7. Bölüm

K1: Parazit (6)

yether
yether

BÖLÜM 6;

 

 

“Bi’ umut kalır göğsümde inancı bol.”

 

Eğer bir insanın zihniyle oynamak isterseniz içine önce şüphe ekersiniz. Ve her su istediğinde ona sadece belirsizlik verirdiniz. İhtimaller milyonları oynarken o kişiden geriye hiçbir şey kalmazdı. Her hareketine pranga misali “Acaba?” sorusu yerleşirdi.

Acaba hissettiklerim doğru mu?

Acaba doğru parçalar bende mi?

Acaba bana inanırlar mı?

Son soru Barlas’ın beyninde, her kıvrımında acımasızca dolaşıyordu. Şimdi gitse ve söylese Gurur onun arkasında durur muydu? Yoksa sonu onun gibi mi olurdu?

İnanmazdı. Konu Hilal ise Gurur çetedeki hiç kimseye inanmazdı.

Yolların bozuk olup olmamasını umursamadan gaza basıyordu. Her çukur arabanın altından büyük bir gürültü kopmasına neden oluyordu ama Barlas kafasının içindeki gürültüden dolayı her şeye sağırdı.

“Yeter!”

Arden’in sert sesi arabanın içinde yayıldı.

“Çek kenara!” dedi hiç beklemeden. Neye sinirlendiğini anlamıyordu Barlas’ın ve anlamadığı bir fırtınada sürüklenmek gibi bir niyeti yoktu.

Ani frenle durdurdu arabayı Barlas.

“Nasıl yapar?” Elleri bir an olsun direksiyondan ayrılmıyor hatta gittikçe daha çok sıkıyordu. Boynunda seğiren damarlar ise cabasıydı. “İhanet ediyor. Eminim.”

“Nasıl yapar?”

Aldığı derin nefesler sakinleşmesi içindi ama her nefes verişinde farklı bir küfrediyordu.

“Sanıyor ki hepimizi ayakta uyutabilecek. Göt lambası.”

Bir anda indi arabadan. Tabii hemen peşinden Arden’de indi.

“Ne olduğunu anlatacak mısın?”

Çatık kaşlarına ev sahipliği yapan sert çehresi Arden’e döndü. Gözleri kendi terazisinde bir şeyler tartarken çok sessizdi.

“Hilal, bir yıldır garip davranıyor. Şüpheli.” Elleri saçlarının içine daldı, hızlıca dolaştı.

“Sanki bizi birbirimize düşürmek ister gibi.”

Arden sustu. Kartal’dan öğrenmişti; eğer birisinden bir şey öğrenmek istiyorsan sus, sen sessiz kaldıkça o, o konu hakkında konuşmaya devam edecektir.

“Gurur’u zehirliyor. Sürekli ensesinde.” Her nefes bir cümle demekti.

“Karar mercii Gurur. Bu yüzden onu bizden alıyor.” Yere sabitlendi bakışları.

“Kızları da dolduruyor. Tabii ya.” Aydınlanması sesine yansıdı. Ve tekrarladı. Nasıl görmezdi? İnanacaklarını hiç düşünmemişti ondan gözünün önündeki parçalara hiç uzanmamıştı.

“Bana bunları neden anlatıyorsun? Sordum diye daha bir haftadır tanıdığın birine neden bunları anlatıyorsun?”

Arden’in sesi en az bakışları kadar sertti.

“Ne o, beni mi doldurmaya çalışıyorsun? Olay çıkartayım ve siktir edileyim diye.”

Barlas’ın ağzı birkaç kez açılıp kapandı sanki ne diyeceğini düşünüyordu.

“Beni dört yol kavşağında siksinler ki öyle bir şey düşünmüyorum.” Ellerini iki yana açtı. “Ben küfürsüz konuşamam. Böyle biriyim ben.”

Kıvrandığı şey buydu. Küfretmeden nasıl kendini anlatacağını düşünmüştü.

“Senin gibi şüphelenen biri var mı?”

“Şükrü var bir de Ozan. Asıl şüphelenmesi gereken kişi ise ayakta uyuyor.”

Başını salladı onaylarcasına. Barlas’ın bir anda içindeki şüphelerden bahsetmesi çok garipti ama şu an sorgulamak istemiyordu. Kaybedecek hiçbir şeyi yoktu. En fazla A-2 bölgesine sürgüne giderdi ve ölürdü.

Ne vardı ki bunda?

“Hiçbir şey öğrenmemiş gibi yapacaksın. Üçünüz hiç bu şüphelerinizden bahsettiniz mi?”

“Gurur’a mı?”

“Hayır. Birbirinize.”

İki yana salladı başını Barlas. Bu zamana kadar ipin ucundaydılar zaten eğer şüpheler masaya yatırılırsa tamamen çökeceklerini düşünmüşlerdi. Ondan mütevellit kimse bir şey dememişti.

“Harika.” Dedi Arden kinaye dolu sesiyle.

“İlk önce koalisyon oluşturacaksınız ardından da delil toplayacaksınız.”

Ekim aynın kuru rüzgarlarıyla rengi solan dudaklarını yaladı.

“Deliller çeteyle alakalı olduğu kadar Gurur’a karşı kullandıkları olmalı. Anlıyorsun dimi beni?”

“Anlıyorum.”

“Ve Barlas, eğer benim arkamdan iş çevirirsen her şey biter. Şu an sana yardım ediyor olmama gözümdeki şüpheli konumundan sıyrıldığın anlamına gelmiyor.”

Arden’in haklı olduğunu biliyordu Barlas. Birisi ona da güçlü bir şüphe tohumu verseydi aynısını düşünürdü. Ne derse ikna edilecek yanı yoktu ama kendini ifade etmesi gerektiğini düşündü.

“Sıkıştım.” Fısıltı gibiydi sesi Barlas’ın ama Arden’in omuzlarını indirmeye yetmişti. “Ben bu grup için iki insan feda ettim. Daha fazla kayıp veremem.”

Kararlılığı temsil eden gözleri Arden’in üzerindeydi.

“Sen bana güvenmiyor olabilirsin ama ben sana güvenmek istiyorum.” Omuzlarını silkti umursamazca. “Sana güvenmek benim problemim, seni ilgilendirmez.”

Daha bu sabah, birkaç saat önce bu çetenin hiçbir şeyine karışmayacağını söylemişti. İçine mi doğmuştu yoksa istemediği her şeyi üstüne mi çekiyordu bilmiyordu. Tek bildiği şu an yorgun hissetmesiydi.

“Dönelim.”

Arden’in arabaya binmesiyle Barlas’ta bindi ve arabanın motor sesi hariç ses çıkarmadan yola devam ettiler.

Bir haftada bir insanın hayatı ne kadar değişebilirse o kadar değişmişti. Benliğini korumaya kendi ideolojisiyle ilerlemeye çalışıyordu ama etkenler onu zorluyordu. Etliye sütlüye karışmazdı, kendi menfaatleri doğrultusunda karar alır, kimsenin emirlerine itaat etmez ve de seçim yapmazdı.

Bir haftada seçim yapmanın köşesinden dönmüş, çetelere karışmıştı, menfaatlerinin nereye kaybolduğunu bilmiyordu şimdi ise birilerini düşünmesi gerektiği ona dayatılıyordu.

İstenmediği ortamda söz hakkı var mıydı?

Yıllardır beraber olan insanların ilişkilerine karışma hakkı var mıydı?

Kendisi karışsa neydi karışmasa neydi?

Her iyi davrananın aklındaki şüpheleri gidermek mi zorundaydı?

Dik oturduğu koltukta geriye doğru yaslandı. Sonra atladığı kısmı fark etti.

Barlas ona yardım eder misin dememişti sadece paylaşmak istemişti. Bu kadardı. Fikir istememiş, sadece anlatmıştı. Arden kendisi Barlas’a sorup kendi kendine öneri sunmuştu.

Sözleri sert olsa da özür dilemeyi düşünmedi. Duvarlarını yıkılmaz göndermek için hiçbir şey demedi hatta.

Araba başladıkları noktaya geldiğinde Barlas yavaşladı. Gurur’un arabası hemen önlerinde park ediyordu. Yanına da Barlas yanaşıp park etti.

“Kendini sorumlu hissetmene gerek yok.” Dedi Barlas sessizliği bozarak.

Cevap beklemedi ve indi arabadan. Büyük adımları Gurur’un yanına ulaştığında Arden arabadan daha yeni inmişti.

Kafası bedenine göre çok ağırdı. Bıraksa kendini yere düşerdi.

“A-1, 12’ye biraz daha öncelik vermeliyiz. Durumları çok kötü.”

Gurur başını salladı. “İçeriye geçelim içeride konuşuruz.”

Barlas’ın omzuna kolunu atmış içeriye yürüyorlardı. Arden’de adımları her ne kadar geriye gitse de içeriye girdi.

“Nasıldı ilk devriyen?”

“Harika(!).”

Şükrü Arden’in kinayeli sesine sırıttı.

“Ben diyorum ki.” Mutfağa ne ara geçtiğini bilmediği Barlas, dolaptan yemeklerini çıkartıp ocağa koyarken konuşmaya dalmıştı. “Bu tırlardan bir tanesini direkt A-1, 12’ye götürelim. Temmuz’da bir şeyler almadıkları belli.”

“Çok riskli. Tırların içinde neyin ne kadar olduğunu bilmiyoruz. Bu ara çok sıkıntı çıkartıyorlar.”

“Ama Gurur, hiçbir şey yok ellerinde. Tek bir tır.”

İçindeki sıkıntı aldığı nefesle gidecekmiş gibi nefes aldı Gurur.

“Tüm tırı oraya veremeyiz, zaten elimizde 7 tır olacak. 32 bölgeye yetirmek zorundayız.”

“Her ne kadar oradakilere üzülsek de orayı sona bırakmak zorundayız Barlas. Her zaman duygularını işin içine katıyorsun. Zayıflık gösteremeyiz.”

Hilal’e karşı zaten sinirli olan Barlas sınırlarında hissediyordu.

“Onlarda insan Hilal. Senin vicdanın yok diye benimkini yok etmeye çalışamazsın.”

Barlas’ın sesindeki imayı Şükrü havada kaptı. Bakışları şüphe ve merak doluydu şu an.

“Barlas. Fikir paylaşıyoruz.” Gurur’un uyaran sesiyle Barlas burnundan verdiği nefesle güldü. Cevap verdiği sürece konunun uzayacağını bildiği için sessiz kaldı.

“Tırların içinde ne olduğunu bilmiyorsak buraya çekelim ve içinde ne var ne yok bakalım.”

Su içtiği bardağı tezgâha bırakan Arden’e döndü bütün ilgi.

“Her şeye de dahilsin.”

Hilal’in kendini bu kadar açık oynaması onun sonunu getirecek şeydi. Bu kadar açık oynamaya iten şeyse Gurur’a duyduğu güvendi.

Gözlerini devirdi Arden.

“Fikir belirtiyoruz Hilal.” Yemeklerini ısıtmış olan Barlas altlarını kapatmış kollarını göğsünde bağlayarak duruyordu.

O an emin oldu Şükrü, Barlas bir şeyler öğrenmişti. Bu tavırların altının boş olmadığını biliyordu.

“Kötü bir şey demedim. Neden sürekli benimle zıtlaştığını da anlamıyorum Barlas.” Hayal kırıklığı doluydu Hilal’in suratı. “Eğer kendimi kötü hissetmem için bunu yapıyorsan lütfen yapma.”

Barlas’a ilerledi cümlesi bitene kadar. Yüzündeki tatlı gülümsemesiyle Barlas’ın koluna dokundu.

“Biz bir aileyiz. Kendi aramızda fikir belirtiyor olmamız çok normal.”

Naif sesi, kibar davranışları Barlas’ın sinirlerini alttan alması Gurur’u gülümsetti. Çatlakların zamanla iyileşeceğine inancı artmıştı.

Omzunun arkasında kalan ikiliye bakmadan kendi kendine gülümsedi Arden. Anlık olarak konuyu unutturmuş olsa da insanlara Arden çenesini omzuna yaslayıp arkasındakilere döndü.

“Fikrimi açıklamaya izin var mı?” Bakışları direkt Hilal’deydi. Kaçmadığını, kanmadığını gösteriyordu.

“Tabii Arden. Açıklayabilirsin.”

Gurur’un kendini onaylamasını kabul etmedi. Hilal’den çekmediği gözleri ile tekrar sordu.

“İzin var mı?” Bu yaptığı Gurur’u lider olarak görmediğini belli ediyordu.

Hilal’in kaşları çatıldı önce ardından başıyla onay verdi.

“Eğer 7 tırın içinde ne olduğunu bilmiyorsak tırları yargının olduğu bölgeye çekebiliriz. Her çeteden birkaç gözcü davet eder tırların içerisinden bir şey çalmadan onları düzenlediğimizi gösteririz. Elinizde pikap varsa ilk olarak ona gerekli şeyleri yükler ve A-1, 12’ye götürürüz. Gerisi de gitmesi gereken yerlere gider.”

“7 tırı oraya koymak rakip çeteler içinde durmak çok riskli.” İlk itiraz Derya’dan geldi.

“7 tırı bir grup insandan koruyacak kadar adamınız yoksa neden 4 büyük çete arasında yer alıyorsunuz o zaman?”

Savunmada sıkı oynuyordu Arden. Kesinlikle dediği yapılmalı gibi bir derdi yoktu sadece onlara karşı çıkmak hoşuna gitmeye başlamıştı.

“Riske attığımız şey insanların 3 aylık ihtiyaçları. En fazla 100 kişi binlerce kişinin erzaklarını hiçe sayamayız.”

Derya’dan destek alarak Hilal’de kendi fikrini sundu.

“Bu insanları sen doyurmazsan ben doyurmazsam kim yapacak? Ne farkımız kalıyor Sur İçi’nde kalanlardan?” Şükrü belirli bir fikir belirttiğini düşünmüyordu sadece kızların amaçlarının ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

121 kilometre çapında 732 metre yüksekliğinde yapılan surlardan dışarıda kalan kısımdı burası. Eskiden Çatalca denilen yerin başlangıcından Şile denen yerin başlangıcına kadar süren denizi de içine alan büyük bir çemberden bahsediliyordu Sur İçi denildiğinde.

Sur Dışı ise bunun artığıydı.

“Onlara gitmeyelim demiyoruz ki sadece tırları diğer çetelerin önünde açmak çok riskli diyoruz. Kendi içimizde hallederiz.”

“Eğer Derya senin dediğin gibi yaparsak diğerlerinin bize hırsız demesinin önüne geçemeyiz. Çetelerin sadece liderlerini çağırmak bile yeterli olur Arden’in almak istediği önlem bu.”

Gurur’un kendisini desteklemesini beklemiyordu. Şaşkınlığını gizleyemeden baktı Gurur’a.

“Liderimiz konuya açıklık getirdiğine göre,” dedi Barlas sonunu uzatarak ve Arden’e döndü. “Sen bunları yukarıya Ozan’a çıkar.”

Tezgâhın üzerinden kendisine itilen tepsiyle Barlas arasında gitti geldi bakışları.

“Merdivenden yukarı çık, sola dön dümdüz git. Karşına çıkan kapılardan sağında kalana gireceksin.”

Başıyla onayladı Barlas’ı. Eline aldığı tepsiyle merdivenlere yöneldi.

Ateş hattında kalmak istemiyordu bu yüzden adımları biraz hızlıydı. Barlas’ın dediği yolu takip edip sağında kalan kapıya yavaşça tıklattı.

“Gelebilirsin.”

Sesi duyar duymaz kapıyı tek eliyle açıp içeriye girdi.

“Merhaba.”

Gri yatak örtüsüne sahip yatakta oturan dalgalı sarı-kumral saçlı adama dikti gözlerini. Karşısındaki adamın gözleri aynı kendisininki gibiydi, maviydi.

“Merhaba Arden.” Kalın dudakları kıvrıldı. “Ben Ozan.”

Başını salladı usulca. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Aşağıdakilerle 1 haftadır arası garipti ve bu kişiyi daha yeni görüyordu. Gergindi.

“Tedirgin gibisin, tepsiyi kenara bırakıp keyfine bakabilirsin.” Umursamazca omuzlarını silkti. “Aşağıdakiler buraya gelmezler.”

Ozan’ın dediği gibi yapıp tepsiyi yatağın önünde kalan masaya bıraktı. Elindekinden kurtulunca bakışları odada dolaştı.

Geniş perdeleri kapatan kalın siyah perdeler güneş ışınlarına geçit vermiyordu. Oda Arden’in odasının iki bilemedin üç katıydı. Devasa yedi ekran odadan girer girmez sağında kalıyordu. Onların karşısında geniş bir yatak, yatağın ayak ucunda büyük bir gardırop vardı. Ekranları aşıp ilerlediğinde bu sefer görüş alanına koşu bandı, çeşitli ağırlıklar ve barfiks demirinin bulunduğu başka bir demir bulunuyordu.

Tüm bunların sonunda ise banyoya açılan kapı yer alıyordu.

“Aç mısın?”

İncelediği odayı bırakıp tüm bedeniyle Ozan’a döndü.

“Barlas iki kaşık koymuş gel ye.”

Ozan’ın elinde duran ve havada salladığı kaşığa uzanıp aldı.

“Bir haftadır buradayım ama seni hiç aşağıda görmedim.”

Arden kaşıkladığı çorbadan bakışlarını çekip Ozan’ın yüzünde donan gülümsemesine baktı. Daha ilk cümleden yanlış bir şey dediğini fark etmişti.

“Ben dışarıya çıkamam Arden.” Ozan’ın suratında tutmaya çalıştığı gülümsemeye rağmen ne bakışları ne de sesi onu desteklemiyordu. “Odadan dışarı adım atmayı bırak camdan kafamı uzatamam.”

“Hiç kimseyle konuşmuyor musun?”

Elinde olmadan merak ediyordu. Sorduğu sorunun peşine suratını buruşturdu Arden.

“Üzgünüm, sormamam gerekirdi böyle şeyleri.” Sesine yansıyan pişmanlığı gözlerinden de belli oluyordu.

“Normalde masanın üstünde duran mikrofondan konuşuyorum evdekilerle ama seninle yüz yüze tanışmadan o şekilde konuşmak istemedim.”

Anladığını belirten bir baş sallaması yaptı Arden.

“Ee, nasılız sence?”

Ozan’ın sorusu ikili arasındaki eğlenceli bir sohbetin başlangıcı oldu.

Hava kararıp herkes kendi odasına çekildiğinde yerinde olmayan tek bir kişi vardı. O da bu çeteden değildi.

Kartal eline aldığı, üzerinde altından yapılmış at başı olan bastonu ile antikacıdan çıktı. Üzerinde beyaz hâkim yaka gömleği altında da gri kumaş bir pantolonu vardı. Karanlığın hâkim olduğu sokakta adımları nereye gitmesi gerektiğini biliyordu.

Arden’in yaşadığı yere geldiğinde etrafına bakındı. Üzerinde birinin bakışlarını hissediyordu ama dert etmedi. Çetelere bulaşmadığı sürece kimse Kartal’a karışamazdı.

Dükkanından çıkmadan önce eline aldığı bir bidon dolusu benzini evin çevresine döktü. Soğukkanlı duruşu bunu defalarca yaptığını belli ediyordu.

Sabırlı biriydi Kartal. Yapacaklarını ve karşı taraftan alabileceği tüm dönütleri hesaba katardı. Planlarının planı olur ona göre hareket ederdi şu an hariç.

Benzini dökmeye başladığı noktaya, kapının önüne, geldiğinde dudakları gerildi ve gülümsedi. Demek ki kız babası olunca insan düşünmeden hareket edebiliyordu.

Bidonu kapının önüne gelmeden önce kenara bıraktığı için sadece üstünü düzeltti. Kapı eşiğine geldi ve yavaşça tıklattı. Aradan geçen saniyelerin sonunda kapı temkinlince açıldı.

Orta yaşlardaki kadın, Asiye, kapının ardında duran Kartal’a bakıyordu şimdi. Bu adam kimdi ve burada ne işi vardı?

Kartal suratındaki içten gülümsemesiyle kadının kendisini içeriye davet etmesini bekliyordu. Arden’den bildiği kadarıyla bu kadın Arden’in kendisiyle konuştuğunu biliyordu ama hiç yüz yüze gelmemişlerdi.

Baktığı, evine aldığı kızın 9 yıldır kimin yanına gidip durduğunu merak etmemişti karşısındaki kadın.

“Kim gelmiş?” Evin içinde yükselen sesle Kartal’ın gülümsemesi mümkünmüş gibi daha da genişledi.

“Bir adam geldi.”

Asiye’nin cevabıyla Tarık ayaklanıp kapıya geldi.

“Buyur birader.?”

“Müsaade ederseniz sizinle bir konu hakkında konuşmak isterim.”

Tarık karşısındaki adamı süzdü. Janti bir herifti, belli. İyi giyinmiş heybetli duruyordu. Parası vardır dedi Tarık kendi kendine.

Asiye’yi omzundan tutup geriye çekti.

“İçeri gelin.”

Kapının ağzından çekilen üçlü sırayla salona geçti. Asiye neler olduğunu çok merak etse de cesaret edip soramıyordu. Bunun yerine mutfağa gitti. Bir şeyler hazırlayıp ikram edecekti.

“Mevzu nedir?”

Tarık’ın kendinden emin duruşu biraz daha devam ederse Kartal kahkaha atacaktı.

“Konu Arden.”

“Bir bitmedi bu mesele. Yok Arden burada.”

Anında değişen tavırları ile Tarık ayağa kalktı. Konuşması yeterince ele veriyordu aslında ama yalpalayarak dengede durmaya çalışması Tarık’ın sarhoş olduğunu kanıtlıyordu.

“Biliyorum.”

Bastonunun başından tutup yanındaki çembere basarak ince kılıcı dışarıya çıkardı. Kılıcın etrafını saran tahta yere düşüp tok bir ses yayarken Kartal kılıcım sivri ucunu Tarık’ın boynuna dayadı.

“Otur.”

Gülümsemesi başta insanı rahatlatan cinstendi, iyi biri olduğunu gösteriyordu. Şu an ise yüzünde mimik oynatmasa da gülümsemesi tehdit doluydu.

El mecbur yerine oturdu Tarık.

“Ellerini uzat.”

“Ne? Ne saçmalıyorsun sen? Çık evimden!”

Tarık’ın kendisini ikiletmesi hoşuna gitmedi Kartal’ın. İkinci kere düşünmeden boynuna dayadığı kılıcı sol omzuna batırdı.

Batırdığı an Tarık’tan kopan çığlığa suratını buruşturdu. Sesi fazla çıkıyordu haşerenin. Sol omzunda asılı kalan kılıca baktıkça bağıran Tarık’ın bileklerini tekte kavrayıp cebinden çıkardığı plastik kelepçeyi bileğine hızlıca taktı.

“Kimsin sen?”

Soruyu yanıtlamak gibi bir niyeti olmadığından kılıcını Tarık’ın omzundan alıp Asiye’nin olduğu tarafa ilerledi, mutfağa.

İçerideki sesleri duyduğunu biliyordu Kartal, buna rağmen gelmediyse ya saklanmıştı ya da saldırmak için fırsat kolluyordu.

Temkinli adımlarla mutfağa geçti. Tek bakışta burada saklanacak 2 yerin olduğu anlaşılıyordu.

Buzdolabı ile tezgâh arasındaki boşluk ve kapı arkası. Kaçmak içinse pencere seçeneği vardı.

Şansa pencere sonuna kadar açık bırakılmıştı.

Mutfaktan içeriye girdi Kartal. Kapının arkasında olmadığını biliyordu. Pencereyi bilerek açmış kaçtı görüntüsü vermiş ve tezgâhın üstündeki bıçaklıktan en büyüğünü alarak buzdolabının olduğu yere saklanmıştı.

Yılların getirisi kendisini iyi bir gözlemci olmaya ittiğinden ortamı okumada çok iyiydi.

Asiye’nin oynadığı bu basit saklambaçtan sıkılan Kartal dolaba ilerledi yavaş adımlarıyla.

Dolabı bir iki adım geçmişti ki boğazına dayanan bıçak Kartal’ı haklı çıkardı.

Bıçak silahtan daha tehlikelidir derdi hep. Zarar verecek bir namlusu yoktu uzun bir kenarı hatta iki kenarı vardı. Kendini savunmak için bıçağa uzandığında tutan kişinin herhangi bir hareketi; eline, koluna zarar verebilirdi. Silahta ise bu ihtimal ne kadar hızlı davrandığınıza göre değişirdi.

Kartal karşısındaki kadının saldırmak için değil kendini savunmak için bıçak çektiğini biliyordu. Korkak biri ya çok saldırır kendini yorardı ya da sadece savunmada kalırdı.

Asiye savunmada kalan taraftaydı ve bu konuda gerçekten çok kötüydü.

Seri hareketle Asiye’nin elinden bıçağı alıp mutfağın ortasına fırlattı. Acele etmeliydi çünkü içerdeki salağın rahat durmayacağını gayet iyi biliyordu.

Asiye’yi saklandığı yerden sertçe tutup çıkardı. Kadının ‘yapma’ yalvarmalarına kulak tıkayıp koridora çıkardı.

Yıllar önceki kartal olsaydı şayet Asiye’nin sonu şu ankinden daha farklı olurdu. Bazen kendinden başka kimseye faydası olmayan insanlar için ölüm bir kurtuluş olurken hayatta kalmak ızdıraba dönüşür kişiyi ölmeyi dilemeye iterdi.

Açtığı dış kapıdan Asiye’yi dışarı çıkardı Kartal.

Sert yüz hatları ve donuk gözleri Asiye’ye durum tahmini yapmasına engel oluyor bu yüzdende orta yaşlardaki kadın daha çok korkuyordu.

“Kaçın hanımefendi,” dedi Kartal, Asiye’ye eğilirken. “Arkanıza bakmadan kaçın ve yardım dilenin.”

Durumu idrak edemeyen kadının suratına kapadı kapıyı. Dişlerinin arasından verdiği nefesiyle sertçe sıvadı suratını. Şurada on dakika olmuş ya da olmamıştı ama delirecek gibi hissediyordu.

Sakinliğinin üstünden düşmesini istemediğinden Arden’in bu olaya vereceği tepkiyi düşünmemeye çalıştı. Çok kızma ihtimali de vardı boş verip gitme ihtimali de.

Kapının önünde duran bedenini gerisin geri döndürüp salona ilerledi.

Tarık’ın hala bıraktığı gibi durması garibine gitse de yerde duran içki şişeleri yeterince nedenini açıklıyordu.

Durumu idrak edemeyecek kadar aklı yerinde değildi. Sırıttı Kartal, işine gelirdi.

“Kimsin sen? Ne istiyorsun benden?”

Dudakları üstünde hakimiyet kuramayan Tarık, kelimelerin sonunu uzatarak konuştukça Kartal sinirlerinin tepesine çıktığını hissediyordu.

“Kim olduğunu sanıyorsun lan sen?” Oturduğu yerde dik duramasa bile üstündeki kibirle başını kaldırdı. “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?”

Tarık hâlâ ağzını yayarak konuştuğundan kendini tutamayıp elinin tersiyle geçirdi bir tane.

Bir an önce buradan çıkıp gitme isteğine daha fazla direnmeden masanın üstünde duran anahtarı ve kılıcının kılıfını alıp dışarı çıktı.

Her aldığı cana karşılık ruhundan bir parçayla kefaretini ödediğinden Kartal korkunç bir sakinliğe sahipti.

Elindeki anahtarla evin kapısını kilitleyip birkaç adım geri çekildi.

Kızına hapis olan bu evi cehenneme çevirmeden önceki son saniyelerin içindeydi. Gözlerini yavaşça kapatıp başını ensesine yatırdı.

Ekim rüzgârı yüzünü okşayıp giderken oyalanmak istemedi. Kabanının cebinden çıkardığı kibritin alev almasını sağladı önce ardından da kapının önüne bıraktı.

Kapının önüne attığı kibrit evin etrafındaki benzini hızla takip ederek evi çevreledi.

Alev çemberinin içinde canlı canlı yanmaya mahkûm ettiği kişiye bir an bile üzülmeden karşı kaldırıma geçip izledi.

Evin tamamen yanmaya başladığını içeriden gelen çığlık ve yardım nidalarından anlarken umurunda olmadan dükkanına ilerledi.

Eğer içerideki şanslıysa dumandan zehirlenir ve yandıklarını hissetmezdi sessizce yanar, kül olur giderdi.

_____________

Naber?

Geçiş bölümü yazmak beni çok sıkıyor şak diye atlayasım var buraları ama karakterler hakkında fikir sahibi olmanız için bunlar lazım

Diğer bölüm Müge ve Ozan'a odaklanacağız ve ardından da aksiyona geçiş yapacağız

Çetelerin mantığını ve sistemini oturttuktan sonra asıl olaylara yani PART II'ye geçeceğiz

Bölüm nasıldı?

Kartal yaptıklarında haklı mı yoksa çok mu cani?

X (twitter): yetheretto
Tiktok: yetherofjrs
İnstagram: yeth3r

Bölüm : 27.11.2024 21:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş