6. Bölüm

6. İZLEM

Yeşim Işıldak
yesimisildak

Yaşamın her anı başlı başına çok farklı bir deneyimdi. Ne her zaman çok mutlu olabiliyorduk, ne de çok mutsuz. Bu sebepten de çoğumuzun sadece bedeni değil düşünceleri de araftaydı. En azından benim için öyleydi, çok uzun bir süredir öyleydi. Arafta olma hissi sadece cehennemde ya da cennette olmaktan daha ürkütücüydü çünkü araf demek belirsizlik demekti. İnsanı en çok belirsizlik yorar derlerdi bence bu her alanda geçerliydi, insanın hayatı tamamen araftada olabilirdi.

 

Oturduğum banktan hafifçe kayararak, sırtımı yasladım. Kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım. Güzel bir gündü, sonbahar olmasına rağmen. Bugünü düşünmeye ayırmıştım, zihnimin bir molaya ihtiyacı vardı. Ancak zihnim bu kısa molasını bile düşünmeye ayırmıştı.

 

Diğer insanların kaybetme duygusuyla nasıl başa çıkabildiklerini hep çok merak ederdim. Ama şimdi, yavaş yavaş anlayabiliyordum; aslında hiç kimse bu duyguyla başa çıkamıyordu. Yalnızca maskelerini takıyorlar ve hissettiklerini kendi içlerinde yaşıyorlardı, onlardan birisi olduğumda yani maskeyi yüzüne takması gereken kişilerden birisi olmam gerektiği zaman fark edebilmiştim bu detayı. Hayat devam ediyordu ve iyi olmak zorundaydık, hayır iyi olmak zorunda değil da değil sadece iyi rol yapmak zorundaydık.

 

Aklımda babam ve kardeşim vardı, ben her ikisini de aynı gün kaybetmiştim. Onları düşünmek, tüm anılarımızı hatırlamak nasıl oluyordu da hem bu kadar sevindirip hem de bu denli üzebiliyordu? Bahsettiğim arafta kalmak hissi buydu benim için, iki zıt duygunun arasında sıkışıp kalmak. Ve bu his her şeyden çok yoruyordu, bu yüzden 15 yıldır çok yorgundum. Normal bir ölüm olsa belki aşabilirdim bazı şeyleri ama aması vardı işte, kendime bile itiraf etmediğim o ama'lar vardı.

 

Kafamı düşüncelerimden arınmak istercesine hafifçe salladım, gökyüzüne odaklandım hava kararmıştı. Şehrin abartı ışıklarından dolayı havada tek bir yıldız bile gözükmüyordu, boş gökyüzüne bakmaktan vazgeçtim ve kafamı önüme eğerek uçsuz bucaksız maviliğe baktım, gerçi şu an lacivert duruyordu. Ama deniz bugün sakindi, ayaklarımı yavaşça yere sürterek ritim tutturdum. Uçsuz bucaksız denizi, hafif sallanan dalgalarını izledim, dalgaların çıkardığı huzurlu sese odaklandım.

 

Düşünmemeliydim, bana iyi gelmiyordu. Zaten bu koca şehir, yeterince yalnız ve kötü hissettiriyordu, bir de düşünerek iyice kendimi üzmenin bir anlamı yoktu, farkındaydım. Ama yapamıyordum. Belki de gerçekten yalnız olduğum için, düşünmekten başka bir şey yapamıyordum. Ne zamandan beri bu kadar yalnızdım? Üniversitenin ilk yıllarını hatırlıyordum samimi olmadığım tek tük arkadaşlarım vardı ama üniversitenin son iki yılı zihnimden silinmişti. Aklıma Cihangir abinin bahsettiği kız geldiğinde zihnimi son bir çaba ile tekrar zorladım, hiçbir şey hatırlamasam da kalbimden geçen bir ses o son iki yılda bu kadar yalnız olmadığımı söyledi, o sese inanmak istedim. Ne demişler umut fakirin ekmeğidir, benim fakirliğim de yalnızlığımdı.

 

İki yıl içersinde tanıyıp geri kaybettiğim kaç kişi olmuştu acaba, o kişileri ve onların bende uyandırdığı hisleri kaybetmek canımı yaktı. Bu nasıl oluyordu? Zihnim bir hiçliği, yokluğu kaybetmiş gibiydi ama kalbim de sızısını hissedebiliyordum. Bunlar benim kendi yanılsamalarım mıydı, yoksa zihnimin komik olmayan bir oyunu muydu? Büyük ihtimalle ikinci şık doğru olandı; içimde bir yerler yalnızlığı kabullenemiyor, kaybettiğim o iki yılın diğer yıllardan farklı olduğunu dişünüyor ve bana küçük oyunlar oynuyordu.

 

En büyük oyunu ise hiç tanımadığım, tatmadığım anılara olan özlem duygusuydu. Bu sebepten ötürü iyi ya da kötü, hayal ettiğim gibi ya da her zamanki gibi yaşantımla dolu olsun farketmeksizim ben kaybettiğim o anıları geri istiyordum çünkü diğer türlüsü belirsizlik oluyordu. Ve kalbim tüm bu belirsizlik içerisinde kaybedilenlere karşı büyük bir merak taşıyordu.

 

Bir dalga sertçe kıyıya vurdu, çıkan ses düşüncelerimle arama perde çekmişti. Elim telefona gitti, saat geç olmuştu daha fazla oyalanmamaya karar verdim ve yanımda duran küçük çantamı koluma takıp oturduğum yerden yavaş hareketlerle kalktım. Boynumda asılı duran kulaklığımı tekrar kulağıma yerleştirirken aynı zamanda da dimleyeceğim şarkıyı seçmiştim, sakin adımlarla evime doğru yürümeye başladım.

 

O adamı yani Efser'i görmeyeli bir haftadan fazla olmuştu, bu süre nedensizce çok uzun geliyordu. Galiba dediği gibi son görüşmemizdi. Çünkü kendimi tehlike de hissetmiyordum, her şey normal görünüyordu. Belki de dediği kadar tehlikeli insanlar değillerdi yoksa şimdiye kadar izimi bulurlardı, belki de Efser'in söylediği gibi tehlikeleri kendisi ortadan kaldırmıştı. Bu iyi bir şeydi ama bir yanım da Efser'le tekrar karşılaşmak istiyordu. Kafamı iki yana salladım, saçmalıyordum. Sadece birkaç defa karşılaştığım bu adam bana her seferinde beladan başka bir şey getirmemişti. Ve bir belayı istemek mantıklı bir istek değildi.

 

On dakikalık yürüme sonucunda evimin bulunduğu sokağa yaklaşmıştım. Bu sırada telefonum çaldığında dinlediğim müziği kapatıp, kulaklığımı çıkardım. Annemin çağrısını yanıtlarken, bir taraftan da kulaklığı çantama koyuyordum. Annem hep bu saatlerde arardı, evde miyim, eve varabildim mi emin olmak için. Çünkü çok sevdiğim ülkemin en büyük sorunlarından birisi buydu, başına bir çey gelmeden eve varabilmek...

 

"Efendim anne?" Sesimi mutlu çıkarmaya özen göstermiştim çünkü ses tonumdan bile anlardı beni.

 

"Nasılsın kızım?" Ayağımın altına gelen taşları yine tekmelemeye başladım, bunu yapmayı seviyordum küçüklükten kalan bir alışkanlık olmuştu.

 

"İyiyim anne, sen nasılsın?"

 

Annem hemen cevapladı. "İyiyim kızım, bildiğin gibi. Sen neler yapıyorsun işin nasıl..."

 

Arkamdan gelen ayak sesleriyle dikkatim dağıldığında kafamı arkaya çevirdim; bir adam elindeki telefon ile oynuyor ve sakin adımlarla yolunda yürüyordu. Kendimi sakinleştirip telefonu tekrar kulağıma götürdüm, dikkatimi anneme vermeye çalıştım.

 

"Tekrar eder misin anne?" Yoldan sola doğru döndüğümde arkamdaki ayak sesleri peşimden gelmeye devam etti, bu içimde ciddi bir huzursuzluk yarattı.

 

"İşin nasıl gidiyor dedim kızım." Annemin sesiyle derin bir nefes verdim, sakin olmalıydım ortada bir sorun yoktu sadece bir rastlantıydı. Zaten evime çok az kalmıştı.

 

"Gayet iyi gidiyor anne. "

 

Adımlarım daha tenha bir sokağa doğru döndüğünde kulağım arkamdaki adım seslerindeydi. Adım seslerinin sahibi de bu yöne dönmüştü, içimdeki endişe iyice artmıştı.

 

"Anne ben şu an müsait değilim, seni sonra arayacağım." Annemin cevap vermesine dahi izin vermeden konuşmayı sonlandırdım, yavaş hareketlerle kafamı tekrar arkaya çevirdim. Adamla göz göze geldiğimde tüylerim diken diken oldu, bakışları korkutucu derece boştu. Yutkundum ve hızla önüme döndüm adama belli etmemeye çalışarak etrafıma bakındım, bu kalabalık şehre tezat bir sokaktı, bomboştu. Korkuyla bir nefes verdim, sağlıklı düşünmeye çalıştım. Ancak bulanıklaşan zihnim doğru düşünmeme ve hareket etmeme engel oluyordu.

 

Yine de elim tekrar telefona gidebilmişti, aklımda sadece Efser'i aramak vardı. Efser'in isminin üstüne tuşladım ancak ben bunu yaptığın an arkamdaki adım seslerinin yerini koşma sesi aldı, gerçekten takip ediliyordum. Bunu anında idrak ettim ve arkama bile dönüp teyit etme gereksinimi duymadan koşmaya başladım. Tüm vücudum korkudan titrerken, koşabildiğim kadar hızlı koşuyordum. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atmaya başlamış, saçlarım birbirine karışmıştı. Tüm bunlara rağmen olabildiğince hızlı koştum.

 

"Dur lan yerinde." Arkamdaki kaba ses korkumu arttırırken elimdeki telefonu daha çok sıktım. Bir yandan da zihnim adamın kurduğu cümlenin aptallığını tartıyordu, o dur diyecek diye duracak mıydım cidden? Bu imkansız bi kanıydı ve adam da bunun farkındaydı o zaman bu aptalca cümlenin kurulma amacı neydi?

 

Böyle anlarda bile en tuhaf şeyleri kurculamaya vakit bulan zihnim beni artık şaşırtmıyordu sadece adımlarımın yavaşlamasına, yaptığım işe olan dikkatimi bozuyordu bu sebepten düşünceleriöi tekrardan toplamaya çalıştım.

 

Ani bir karar ile evimin sokağına dönmek yerine diğer sokağa döndüm, eve değil caddeye çıkmalıydım. Çünkü ben apartmana girene kadar arkamdaki adam bana istediğini yapabilirdi. Issız sokaklara içimden söverken, koşmaya devam ediyordum. Bu sokakları adım gibi bildiğimi sanıyordum ama gecenin bu karanlığında yanıldığımı anlamam kısa sürmüştü çünkü caddeye giden sokağa bir türlü dönemiyordum.

 

Bu sırada olmasından en çok korktuğum şey oldu arkamdaki adım sesleri bana yetişti ve ben daha ne olduğunu anlamadan saçlarımdan tutup çekti, bu hareketiyle adımlarım havada kaldı. Saçımın acısıyla gözlerim hızla dolarken çığlığım sokakta yankılandı. Adam kolumdan tutup bedenimi sertçe duvara çarptığında acıyla inledim. Ancak elinden kurtulmak için çabalamaya devam ettim, alt bacağına sertçe bir tekme vurduğumda avuçlarımda tuttuğu saçımı iyice geriye çıktı. Açıkta kalan boğazıma dayanan metalin ani soğukluğu tüm hareketlerim kesilmesine, sesimin içine kaçmasına neden oldu.

 

"Ölmek istemiyorsan şu lanet çeneni kapat." Sigara içmekten dolayı püzülenmiş sesi sertti, kurduğu cümleye karşılık kafamı aceleyle 'tamam' dercesine salladım. "Sakın kıpırdama." İkazına karşılık sesimi çıkarmadım, kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Avcunun içerisinde belli belirsiz sesler çıkarıyor ancak korktuğumdan ötürü sesim fazla çıkmıyordu. Adamın boş bakışları yüzümde oyalandı, boğazımdaki bıçağı ürpertici bir yavaşlıkla hareket ettirdi ancak soğuk metal oradaki varlığını korumaya devam etti.

 

Adamın gözleri yüzümden ayrılmazken tek eli cebine gitmişti, diğer eli bıçağı boğazımda tutmaya devam ediyordu ancak baskısı azalmıştı. Cebinden telefonu çıkardıktan kısa bir süre sonra kulağına götürdü, karşıdaki kişiyle konuşmaya başladığında bakışlarım çevredeydi, ona zarar verebileceğim bir şeyler arıyordum en azından bir taş bulabilsem bile yeterdi. Hayatta kalma iç güdüsünün tüm hayvanlarda olduğu gibi bizde de var olduğunun elbette ki farkındaydım ancak şu an da bu güdünün ne denli fazla olabileceğini tekrar hatırlamış ve zihnimde dönen hızlı düşünceler ile şok olmuştum. Gerçi neden şok oluyordum ki Marslow'un ihtiyaçlar piramidinin en temelinde bile güvenlik ihtiyacı bulunuyordu. Bu yüzden kendimi güvende tutmak istemem belki de en normal tepkilerden birisiydi.

 

"Abi, kızı yakaladım."

 

Karşı taraf ne diyordu bilmiyorum ama onu dikkatlice dinliyor, arada sırada etrafa kısa bakışlar atıyordu. Aklıma gelen fikirlerden en mantıklısını seçmeye çalıştım ve elimde sıkı sıkı tuttuğum telefon ile Efser'in numarasını gizlice tuşladım ancak başarılı olabildim mi bilmiyordum çünkü en son açık kalan ekranı görmeden ekrana basmış ve arama tuşuna tıkladığımı umut ediyordum. Adam telefonuyla konuşmasını bitirdiği an tekrar kolumdan tutup bedenimi ileriye doğru sertçe itti, yalpalayarak bir iki adım öne gittim. Dengemi kurmaya çalışırken bana zaman tanımadan kolumdan çekiştirmeye devam etti ancak ona direnmeye çalıştım. Aslında kendime ufakta olsa zaman kazandırmaya çalışıyordum.

 

"Düş önüme." Adam tekrar önüne doğru sertçe itekledi, bu esnada diğer elinde parlayan metali görmem ona uyum sağlamama neden oldu.

 

"Ne istiyorsun benden?" Adam görebileceğim en itici gülümsemelerden birisini yaptığında bedenimi gözleriyle baştan aşağı süzdü. Böyle ucuz bir adam olmasına, onun yerine ben utandım. Böyle insanların bir yerlerde yaşamaya devam ettiklerini, toplum içerisinde rahatça gezindiklerini biliyordum ama bunlardan birisiyle karşılaşmak midemin bulanmasına neden oldu. Ne yapılmalıydı da bunların kökü kurutulmalıydı?

 

"Çok şey." Yüzüm buruştuğunda kolumu tutan elinden kurtulmaya çalışarak onu serçte itekledim. Bir iki adım geri gitmiş ters bir ifadeyle yüzüme bakıyordu. Aramızdaki mesafeyi kısa sürede kapattı ve kolumu az öncekisinden çok daha sert bir şekilde sıkarak tuttu. Kolumun acısıyla inlememe ve gözlerimin dolmasına neden oldu. Ancak o damlanın akmasına izin vermedim. Yanlış anlaşılmasın ağlamakla ilgili hiçbir derdim yoktu, ağlamayı zayıflık olarak gören birisi de olmamıştım hiçbir zaman. Sadece şimdi karşımda duran bu insan bile demek istemediğim yaratığın önünde çaresiz görünmek istemiyor, içimde bir yerlerde onunla inatlaşıyordum. Çünkü biliyordum ağlamam karşımdaki insana empati kurma becerisi kazandırmayacak sadece haz almasına neden olacaktı. Kolumdan tutup beni sürüklemeye devam ederken ayaklarımı yere iyice bastırıyor hareketlerini yavaşlatmaya çalışıyordum.

 

"Bırak beni." Bu sefer aptalca cümle kuran taraf ben olmuştum ama bu cümleyi kuranın kendim olmasından mı kaynaklı bilinmez, kurduğum cümle çokta yanlış hissettirmemişti.

 

Karşımdaki adam sabrı taşmış bir ifadeyle bana döndüğünde diğer elinde bulunan bıçağını tekrar kaldırdı ve tehdit edercesine yüzüme yaklaştırdı.

 

"Eğer tek bir kelime daha edersen, bu bıçak boynunda derin bir yara açmış olur."

 

Gözlerim dehşetle açıldı, işte şimdi sessizleşmiştim. "Nereye götüreceksin beni?" Az öncekinin aksine sessiz, titrek bir sesle sorulmuş bir soruydu ancak soruma cevap vermeden önce telefonu çaldı, çalan telefon sesi dikkatimi tekrar çevreye vermeme neden oldu.

 

Bileğimdeki elini sertçe bıraktı ancak bıçağı tekrar bana doğru kaldırmıştı. O telefonu cevaplarken derin bir nefes aldım bacaklarımın titremesi azalmamıştı ancak koşabilirdim. Nasıl kaçacaktım bilmiyordum ama hiçbir şey yapmadan bu durumu kabullenemezdim, kendimi korumam gerekiyordu. Anneme söz vermiştim.

 

Karşı tarafın dedikleri üzerine adam hızla etrafını kolaçan etti bir şeylerin onun adına ters gittiğini anlamıştım, bu içimdeki umut kırıntılarını arttırdıç Arkasını bana dönüp etrafı kolaçan etmeye çalıştığında ilk hatasını yapmış oldu ve ben bu durumdan zaman kaybetmeden faydalanarak onu orada bıraktım, arkamı dönüp tüm gücümle koşmaya başladım.

 

"Allah'ın belası, nereye kaçabileceğini sanıyorsun?" Adam sert sesi kısa sürede boş sokakta yankılanmıştı ancak hızımı kesmeden, geldiğim sokaklara geri koşmaya başladım. Titreyen bacaklarım hızlı koşmamı zorlaştırıyordu, kendime kızmadan edemedim daha soğuk kanlı olmalıydım. Hızla sağa dönerken ayağıma takılan taşla dengem bozulduğunda arkamdaki adamla olan mesafem aniden azaldı. Kısa süre önce yaşanan sahnenin tekrar edecek olmasının verdiği gerçeklik ile korkumu belli edecek kadar derin bir çığlık attım.

 

"Gelme peşimden, defol." Dediğim şeylerin aptalca olmaya devam ettiğinin farkındaydım ama korkudan ne söylediğimi bile bilmiyordum ve şu durumda söylediklerimi umursadığım da pek söylemezdi.

 

Adam beni tekrar saçlarımdan yakaladığında bu sefer tüm gücünü kullanarak beni yere doğru çekti, birkaç tutam saçımın ellerinde kaldığından emindim. Sarsılan dengemle sırt üstü yere düştüm, hem dirseklerimin hem de sırtımın acısıyla yüzüm buruşmuştu sırtımınse kesinlikle yara almış olduğundan emindim artık. Gözlerim ani acıyla ve korkuyla dolmuş göz pınarlarımda birikmişlerdi ama inatla akmamaya devam ettiler.

 

Sırt üstü uzanmaya devam ederken görüş açıma adamın tiksinti duyduğum yüzü girdi. Gözlerinde gizlemeye çalışmadığı öfke ile tepeden bana bakıyordu. Yüzü, gözleri hatta kulakları bile koşmaktan kıpkırmızı gözüküyor; göğsü sertçe inip kalkıyordu.

 

"Gerçekten ölmek istiyorsun, ha?"

 

Nefret dolu sesi korkumu arttırdı, yine de tek yaptığım şey ondan iğrendiğimi belli edercesine buruşturduğum yüzümdü. Elinde ki bıçağı tekrardan yüzüme yaklaştırdı ve metalin soğukluğu yüzümde gezindi tüm bedenim kaskatı kesti, yerde öylecine uzanırken bir adım bile geriye sürükleyemedim bedenimi. Gözlerim kapandığında ilk damla sol gözümden aktı ve hemen ardından çaresiz bir şekilde göz yaşlarım akmaya devam etti.

 

Bu esnada sokağı dolduran motosiklet sesi az önce kapattığım gözlerimin hızla açılmasına neden oldu. Motosiklet bulunduğumuz dar sokağa hızla girmiş, bizi karşısında görür görmez dibimizde durmuştu. Her şey sadece birkaç saniye içinde olmuştu.

 

Hemen tepemin üstünde duran adam motorsikletin yakınımızda durmasıyla korkusunu belli eden bir sesle küfür etmiş, birkaç adım geriye gitmişti.

 

"Siktir." Ettiği sert küfürden sonra kendine gelmiş gibi bir anda yanıma çömeldi ve beni oturur pozisyona getirerek bıçağı tekrardan boğazıma dayadı. Tüm vücudum titremeye devam ederken, bakışlarım motoaiikletli adamın üstündeydi ancak ağzımdan yardım istediğime dair tek bir sözcük bile çıkamadı.

 

"Bırak kızı, piç." Kaskından dolayı boğuk çıkan sesi yabancıydı, bu içimdeki umut kırıntısının geldiği gibi gitmesine neden oldu

 

"Bizi yalnız bırak lan, yoksa kız ölür."

 

Arkamdaki adam bıçağı boğazıma biraz daha dayadı. "Kalk yerden." Bana emir verdiğinde boğazımdaki bıçağın baskısını arttırmıştı, boğazıma saplanan keskin acı gözlerimi yaşartırken emrine uyup hızla ayağa kalktım.

 

Beni geri geri yürütürken motosikletli adam hiçbir şey yapmadan aynı yerinde duruyordu. Bu sırada gözlerim ilk defa çaresizlik hissiyle doldu, hep haberlerde izlediğimiz o görüntüler hızla zihnime doluştu. Sokağın ortasında şiddet gören insanlara (genellikle de bu insanlar kadın olurdu) yardım etmeyen topluluk beni dehşete düşürür, gün boyunca hayal kırıklığı hissetmeme neden olurdu. Şimdi o insanlardan birisi olduğumu fark etmek, kabul edilebilir gibi değildi. Karşımdaki adama 'yardım et' deme cesaretinde bulunamıyordum çünkü onun da tehlikeye düşmesini istemiyordum ancak içimde bir yerler insanlığın bitmediğini görmek için, sadece bunu bilmek için o kişinin yardımını istiyordu.

 

Çaresizlik hissi gözümden bir damla daha yaşın düşmesine neden oldu, ağlama isteğimi bastırmaya çalıştım.

 

"Yürü."

 

Adamın emriyle, motorsikletli adamın tersi yönüne yürümeye başladık. Arka arka yürürken kaçmamam için bıçağı boğazımdan çekmemişti. Zaten şuan kaçacak durumdan fazlasıyla uzaklaşmıştır, zihnim her şeyi bir hayalden ibaretmiş gibi görmeye başlıyordu. Hatta kafamı kaldırıp etrafta güvenlik kamerası var mı diye kontrol bile etmiştim, belki de haberlere çıkan bir sonraki yüz benim yüzüm olurdu. İçim acı ve çaresizlik ile kasıldı.

 

Bu şekilde yürümeye devam ederken sokaktan çıkmaya çok kısa bir mesafe kala, sokağı bir motorsiklet sesi daha doldurdu. Çıkacağımız sokağın başında ani fren ile duran motosiklet ile arkamdaki beden kasıldı. Etrafına bakınıp bir kaçış yolu aramaya başlamış ancak bulamamış olacak ki bunu boğazımdaki elinin kontrolsüzce artan baskısı ile bana da belli etmişti.

 

"Siktir, sikeyim."

 

Boğazımdaki acı katlanılmaz bir hale geldiğinde boynuma dolanmış olan kolunu ittirmeye çalıştım ancak bu çabam onda hiçbir etki etmedi.

 

"Bırak, acıyor." Sesim boğazımdaki baskıdan dolayı fısıltı şeklinde çıkmıştı, kafası karışık olan arkamdaki kişinin bu sesi duyup duymadığından emin bile değildim.

 

Adam son çare olarak bedenimi arkamızdaki duvara kendisiyle birlikte sürükledi, bedenini duvara yaslarken beni bir kalkan gibi kullanmak istercesine önünde tutuyordu. Artık iki kişinin arasında kalmıştık, bu az önceki çaresizlik hissimin azalmasına neden oldu.

 

Bakışlarım motorsikletiyle en son gelen adamın üstündeydi. Adam önce kafasını sola yatırdı sonrasında ise rahat bir tavırla kaskını çıkardı. Çıkan kaskıyla birlikte içime adınnı koyamayacağım kadar yoğun, rahatlacı bir his doldu. Kaskının altındaki maskesini rağmen onu tanımıştı. İçime sakince, derin bir nefes çektim, akmaya hazırlanan göz yaşlarım bile oldukları yerde durmuş onu izliyorlardı.

 

Maskesi hep taktığı maskelerden daha farklıydı bu sefer sadece gözleri ve alnının bir kısmı açıkta, saçları ize maskenin altında örtünmüştü. Kaskını yavaş, kaygısız hareketle motoruna koyduğunda gözleri direkt gözlerimi buldu, o arafta kalan yeşil-ela gözleri ilk defa arafa karşı duyduğum nefret hissinin yerine rahatlama duygusunun geçmesine neden oldu. Kısa bir bakışmadan sonra gözlerini indirip tüm vücudumu kontrol edercesine süzdü.

Bakışları en son boynumdaki bıçağa gelmiş, orada birkaç saniye duraksamıştı. Sonrasında bu mesafeden bile belli olan alaycı ve öfkeli gözlerini adamın yüzüne dikti.

 

"Ölmek istemiyorsan bırak kızı." Sesi sakin hatta bir noktaya kadar umursamazdı bile, duruşu gibi. Bu rahatlığı arkamdaki kişinin iyice gerilmesine, bedenime etki eden gücünün artmasın neden olmuştu. Arkamdaki adamın gerginliği anlamak mümkündü aslında, Efser o kadar dokunulmaz duruyordu ki... Arkamdaki bedenin sahibi olmadığım için istemsizce şükrettim.

 

Bu sırada diğer motosikletli de bunalmış olacak ki kaskını hızla çıkardı ve içine derin bir nefes çekti. O kişiyi de taktığı maskeye rağmen tanıdım, Ekin'di. Ekin kısa bir süre bana baktıktan sonra boş bakışlarını beni tutan adama dikti. İkisini bir arada görmek güvende olduğum hissini arttırdı, artık arkamdaki bedenden az önceki kadar korkmuyordum. Yine de bacaklarım gerçeklikten kopmamış bir ifadeyle titremeye devam ediyor, sol kulağımdaki çınlama ise benim varlığımı unutma dercesine yüksek bir ses ile varlığını gösteriyordu.

 

"Ben ölürsem bu kızda ölür biliyorsunuz dimi?" Arkamdaki beden az önce bana karşı kullandığı sert üslûbu bir kenara bırakmış gibiydi, büyük ihtimalle karşısındaki adamlarla pazarlık etmeyi düşünüyordu.

 

Efser de bu küçük numarayı anlamış gibi alaycı bir şekilde konuştu, maskesinin altında aynı şekilde sırıttığından emindim. Böyle zamanlarda bu kadar kayıtsız ve alaycı olmasına hâlâ alışamamıştım. Bu ona karşı olan düşüncelerimin sekteye uğramasına neden oluyordu.

 

"Kerim'in beceriksiz adamlarından biri misin?"

 

Arkamdaki adamın gergin bedeni duyduğu isimden sonra iyice gerildi. Boğazımdaki bıçağı bilinçsizce daha da sıklaştırdı, bu sefer ciddi bir yara oluştuğundan emin oldum. Gözlerim acıyla kısıldığında, bir damla yaş benden izinsizce aktı ve ben bu durumdan nedensizce utandım.

 

"Sikeyim artık."

 

Efser bunu der demez arkamdaki adamın üstüne atıldığında Ekin de bu anı bekliyormuş gibi adamın sağ eline doğru atladı, adamın elini tuttu ancak bıçak boynumu hafifçe çizerek çekildi. Aralarından kendimi hızla çektim ve geri geri adımlayıp sırtımı dar sokağın diğer duvarına yasladım. Titreyen bacaklarımla yere çökerken, elim direkt acıyla sızlayan boğazıma gitmişti. Elime gelen ıslaklıkla yüzüm buruştu, kanıyordu.

 

Efser adamı ne ara bize yaklaşmıştı, ne ara adamı yere düşürmüştü bilmiyorum ama şimdi üstüne çıkmış onu sertçe yumrukluyordu, çıkan sesler adamın iyi olmayacağını niteler cinstendi. Ekin ise Efser'in bir süre adamı dövmesine izin vermiş en sonunda ise onu durdurmuştu. Bir film sahnesi izliyormuş gibi hissederken, kalbim hızla atmaya devam ediyordu, gergin hatta belki de korkmuş bakışlarım hepsinin üstünde sırayla geziniyordu. Ancak şaşkınlıkta mı bilinmez ağzımdan tek bir sözcük bile dökülmüyordu.

 

Kendisini geri çeken Efser sert bir nefes verdi, kendisini kontrol etmeye çalıştığı her halinden belli oluyordu. Adamın başında bir sağa, bir sola giderken kontrollü nefesler alıyordu. Ancak bir anda yine tüm siniri boşaldı ve adamın karnına sert bir tekme atarken bağırarak konuştu."Niye kızı takip ediyorsun lan, piç?" Sesi korkutucuydu, daha önce omda duymadığım bir tondaydı.

 

Adam cevap vermeyince alaycı bir gülüş attı ama bu alaycı gülüş rahatlıktan çok uzaktaydı, sakinleşemiyordu farkındaydım. Adamı iki yakasından tutup önce ayağa kaldırdı sonrasında arkasındaki duvara sertçe çarptı. "Konuş." Ancak adam cevap vermek yerine sırıttı. Dişlerinden akan kanlar midemi bulandırırken Efser kendini tutamayıp bir kez daha sert bir yumruğu adamın suratına geçirdi, çıkan sesle yüzüm bir kez daha buruştu. Bakışlarımı onlardan kısa süre çektim ve etrafa bakındım, elimi duvara koyup kalkmak istedim ancak titreyen bacaklarım buna izin vermedi. Sırtımı duvardan sürükleyerek tekrar yere oturdum ve bacaklarımı yorgunca iki yana bıraktım.

 

"Kerim'in adamısın dimi lan?" Efser'in sesi sertliğini koruyordu ve o adamın ismini ikinci kez anmıştı. Karşısındaki adam yüzüne aldığı darbeden ötürü sersemlemiş olsa gerek bir süre konuşmadan derin nefesler almaya devam etti, sonrasında konuşabildi.

 

"Cevabını bildiğin sorular sormak sana göre değil." Efser'i tanıyor muydu? Bu soruyu kendime sorduğum an aklıma dolan anılar bazı düşüncelerin netleşmesini sağladı. Adamlar Efser'i değil bu maskeyi takan adamı tanıyorlardı, tıpkı geçen gün öldürdüğümüz adam gibi. Onun varlığını biliyorlar ancak kimliğini bilmiyorlardı, bu gerçeklik anlamsız bir şekilde rahatlamamı sağladı.

 

Adamın bakışları aniden bana döndüğünde Efser kafasını adamın önüne doğru eğip görüş alanını kapattı, bunun için Efser'e teşekkür etmek istedim. Adamın bakışı ürkütücü derecede korkutucuyudu, vücudum istemsizce titremiş, kalbimin atışı tekrar hızlanmıştı. Yine de kendimi rahatlatmaya çalışıyordum, Efser'in ve Ekin'in burada olduğunu, korkmamam gerektiğini söyledim kendime. Onlara duyduğum güven beni bir nebze olsun rahatlatıyordu. Bu sırada Ekin yanıma gelmiş, kısa bir süre kafasını eğip sessizce yarama bakmıştı. Yaranın derin olmadığına kanaat getirmiş olmalı ki hiçbir şey demeden yanımda dikilmeye devam etti.

 

"Kızı koruyorsunuz demek, ha?" Her cümlesinin sonuna eklediği 'ha' ekine göz devirmek istesem de bunu yapamayacak kadar ciddiydim şu an. Adamın sesi alaycıydı, bakışlarımı Ekin'den çekip tekrar onlara yönelttim.

 

Adam aniden Efser'i sertçe itip, yumruk atmaya çalıştı ancak hareketleri Efser'e göre çok yavaştı. Efser gelen yumruktan kaçındı ve hemen ardından adama tekrar sert bir yumruk attığında adam sendeledi.

 

"Aynen öyle yapıyorum." Efser'in sesi küçümseme doluydu, gözlerinde ki alaycı bir tavır göz bebeklerine yapışmış gibiydi. Bu tavrı karşısındaki adamı iyice sinirlendirdi.

 

"Bu kızla bağlantınız olduğunu biliyordum, o cinayet kaza değildi dimi? Planlıydı." Adamın sözleriyle Efser derin bir nefes aldı, bakışlarımı tekrardan yanımda hareketsizce duran Ekin'e çevirdim. Duvara yaslanmış, rahat bir tavırla sigara içiyordu. Onun bu tavrına şaşkınlıkla baktım, Efser'in tek başına halledeceğini düşündüğü için mi bu kadar rahattı? Sorumu kendim cevapladım, büyük ihtimalle öyleydi.

 

" O aptal Kerim'e söyle, intikam planları yapmasın. Selim'in başına gelenler kendi suçuydu, bunu Kerim de çok iyi biliyor." Yediği son yumruktan sonra duvarına kenarına çöken adama karşılık üstten bakarak konuşuyordu, tıpkı o adamın az önce benimle konuştuğu şekilde.

 

"Öyle olmaz, o kadar kolay değil bazı şeyler. Bizden birisini aldıysanız biz de sizden birisini alırız." Adamın sesi acıdan kısılmıştı. Ağrıyan gözlerimi açık tutmakta zorlansam neredeyse hiç kırpmadan onlara bakıyordum, bu durum gözlerimdeki acı hissini arttırdı.

 

Efser de adamın yanın çöktü ve beklemediğim bir anda adamı saçından tutup kendisine çektiğinde, sert bir kafa atmıştı. Bu sefer çıkan ses bazı şeylerin kırıldığının habercisiydi. Adam acı içinde inlediğinde bakışlarımı rahatsız olmuş bir tavırla onlardan çekip başka yöne döndürdüm, bugün ki şiddet görseli kotamı çoktan doldurmuştum.

 

"Bana saçma sapan sözlerle gelmeyin, o Kerim'e söyle bu son günleri, sizlerin hafızasına kazınan yüzleri tek tek sileceğim." Efser'in bu sert sesinden dökülen cümlenin anlamını zihnimde anlamlı hâle getirmeye çalıştım. Puzzle'n parçalarını birleştirmek sandığımdan daha zordu ancak bir şeyler netliğe kavuşmaya başlamıştı. Ben Efser'in yanında ne kadar gözükürsem bu onun kimliğinin o derece açığa çıkma tehlikesini arttırıyordu. Derince yutkundum, öldürmekten o kadar rahat bahsetmişti ki bunun farkındalığı geç gelmişti... Yine de buna itiraz edemiyordum, bencilce bir düşünceydi biliyordum ama yüzümü bilen herkesin yüzümü unutmasını bende diledim. Çünkü onlar beni unutmadıkça ben bu belaların içerisinden kurtulamayacaktım. Bunun ne denli bencil bir istek olduğunun elbette ki fakındaydım ancak diyorum ya güvende hissetmek o kadar önemli bir temel ihtiyaçtı ki bunu şu anda daha net fark ediyordum.

 

Efser'in sert sesiyle düşüncelerime ara vererek gözlerimi tekrar o yöne döndürdüm. Bakışlarım önce onun yan profilinde, sonra ise karşısındaki adama oyalandı. Adama bakar bakmaz yüzümü tekrar buruşturdum, galiba burnu kırılmıştı. Eli yüzündeydi, burnundan akan kanlar elinden bileğine oradan da kayarak yere damlıyordu.

 

Efser çömeldiği yerden kalktı. Üstüne bulaşan kan ve dağılmış saçlarıyla gerçekten korkutucu görünüyordu, gözlerindeki alaycı ifade artık silinmişti.

 

Kalkar kalmaz bakışları benim tarafıma döndü ve gözleri benim üstümde oyalandı. Bakışları en son boynumda durdu ve orada bir süre oyalandı. Yavaş adımlarla yanıma geldiğinde önümde çömelmişti, yakınlığından ötürü kalbim tuhaf bir hisle kasıldı. Çenemden tuttu ve kafamı hafifçe kaldırıp sola çevirdi, hareketlerine sessizce itaat ettim. Gözleri yaramın üstünde oyalanırken sessizce onu izlemeye devam ediyordum. Kirpikleri gözlerinin üstüne düşmüş, kaşları çatılmıştı ancak yüzünü gizleyen maske ne düşündüğünü tamamen anlamama engel oluyordu. Gerçi Efser'i yüzü açık olsa bile tamamen anlamak mümkün değildi, gözlerim yüzüne düşen kirpiklerinde bir süre daha oyalandı gerçekten güzellerdi. Elini hafifçe çenemden çektiği ben de gözlerimi yüzünden ayırdım.

 

"İyi misin?" Sesinde hiçbir duygu kırıntısı yoktu, ben de aynı duygusuzlukla cevap vermeye çalıştım ancak onun kadar başarılı değildim.

 

"İyiyim." Küçük bir yalandan zarar gelmezdi.

 

Önümde çömelmeye devam ederken, bakışları vücudumu tarıyordu. Gözleri önce çizilen kollarımın da üstünde oyalandı sonra tekrar konuştu.

 

"Ama iyi görünüyorsun." Göz göze geldiğimizde ona cevap vermedim, zihnim yorgunluktan bulanıklaşmaya başlamıştı.

 

"Birinin seni takip ettiğini söylemek için seni aradım ama telefonun meşgul çaldı."

 

Açıklamasın karşılık gözlerimi kaçırdım, sözleri bir açıklama bekliyorum demekti. İtiraz etmedim ve istediği açıklamayı ona verdim.

 

"Annemle konuşuyordum."

 

Gözlerim yerdeki baygın adam kaydı, onca darbeye dayanamayıp bayılmış olmalıydı, bu normaldi. Ancak ona karşı hiçbir acıma belirtisi hissetmiyordum, aşağılık bir insandı ve zihnim bunu hak ettiğini söyleyip duruyordu.

 

"Sonra sen beni aradın ama biz zaten seni arıyorduk." Kızardığından emin olduğum gözlerimi tekrar, hiçbir duygu barındırmayan gözlerine çevirdim.

 

"Buralarda mıydınız?" Sesimde hiçbir duygu belirtisi yoktu.

 

"Hep buralardaydık."

 

Cevabıyla yutkundum, onların varlığını hissetmemiş olmanın verdiği bir gerginlik vardı içimdi. Efser bakışlarını son kez yüzümde dolaştırdıktan sonra ayağa kalktı. Elini bana uzattığında onunla temas etmekten kaçınarak elimi yere koyup kalkmaya çalıştım, diğer elimle de duvardan destek alırken amacım ona dokunmamaktı bundan nefret ettiğini kabul etmiştim. Ancak o elini indirmedi.

 

"Serin, eve gidelim."

 

Sözleriyle kafamı kaldırıp bir süre yüzüne baktım en sonunda duvardaki elimi, sıcak avcunun içine bırakabilmiştim. Beni hafifçe kendine çekip yerle olan temasımı kesti. Bu sırada kendisi de yere eğilip ne zaman düşürdüğümü bilmediğim çantamı ve telefonumu eline almıştı.

 

Tüm konuşma boyunca sessiz kalan Ekin kafasıyla onu onaylamış kendi motorunun yanına doğru ilerlemeye başlamıştı, ben de ne yapacağımı bilemeyerek Efser'in peşinden gittim. Sadece birkaç adım atmıştım ki yerdeki adamın sesiyle olduğum yerde durdum, adamın baygın olduğunu düşünüyordum ancak yanılmıştım. Belki de şimdi ayılmıştı.

 

"O da ölecek." Sesi tehtit edercesine çıktımıştı ve adamı göremesem bile kimden bahsettiğini biliyordum yine de bakışlarının kimde olduğu görmek için arkama döndüm ancak adam yerine Efser'le göz göze geldim. Boş bakışları direkt yüzümdeydi, önüne dön dediğini o bakışlardan anlamak mümkündü. Elini sırtıma koyarken adama bakmama izin vermedi beni hafifçe öne doğru iteledi, gözlerimi gözlerinden kaçırdım.

 

"Sorun yok." Sesi güven vericiydi ya da ben güvenmek istiyordum. Kafam karışıyordu ama onun varlığına alışmıştım, bu düşünceyle içime titrek bir nefes çektim. Sırtımdaki eli beni yönlendirmeye devam etti bende istediği yöne doğru yürümeye başladım.

 

Ekin Efser'in motorunu da kendi motorunun yanına az önce getirmişti, bakışlarım iki motorun da üstünde gezindi. Motorsiklet çok güzellerdi ancak onlar hakkında çok fazla bir bilgim yoktu bu yüzden ikisini de ayırt edebileceğim bir farklılık bulamamıştım. Tam bu sırada Efser'in motorunun kenarında küçük bir çıkartma gördüm, yeşil bir daldı. Tanıdık bir figür. Kaşlarım hafifçe çatıldı, tesadüf olmalıydı. Yine de bakışlarımı bir süre o desenin üstünde tuttum, tesadüf diye bir şey var mıydı ki buna tesadüf diyordum.

 

Efser motorunun arka kısmından koyu yeşil bir kask çıkarttı ve bana uzattı, ellerim otomatik olarak o kaska uzandı. Kaskı kafama geçirdim ancak boynumun altına gelen birbirisiyle bağlamam gereken o iki parçayı birbirine bağlayamadım. Bunun en büyük nedeni az önce olanların etkisinden çıkamayan vücudum ve titremesini kesmeyen ellerimdi. Efser'den yardım istemeyecek kadar kötü hissediyordum.

 

Efser'le Ekin kendi aralarında konuşuyorlardı ancak sesleri kulağıma sadece bir uğultu şeklinde doluyorlardı, zihnim ortamdan soyutlanmaya başlamıştı. Kaskın parçalarını tekrar birleştirmeye çalıştım ancak yine başarız oldum, ellerim bu sefer beceriksizliği verdiği sinirle titremeye başlamıştı. Hiçbir şeyi başaramıyorsun dedi zihnim, küçücük parçaları birleştirmeyi bile. Sinirle gözlerim dolarken içimden gelen ağlama isteğini geriye itmeye çalıştım, ellerim en son pes edercesine iki yana düştü. Dokunsalar ağlayacak sözünün yanına koyulması gereken görseldik şu an.

 

"Ben, hallederim."

 

Görüş açıma Efser'in ayakkabı uçları girdi, kafamı kaldırarak ona bakmak istemedim. Ancak yardımına da itiraz edecek bir harekette bulunmadım. Elleri kaskın, yani çenemin altına gitti ve bir türlü birbirine bağlayamadığım o parçaları tek seferde birbirine bağladı. Bakışlarımı yüzüne çıkarmadan 'teşekkürler' diye mırıldandım, ancak onun bakışlarını yüzümde hissedebiliyordum. Kafamdaki kaska da küçük bir teşekkür ilettim, yüzümdeki ifadeleri gizlememi sağlıyordu.

 

Önce Ekin motorsikletine binmişti. "Gelirsiniz siz, ben kaçtım." Demiş Efser kafasıyla küçük bir onay verdiğinde ise sokaktan son hızla çıkmıştı.

 

Efser'de motorsiklete bindi, elini ondan destek almam için bana doğru uzattı bu sefer itiraz etmeden elini tuttum ve arka kısmına oturdum. Hareketlerinin dengesizlik göstermeye başlamıştı.

 

Arkasına iyice yerleştirip rahat bir pozisyonda oturabildim, bu sırada da aklımdaki soruyu ona iletmiştim.

 

"Evime gidiyoruz değil mi?"

 

Efser kafasını arkaya çevirdi, kaskımın camına kısa bir an gözü ilişti ve hemen ardından onu aşağı indirirken konuştu. O camın varlığını bile şu an idrak edebilmiştim.

 

"Evet ama bizim evimize."

 

Bizimden kastı Ekin ve Ülkü'ydü, gözlerimi yorgunca kapattım. O eve gitmek istemiyordum, bunu itiraf etmekten çekinmedim.

 

"Ben evime gitmek istiyorum." Fısıltı gibi çıkan sesimi Efser duymuştu, içine derin bir nefes çekti.

 

"Kısa bir süre Serin, çok kısa bir süre. Ben her şeyi çözene kadar sabret biraz."

Bir süre cevap vermedim ama ona hak veriyordum. Amacının bana zarar vermek isteği olmadığını biliyordum, yine de Efser'in dengesiz bir kişiliğe sahip olması beni endişelendiriyordu.

 

Soğuk bir rüzgar esti, elim kaskımın altında kalan yarama gitti acısı baskıdan dolayı artmıştı. Çok yorgundum. Efser'i daha fazla bekletmeden sessizce kabul ettiğimi 'peki' diye mırıldanarak söyledim hemen ardından uysal bir sesle tekrar konuştum.

 

"Motorsikleti yavaş sürebilir misin?"

 

Sesim beklediğimden daha tedirgin çıkmıştı,motorsiklete bindiğim ilk andı bu. Şu durumda güçsüz olduğundan emin olduğum vücudumla böyle bir yolculuğa çıkmak, korkmama da neden olmuştu.

 

"Korkuyor musun?" Efser'in sesi düzdü ancak kaskının altından belli olan kaşları çatılmıştı, yüzü hâlâ bana dönüktü.

 

"İlk kez biniyorum." Diye itiraf ettim, bir süre cevap vermedi ancak bakışlarını üstümden çekmedi de. En sonunda "Dikkat edeceğim." diye mırıldandı ve önüne döndüğünde söyleyecek başka bir şeyim kalmamıştı zaten.

 

Motoruna sertçe gaz verdi, ellerimi tam anlamıyla nereye koyacağımı bilememiştim, en güvenli yer sırtına koymak olabilirdi ama bunu yapma konusunda emin değildim. Yorgunca nefes verdim, ona her dokunduğumda karşılaştığım tepkiyi çok iyi biliyordum. Bu tepki aklıma geldiğinde son kararımı verdim, bu kararım motorun yan kısımlarından tutunmaktı. Ellerim sıkıca yan kısımlardan tutundu, bir süre Efser'in motoru hareket ettirmesini bekledim ama o şaşkın bakışlarıyla bana dönmüştü, ben de şaşırdım. Sorun neydi?

 

"Oradan mı tutunacaksın?" Bunu sorarken gözleriyle ellerimin üstüne kaymıştı.

 

"Nereden tutunmam doğru olur, bilemedim." Sesim sakin çıkmaya devam ediyordu, bunun en büyük nedeni yorgunluktu. Olan hiç bir şeyi tam anlamıyla algılayamıyordum bile. Efser sabır diler gibi bir nefes aldı.

 

"Serin, benden tutun." İsmimi sertçe vurgulamıştı, ellerim sanki bu komutu bekliyormuş gibi onun omzuna tutundu. Ama resmen parmak uçlarımla tutunuyordum bu duruma kendim de kaşlarımı çattım aynı ifadeyi Efser de yaptığında bu duruştan da hızlıca vazgeçtim. O hâlâ bana dönükken ellerimi hafifçe beline sardım, böylesi daha rahat ve güvenli hissettirdi. O da bu duruştan memnun olduğunu belirten bir ifadeyle önüne döndü.

 

"Sıkı tutun, hareket edeceğim."

 

Yaptığı son ikazla birlikte ellerimi sıklaştırdım ve karnının üstünde birleştirdim. Gaza yüklenip sokaktan çıktığımız an başımı yavaşça sırtına yasladım. Ellerimin altındaki beden kasıldı ancak bunu ilk defa umursamadım, duruşum şu an fazlasıyla rahattı.

 

İlk önce beni her seferinde kendi karanlığına çeken,yalnızlaşmış ıssız sokakları geçtik sonrasında ise sıra kalabalık caddelere gelmişti. Gürültü ve canlılık bir anda arttı, gözlerimi kısa bir süre bile yummadan sadece arada bir kırparak büyük bir dikkatle etrafı izliyordum. Rüzgar tüm vücudumu tatlı bir sertlikte okşuyor, geçip gittiğimiz caddelerin ışıkları birer kayan yıldıza benziyor, görsel şölen oluşturuyordu. Vücudum istem dışı biraz daha Efser'e sokuldu, tüm düşüncelerimle birlikte motorsiklete binmenin o kadarda korkutucu bir şey olmadığına karar vermiştim ancak bu kararımdan vazgeçmem kısa sürdü.

 

Caddelerin kalabalığı arttıkça Efser'in hızı da artmaya başlamıştı ve bir süre sonra o kadar hızlandı ki midemdeki o tatlı his yerini ağır kramplara bıraktı. Tüm bunlar, Efser'in benim arkasındaki varlığımı unuttuğunu düşündürmeye başladı. Kendimi hatırlatmak istercesine ellerimle sert karnına baskı uyguladım.

 

"Efser!" Ona seslendim ancak beni duyduğuna dair hiçbir tepki vermedi. Tekrar seslendim."Yavaşla lütfen." Ancak tepki vermemeye devam etti, düzensizleşen nefeslerim bir anda korkumu artırmıştı bile. Hıza karşı bir tutkusunun olduğunu düşündüm, büyük ihtimalle bu tutku onu kısa sürede etkisi altına alıyordu. Ellerim bu sefer çok daha sert bir şekilde, canını acıtacak kadar, karnına baskı uyguladı. Efser ani bir hareketle kafasını bana çevirdi, bu kadar yüksek hızla giderken göz göze gelmemiz bende kalan son sakinlik kırıntılarını da yok etti.

 

"Önüne dön!" Diye bağırdım istediğimi yaptı önüne döndü ve onu neden uyardığımı anlamış gibi hızını, hızla azaltmaya başladı. Hızımız normal süratlarda devam ederken içime titrek bir nefes çektim, ruh hastası herif.

 

Ellerimi hafifçe gevşettim, tüm vücudumu ona yaslamıştım bu yüzden aramıza biraz mesafe girebilsin diye hafifçe geriye kaydım. Bakışlarım arka profilini süzdü, kalbim ritmini şaşırdı ve kısa bir süre bozuldu. Bakışlarımı hemen ondan çektim, aptallık yapmamalıydım.

 

Eve varana kadar kendime bu cümleyi kurmaya devam ettim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sevgili okuyucularım eğer buralardaysanız beğeni ve küçücük bir yorum inanın beni çok mutlu eder, desteğinize ihtiyacım var. Bir sonraki bölümde görüşmek dileği ile...

 

Bölüm : 13.12.2024 23:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...