2. Bölüm

2. TOZLANMIŞ KUYU

Yeşim Işıldak
yesimisildak

Kulağıma dolan araba sesleriyle birlikte ne zaman kapattığımı bilmediğim gözlerimi hafifçe araladım. Araba farlarının ışıkları gözlerimi kamaştırdı, bunu engellemek amaçlı elimi gözlerime siper ettim. Siyah bir jeep sert bir frenle önümüzde durdu, gözlerimi kucağımda yatan Efser'e kaydırdım, gözleri hâlâ kapalıydı.

 

Yağmur ise artık yağmıyordu.

 

Önümüzdeki araba hariç diğer arabanın farları sönmüştü. Araba kapısının kapanma sesi kulağıma doldu, kafamı kaldırıp gelen kişiye baktım. Silüeti seçilmeye başladığında elinde gördüğüm silahla yutkundum. Silah üstümüze doğrutulmuştu. Bunlar Efser'in arkadaşları mıydı?

 

Karşımdaki adam bana iyice yaklaşmış, gözlerindeki açık öfkeyi gizleme gereği duymadan bakıyordu. Uzun boylu, kumral bir adamdı. Ona selam vermek istesem de bakışlarından korktuğum için sustum, daha doğrusu nasıl konuşmaya başlama cesaretini bulamadım.

 

"Çek ellerini onun üstünden." Sert sesi refleksle elimi Efser'in saçından çekmeme neden oldu. Öfkeli çıkan sesi gerginliğini arttırmış, içimi huzursuz bir hisse boğmuştu.

 

"Ben, arkadaşına yardım etmeye çalışıyorum." Sesim şaşkın çıkmış, kaşlarım çatılmıştı. Sözlerime karşılık yüzünde alaycı bir gülüş oluştu.

 

"Biliyor musun? Sana gram güvenmiyorum." Nefret dolu sesi zaten çatık olan kaşlarımın biraz daha çatışmasına neden oldu. Beni tanımıyordu bundan emindim, peki karşımdaki bu herif tanımadığı birisi hakkında bu şekilde nasıl konuşabiliyordu?

 

Bakışlarım kucağımda savunmasızca yatan Efser'e kaydı, ona zarar vermek istiyor gibi mi gözüküyordum? Aslında tam tersi diye düşündüm, onu korumak için çabalıyordum.

 

"Efser'in başını hafifçe yere koy ve ellerini havaya kaldırıp kalk."

 

Cümlesinin sonuna kadar kademe kademe şaşkınlığım arttı. Suçlu muamelesi görüyordum. Kaşlarım yukarı kalkarken artan sinirimle birlikte konuştum.

 

"Ne saçmalıyorsun?"

 

"İkiniz de kesin sesinizi."

 

Kafamı sesin geldiği yöne çevirdim, kahverengi uzun saçlı bir kızla göz göze geldik. Bakışları ruhsuz bir şekilde üstümde oyalandıktan sonra karşımda duran çocuğa dönerek konuştu.

 

"Ekin, saçmalama daha fazla. Efser iyi gözükmüyor, sorgulamanı başka zamana bırak." Konuşmanın sonuna doğru ses tonu azalmıştı. Sorgulama kelimesi tekrardan sinirimi bozdu ancak şu anlık susmayı tercih ettim.

 

Ekin silahını beline yerleştirirken aklı başına daha yeni gelmiş gibiydi. Gözleri Efser'e kaydığında kızı cevapladı.

 

"Ben Efser'i bu şekilde görünce kendimi tutamadım Ülkü."

 

Ekin hızlıca yanımıza adımladı ve hiç tereddüt etmeden Efser'in baş ucuna çömeldi. Efser'in kucağımdaki başını bana temas etmeden yavaşça kaldırdı ve kendi kucağına doğru çekti.

 

"Kardeşim?" Efser'e seslenişinde ki merhamet tonunu hissetmek, onun az önce bana öfke kusan çocukla aynı kişi olduğunu kavramakta zorlanmama neden oldu.

 

Efser hiçbir tepki vermemeye devam etti, içimdeki endişe arttı. Ekin'in bakışlarında da aynı endişeli tavır geziniyordu, bakışlarını Efser'den çekmiş az önce indiği arabanın yanında dikilen esmer bir çocuğa yöneltmişti.

 

"Ali, gel koçum."

 

Ali Ekin'in sesiyle koşarcasına yanımıza geldi ve Ekin'in yeni bir emir vermesini beklemeden Efser'in sağ omuz altına girmişti, Ekin de diğer kolunun altına girdi ve Efser'i kucağımdan kaldırdılar.

 

Onu yavaş adımlarla arabaya taşıyorlardı, ben de daha fazla ıslak zeminde oturmak istemediğim için duvara tutunarak ayağa kalktım. Bacaklarım soğuktan uyuşmuşlardı, sırtım ise tamamen ıslanmış soğuğun vücuduma girmesini kolaylaştırmıştı.

 

Dengemi kurmaya çalışırken bakışlarım etrafı taradı, zihnim olanları kavramaya çalışıyordu ancak başarılı olduğu söylenemezdi. Baş ağrım da yine en olmayacak bir zamanda şiddetini arttırmış, sorunlar yerine ağrıya odaklanmama neden olmuştu.

 

"Benimle gel." Sesin geldiği yöne döndüm, isminin Ülkü olduğunu öğrendiğim kızla göz göze geldik. Yorgun bir sesle konuştum.

 

"Aslında ben eve gitsem daha iyi olur."

 

Ekin arabayı hızlı bir şekilde sokaktan çıkardığında gözüm birkaç saniye orada takılı kaldı.

 

"Olmaz." Bakışlarım Ülkü'ye tekrar döndü, sebep ararcasına yüzüne baktım.

"Olayı öğrensek iyi olur, Efser uyandıktan sonra, istediğin zaman gidersin." Sesi hiçbir duyguyu barındırmıyordu, tıpkı diğerleri gibi.

Onu kafamla onayladım, kabullenmiş hissediyordum. Daha doğrusu şu an bir tartışmaya giremeyecek kadar yorgundum.

 

Ülkü arabaya doğru yürümeye başlamıştı, peşinden gidecekken gözüm duvarın kenarına attığım çantaya ilişti. Yavaş adımlarla oraya yöneldim ve eğilip çantamı yerden aldım. Çantanın içerisini aceleci bir tavırlarla kontrol ettim. Efser'in maskesi de dahil olmak üzere her şey içindeydi. Bu durum rahat bir nefes almama neden oldu ancak zihnimin bir köşesinde hâlâ daha olayın geçtiği anı düşünmek aldığım rahat nefesin bile genzimi yakmasına sebep oldu.

 

Ülkü'yü daha fazla bekletmeden arabaya doğru yöneldim, o ise arabanın kenarında durmuş hareketlerimi izliyordu. Arabanın yanına geldiğimde ikimizde aynı anda arabaya binmiştik. Elimdeki çantaya kısaca baksada ne olduğunu sormadı. Arabayı çalıştırdı ve sert bir gaz ile hızlıca sokaktan çıktık, birkaç dakika sonra Efser'in de içinde olduğu arabanın arkasına takılmıştık.

 

"Olay nasıl oldu?"

 

Ülkü'nün sesiyle ona döndüm. Onun bakışları bende değil, hızla akıp giden yoldaydı. Olayı ona kısaca özet geçtim, tek tepki verdiği kısım adamın öldüğü andı ancak onu bile çok umursamamış ve konuşmam bittiğinde ise sadece "Anladım." diye mırıldanmıştı. Bu tepkisizliği huzursuz hissetmeme neden olmuştu çünkü bu rahatlığın nedeni olsa olsa alışkanlık olurdu. Bakışlarım Ülkü'nün yan profilinde kısaca gezindi, böyle olaylara gerçekten alışkınlar mıydı?

 

Birkaç saniyelik sessizlikten sonra kafasını bana çevirmiş, göz göze gelmiştik.

 

"Peki o ıssız yerde ne işin vardı?"

 

Sorguya başladı diye düşündüm ancak bir yanımda bu soruların normal olduğunu söylüyordu. Belki onun yerinde ben olsam bende aynı soruları sorardım, bu yüzden içimdeki rahatsızlık tohumları kayboldu.

 

"Evim, o sokağa yakın." Sesim de hafif bir umursamazlık vardı.

 

"Evin mi?" Gözlerim yüzünde dolaştı, sakin bir ifadesi vardı. Bakışlarımı ondan çektim, gözlerimi cama döndürmeden önce onu kısık sesimle cevapladım.

 

"Evet, evim."

 

Sessiz ama kısa bir yolculuk sonrasında iki katlı, beyaz bir müstakil evin önünde durmuştuk. Ev dışardan bakılınca sakin bir hava veriyordu ama neden bilmiyorum zihnim evi görür görmez 'kuyu' diye fısıldamıştı. Bir süre daha eve baktım ancak zihnimin neden böyle düşündüğüne dair mantıklı bir açıklama bulamadım.

 

Bakışlarım evin çevresine kaydı ve oralarda dolaştı, sakin bir semteydi ev. Çevrede bu şekilde iki katlı müstakil evler, tektükte olsa diziliydiler. Geniş yolları, bakımlı sokakları olan; benim yaşadığım semtten çok farklı bir muhitti.

 

"İnelim." Ülkü'yü başımla onayladıktan sonra gücünü kaybetmiş bacaklarıma yüklendim ve yavaş hareketlerle arabadan indim.

 

Ülkü önde ben arkada giderken ışıklarla aydınlatılmış bahçeyi inceliyordum. Gözüme ilk ilişen şey bahçeye renk veren türlü çiçeklerdi. Gözlerim bir süre onların üstünde oyalandı, sonrasında geniş bahçeye biraz daha baktım. Evin teras kısmında oturabilecekleri güzel bir alan, bahçelerinde ise vakit geçirebilecekleri çeşitli malzemeler vardı. Ülkü evin kapısını anahtarıyla açtığında daha fazla oyalanmadan adımları hızlandırarak ona yetiştim.

 

Eve girdikten sonra sağa dönmüş ilk oda olan, oturma odası olarak tahmin ettiğim, yere girmiştik. Ekin de buradaydı. Dirseklerini bacaklarına yaslamış, başını ise avuçlarının içerisine yerleştirmişti. Bizim içeri geldiğimizi duymuş olmalı ki kafasını kaldırıp bize baktı, koyu kahve gözleri üstümüzde kitlendi.

 

Ülkü odanın içerisinde ilerlerken,

"Efser nerede?" Diye sordu.

 

"Ahmet'in yanında müdahale odasında." Ekin'in sesi yorgun gibiydi. Hastane yerine eve gelmelerine anlam veremesem de bunu sorma cesaretinde bulunamadım. Çünkü artık farkındaydım, olmamam gereken bir yerde olduğumun.

 

Ülkü Ekin'in karşısındaki koltuğa oturup başını arkaya yasladı. Bense ne yapacağımı bilemeyerek olduğum yerde durdum. Bakışlarım salonun içerisinde oyalandı beyaz, kahverengi ve siyah renklerin hakim olduğu sade ama şık bir odaydı.

 

"İyi mi? Bana ihtiyaçları var mı?"

 

Ekin bakışlarını benden çekmeden Ülkü'yü cevapladı. "İyi, bilinci açık dedi Ahmet. Sana da gerek yok galiba, yine de az sonra gidersin yanlarına."

 

Ülkü onu kafasıyla onayladı ama Ekin bunu görmedi çünkü gözlerini üstümden hâlâ çekmemişti. Bakışlarından rahatsızlık duyduğumu belli edercesine yerimde kıpırdandım. Gözlerinde sadece nefret kırıntıları bulunduruyordu ve koyu gözlerindeki bu bakışa alışmak imkansız derecesinde zordu.

 

"Bir sorun mu var?" Sesim beklediğimden soğuk çıkmıştı. Ağrıyan başım, gözlerimin önünden gitmeyen ölü bir adamın görüntüsü tahammül seviyemi en az seviyeye indirmişti.

 

Ekin anında cevapladı."Yo, nereden çıkardın bunu?" Cevabına karşılık kaşlarımı şaşkınlıkla kaldırdım.

 

"Tavırlarından." Net sesime karşılık kaşları çatıldı, ağzını konuşmak için açtığı an onu susturan şey yine Ülkü'nün sesi oldu.

 

"İsmin neydi?" Bakışlarım Ülkü'ye döndü. Bugün bana sorulan en normal soruydu bu. Sorusunu cevaplayacağım sırada Ekin'in alaycı gülüşü kulaklarıma doldu. Sabır dilercesine derin bir nefes aldıktan sonra Ülkü'yü cevapladım.

 

"İsmim Serin." Ülkü bir süre boş gözlerle baktıktan sonra kafasını anladım dercesine salladı. Sonrasında tekrar susmuştu.

 

Her ikisinin de davranışları bana tuhaf gelse de yine umursamamaya çalıştım, o çocuk yani Efser büyük ihtimalle önem verdikleri biriydi belki de bu tavırları onun zarar görmesinden kaynaklıydı. Belki de onlar için kim olduğu belli olmayan bir düşmandım. Çünkü çevrelerinde bolca düşman barındıran insanlara benziyorlardı, bunu anlamak için alim olmaya gerek yoktu.

 

Hâlâ ayakta dikildiğimi fark ettim, ne yapacağımı bilemeyecek etrafıma bakındım. İlkokula yeni başlayan küçük bir çocuk acemiliği vardı üstümde. Bulunduğu ortamı tanımayıp, çekingen bir şekilde köşesine geçen ufak bir çocuk hissiyatı bedenimi sordu.

 

"Yorgun musun?" Ülkü'nün bakışları üstümdeydi.

 

Zaten bu soruyu bekliyormuşçasına anından cevapladım."Evet, biraz." Ülkü oturduğu yerden kalkarken konuştu.

 

"Aklım Efser'de olduğu için nasıl olduğunu soramadım, kusura bakma. İstersen sana kalabileceğin odayı göstereyim."

 

Ona minnettar bakışlarımı sunmamak için kendimle savaştım, bu ortamdan ve özellikle de Ekin'den uzaklaşmak iyi olabilirdi. Zaten huzursuz hissederken onun bakışları ve tavrı kendimi daha da kötü hissettirmekten başka işe yaramıyordu.

 

Odadan çıkarken peşinden ilerliyordum. Başım belki de yıllar sonra ilk defa bu kadar çok ağrıyordu ve bu bende ağlama isteği uyandırmıştı. Çocuklar gibi ağlamak istiyordum, kalbimde huzursuz bir his, ağzımda acı bir tat vardı. Bugün kendimi devamlı çocuklar ile kıyasladığımı fark etmek zihnimin kendisi ile alay etmesine neden oldu.

 

Derin bir nefes aldım, nugünün bitmesini ve eve gidip kedimle birlikte uyumayı istiyordum. Aklıma kedim geldiğinde iyice moralim bozuldu. Onunla olduğum günden beri bensiz tek bir gün bile geçirmemişti. Ve ona bakması için arayabileceğim kimsem de yoktu. Bu düşünce içimde soğuk bir his oluşturdu, bu koca şehrin kalabalığında bu denli yalnız hissedeceğimi söyleseler onlara abartıklarını söylerdim ancak şimdi onca insanın arasında kimsesiz kalmanın ne demek olduğu şu kısacık zamanda anlatmıştım.

 

Düşüncelerimi uzaklaştırdım ve ani bir şekilde konuştum. "Efser nerede şimdi?" Gerçekten merak ettiğim bir soruydu, nasıl olduğunu, ne hissettiğini ve onun hakkında daha bir çok şeyi istemsizce merak ediyordum. Zihnimde yeşil gözlerinin bitkinliği canlanıyordu.

 

Ülkü bir süre durakladı, bakışları yüzümü taradı ancak en sonunda eliyle koridorun sonundaki odayı işaret etti. "Odası orda, tedavisi bitince buraya getirilir." Eliyle kalacağım odanın kapısını açarken konuşmasına kaldığı yerden devam etti. "Sen sabaha kadar burada dinlen, çarşaflar temiz."

 

Odaya girmiştik artık, beni ilk karşılayan şey ferah bir koku oldu. Derin bir nefes alarak kokuyu ciğerlerime doldurdum. Bir süre sessizce durduktan sonra konuşmasına devam etti. "Dolabın içerisindeki kıyafetler de temiz bedenleri de sana uyar. İstediğin gibi kullanabilirsin. Ayrıca karşı oda banyo, istediğin zaman orayı da kullanabilirsin."

 

"Teşekkür ederim Ülkü, gerisini ben hallederim." Bakışlarım odada gezinirken cevaplamıştım onu. Odaya genel olarak açık renk tonlar hakim olsa da botik bir havası vardı. Yeşil ve kahverengi ağırlıklı renklerdi. Kendi odama benziyordu ve bu bende tatlı bir huzur hissi bırakmıştı. Yatağa doğru ilerleyip oturdum, yumuşak koltuk sert zemin üzerinde oturmaktan acıyan kalçamın rahatlamasına neden oldu.

 

"Ben artık seni yalnız bırakayım." Ülkü arkasını dönüp çıkarken ona seslendim.

 

"Ülkü!" Bedenini tekrar bana döndürdü, gözlerinde sakin bir ifade vardı.

 

"Efendim Serin?" dediğinde mahçup sesimle konuştum.

 

"Çantam arabada kaldı, getirebilir misin?." İçerisinde içmem gereken ilaçlar ve şarj aletim vardı.

 

"Tamam hallederim ben." dediğinde odadan çıkmıştı.

 

Odaya geleli saatler olmuş ve sadece birkaç saat uyuyabilmiştim. Yatakta bir sağa bir de sola dönerken şarjdaki telefonumdan saate baktım. Ülkü çantamı ve telefonumu getirmişti. Ben de çantam gelir gelmez ilaçlarımı içmiş, uyumaya çalışmıştım. Şimdi ise saat gecenin ikisiydi. Yorgundum ancak uyuyamıyordum. Baş ağrım, artan kulak çınlaması ve ucu bucağı gözükmeyen düşünceler de bana hiç yardımcı olmuyordu.

 

Aklıma sürekli bugün olanlar tekrar ve tekrar doluşuyordu. Sanki bu düşüncelerden kurtulabilecekmişim gibi gözlerimi sıkıca kapattım, hatırlamak istemiyordum. Birisinin ölümünden sorumlu olmak berbat bir histi, adamı evinde bekleyen birileri var mıydı, o eve gelmediği için endişelenen?

 

Düşüncelerim tekrar zihnimi kemirmeye devam ederken ellerimle kulaklarımı kapatıp rahatsız edici çınlamayı susturmaya çalıştım ancak başarısız oldum. Aklıma babam gelmişti ancak ben ile defa babamı hatırlamak istemiyordum. Hatırlama. Evde babanı beklediğin zamanları hatırlama. O adamın da evinde bekleyen çocukları var mı diye düşünme. Ancak başarısız oldum, gözümden bir damla yaş akıp kucağıma düştü. Zihnimde devamlı bir soru yankılanıyordu. Ne yaptın sen? O adamın da bir ailesi, onu bekleyen eşi, annesi, babası olabilirdi. Bakışlarım titreyen ellerime kaydı, birisini öldürülmesine yardım etmiştim. Hayır, birisini öldürmüştüm. Onu öldüren bir bakıma bendim çünkü Efser'i kurtarmak isterken aklımdan tek geçen şey buydu zaten, diğer adamı öldürmek. Ve zihinden geçen şeylerden de sorumluydu insan çünkü zihinden geçen tüm tehlikeli düşüncelerin gerçek olma ihtimali yüksekti.

 

Düşüncelerim hızlıca başka yöne kaydı. Neden o çocuğu, Efser'i, bu kadar korumak istemiştim? Bu istek bir yabancıya karşı nasıl böyle yoğun olabilirdi? Bu kadar yoğun olmasaydı bu korkunç his, birisine asla zarar veremezdim biliyordum. Kendi hayatını başka birisinin hayatının önüne koyanlardan olmamıştım hiçbir zaman. Ama şimdi bir adamın hayatını başka bir adamın hayatının önüne koyabilmiştim.

 

Oturduğum yerden aniden kalktım, nefes alma ihtiyacı duyuyordum. Hızlı hareketlerle odadaki balkon kapısını açarak dışarı çıktım. Serin hava vücudumu okşadı, içime derin, temiz bir nefes çektim. Ellerim balkon demirlerinin üstüne koyup gökyüzüne baktım. Düşüncelerimi susturmak için uzun bir süre gökyüzünü, yıldızları, mehtabı izledim. İçimi huzursuzluk kapladığında gökyüzünü izlemem gerektiği babam öğretmişti, bu sebepten her kalbim sıkıştığında gökyüzüne bakmak arzusu ile dolup taşardım.

 

Gözlerimi şehrin ışığından uzak oldukları için rahatlıkla görebildiğim yıldızlara çevirdim, zihnimdeki düşünceler susmasa da bakışlarımı gökyüzünden çekmemeye devam ettim. Ve düşüncelerim benden izinsizce tekrardan Efser'e kaydı. Oradan da Ekin ve Ülkü'ye. Bu insanlar kimdi? Kavgaya, dövüşe belki de ölümlere alışık olduklarını anında anlamıştım. Derin bir nefes daha çektim içime. Ama insanlar nasıl olurda ölüme alışırlardı ki? Belki de bu zihnimin yanılsımasıdır diye düşündüm, ilk defa bu insanları gördün diye kısa bir hatırlatma yaptım kendime. Ölüme değilde kavgaya alışıklardır diye avuttum kendimi. Zihnim bir şeyleri abartmayı ve değiştirmeyi, olanın dışına çıkartmayı severdi. Ve ben yine zihnimin kafesine düşmüştüm.

 

Kafamı avuçlarımın içine aldım hata yapıyordum. Böyle olayların, insanların ve ortamların içerisinde bulunmamalıydım. Annemin uyarıları geldi aklıma, tüm bunlara rağmen neden o sokaktan kaçmamıştım? Ayaklarım o sokağa değil evimin sokağına dönmeliydi. Ama böyle olsaydı bu sefer de ölen Efser mi olurdu? Derin bir nefes aldım tekrar ve tekrardan.

 

Devamlı değişen ve arafın pençesinden kurtulamayan düşüncelerimden arınamayacağımı fark ettiğimde yüzümü yıkamak için odadan sessiz adımlarla çıkmış, odamın karşısında ki banyoya girmiştim.. Musluğu açtım, avuçlarıma dolan soğuk suyu kısa bir süre izledim. En sonunda avuçlarıma dolan soğuk suyla önce yüzümü ıslattım, sonrasında gerdanımı ve ensemi. Soğuk su vücudumu rahatlamış, düşüncelerimden biraz da olsa uzaklaşmamı sağlamıştı. Suyu kapattıktan sonra aynadaki yansımamla bakıştım, gözlerim kızarmış, saçlarım dağılmıştı. Bileğimdeki tokayla saçımı üstten sertçe topladım, canımı yakacak kadar sert davrandığımda bunun kendimi cezalandırma şekli olduğunu biliyordum ancak bu küçük cezayı hak ettiğimi düşündüğümden hareketlerimi yumşatmamıştım da, birkaç saç teli avuçlarımda kaldı.

 

Banyoda çıktığımda beni, karanlık uzun koridor karşıladı. Koridorun sonundaki kapıdan sızan cılız ışık dikkatimi çekti ve bakışlarım bir süre orada oyalandı. Efser'in odasıydı ve içimde oraya gitmek için büyük bir istek oluşmuştu, onun nasıl olduğunu merak ediyordum. Büyük ihtimalle uyanmamıştı bile bu yüzden kapıdan bakıp çıkmam bir sorun teşkil etmezdi. Kendi kendimi ikna etmeyi şu kısacık sürede başardım ve yürümeye başladım ancak koridoru aydınlatan tek şey o odadan yansıyan ufak bir ışıltıydı, bu yüzden etraf oldukça karanlıktı. Duvardan tutunarak yavaş adımlarla odaya ilerledim, çıkardığım bir kaç ufak ses harici odanın kapısına sakince ulaşabilmiştim. Kapının kolunu hafifçe aşağı indirip kapıyı açtım.

 

Kafamı içeriye uzattığım an kolumdan tutan bir el beni hızla içeri çekti. Korkuyla çığlık atmak için ağzımı araladım ancak karşımdaki kişi benden hızlı davranarak ağzımı kapamış, çığlığımın ise avcunun içine gömülmesine neden olmuştu. Sırtım sert bir bedene değdi, kulağımın dibindeki nefesi korkuyla titrememe neden oldu. Tek eliyle ağzımı kapatmış, diğer eliyleyse bileklerimi aşağıda hapsetmişti.

 

Korkuyla çırpınmaya başladım ancak hareketimi engellemek için beni sertçe itip, duvara yasladı. Sırtımın acısı hafifçe inlememe neden oldu, karşımdaki kişiye içimden sövmeden edemedim. Ellerimi kullanmama izin vermeden aşağıda hapsettiği bileklerimi sertçe kaldırıp başımın üstünden duvara yasladı. O kadar hızlı hareket ediyordu ki, ne olup bittiğini anlamama zaman bile tanımıyordu. Kalbim korkuyla kasıldı, ağzımda tekrar acı tadı hissettim.Gözlerimi ne zaman kapatmıştım bilmiyordum ama korkuyla geri açtığımda karşımdaki bir çift ela-yeşil göz afallamama neden oldu, Efser'di.

 

Bakışları yüzümü tararken çatılı olan kaşları iyice çatılmıştı ancak gözlerinde oluşan kısa süreli şaşkınlığı görmeyi başarmıştım. Ve uzunca bir süre yüzüme bakmaya devam etti.

"Efser." Güçsüz çıkan fısıltım avuçlarının altında kayboldu, ancak sesim kaşlarının çatılmasına neden olmuştu. Durduğumuz pozisyonu bozmak istediğim için bileklerimi avcundan kurtarmaya çalıştım, amacımı anlamış olmalı ki yavaş hareketlerle de olsa buna izin verdi. Bileklerimi bıraktığı an aramızdaki mesafeyi açmaya çalıştım. Olanlara anlam veremiyordum ancak bir yandan da bu kişinin Efser olduğunu görmek beni nedensizce rahatlatmıştı. O da korkumun azaldığını fark etmiş olacak ki ağzımdaki elini de yavaşça çekti, bunu yaparken de bana doğru biraz daha yaklaşmış, aramızdaki mesafeyi azaltmıştı.

 

Sol eliyle çeneme hafifçe baskı uygulayarak kafamı kaldırdı ve konuştu. "Senin, ne işin var burada?" Sesinde anlam veremediğim bir ifade vardı.

 

Cevap vermeme izin vermeden sözlerine daha yüksek bir sesle devam etti. "Neden odama sessizce girmeye çalışıyorsun?" Sırtımı duvara biraz daha yasladım, ani yükselişi korkmama neden olmuştu. Düşüncelerimi toparlamaya, ona uygun bir cevap vermeye çalışıyordum ancak Efser'in sorduğu yeni sorular düşünmeme engel oluyordu.

 

"Nasıl girdin bu eve?" Ne diyeceğimi bilemediğim kısa süreli sessizliği elini vurduğu duvarın sesi bozdu. Sesle birlikte olduğum yerde irkildim. Beni hatırlamıyor muydu? Gerçi normal değil miydi bu, aldığı darbelerden sonra o anı unutmuş olma ihtimali yüksekti. Gözlerinde kafası karışık bir ifade vardı devamlı bedenimi süzüyor ancak gözlerinin son durağı hep gözlerim oluyordu. Bakışlarımı gözlerinden ayıramazken düşüncelerimi tekrarda toplamaya çalıştım, kulak çınlamam gerginliğimin artmasına paralel olarak artmıştı. Bu ortamdan kurtulma isteği ile dayanamayarak ellerimi göğsüne koyup onu hafifçe ittim ancak birkaç adım bile gerilemedi. Elim sadece birkaç saniyeliğine sert göğsünde kaldı. Hızla inip kalkan göğüs kafesini avuçlarımda hissettim, o gerçekten sinirliydi. Efser ellerime kısa bir bakış attıktan sonra rahatsız olmuşcasına kendisini geriye çekti, bu hareketiyle ellerim yavaşça iki yanıma düşmüştü. Kaşlarım çatıldı.

 

Gözlerimi yeşil gözlerinden ayıramıyor, zihnimi zorlayan tanıdık olmayan bu hisse bir anlam vermeye çalışıyordum. Belki de bu his düşünmeme engel oluyor, düşüncelerimi toplama izin vermiyor ve beni böyle bir sessizlikte bırakıyordu. En sonunda içimdeki bu tuhaf hissi geri plana atabildim, konuşmak için becerikse dudaklarımı araladım.

 

"Ben..."

 

Odanın ne zaman kapandığını bilmediğim kapısı sertçe açıldığında sözüm yine havada asılı kaldı. Ancak buna üzülmedim, derin bir nefes alarak nefesimi kontrol altına almaya çalıştım. Bu esnada bakışlarımı karşımdaki adamın yüzünde gezdirmeye devam ettim, o ise bana değil açılan kapıya bakıyordu.

 

Ben de gözlerimi o yöne çevirdim.Ekin elindeki silahı içeri doğrultmuş, odaya girdiği an gözleri Efser ve benim aramda mekik dokumaya başlamıştı. Gözlerim Ekin'in elindeki silahta takılı kaldı, ellerim artık stresten titremeye başlamıştı ve tam olarak benim üstüme doğrultulan silahta titrememi artırmıştı.

 

Geçmişin anıları insan zihninde, eski raflarda duran ve asla yeri değiştirilmeyen, tozlanmış, eski püskü eşyalara benziyordu. Ancak o eşyaların orada olmasına alışıktık ve her onları görüşümüzde bize ilk gün ki anıları hatırlatırdı. Silah, benim için o eski raflarda duran tozlanmış bir anıdan ibaretti. Ancak o anı her gözümün önüne gelişinde kalbim acıyla kasılır, zihnim darmaduman olurdu. Zihnime çocukluğum anıları belli belirsiz doluşmaya başlarken gözlerimi silahtan ayıramamıştım.

 

"Sana bir şey mi yaptı?" Ekin'in sert ve mesefali sesi düşüncelerimin arasına daldı.

 

Soruyu bana sorması gerekirken gözleri Efser'in üstündeydi. Bakışlarımı silahtan çekemezken zihnim sorunun anlamsızlığı düşünüyordu, Efser en az 1.90 boyuyla kocaman birisiydi, benim ona zarar verme ihtimalimin olması bile tüm bu karmaşık düşüncelerime rağmen komik geldi. Ancak bu komik gelme durumu anlık sürdü ve yerini can sıkıntısına bıraktı. Devamlı olarak ona zarar vereceğimi düşünüyor olması beni rahatsız etmişti. O adama zarar vermek gibi bir amacım olsaydı yapacağım ilk şey en başında onu o sokakta yalnız başına bırakmak olurdu. Ancak Ekin'e cevap verme gereği bile duymadım, yorulmuştum.

 

"Hayır." Diye yanıtladı onu Efser, bu sırada bakışlarını hâlâ üstümden çekmemişti. Aramızdaki mesafeyi yeni fark etmiş gibi birkaç adım geri gitmişti ancak ne yaptığı ile ilgilenmiyorum. Gözlerim silahta takılı kalmıştı, takıntı diye düşündüm. Silaha karşı olan tüm düşüncelerim bir takıntıdan ibaretti.

 

Ekin ise cevabını duyduktan sonra silahını yeniden beline yerleştirdi. Silah görüş alanımdan çıktığı an içime titrek ama rahatlamış bir nefes çektim. Bana bir gün de iki kere silah doğrultan Ekin'e ters ters bakmamak için bakışlarımı ona da kaydırmamaya özen gösterdim. Zaten benden haz etmeyen birisine karşı daha fazla kötü gözükmek istemiyordum.

 

Bana bakmaya devam eden Efser'e boş gözlerimle döndüm.Kesinlikle benden nefret ettiklerini düşünmeye başlamıştım ama bu düşünce bir anlamda da mantıksız geliyordu. Onlar benim için ne kadar yabancılarsa ben de onlar için o kadar yabancıydım. Ve bir yabancıdan bu kadar hızlı nefret etmeleri, bir yabancıya çabucak alışmak kadar imkansızdı. Bu yüzden tüm benliğim bu nefreti bireysel algılamamam gerektiği fısıldıyordu ve ben o fısıltıya inandım.

 

Efser beni baştan aşağı süzdü. "Bunun burada ne işi var?" Sesi tükürürcesine çıkmıştı, gözlerinde gizlemeye gerek duymadığı iğrenmiş bir ifade vardı. Gözlerini gözlerime dikmiş, canımı acıtmaya yetecek sertlikte bakıyordu. Tırnaklarımı avuçlarıma batırdım, sıktığım dişlerim ise canımı yaktı. Ancak acı sadece fiziksel değildi, içimde bir yerler benden izin alma gereği duymaksızın kırılmıştı.

 

Bu kırgınlık kendime daha fazla kızmama neden oluyordu. Gerçekten ama gerçekten benim burada işim neydi? Yapmam gerekeni yapmış, kurtarmak istediğim kişinin evine kadar sağ salim gelebilmesine destek olmuştum. Peki gerçekten bir kuyuda gibi hissettirip, anlamsızca rahatsızlık veren bu evde kalmamı gerektiren şey neydi? Yapmam gereken tek şey bir taksi tutup evime gitmek ve tüm bu tehlikeli durumlardan kendimi sıyırmaktı. Ancak benim bulunmamam gereken yerlerde bulunmak gibi çok kötü bir huyum vardı, bu huyumun küçüklükte kaldığını düşünürdüm. Ama peşimden gelmeye devam etmiş en olmadık zamanda beni yine zor duruma sokmuştu.

 

"Serin."

 

Ekin'in sesiyle kırgın bakışlarım ona döndü. Gözlerimdeki ifadeyi saklamaya çalışsam da bunu fark etmiş gibi bir süre konuşmadan bana baktı.

 

"Bize müsade edebilir misin?" İlk defa sesi sakin ve hatta kibardı. Bunun nedenini anlamak rahatsız hissetmeme neden oldu. Onu sadece başımla onayladım, bakışlarım son kez kısa bir süreliğine Efser'e kaydı, bakışları az önceki ifadesini koruyordu. Gözlerini ilk kaçıran ben oldum ve yavaş adımlarla odadan çıktım.

 

Kaldığım odanın kapısına geldiğimde merdivenlerden çıkan Ülkü ile karşılaştık. Yüzümde nasıl bir ifade vardı bilmiyorum ama gördüğü şey her neyse Ülkü'nün kaşlarının çatılmasına neden olmuştu.

 

"İyi misin?" Sesi tedirgin çıkmıştı, baştan aşağı vücudumu süzdü.

 

"Ülkü, ben evime gitmek istiyorum." Sesim fısıltı kadar sessiz çıkmıştı, Ülkü'yü görmek diğer ikisinden daha rahatlatıcıydı. En azından beni dinliyordu ancak sözlerimi bitirdiğimde Ülkü'nün kaşları iyice çatılmıştı.

 

"Bu saatte gitmen doğru olmaz Serin." Bakışları gözlerimde dolanıyordu, yüzünde mahçup bir ifade vardı. İtiraz etmeme engel olmak ister gibi tekrar konuştu.

 

"Yarın sabah erkenden seni ben evine bırakacağım ancak bu gece lütfen burada kal." Ses tonu kibardı, elini kahverengi saçlarından geçirdi. Bakışları Efser'in odasına kayıyor ve zorda olsa tekrar bana döndürüyordu, Efser için endişelendiğini anlamak zor değildi. Ona gitme izni vermek isteyerek sözlerini kabullendim.

 

"Tamamdır Ülkü." Ülkü bana kafasıyla hafifçe teşekkür eder gibi işaret vermiş, hızlı adımlarını Efser'in odasına yöneltmişti.

 

O Efser'in odasına girerken ben de kaldığım odaya girdim. Uyuşuk adımlarım yatağın yanına gitti ve yumuşak yatağa sertçe oturdum. Çınlayan kulağım başımın ağrısını arttırıyordu, yanımda duran ağrı kesicilerden birisini ağzıma attım. Bir süre kulağımı avuçlarımın içine olarak öylece durdum, bakışlarım ağrıyan bileklerime kaydı. Efser'in üstümde kullandığı orantısız güç bileklerimin kızarmasına neden olmuştu, elimle oraları acısını azaltmak istercesine; yavaş hareketlerle avuşturdum. Eve gitmek istiyordum, kendimi güçsüz, zavallı gibi hissediyordum.

 

Yan odadan gelen tartışma sesleri içimdeki çocuğu huzursuz ediyordu. Yatağa uzandım, battaniye ile üstümü sıkıca örttüm. Gözlerim karanlığa teslim olurken zihnimde bir çift ela-yeşil göz varlığını belli ediyordu. Ancak bir süre sonra onlar da gitti ve sonsuz karanlığa teslim oldum.

 

 

 

 

Bu platformda hikaye yazmak daha zormuş :') iyi okumalar...

 

Bölüm : 13.12.2024 14:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...