimi terk etmek istiyor gibi sertçe atıyordu. Eli çeneme gitti, bakışlarımı ondan kaçırmama izin vermedi.

 

"Efser, bırak lütfen." Dokunsalar ağlayacaktım, bunu gerçekten görmüyor muydu? Tanıdığım Efser bu değildi ki. Düşüncelerim kaşlarımı çatmama neden oldu, tanıdığım Efser zaten bir katildi. Gözlerindeki ifade bile değişmeden, bir insanı öldüren katil. Bu düşünce tüm vücudumun titremesine neden oldu, gerçekleri unutmaya meyilli olan zihnim aptallığıma karşılık güldü.

 

Efser üzerime doğru eğildi, kendimi korkakça iyice duvara yasladım. Dudakları kulağımın üstüne sürtündü, diken diken olan tüylerim ile titrek bir nefes bıraktım. Kafamı temasından kaçınmak için sağa çevirmeye çalışsam bile çenemdeki elinin baskısı buna izin vermedi.

 

"Tekrar olmaz Serin, bu sefer izin vermem..."

 

Dudakları ve burnu saçlarıma sürtündü, bir süre öylece durdu. Onu tekrar ittim, bu sefer daha fazla güç uygulamıştım. Rahatsız olduğum şey dokunuşları değil, sözleriydi.

 

"Uzak dur benden."

 

Ellerimi sertçe bıraktı, sırtım duvara değdi. O ise geriye doğru çekilmiş, acımasız bakışlarını yüzümde gezdiriyordu. Titreyen ve güçsüzleşen bacaklarımla birlikte olduğum yere yavaşça çöktüm. Dizlerimi kendime çektim ve mekanikleşmiş bir hareketle kafamı dizlerime yasladım. Başım dönüyordu o ameliyat sürecinden sonra ilk defa bu kadar fazla dönüyordu. Bu durum midemin de bulunmasına neden oldu, bir süre böyle hareketsiz kalırsam geçeceğini umdum. Ağzımda acı bir tat birikmişti ve burnumun ucu sızlıyordu.

 

Şu an ağlamamak için kendimi tuttuğum nadir anlardan birisiydi. Böyle bir şeyi neden yaşadığımı anlamaya çalışıyordum ancak kendime yabancı gelecek şekilde sessizdim. Neden vicdan azabı çekiyordum? Neden bağırıp, çağırıp nefret kusamıyordum karşımdaki adama? Niye bana hatırlatmasını istemiyordum, unuttuğum her şeyi? Kalbim ve zihnim ortak bir payda da buluştu, karşımdaki adam geçmişimin bir noktasında vardı. Belki sadece küçücük bir kısımda vardı ancak vardı işte, gözlerini gördüğüm ilk anda içime doğan hisse artık anlam verebiliyordum. Onu neden yabancı kontenjanına koyamadığımı artık anlıyordum.

 

Ve korkuyordum da, şu an tüm benliğimle korkuyordum. Ne kadar süre bu şekilde oturdum bilmiyorum ama kulağım tüm seslere karşı sağır olmuş gibiydi. Duyamıyor, konuşamıyor ve ağlayamıyordum. Hatta bir süre sonra düşünmeyi bile bıraktım. Sadece orada öylece oturmaya devam ettim. Başımın ağrısı geçmesini ve belki bir umut küçük bir nokta hatırlamak için bekledim. Bir de Efser'e karşı içimin soğumasını...

 

Bir el dizlerimde duran parmaklarıma dokundu, tepki göstermedim. Şu an tüm zayıflığımı görüyordu dimi? Zavallığı gibi görünüyordum, ağzıma acı bir tadın hissi arttı. Kendi korkaklığımdan bir kez daha nefret ettim, filmlerde izlediğim karakterlere benzeyebilseydim keşke. Daha kalpsiz, daha güçlü olanlara. Böyle durumlarda daha soğukkanlı davrananlara.

 

"Kalk hadi." Duygusuz sesi kulaklarıma doldu, bu ses tonu içimde bir yerleri daha fazla kırdı.

 

Efser problemli birisiydi, kesinlikle öyleydi. Çabuk sinirleniyor, çabuk sakinleşiyordu. Yine onu tanıyormuş gibi yorum yaptığımı fark ettiğimde kendime kızdım, bu adamı tanıdığım filan yoktu aslında. Sadece bana gösterdiği kadar onu biliyor, onu tanıyordum. Daha fazlası yoktu. Soy ismini bile bugün öğrendiğim birisinin huyunu birkaç haftada nasıl öğrenebilirdim ki? Tüm bu süreçte sadece kendimi kandırıyordum. Ben gerçekten aptaldım, bu adama karşı hissettiğim bu merhamet bile aptal olduğumun kanıtıydı.

 

"Serin..." Yutkunma sesi kulaklarıma doldu.

 

"Hadi kalk yerden, üşeyeceksin." Ruhsuz sesi tekrar kulaklarıma doldu, bana dokunan ellerinden parmaklarımı yavaçça kurtardım. Şu an en ufak temasını bile istemiyordum.

 

"Gider misin?" Kafamı kaldırmamıştım, sesim yorgundu ancak kırgınlık ya da kızgınlık belirtisi yoktu. Aksine sakindi, sadece gitsin istiyordum.

 

"Gideceğim, durmayacağım burada. Ama yerden kalkman lazım. Hasta olacaksın."

 

Onu umursamadım. "Efser, sadece gidemez misin?" İsmi dudaklarımdan sessizce dökülmüştü.

 

Eli saçlarıma gitmişti, seçtiği bir tutamı parmaklar uçlarında çevirdi. Hareketiyle olduğum yerde buz kestim, bütün vücudum titredi. Bana şu an dokunmasını istemiyordum. Özellikle de bu denli tanıdık hissettiren bir şekilde dokunmasını hiç istemiyordum.

 

"Şimdi gidemem."

 

Kafamı kaldırdım bakışlarım saçlarımdaki ellerindeydi, kafamı hafifçe sağa doğru çektiğimde parmakları boşluğa düştü. Kalbim hızını kesmeden atmaya devam ediyordu, üstümdeki karmaşık hisleri atlatamamıştım. Gözleri kızarmış gözlerimle ilk defa karşılaştı.

 

"Sikeyim kafamı." Kendi kendine mırıldandı, ne düşündüğünü anlamak zordu. Anlamakta istemiyordum.

 

Efser gözlerini sertçe kapattı ve uzun süre öyle kaldı, boş bakışlarım yüzünde dolaştı. Az önceki halinden eser kalmamıştı, tanıdığımı sandığım kişiliğine geri dönmüştü.

 

Ellerini sinirle kendi saçlarından geriye doğru geçirdi, beni ikna etmeye çalışırcasına konuştu.

 

"Peki, şöyle yapalım buradan kalk, yatağına geç. Ben de seni yalnız bırakayım."

 

Cümlesini tamamladığı sırada evin içerisine telefonun melodi sesi yayılıp, yankılandı.

 

Efser'in eli telefonuna gitti, çağrıyı yanıtlamadan kapattı ancak hemen sonrasında telefon tekrar ısrarla çaldı.

 

'Sikeyim artık.'

 

Efser sert bir şekilde telefonun açma düğmesine bastı ve öfkesini bastıramadığı bir şekilde konuştu.

 

"Ne var Ekin?"

 

Telefonun diğer ucundan Ekin'in sesini duyabiliyordum.

 

"Efser, Akın aradı az önce. Yarın geleceklerini söyledi, ne yapalım?" Ekin'in sesi düzdü ancak gerginliğini hissetmiştim.

 

Efser yavaşça gözlerini birbirine bastırdı, eli yüzünü sıvazladı, iyi bir ruh halinde olmadığını anlayabiliyordum. Yine de Ekin'e karşı ses tonunu ayarlayabiliyordu.

 

"Neden bir anda gelmeye karar verdi bu çocuk, böyle sessiz sedasız."

 

"Bilmiyorum Efser'im, az önce aradı tuhaf bir şekilde sinirliydi de zaten.Yarın ordayım dedi, bir şey diyemedim abi ne diyeyim."

 

Ekin'in Efser'e karşı seslenişi bakışlarımın dalgınlaşmasına neden oldu. Bana bu şekilde değer veren tek kişi sadece annemdi. Galiba ömrüm boyunca da sadece annem bu şekilde değer verecekti bana. Bakışlarım dalgın bir şekilde duvarda gezindi, evet öyle olacaktı büyük ihtimalle.

 

Efser'in kaşları çatıldı. "Sinirli miydi? Geldiğinde bu çocukla adam akıllı konuşsam iyi olacak. İşleri filan mı halledemediler bu yüzden mi sinirliydi?"

 

"Yok hayır işi hallettik demişti bana, acaba bazı şeyleri öğrenmiş olabilir mi?" Ekin'in sesi net bir şekilde duyuluyordu.

 

Efser'in bakışları boş bir şekilde etrafta dolaştı. Kaşları hâlâ çatıktı. "Nereden öğrenecek ki?" Sesi şüpheli çıkmıştı.

 

"Onu bilmiyorum da siz nerde kaldınız Efser? Eve gelin de öyle konuşalım. Hem Serin de yorgundu uyusaydı gelip." Ekin'in bana karşı olan düşünceli tavrı şaşkınlıkla kaşlarımı çatmama neden olmuştu.

 

Efser'in bakışları bana döndü uzun bir süre gözlerimin içine baktığında bakışlarını kaçıran ben oldum. "Serin'in evindeyiz."

 

"Hayırdır?"

 

"Önemli bir şey değil. Sen Lili'yi getirebilir misin bugün?" Kedimi benim seslendiğim isimle anmıştı.

 

Ekin'in bir süre sesi çıkmadı. "Serin artık burada kalmayacak mı?" Ses tonundan ne düşündüğünü anlamak mümkün değildi.

 

Efser'in bakışlarını üstümde hissediyordum ancak ona bakmadım. Kafamı arkamdaki duvara yaslamıştım, şu an burada uyuyabilirdim. Ne çok uykuyu düşünür olmuştum böyle. "Bir sorun olmadığı sürece kendi evinde kalması şu anlık daha doğru olacak." Bu 'doğru' kararı az önce verdiğinden emindim.

 

"Peki. Ben Lilyum'u da alıp geliyorum."

 

Efser telefonu kapattı. Yavaş hareketlerle tekrar baş ucuma çömeldi, kendimi olduğum yerde dikleştirdim.

 

"Serin kucağıma alıp odaya götürmemi istemiyorsan şu an kalkmalısın."

 

Sözüne karşılık sadece yorgun bir ifadeyle baktım ona, ancak inatlaşmaya çalışmayıp olduğum yerden, duvardan destek alarak kalktım. Çünkü biliyordum dediğini yapardı.

 

Yavaş adımlarla odama yürüdüm, yatağıma uzanıp Efser'e arkamı döndüm.

Tüm düşüncelerimi susturdum ve sanki bugünü hiç yaşamamış gibi gözlerimi karanlığa kapadım.

 

"Serin nerde?" Ekin'in sesi kulaklarıma doldu, rahatsızca diğer tarafıma döndüm. En ufak seste uyanan birisi değildim eskiden ancak bu aralar vücudum fazla duyarlı olmuştu.

 

"İçeride, uyuyor." Efser'in sıkıntılı sesi kulaklarıma doldu.

 

"Bir sorun mu var?"

 

"Tartıştık biraz." Sesi hiçbir duyguyu barındırmıyordu.

 

Kedimin sesi kulaklarıma doldu, gözlerimi kırpıştırarak açmaya çalıştım.Lilyum'da evini özlemişti bundan emindim. Ben de onu özlemiştim.

 

"Bir şey yapmadım dimi kıza?" Efser Ekin'in sorusunu cevapsız bıraktı.

 

Bir pati sesi duymamla birlikte üstüme küçük tüylü bir şeyin atlaması aynı anda oldu. Yorgun bir şekilde gülümsediğimde onu avuçlarıma alıp sıkıca öptüm. Kucağıma kıvrıldığında onu kollarımla sarıp, uyumaya çalıştım. Mırıltı sesi huzurla nefes almama neden oldu.

 

Umarım yarın birazcık ağlayabilirim diye düşündüm, belki o zaman içimdeki bu huzursuz hislerde göz yaşlarıyla birlikte akıp giderdi. Çünkü tüm bu hisler, uzun bir süreden sonra ilk defa uyusam bile geçecek gibi değildi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Umarım severek okumuşsunuzdur, diğer bölümde görüşmek üzere...

 

Bölüm : 02.01.2025 19:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...