
Karşımdaki silüet rahatını bozmadı bile sadece çığlığım ile yüzünü buruşturdu.
"Şşt, sakin ol."
Karşımadaki kişinin sesini tanımam hem rahatlamama hem de gerilmeme aynı anda neden olmuştu, bu çelişki beni şimdiden yordu. Bu herifle ilgili her şey bana bir çelişkiyi, arafı hatırlatıyordu. Ela ve yeşil arasında kalmış gözleri bile belirsizlikten nefret ettiğim ve en büyük belirsizlik olan arafı hatırlatıyordu.
"Ben de seni bekliyordum." Rahat sesi sinirimi bozarken ona küfürlü bir cevap vermemek için kendimle savaştım.
Aydınlanan odada ilk fark ettiğim şey yatağımın üstündeki bedeni olmuştu. Sırtını yatak başlığına yaslamış, boylu boyunca yatağımda uzanıyordu. Lilyum ise kolunun altına girmiş bulduğu sıcak bölgede huzurlu bir şekilde uyuyordu ve Efser'in elleri onun üstündeydi sabit hareketlerle sırtını okşuyordu. Gözlerimi sakin olmak istercesine, birkaç saniye birbirlerine bastırdım. Bu adamla her karşılaştığımda akıl sağlığımı korumak çok zor oluyordu. Ve şimdi Lilyum'un bu huzurlu hali içimde nedensiz bir öfkenin kabarmasına neden olmuştu.
"Ne işin var burada?"
Öfkeli sesime karşı kafasını sola yatırarak alaycı bir şekilde gülümsedi ama gülümsemesi gözlerine ulaşmıyordu. Gözleri sadece arafı değil, onlarca mezarlığın bulunduğu soğuk bir ormanı da hatırlatıyordu. Bu düşünce rahatsız hissetmeme neden oldu, onu tam anlamıyla tanımıyor olmak bunun en büyük nedeniydi.
"Kızdın mı yoksa?"
Benimle alay edişi iyice sinirlerimi bozarken sakin kalmak çok zordu. Ona doğru yürümeye başladım amacım kedimi ondan uzaklaştırmaktı. Neden böyle bir istekle hareket ettiğimi anlatabilmek çokta mümkün değildi.
"Evime izinsiz bir şekilde nasıl girebilirsin?"
"İzin alma gereksinimi duymadım?"
Rahat bir tavırla cevaplamıştı artık ne cevap versem bilemiyordum, rahatlığı beni sinirlendirmekten çok dehşete düşürüyordu.
"Burası benim evim." Sesim kızgın değil daha çok çaresiz gibi çıkmıştı, üzerimdeki etkisi öyle yoğundu ki ne düşüneceğimi ne konuşacağımı unutuyor kendime bile aptalca gelen tepkiler veriyordum.
Yanına vardığımda Lili'yi kucağından almak için ona eğildim, kedimin ona olan yakınlığı beni gerçekten rahatsız etmişti. Kedime dokunacağım sırada bileğimden tuttu, beni kendine doğru çektiğinde saçlarım yüzüne doğru çekildi. O bundan rahatsız olmazken ben kendimi geri çekmeye çalışmıştım ancak buna rahat bir hareket ile izin vermedi. Anlamsız ve gizliden gizliye korku barındıran gözlerim yakınımda duran yüzünü taradı.
" Ne yapıyorsun?" Ona yukardan bakarken temkinli sesimle konuştum.
Bileğimi ondan kurtarmak için tekrar çektim, Lilyum hareketlilikten sıkılmış olacak ki Efser'in kucağından atlayıp, kuyruğunu sallaya sallaya odadan çıktı. Fazla rahat ve umursamaz bir kediydi, çatılı kaşlarımla birlikte arkasından bir süre bakındım.
"O polisle ne işin vardı?"
Çatık kaşlarım düz bir çizgi halini alırken bakışlarım Efser'e dönmedi çünkü yakınımdaki yüzü dikkatimi dağıtıyor, doğru düşünmeme engel oluyordu. Bileğimi ondan çekmeye çalışırken o yatağımda oturur pozisyona gelmiş, dikleşmişti. Ne diyeceğimi bilemeyerek bir süre bekledim. Bu soruyu sorduğuna göre, onu -mantıken ikimizi- polise şikayet ettiğimi filan mı düşünmüştü?
Birkaç saniyelik sessizliğe dayanamamış olacak ki sorusunu yeniledi.
"O polisle ne işin vardı Serin?" Uyarı dolu sesiyle ondan uzaklaşmaya çalıştım ancak tekrar bileğimden tutup uzaklaşmama izin vermedi, zihnim bu döngünün ne zamana kadar devam edeceğini ölçmeye çalıştı.
"Şu bileğimi bırak artık-" Sesim yüksek çıkmıştı, ancak sözümü tamamlama izin vermedi. Bileğimdeki eli biraz daha sıkılaştığında beni sertçe yanına çekti, yatağımın üstüne oturur şekilde düştüm.
" Ne yap-" Efser üstüme doğru eğildiğinde refleksle yatakta geriye kaydım, cümlem yarıda kesilmişti.
Sırtım soğuk duvara değdi, çatılan kaşlarım yüzünde hızla dolaştı. Ancak benim aksime hiçbir duygu barındırmayan bir ifadeyle bana yaklaşmaya devam etti aramızdaki mesafeyi korumak istercesine bacaklarımı kendime çektim ve olası bir teması önlemek için elimi öne doğru uzatıp durması gerektiğini belli etmeye çalıştım. Bu hareketimle birlikte, önümdeki boş kısmında, dizleri üzerinde durdu ve yüzüme doğru eğildi.
"O polisle ne işin vardı?" Sesi fısıltı şeklindeydi ama her nasılsa öfkesini bir bağırtıdan daha fazla belli ediyordu. Şu kısacık tanışıklıkta Efser'le ilgili emin olduğum tek kanı, çok çabuk sinirleniyor oluşuydu. Ya da belki sadece bana karşı tahammülü yoktu. Bakışları kaçırıp kafamı sağa çevirdim, bu hareketimi de anında önleyerek çenemi tutup yüzümü kendisine çevirdi. Aslında bana kısacık zaman tanısa ona gerçekleri açıklayacaktım ama bu durumda dilim içine kaçmış gibi oluyor, konuşmakta zorlanıyordum.
Aramızdaki mesafe birimiz hareket ederse tehlikeli bir sonuç doğuracak kadar azalmıştı bu yüzden daha fazla yaklaşmasına izin vermeyerek elimle omuzlarını yavaşça ittim. Yerinden kımıldamadı, göğsüm hızla inip kalkıyordu. Ondan bu kadar etkilenmenin bir çeşit haksızlık olduğunu düşünüyordum.
" Ona hiçbir şey söylemedim." Sesimde acele bir tavır vardı, bu kısa açıklamayı beni bırakması için yapmıştım. "Eğer izin verirsen düzgünce anlatacağım Efser." Kurduğum cümle beni tatmin etmişti, en azından bu yakınlığa rağmen kendimi doğru bir şekilde ifade edebilmiştim.
Kafasını tekrar sola yatırdı. Yüzümü inceliyor olması, yerimde rahatsızca kıpırdanmama neden oldu. O kadar dikkatli bakıyordu ki en derinlerde hissettiğim o küçücük korku hissini bile gözlerimde gördüğüne emindim, bilinçsizce yutkundum.
"Peki, kimdi o?" Sesi az öncekine göre daha sakindi, sanki o cevabı bekliyormuş gibi ancak aramızdaki mesafeyi bir milim bile arttırmamıştı. Bu ani duygu değişimleri düşüncelerimin birbirine girmesine neden oluyordu ve karışan kafam beni tamamen savunmasız bir hale getiriyordu.
"Aile dostumuz." Sesim içine kaçmış gibi çıktı, kalbim tekrar hızlanmış her gerginliğimde ortaya çıkan çınlama sesi sol kulağımdaki yerini almıştı. Elimi sol kulağıma götürmek istedim ancak bileklerimi ne zaman tuttuğunu bilmediğim elleri bunu yapmama izin vermiyordu.
Kaşlarını hafifçe havaya kaldırdı. "Sizin polis olan bir aile dostunuz mu vardı?"
Bu sefer ben kaşlarımı çattım. "Evet?"
Bakışlarını sık sık yaptığı gibi yüzümde dolaştırdı, boşta kalan diğer eli havaya kalktı ve yavaşça yüzüme doğru yaklaştı. Kalbim hızını arttırsa bile kendimi geriye çekmedim, gözlerindeki sakin ifadeden ötürü mü bilmiyorum ama bana zarar vermeyeceğini söyleyen bir yanım vardı içimde. Demek istediğim buydu işte o bende hem korku hem de rahatlama duygularını aynı anda yaşatıyordu, arafta hissettirme nedeni tüm bu özellikleriydi işte ve asıl korkunç olan şey de buydu.
Efser yavaş hareketle gözümün önüne gelen saç tutamımı kulağımın arkasına itti. Kalbim tanıdık bir hisle kasıldı, göz bebeklerime kadar hafifçe titredim. Kalbim sanki morotan koşmuşum gibi atmaya başlamış ona kulağımdaki çınlama eşlik etmişti. Efser yavaş hareketlerle üstümden çekilirken "Anladım" diye mırıldanmıştı, ben ise yerimde mıhlanmış gibi birkaç saniye öylece kalakaldım. Üstümden tamamen çekildiğinde ne zaman tuttuğumu bilmediğim nefesi bırakmıştım.
"Bu hareketini bir daha tekrarlama."
Sesim titrek çıkmıştı, sersemlemiştim. Onu anlamakta zorluk çekiyordum. Ama anlamakta istiyor muydum bilmiyordum çünkü bu kısacık tanışıklıkta bile beni çok yormuştu.
"Zili çaldım." Az önceki cümlemi yok saydı. Ne dediğini anlamlandıramadım bu yüzden boş bakışlarım üstüne dikilmişti. Ağzımdan 'hı?' diye hafif bir nida döküldüğünde cümlesini tekrarladı.
"Eve girmeden önce zili çaldım. Açan olmayınca da kendim girmek zorunda kaldım." Bunu söylerken omuz silkmişti. Bakışları odamdaki çiçeklerde ve tablolardaydı. Eli çok sevdiğim Lilyum çiçeğinin üstünde ve yapraklarında kibarca gezindi, uzun bir süre çiçekle oyalandı.
Yataktan sersemlemiş hareketlerle kalkmaya çalışırken mırıldandım.
"Cidden şaka gibi birisin."
Efser beni umursamadı, yavaş hareketler ile odamı keşfetmeye devam ediyordu. Eline ahşaptan yapılmış kalem kutusunu aldı ve çok özel bir esermiş gibi onu incelemeye başladı. İçime derin bir nefes çektim, benim aksime o bir şeylerden etkilenmiş gibi değildi. Ancak ben kalbimdeki hissi, zihnimdeki sesi bastıramıyordum. Yataktan kalkmaktan vazgeçtim ve sırtımı duvara yaslayıp sessizce oturdum.
Bu sırada o hâlâ oda keşfindeydi, bir eşyaya dokunmak istediğinde bana belli belirsiz bir bakış atıyor gözlerimde ters bir ifade görmediğinde o eşyayı incelemeye devam ediyordu.
"Çiçekleri seviyor gibisin." O kadar günlük bir cümleydi ki kurduğu cümle nedense bu cümlenin ona yabancı geldiğini düşündüm.
Sırtı bana dönüktü, onu cevaplarken gözlerim arka profilindeydi.
"Genel olarak tüm bitkileri severim." Bunu bildiğini biliyordum açıkçası, açık bir insandım. Bir şeyi sevdiğimde bunu her şekilde belli ederdim. Tıpkı evimin her köşesinde bulunan çeşit çeşit bitkiler gibi.
Efser yüzünü bana döndü, gözleri üstümde gezindi.
"Endişelendim."
Ona hafif bir şaşkınlıkla baktım, gerçekten şaşırmıştım ancak o bakışlarını tekrar kaçırdı. "Dosya için yani."
Kafamı iki yana salladım, yüzümde kendime karşı alaycı bir gülümseme oluştu ancak bunu ona belli etmemeye çalıştım.
"Ayrıca, bana zarar vermediğin sürece sana zarar verecek birisi değilim. O yüzden korkmana gerek yok."
Ona ters bir şekilde baktım. "Senden korkmuyorum Efser." Bunu söylerken dürüsttüm, tamam en azından yarı yarıya dürüsttüm. Çünkü bazı hareketleri beni bir miktar korkutsa bile, o hareketlerin sahibinin Efser olması korkumu azaltıyordu. Neden bana zarar vermeyeceğini düşünüyordum ki? Oysa fiziksel anlamda fazlasıyla güçlü gözüken birisiydi ama o fiziksel gücünü benim üzerimde kullanmayacağını tüm benliğim rahatlıkla söyleyebilirdi. Derin bir nefes aldım, normalde birisine bu kadar güven duymazdım bile. Bu durum gözlerimi Efser'e dikmeme neden oldu, şeytan tüyü filan mı vardı acaba.
"Sevindim." Sesi aksini iddia ediyor gibiydi, bunu umursamadım. Efser'in ne istediğini anlamak zordu ve eğer anlamaya çalışmak gibi bir çabaya düşersem bunun bir ömür sürebileceğinden emindim.
"Dosyayı sana getireyim artık." Yatak indim ve koridora doğru yürümeye başladım. Adım sesleri hemen arkamdaydı. Kapının yanındaki portmantoya ilerleyip, üstüne az önce fırlatırcasına attığım dosyayı elime aldım ve ona uzattım, dosyayı eline aldığında sayfaları hızlıca çevirip içini yokladı. Son sayfasında bir süre duraksadı, bakışlarım dosya ile onun arasında kısa bir süre dolandı.
"Dosyanın içerisinde ne olduğunu merak etmiyor musun?" Sorusuyla bir süre durakladım.
"Merak etmeli miyim?" Bakışları yine alaycı bir tavra döndüğünde ne söyleyeceğini merakla bekledim, canımı sıkacağından hiç şüphem yoktu ama.
"Belki seni yeni tehlikelere atmışımdır?"
Şaşkın bakışlarla baktığımda ne söyleyeceğimi bilemedim. Kendi kendine alaycı bir tavırla güldü. "Şaka yapıyorum." Böyle ciddi bir ifade ve ses tonuyla yaptığı şaka sadece kaşlarımı çatmama neden oldu. Derin bir nefes aldım, bu herif beni delirtmeye çalışıyordu başka türlü bu davranışlarının başka bir açıklaması olamazdı. Onu kovmak istercesine konuştum, bugün yeterince yorulmuştum.
"Artık gitmelisin."
Beni onaylanmasını beklerken tam tersini yaptı, elindeki dosya ile oturma odasına doğru ilerledi. Arkasından şaşkın bakışlarım ile baktım ancak o bunu umursamadı kendi eviymiş gibi rahat bir tavır takınmıştı. Peşinden ruhsuz adımlarla ilerledim, odaya girdiğimizde o kendisini krem rengi üçlü koltuğun üstüne bırakmıştı bile.
"Ne yapıyorsun?" Bugün defalarca kez sorduğum soruyu tekrarlamıştım. Artık şaşkın filan değildim, sadece gerçekten merak ediyordum. Niye bana bela olmuştu?
Elindeki dosyayı havaya kaldırıp birkaç defa salladı. "Dosyayı inceleyeceğim." Alaycı bakışları üstümde dolaştı. "Sen de incelemek ister misin?"
"Efser, bunu kendi evinizde yapmaya ne dersin?"
Bakışlarını dosyanın üstünden kaldırmadan beni cevapladı.
"Acelem var, kısaca bakıp çıkacağım. Sen rahatına bak."
Sert bir nefes verdim, kaderde kendi evimde başka birisi tarafından rahatına bak lafını işitmekte varmış. Onu umursamamaya karar vererek adımlarımı kendi odama yönelttim. Evimde birkaç önce tanıştığım bir ruh hastası yokmuş gibi odama geçmiş ve kendimi yatağa bırakmıştım. Zihnim ne yaparsa yapsın diyordu ayrıca bu onu son görüşüm diye kendimi telkin etmeye çalışıyor, içimi bir nebze de olsa bu şekilde rahatlatıyordum.
Uyandığımda saatler geçmiş, hava kararmıştı. Ne ara uykuya daldığımo hatırlamıyordum, Lilyum'un devamlı çıkardığı miyavlama sesleri uyanmama neden olmuştu. Bedenimi zorda olsa yataktan çıkardım, bas bas bağıran kedimin derdini öğrenmek istiyordum. Bir de Efser'in gidip gitmediğini.
Adımlarımı oturma odasına yönelttim, içeri girdiğimde karşılaştığım manzara kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Efser iki bacağına yana doğru açmış, kafasını koltuğun başına dayamış bir şekilde uyuyordu. Elinde duran dosya düşmek üzere gibi duruyordu, birkaç adım ona yaklaştım. Yüzünü huzurlu bir ifadeden uzak acı dolu bir ifade vardı. Bu durum kaşlarımın çatılmasına neden oldu.
Lilyum ise koltuğun başında, Efser'in yanı başında durmuş miyavlıyor saçlarına sürtünüyordu. Efser ise kedimin bu temasına karşılık hiçbir şey yapmıyordu. Bu tepkisizliği kalbimin sıkıntıyla kasılmasına neden oldu, elimi yavaşça alnına dayadım hissettiğim sıcaklık kaşlarımın çatılmasına neden oldu.
Elimin altındaki beden aniden kaydı ve ben ne olduğunu anlamadan dengeler değişti. Artık bana üsten bakan kişi oydu, çatılmış kaşları ve belirsizlik içeren gözleri tıpkı birkaç gün önceki gibi bomboş bakıyordu.
"Efser." Fısıltı şeklinde çıkan sesim ile yüzü acıyla buruştu. Gözlerim tüm vücudunu hızla taradıktan sonra sol kolunda takılı kaldı. Üstündeki deri ceketin o kısmı yırtılmıştı, bu durum tekrardan kaşlarımın çatılmasına neden oldu.
"Niye ani hareketler yapıyorsun?" Efser güçlükle konuşuyor gibiydi ancak bu durumda bile fiziksel olarak bu denli güçlü olması onun önünde tekrar dehşete düşmeme neden oldu.
Üstümden çekilmemek konusunda inatçı gibiydi, bir cevap aradığına emindim. Siyah saçları yüzüme kısa bir mesafede dökülü haldeydi, şu anda yeşil görünen gözlerinin etrafı kızarıktı. Bakışlarım yara izi olan dudağına kaydı, o yara izini ilk defa bu kadar yakından gördüm. Yıllardır orada varlığını sürdüren bir ize benziyordu ancak güzel yüzünü bozmamış tam tersi ona özel bir güzellik katmış gibi duruyordu.
Onu incelediğimi fark etmek beni artık şaşırtmadı, ellerimle onu iterken altından kalkmaya çalıştım ancak bacaklarımın üstünde olan tek bacağının ağırlığı buna engel oldu.
"Efser, kalkar mısın üstümden?"
Benim onu izlediğim gibi beni izleyen Efser sesimle birlikte kendine gelmiş gibi irkildi. "Üstünden mi?" Sorduğu anlamsız soru yüzüme bir sıcaklığın yayılmasına neden oldu.
"Efser, kalk." Bu sefer sert çıkan sesime karşılık kendine gelmiş gibiydi, üstümden çıldırtıcı bir yavaşlıkla çekildi ve sırtını sertçe tekrardan koltuğa yasladı. Derin bir nefes aldığımda uzanmış olduğum yataktan kalktım, anlamsız bir şekilde nefes nefese kalmıştım.
"Yaralı mısın?" Efser kafasını hafifçe olumlu anlamda salladı, kontrole sokmaya çalıştığım nefesim bu sefer gerginlikle bozuldu.
"Bakabilir miyim yarana?" Efser kendisine gelmiş gibiydi bakışları az önceki sersemliğinden kurtulmuş, eski umursamaz tavrına dönmüştü.
"Gerek yok Serin." Yerinden kalkmaya çalıştığında onu engelledim.
"Bakacağım Efser." Bu sefer kaşlarını çatan o olmuştu ancak bana istediğimi verdi. Üstündeki deri ceketi çıkarıp bir kenara bıraktı, içindeki beyaz kazağın sol kol tarafı boydan boya kanla kaplıydı. Derin bir nefes aldım, hissettiğim endişe çok üst düzeydeydi.
Efser önce bana sonra ise yarasına baktı, o da bu kadar kötü olmasını beklemiyor olsa gerek gördüğü manzara ile kaşları çatıldı. "Sikeyim." Fısıltı şeklinde çıkan küfürü gerginliğini belli ediyordu. "Aptal gibi uyuya kalmışım."
"Kazağını çıkart." Efser bana tuhaf bir bakış attığında kaşlarımı çattım.
"Yarana bakalım, çıkart."
Ancak Efser beni dinlemedi ve yanında duran dosyayı da eline alıp yerinden kalktı. "Efser!"
Beni umursamadı bile, o odadan çıktığında peşinden gitmeye devam ettim, elindeki dosyayı katlayıp az çnce tekrar giydiği ceketinin içine koymuştu. Bunu yaparken gözlerinden acı bir ifade geçti.
"İyi misin?" Endişeli çıkan sesim ile gergin olan yüzü iyice gerildi. Boş bakışları bana döndü ve karşısında bir hiçlik duruyormuş gibi ifadesizdi gözleri.
"Sorun yok." Sesi de bakışları gibi duygusuzdu. Az önceki sersemlemiş tavrından geriye hiçbir şey kalmamıştı. Onun bu hızlı değişimleri beni sadece şaşırtıyordu ve hareketlerimin nasıl olması gerektiğini düşünmeme neden oluyordu.
Efser'in sol tarafına doğru yürüdüm en azından yaranın boyutunu, ne halde olduğunu görmek istiyordum. Tepkisiz bir şekilde ne yapacağıma bakıyordu. Elimi yarayı görmek amacıyla omzuna uzattım, Efser ona dokunmama izin vermeyerek elimi havada tuttuğunda bakışlarım ona döndü. Elimi ondan çekerek, hızla birkaç adım geri gittim çünkü bu sefer bakışlarından gerçekten korkmuştum. Çünkü gözlerinde bir hiçlik değil ,bir düşmana bakıyormuş gibi öfke birikmişti.
"Bana dokunma."
Boş bakışlarına karşılık, kendime kızdım. Temastan nefret ettiğini, hayır belki de benim ona temas etmemden nefret ettiğinin farkındaydım yine de bir aptal gibi ona yardımcı olmaya çalışıyordum. Avuçlarımı canımı acıtacak kadar sıktım, şu an yutkunmak bile zor geliyordu.
Bu sırada kedim gelip bacaklarıma sürtünmeye başladı, onu bir kurtarcı olarak gördüm ve bakışlarımı hemen ona yönelttim. Derin bir nefes aldım ve zihnimi toparlamaya çalıştım.
"Sadece yarana bakmak istemiştim." Sesim düzdü ancak umursamaz değildi. İçimde bir iç hesaplaşma vardı.
Efser derin bir nefes aldı ancak inatla ona bakmamaya devam ettim, belki de az önce gözlerinde gördüğüm o ifadeyi tekrar görmek istemiyordum.
"Teşekkür ederim." Sesi az öncekine karşı daha yumuşaktı. "Dosyayı sakladığın için." Kafamı kaldırıp ona baktım, onun da bakışları kedinin üstündeydi, eli ise kendi ensesindeydi.
Omuz silktim. "Tehdit ettin."
Bakışlarını bana çevirdiğinde göz göze geldik. Kafasını çoğu kez yaptığı gibi sola yatırdı ve gülümsedi. "Öyle yaptım dimi?" Sorusunu cevaplamadım, gözlerim gülümsemesindeydi. Derin bir nefes aldım, bakışlarımı ondan çektim. Bana noluyordu? Karşımdaki herif gibi duygularım hızla, birkaç saniye içerisinde değişmeye başlamıştı. Ve bu değişim beni strese sokuyordu.
"Gitsem iyi olur." Onu başımla onayladım. Eğildi ve dolabın kenarına koyduğu postal botlarını eline aldı. Kapının önünde ayakkabısını giyerken tekrar konuştu. "Bu andan itibaren karşına çıkmamaya çalışacağım." Sesi ruhsuzdu. İçimde bu cümlenin gerçekliğine karşın derin bir şüphe vardı, Efser'e bir süre daha baktım. Umarım bir daha görüşmemize gerek kalmazdı, bu düşünce içimde bir yerleri sıktı, aldırış etmedim. Doğru olan buydu, birbirimizin hayatından tamamen çıkmaktı.
"Ben de aynı şekilde." Diye cevaplarken sesimin tonunu düz tutmaya çalıştım. Bakışlarım ondaydı ancak o bana değil, giymeye çalıştığı ayakkabılarına bakıyordu.
"O ölen adam..." Birkaç saniye duraksadı. "Neyse, boşver." Ayağa kalktığında onu durdurdum.
"Hayır, duymak istiyorum." Efser'in bakışları yüzümde dolandı. Konuşup konuşmamak arasında kalmış gibiydi ancak en sonunda sakin bir ses tonuyla konuştu. "Adam tehlikeli biriydi, etrafı da kalabalıktı anlayacağın. Bu yüzden adamlarının etrafta bizi arıyor olma ihtimali çok yüksek." Birkaç saniye yüzüme inceleyip tepkimi ölçmeye çalıştı.
"Daha doğrusu bizi değil,seni."
Bir süre duygusuz bir şekilde Efser'e baktım, sonrasında yorgun sesimle konuştum. "Anladım, seni diğer iki adam görmedi zaten çünkü yüzünde hep maske vardı." Beni onaylarcasına kafasını aşağı yukarı salladı. "Adamları bir şekilde kendime çekeceğim, bunu kimliğimi belli etmeden yapmaya çalışıyorum. Bu süreçte kendine dikkat etmelisin." Cümlesine devam etmedi.
"Peki ne yapmam lazım?" Sesim ruhsuz çıkmıştı, bir şeylere tepki veremeyecek kadar yorulmuştum. Ayrıca zihnimin derinliklerinde bir ceza çekmemin gerekli olduğunu söyleyen sesi de susturamıyordum, o yüzden göreceğim zararı kabullenmiş hissediyordum. Hayatın karmalarına inanıyordum, yine de her insan gibi kendimin zarar görme düşüncesi rahatsız edici bir histi, içimdeki yorgunluk hissi arttı.
"Ben uzaktan da olsa bu işi halletmeye çalışacağım ama eğer halledemezsem, o zaman başka şeyler düşünmeliyiz." Onun da sesi ruhsuzdu, yine de söylediklerine güvenmeyi seçtim.
Onu anladım dercesine kafamla onayladım. Gitmek için kapıyı açtı, çıkarken tekrar konuştu.
"Numaram sende kayıtlı, küçükte olsa bir tehlike hissedersen beni ara."
Bu sefer benim bakışlarım yüzünde oyalandı. Onu onaylamadım, bunu kısa sürede fark etti ve çıktığı kapıdan kafasını uzatarak bana yakınlaştı.
"Serin, ciddiyim."
Elim açık kapıdan destek almak istercesine tutundu. "Arayacağım." Sözüme karşılık Efser bana doğru eğdiği başını kaldırıp, doğruldu. Gözleri yüzümü taradı, doğru söyleyip söylemediğimi anlamaya çalışır gibi. Sözüme güvenmiş olacaktı bakışlarını benden uzaklaştırdı ve son kez konuştu.
"O zaman ben gideyim." Kafamı tamam dercesine salladım.
"Yarana baktır." Bakışları yüzümde oyalandı cümlemi sessizce devam ettirdim. "Görüşürüz Efser."
Ağzımdan bilinçsizce çıkan sözlere karşılık sadece kafasını sallayarak cevap verdikten sonra merdivenlerden inerek gözden kayboldu.
Kapıyı arkasından kapattım, bir süre elim kapıda öylece bekledim. Korkuyordum, içimden tekrar 'annem haklıydı' diye geçiriyordum. Bu şehir ona her geldiğimde bana bir zorluk yaşatarak onu tekrar ve tekrar terk etmem için bana türlü oyunlar oynuyordu. Ama bu sefer oynadığı oyunlardan bu kadar kolay pes edip geri dönmek istemiyordum, bu sefer finali görmek istiyordum.
Odama geçip yatağa uzandım, yorgun hissediyordum. İçimde adını koyamadığım buruk bir his vardı. Yatakta sağa doğru dönüp bir süre boş boş tavanı izledim. Bu sırada kedim gelip kucağıma kıvrılmıştı, onu düz hareketler okşarken uyumaya çalıştım.
Efser'in evime gelmesinin üstünden üç gün geçmişti. Bu süre içerisinde iş başvurusu yaptığım birkaç yerle görüşmüş, küçük bir mimarlık bürosunda işe başlamıştım. Ve bugün işimin ikinci günüydü, işten çıkış saati yaklaşmıştı bile bu sırada yanında çalıştığım Melike Hanım bana seslendi.
"Serin, ben çıkıyorum. Sen ne yapacaksın?" Tatlı çıkan sesine karşılık, gülümseyerek onu cevapladım.
"Ben de çıkacağım az sonra, birkaç işim kaldı." Melike Hanım bana el salladığında, ben de el salladım.
Burası Melike Hanımla eşi Rıfat Bey'in birlikte işlettiği küçük ama tatlı bir mimarlık bürosuydu. Birkaç gün olmasına rağmen ikisine de alışmıştım. İlgili, kibar bir aileydi. Melike hanım bugünde olduğu gibi genellikle tek başına çalışıyordu ancak hamile olduğu için yanına işlerinde destek verecek birisini arıyorlardı ve o kişi ben olmuştum. Bu durumdan memnumdum az kişi çalıştığımız için aramızda herhangi bir sorun olacağını sanmıyordum. Düşüncelerimden arınıp önümdeki bilgisayara döndüm, birkaç tabloya daha veri girmeye devam ettim.
Kısa bir süre daha çalışmış, çalan telefonumla ara vermek zorunda kalmıştım. Arayan Cihangir abiydi.
"Efendim abi?"
"Yarım saate seni almaya geleyim mi? Kahve içip konuşuruz." Cihangir abinin sevecen sesiyle onu onayladım.
"Olur, iş yerindeyim ben."
Telefonu vedalaşıp kapattık, Cihangir abi gelene kadar kalan son işlerimi de hallettmeye çalıştım.
Cihangir abiyle son günlerde sık sık konuşuyorduk, onun verdiği abilik hissini özlediğimi fark etmiştim. Bu his hatırladığımdan bile daha fazla güven vericiydi. Ve açıkçası ona minnettardım, bu şehirde böylesine yalnız hissederken oturup konuşabileceğim bir kişinin varlığı bilmek beni fazlasıyla rahatlatmıştı.
Eşyalarımı toplamayı bitirdikten sonra bürodan çıktım. Kapıyı kitledikten sonra büronun önünde dikilerek Cihangir abiyi beklemeye başladım, ayağımla yerdeki taşlarla oynuyordum. Akşam olmasına rağmen cadde kalabalıktı, sırtımı duvara yaslayıp insanları izlemeye başladım. Gözlerim bir kız çocuğunun üstünde oyalandı. Kardeşinin elinden tutmuş onu yürütüyordu, annesiyle babası ise el ele tutuşmuş çocuklarının hemen arkasından yürüyorlardı. Yüzümde bir gülümsemenin oluştuğunu hissettim, buruk bir gülümsemeydi. O aile görüntüsü çok tanıdıktı, onları izlemeyi bırakarak kafamı başka yöne çevirdim. İçimde bir köşede sessizce varlığını sürdüren küçüklüğümün kabul edemediği çok şey vardı ve bu tarz sıcak görüntüler onun sadece acı çekmesine, haksızlık hissi ile boğuşmasına neden oluyordu. Ayağımın altındaki taşı hafifçe ittirdim. Geçmişimle barıştığımı düşünürdüm ancak bu kendime söylediğim bir yalandan başka bir şey değildi. Buraya geliş nedenim bile bir noktada, en kabul edilen kısmı ile çocukluğumla alakalıydı.
Kafamı kaldırıp caddeye bakındım, bu sırada dar bir sokağın girişinde karanlıkta yakaladığım küçük bir hareket bakışlarımın oraya kitlenmesine neden oldu. Kaşlarım çatılırken bakışlarım hâlâ oradaydı ancak görünürde hiçbir şey yoktu, o hareketliliğin küçük bir yanılsama olduğunu düşündüm.
Bir korna sesi irkilmeme neden olurken, bakışlarımı o sokaktan hızlıca çektim. Korna çalan arabaya baktığımda bana el sallayan Cihangir abi ile göz göze geldim ona aynı şekilde karşılık vererek arabaya ilerledim. Gülümseyerek arabaya binerken canlı bir sesle "Selam Cihangir abi." dedim.
"Selam abicim, nasılsın bugün?" Sesi her zamanki gibi neşeliydi, onun pozitif kişiliğinin birazı bende olsaydı hayatım daha yaşanabilir olurdu bundan emindim.
"İyiyim abi, sen?"
"Çok yorgunum ya." Sözlerini mızmızlanarak söylemişti, o öğrencilik hayatını özleyen memurlardan birisiydi hepimiz gibi.
Emniyet kemerimi bağladığımda Cihangir abi de arabayı çalıştırdı. Bakışlarım istemsizce az önceki sokağa döndü, kimseyi görememiş olmanın verdiği rahatlıkla arkama yaslandım. Açıkçası tüm olan olaylardan sonra biraz paranoyaklaşmış ve bunu hayatıma yansıtmaya başlamıştım. Araba hızlanırken artık görmeye alıştığım caddeleri izlemeye bir yandan da Cihangir abinin sohbetine yetişmeye çalışıyordum
Araba en sonunda küçük kafelerin sıralandığı bir caddede durdu, arabadan indiğimizde içlerinden birisini seçerek oturmuştuk.
Kafeye geleli yarım saatten fazla olmuştu, sohbetimiz günlük olaylar üstüneydi. Ama böyle boş şeylerden konuşmayı bile özlemiştim ancak konuşacak her şeyi tükettiğimizde birkaç dakika sessizlik oldu.
"Şu sarışın kız arkadaşınla görüşmeye devam ediyor musun?" Cihangir abinin sorusuyla kaşlarım çatıldı.
"Anlamadım, kimden bahsediyorsun?" Cihangir abi bir pot kırmış gibi durduğunda, kaşlarımı çattım.
"Önemli birisi değildi, boşver abicim." Kafamı iki yana salladım, bu sıralar sık sık 'boşver' kelimesi ile karşılaşıyor ve bundan oldukça rahatsızlık duyuyordum.
Ayrıca hayatımın iki yılı zihnimdeki çöplükteydi ve onları çıkarmaya yardım edecek kişi sayısı sayılıydı. Bu yüzden en küçük bir bilgiyi bile kaçırmak istemiyordum. Ancak farkındaydım hiçbir şey eskisi gibi olamazdı, ben de unuttuğum anıları eskisi gibi yaşayamazdım. Ama merak ediyordum, herkes merak ederdi. İki yıl az bir zaman dilimi değildi, hatırlamak istiyordum.
"Boş vermek istemiyorum abi, kimdi o?" Sesim netti, gerçekten beni anlamasını istiyordum.
Cihangir abi sıkıntılı bir nefes verdi ancak teslim olmuş gibi konuşmaya başlamıştı. "Ben de çok tanımıyorum. Biliyorsun sen burada okurken doğu da görev yapıyordum, izin günümde buraya geldiğimde okulunu ziyaret etmiştim. Orada tanıştırmıştın bizi ama ayak üstü bir tanışıklıktı."
Başım ağrımaya başladığında elim tekrar başıma gitti, bu ağrılar sadece psikolojik miydi?
"Anladım, adı neydi?" Sesim düzdü.
"İsmini hatırlamıyorum Serin, sadece çok yakın olduğunuzu düşünüyordu ." Üzgün çıkan sesine karşılık kafamı salladım. Çok yakın arkadaşımsa şimdi neredeydi, kaşlarım çatıldı annem bana böyle birisinden hiç bahsetmemişti. Cihangir abi düşündüklerimi okurcasına konuşmasına devam etti. "Gerçi çok yakın arkadaşın olsaydı seni mutlaka arardı, belki de ben yanlış düşünmüşümdür." Bu söylediği daha mantıklı gelmişti, babamı kaybettiğimden beri soğuk bir kişiliğim oluşmuştu. Kimseyle bağ kurmuyor, çok yakın olmaya başladığım birisi olduğunda onun hayatından hızla uzaklaşıyordum. Bu durum üniversitesinin ilk yıllarında da böyleydi, bakışlarım soğumaya başlayan kahvemin üzerinde gezindi. Belli ki üniversitenin son iki yılı da bu şekilde geçmişti, aslında merak ettiğim geçmişim belki de her zamanki günlerimden farksız değildi.
"Okuldan arkadaşımdı yani?" Sesimde yine de küçük bir merak vardı, bunu engellemek elimde değildi.
'Evet, bildiğim kadarıyla.' diye mırıldandı ancak o da düşünceli duruyordu
Ellerim fincanın kenarlarında gezindi, bir süre bu hareketi tekrarlayıp durdum. Bir şeyler hatırlamaya çalıştım, olabildiğince zorladım kendimi ama hayır hiçbir şey yoktu. Zihnim derin karanlık bir kuyuydu ve kuyuda bir şeyleri aramakta, aradığımı bulmakta zordu. İçimi buruk bir his kaplad, galiba az önceki düşüncelerimde haklıydım. Kaybettiğim iki yılda aslında diğer yıllarımdan farklı değildi ben sadece bir şeyler için umut ediyordum. Çünkü eğer yakınım dediğim ilişkilerin içinde olsaydım o insanlar elbet beni bulurdu ya da ben onları bulmak için kıyıya köşeye küçük anılar sıkıştırır o anıların peşinden giderdim.
"Ben bu konuları açmak istemezdim, gerçekten üzgünüm." Cihangir abinin pişman sesine karşılık tavrımı çabucak düzeltmeye çalıştım, büyük ihtimalle yüzümdeki sıkıntılı ifadeyi net bir şekilde görmüştü.
"Hayır abi, ben gerçekten teşekkür ederim bana bazı şeyleri anlattığın için. Geçmişim ile ilgili bazı düşünceler netleşiyor en azından." Gülümseyerek kurduğum cümleye karşılık Cihangir abi de gülümsedi. Sözlerimde samimiydim, bu hayatta ki en kötü şeyin belirsizlik olduğunu düşünen insanlardandım. Bir sevginin belirsizliği mesela acı verici, bir kazanma ya da kaybetmenin sonucunun olmaması stres verici, geleceğin belirsiz olması kaygı vericiydi. Ve tüm bu belirsizlikten insanı kurtaran en küçük söz bile teşekkürü hak ediyordu. Sevmiyorsa seni belirsizlikten kurtarmak için 'sevmiyorum' demesi belki üzüntü duymaya neden olurdu ancak o belirsizlikten kurtulmak insana derin bir nefes aldırırdı.
"Biliyor musun? Sen küçükken de böyleydin Serin, üzülsen bile hemen gülümser bizi de mutlu etmeye çalışırdın."
Daldığım düşüncelerden çıkmaya çalışarak hafifçe gülümsedim ama şimdide çocukluğum gözlerimin önünden geçiyordu. Tekrar dalgın bir hale büründüm.
Çocukluk anılarımı kendi isteğimle o kuyunun dibine gönmüştüm, yani son iki yılımın aksine çocukluğumu sakladığım yeri biliyordum. Hatırlamak istediğimde o anıları paslanmış kutulardan, kuyunun o en kuytu köşesinden çıkarıp önüme serecektim bunu biliyordum ama sorun o anıları o kutudan çıkarmak değildi asıl sorun o kutuya uzanacak gücü kendimde bulamamaktı. Çocukluğuma çokta haksızlık etmek istemiyordum bir zamana kadar en güzel anılarım muhakkak ki o küçük zaman diliminde saklıydı.
Cihangir abi hesabı ödemeye giderken bakışlarım caddedeki kalabalığın üstündeydi. Arabalar kalabalığa inat hızla geçip gidiyor, bankın etrafında bir grup liseli genç kahkahalar ile sohbet ediyor, bir çift el ele tutuşarak kitapçıya giriyordu. Her şey olmadı gerektiği gibiydi, zaman bu şekilde işliyordu.
Etrafı incelemeye devam ederken gözüme siyah bir motorsiklet takıldı ve onun üstünde bir süre oyalandı bu mesafeden çokta algılayamadığım aracın daha önce gördüğüm modellerden birisi olduğunu düşündüm.
"Gidelim mi Serin?"
Cihangir abinin sesiyle dalgınlığımdan sıyrıldım, yanımda duran çantamı aldığımda peşinden ilerlemeye başladım.
Arabaya bindik ve kısa sessiz bir araba yolculuğundan sonra evimin önüne geldik.Cihangir abiyle bir sonraki buluşma için söz verdik ve vedaşalarak arabadan indim, apartmandan içeriye girdiğimde Cihangir abi de gitmişti.
Bakışlarımı boş caddeden çektim, apartmanın kapısını arkamdan kapatırken, motosiklet sesiyle elim kapıda kısabir süre kaldı ancak ses uzaklaştığında kendime gelip kapıyı kapatmıştım. Gerçekten paranoyaklaşmıştım.
Güncel bölümlerin tamamını burada da yayınlayacağım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |