
Kucağımdaki kedimle birlikte ve kafamı yere sallandırmış bir şekilde yatakta uzanıyordum, o günün üstünde bir haftaya yakın bir süre geçmiş ve ben hâlâ daha normale dönememiştim. Ama zaten kim hemen normale dönebilirdi ki? Tek yapmam gereken şey kendime zaman tanımaktı. Evet zaman, zamanla geçecekti. Bir insanı hayattan koparmasaydım belki daha hızlı geçerdi ama şimdi zihnim dönüp dolaşıp o adamın öldüğü o can sıkıcı, karanlık ana çıkıyordu.
Efser bir kargo aracılığı ile o adamın sicilini ve suçlarını gösteren belgeleri bana iletebilmişti, belki de bu yüzden midir bilmem vicdanımın sesini susturmak, hayır en azından azaltmak, daha kolay olmuştu. Çünkü Efser haklıydı, o adamın yaşamaması dünyaya hiçbir şey kaybettirmezdi ama yine de diyorum ya birisinin ölmesini istemekle bunun için eylemde bulunmuş olmak çok farklı şeylerdi. Ve bu farklılık içimde, bir köşede kıvrılmış yerini asla bırakmayacak bir şekilde sahiplenmişti bu yüzden bu hissin zamanla geçeceğine olan inancım yok olmuştu.
İşte Efser'le de son iletişim şeklimizde bu şekilde olmuştu ve verdiği numarayı arayacak hiçbir durumla da karşılaşmamıştım.
Telefonumun zil sesi odayı doldurduğunda yattığım yerde irkildim, kalbim hızla atmaya başlamıştı. Yalnızlığın bu yanı da kötüydü işte en küçük bir ses, bu ses tanıdık olsa bile, sizi korkutmaya yetiyordu. Kedimi yavaş hareketlerle kucağımdan kaldırdım, uyumaya devam eden kedim kendisini yatağın diğer tarafına attı ve rahatını bozmadan uyumaya devam etti. Bu tavırı yüzümde gülümsemeye neden oldu, elimle açıkta kalan göbeğini hafifçe sevdikten sonra hızlıca yataktan kalktım ve telefonu cevapladım. Arayan her zamanki gibi annemdi.
"Alo, anne?"
"Kızım, niye geç açtın telefonu?" Önceden de dediğim gibi annemin endişeli tavırları küçüklükten beri alışık olduğum bir durumdu.
"Uyuyordum anne, endişelenme artık."
Annem rahatladığını belli edercesine nefes verdi. "Kızım ben sana şey demek için aradım. Babanın çok yakın bir arkadaşı vardı ya, Kenan amcan." Odadan çıkıp mutfağa yürürken cevapladım.
"Hatırlıyorum anne."
Kenan amca komiser polisti ama burada okuduğum sürece onunla görüşmedim diye hatırlıyordum ancak bu düşüncemden emin değildim çünkü o yıllara ait anılarım kayıplardı.
"Seni yemeğe davet ediyorlar kızım, biliyorsun Kenan amcanla baban çok yakın arkadaşlardı."
Yorgunca gözlerimi yumdum, bize sık sık ziyarete gelirlerdi. Babam hayattayken.
"Biliyorum anne ama neden beni davet ettiler ki?" Açıkçası endişeliydim, geçmişin konusunu açtıklarında onlara ne cevap vermeliydim bilmiyordum.
"Oğulları var ya Cihangir abin, o söylemiş gelsin diye." Cihangir abinin ismini duyduğumda buruk bir şekilde gülümsedim.
"Doğu görevindeydi o. Gelmiş mi?" Sesimde gizleyemediğim bir sevinç oluştu. Cengiz abi, eskiden gerçekten abim gibiydi ancak yıllar araya soğukluk sokmuş olabilir diye korkuyordum.
"Evet birkaç yıl olmuş o geleli. Sen hastanedeyken de-" Annemin sözünü keserek konuştum.
"Sevindim." Hastane anılarımı hatırlamak istemiyordum, midemi bulandıracak kadar acıyla doluydu o günler.
Annem sözünü kesmemi umursamadan devam etti. "Cihangir abine numaranı verdim, sana da vereyim konuşun isterseniz."
"Anne." Cümlemi toparlamaya çalışarak biraz bekledim.
"Efendim kızım?"
"Geçmişe dair herhangi bir şey sorarlarsa ne söylemem gerekiyor?" Ses tonumu sabit tutmakta zorlanmıştım.
"O konuyu açmayacaklardır kızım, inan bana."
Annemin sözleriyle rahatladım, sözlerine güven duyduğum tek insandı, kısa bir konuşmadan sonra vedalaşarak telefonu kapattık.
Bir süre mutfakta boş boş oturdum. Çocukluğuma ait insanlarla konuşmak benim için çok zordu. Elimi başıma attım, hatırladığım kadarıyla o olaydan sonra hiç kimseyle iletişim halinde değildik.
Bir anda bu buluşma işi nerden çıkmıştı bilmiyordum, büyük ihtimalle annem bunları planlanmıştı. Bu şehirde tek kalmamı hiçbir zaman istemiyordu. Bu yüzden de güvendiği kişilere danışmış olabilirdi o yüzden anneme de kızamıyordum ama o olaydan sonra iki polisin yaşadığı bir eve gitmek ne kadar sağlıklı olurdu emin değildim.
Elim tekrar telefona gittiğinde çok düşünmedim ve annemin verdiği numarayı tuşlayarak Cihangir abiyi aradım. Birkaç çalmadan sonra telefon açıldı.
"Alo?" Cihangir abinin kalın sesini duyduğum da yüzümde sakin bir gülümseme oluştu.
"Merhaba Cihangir abi, benim Serin."
"Serin, abicim." Yüzümdeki gülümseme arttı, sesindeki samimiyet tüm hücrelerimi sıcacık bir hisle sardı. "Nasılsın, hem nerelerdesin sen ya?"
"İyiyim Cihangir abi, biliyorsun bazı sebeplerden dolayı-" sesim mahçuptu.
"Neyse geçmişi boş verelim." Cihangir abi sözümü kesmiş ve beni rahatlamıştı çünkü cümlenin devamını nasıl getireceğimden emin değildim. "Anlamsız sorum için de kusura bakma lütfen. Hem böyle telefonla da konuşmayalım bazı şeyleri, o yüzden söyle bakalım saat kaç gibi alayım seni evden?"
Cihangir abiyle konuşmamız bittiğinde hazırlanmak için odama geçtim. Aklımda onunla neden aramızı açtığımla ilgili sorular dönüyordu, bir kez daha yalnız kalmamın en büyük sorumlusunun kendim olduğunu hatırladım. Sonra bu düşünce kaşlarımın çatılmasına neden oldu evet belki bende hatalıydım ama bu durumun nedeni farklıydı aslında, ben sadece yaşananlar hiç yaşanmamış gibi davrandığımdan suçlayacak tek kişi olarak kendimi görüyordum.
Saatler geçmiş ve Cihangir abi beni evden almıştı. Uzun süredir konuşmadığımız için yol boyunca bana onlarca anısını anlatmaya başlamıştı, kafamı toplayıp onu dinlemeye çalışıyordum. Ama gerçekten mutluydum da, o konuştukça kafam dağılıyor geçmişle aramdaki perde inceliyor gibiydi. Anlattığı absürt anıları uzun süreden sonra ilk defa kahkaha ile gülmeme neden olmuştu, bu yüzden ona minnettardım.
Bu arada söylemeyi unuttum, beni polis aracıyla almaya gelmişti. Bu akşam, nöbeti olduğu söylemiş bu yüzden telsizini de açık bırakmıştı ve o telsizden devamlı ihbarlar geliyordu. En son telsizden bir ihbar daha geldiğinde oraya çok yakın olduğumuzu fark ettim. Cihangir abi de bunu fark etmiş olacak ki kahverengi gözlerine yansıyan büyük bir heyecanla bana döndü, o mesleğine aşık insanlardandı bunu bir kez daha hatırladım. Bana bir şey söylemeden telsize konuştu ve ihbara bakacağına yönelik bir onay verdi, gizleyemediğim bir şaşkınlıkla ona baktım.
"Olay yerine çok yakınız, bakmazsak olmaz dimi?" Onun bu tavrına güldüm, aksiyonu küçükken de severdi. İhbar bir alışveriş merkezinde yaşanan hırsızlık olayı ile ilgiliydi, bu yüzden sorun olmayacağını düşünerek kendimi rahatlattım.
"Senin için sorun yok değil mi?"
Gülerken sorusunu yanıtladım.
"Hayır, hiç sorun değil." Sesim samimiydi.
Cihangir abi tepe lambasını alıp, sol eliyle yukarıya yerleştirdi ve hızımızı aniden arttırdı, elim emniyet kemerine giderken bu hırsızlık olayının küçük bir olay olmadığını anlamıştım. Dediği gibi alışveriş merkezi buraya çok yakındı, beş dakika gibi kısa bir sürede ulaşmıştık. Cengiz abi arabayı hızla alışveriş merkezinin arka kapısındaki otoparka sürdü ve oraya park etti.
"Sen burada kal abicim, bizim diğer ekipte az sonra gelir. O yüzden işim uzamaz hemen yanına gelirim." Onu kafamla onayladım ve Cihangir abi de benden onay aldıktan sonra arabadan hızlıca inmişti.
Uzun bir süre, gerçekten uzun bir süre arabada sessizce oturdum otoparkta gelen giden arabalar dışında hiçbir ses yoktu ancak en sonunda oturmaktan sıkıldığımı hissettim ve temiz hava almak için yavaşça arabadan indim. Gözlerim otoparkta gezindi ortamın güvenli olduğuna kanaat getirerek etrafta gezinmeye başladım. Bugün cumartesiydi ve bu sebepten olsa gerek burası gerçekten kalabalıktı. Arabaları inceleye inceleye, yavaş adımlarla otoparkta gezinmeye devam ettim.
"Dursana lan şerefsiz."
Otoparkın diğer ucundan gelen sesle irkildim. Etrafıma hızlıca bakındım ancak kimseleri görememiştim, kalbim ani sesten dolayı hızla atmaya başlamış ve vücudum gerilmişti. Bu yüzden bir an önce arabaya geri dönme isteğiyle adımlarımı hızlandırdım, arabanın olduğunu yöne yürümeye başladım. Yeni bir olaya daha karışmak istemiyordum ve asıl korkum bu yüzdendi.
Tam bu sırada bir el kolumdan tutup, beni kendisine çekti, kalbim korkuyla kasıldı. Bedenimi bedenine yasladığında çığlık atmak için ağzımı açtım. Ancak benden daha hızlı davranarak ağzımı kapattığında sesim boğuk bir inlemeyle avuçlarımda kayboldu. Dejavu yaşadığımı hissettim, bu durumu çok kısa bir süre önce yaşamıştım çünkü. Arkamdaki kişi iyice bedenime yasladı, sert vücudunu sırtımd hissetmek tüm tüylerimin diken diken olmasına neden olmuştu. Kulağıma doğru eğildi sesi fısıltı şeklindeydi, dudakları saçlarımı gıdıkladı.
"Sessiz ol, benim."
Gözlerim şaşkınlıkla açıldı, kollarında ki hareketlerim bir anda kesildi. Elini ağzımdan çekmeden beni arkamızdaki büyük arabaya bu sefer canımı yakmadan ama yine kontrolsüz bir güç uygulayarak yasladı. Geçen günden kalan sırt acım küçük bir sızı ile kendisini hatırlattı, kafamı kaldırıp ona baktım. Aramızdaki mesafenin az olması nedeniyle burun buruna gelmiştik. Yüzünde siyah bir maske vardı, sadece gözleri ve alnı açıkta kalmıştı. Motorcuların soğuktan korunmak için taktıkları maskelerden takıyordu. Siyah şapkasının üstündeki siyah kopüşonlusu da yüzünü ve saçlarını gizliyordu. Kimsenin onu tanımayacağı kadar iyi kamufle olmuştu ancak ben onu tanımıştım çünkü onu ilk gördüğüm gün, o ıssız sokakta da Efser bu şekildeydi.
Kalbim anın verdiği hisle yerinden çıkacakmış gibi atıyordu, acaba sesini duyuyor muydu? Ela rengi gözleri otoparkın ışığından dolayı yine yeşil gözüküyordu, bakışlarını gözlerimden bir saniye olsun ayırmadı.
"Şimdi ağzını açacağım, sakın sesini çıkarma." Uyarıcı sesi kulaklarıma doldu, onu kafamla hızlıca onayladım. Parmaklarını yavaş hareketlerle dudaklarımdan çekti, içime derin bir nefes çeker çekmez konuştum.
"Ne istiyorsun benden?" Sesim öfkeli çıkmıştı, tüm bu tehlikelinin içerisine tekrar girmek istemiyordum. Yakınımdaki bedenini hafifçe ittiğimde yerinden kımıldamadı.
"Çekil, gitmek istiyorum."
Gözleri alaycı bir şekilde yüzümde dolaştı sonrasında kafasını kaldırıp ileriye doğru baktı.
"Yine karşılaşmamız ne büyük şans değil mi?"
Sözleriyle kaşlarım çatıldı, bakışlarını tekrar bana indirirken konuşmaya devam ediyordu. Sesi alaycıydı, gözlerinde en ufak bir korku yoktu. Tam tersi sanki suç işlemekten zevk alan küçük bir çocuk gibi eğlenceli bir ifade gözlerini sarmıştı. Bu bakışı fark etmek vücudumun buz kesmesine neden oldu, şu an dudaklarında çarpık ruhsuz bir gülümseme olduğundan emindim.
"Senden bir şey isteyeceğim."
Korkarak ona baktım, bir adım geri giderek elini ceketinin içine attı. Silah çıkaracağını düşünerek elimi aniden eline attım, bu hareketimle birkaç saniye durdu.
"Ne yapıyorsun?" Sesim dehşet doluydu. Sert bakışları elime döndüğünde ellerimi hızlıca çektim. Ona temas etmemden hoşlanmadığını bu durumda hatırlamam mümkün değildi, dişlerimi sinirle sıktım.
"Sakin ol." Derken elini tekrar ceketinin içine soktu, çıkardığı dosyayı avucuma bıraktı. Siyah, kırış kırış olmuş ince şeffaf dosyaydı, içerisinde sadece birkaç kağıt parçası olduğunu hissedebiliyordum. Ona sorgulayıcı bakışlarımla baktığımda, fısıltı şeklinde konuştu.
"Bunu kısa bir süreliğine sana emanet ediyorum." Tekrar kafasını kaldırarak ileriye baktı.
"Ona iyi bak."
Etrafı kolaçan ettiğini şimdi fark edebilmiştim "Birilerinden kaçıyorsun." Diye mırıldandım.
Alaycı bir şekilde güldü. "Hiç fark etmeyeceksin sandım."
Alaycı sesine karşılık kaşlarım iyice çatılırken aramızdaki mesafeyi biraz daha açtı.
"Serin, artık gitmem lazım yani benimle hasret gidermek için doğru zaman değil şu an. Muhabbeti sonra ederiz."
Cümlesini idrak edebilmek için birkaç saniye yüzüne bakmaya devam ettim, o ise tekrar konuşmaya başlamıştı.
"Vakti gelince de o dosyayı senden alacağım."
Cümlesini tamamladıktan sonra arkasını hızlıca döndüğünde kolundan tutup onu durdurdum, sinirli bir şekilde bana döndü. Az önceki alaycı tavrı tamamen kaybolmuştu, bu kadar çabuk sinirlenmesi bana derin bir nefes aldırdı. Birkaç sert adımla aramızdaki mesafe tekrardan sıfıra indirdi.
"Ne istiyorsun?" Sesi kısık ama sertti.
"Bunu saklamak istemiyorum."
Sözüm biter bitmez beni göğsümden hafifçe iterek arabaya yasladığında kalbim tekrar sertçe atmaya başladı. Bu sırada onu arayan adamların sesleri de yakınlaşmaya başlamıştı. Ona sesleniyorlardı ve adamların tehtitlerinden ötürü peşindekilerin polis olmadıklarını kolaylıkla söyleyebilirdim.
Efser arkamdaki arabaya her iki kolunu da yaslayıp üstüme eğildiğinde yakınlığı başımı döndürdü. Kokusu burnuma doldu, sert ama güzel bir kokuydu. Kendimi arabaya doğru daha fazla yasladım. Kafasını sola eğip benimle göz teması kurduğunda sesi alaycılığını tekrar kazanmıştı.
"O zaman birlikte hapishaneye gireriz, Serin."
Kulağıma eğilip fısıldadığı cümle yutkunmama neden oldu, ismimi bastırarak söylemişti. Yüzümü inceledikten sonra bedeni üstümden çekti. Kabullenmiş ve korkmuş yüz ifademi görmüş olacak ki, sakin bir ses tonuyla konuştu "Aferin, şimdi saklan." Bana son kez baktıktan sonra saklandığımız yerden çıkarak koşmaya başlamıştı.
Ne yapacağımı bilemeyerek aracın yanına çömeldim. Bu sırada adamlar Efser'i fark etmişlerdi bile.
"Sağdan gidiyor, çabuk."
Bir adam onlara emir verdiğinde hepsi peşinden koşmaya başladılar. Adamlar önümden geçip gittikten birkaç saniye sonra yerden destek alarak kalktım. Kalbim canımı acıtacak kadar hızlı atarken elimdeki ince dosyayı avuçlarımda sıktım. Titreyen bacaklarımla arabaya doğru yürümeye başlamıştım bu sırada etraftaki insanların çoğaldığını farkettim. Ancak kimse bana bakmıyordu dikkatleri koşan adamların üstündeydi, bu bir nebzede olsa beni rahatlattı.
Arabanın yanına yaklaştığımda sert bir motosiklet sesiyle, sesin geldiği yöne döndüm. Siyah bir motosiklet hızlıca çıkışa yöneldi arkasından aynı hızla birkaç motosiklet daha çıktığında bunun, Efser ve onu arayan adamların olduğunu anlamam uzun sürmedi, bakışlarım birkaç saniye arkalarında oyalandı.
Derin bir nefes alarak elimdeki dosyayı iyice sıktım. Sakin adımlarla arabaya geçtiğimde titreyen ellerime rağmen dosyayı dörde katlayıp çantama sığacak kadar küçülttüm. Dikkatli bir şekilde çantama yerleştirdikten sonra sırtımı koltuğa dayayıp arabanın tavanıyla bir süre bakıştım.
O adam neden her seferinde karşıma çıkıyordu? Efser, kendi çıkarı için beni kullanmıştı. Öncesinde o adamın ölümünün tüm sorumluluğu bana ait diyen kişi şimdi aynı konuda beni tehdit edebilmişti. Sinirle gözlerimi yumdum, tüm bunları ona yardım ettiğim için yaşadığımın farkında değil miydi? Ruh hastası herif.
Başımı eğerek avcumun içine yasladım, tüm bu şeylere ortak olmak istemiyordum. Kendim kaşındım diye düşündüm. Gerçekten o gün onu o sokakta bıraksaydım, tüm bunlarla uğraşmak zorunda kalmazdım. Kafamı avcumun içerisinde tekrardan iki yana salladım, onu orada ne olursa olsun bırakamazdım, kendimi tanıyordum. Bu yüzden son pişmanlık fayda etmiyordu işte.
"Noldu, Karadeniz'de gemilerin mi battı?"
Gelen sesle irkilerek sol tarafıma döndüm, Cihangir abi sürücü kısmında ki açık pencereye doğru eğilmişti. O kapıyı açıp içeri girerken, elimi başıma götürdüm.
"Biraz başım ağrıdı da." Yalan sayılmazdı en azından.
Cihangir abi endişeyle bana baktı. "Neden, bir sorun mu var?" Kafamı hayır dercesine salladım.
"O kazadan sonra sık sık yaşamaya başladım bu ağrıyı." Cihangir abi üzgün gözlerle baktığında, konuyu hızla değiştirmeye çalıştım. Bu bakışlardan hoşlanmıyordum.
"Sen ne yaptın?" Daha yeni hatırlamış gibi oflayarak kafasını arkaya attı.
"Yanlış ihbarmış." Ses tonuna karşı kendimi tutamayıp güldüğümde, o da güldü.
"Yani bir kovalamaca olmuş, vatandaşlar da hırsızlık olayı sanıp ihbar etmiş. Tutanağı da ben tutmak zorunda kalınca işim uzadı biraz."
Gülümsemem hafifçe solarken, boğazımı temizleyip "Anladım." diye mırıldandım. Hiçbir şeyden haberi olmayan masum ayağına yattım, bu kendimin kendimden rahatsız olmasına neden oldu.
Yolun geri kalanında bu konu hakkında konuşmamıştık. Cihangir abi anılarını anlatmaya devam etmiş, bense hiçbir olmamış gibi onu dinlemeye ve gülümsemeye devam etmiştim.
Kenan amcaların evine vardığımızda beni sıcak bir şekilde karşıladılar.
"Hoşgeldin kızım." Gülay teyze beni kendine çekip sarıldı, ona "Hoşbuldum." Diye karşılık verdim. Arkasında duran Kenan amca da "Hoşgeldin" dediğinde onunla da sarılmıştım
.
"Neden bu kadar geç kaldınız?" Biz içeriye geçerken Kenan amca Cengiz abiyi sorguya çekiyordu.
"Yakın bir yerden ihbar aldık, ona baktığım için geç kaldık." Cengiz abinin sesi düzdü onun aksine Kenan amca sert bir üslüpla "Anladım." demiş, peşimizden içeri gelmişlerdi.
Çok fazla duramayacağımı belirtiğimde Gülay teyze hemen sofraya geçmemizi istemişti. Sofraya geçmiş, yemek yemeye başlamıştık. Ama kendimi yabancı hissettiğim ortamlarda iştahım kaçar, hareketlerim yavaşladı. Tıpkı şimdi olduğu gibi... . duran çorba kasesiyle dalgın bir şekilde oynama başlamıştım amcak Kenan amcanın sesi bakışlarımın çorbadan kalkmasına neden oldu.
"Ee Serin, nasıl gidiyor buradaki hayatın, bir yaramazlık var mı?" Mesleği icabı sorguya çekiyormuş gibi bir ses tonuyla konuşuyordu. Ben de sorguya çekilmeye alışmış olmalıyım ki sakin bir sesle cevapladım.
"Hayır Kenan amca, her şey yolunda."
Aslında hiçbir şey yolunda değildi. O olanlardan sonra polislerle birlikte aynı sofraya oturmak benim için hiç mantıklı değildi ama çocukluğumdan beri duygularımı gizlemeyi öğrenmiştim. Tamam, tam olarak öğrenemiştim ama deniyordum işte.
"Anladım kızım, iş bulabildin mi peki?" Sofrada ikimiz hariç kimse konuşmuyordu.
"Birkaç yere başvurdum, geri dönüş bekliyorum." Kafasını sallayıp beni onayladı.
"Bak eğer istersen tanıdıklarla konuşup sana güzel bir iş ayarlayabilirim."
Derin bir nefes aldım ve gülümsemeye çalıştım. "Teşekkür ederim ama ben halledeceğime inanıyorum." Kendi işimi kendim halletmek, tek başıma kendimi büyütmek istiyordum.
Kenan amca gülerken konuştu. "Peki, peki. Babasının kızı işte." Son sözüne karşılık bakışlarımı tekrar çorbaya indirdim, hafifçe gülümsedim ancak gülümsememem neşeden çok uzaktı. Diğerleri de bunu fark etmiş olacak ki masa bir süre daha sessizleşti, konuşup sessizliği bozmak istiyordum ancak boğazıma oturan yumru buna engel oluyordu.
Bir sessizlikte yemeklerimizi yemeğe devam ettik, ortam beni geriyordu. Belki de kendimi suçlu hissetmeme rağmen burda onların önünde oturmamdan dolayıydı bilmiyordum, tek bildiğim bu aileyle buluşmam iyi bir fikir değildi. Kendime alaycı bir tavırla güldüm, bana göre birilerine bulaşmak hiçbir zaman iyi bir fikir değildi ancak trajikomik olan şey bulaşmamam gereken her şeye en dibine kadar bulaşıyor olmamdı.
"Seni rahatsız eden birileri yok dimi?"
Kenan amcanın sesiyle başımı kaldırdım, sorgulayıcı bakışları üstümdeydi. Yavaşça gözlerimi kaçırdım, Cengiz abi de kafasını kaldırmış bana bakıyordu ancak onun gözlerinde yumuşak bir ifade vardı. Ellerimi titrememesi için kucağıma alıp sıktım, yalancı bir gülümsemeyle kafamı kaldırıp onlara baktım.
"Hayır, her şey yolunda." Yanımda oturan Gülay teyze eliyle omzuma birkaç defa yavaş hareketlerle vurdu, teselli etmek istermiş gibi.
"Kenan amcan, önceden yaşa-" Gülay teyzenin lafı Kenan amcanın sesiyle kesildi.
"Gülay, hadi tatlılara geçelim geç oldu."
Bakışlarımı Gülay teyzeden çekmedim. Kaşlarını hafifçe kaldırarak "Ah, evet. " Diye mırıldandı. Acele hareketlerle yerinden kalktığında anlamayan bakışlarımla arkasından baktım.
"Ben de yardım edeyim." Masanın üzerindeki boşlara uzandığımda Kenan amca misafir olduğumu söyleyerek, oturmamı istedi. Boşları kendisi alarak Gülay teyzenin peşinden mutfağa gitti. Arkalarından bakarken ne olduğunu sorguluyordum.
"Pişt." Cihangir abinin sesiyle ona döndüm. Sıcak bir gülümsemeyle bana baktı.
"Babam kendisini sorgu odasında sandı galiba." Muzip sesine karşılık, gülümsedim. O da güldü ve akıcı sohbetiyle birlikte ortamdaki gerici havayı dağıtmayı başardı. Onun en sevdiğim huylarından birisi buydu, küçükken de ne zaman sussam beni konuşturmanın bir yolunu bulurdu.
Sıra tatlıları yemeğe geldiğinde ortalık çok daha sakindi. Gülay teyze bana tatlı tarifi veriyordu, ben de gönlü kırılmasın diye telefondaki not defterime tarifi yazıyordum. Acaba bu tarifi kullanır mıydım? Bunu zihnimde tarttım ve olumlu bir sonuç alınca notumu daha dikkatli almaya başladım. Cihangir abi ve babası ise iş hakkında konuşuyorlardı, bakışlarım kısa süre ikisinde gezindi hep iş konuşmak sıkıcı olsa gerekti. Onları izlemeye bırakarak not aldığım tariflere odaklandım, Gülay teyze artık sadece tatlı tarifi vermiyor, seveceğim çok çeşit tarif veriyordu. Açıkçası minnettar hissettim, birkaç tarifte annemden istememem gerektiğine karar verdim.
"Şu bomboş sokakta öldürülen adamın olayıyla ilgili bir gelişme var mı oğlum?"
Kenan amcanın sorusuyla parmaklarım telefonun üzerinde durdu. Onlardan tarafa dönmemek için kendimi zorladım, onca konuşmanın arasında sadece bu cümleyi algılamam zihnimin bir oyunu olmalıydı.
"Bir gelişme yok baba. Tenha bir sokak, civarında hiçbir güvenlik kamerası yok, tanık ve cinayet silahı da yok ortada. Ama araştırmaya devam ediyoruz. Çünkü karşılıklı bir kavga olmuş belli, belki bir çete kavgasıdır."
İçimden çete değillerdi demek istedim, bir kişiydi karşı taraf. Ellerim telefonun üstünde titremeye başladığında onları dinlememeye çalıştım. Kenan amca Narkotik Suçlarla Mücadele şubesinde de, Cihangir abi Cinayet Bürosunda polislik yapıyordu.
Derin bir nefes aldım, onları dinlemeyecektim. Kendimi tekrar Gülay teyzeyi dinlemek için zorladım. Koskaca İstanbul'da tenha sokakta ölen tek kişi bizim öldürdüğümüz adam olamazdı değil mi? Bu düşünce odağımın onlardan uzaklaşmasına yardımcı oldu ve ondan sonra ne konuştularları ile ilgilenmedim. Çünkü içten içe, dinledikçe tepkilerimi kontrol etmekte zorlanmaktan korkuyordum.
Günün geri kalanı ise sakin geçmişti, tatlılarımızı yemiştik. Kenan amca babamla olan birkaç anısını anlatmış, onu özlediğinden bahsetmişti. Babamla ilgili anıları dinlemek yüzümde buruk bir gülümseme oluşturuyordu. Onu bende çok özlemiştim, onunla olmayı, onu dinlemeyi, yanında güvende oluşumu her şeyi özlemiştim, çok özlemiştim.
Vedalaşıp evden ayrılma zamanı geldiğinde onlara bugün için çokça teşekkür etmiş, hepsiyle sarılmıştım. Cihangir abiyle birlikte arabaya ilerlerken yüzümde hafif bir gülümseme vardı, aile sıcaklığını özlemiştim. Evet babam ve kardeşim o aile tablosunda uzun süredir yoklardı ama annem ve Ahu teyzenin yanında da aile sıcaklığını çocukluğumda ki kadar olmasa bile yinede hissedebiliyordum. Ama bugün bu çekirdek aileye imrenmeden edememiştim, kendi küçük ailemi özlemiştim.
Cihangir abiyle arabaya binmiş eve doğru yol almıştık, bugün yorucu bir gündü özellikle de zihinsel olarak. Bu yüzden sessizce camdan dışarıyı izliyor, bir an önce eve varıp uyuma hayalleri kuruyordum.
"Yorucu bir gündü." Cihangir abinin sözlerine hak verircesine kafamı salladım. "Ve ben daha nöbete gideceğim." Sesini ağlamaklı bir tona getirmişti. Ona hafifçe gülerek tepki verdim, içimdeki huzursuzluğu ona belli etmek istemiyordum. Ama parmaklarım ellerimin altındaki çantayı gergince sıkıyordu, bana emanet edilen bu belgeyi hiç düşünmeden camdan dışarı fırlatmak, bana yüklediği bu sorumluluktan kurtulmak istiyordum.
"Cihangir abi." Ani çıkan sesim sessizliği böldü.
"Efendim abicim?" Cihangir abi bana kısa bir bakış atmış sonrasında tekrar yola dönmüştük.
"Bugün Kenan amcayla konuştuğunuzda istemeden de olsa kulak misafiri oldum da..." Cümlenin devamını getirmekte zorlandım, sanki soracağım en ufak soru beni ele verecekmiş gibi hissettiriyordu.
"Eee, neyi merak ettin?" Sesi muzip bir tavırla çıkmıştı, merakımın çocukça olduğunu düşünüyordu. Ben de düşüncesini güçlendirmek istercesine bilgisiz bir ifadeyle konuştum.
"Ara sokakta bir cinayet işlenmiş ya, merak ettim. Çete filan dediniz, nasıl oluyor ki çete kavgaları... Yani nasıl anlıyorsunuz çete kavgası olduğunu." Beceriksizce sorduğum anlamsız soruya Cihangir abi hafifçe gülmüştü.
"Çete kavgası bir varsayım aslında ama güçlü bir varsayım." Cümlenin devamında bana istediğim bilgileri verdi. "Bir kişi alnından vurularak öldürülmüş, o adam dışında ciddi anlamda yara almış iki adam daha vardı." Bakışlarını yoldan çekip bana çevirdi, yüzümde yalancı bir şaşkınlık ifadesi vardı. Cihangir abiye karşı iki yüzlü davranıyor olmak kendimden iğrenmeme neden oldu. "Yani kısacası karşı tarafın tek kişi olma ihtimalini düşük görüyoruz, en azından iki kişi olmalılar." Onu kafamla onayladım.
"Cinayetler, korkunç." Sesim bu sefer samimi çıkmıştı. Cihangir abi yorgun bakışları ile bana tekrardan döndü.
"İnsan bir süre sonra alışıyor."
Bu sefer bakışlarını kaçıran ben oldum, kafamı sağa çevirip akıp giden yolu izlerken mırıldandım
"Buna alışmakta korkunç."
Yolun geri kalanı konuşmadan, sessizce geçmişti. Cihangir abi yaşadığım evin caddesine döndü ve apartmanın önüne geldiğinde sakin bir fren ile durdu. Telsizden gelen sesleri cevaplamasını beklerken arabadan inmemem için eliyle dur işareti yapmıştı. Eli tekrar tepe lambasını bulduğunda, onu yukarı yerleştirdi. Mavi ve kırmızı ışıklar karanlık sokağı renkleriyle aydınlatmaya başlamıştı, gözüm bir süre o mavi kırmızı ışıkların tekrarlı senkronizesinde takılı kaldı.
"Beklettiğim için kusura bakma." Cihangir abinin mahçup sesiyle önemli değil dercesine kafamı salladım. Kendisini uzun bir konuşmaya hazırlarcasına nefes aldı ama yüzünde sakin bir ifade vardı.
"Serin, bir sorunun olduğunda, anlatmak istediğin herhangi bir şey olduğunda küçük ya da büyük bir sorun hiç fark etmez lütfen çekinmeden bana gel. Bunu polis olduğum için değil, abin olduğum için istiyorum." Sesi gerçekten samimiydi. "Biliyorum her şeyi kendi başına halletmek istiyorsun ama tüm bu sorumlulukları tek başına alma, yanında bir abi olduğunu unutma." Gözlerinde ki ifade yüzümde bir gülümsemenin yayılmasına neden oldu, gülümsemem dudaklarımdan kalbime ulaştı.
"Ben her şey için teşekkür ederim Cihangir abi." Kafasını aşağı yukarı salladı, eliyle kafamı bir çocuğun başını okşarcasına birkaç defa okşadı. Bu teması beni rahatsız etmemiş aksine küçüklüğümüze götürmüştü, onun abiliğini unuttuğum için kendime kızdım. Kısa bir sessizlikten sonra sessizliği bozan yine o oldu.
"Hadi in bakalım, dikkat et kendine. Ve telefonunu ben aradığım an aç." Onu kafamla onayladım, arabadan çıktım ve kapıyı kapatmadan önce gülümseyerek veda ettim. Ben apartmana girdiğimde Cihangir abinin de araba sesi duyuldu ve sesler kısa sürede uzaklaştı.
Asansöre binip oturduğum kata geldim, anahtarımı çantada ararken elime çarpan dosyayı avucuma aldım ve sertçe sıktım. Sabır dileyerek içeriye girdim ve dosyayla çantayı kapının girişindeki portmantoya fırlatırcasına attım. O dosyanın yükü ağırlığından çok daha fazlaydı ve ondan şimdilik kurtulmuş olmak birazcık da olsa rahatlamama neden olmuştu. Ayakkabılarımı çıkartırken bir yandan da kedime sesleniyordum.
"Lilyum!" İçeri girdikten sonra kapıyı kapattım.
"Lili, ben geldim." Sesime karşılık Lilyu'mun bacaklarıma dolanmasını bekliyordum ancak ortalıkta gözükmüyordu. Kedim yılışık bir kediydi ve evde olduğum sürece asla dibimden ayrılmazdı. Bu yüzden onun yanıma gelmemesi içimde derin bir huzursuzluk oluşturdu, kedime tekrar seslendim.
Odamdan gelen miyavlama sesiyle içim rahatladı, mutfağa yönelen bedenimi ters çevirerek odama yöneldim, yüzümde ufak bir gülümseme vardı.
"Sen niye yanıma gelmiyorsun ya?" Neşeli çıkan sesimde yalancı bir kızgınlık vardı. Cümlemi tamamladığım da odadan içeri girmiştim.
Karanlık odayı aydınlatmak için ışığı yaktığımda kamaşan gözlerimi hafifçe kapatım açtım, gözümü açtığım an netleşen bir silüet korkuyla küçük bir çığlık atmama neden oldu.
Bölümleri burada da yayınlamaya karar verdim, o yüzden hızlı bir başlangıç oldu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |