
Sessiz geçen bir yolculuğun sonunda evin arka bahçesinden içeri giriş yapmıştık. Efser direkt bir deponun içine girdi motorsikleti park ettik. Yavaş hareketlerle motordan indim tüm bedenim uyumuştu, elim ilk olarak kaskıma gitti. Titreyen ellerimle bir süre kilidi açmaya çalıştım ancak elimin üstüne dokunan ellerle hareketlerim durdu, bakışlarımı yukarı kaldırdım. Efser bir süre sessizce gözlerime baktı sonrasında eliyle ellerimi hafifçe itti, kısa bir sürede kaskımı açtı ve kaskı kafamdan çıkarmama yardımcı oldu. Kasılan kalbime söz hakkı vermeden konuştum.
"Teşekkür ederim." Sesim cılız çıkmıştı, üzerimden tır geçmiş gibi hissediyorum. Bu da davranışlarıma, doğal olarakta sesime de yansıyordu.Efser ise sadece kafasını sallamakla yetinmiş kendi kaskını çıkarmakla uğraşıyordu, bu uğraşı uzunda sürmedi.
Birkaç adım atmaya çalıştım ancak titreyen yerimin sadece ellerim olmadığını, bacaklarımın da hâlâ titrediğini fark ettim. Uzun süren yolculuk ve yaşadığım adrenalin seviyesi vücudumun her köşesine parça parça yayılmıştı. Sersem ve yavaç adımlarla depodan çıktıö, Efser ise kısa sürede elinde tuttuğu çanta ile yanıma yetişti. Bakışlarım o çantanın üstünde oyalandı, içerisinde uyuşturucu vardı. O uyuşturucuların birilerinin hayatını mahvedecek olduğu düşüncesi bedenimin sinirle kasılmasına neden oldu.
"Sen iyi misin?" Efser'in sesiyle bakışlarım ona döndü. Yorgun hissediyordum, zihnim karma karışıktı. Düşüncelerim zihnimin sarmaşıklarında, daldan dala atlıyorlardı.
"İyiyim." Küçük bir yalan daha.
"İyi gözükmüyorsun." Net sözüne karşılık omuz silktim, gerçekten de olayları algılamakta zorluk yaşıyordum.
"Uzun süre motorsikletin üzerinde kaldığımdan dolayı kötü hissediyorum galiba, birkaç saate düzelirim."
Efser uzun bir süre bakışlarını üstümde tutmaya devam etti. Ülkü ve Ekin ise arkamızdan geliyordu, Ekin hızını arttırarak yanımıza geldi ve tek kolunu Efser'in omzuna attı.
"Efsaneyiz dimi Efser'im?" Efser kafasını hafifçe sağa sola salladığında, dudağında muzip bir küçük bir gülümseme vardı.
"Bir şeyi de ciddiye al Ekin." Ama onun seside canlı çıkıyordu, ikisine kısa bir bakış attım. Yüzlerinde tek bir sıkıntılı ifade yoktu, benim yüzümün aksine.
Ekin bu sözüne karşılık gülmüş ve zaten küçük olan kahverengi gözleri iyice küçülmüştü.
"Hiç huyum değil be."
Ülkü de bize yetişmişti bakışları Efser'in ve Ekin'in üzerinde dolaştı, ne düşündüğünü tam olarak bilebilmem mümkün değildi. Ancak ikisine de çok değer verdiğini gözlerindeki merhamet tohumları sayesinde anlayabiliyordum.
Tekrardan onların lişkilerine, geçmişlerine, hatta hayallerine ve geleceklerine olan merakım arttı. Hayatımın en orta yerine yerleşen bu birkaç kişi gerçekte kimlerdi ve ben neden her seferinde kendimi onların peşinde buluyordum? Bu soruların cevabını bir süre daha alamayacağımı düşünmek bende derin bir huzursuzluk yarattı.
Düşüncelerimden dolayı yavaşlayan adımlarım onların arkasında kalmama neden oldu. Efser bunu anında fark etmiş gibi omzunun üstünden dönüp bana kısa bir bakış attı, göz göze geldiğimizde bakışları sakin bir ifadeyle yüzümü taradı. Bir sorun olmadığı anlamış olacak ki bakışlarını tekrar önüne çevirdi ve normal adımlarla yürümeye başladı.
Benim aksime Efser'in ne düşündüğü anlamak zordu, bakışları her zaman ya düz ya da umursamazdı. Ancak hareketleri, bazı anlarda yaptığı o ufacık davranışlar kafamı karıştıyordu. Bu kadar duygusuz ve umursamaz bakan birisi nasıl endişeli ve düşünceli hareket edebiliyordu anlayamıyordum, uzunca bir süre daha anlamayacağımın farkındaydım. Yine de bu onu düşünmeme engel olmadı, sanki zihnimin bir köşesi onu düşünmek için özel bir görev benimsemiş bu görev için masa başına oturmuş gibiydi. Ve asıl sorun o görevlinin bu işten hiç sıkılmıyor oluşuydu.
Evin arka kapısına geldiğimizi fark ettiğimde düşüncelerimin üstüne perde çektim. Ülkü elindeki anahtarla kapıyı açtı ve sırayla hepimiz içeri girdik. Eve girerken aklımda kedim vardı, büyük ihtimalle onu devamlı yalnız bıraktığım için huysuzdu. Bu durum beni de fazlasıyla üzüyordu, şu son birkaç haftadır o kadar yoğundu ki hayatta en değer verdiğim varlıklardan birisine bile yeterince zaman ayıramıyordum.
Salona yürürken herkesin adımları yavaş ve yorgundu. Ülkü ve Ekin bilmediğim bir konu hakkında konuşuyorlardı, onlara odaklanmadım. Işığı kapalı salona girdiğimizde ışığı açmak için anahtara bastım, bu esnada koltukta oturan bir beden görmemle çığlık atmam aynı anda oldu. Arkamdan gelen Efser beni belimden tutup gerisine çektiğinde, diğer eli kendi beline gitmiş ve çıkardığı silahı karşısına doğrultmuştu. Ellerim Efser'in kollarında asılı kalmıştı, ancak aşağı kayan kolları ellerimi ondan çekmeme neden oldu. Gergin bakışlarının yerini sakinlik almıştı, elinde tuttuğu silahı hızla beline yerleştirdi.
"Salih baba?" Efser'in ses tonu sıcaktı ve bu ton üzerimdeki gerginliğin bir anda kaybolmasına neden oldu, Efser'in arkasından yavaşça çıktım. Efser'le göz göze geldiğimizde 'sakin ol' diye fısıldadı. Onu kafamla onaylarken bakışlarım ikisinin arasında mekik dokuyordu.
"Oğlum?" Orta yaşlı adam tıpkı Efser'e benzer bir ses tonuyla konuştu, bakışlarını Efser'den çekip bir süre bana baktı, boş bakışları gözlerimi ondan kaçırmama neden oldu.
"Neden geleceğini söylemedin?" Sesi bu sefer daha sıkıntılı çıkmıştı ancak adımları ona yönelmişti Salih amcanın bakışları da Efser'e döndü.
"Ne zamandır haber vermemi ister oldun oğlum?" Efser'e olan hitap şekliyle kafam karışık bir şekilde ona baktım, babası mıydı ama başında isim kullanmıştı. 'Salih baba' saygıdan dolayı mıydı, yoksa gerçekten babası mıydı? Anlamıyordum.
Efser adamın yanına geldiğinde kısaca sarıldılar ve karşılıklı koltuklara geçip oturdular. Sohbet edeceklerini düşünerek odadan çıkmak için hareketlendim.
"Kalabilirsin kızım." Salih amcanın sesiyle olduğum yerde kısa bir süre durdum. En sonunda gitmenin kabalık olacağını düşünerek geri döndüm, yavaş adımlarım beni Efser'in yanına götürdüğünde boş olan yanına oturdum. Bakışlarım yeni adamın üstündeydi, koyu renk saçları, küçük kahverengi gözleriyle Efser'den çok Ekin'e benziyordu.
Efser'in bakışları bana döndü ona kısa bir bakış attım, neden yanına oturduğumu bilmiyordum. Büyük ihtimalle o da onca yer varken onun dibine oturmuş olmamı sorguluyordu. Ancak bunun üstüne çok fazla düşünmedim, zihnim Efser'in yanını güvenli bölge olarak işaretlemiş olmalıydı.
"Kim bu kız?" Adamın ani sorusu Efser'e yönelikti.
"Bir arkadaş." Adamın dudakları alaycı bir şekilde kıvrıldı, bu alaycı tavrı Efser ve Ekin sayesinde fazlasıyla tanıdıktı.
"Yapma bunu kendine Efser." Sesi onu duyduğumdan beri ilk defa sert çıkmıştı. Bakışları bana dönmüyor sadece Efser'e bakıyordu, bu kendimi kötü hissetmeme neden oldu. Bakışlarım ayaklarımın altındaki halının desenlerine kaydı artık gerçekten desenlerin sırasını bile ezberlemiştim.
"Halledeceğim." Efser'in cevabı netti. Neyden bahsettiklerini anlamam pek mümkün değildi. Hepsi bir bilmece gibi konuşuyorlardı ve benim bilmece çözecek enerjim yoktu, bu yüzden umursamamaya çalıştım.
"Akın birkaç güne gelecek biliyorsun değil mi, neyi nasıl halledeceksin?" Bakışları sert bir ifadeyle Efser'in üstünde dolaşıyordu.
"Elimde olmayan sebeplerden dolayı bu şekilde gelişti olaylar, sen de biliyorsun amca." Babası değilmiş.
Salih amca sıkıntılı bir nefes vererek sırtını koltuğa dayadı. Uzun boylu, yapılı bir adamdı. Sert bir mizacı vardı ve bu karşısındaki insana rahatlıkla üstünlük kurabilecek kadar yoğundu. Kafasını tavana doğru kaldırdı, sert ve tok sesiyle tekrar konuştu.
"Bugünki iş için neden benden yardım almadınız?"
"Çünkü yardıma gerek yoktu." Sesi netti.
"Efser mesleğinin farkındasın dimi?" Salih amcanın sert sesine karşılık Efser susmayı tercih etti.
"Savcısın oğlum sen, güvenlik soruşturmanın temiz çıkması için yıllarca çaba sarf ettik. En küçük sorumsuzluğun bile bu mesleği kaybetmene neden olur, bunu benden daha iyi biliyorsun."
Kurulan cümle daha bitmeden bakışlarım Efser'e dönmüştü. Efser'de bana döndüğünde yine hiçbir duygu barındırmayan gözleriyle yüzümü inceledi. Yüz ifademde ne gördü bilmiyorum ama ilk defa bakışlarını önce kaçıran o oldu. Ben ise yan profiline şaşkınca ve gizleyemediğim bir kırgınlıkla bakıyordum. İçime derin bir nefes çektim, niye bu kadar şaşırdığımı nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Ancak Efser'in böyle önemsiz bir konuda neden yalan söylediğini anlamamak, benliğimi çıkmaza sürüklüyordu. Onunla ilgili olan tüm düşüncelerim bir anda durakmışlardı.
"Mesleğimi tehlikeye atmam amca, ufak bir işti hallettik bitti." Bakışları düz, sesi netti. Ancak onunda kaşları çatılmıştı, bakışlarımı yüzünden ayırdım.
Salih amca yerinden yavaş hareketlerle kalktığında gitmeye karar verdiğini anlamıştım, o kalkar kalkmaz Efser de oturduğu yerden kalktı.
"Efser, sen benim oğlumsun. Kardeşlerinin ve senin her adımını bilmek benim de hakkım. Bu yüzden ister kız, ister nefret et inan bana umrumda değil. İlgilendiğim tek şey güvenliğiniz." Eli Efser'in omzundaydı, canını acıtmayacak bir hafiflikte sıkıydı parmakları.
Kardeşlerin demişti değil mi, yani gerçekten kardeşler miydi? Oturduğum yerden onları izlemeye devam ederken içeriye Ülkü ve Ekin girdi, sırasıyla ikisinin de yüzünde oyalandı bakışlarım. Hiçbiri fiziksel olarak birbirlerine benzemiyorlardı ancak huyları konusunda aynı şeyi söyleyemezdim. Bu yüzden kendi başıma sorunun cevabını bulamıyordum.
"Baba." Ekin'in sesi neşeli çıkmıştı. Ancak Salih amca ona ters bir bakış attığında sesi içine kaçmış bir şekilde. "Hoş geldin." diye ekledi. Ülkü de aynı şekilde "Hoş geldin baba." diye selamını vermişti. Salih amca onu da kafasıyla selamladı.
"Bugün yine ortalığı karıştırmışsınız." Sesi de bakışları gibi sertti, Ekin gözlerini kaçırıp ellerini ensesine götürdü. Bu hareketiyle gözüme ufak, haylaz bir çocuk gibi görünmüştü. Babasına mahçup olan bir çocuk.
"Baba, inan bana tehlikeli bir şey yapmadık." Salih amca koltukta duran yastığı alıp Ekin'in kafasına fırlattı.
"Sus kerata. Senin için olaylar ne zaman tehlikeli oldu ki zaten, ikinizde bu olayların içinde olmaktan hiç sıkılmadınız." Bunu derken gözleri Efser ve Ekin'in arasında mekik dokumuştu.
Film izler gibi onları izlerken aniden kucağıma atlayan kedimle birlikte irkildim ve dikkatim dağıldı. Kedimi görmek derince tebessüm etmeme neden oldu. Hafif hareketlerle sırtını okşamaya başladım, beni özlemiş olacak ki sırnaşmaya ve mırıldanmaya başladı. Dayanamayarak kafasına sert bir öpücük kondurdum, ortamdan iyice soyutlanmıştım.
Ortam bir süre sessiz kaldı, anlamayarak kafamı kaldırıp onlara baktım. Aralarında benim anlamadığım bir bakışma geçti, bu durum kaşlarımın çatılmasına neden olmuştu ancak dikkatimi tekrar kesime yönelttim.
"Ben gideyim artık çocuklar, siz de kendinize dikkat edin." O kapıya yönelmiş diğerleri de arkasından ona eşlik ediyorlardı. Dış kapının dış mandalı tabiri ile oturduğum yerden onları izlemeye devam ettim, yabancılık çektiğim anlardan birisiydi.
"Akın'a ne diyeceğinizi de iyi düşünün."
Salih amca son sözünü de söyledikten sonra kapıdan çıkmıştı. Dış görünüş olarak Ekin'e benzetmiş olsam da, huy olarak daha çok Efser'e benziyordu. Bu düşüncem beni birkaç saniye durdurdu, çünkü Efser ve Ekin'in huyları da yeterince aynıydı. Bunu ikisi her yan yana geldiğinde fark edebiliyordum.
Beni yoran düşüncelerime ara verdim, yorgundum ve uyumak istiyordum. Yorgunluğumu belli eden yavaş hareketlerle oturduğum yerden kalkıp direkt merdivenlere doğru yöneldim. Açıkçası içimde bir yerlerde fazlasıyla kızgın ve kırgın bir yerde vardı, bunun nedeninin pekala farkındaydım ancak üstüne düşmek istemiyordum. Çünkü düşünmeme gereken tek konuda bu değildi, eğer zihnimin kapılarını ufacık bile aralarsam o ufak delikten onlarca düşünce zihnimde kargaşaya neden olacak ve beni sabaha kadar uyutmayacaklardı. Bu yüzden hep yaptığım ve yapmaktan da hiçbir zaman pişman olmadığım şeyi tekrar yaptım, tüm sorunları rafa kaldırıp erteledim.
"Yemek yemeyecek misin?" Efser'in arkamdan gelen sesiyle adımlarım merdivende durmuştu. Kırgın bakışlarımı gizleyerek boş bakışlarım ile yüzüne döndüm, sesim beklediğimden daha sakin bir tondaydı.
"Yorgunum Efser, uyuyacağım."
Efser kafasını sola yatırıp bana baktı, gözlerinde saklayamadığı bir yorgunluk vardı.
"Serin sabahtan beri bir şey yemedik, gel yiyelim ondan sonra uyuyabilirsin." Sesi fazla sakindi.
Bir süre sessiz kaldım, gerçekten açtım ancak şu an tek istediğim uyumaktı. Ancak Efser buna izin vermedi, ısrarı devam ettiğinde ona daha fazla direnememiştim."Elimi yüzümü yıkayıp geleceğim." Demiş tekrar merdivenlere yönelmiştim ama Efser'in sesiyle adımlarım tekrar havada kaldı.
"Serin!"
"Efendim?" Bakışlarım tekrar ona döndü, ona ilk defa bu açıdan, üstten baktığımı fark ettim.
"Amacım sana yalan söylemek değildi, sadece mesleğimi bilmenin önemsiz olacağını düşündüm."
"Önemli değildi zaten." Boş sesim umursamazdı, cevabını beklemeden tekrar yukarı doğru adımladım.
Mesleğini söylememe nedenini umursamayı bir kenara bırakma kararı aldım, o sadece bir yabancıydı. İstediğini söyleyebilir beni ona inandırabilirdi, önemli olan benim ona karşı mesafemi korumayı unutmamamdı. Yine de derinlerimde bir ses 'önemliydi' diye nırıldanıyordu. Ancak o sesi bastırmayı başardım çünkü hissediyordum bu bana karşı söylenen ilk yalan ya da ilk gizlenen bilgi değildi. Bu yüzden tek yapmam gereken mesafemi korumak diye tekrarladım kendi kendimi, evet doğru olan buydu.
Banyo da işlerimi hallettikten sonra tekrar aşağı kata indim,Lilyım ise kaldığımız odaya girmişti.
Mutfağa indiğimde her zamanki gibi birlikte yemek hazırladıklarını gördüm, yanlarına geçtim ve boşta kalan görevleri üstlenerek onlara yardımcı olmaya çalıştım. Kısa sürede sofraya oturmuş, sessizce yemeğe başlamıştık.
"Bir iki güne Akın'lar gelecekmiş." Duyduğum isim kaşlarımı çatmama neden oldu, bugünlerde hep ismini duyar olmuştum.
"Konuştum ben Akın'la en az üç-dört günlük bir işi olduğunu söyledi." Ekin kafasını kaldırıp Efser'e kısa bir bakış attı.
"Yüz yüze söylemek mi doğru olacak yoksa telefondan söylemek mi bilmiyorum." Efser'in sesi sıkıntılıydı. Kaşlarım kendi kendine çatılırken önümdeki yemekle oynamaya başladım. Neyi söyleyeceklerdi de bu kadar sıkıntılılardı? Benim yanımda bu denli şifreli konuşuyor olmalı can sıkıcıydı ancak kendimi onlara bu konularda soru sorabilecek kadar yakın hissetmiyordum.
"Bilmiyorum Efser ama sıkma canını, düzgünce anlattırsak anlayacaktır ki anlamak zorunda ayrıca bu durum geçici bir süre devam edecek."
Efser onu sadece kafasıyla onayladı, muhabbetin devamı günlük konuşmalarla devam etti.
Yemekten sonra hızlıca duşa girip çıkmış, şimdi ise ıslak saçlarımla birlikte kendimi yatağa bırakmıştım. Islak saçlarım yüzüme yapıştığında onları geriye itekledim, saç kurutmama gibi kötü bir alışkanlığım vardı. Yorgun gözlerim tavana çevirdim ertelediğim tüm düşünceler, doğru vaktin bu zaman olduğunu düşünerek zihnime doluşmaya başladılar. Ancak bir sıkıntı vardı o da üzerimdeki yorgunluğu atıp, zihnime odaklanamıyor oluşumdu. İçimde son zamanlarda doğru hareket edip, doğru düşünmediğimi söyleyen bir ses vardı. Eğer düzgünce düşünebilseydim şu an burada olmamın çok aptalca bir karar olduğunu fark edebilirdim. Bir şekilde bazı parçaları birleştirmem, bazı gerçekleri hatırlamam lazımdı. Ama korktuğumdan mı bilinmez, gerçeklerden kaçıyordum. Zihnimi rahatlatmak ve benliğim hakkındaki boş yapboz parçalarını kendi elimle bulup, olması gereken yerlere yerleştirmeliydim. Bunun içinde olabildiğince stresten ve kaostan uzak durmalıydım ancak bu insanların içindeyken bu iki etkenden uzak kalmam mümkün olmuyordu.
Aklıma annem geldiğinde boş bakışlarımı tavandan ayırıp telefonuma yönelttim. Anneme, depoya gitmeden önce mesaj atmış onu akşam arayacağımı söylemiştim ancak şu an saat gece yarısını geçiyordu, annem çoktan uyumuş olmalıydı. Sabah görüp endişelenmemesi için ona yeni bir mesaj daha attım.
"Uyuya kalmışım anne bu yüzden arayamadım seni. Sabah uyanınca ilk iş olarak seni arayacağım, endişlenme. Seni seviyorum."
Ertesi gün pazar günü olmasının verdiği rahatlık ile çok uzun bir süre uyumuştum, kimse de beni uyandırmamıştı. Ancak Lilyum daha fazla açlığa dayanamayacak olacak ki beni küçük bir boğma girişiminde bulunarak uyandırmıştı. Bu boğma girişimi suratımın tam ortasına yatmasıyla gerçekleşiyordu ve ben uyanana kadar bu şekilde yatmaya devam ediyordu.
Uyandığımda birkaç dakika yatağımın üstünde boş boş oturdum, komedinin üzerinde duran ağrı kesiciyi fazla düşünmeden alıp içtim. Artık günlük rutinimin bir parçası olan kedi mamasını ve suyunu koyma işini de hallettim. O yemeğini yerken, bende banyoya girip kısa sürede işlerimi halledip geri çıkmış, kendimi tekrar odama kapatmıştım.
Ancak kısa bir süre sonra hem sıkıldığım hem de açıktığın için ne yapacağımı bilemeyerek etrafta gezinmeye başladım. Odadaki tabloları, eşyaları inceledim hatta balkona çıkıp biraz temiz hava bile aldım. Hava çok güzeldi, bu durum anlık olarak dışarı çıkma isteğimin oluşmasına neden oldu. Ve bu düşüncemi mantıklı bularak, kısa süre içerisinde dışarı çıkmaya karar verdim.
Kedimin çantasından tasma ipini almış Lili'yi yanıma çağırmıştım. Küçücük kuyruğunu sallayarak hızla yanıma gelmişti, elimdeki tasmadan ötürü dışarıya çıkacağımızı anlamış olmalıydı. Tasmasını boynundan geçirdim ve onu taşımak için özel sırt çantasınıda sırtıma taktığımda artık hazırdık, kedimi kucağıma alıp odadan çıktım. Kuyruğunu mutlulukla sağa sola sallamaya devam ediyordu, uzun süredir dışarı çıkmıyordu. Ancak Lili bir sokak kedisiydi ve bu yüzden sık sık sokağı özlüyordu. Tıpkı küçük bir sokak çocuğu gibi ama sokaklara ne kadar özlem duysa bile eminim sokakta yaşamaya devam etmek istemezdi, Lili'nin başını hafifçe okşadım. Sokakta yaşamak istese bile bu saatten sonra asla izin veremezdim.
Evden çıkmadan önce mutfağa ve salona göz atmıştım ancak ortalıkta kimse yoktu, bu yüzden kimseyede haber verme gereği duymayarak evden çıkmıştım. Zaten eve yakın yerlerde dolaşacaktım, bir sorun çıkması durumunda kolay ulaşılabilir noktalarda olacaktım.
Kedim minik adımlarla önümde yürürken kendisi gibi minicik olan kuyruğunu da sallamayı ihmal etmiyordu. Onun bu haline gülümsemeden edemedim, hayatımdaki en doğru kararlardan biriydi Lili'yi yanıma almak. Çok kısa bir sürede hayatımın en değerlileri arasına hızlı bir giriş yapmıştı.
Telefonumun saatine baktım, annem uyanmış olmalıydı. Numarasını tuşladım ve yol boyunca onunla konuşmaya başladım. Ses tonunun iyi geliyor olması içime su serpmiş, son zamanlarda kaybolan neşemi bir nebze de olsa yerine getirmişti. Ancak konuşma boyunca sık sık konuşamadığımızdan yakınmış, bana küçük uyarılarda bulunmuştu. Rutin konuşmamızı tamamladıktan sonra telefonu kapatmıştım.
Bir süre daha boş boş yürüdükten sonra küçük tatlı bir pastane gördüğümde adımlarımı oraya yönelttim, açıkçası fazlasıyla acıkmıştım.
Pastanede biz dışında kimse yoktu, bu yüzden boş olan masalardan birisine kedimi de kucağıma alarak oturdum. Sipariş vermiştim ve siparişi beklerken kedimin tasmasını kontrol ediyordum. Tek başına çalışan genç bir çocuk siparişlerimi masaya yerleştirirken tatlı bir ses tonuyla konuştu.
"Kediniz çok tatlı."Cümlesiyle gülümsedim.
"Teşekkür ederiz." Kedim ve kendim adına konuştuğumda oda gülümsedi.
"Adı ne acaba?" Bakışları kedimin üzerinde sevecen bir tavırla geziniyordu.
Hafifçe tebessüm ederken, onu bekletmeden cevapladım. "Lilyum."
Kaşları hafifçe yukarı kalktı. "Çiçek yani, ona yakışmış."
Bunu bilmesiyle benim de kaşlarım sevinçle yukarı kalktı, yüzümde sıcak bir gülümseme vardı.
"Evet."
"Buralarda yeni misiniz?" Saygısını bozmadan konuşmaya devam ediyordu, bu durum onunla sohbet etmeye devam etmek istememe neden olmuştu. Laubali olmayan tavırları sempatik ve saygılıydı.
"Evet ancak kısa bir süreliğine buradayım."
Bundan sonra sohbet bir süre daha devam etmişti, bakışlarım kolumdaki saate gitti gördüğüm saatle kaşlarım çatıldı, uzun süredir buradaydım. Adının Kerem olduğunu öğrendiğim genç çocukla vedalaşarak kafeden çıktım. Niyetinin kötü olmadığını, o küçük pastanede sıkıldığını ve arkadaş edinmeye çalıştığını fark etmiştim. Bu sakin semtte arkadaşının olmaması şaşırılacak bir durum değildi açıkçası.
Adımlarımı bu sefer eve doğru yönelttim, Lilyum ise tuvalet ihtiyacını gidermek için çimlere yöneldi. O işini hallettikten sonra tekrar yürümeye başladık eve gidince patilerini yıkayacaktım ama eminim bu küçük bir vahşete neden olacaktı. Lili yorulmuş olacak ki yürüdüğü esnada bir anda durdu ve sokağın ortasına hiç düşünmeden oturdu. Onun bu haline gülmeden edemedim, büyük bir zevkle onu kucağıma aldım ve kafasına derin bir öpücük kondurdum.
Bu esnada sert bir el kolumdan tutup beni kendisine doğru çektiğinde irkilerek kolumu kendime doğru çektim. Gözlerim korkuyla açılmış, sesim içine kaçmıştı ve belki de ilk defa bu kadar açık bir korkuyla karşımdakinin yüzüne bakmıştım.
"Benim, sakin ol." Efser'in sesiyle bakışlarımdaki korku değişmemişti, sakinleşmeye çalışarak birkaç derin nefes aldım.
"Niye böyle sessiz sessiz geliyorsun?" Sesim titrek çıkmıştı.
Sinirden gözlerim dolmuş olabilirdi, genellikle başıma gelen bir durumdu. Bu aralar iyice hassas olmuştum zaten. Cevap vermesini beklemeden kolumu sert elinden kurtardım, arkamı dönüp yürümeye devam ederken gözlerimdeki ifadeyi görmesini istemeyerek bakışlarından kaçmaya çalıştım.
"Sana seslendim ancak duymadın Serin." Eli tekrar koluma dokundu, hızımı yavaşlattım.
"Kolumu bırak Efser." Sert sesime karşılık Efser'in de kaşları çatıldı.
"Tamam bıraktım, sakin ol şimdi." Bakışlarını yüzümden ayırmıyordu. "Neden çıkarken haber vermedin?" Ses tonu gergindi, benim sinirim ona da bulaşıyor olmalıydı.
"Etrafta yoktunuz." Net cevabımla birlikte kaşları çatılmıştı.
"Odama gelebilirdin." Söylediği sözle boş bakışlarım yüzünde dolaştı bakışımın nedenini anladığını düşünüyordum, en son odasına girdiğimde başıma gelenleri en iyi o biliyordu.
"İstemedim." Soğuk sesime karşılık Efser kafasını sol tarafa yatırıp bana kısa bir bakış attı. Büyük ihtimalle değişen tavrımın farkundaydı. Onu geride bırakara yürümeye başladığımda o da ellerini cebine atmış ve yavaş adımlarla yanımda yürümeye başlamıştı, güneş sol profilinden yüzüne yansıyordu.
"Pastanedeki çocukla iyi anlaştınız sanırım." Cümlesiyle adımlarım olduğu yerde durdu, şaşkın bakışlarım ona döndü.
"Ne?"
Boş bakışları yüzümü taradı. "Pastanedeki küpeliyle iyi anlaştınız sanırım dedim." Hiçbir duygu barındırmayan sesiyle cümlesini tekrar etti.
"Beni ne zamandan beri takip ediyordun Efser?" Şaşkınlığımı gizleyemedim, onun varlığını fark etmemek gerilmeme neden oldu.
Omuzlarını silkti, umursamaz bir şekilde konuştu. "Uzun süredir." Duraksadı ve cümlesine devam etti. "Yani evden çıktığından beri." Bakışları üstümdeydi, tepki vermemeye çalıştım.
"Şaka gibisin."
"Öyleyim."
Sinirle gözlerimi yumdum ancak konuşmayı uzatmama kararı almıştım.
Kucağımdaki kedim ise her yerde uyuyabilme performansını kanıtlarcasına yine mayışmış, olduğu yerde uyuya kalmıştı. Sakin adımlarla yürümeye devam ederken, ayağımın altına gelen taşlara vurarak ilerlemeye devam ediyordu. Bu sessizliği bozan yine Efser oldu.
"Akşam bulunmamız gereken bir mekan var." Bakışlarının üstümde olduğunu biliyordum ancak ona bakmadım ne demek istediğini anlayarak anında cevap verdim.
"Gelmek istemiyorum." Sesim umursamazdı.
"Serin, sorun ne?" Sorusuyla kaşlarım çatıldı ona döndüm.
"Sence sorun ne Efser?" Bakışlarını yüzümden ayırmadan o da kaşlarını çattı, bu iyice sinirlenmeme neden oldu. Hakkı olmamasına rağmen sinirlenebiliyordu.
"Akşam bizimle gel Serin, orada bir iş görüşmem var. Seni evde tek bırakamayız." Ses tonu sertti, yine kendi istediğinin olmasını bekliyordu.
"Ben ne zaman kendi evime gidebileceğim?" Ani ve alakasız sorumla birlikte Efser kafasını her zamanki gibi sola yatırdı, dudağının tek tarafı alaycı bir şekilde yukarı kaydı.
"En kısa zamanda." İşte şimdi gerçekten sinirlenmişti, gerçek Efser buydu.
Gerçekten senden nefret ediyor dedi iç sesim. Ve evet ona katılıyordum, kesinlikle bana karşı en ufak bir tahammülü yoktu.
"Eve gitmek istiyorum Efser, çok yoruldum." Onunla inatlaşmak yerine içimden gelenleri söyledim alaycı bakışları gözlerinden kayboldu ancak yerini sert bakışlara bırakmıştı. Gözlerini üstümden çekti ve önümüzdeki yola döndü. Bir süre yan profilini izledikten sonra bende önüme döndüm.
"Biraz daha sabret, benden kurtulmana izin vereceğim."
Ona cevap vermedim çünkü ne cevap verilir bilmiyordum. Birlikte kısa bir süre daha hiç konuşmadan eve kadar yürüdük. Efser zile basmak için elini kaldığında Ülkü kapıyı açmıştı bile, kısa bir selamlaşma faslından sonra içeri girdim. Kendimi direkt odama atmak amacıyla adımlarımı merdivene yönelttim ancak Ülkü'nün arkamdan gelen sesi merdivenin başında durmama neden oldu.
"Serin," Bakışlarım Ülkü'ye döndü. "Efser söyledi mi sana bilmiyorum ama akşam gitmemiz gereken bir yer var, sen de gelir misin?" Gözlerim bir süre daha Ülkü'nün üzerinde oyalandı, sakin ama sıcak duran bakışları derin bir nefes almama neden oldu. Ona 'hayır' cevabını vermekten zorlanmıştım.
"Peki." Ağzımdan çıkan sessiz sözcük aslında vermek istediğim cevap değildi. Ama red edememiştim, bu evde en azından birisiyle aramın iyi olması istiyordum. Ve geldiğimden beri bana en sakin tavırlarla yaklaşan kişi Ülkü olmuştu, bu yüzden ona 'hayır' diyememem bir noktada anlaşılırdı. Cevabıma karşılık Ülkü çok hafifçe gülümsemiş 'sevindim' diye mırıldanmıştı. O mutfağa geçtiğinde bakışlarım bir süre arkasında oyalandı, tekrar önüme dönmeden önce Efser'le göz göze geldik başından beri beni izlediğini şimdi geç fark etmiştim. Bakışlarımı ondan hızlıca çektim ve büyük adımlarla birlikte odama girdim.
Tuhaf bir şekilde onlarda uzak durmaya çalıştıkça onlara ve olaylarına daha çok çekildiğimi hissediyordum. Ve artık okyanusun dibindeki kumlara sadece ayaklarım değil, bacaklarımda batmış gibi hissediyordum. Sanki tüm bu olayların ve insanların içerisinden sıyrılıp çıkamayacakmışım gibi kalbimi sıkıştıracak kadar adını koyamadığım bir his tarafından sürükleniyordum. Ancak okyanusun dibine doğru olan bu sürüklemiş beni arafta hissettiyordu çok kötü ya da çok iyi hissetmiyordum. Ama sorun da buydu işte boğulmak kötü hissettirmeliydi doğru olan buydu. Ancak ben neden boğulmaktan şikayetçi değildim?Aklıma dolan ani düşünce ile bakışlarım boşlukta oyalandı, onlara alışıyordum. Bu saklanamaz bir gerçekti ve bu alışkanlığın yarattığı sonuçları göz ardı edebiliyordum. Sıkıntıyla nefes verdim, alışmaya başlamak saçmaydı. Ama yalnız bir insan olduğum içindir belki, emin olamıyorum, diğer insanlara göre daha çabuk alışmıştım yeni yüzlere. Ancak tuhaf olan önceden de yalnız olmama rağmen, kendimi bir gruba ya da yere ait hissetmekte hep zorlanırdım. Ama bu insanların içerisinde kendime alışkanlık edinebileceğim bir nokta bulmuştum, bu durumun tuhaflığı zihnimi kurcalamaya devam etti.
Yatağımda boş boş uzanırkan telefonumdan gelen bildirim sesiyle dikkatimi o yöne çekildi, Cihangir abi birkaç saat önce mesaj atmıştı ancak cevap vermeyi unuttuğum için yeni bir mesaj daha atmıştı. Bu sefer unutmadan aceleyle cevapladım mesajını, birkaç gündür birbirimizden haber alamıyorduk. Bu yüzden sohbet genel olarak günlük konuşma üzerinde ilerlemişti.
Kapım tıklandığında bakışlarımı telefondan çekip kapıya yönelttim. "Gelebilirsin."
Gelen Ülkü'ydü. Yarım saat sonra evden çıkacağımızı bu yüzden hazırlanmaya başlamam gerektiğini söylemişti. Spor bir mekan olduğunu ve rahat takılabileceğimi de eklemişti.
Kombini seçerken spor bir yerde Efser'in ne tür bir iş görüşmesi yapacağını düşünüyordum, Savcı değil miydi? Daha klasik yerlerde görüşmeler yapmadı gerekmiyor muydu?
Elime gelen siyah günlük bir elbisede karar kıldığımda ona uygun birkaç takıda taktım. Yanımda getirdiğimiz makyaj malzemeleriyle günlük bir makyaj yapmış, siyah saçlarımı kendi dalgasında bırakmıştım. Vücudumu saran siyah elbiseye bakarken içim yine rahatsız bir hisle kasıldı, tanımadığım birisinin kıyafetlerini kullanıyordum. Burada kalmaya devam edeceksen daha fazla eşyamı evimden getirmem gerektiğine karar verdim.
Kapım tıklandığında bakışlarımı aynadan çekip kapıya yönelttim. "Girebilirsin." Gelen yine Ülkü'ydü. Bakışlarım üzerinde dolaştı, siyah bir şort etek üstüne ise açık renkte bir bluz giymişti. Kahverengi saçlarını sıkı bir topuz yapmıştı, Ülkü gerçekten çok güzel bir kadındı.
"Hazır mısın diye bakmaya geldim ve görüyorum ki hazırsın."
"Evet, geliyorum." Bakışları yüzümde dolaştı gözlerinde kararsız bir ifade vardı, en sonunda konuştu.
"Çok güzel gözüküyorsun." Samimi sesi içten bir tebessüm etmeme neden oldu.
"Sen de öyle, çok hoş gözüküyorsun."
Yüzüne benimkisine benzer tebessüm yayıldı ancak gözlerinde hâlâ kararsız bir ifade yerini koruyordu. Benimle yakın olmak isteyip istemediğini kendisinin de anlamadığını düşündüm, belki de sadece bana benzeyen bir yanı vardı. Çünkü bir bakıma bende böyleydim, insanlarla çabucak yakın olmamı engelleyen hiç sevmediğim soğuk bir yanım.
Kısa bir süre sonra salona inmiştik, Efser ve Ekin kapının hemen önünde sohbet ediyorlardı. Biz geldiğimizde sohbetlerini yarıda kestiler ve kısa bir süre bakışları üstümüzde dolaştı. Rahatsız edicilikten çok uzak bakışları kendimi rahat hissetmeme neden oluyordu, ben de onları inceledim. İkisi de siyah kot ve koyu renk tişört kombiniyle oldukça spor duruyorlardı. Ellerinde tuttukları deri ceket ise bana bahsettikleri iş görüşmesinin ciddi bir görüşme olmadığını hissettirdi. Kısa süren sessizliği bozan Efser oldu.
"Çıkalım."
Bu sefer yolculuğumuzu motorsikletlerle değil arabayla yapıyorduk, açıkçası bu rahatlamama neden olmuştu. Bakışlarım kısaca yüzlerinde gezindi, ilk defa yüzlerini kaplayan o siyah maskeler olmadan onlarla dışarı çıkmış olmak tuhaf hissettirdi. Bazen o maskeleri neden taktıklarını sorguladığım ama sonucunda kendi yargılamarıma vardığım zamanlar oluyordu. En basit düşünce de maskeyi kimliklerini gizlemek için kullandıklarıydı ki zaten en mantıklı nedende buydu. Sonuçta içlerinden birisi savcıydı ve bir savcının adeleti kendi yöntemiyle arıyor olması onun mesleğine veda etmesi demek olurdu. İşte Efser'in gizlediği de buydu, mesleği için temiz bir geçmişe ve geleceğe ihtiyacı vardı. Onunla ilk gördüğümde bile maskesiyle görmüştüm, işine değer verdiğini anlamak bu yüzden kolaydı. Ancak şaşırmadan edemiyordum, adaleti sağlamak için o koltuğa oturan birisi neden sokaklarda kovalamaca peşinde olurdu ki?
Kısa süren bir yolculuğun ardından büyük bir mekanın önünde durmuştuk. Kafamı kaldırıp mekana baktım, etrafında tek tük büyük mekanların olduğu sakin bir yerdeydi. Kafamı biraz daha kaldırıp mekanın isminin yazılı olduğu yere baktım, İNCİ mekanın isminde bakışlarım asılı kaldı. Kulağım uğursuz bir sesle uğuldamaya başladı ve kısa bir süre sonra etrafımdaki diğer tüm seslerin sustuğunu hissettim. Elim, bir anda bıçak saplanmış gibi ağrımaya başlayan başıma otomatik olarak gitmişti. Gözlerim, ismin üzerinde defalarca kez döndü ve zihnim o ismi anlamsız bir şekilde tekrar etmeye başladı. İnci. Zihnimdeki sesi susturmaya çalıştım ancak bir şey buna izin vermedi, bakışlarım anlamsız şekilde bulanıklaştı.
"Serin!"
Omzumdan kavrayan bir el beni hafifçe sarstı, canımın acıtacak kadar sert olan baskıyla irkilerek bakışlarımı karşımda ki kişiye çevirdim. Efser çatık kaşlarıyla bana bakıyordu, Ekin ve Ülkü ise birkaç adım ötede durmuş bizi izliyorlardı.
"Seslendim ama tepki vermedin. İyi misin sen?" Ses tonundan ne hissettiğini anlamıyordum ancak çatılı kaşları bir şeylerin yolunda gitmediğini belli ediyordu.
Elimi başımdan hafifçe çekerken daldığım bir rüyadan uyanmış gibi sersemlemiştim. "Evet." Diye mırıldandım, sesim beklediğimden daha güçsüzdü. "Evet, iyiyim."
Efser çatık kaşlarının altından bir süre daha bana baktı, gözlerini birkaç saniye yumup geri açtığında 'peki' diye mırıldandı. "İçeriye girelim."
Önden ilerlemeye başladığında boş bakışlarım bir süre sırtında oyalandı, başımı son kez kaldırıp yazılan isme baktığımda içime derin bir nefes çekip Efser'i takip etmeye başladım. Mekanın önünde duran korumalar onları kafaları ile selamladılar, Efser'lerde aynı şekilde karşılık verdi ve içeriye doğru ilerlemeye başladılar bende sessiz adımlarla onları takip etmeye devam ettim.
İçeri girdiğimizde yüksek bir ses bizi karşılamıştı, bakışlarımı etraftaki insan kalabalığında ve mekanda gezdirdim. Ortam basık değildi ama karanlık bir temaya sahipti. Sanki aydınlatmalar bilerek bu şekilde yerleştirilmiş gibi, bazı kısımlara en ufak ışık vurmuyordu bile. Bir mimar olarak bu beni rahatsız etti, sanki her an ışıklandırmaları arttırmaları için onlarla ciddi bir konuşma yapabilirmişim gibi hissettim. Ancak bu saçma fikri hiç düşünmemişim gibi davranarak yoluma devam ettim. Kalabağın içerisinden merdivenlere yönelmiştik, üst loncaya geçmiştik. Mekan dışarıdan belli olmayacak kadar büyüktü ve kaliteli dizayn edilmişti. Mekan fazlasıyla kalabalık olsa da çok bunaltıcı bir havası yoktu, insanlar sakince dans ediyor bazıları ise sadece oturup içeceklerini yudumluyorlardı.
Üst kata geldiğimizde Efser ışığın etrafı aydınlatmada yeterli olmadığı bir kısma geçip oturmuş, diğerleri de yanına yayılmıştı. Bende ayakta fazla kalmamaya karar vererek Ülkü'nün yanında boş kalan kısma geçip oturdum, bakışlarım hâlâ daha etrafta geziniyordu. Böyle yerlerin bana pekte hitap etmediğini düşünmeden edemedim, ses ve görüntü kirliliği bir süre sonra başımı ağrıtmaya başlayacaktı ancak bu sefer bunları görmezden geldim. Zaten aklım mekanın içinde değildi, mekanın isminde takılı kalmış gibiydi.
"Hoşgeldiniz abi." Gelen sesle kafamı o yöne çevirdim. Bu simayı bir yerden hatırladığımda bakışlarımı çocuğun üstünden çekmedim, çatık kaşlarımla birlikte onu izlemeye devam ettim.
"Hoşbulduk koçum." Efser'in sesiyle bakışlarım ona kaydı, karanlıktan dolayı onu net göremiyordum. "Bize her zamankinden getir." Bu sırada kafasını bana çevirdi. "Serin alkol kullanmı..." Anında sustu, cümlesinin devamını getirmedi. Ne söylediğini anlamayarak ona baktığımda birkaç saniyenin ardından kendini toparlamış olacak ki konuştu.
"Serin alkol kullanıyor musun?" Sorusuyla kafamı yavaşça iki yana salladım. "Pek tercih etmiyorum." Birkaç defa denemiştim ancak her seferinde tadını beğenmediğimi düşündüğüm için birkaç yudumdan ilerisine gidememiştim.
"Serin'e de alkolsüz kokteyl getir Ali, tatlı olsun." Efser'in benim için verdiği sipariş hafifçe kaşlarımı çatmama neden oldu ama tepki vermedim. Ayrıca Ali'nin kim olduğunu hatırlamıştım, Efser'le ilk karşılaştığımız gün Ekin'in yanında gelen çocuktu.
İçecekler gelmişti, üçü birlikte bir iş hakkında konuşmaya başlamışlardı. Anlamadığım konular hakkında konuşmaları dikkatimin onlardan çekilip etrafa yönelmesine neden oluyordu. Elimdeki içecekten bir yudum aldım, dalgın gözlerimi sıra sıra herkesin üstünde gezdiriyordum. Bunu yaparken rahattım çünkü bulunduğum yerden ötürü ben onları görebilsem bile onlar beni göremiyordu.
Bu düşüncemin hemen ardından karanlığın içerisindeki bir çift gözle bakışlarımız kesişti, beni görebildiğini fark ettiğimde kaşlarım hafifçe çatıldı. Ancak karşımdaki gözlerin sahibi bakışlarını yüzümden çekmedi, rahatsız olarak bakışlarını kaçıran ben oldum. Belki de adamın gözleri karanlığa daldı diye düşündüm, sonuçta sarhoşta olabilirdi. Bakışlarının hâlâ burada olduğunu hissetsem de oturuşumu bozmadan başka tarafları incelemeye başladım çünkü yanımda Efser'ler varken herhangi bir korku duymuyordum.
Birkaç dakikanın ardından Efser oturduğu yerden kalkmış, diğer bir karanlık alana yönelmişti. Anladığım kadarıyla iş için bir adamla görüşmeye gitmişti. Kısa bir süre sonra Ekin de kalkmış Efser'in ilerlediği yöne doğru gitmişti, bakışlarımı sırtından çektim.
"Sıkılmadın dimi?" Ülkü'nün sesiyle ona döndüm, sesini bana duyurabilmek için yüksek sesle konuşuyordu.
"Hayır sıkılmadım." Ben de aynı şekilde cevapladım, kendi sesim yüzümü buruşturmama neden oldu. Ülkü aramızdaki anlamsız mesafeyi kapatmak için bana doğru yaklaştı, bu şekilde daha rahat konuşabilirdik.
"Bana biraz ailenden, kendinden bahsetsene. Yanımızdasın ama seni çok az tanıyoruz." Bu dediğiyle hafifçe kaşlarım çatıldı, içimdeki ses bunu sormak için biraz geç kalıp kalmadıklarını sorguluyordu. Ayrıca benim hakkımda yeterince bilgilere olduğundan emindim çünkü bilgi kaynağına rahat ulaşabiliyorlardı. Ancak yine de ona duymak istediği cevabı verdim.
"Buraya gelmeden önce annemle Ankara'nın küçük bir ilçesinde yaşıyordum, babam ve..." birkaç saniye duraksadım, yutkunduktan sonra kardeşimi olayın içine katmadan konuştum. "Babam ben küçükken bir kazada vefat etti, bu yüzden ailemden sadece annem ve anneannem var." Dediklerimden sadece anneannem kısmı yalandı ancak o da kimliğimdeki soy ağacım sayesinde doğru bir bilgiydi ve bu bilginin gerçekliğine önemli bir devlet adamı olmadıkları sürece ulaşmaları mümkün değildi. Ülkü'nün gözleri uzun bir süre yüzümde oyalandı, bakışlarından ne düşündüğünü anlamıyordum ancak bana acımadığını biliyordum. Bu durum beni rahatlatıyordu, birinin acıma duygusunu hissetmek midemde kötü bir hissiyat bırakmanın ötesine geçmiyordu.
"Başın sağ olsun." Tek söylediği bu olmuştu ancak bakışlarını yüzümden çekmemişti.
Elimdeki içeceği masaya bıraktım, bazı şeyleri hatırlamak ağzımda acı bir tadın yayılmasına neden olmuştu Ülkü'ye lavaboya kadar gidip geleceğimi söyleyerek oturduğum yerden kalktım.
İnsanlara çarpmamaya özen göstererek lavobaya doğru gitmeye başladım, bakışlarım bir yandan da etraftada geziniyordu. Karanlığın içinde tanıdık bir çift gözle, Efser'le göz göze geldik. Ancak bakışlarını hızlıca benim üzerimden çekip karşısındaki adamla konuşmaya devam etti, ben de onu umursamayarak lavobaya doğru ilerledim.
Ellerimi soğuk suyun altında bir kaç kez avuşturdum ve yüzümdeki makyaja boş bir bakış attım, yüzümü yıkayamamanın huzursuzluğuyla kafamı tavana kaldırıp derin bir nefes bıraktım. Kadın olmak böyle zamanlarda bazen zorluyordu ama yine de makyaj yapmayı seviyordum. Bu yüzden modumu düşürmemeye karar verdim, ellerimle boynumu hafifçe ıslattıktan sonra lavobadan biraz olsa rahatlamış bir şekilde çıktım.
Çıkar çıkmaz bir el beni tutup karanlığa doğru çektiğinde bu harekete alışmış olmanın verdiği duygudan ötürü tepkisizdim. Ya da karşımdaki kişinin Efser olduğunu bilmem beni rahatlıyor da olabilirdi.
"Yine ne oluyor Ef..."
"Siktir, cidden o'sun." Tanımadığım bir ses duyduğumda bileğimi tutan sert elinden kurtulmak istercesine kolumu kendime doğru bütün gücümle çektim ve şaşırtıcı bir şekilde başarılı da olmuştum. Çatılan kaşlarım karşımdaki adamın üstündeydi, kalbim anlık bir korku ile attı.
"Kimsin sen?"
Adam sorum karşısında kaşlarını kaldırarak bana baktı. Karanlıkta yüzünü görmek zor olsada yüz hatlarını seçebiliyordum ve o daha önce gördüğüm birisi asla değildi. Evet hafızam kötüydü ama gördüğüm bir yüzü tamamen unutacak kadar değildi, en azından kazadan önce değildi.
"Dedikodular doğruymuş ha!"
Konuştuğu saçma sapan sözlere anlam veremedim, bana ne zaman yakınlaştığını bilmediğim bedenini geriye doğru ittim. Aklıma ilk gelen şey, Efser'le ilk tanıştığımda ölmesine neden olduğumuz adamdı. O ölen adamla ilişkisi olan birisi miydi? Kalbim korkuyla kasıldığında yüksek bir sesle, bağırcasına konuştum.
"Uzak dur benden."
Karşımdaki adam kafasını arkaya yatırıp sesli bir kahkaha attı, gür sesi boş koridorda yankılandı. Davranışları onun sarhoş olduğunu anlamama yetiyordu, yüzümü buruşturdum ve onu bir kez daha itekledim birkaç adım geriye sendelediğinde onu geride bırakarak geldiğim yöne doğru koşmaya başladım. Ellerim titremeye başlamıştı. Bu gibi insanlar nasıl olurda hep beni bu
lurdu?
Adamın söylediği son sözlerle birlikte adımlarım havada asılı kaldı ve kalbim tekrar korkuyla kasıldı.
"Şimdilik kaç Serin, sonra görüşeceğiz."
Evet, hazırda olan bölümlerin sonuna geldik bundan sonra bölümler bu kadar sık gelmeyecek maalesef. Ayrıca şu anlık küçük bir kitleyiz biliyorum ama lütfen arkadaşlarınıza da kitabı tavsiye etmeyi unutmayın, bir sonraki bölümde görüşmek üzere...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |