
Motorsiklet hızını yavaşlatırken evin bulunduğu sokağa girmiştik. Bakışlarım etraftaydı, sonbaharın soğuğu son birkaç haftadır kendisini gösteriyordu. Bu doğal olarak doğaya da yansımıştı. Yapraklar sararmış, yolları turuncuya boyamışlardı. Bakışlarımı yoldan çekip Efser'lerin yaşadığı eve çevirdim, derin bir nefes aldım. Bu eve karşı olan hislerim belirsizlik içindeydi ne huzurlu ne de huzursuzdum. Böyle küçük bir durumda bile araftaydım, kendime göz devirmeden edemedim. Bir yandan da zihnimi rahatlamaya çalışıyordum, belki de bunun nedeni bu kadar yorgun olmanın verdiği hissizlikti.
Motosiklet evin önünde durduğunda Efser'in omzundan destek alarak indim benden hemen sonra Efser de inmişti, elini kaskına attığında kendi kaskımın varlığını şimdi hatırlayarak bende kaskımı çıkardım. Bu sefer beceriksizlik yapmadığım için kendimi ufakça tebrik ettim.
Efser'in bakışları yan profilimdeydi ancak ben ona bakmayı reddederek eve bakmaya devam ediyordum.
"Girelim hadi."
Onu kafamla onayladım, o önümde yürümeye başlamışken bende onu takip ediyordum. Kapıyı açtı ve bana geçmem için öncelik verdi, ayakkabılarımı hızlıca çıkardım.
"Selam."
Ülkü'nün sesiyle kafamı sola çevirdim, mutfak girişine yaslanmış bize bakıyordu. Ona aynı şekilde karşılık verdim, yüzünde rahat bir ifade vardı. Bu gerginliğimin bir nebze olsun azalmasını sağladı.
"Odaya geçelim."
Bunu söyleyen Efser yanımdan geçmiş oturma odasına doğru ilerlemişti. Ülkü ve ben de onu takip ederek odaya girdik. Efser kendisini koltuğa bıraktı, bakışlarım koltuğa yayılmış olan vücudunu kısa bir süre süzdü. Sonrasında bakışlarımı kaçırmış bende kendimi koltuğa bırakmıştım. Yorgun vücudum, yükü azalan bacaklarım ile derin bir nefes aldı.
Ortam sessizdi, kafamı koltuğun başlığına yasladım ve bir süre gözlerimi kapatıp öylece durdum. Duvar saatinin sesi odada duyulan tek sesti ancak bundan rahatsız değildim bu şekilde sessizce oturmaya hatta bu rahat koltukta pozisyonumu bile değiştirmeden uyumaya razıydım.
"Serin'in yarasına pansuman yapar mısın Ülkü?"
Efser'in sesiyle uykulu gözlerimi yavaşça araladım mağrur bakışlarım ondaydı ancak o Ülkü'ye bakıyordu. Onların bakışmalarını izlerken aralarındaki ilişkiyi merak etmeden edemedim, arkadaşlar mıydı yoksa daha fazlası mı? Bakışlarım ikisi arasında uyuşuk bir şekilde oyalanmaya devam etti. Ülkü ile göz göze geldiğimizde bakışları hızlıca vücudumda dolaştı ve boynumda durdu, bakışlarını tekrar Efser'e dönmüştü.
"Tabiki." Ülkü oturduğu yerden kalktığında bende peşinden gitmek için üşengeç bir tavırla ayağa kalkmaya yeltendim.
"Otur sen, Ülkü buraya gelir." Efser'i başımla hafifçe onayladım. O kadar yorgundum ki teklifi çok cazip gözükmüştü. Ve bu yorgunluğum sadece fiziksel olarak değil zihinsel olarakta kendisini belli ediyordu. Efser'de en az benim kadar yorgun gözüküyordu, benim az önce yaptığım gibi o da kafasını arkaya yatırdı ve gözlerini kapattı. Yorgun bakışlarımı ondan çekemedim, kirpiğinin gölgesi yanaklarına düşmüş, gözlerini sertçe kapatmıştı. Adem elması yavaşça yukarı aşağı doğru hareket etti. Özenle çizilmiş bir tablo gibiydi; bir sanatçının en sevdiği, yarattığı için en gurur duyduğu sanatı bile o olabilirdi.
Bakışlarımı ondan çektim.
Ülkü kısa bir süre sonra elindeki ilk yardım çantasıyla yanımıza gelmişti. Onu görünce koltukta dikleşip oturuşumu düzelttim o da yanıma gelip oturmuştu. Elindeki malzemeler ile önce yarayı temizledi, sonrasında ise pratik bir şekilde yarayı kapattı. Canım sandığımın aksine acımamıştı, yara uyuştuğundan dolayı ya da acı eşiği yüksek bir insan olduğumdan normal bir acı gibi gelmişte olabilirdi. Emin olamadım.
Tüm bu süreçte Efser'in bakışı ikimizin üzerindeydi ancak ona dönüp bakmak istememiştim bu yüzden ne hissettiğini de bilmiyordum, gerçi ne düşündüğünü bilmemek için ona bakmamıştım.
"Teşekkür ederim." Samimi çıkan sesime karşı Ülkü'nün cevabı gecikmemişti.
"Rica ederim."
Bu konuşmadan kısa bir süre sonra banyoya çıkmış, elimi yüzümü yıkayıp kendime çeki düzen vermiştim. Bakışlarım aynadaki yansımama kaydı. Göz altlarım yorgunluğumu belli edecek şekilde şişmişlerdi, yüzümde ise gizleyemediğim yorgun bir ifade vardı. Bu ifade aşırı mutsuz gözüküyor olmamada neden oluyordu, çok mutlu sayılmazdım zaten ama bu biraz abartıydı.
Bir süre gözlerimi kapatıp onları dinlendirmeye çalıştım, aklım kedimdeydi. Efser'le konuşup eve gitmek istediğimi söyleyecektim, temennim kısa bir süre burada kalmaktı ancak kısa bir süre olsa bile Lilyum'u yalnız bırakamazdım.
Soğuk suyu son kez yüzüme çarptım ve yanımda duran havluyla kurulanıp banyodan çıktım. Merdivenlerden inerken üçünün konuşma sesleri oturma odasından geliyordu, yavaşça oraya yöneldim. Ekin de gelmişti az önce kalktığım yerde o oturuyordu, bakışlarım boş yer aradı ve Efser'in oturduğu geniş koltuğun diğer ucuna, onunla temas etmemeye özen göstererek geçip oturdum. Efser'in bakışları direkt bana döndü ve hiç beklemeden konuşmayı başlattı.
"Bir süre burada kalabilir misin?" Sesi sıkıntılıydı, anlayabiliyordum.
Onlarda son çare olarak burada kalmam gerektiğine karar vermişlerdi ve eminim burada olmamı pekte istemiyorlardı. Kafamı incelediğim halıdan kaldırdım, göz temasını kurduğumuzda onu bekletmeden konuşmaya başladım.
"Bunun iyi bir fikir olduğunu düşünmüyorum." Cümlenin devamını getiremedim eğer getirebilseydim 'sizde benim gibi düşünüyorsunuz' diyecektim ancak sözleri yutmayı tercih etmiştim.
Efser'in gözleri boş bir ifade ile yüzümde dolaştı, ne düşündüğünü belli etmeyen bakışları gerilmeme neden oldu. Keşke zihnini okuyabilseydim.
Bu sırada Ekin konuştu ve bakışlarım sanki Efser'in gözlerinden kaçmak istiyormuşcasına hızla ona döndü. "Selim'in adamları her yerde seni arıyorlar Serin. Bu adam peşine taktıkları tek kişi değildi."
Lafı Efser devraldı.
"Büyük ihtimalle evinin adresini öğrendiler bile, seni oraya tek başına yollamak demek ölümünü de göze alıyoruz demek olur. Bu adamlar bizi tanımıyorlar Serin ve eğer bize biraz zaman verirsen seni de tanımamalarını sağlarız, kısa bir sürede eski hayatına dönersin." Tanıştığımızdan beri ilk defa bu kadar uzun konuşmasına şahit olmuştum, diksiyonu hayranlık uyandıracak kadar iyiydi. Bunu şu an da farketmek kendi çapımda şaşkınlık yaşamama neden oldu.
Bir yandan da sözlerini tartıyordum ancak hâlâ ikna olmamıştım bu yüzden aklımın bir köşesinde yer edinen fikri onlarla paylaştım. "Benim çok yakın olduğum bir polis arkadaşım var, ondan rica etsem..."
Efser sert bir sesle cümlemi yarıda kesti. "Ne söyleyeceksin o polis arkadaşına? Ben birisinin öldürülmesine yanlışıkla yardımcı oldum, şimdi de ölen adamın yakınları peşimde mi diyeceksin?" Bakışları da sesi kadar sertti, benim de kaşlarım çatıldı. Bu kadar hazırcevap birisi olması düşüncelerimi toplamama engel oluyordu
"Hayır, sadece birisinin beni takip ettiğini, bundan rahatsız olduğumu ve sadece birkaç gün beni korumasını isteyeceğim Efser."
Efser alayla güldü, bu tavrı dişlerimi birbirine bastırmama neden oldu.
"Serin, bunun iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum." Konuşan Ülkü'ydü ben ve Efser'in aksine o, oldukça sakindi. Bakışlarım ona döndüğünde konuşmasını devam ettirdi.
"Tanıdığın kişi bir polismiş ve işinde iyi biriyse evet seni takip eden kişiden seni korur ama onu çok çabukta yakalar, sorguya alır. Eğer adam seni neden takip ettiğini açıklarsa bu senin içinde, dolaylı olarakta bizim için de hiç iyi olmaz."
Bu sözlerle kafamı bir süre eğdim, boş bakışlarım tekrar halının desenlerine düşmüştü.
Ülkü sözlerinde haklıydı, ki sözlerine ek olarak başka sorunlarımda vardı. Eğer bu takip meselesi annemin kulağına bir şekilde giderse, geri dönmem için olan ısrarını arttıracak, daha çok üzülecekti. Burada kalmamak için bu riskleri göze almak mantıklı değildi ancak içimde adını koyamadığım ama bana bir şeylerin yanlış olduğunu söyleyen uğursuz bir his vardı. O hissi aşıp bir şeyleri kabul etmek zordu ancak susmayan zihnimi baskıyla susturmaya çalıştım ve kısa bir süre sonra kabullenmiş bir ifadeyle kısaca konuştum.
"Haklısın."
"O zaman burada kalıyorsun?" Ülkü'nün sesi sakindi sanki kararı tamamen bana bırakmış gibi davranıyordu ama diğer şıkkı seçersem hepsinin itiraz edeceğinden de emindim.
"Kısa bir süre Serin, biz her şeyi düzene sokana kadar." Bu sefer konuşan Ekin olmuştu, kafamı eğdim bir süre daha halının deseniyle bakıştım. Eğer şu an halının desenleriyle ilgili bir sınava tabi tutulacak olursam oldukça başarılı olacağımdan emindim.
Farklı yönlere kayan zihnimi toplayarak mırıldandım. "Peki." Ve mahçup bir ifadeyle ekledim."Teşekkür ederim."
"Teşekkür etmene gerek yok." Bunu söyleyen Efser'di dönüp ona bakmayı red ettim, içimde kısa sürede ona karşı öfke birikmişti. "Sana bir can borcum var ve ancak bu şekilde ödeyebilirim."
Söylediği cümle ile onunla göz teması kurma protestosuna bir son vermiş ve bakışlarımı yüzüne dikmiştim.
"Bana can borcun filan yok."
Gerçekten de yoktu, o gün o sokakta verdiğim tüm kararlar kendi iradem doğrultusundaydı. Gerçi o gün o sokaktan gelen seslere duyarsız kalmamanın cezasının bu denli ağır sonuçlanacağını bilseydim tekrar o kararları alır mıydım emin değildim. Bunu düşünürken bakışlarım hâlâ Efser'in üstündeydi, ona bakmaya devam ederken zihnim kabullenemediğim gerçeği fısıldadı. 'O sokağa tekrar dönerdin.'
Efser gözlerini benden çekti, kafasını arkaya yasladı ve rahat bir tavırla konuştu."Bunun olmamasını bende isterdim."
Ben de bakışlarımı yüzünden çektim, benden haz etmediğine adım gibi emin olduğum birisiyle aynı evi paylaşma düşüncesi tüm hücrelerimi rahatsız eden bir uyarı veriyordu. Elim ağrısını arttıran başıma gitti, ne zaman bir çıkmaza girsem varlığını belli etmekten çekinmiyordu. Çevremdekiler anlamasın diye elimi yavaşça başımdan çektim, bu ağrıdan ve de çınlama sesinden kurtulmak için milyonlarım olsa hiç çekinmez feda ederdim.
"Birkaç saatliğine eve gidip gelsem sorun olur mu?" Ülkü'nün kaşları sorumla birlikte hafifçe çatıldı.
"Neden?"
"Evde, kedim var." Ekin kafasını yaslandığı koltuktan kaldırdı ve konuşmalarını dinlediğini belli eder bir ifadeye büründü.
"Kedin mi vardı?" Ülkü'yü kafamla onayladım. Ekin ise eliyle kısaca yüzünü sıvazladı ve sıkıntılı bir sesle konuştu.
"Ben gidip alırım kedini." Direkt itiraz edercesine konuştum.
"Bugün sizi yeterince yordum, o yüzden lütfen zahmet etme Ekin. Ben taksiyle hemen gidip gelirim."
"Serin." Efser'in yorgun sesiyle kafamı soluma çevirip ona baktım. "İnan bana şu tavırların bizi daha çok yoruyor."
Kaşlarım şokla birlikte çatıldı ancak ağzımı açmama izin vermeden yerinden kalktı. " Gidelim Ekin."
Ekin oturduğu yerden kalktı ve birkaç adım atmışlardı ki Ülkü'nin sorusuyla oldukları yerde duraksadılar.
"Akın'lar ne zaman geliyor?" İkisinin de bakışları Ülkü'nün üstündeydi.
"Birkaç hafta daha var gelmelerine." Yorgun bir şekilde cevap vermişti Efser, elini saçından geçirdi sıkıntısı artmış gözüküyordu. "Yani umarım birkaç hafta vardır."
Ortam kısa bir süre sessizleşti bu sessizliği bozan ben oldum. "Evin anahtarı çantamın küçük kısmında." Efser anahtarın bir sorun olduğunu belli etmeyecek bir bakış attı bana, bu kaşlarımın tekrar çatılmasına neden oldu. Evime girmek için anahtar ihtiyaç duymuyordu zaten, bunu deneyimlemiştim.
Efser ve Ekin evden çıkalı on dakika gibi kısa bir zaman olmuştu, tüm bu süre boyunca koltukta uzanmış uyuma pozisyonuna geçmiştim bile. Ancak bu sırada nerede olduğunu bilmediğim Ülkü bana seslendi. "Serin, aç mısın?" Uykuyla uyanıklık arasındaki uyuşuk hisle başımı koyduğum yastıktan zorla kaldırdım. Ülkü odanın kapısının önünde durmuş bana bakıyordu.
Kafamı iki yana salladım. "Değilim ancak banyoya girsem çok iyi olacak."
Bu sözlerden sonra, daha önce kaldığım odaya gelmiştim, Ela bana temiz havlu ve kıyafetler getirmişti. Banyoya girip kısa bir duş almıştım ve istemeyerek çıkmıştım banyodan en sonunda is ıslak saçlarımı umursamadan kendimi yatağın üstüne bırakmıştım.
Öylece ölü gibi uzandım bir süre, kaçan uykumla birlikte sabırla kedimin gelmesini bekliyordum. İtiraf etmek gerekirse istemsiz bir bencillikle seviyordum kedimi, devamlı yanımda olmasını, kaçtığım yalnızlığıma ortak olmasını istiyordum. Kedimi buraya geldiğim ilk hafta bulmuştum, yağmurdan ıslanmış küçük bedeni ile sokakta küçücük sesler ile geziyordu. Göz göze geldiğimiz ilk anda kedim bana doğru sakin adımlarla gelmişti ama arkasında sallanan küçük kuyruğu onun heyecanını belli ediyordu. Eğilip avuçlarımı ona uzatmıştım, o da hiç tereddüt etmeden avuçlarımın içini yuvası kabul etmişti. Ona karşı ilk bencilliğimi bu esnada yapmıştım, etrafıma bile bakınmamış onu ait olduğu yerden alıp kendi yanıma ait kılmıştım. Yuvam, yuvamız olmuştu.
Bedenimi uzandığın yataktan kaldırdım, etrafı inceleme kararı almıştım. Oda evin diğer odalarından çok daha sade dizayn edilmiş, yeşil ve kahverenginin ağırlıklı olduğu bir odaydı, benim evime benziyordu. Bu düşünce beni sersem bir ifadeyle tebessüm ettirdi bu odada huzuru az da olsa hissedebiliyordum.
Camın olduğu duvarda boydan bir kitaplık vardı, oraya yöneldim ve gözüme çarpan birkaç kitabı incelemeye başladım. Çoğunu daha önceden okumuştum, ellerim onların üstünde yavaşça dolaştı. Sakin hayatıma döndüğümde okumam gereken birkaç kitabı zihnime yazdım. Bu esnada odasının kapısı tıklatıldı, elimdeki kitabı rafa yeniden yerleştirdim ve kapıya döndüm.
"Gelebilirsin."
Efser kucağında kedimle birlikte içeri girdi, gözlerimin bile gülümsediğini hissettim. Kedimi kucağından yavaş hareketlerle aldım, kafasına ufak bir öpücük kondurdum ve kucağıma hapsettim. Kedim mutlu olduğunu belirten mırıltı seslerini çıkarmaya başladı, elim tüylerinin üzerinde hafifçe dolaşırken Efser'le göz göze geldim.
"Teşekkür ederim."
Efser diğer elinde tuttuğu kedi yuvasını ve birkaç eşyayı yatağımın yanına yerleştirirken "Önemli değil." diye mırıldandı.
"Kedinin ismi Lilyum'du değil mi?"
Umursamaz bir tavırla sormuştu ama hatırlıyor olmasına sevinmiştim. Onun yanındayken birkaç kez kedime seslenmiştim. Ve kedimle ilgili her türlü şey küçük ya da büyük farketmeksizin beni sevindiriyordu.
"Evet."
Efser'in bakışları kedimin üstünde dolaştı . "Güzel isim."
O etrafı incelemeye başlamışken bende kedimi artık huzurla uyuybilsin diye yatağa bıraktım. Lilyum tekir kedi olmasına rağmen çoğu zaman uysaldı, tamam onu övmek için biraz abartıyordum çokta uysal sayılmazdı ancak bunu kabul etmeye pekte gerek yoktu.
Yatakta çok çabuk uyku moduna geçmişti bile, kendi kendime tekrar gülümsedim. Kedi dediğin biraz ortamı yadırgardı ama benimki bunun için bile üşengeçti. Kedimin varlığına tekrar minnettar oldum, onun sayesinde zihnim bugün yaşanan çoğu şeyi rafa kaldırmıştı. O rafta çürümelerini ve böylece bir daha önüme konmamaları diledim. Bir şeylerin üzerine düşünmek yerine onlardan kaçmayı tercih eden bir yapım vardı ancak bundan, en azından şimdilik, şikayetçi değildim.
Bakışlarım odadan hâlâ çıkmayan Efser'e döndü, kitaplığın önündeydi ve içlerinden bir tanesini tereddüt etmeden eline aldı, hızlıca sayfalarını karıştırdı. Yere bir kağıt parçası ters bir şekilde düştü, bakışlarım fotoğraf olarak tahmin ettiğim kağıt parçasının üstünde gezindi. Efser sakin bir hareketle eğildi ve fotoğrafı alarak kitabın içine dikkatlice yerleştirdi. Hareketleri hızlıydı ancak bir o kadar da sakindi, zihnimin bir köşesi düşen fotoğrafın ne olduğunu delicesine merak ederken daha mantıklı düşünen tarafım bunun beni ilgilendirmediğini söylüyordu.
Efser elindeki kitap ile bana döndü, onu izlediğimde habersiz gibiydi."Kitabı alıyorum." İzin istercesine konuştuğunda omuz silkerek cevapladım.
"Sizin kitabınız."
Efser birkaç kitaba daha bakarken konuştu. "Öyle." Kısa bir süre durdu, bakışları boynuma kaymıştı. "Yaran nasıl oldu?" Ses tonu umursamazlığını koruyordu, bu ses tonuyla bir şeyleri sorması yerine hiç sormamasını tercih ederdim lakin bunu bu şekilde söylemeye cesaret edemedim.
Elim istemsizce boynuma gitmişti açıkçası o sorana kadar yaranın varlığını dahi unutmuştum. "İyi." Kısa cevabıma karşılık sadece kafasını salladı, iletişim problemi olan iki ergen gibiydik. Kısa sorular, kısa cevaplar, umursamaz yapay tavırlar... Sıkıntılı bir nefes verdim, aramızdaki bu mesafeyi aşmak imkânsız gibi duruyordu.
Yavaş adımları kapıya ilerledi, kapıdan çıkmadan önce omzunun üstünden hafifçe bana dönmüştü.
"Saçlarını kurutup uyu, iyi geceler." Sesi soğuktu, bakışlarımı onun yüzünden çekemedim. Ne hissettiğini, ne düşündüğünü anlamıyordum, anlamaktan da korkuyordum. Bakışlarımı ondan çektim, onu sessizce cevapladım. "İyi geceler." Kapı kapandı, kendimi tekrar yatağa bıraktım.
Kalbimdeki hissin geçmesini bekledim, sadece Efser'in değil kendi hislerimi anlamıyordum. İçimdeki tüm düşünceler ve hisler bir kördüğüm gibi birbirlerine bağlı anlamsız öbeklerdi. Onlara isim takmak, bir köşeye konumlandırmak ve senin ismin bu diyebilmek benim için zordu. Yanlış anlaşılmasın duygusuz değildim sadece bazı duygulara karşı iş bilmez bir çırak gibiydim çünkü duygular da tıpkı psikomotor beceler gibi öğrenilmesi gereken şeylerden biriydi; ancak öğrenilen şeyler zamanla unutulabilirdi ve bende zamanla unutanlardan olmuştum.
Saçımdaki havlu kendiliğinden açıldı ve soğuk hava saçlarımın içerisinde gezindiğinde hafifçe titredim. Yatağımdan zorla da olsa çıkarak çekmecede duran tarağı aldım ve aynanın karşısına geçip saçlarımı taradım. Ellerim nemli saçlarımda gezindi, aynadaki yansımamla bakıştım. Gözlerimden uyku akıyordu ancak düşünceler uyumama izin vermiyordu, beni yaşadıklarımdan daha çok yoran bir şey varsa o da düşüncelerimdi. En sonunda zaten kaçtığım şey düşüncelerim ve gerçekler olmasına rağmen, inatla düşünmeye devam ediyordu, bir sonuç almayacağımı bile bile.
Aynadan bakışlarımı çektim ve odanın ışıklarını söndürdüm. Yatağımın yanında duran, sanrılarımın en büyük sebepleri olan ilaçları umursamaz bir tavırla içtim ve vakit kaybetmeden yatağımın sıcak koynuna tekrar girdim. Cenin pozisyonu almış, kedimi kucağıma hapsetmiştim ve düşüncelerime karşı sağır taklidi yaparak uyumaya çalışmıştım.
Uykuyla uyanıklık arasında o zamanda kalmıştım, buna da araf denir miydi? Araf... zihnim benimle dalga geçiyor olmalıydı, sevmediğim bir sözcüktü bu ama devamlı karşıma çıkıyordu. Hayattaki her türlü duygumu ve anımı arafta yaşamaya başladığımı hissediyordum. İlaçlardan dolayı mıydı?
"Serin." Naif bir ses hafifçe irkilmeme neden oldu, sesin sahibine döndüm. Uzun kıvırcık sarı saçları gözüme çarpan ilk şey olmuştu, yüzündeki sıcak gülümsemeyle bana bakıyordu. Hayır yüzü gözükmüyordu, yüzü silgi ile beceriksizce silinmiş gibi buğuluydu ancak gülümsediğini biliyordum. Saçmalıktı.
İsmini mırıldandım, kendi mırıltımı duyamadım.Tek duyduğum şey kulağımın çınlamasaydı, sesin yoğunluğu rahatsız ediciydi. Uyuduğumu da burada anladım ve böylece tüm saçmalıklar zihnimde kabul edilebilir bir hale geldi.
"Hadi kalk artık, bugün benimle alışverişe gelecektin ya." Tatlı bir ses tonu vardı, sitemli sesi bile yumuşaktı.
Gözlerimi yorgunca ona diktim, mızmız bir sesle konuştum. Bu sefer sesim kulaklarıma dolmuştu. "Uykum var."
"Ama senin hep uykun var." Ses tonu beni gülümsetti, onu kırmak istemedim. Bu kadar yorgun olmama rağmen ona istediğini vermek istedim.
"Tamam, geleceğim." Gülümsesini tüm vücudumda hissettim ancak yüzünü görmemeye devam ettim, silik bir silüet gülümsüyordu.
"Bekliyorum." Odadan yavaş adımlarla çıktı, bakışlarım kapıda uzun süre takılı kaldı. Neden bilmiyorum ama sol gözümden bir damla yaş, yüzümde küçük bir menderes oluşturarak kaydı. Bu kısa rüyanın devamı gelmedi.
Sabah yüzümü yalayan soğuk irkilerek uyanmama neden oldu. Elim yüzüme gitmişti, parmak uçlarımda hissettiğim; alışık olduğum tüylerle sakin bir nefes verdim. Yatakta dikleştim ve sırtımı yatak başlığına yasladım, kendimi oturur pozisyona getirmiştim. Kedimi ani bir hareketle avuçlarıma alıp yukarı kaldırdım, kedim hâlâ çok küçüktü. Ancak büyümüştü de, çok hızlı büyüyordu ve bu kadar hızlı büyüyor olması heyecan vericiydi. Her halini merak ediyordum.
"Yaramazlık yapma Lili."Kedim huysuzca elimden kaçmaya çalıştı, şu hallerini gören kediyi zorla evde tuttuğumu düşünebilirdi. Ancak onu bırakmadım ve boynuna sert bir öpücük bıraktım.
Başıma ani bir sancı saplandığında ellerim kediyi kavramayı bırakmış ve otomatikleşmiş bir hareketle acının kaynağına gitmişri. Zihnimde dün gördüğüm rüyaya ait kısa görüntüler yer edindi, gerçekçi bir rüyaya ait görüntülerdi bunlar. Gördüğüm sarışın kızın kim olduğunu sorguladım, gerçekten var mıydı yoksa zihnimin yarattığı figürlerden birisi miydi? Soruma cevap arayan zihnim en mantıklı noktada durdu ve doktorumun önceden söyledimiş olduğu sözler zihnime doluştu; anıların bir rüya gibi kesik kesik kendisini hatırlatmaya başlayabilir, yeni hatıralar belki yeni kişiler seni strese sokmasın; onların senin birer yaşanmışlığın olduğunu kabul et ve hatırlamak için zihnini berrak tut. Diğer bir ihtimal ise bu kullandığım ilaçların ağır olması ve yan etki olarak halüsülasyon göstermesiydi.
Ellerimi başımdan çektim, endişe edilecek bir durum yok diye kendimi telkin ettim. Anılarım gelmesini her şeyden çok istiyordum, şimdi o anılardan kaçan bir korkak olmak istemiyordum. Ancak hatırlamak için acele de etmedim çünkü nasıl acele edilirdi bilmiyordum.
Elim yanımda duran telefona gitti, ekrana baktığımda saat erkendi. Kimse uyanmamıştır diye düşündüm, elimi yüzümü yıkayıp ayılmak için banyoya girmeye karar verdim. Kedimi odada bırakıp, odadan çıktım.
Ben odada çıkar çıkmaz karşımdaki banyonun kapısı aniden açıldığında önce ince bir buğu sonra Efser çıktı, göz göze geldik.. Altında siyah bir eşofman vardı, üst bedeni ise çıplaktı. Elleri saçlarını kuruladığı havlunun üstünde kısa bir süre durdu, ıslak saçlarından geniş omuzlarına doğru damlalar süzülüyordu. Bakışlarımı uzun bir süre incelediğim teninden kaçırdım. "Dejavu." Fısıltı halinde çıkan sesini anlayamadım.
Nedensiz bir şekilde utanmıştım, bakışlarımı zorda olsa gözlerine tekrar çıkardım. Kafasını sola yatırmış, sakin bir şekilde bana bakıyordu; bu hareketinin, yani kafasını sola eğmesinin, bir huyu olduğunu düşünmeye başladım.
"Anlamadım?"
Sesimde hafif bir panik vardı, bakışlarımı gözlerinde sabit tutmaya, çıplak bedenine bakmamaya çalışıyordum.
"Günaydın dedim." Bakışları yüzümde gezindi, havluyu saçlarından çekti. Dağınık siyah saçları alnına döküldü, ona bakarken kafamı hafifçe yukarıya kaldırmak zorunda kalıyordum.
"Sanada günaydın." Bakışlarımı yüzünden çektim, sesim pürüzlü çıkmıştı.
Bundan sonra hiç konuşmamıştık, o yavaş hareketle odasına gitmiş bende banyodaki işlerimi hallettikten sonra tekrar kaldığım odaya gelmiştim.
Odaya geldiğimde ilk işim kedime mama vermek olmuştu, açken küçük bir canavara dönüşüyordu. O kahvaltısını ederken bende yatağımı toplamış, üstümü değiştirmiştim. Dalgalı saçlarım kabarmıştı, aynadaki bu görüntüden rahatsız olup sıkıca topladım.
Mutfaktan konuşmaya sesleri gelmeye başlamıştı, daha fazla oyalanmadan merdivenlerden aşağı indim. Onlara yardımcı olmak istiyordum, ayaklarım direkt sesin kaynağına yönelmişti bile mutfaktan içeri girer girmez beni fark eden ilk kişi Ülkü olmuştu.
"Günaydın Serin." Düz bir sesle selam vermiş, kestiği salatalığa geri dönmüştü.
"Size de günaydın." Dediğimde Efser ve Ekin kafa sallayarak cevap vermişti. İkisinin de sırtlarına karşı ters bir bakış attım, kişilikleri birbirlerine çok benziyordu. Kardeş filan olabilirler miydi? Bu sefer bakışlarım üçünün üzerinde gezindi, arkadaştan daha öte duruyorlardı, bu yüzden az önceki tezimin doğru olabileceğini düşündüm.
Düşüncemle biraz duraksadım, ben onlar hakkında hiçbir şey bilmiyordum, soyadlarını bile. Buna rağmen onlarla aynı evde yaşama cesaretinde bulunmuştum. İçimden Efser'i suçladım, onun sözlerine çabuk ikna oluyordum. Herif gözlerimin önünde adam öldürmüştü buna rağmen ona çabuk güvenmiştim.
Düşüncelerimden arınıp konuştum, "Yardım edebileceğim bir şey var mı?" Böyle boş boş durmak kötü hissettiriyordu.
"Çayları koyabilirsin." Efser'in hızlı cevabıyla onu kafamla onayladım. Bakışlarım dolapların üzerinde gezindiğinde Efser eliyle köşedeki dolabı işaret etti, bende oraya yöneldim.
"Çayı nasıl içiyorsunuz?"
Konuşurken çayları da döküyordum. Üçü de aynı anda sorumu cevapladı. "Demli."
Kafamı kaldırmadığımda tepkileri gülümseme isteği oluşturdu ancak dudaklarım yukarı kıvrılmadı, bunlar gerçekten birbirlerine benziyorlardı.
"Efser, dokunma lan." Ekin'in sesiyle bakışlarımı bardaklardan çekip ona döndüm, Efser eline ekmek almış Ekin'in yaptığı menemenin tadına bakmaya çalışıyordu.
"Bir kere alacağım ya, bakayım olmuş mu." Efser'in sesinde muzip bir ifade vardı, bakışlarım yüzünü görmek için büyük bir merakla ona döndü. Bakışları Ekin'in üstündeydi, yüzünde hafif bir gülümseme vardı öyle ki yüzü ilk defa sertliğini koruyamamıştı. Yıldız kaymasını ilk defa izleyen bir çocuk gibi baktım ona, küçük bir hayranlıkla.
Gülümserken gözleri kısılıyordu, gözünün altında küçük bir ben vardı ve karakteristik yüzünde hoş duruyordu.
"Ben yapmalıydım yemeği, güvenmiyorum sana kontrol edeceğim." Efser inatla Ekin'le uğraşıyor gibiydi, hafifçe tebessüm ettim. Bu sefer dudaklarıma bulaşmıştı gülümsemem.
"Sen harbi nankörsün Efser, bir daha nah yaparım sana yemek." Ekin'in sesinde yalancı bir kırgınlık vardı. Efser Ekin'in omzuna hafifçe vurup masaya geçti, bu halleri bana sürpriz olmuştu ama açıkçası bunu sevmiştim çünkü daha rahat hissediyordum.Yüzümdeki tebessümü gizleyemediğim kısa dakikada Efser'le göz göze geldik, bakışlarını ilk kaçıran ben oldum.
Çayları doldurup masaya koyduğumda herkes yerlerine oturmuştu ben de Efser'in karşısına oturdum.
Kısa sessizliği bozan ilk kişi Ülkü oldu.
"Serin, biz bugün işe gideceğiz. Sen ne yapacaksın?" Sesiyle kafamı kaldırıp ona baktım. Bir yandan da ağzımdaki menemeni hızlıca yemeğe çalışıyordum, gerçekten çok güzel olmuştu. Lokmamı yutabildim ve Ülkü'nün sorusunu cevaplayabildim.
"Ben de işe gideceğim." Bugün cumaydı hafta sonları tatilim vardı ama o da değişiyordu bazen cumartesi günleri de çalışmamı isteyebiliyorlardı.
"Kaç gibi çıkarsın?" Efser'in sesiyle ona döndüm. Çıkış saatim Melike Hanım'a bağlıydı, dediğim gibi hamileydi ve doğumuna çok az kalmıştı. İşin yoğunluğuna ve kendisinin yorgunluğuna göre karar veriyordu bazı şeylere, esnek bir çalışma ortamıydı yani.
"Bilmiyorum, değişiyor." Sesim dürüsttü.
"O zaman çıkmaya yakın bana mesaj at, hangimiz müsait olursak gelip seni alırız." Hepsinin bakışlarını üstümde hissettim. Acele ile konuştum, onlara daha fazla yük olmak istemiyordum. "Buna gerek yok ki, bir taksiyle gelebilirim."
Sözlerime karşılık Efser boş bakışları ile yüzümü süzdü. "Risk almaya gerek yok, birimiz gelip seni alır." İtiraz istemeyen sesi canımı sıktı, tekrar itiraz etmek için ağzımı açmak istedim ama yeni bir tartışma kaldıramayacak haldeydim, ilk gün bu şekilde olsun dedim kendi kendime. Sonra zaten her şey düzene girecek.
Kahvaltımıza devam ederken aklıma gelen soruyu daha fazla ertelemeden sordum. "Siz ne iş yapıyorsunuz?" Ani sorumla birlikte kısa bir süre birbirlerine baktılar.
"Ben ve Ekin bir şirkette farklı pozisyonlarda çalışıyoruz, Ülkü ise doktor." Konuşurken bakışlarını gözlerimden ayırmamıştı, farklı pozisyonların ne olduğunu düşünmeye başladım ancak merakımı giderecek başka bir soru sormadım çünkü hayatları hakkında fazla bilgim olmaması gerektiğini söylüyordu iç sesim.
"Anladım."
Bu konuşmadan sonra herkes sessizce kahvaltısını etmeye odaklanmıştı. Bir süre sonra hep birlikte sofradan kalkmıştık, bakışlarım kahvaltılık kaplarını buzdolabına yerleştiren Ekin'in üstündeydi. "Menemen çok güzeldi Ekin, eline sağlık."
Ekin buzdolabından kafasını hızlıca kaldırıp bana baktı, yüzünde yumuşak bir ifade olmuştu.
"Afiyet olsun."
Yardım etme amaçlı masanın üstünde kalan kirlileri Efser'e doğru uzattım, o ise kirlileri makineye yerleştiyordu. Ülkü is masanın üstündeki kırıntıları temizlediğinde hep birlikte mutfaktan çıkmıştık.
Kıyafet dolabının önünde, içindeki kıyafetler ile bir süre bakıştım. Bu kıyafetleri kullanmam doğru muydu? Kimin olduklarını da bilmiyordum ve böyle rahatça bir şeyleri giyip çıkarmak kendime gıcık olmama neden oluyordu. Bugün eve uğramam gerektiğine karar verdim, kıyafetlere ve birkaç özel eşyaya ihtiyacım vardı. Dolabın önünde daha fazla oyalanmamaya karar verdim, işe uygun kıyafetleri seçip giyindikten sonra aşağı indim.
İşe geleli saatler olmuştu, sabah beni işe bırakan Ülkü olmuştu, büyük ihtimalle akşam da o gelecekti. Ve ben saatlerdir kesintisiz bir şekilde çalışıyordum, oturduğum koltuktan kalkarak belimi rahatlatacak birkaç harekette bulundum. Çizimimin bitmesine çok az kalmıştı, Melike Hanım benden önce çıkmıştı eşi ise işe yine gelmemişti büyük ihtimalle adamın başka bir işi vardı çünkü buraya karşı pek ilgili değildi, bunu çokta fazla umursamadım. Bakışlarım çizimimin üstünde gezindi, birkaç detay ekledikten sonra bitecekti bu yüzden elime telefonu alıp Efser'e mesaj yazdım, diğerlerinin de numarasını almam gerekiyordu.
"Yarım saat sonra işten çıkacağım."
Birkaç dakika sonra Efser'den mesaj geldi.
"Ülkü seni almaya gelecek, onsuz bir yere gitme." Emir içeren mesajına istemsizce göz devirdim, zaten bir yere gitmek gibi bir amacım yoktu.
"Tamamdır."
İş çıkış saatim geldiğinde büronun kapısını kilitledim, yine son çıkan ben olmuştum. Saat akşam 6'ydı. Kapı pervazına sırtımı yasladığımda bakışlarım yoldaydı.
Bugünün bu kadar sakin geçiyor olması beni sevindirmişti, eve gider gitmez uyumayı hayal ediyordum. Haftasonu tatili de araya girmişti, tüm haftasonu gerçekten dinlenecektim. Bu düşünce beni fena halde keyiflendirmişti.
Düşüncelerim bir korna sesiyle bölündüğünde kafamı kaldırıp baktım, Ülkü siyah bir Range Rover kullanıyordu. Elini kaldırıp beni selamladı, onu bekletmeden arabaya bindim.
"Selam."
Emniyet kemerimi takarken ben de selamına karşılık verdim.
"Selam."
Ela arabayı çalıştırmış sessizce ilerlemeye başlamıştık, sessizlikten kaçarak çoğu kez yaptığım gibi kafamı cama çevirip şehrin manzarasını izlemeye başladım.
"İşin nasıldı, şüpheli herhangi bir durumla karşılaşmadın dimi?"
Kafamı Ülkü'ye evirdim, onun bakışları yoldaydı. Uzun kahverengi saçları, açık renk kahve gözleri ve keskin yüz hatlarıyla gerçekten çok güzeldi. Güzelliğini onu ilk gördüğüm andan itibaren fark etmiştim aslında.
"Hayır, her şey yolundaydı." Cevabıma karşılık sadece kafasını salladı.
Kısa bir yolculuğun ardından eve gelmiştik, Efser ve Ekin evde değillerdi, bunu çokta umursamadım. Kendimi büyük bir istekle üst katta ki odama attım ve girer girmez üstümü değiştirdim. Kedime yemeğini verdikten sonra kendimi sırt üstü yatağa bıraktım o yemeğini yiyene kadar bu şekilde kalmaya karar vermiştim. Gözlerimi Lili'nin üstümdeki hareketlerinin verdiği hisle açtım, bakışlarım karanlığın çöktüğü odamda gezindi. Uyuya kalmıştım, telefonumun ekranını aydınlattım saat 9'a geliyordu. Kucağımdaki kedimle birlikte yataktan kalktım, kucağımdan atladı ve beni beklemeye başladı. Odadan birlikte çıkmıştık, banyoda işlerimi hallettikten sonra acıkan karnımı doyurmak için alt kata inmeye başladım.
Bakışlarım karanlık salonda oyalandı, etrafta kimse yoktu. Efser ve Ekin gelmiş miydi onu da bilmiyordum, Ülkü ise benim gibi uyuya kalmış olabilirdi zira ev fazlasıyla sessizdi.
Adımlarım mutfağa ilerledi, açıkçası mutfağı tek başıma kullamaktan çekiniyordum. Sonuçta burası evim değildi, bakışlarım mutfağın içerisinde gezindi. Ne yiyebileceğimi düşünüyordum, dışardan sipariş mi vermeliydim?
Düşüncelerimi dış kapıdan gelen sesler bozdu, adımlarımı oraya yönelttim. Kapının önündeki tıkırtı sesleri gerilmeme neden olurken bakışlarım hızlıca etrafta gezindi. Karşındakine zarar verecek bir şey arıyordum ancak bunu yapmama fırsat kalmadan kapı açıldı. Giren kişinin yüzü yerdeydi bu yüzden beni görmemişti ancak onun Efser olduğunu anlamak az önceki gerginliğimi tamamen silmişti. Dağılmış saçlarını geriye doğru ittiği anda göz göze gelmiştik. Gördüğüm manzara ile kaşlarım aniden çatıldı, giydiği beyaz gömleğinin üstü kan lekeleri ile kaplıydı birkaç büyük adımla ona yanaştım.
"Sen iyi misin?" Sesim beklediğimden daha telaşlı çıkmıştı.
Efser'in eli boynunda ki kravata gitti, çekiştirip açmaya çalışıyordu. Duygu barındırmayan bakışları yüzümde gezindi.
"İyiyim."
Dağılmış saçlarını tekrar, sıkılmış bir ifade ile yukarıya itti. Bu sırada kaşındaki yara izini görmüştüm, elim yüzüme doğru gitti ancak ona dokunmamaya dikkat ettim, tekrardan çatılan kaşlarım ile azarlayan bir ses ile konuştum.
"Kavga mı ettin?" Efser'in kaşları hafifçe yukarı çıktı ancak bu hareke canını yakmış olacak ki yüzü buruştu.
"Niye soruyorsun, çok mu endişelendin?" Yine alaycı tavrı ile konuşmuştu, içimden sabır dilenirken derin bir nefes aldım. Yorgun gözleri bir cevap bekliyor gibi yüzümde dolaşıyordu, sorusunu cevaplama gereği hissetmedim. Gözlerim başka bir yarası var mı diye tüm vücudunda dolaşıyordu ancak bir yarası varsa da onu gördüğümü söyleyemezdim, tek gördüğüm sol elinde tuttuğu maskesiydi. O maskede gözlerim biraz oyalansada düşüncelerim başka yerdeydi. Üstündeki kan lekeleri ona ait değildi, bu düşünce biraz da olsa rahatlamama aynı zamanda gerilmeme neden olmuştu. Yine birisine mi zarar vermişti? Elindeki maske de buna işaret ediyordu.
Dış kapı sertçe tıklandı Efser gelen kişiyi çok bekletmeden kapıyı açmıştı. Ekin içeri girdiğinde onun üstünde de kan lekeleri olduğunu fark etmem uzun sürmedi.
"Siz gerçekten iyi misiniz?" Kendimi çocukları dışarda kirlendi diye onları azarlayan anne gibi hissettim. Ekin'in de bakışları bana dönmüştü, umursamaz bir tavırla omuz silkti. Ne anlama geliyordu yani bu? Tekrar konuşmaya başlayacakken merdivenlerden gelen adım sesleri ile susup o yöne döndüm.
Ülkü merdivenlerden gözlerini avuşturarak iniyordu, tahmin ettiğim gibi uyuya kalmış gözüküyordu.
"Hallettiniz mi?" Ülkü'nün sesi benim aksinme fazlasıyla sakindi. Bu duruma alışık mıydı? Sorumun gereksizliğine kendim kızdım, bu tarz olaylara alışık olduklarını ilk günden tahmin etmiş olmam gerekiyordu zaten. Yine de zihnim bunun normal karşılanmasını, normal karşılamıyordu.
"Hallettik." Dedi Efser sonrasında ise cümlesine devam etti. "Duş alıp geleceğim, ondan sonra konuşmalım." Sesi yorgundu aynı şekilde adımları da, sarsak adımlarla merdivenlere yöneldi. O ve Ekin merdivenlerden çıkarken bakışlarımı sırtlarında gezdirdim, onlar için endişeli hissetmekten kendimi alamıyorum.
"Kavga etmişler." Sesim onları şikayet ediyor gibiydi, kendimi gerçekten anne gibi hissediyordum. Ülkü'nün dudakları hafifçe yukarı kıvrıldı.
"Sorun yok, sık karşılaştığımız bir durum." Bakışları yüzümü taradı. "Endişelenme yani." Bunu söylerken adımları salona yönelmişti, arkasından ilerken konuştum.
"Sen endişelenmiyor musun?" Koltuklara oturmuştuk. Ülkü kafasını koltuğa yasladı, bir süre beni cevapsız bıraktı. Ancak konuştuğunda sesi beklediğim de kötü çıkmıştı. "Endişeleniyorum." Sonra kendi kendine mırıldandı. "Ancak endişelenmekten çok korkuyorum."
Bakışlarım bir süre daha üstünde oyalandı, yüzünden hiçbir duygu okunmuyordu ve bu benim merakımı artırıyordu. Gerçekten kim olduklarını, ne işlerle uğraştıklarını ve geri kalan her türlü şeyi merak ediyordum. Ancak cevap istediğim bu soruları soracak cesareti bulamıyordum kendimde.
Kısa bir süre sonra odaya ilk gelen kişi Ekin oldu, koltuğa geçip oturmuştu. Bunu gören Lilyum sanki bu anı bekliyormuş gibi Ekin oturur oturmaz kucağına atlamıştı. Ekin oturduğu yerden irkildi ve korkuyla sırtını koltuğa yasladı. Kedinin ön koltuk altlarından tutup havaya aniden kaldırdı, kaşları çatıktı.
" Bu ne be?" Korku dolu sesi gülmeme neden oldu, kocaman bir herifti Ekin ve kendisinden kat ve kat küçük olan bir canlıdan korkması komik gelmişti. Kedim onu cevaplamak istercesine miyavladı, bu duruş şekli onu rahatsız etmiş gibiydi.
"Aa Serin'in kedisi!" Masum bir ses tonuyla söylemişti bunu, kediyi havadan indirdi. "Dün biz bunu getirirken sessiz sakin bir şeydi bu ya." Bunu derken kendi kendine mırıldanmıştı.
"Korkak." Ülkü'nün sesi muzipti. Ekin onun bu rahatlığı karşısında yalancı bir sinirle kaşlarını çattı, hâlâ ona sırnaşmaya çalışan kedimi itmekle uğraşıyordu. Ekin en sonunda pes ederek kedimin ona temas etmesine izin verdi, parmağının ucuyla da onu sevmeye başladı. Zorla dokunuyormuş gibi, bu halinin beni eğlendirdiğini itiraf etmeliyim.
"Kedinin adı neydi Serin?" Ekin'in sesiyle bakışlarımı yanında oturan kediden alıp Ekin'e döndürdüm.
"Lilyum, Lili de diyebilirsiniz." Ekin 'anladım' dercesine kafa sallamıştı, elleri sabit hareketlerle kedinin sırtını okşuyordu.
İçeri son giren Efser olmuştu, bakışları Ekin'in ve Lili'nin üstünde kısaca oylanadı ve solumdaki koltuğa geçip oturdu. Onun oturmasını fırsat bilen kedim Ekin'i anında satarak Efser'in kucağına çıktı, oraya kıvrıldı. Efser hafifçe tebessüm etti, zafer kazanmış bir edayla Lilyum'a baktı ve onu ödüllendirmek istercesine elleri yavaş hareketlerle sırtını okşamaya başladı.
"Satıcı." Ekin gözlerini kısmış kedime ters bakışlar atıyordu, sesli gülmemek için dudağımı dişledim.
"Yarın akşam hallettmemiz gereken bir iş var." Efser'in sesi sıkıntılı sesi ortamdaki atmosferi hızlıca değiştirdi. Ekin onu kafasıyla onayladığında bahsettiği işi biliyor gibiydi. Bahsedecekleri şeyleri duyup duymamam gerektiğini bilmeyerek rahatsız bir hisle kıpırdandı. Sırtım oturduğum yerde hafifçe dikleşti, galiba yeni şeyler duymayı kendimde istemiyordum.
"Ne işi Efser?" Ülkü'nünmsesi sıkıntılıydı, bakışlarım ikisinin arasında sırayla dolanıyordu. Efser'in boş bakışları bana döndü, kendimi açıklama ihtiyacı duyarak hızlıca konuştum.
"Ben, sizi yalnız bırakayım." Bunu söylerken ayağa kalkmıştım bile.
"Otur, duyman sorun değil." Sesi sert ancak kendinden emindi, cümlesini tamamladığında Ülkü'nün anlam veremeyen bakışları Efser'i bulmuştu, Ekin ise kafasını eğdiği yerden kaldırmamış sessizce konuşmaları dinliyordu.
Ne yapacağımı bilemeyerek kalktığım yere yavaşça geri oturdum, Efser ise uzun bir konuşmaya başlayacağına haberci olan bir oturuş pozisyonuna geçmişti. Üst bedenini öne eğmiş, kollarını dizine yaslamıştı.
"Birkaç haftadır araştırdığımız uyuşturucu ticaretinin nerede olacağını, bugün yakaladığımız iki adamdan öğrendik." Sakin sesiyle yaptığı açıklama kaşlarımın çatılmasına, kulaklarımın ise uğuldamasına neden oldu. Dik bakışlarım Efser'in üstündeydi, zaten katil olduğunu bildiğim bir adamın şimdi de uyuşturucu işinin içinde olduğunu bilmek beni neden bu denli şaşırtı bilmiyorum ama tüm vücudum buz kesmişti. Hayatım boyunca bu tip insanlardan nefret etmiştim, şimdi ise Efser'den ve diğerlerinden nefret etmem gerektiği düşüncesi beynimi bir virüs gibi sarmıştı ancak onlardan nefret etmek istemiyordum. Titrek bir nefes aldım, arafta kalmak istemiyordum.
"O zaman gidip alalım." Ülkü'nün sesi de oldukça rahattı. Bahsettikleri şey uyuşturucu değil miydi, o uyuşturucuları alıp onlarca insanı mı zehirliyorlardı? Peki tüm bunlardan nasıl bu kadar rahat bir ifadeyle bahsedebiliyorlardı. Aniden çınlamaya başlayan sol kulağımla zaten çatık olan kaşlarım biraz daha çatıldı, sol elimle kulağıma birkaç kez basınç uyguladım. Çınlama geçmedi, ellerim otomotik olarak yere indi.
"İşte o kısımda ufak bir sorunumuz var." Efser derin bir nefes aldıktan sonra konuşmasında devam etti, konuşması boyunca bir kez olsun bana bakmamıştı. Belki bakmış olsaydı bu konuşmaları benim yanımda yapıyor olmasının ne denli aptalca bir karar olduğunu anlayabilirdi. "Uyuşturucu ticareti Kadıköy'de terk edilmiş bir depoda olacak. Ekin'le bu deponun giriş ve çıkışlarını inceledik. Arkada ve önde olmak üzere iki kapısı var. Şimdi plana gelecek olursam biz ticarette para verecek olan kişiyi bugün hallettik o yüzden birimiz adamlarla ticareti yapacak kişi olacak, alışveriş gerçekleşmeden devreye bizim girmemiz gerekecek. Motosikletlerle her iki çantayı da almayız."
Ülkü sıkıntılı bir nefes verdi, ben ise konuşulanları sindirmeye çalışıyordum. Her şey o kadar hızlı gerçekleşiyordu ki... Planı bile ne zaman kurguladıklarını anlamam mümkün değildi.
"Ekin ticareti yapsa, ben motosikletle Ekin'i almaya gittim diyelim. Sen ise başka bir motosikletle adamlara yaklaşıp elindeki çantayı kapmaya mı çalışacaksın?" Ülkü'nün sesi gergindi, planda bir açıklık olduğunun farkındaydı. Bense daha olan biteni anlayamamıştım, her şeyden önce gerçekleştirecekleri bu plandaki amacı da anlayamıştım. Açıkçası korkuyordum, onların sandığımdan daha kötü insanlar olmasından; duyarsız, bencil ve pislik insanlar olmasından son derece korkuyordum. Ve korktuğum için kendime de kızıyordum, daha iki günlük tanıdığım bu insanlara karşı beslediği bu olumlu duyguların yok olmasından korkmak aptallıktı. Ve ben en büyük aptaldım.
Efser kafasını iki yana salladı. "Adamlar kesinlikle silahlı olacak." Derin bir nefes aldı ve sözlerine devam etti. "Siz adamları etkisiz hale getirene kadar benimde birkaç adamı ortadan kaldırmam lazım. Ancak bir elimle motosikleti, diğer elimle silahı kontrol ederken istediğimiz o çantayı alabilmem mümkün değil." Sesi sıkıntılıydı, sanki söylemek istediği diğer cümleleri yutuyormuş gibi. Ekin de bunu fark etmiş olacak ki Efser'in yerini ödünç aldı. "Yani ya senin ya da benim arkamda olması gereken başka birisine daha ihtiyacımız var."
Bu sözlerinin ardından bakışları bana dönmüştü, kaşlarımı hafifçe çatarak ona baktım. "Olmaz." Efser'in sesi netti, bu sefer kaşlarını çatan Ekin oldu. "Kime güveneceğiz Efser? Bizimkilerin gelmesine daha 2 hafta var." Sesi sertti.
"Bizim diğer çocuklar..." Sözünü kendisi tamamlamadı, eli sıkıntılı bir şekilde saçlarının üstünden geçti. "Onlarda olmaz, içeride bir köstebek var. Aramızda kalmalı." Tekrar kendisini yanıtlarcasına konuştu, bu sefer onun bakışları benim üstüme düşmüştü.
"Yardım edebilir misin?" Ani sorusuyla çatılan kaşlarım yukarıya doğru kalkttı.
"Ben mi?" Sesim şaşkın çıkmıştı.
Efser kafasını sola yatırdığında bakışları hâlâ üstümde oyalanmaya devam ediyordu.
"Tek yapman gereken motosikletten hafifçe eğilip adamın elindeki çantayı almak." Sıkıntılı bir şekilde nefes aldım, içimdeki sinir artmıştı.
"Böyle bir şeyin içinde olmak istemiyorum, bu..." Derin bir nefes aldım. "O uyuşturucuları ne yapasaksınız?" Kendimi dizginlemiş ve belki de sorulabilecek en doğru soruyu sormuştum. Efser'in ise bakışları sertleşmişti, kaşları alaycı bir edayla havaya kalktı. "Ne yapacağımızı düşünüyorsun Serin?"
Dişlerimi sıktım, beni bu konuda hesaba çekmesi saçmaydı. "Bir şey düşünmüyorum Efser, bu yüzden de bir açıklama bekliyorum."
Sertleşmiş yüz ifadesi gerilmeme neden oldu. "Sana bir açıklama yapmak zorunda olduğumuzu düşünmüyorum."
Tırnaklarımı avcuma batırdım, çınlayan kulağım tekrar kendisini belli etmişti. "O zaman benden de bir beklentin olmasın." Oturduğum yerden kalktım. "Pisliğinize daha fazla bulaşmayacağım." İleriye doğru sadece tek bir adım atmıştım, diğer adımın Efser'in bileğimi tutan sert eliyle havada kalmıştı.
"Otur yerine." Bileğimi elinden hızlıca çektim, diğerleri ne tepki veriyorlardı bilmiyordum gözlerim sadece Efser'i görüyordu.
"Oturmayacağım." Nefret dolu sesimle Efser'in bakışlarının karardığına şahit oldum. Üstüme doğru bir kaç adım geldi, geriye adım atmadım. Üstüme doğru eğildi, sert sesi gözlerimi yummama neden oldu.
"Tehtitle..." Bir kaç saniye duraksadı.
"Her şeyi tehtitle mi yapmak istiyorsun?" Tüylerim diken diken oldu, ellerimin buz kestiğini hissettim. Birkaç adım geri gidebildim ve kafamı hafifçe kaldırıp Efser'le göz göze geldim. İkimizin de bakışları birbirine oldukça benziyordu benziyordu, nefret dolu iki çift göz. "Efser, sakin ol oğlum." Ekin'in uyarı dolu sesi kulaklarıma doldu.
Derin bir nefes aldım, benim ellerim de saçlarımdan geçti. Sinirden ağlamak isteyen tarafımı dizginlemeye çalıştım, bu huyumdan nefret ediyordum.
Bakışlarımı Efser'den çektim, tüm bu şeylerden gerçekten korkuyordum.
"Yapamam." Sesim az önceki gücünü kaybetmişti, bakışlarımı tekrardan Efser'e çıkardım.
"Ben, başka kimsenin ölmesine neden olmak istemiyorum. Dolaylı yoldan da olsa bunu yapamam."
"Serin." Ülkü'nün sesiyle bakışlarım ona döndü. "Masum olan kimseye zarar vermeyeceğiz, hiçbir zamanda vermedik." Bakışları yüzümde gezindi. "İnanmak zor biliyorum ancak sana şu an ihtiyacımız var." Sesi dürüst çıkıyordu, gözlerimi sıkıntı ile kırpıştırdım. Son bir kez daha, son bir kez daha güveneceğim dedim kendime kendime. Sanki güvenmekten başka bir çarem yokmuş gibi hissediyordum.
Efser'in bakışları yüzümde dolaştı ve nasıl bir ifade gördü bilmiyorum ama aramızdaki mesafeyi biraz daha açtı, kaşları çatılmıştı. Arkasını bana dönmüş, tekrar koltuğa doğru ilerlemişti.
"Uyuşturucaları kimseye satmayacağız Serin, satılmasına engel olmacağız." Açıklama yapan sesi sakindi, az öncekisinin aksine. Bakışlarım sırtında gezindi, kalbim söylediklerine anında inanmak isteyen kalbime kızdım. Yavaş adımlarla peşinden ilerlemiş ve ona en uzak olan koltuğu seçip oturmuştum, kafam bulanıktı. Ellerim kısa bir süreliğine, ağrıyan başımda gezindi. Sıkıntılı bir nefes aldım ve kısaca konuştum.
"Peki, ne yapmam lazım?"
Diğer platformadaki bölümlerin hepsini buraya da yüklemeye çalışıyorum, az kaldı. İyi okumalar...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |