
Gözlerimi gecenin karanlığında açtığımda bir ışık aramak istercesine etrafıma bakındım. Neredeydim? Rüzgarın soğukluğu yüzümü okşadı. Dışarıdaydım, ama neredeydim? Sokakta mı, o zaman sokak lambaları neredeydi? Sorumun cevabını aramak istercesini kafamı gökyüzüne kaldırdım. Tepemdeki sokak lambası sanki onu aradığımı hissetmiş gibi aniden açıldığında gözlerim kamaştı, ellerimi gözlerime götürüp kısaca ovaladım. Neden buradaydım?
Burası Efser'i bulduğum sokaktı, buna inanamayarak etrafıma bakındım. Evet, orasıydı o adamı öldürdüğümüz, soğuk ve ıssız caddeydi. Kalbim korkuyla kasıldı, ayaklarım benden izinsiz birkaç adım geri gittiler. Birkaç adım gitmiştim ki sırtım birisine çarpttı, önce dönmek istemedim, tüylerim ürperdi. Ancak o kişi hareketsiz kalmaya devam ettiğinde korkunç bir yavaşlıkla ona döndüm. Efser'di ve bu sefer onun varlığı beni rahatlatmadı, birkaç adım geri gidip az önce olduğum noktaya vardım. Sokak lambasının ışığı siyah saçlarına vuruyor, göz kapaklarına gölge düşürüyordu ela rengi gözlerindeki yeşil hareler parlıyor, tepemizdeki sokak lambasının ışığını yansıtıyordu.
"Efser." İsmi ağzımdan şokla döküldü ancak o tepki vermeyince ne yapacağımı bilemeyerek etrafıma bakındım. Sokak bomboştu, sert bir rüzgar esti ve saçlarım dağıttı. Ne zaman titremeye başladığını bilmediğim ellerimle beceriksiz bir şekilde önüme gelen saçlarımı geriye ittim ve bakışlarım tekrar Efser'e döndü.
"Neden buradayız? Gidelim hadi." Gideceğim yere onu da davet etmiştim ancak nereye gideceğimi bende bilmiyordum. Evim neredeydi? Zihnim boş, derin bir kuyu gibi hissettirdi, o kuyu eskimiş, yıpranmış ve bu sebepten de bazı tuğlalarına veda etmiş gibiydi.
Bakışlarımı yerden kaldırıp Efser'e baktım, bir cevap istiyordum ancak o istediğimi bana vermedi. Ona doğru birkaç adım yaklaşıp aramızdaki mesafeyi kapattım, tekrar konuşmaya yeltendiğim sırada sokağın diğer ucundan gelen ürkütücü, tanıdık bir ses kulaklağımda yankılandı. Göreceğim manzaradan korkuyordum ve bir destek alma umuduyla Efser'in gözlerine bakmak istesem de o gözlerini arkamdaki bir noktaya sabitlemişti bile. Ürkütücü ses yaklaşmaya devam etti, sopanın yerde sürünme sesiydi bu ne göreceğimi biliyordum ama görmek istemiyordum. Yine de son bir cesaret ile döndüm arkamı, önce bir slüet takıldı gözlerime sonrasında o slüet büyüdü büyüdü ve bir ölünün formuna dönüştü.
Öldürdüğümüz bir formdu bu. Yutkunamadım bile sadece bakışlarım bulanıklaştı, kendimi toparlamaya çalışmadım bile. Tüm vücudum en yüksek sesiyle sinyallerini veriyor, kaçalım diyordu ancak tek bir adım bile geri gidemedim. Bugün, burada öldürdüğümüz bir adamı tekrar görmek korkunçtu, hayır asıl korkunç olan bu da değildi. Asıl korkunç olan şey bana yaklaştıkça alnında beliren kurşun yarasıydı ve o kurşun yarası kabuk bağlamamıştı, kanıyordu. Kan alnından göz bebeklerine doluşmuştu, bu görüntü beni dehşete düşürdü. Ve vücudum sonunda küçükte olsa bir tepki verdi, ellerim titremeye başladı.
Adam ağzını açtı, konuştu ancak sesi duyulmadı. Ama yine de sesini duydum, sesi zihnimin duvarlarında yankılandı.
"Ödeşme zamanımız geldi."
Elindeki sopayı kaldırdı, tekrar konuştu. Tekrar sesi çıkmadı ama tekrardan duydum.
"Artık ölüm sırası sana geldi."
Ölüm kelimesi zihnimde yankılandı, adımlarım birkaç adım geri gittiğinde Efser'le aramızdaki bu kısa mesafeyi de kapatmıştım.
Dehşete düşmüş sesimle, sırtım Efser'e dönük olsada ona yönelik konuştum. "Kaçalım." Tüm benliğim kaç derken ağzımdan çıkan tek sözcükte bu olmuştu.
Bacaklarım titremeye başlamıştı, Efser inatla cevap vermiyor gibiydi. Bakışlarımı karşımdaki adamdan zorlukla çekip yönümü Efser'e döndürdüm. "Gidelim, lüt-" Cümlemi tamamlayamadım, gözlerim Efser'in gözlerinde takılı kalmıştı. Yeşile yakın olan gözleri siyah hareler tarafından yutulmuştu, gözleri bomboştu. Tekrar dehşete düştüm ancak ona dokunmaktan da çekinmedim, sağ elim sol elini sardı onu kendimle çekip götürmek istedim ancak izin vermedi. Adam ise bize bir metreden az kalacak kadar yaklaşmıştı, aramızda santimler kalmıştı.
"Yaklaşma bize, git." Bize? Efser'i neden böyle kabullenmiştim, saçmaydı saçmalıktı. Onu bırakmalı gitmeliydim ama olmuyordu onun da benimle gelmesini istiyordum.
"Sıra sen de." Adam sözlerine tekrar etti. Efser'in elini bırakmasamda birkaç adım geri gidebildim ve onu tekrar çekiştirdim. Benimle gelmeliydi, zaten onun için burada gelmemiş miydim? Şimdi onu bırakıp gitmenin anlamı neydi.
"Yürüsene Efser, gidelim hadi." Sesim dehşete düşmüş gibi titrek ve güçsüzdü.
Efser yine hareket etmedi ama yönünü bana döndürdü. Kafamı tekrar sarışın adama çevirdiğimde aramızda beş adımlık mesafenin kaldığını gördüm, bu esnada ellerim gücünü kaybetmiş Efser'i bırakmıştı.
"Ben korkuyorum." Ağzımdan dökülen kelimeler fazla dürüstü. Ben çok korkuyordum, burada böylece, korkunç bir şekilde ölmek istemiyordum.
Bu esnada adam ilk hanlesini yaparak elindeki sopayı hızla havaya kaldırdı, çığlığım boş sokakta yankılandı. Tüm benliğim bu sefer son ikazını verdi, sert ve güçlü bir ikazdı. 'Kaç' Ayaklarım bu ikaza anında uydu kaçmaya çalıştım fakat kollarımı saran bir çift el bunu yapmama izin vermedi. Ellerinden kurtulmak için çırpındım ancak Efser güçlüydü, kollarıyla omuzlarımı sarıp bedenimi adama döndürdü. Gözümden bir damla yaş Efser'in omuzumdaki eline düştü, sırtım göğsüne yaslıydı.
"Efser, bırak!" Ancak bırakmadı hatta tutuşu daha sıkılaştı, kollarının arasında kaybolmuştum. Bunu bana neden yapıyordu?
"Lütfen bırak beni!" Tekrar bağırdım, ellerim ellerini kavradı onları sıkıca tutarken ağzımdan son kez bir cümle döküldü. "Beni öldürecek..."
"Serin!" Zihnimin kuyusunda, en derinlerinde bir ses yankılandı.
"Serin, uyan." Cümle zihnimde bir anlama vardığında sıkıca yumulu olan gözlerimi, dehşeti yansıtan bir ifadeyle açtım. Vücudum uzandığım yerde dikilerek oturma pozisyonuna geldiğinde Efser'le burun buruna geldik. Efser kollarımdaki ellerini bırakıp geri çekilirken gözlerim acıyan kollarımda gezindi. Bir yandan da nefes alışverişimi düzeltmeye çalışıyordum ve zihnim hâlâ bulanıktı. Neredeydim ben?
"Kabus görüyordun." Efser kafasını sola yatırmış, bakışlarını yüzümde gezdiriyordu.
Sessiz bakışlarım üzerinde en çokta gözlerinde gezinmişti elamgözlerine tekrardan yeşilin her tonu hakim olmuş gibiydi, bu görüntü bana derin bir nefes aldırdı. Sersemlemiş sesimle konuştum.
"Kabus mu?" Soruma cevap vermeyerek hemen yanımızdaki masaya ilerledi, bardağa su doldurup bana uzattı. Titreyen ellerimle bardağı zor olsa da kavradım, zihnimde hâlâ az önceki kabusun görüntüleri dolanıyordu. Gerçekle, gerçek olmayanı tam olarak algılayamıyordum.
Birkaç yudum suyu içebildikten sonra bardağı tekrar ona uzattım, elimden alıp masaya koydu, bu esnada bakışlarını üzerimden çekmemişti. Dağılmış saçlarım ve şakaklarımda varlığını hissettiğim ter damlaları beni rahatsız ederken bileğimde bulunan tokayla saçlarımı beceriksiz bir şekilde toplamaya çalıştım. Başım ağrıyor, midem bulanıyordu, hastaymışım gibi bir histi.
Efser karşımdaki sandalyeye doğru yavaş adımlarla ilerleyip oturdu, bakışlarım ona döndü ve bir süre onun üzerinde oyalandı. Gri eşofmanın üstüne düz siyah bir tişört giymişti. Yüzündeki sayısız yara kapatılmış, duştan yeni çıktığını belli eden nemli saçları ise dağınık bir şekilde alnına dökülmüştü. Onu incelemeyi bıraktım bakışlarım yerdeki halıya döndü, onun bakışlarını ise üstümde hissedebiliyordum.
"Daha iyi misin?" Tok sesiyle sorduğu soruya karşılık verebildiğim tek cevap kafamı 'Evet' dercesine sallamak oldu.
"Rüyanda ne gördün?" Sesi sorgulayıcıydı, bakışlarımı ona döndürmek istemedim. Konuşmak için sesimi toparlamaya çalıştım ve onu geçiştirmeye çalışırcasına boş bir şekilde cevapladım.
"Önemli bir şey değildi."
Efser ise kafasını yine sola eğip göz teması kurmaya çalışırcasına bana baktı. Bakışlarımı halının zikzaklı desenlerinden kaldırıp gözlerine baktım. Göz göze geldiğimiz an konuştu.
"Rüyanda ismimi de kullandın, bu yüzden benim de bilmeye hakkım var." Cümlesine karşılık sesi sakindi, gözlerimi yorgunca kapatıp birkaç saniye sessizce durdum.
"Öldürdüğümüz adamı gördüm." Sesim de yorgun ve teslim olurcasına çıkmıştı. Efser bir süre sessiz kaldığında bakışlarımı tekrar ona diktim.
"Sen yapmadın." Birkaç saniye duraklayıp devam etti. "O adamı öldüren bendim sen değil."
"Hayır öyle değildi, öyleydi ama değildi işte. Ben de o adamı öldürmek istedim." Kaşlarını havaya kaldırdı.
"Birisini öldürmeyi düşünmekle bunu eyleme dökmek çok farklı şeyler." Ona itiraz etmedim, o ise derin bir nefes alarak konuşmaya devam etti.
"Tetiği çeken de, silahı ateşleyen de bendim. Bu konuda kendini suçlu hissetme." Sözlerinin aksine ses tonu umursamazdı.
"Bu kadar mı?" Ses tonum beklediğimden sert çıkmıştı, boş bakışlarla bana baktı.
"Ne bu kadar mı?" Onun da sesi en az benimki kadar sert çıkmıştı.
"Birisini öldürmek ve bundan bu şekilde bahsetmek, bu kadar basit mi?" Ne anlama geldiğini çözemediğim bakışları bir süre yüzümde gezindi. En sonunda derin bir nefes aldığında sakinleştiğini hissettim.
"Adam, sandığın gibi birisi değildi." Tek elim ağrıyan başıma gitti, bakışları kısa süre oraya kaysa da konuşmasına devam etti. "Adam, hem tecavüzcü sapığın hem de küçücük çocukları zehirleyen zehir tacirinin tekiydi. Tüm bunlara rağmen adaletin işlemediği ve adalet ona işlemediği içinde çok daha önce ölmesi gereken birisiydi. Büyük ihtimalle çocuklarına ilgiyle yakalaşan tatlı bir aile babasını öldürdüğünü filan düşünüyorsun ancak gerçekler öyle değil." Benden herhangi bir cevap alamadığında düz sesiyle konuşmasına devam etti. " Sen dünyadan bir çöpün temizlenmesine yardımcı oldun. O çöpü yerden kaldırıp bana uzatan sendin, çöpe atanda ben. Bu yüzden kendini suçlama, hatta sevin çünkü dünyanın bir pislikten daha temizlenmesine yardımcı oldun. Ama yok hâlâ birisini suçlamak istiyorsan o kişi kendin değil ben olmalıyım."
Sözlerini bitirmişti, uzunca bir süre sessizce söylediklerini sindirmeye çalıştım. Bu sırada ağrısı artan başıma diğer elimde uzandı, avuçlarım arasına başımı aldığımda kollarımı dizlerime yaslayıp bir süre öylece kaldım.
"Söylediklerin, doğru dimi?" Sorum belki de mantıksızdı, sonuçta birisini hayattan koparmanın ne gibi bir açıklaması, rahatlatıcı cümlesi olabilirdi ki? Ama zihnim tutanacak bir umut arıyordu, kötü bir insanın bu hayattan silinmesini doğru buluyordu. Zihnimin bu düşüncesi beni dehşete düşürmedi, kötülerin öldüğü bir dünya bana her zaman adil gelirdi. Asıl zor olan bunun bir parçası olmakmış, adaletin işlemediği insanların neden cezalandırılmadığını toplum olarak her zaman düşünür ancak bunun için en küçük bir adım bile atmazdık. Ve şimdi istemeden de olsa böyle bir adım atmanın aslında insan yaratılışına ne kadar zor geldiğini anlamıştım. Hak eden insanı bile cezalandırmak, insanın içindeki çocuğa yani masum kalan son yanına vurulan sert bir darbeydi aslında.
"Sana gereken kanıtları sunacağım bu yüzden artık bu konuyu düşünme." Umursamaz sesi ile düşüncelerim bölünmüştü. Sahi niye bu kadar umuramazdı, gözlerimi artık ezberlediğim halı deseninden kaldırdım ve tekrar ona baktım. Gözlerinde sıklıkla gördüğüm o boş ifade vardı, karşısında bir insan değilde üzerinde tek bir çizik bile olmayan boş bir tabloya bakıyormuş gibi bir ifade. Aramızdaki kısa sessizliği bozan oldu.
"Dün gece, o ıssız sokağa girip neden beni kurtardın? Kaçabilirdin ya da en basitinden polisi arayıp bu olaydan uzaklaşabilirdin." Çatılı kaşları yüzümde bir duyguyu aramaya çalışır gibi dolanıyordu.
"Ben, polisi aramak istedim." Yutkundum, ses tonumu toparlamaya çalıştım. "Ancak telefonumun şarjı bitmişti." Kısa duraklamamı bekliyormuş gibi lafı o devraldı.
"O zaman gitmeliydin, hâlâ yardım etmek istiyorsan başka birisinden yardım isteyebilirdin." Sesi sertti, onu kurtarmış olmamdan rahatsızlık duymuş gibi.
Kafam karışık bir şekilde onu cevapladım. "Ben, o an düşünemedim, sadece seni kurtarmak istemiştim." Gözlerinde gördüğüm ani öfke kafamdaki karışıklığı arttırdı, konuştuğunda gözlerinin aksine sesi sakindi.
"Herkese bu şekilde yardımcı olur musun? Hayatını tehlikeye atacak kadar."
Onun bu sorusuna cevap veremedim çünkü cevabını bende bilmiyordum. Kim olsa yardım ederdim belki ama o gün ki gibi gözü dönmüş bir şekilde mi yapardım onu bilmiyordum. Gözlerimle Efser'in yüzünü taradım, zihnimde ona ait bir parça bulmaya çalıştım. Kalbimde ki bu tanıdık hissi ona anlatamıyordum çünkü kaynağını bilmediğim bir hissi anlatabilecek kelimelerim yoktu. Sol elim tekradan ağrısını hissettiren başıma oradan da çınlamaya başlayan sol kulağıma gitti, elim kısa süre orada takılı kaldı. Efser'in bakışları da önce başıma sonra kulağıma döndüğünde kaşları çatılmıştı, ifadesiyle birlikte elimi yavaşça kulağımdan indirdim, rahatsızlıklarımı insanlara belli etmek istemesem de ani acılar ve çınlamalar bu isteğime engel oluyordu.
Uzun süreli bir sessizlik oluştu, bakışlarım cama oradan da gökyüzüne kaydı. Hava bugün kapalıydı, sonbahar tamamen gelmişti.
"Dün gece olanlar için kusura bakma." Efser'in sesiyle bakışlarım tekrar gözlerine döndü. "Seni hatırlayamadığımdan dolayı vermiş olduğum bir tepkiydi." Ne renk olduğunu çözemediğim gözlerinde bir ifade aramaya çalıştım, ama istediğimi bulamadığımda bakışlarımı ondan tekrar çektim. Hafifçe omuz silktiğimde onu cevaplamıştım.
"Sorun değil, kavgada kafana da darbe almıştın. Hatırlamaman normal, ben de o şekilde sessizce odana girmemeliydim."
Ben ona bakmasamda bakışlarını üstümde hissediyordum, Efser bir süre sözlerime karşılık vermedi.
"Peki sen, hatırlıyor musun?" Efser'in sorusuyla hafifçe kaşlarım çatıldı, bakışlarım üstündeydi.
"Dün olanları mı?" Efser yüzümü taradı, cevap vermesini beklemeden sözlerime devam ettim.
"Evet, o adam bana bir şey yapmadığı için her şeyi hatırlıyorum."
Efser derin bir nefes aldı, bu sefer bakışlarını başka yöne çeviren oydu. "Anladım, peki seni gören herhangi birisi oldu mu?" Cümlesini tamamladığı an yüzüm gerginlikle kasıldı, dün yerde yatan adamların birisiyle göz göze geldiğim anın görüntüleri ilk defa zihnime doldu. Kaşlarım çatıldı, o adam beni hatırlıyor olamazdı dimi? Onu cevapsız bıraktığımı fark eden Efser'in bakışları tekrar bana döndü, bir şeylerin ters gittiğini anlamış gibiydi.
"Kimse seni gördü mü dedim?" Otoriter sesi canımı sıktı ancak ağzımı açıp onu cevaplayabildim.
"Senin telefonunu almak için geri sokağa dönmüştüm, o sırada yerde yatan adamlardan birisi gözlerini açtı. Beni tam olarak gördüğünden emin değilim ama kısa bir an göz göze geldik." Efser sıkıntılı bir nefes aldı, sol eliyle burun kemiğini sıktı.
"Adam, nasıl birisiydi?" Sesi de sıkıntılı çıkmıştı, sorusunu düşünmedem yanıtladım.
"Normal birisiydi." Efser'in kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı, yüzünde ilk defa yumuşak bir ifade gördüm.
"Fiziksel özelliğini söylemelisin ki onu tanıyabileyim, normal olarak nitelendirirsen bunu yapmam imkansızlaşır." Sesindeki muzip ifade utanmama neden oldu, o kadar dalgındım ki olayların ciddiyetini de tam olarak kavrayamıyordum.
"Ben, dalgınım biraz." Bakışlarımı sık sık yaptığım gibi ondan kaçırmıştım. "Kumral bir adamdı, iri yarı bir tipti." Kaşlarımı çatıp biraz daha düşündükten sonra aklıma dolan yeni bir görüntüyü onunla paylaştım. "Ve elinde bir dövme vardı, sol elinde. Ne olduğunu hatırlamıyorum ama..."
Efser kafasını hafifçe sola yatırmış, dikkatlice dinlemişti beni. Son cümlemle birlikte kaşları hafifçe yukarı kalmıştı, "Kim olduğunu anladım." Diye mırıldandı. "Bundan sonrasını biz hallederiz, seni hatırlıyorsa da unutmasını sağlarız."
Kısa bir süre yüzüne baktım ancak cevap vermedim ve uzun bir süre ikimizde sessizce olduğumuz yerde oturduk. Yerinden ilk kalkan Efser oldu, hiçbir şey söylemeden kalktığında bakışlarım onun üzerindeydi. Boyu uzun, fiziği yapılıydı. O gerçekten yakışıklı bir adamdı. Aniden yüzünü bana döndüğünde onu izlemenin verdiği utanç ile yüzümü buruşturmamaya çalıştım. Gözleri beni baştan aşağı süzdükten sonra sakin bir sesle konuştu. "Bu arada, kahvaltı edeceğiz seni de bekliyoruz." Arkasını dönüp odadarken çıkarken onu onaylama ihtiyacı duymadım.
O odadan çıkar çıkmaz kendimi yatağa sırt üstü bıraktım. Birkaç dakika öylece durdum, zihnime düşünceler üşüşmeye başladığında buna izin vermek istemeyerek uzandığım yerden kalktım. Yataktan çıktıktan sonra dün giydiğim kıyafetleri elime aldım ancak giyilecek gibi değillerdi, kan ve çamur lekeleriyle dolulardı. Bakışlarım kan lekelerinin üzerinde gezindi, Efser'e ait izlerdi. Bakışlarımı kıyafetlerin üstünden çekip bir köşeye fırlatırcasına attım. Odadaki dolaba yönelip içersinden bana olacağını düşündüğüm birkaç parça kıyafeti üstüme geçirdim. Odayı hızlıca toparladıktan sonra sakin adımlara çıktım, banyoya girip soğuk suyla yüzümü yıkadım. Duşa girmek istiyordum, bu yüzden de kendi evime gitmek istiyordum.
Merdivenlerden inerken onlara karşı nasıl davranmam gerektiğini düşünüyordum. Dün hepsinin tavrı soğuktu, bu durum da gerilmeme neden oluyordu. Mutfak diye tahmin ettiğim yerden gelen sesler kulaklarıma doldu, adımlarımı oraya yönlendirdim. Mutfağa girdiğimde sesler aniden kesilmişti. Bakışlarım hepsinin üzerinde gezindi, onlara güçsüz bir sesle 'Günaydın.' diye mırıldandım. Ülkü de aynı şekilde cevap vermiş, Ekin ise kafasını selam verircesine eğmişti. Gözüm kısa süre Efser'e takıldı, bakışları önünde çatalıyla oynadığı tabaktaydı.
"Böyle oturabilirsin." Ülkü ayağa kalkarken yanındaki boş sandalyeyi gösterdi.
"Ne içersin?"
Yavaş adımlarla Ülkü'nün gösterdiği yere baktım, Efser'in yanıydı. Hafifçe yutkundum, dün kucağımda dinlenmesine izin verdiğim kişinin bugün bana ne denli yabancı olduğunu fark ediyordum. Yavaş hareketlerle Efser'in yanına oturdum ve Ülkü'yü cevapladım.
"Çay alabilirim." Ülkü çayımı doldurmuş, Ekin'in yanına oturmuştu. Çay için ona teşekkür ettim.
Herkes bir süre sessizce kahvaltı ederken bulunduğum ortamı düşünmemeye çalışıyordum. Küçüklüğümden beri yalnızlığa o kadar alışmıştım ki şimdi daha yeni tanıştığım insanlarla aynı masayı paylaşmak tuhaf hissettiyordu. Yalnızlığım tek suçlusu elbetteki bendim, çatalımla önümdeki tabakta duran zeytin tanesiyle oynamaya başladım. Yalnız olmak istemesem de insanlarla bağ kurmaktan korkan biriydim, içim kendime karşı kızgınlıkla doldu. Değer vermeyi bilmeyen bir aptaldım işte. Önümdeki zeytini sonunda yakalayabilmiştim, yavaşça ağzıma attım. Aniden başıma saplanan ağrıyla kaşlarım çatıldı, elimi kaldırıp başıma götürmemek için kendimle savaştım. Gözlerimi birkaç saniye sertçe kapattıktan sonra yavaşça açtım, baş ağrımı düşünmemeye çalıştım.
Kahvaltı sessizce devam ederken aklıma kedim gelmişti, hareketlerim durgunlaştı. Evde ona yetecek mama ve su vardı kaplarında ancak endişelenmeden yapamıyordum. Düşüncelerimi Ülkü'nün sesi böldü, ani konuşması irkilmeme neden oldu.
"Ne zamandır bu şehirde yaşıyorsun?"
Bakışlarım ona döndü, kısa sürede cevap verdim. "Birkaç hafta önce geldim, yeni sayılır yani."
"Neden geldin?" Ekin'in sesinde boş bir merak vardı. Kaşlarım çatılırken o tarafa döndüm, fazla mı meraklıydı yoksa konu açılsın diye mi sormuştu emin değildim. Efser'le göz göze geldiğimiz de bakışlarımı ondan kaçırıp Ekin'e baktım, boş bakışları üstümdeydi.
"Size hesap mı veriyorum şu an?"
Ekin dik bakışlarını benden ayırmadı.
"Belki?" Sorgulayıcı tavrı kendimi mahkeme salonunda gibi hissettirdi, gerilmeye başlamıştım. "Anlamadım?" Derken sesim kontrolsüz bir sertlikte çıkmıştı, Ekin ise bakışları benden kaçırıp önünde ki tabağına döndü.
Bana cevap vermedi, ortamı büyük bir sessizlik ve gerginlik kapladı. Bu sessizliğin daha fazla büyümemesi için ağzımı tekrar açtım ve konuştum.
"Ben artık evime gideyim, size af-" Sözlerimi söylerken yavaş hareketle masadan kalkıyordum ancak benden önce Efser ani bir hareketle ayağa kalktığında irkilerek yerime geri oturdum. Efser masaya, hayır bana doğru eğildiğinde kafamı kaldırıp ona baktım, gözlerinde gördüğüm sinir beni nedensizce korkuttu. Tüm yemek boyunca sessiz olmasına rağmen şu anki tavrına anlam veremiyordum, ben konuşmaya başlamadan önce o konuştu.
"Gerçekten bu şehre gelmen de başka bir amacın yok mu?"
Sorusuyla gözlerimi sıkıca yumup geri açtım, galiba gerçekten sorguya çekiliyordum. "Ne demek istediğini anlamadım." Sesim beklediğimden daha sakin çıktı.
Cümleme devam ettim. "Sorun ne, sorununuz ne bilmiyorum ama beni bu şekilde sorgulamayı bırakın." Ayağa kalktığımda Efser'i hafifçe ittim, eğildiği masadan dikleşerek birkaç adım uzaklaştı.
"Şimdi izninizle eve gitmek istiyorum." Cevap vermelerini beklemeden yukarı çıkarken içimde adını koyamadığım bir his vardı, kırgınlık olabilir miydi bu bilmiyordum. Ama o hissi göz ardı ettim.
Odaya girdiğimde hemen arkamdan Ülkü de gelmişti. "Sana yardımcı olayım." Ona cevap vermedim, çantamı elime alıp komedinin üstünde unuttuğum ilaçları çantama attım. Ülkü'nün gözleri ilaçlarıma kaysa da bir şey sormadı, çantamda varlıklarını şimdi hatırladığım sopayı ve silaha kısa bir bakış attım ve onları da çıkarıp yatağın üstüne koydum. Elim üstümdeki tişörtün eteklerine gittiğinde beni durduran şey Ülkü'nün sesi oldu.
"Kıyafetler sende kalsın Serin, kendi kıyafetlerin kirlenmiş." Hayır demek istesemde o kanlı kıyafetlerle taksiye ya da herhangi bir ulaşım aracına binersem sorun olacağını biliyordum bu yüzden tek yapabildiğim ona sessizce teşekkür edebilmek oldu.
Odada işiniz bitmişti, aşağı indiğimizde giriş kapısında Efser'i ve Ekin'i gördüm.
"Gidelim." Efser bana bakıp konuştuğunda kaşlarım çatıldı.
"Beni götürmene gerek yok, taksi ile gideceğim." Efser beni dinlemedi bile eli girişte duran anahtırlığa uzandı ve bir anahtarı seçip aldı.
"Serin, gidelim hadi." Otoriter sesine karşılık derin bir nefes aldım, kabullenmiştim. Evden çıkarken Ülkü ve Ekin'le kısaca vedalaştık. Sadece sözlü bir vedalaşmaydı.
Efser önde ben arkada ilerledik, Efser evin hemen önünde duran siyah bir jeepin kapılarını uzaktan açmıştı. İkimizde sessizce arabaya oturduk, bu esnada Efser'in kurduğu tek cümle "Kemerini bağla."ydı. Onun emrine uyarak kemeğimi bağladım ve evimin konumunu kısaca onunla paylaştım.
Araba yolculuğu beklediğimden daha uzun sürmüştü, gündüz trafiğine takıldığımızdan dolayıydı büyük ihtimalle. Kafamı cama çevirmiş, etrafı inceliyordum. İstanbul'u gerçekten özlemiştim, daha önce görmediğim sokaklardan geçerken içimde yeni yerler görmenin çocuksu heyecanı da vardı. Bu heyecan içimdeki sinirin yok olmasına yetmişti bile, Efser'i ve diğerlerini anlamaya çalışmayı da bırakmıştım. Önceden de söylediğim gibi çok fazla insan tanımayan birisiydim belki de bu sebepten onları da anlamak benim için zorlaşmıştı.
Gözlerimi kapattım, kafamı koltuğa yasladım ve kendime kısa dinlenme izi verdim. Tüm bu yaşanınları unutacak ve kendi normal hayatıma dönecektim, herkes gibi. Herkes hayatının çoğu döneminde asla eskisi gibi olmayacak dediği hayatına belli bir zaman geçtikten sonra dönebilirdi. Bu söylediğim kendime de pek inandırıcı gelmemişti, eğer ölüm olmasaydı belki her şey eskiye dönebilirdi ama eğer işin içine ve her şeyi unutturan zamanın döngüsüne ölüm denilen yok oluş girmişse, hiçbir şey eski yaşamı yerine koyamıyordu. Sadece koymuş gibi yapıyordu, unutturmuyor ama alıştığını düşünmene neden oluyordu.
Düşüncelerimden uzaklaşmak için gözlerimi tekrar açtım, artık bildiğim sokaklardaydık.
"Ne taraftan dönmem gerekiyor?" Efser'in sorusuyla ona döndüm, kısa süreliğine göz göze geldik.
"Sola."
Bu kısa muhabbetten sonra evimin önüne gelmiştik bile, eve varmanın huzurlu hissiyle rahat bir nefes aldım. Tüm sinirim ve gerginliğim yok olmuştu bu yüzden rahat bir gülümseme ile Efser'e döndüm. Onun da bakışları önce yaşadığım apartmana sonra ise bana dönmüştü, gözleri bir süre yüzümde, gülüşümde oyalandı. "Bıraktığın için teşekkür ederim." Cevap vermesini beklemeden elim kapının koluna gitmişti. Ancak bir hamle yapmama Efser'in koluma dokunan eli izin vermedi, bakışlarım ona döndüğünde elini hızlıca kolumdan çekmişti. Temas sevmediğini düşünmeye başlamıştım, yabancılarla temas etmeyi bende sevmediğimden bunun üzerinde çok durmadım ve Efser'in ne söyleyeceğini dinledim.
"Telefonunu uzatır mısın?" Ona kaşlarımı kaldırarak baktığımda sözlerine devam etti. "Bu işlediğim cinayetle ilgili bir sorun olursa haberleşelim." Kafamda sözlerinin yansıması dönerken elim telefona gitmişti bile, kısa sürede telefonumu ona uzattım. Numarasını hızlıca tuşlamış ve kaydetmişti telefonu tekrar bana uzattı, sakince telefonu alıp çantama koydum.
"Serin." Bakışlarımı çantamdan kaldırıp tekrar ona çevirdim. "Bir daha karşılaşmayalım." Sert sesinden çıkan cümlenin bir istek değil uyarı olduğunun farkındaydım.
Arabadanın kapısını açıp inerken onun sesinin aksine yumuşak bir sesle sadece "Olur." diyebildim. Sözleri moralimi bozmamıştı, ben de tekrar karşılaşmak istemiyordum.
Apartmanın kapısına geldiğimde elim çantama gitti, sersemlemiş hareketler bir süre anahtarı aradım. Onun gözlerini ise sırtımda hissediyordum bu da gerginliğimi arttırmıştı. Neden gitmemişti hâlâ? Anahtarı bulduğumda bir hazine bulmuş gibi sevindim, kapıyı hızlı hareketlerle açtım ve arkama bakmadan apartmana girdim. Apartmanın otomotik kapısı arkamdan kendiliğinden kapattığında bir araba motorunun sesi kulaklarıma doldu. Efser gitmişti. Derin bir nefes aldım, yorgun adımlarla asansöre bindim ve gideceğim kata bastım. Asansör yukarı çıkarken tek düşündüğüm tüm gün boyunca kedime sarılak uyumaktı, belki de böylece şiddetini arttıran baş ağrım dinmeye karar verirdi.
Asansörden inip evimin kapısını açarken aklıma durduk yere, doktorumun söylediği cümleler doluştu.
"Anılarında kaybettiğin mekanlara ve insanlara yaklaştığında zihnin bunları sana hatırlatmaya çalışacaktır. Ama hatırlamak için kendine çok fazla yüklenme, onlar zihninin tozlu raflarında keşfedilmeye bekleyen birkaç dolu anı. Ve o anıları bulup okuyacağına eminim."
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |