“Ara sor beni gri bulutlara
Kafa yor düşen yıldırımlara”
Sırlar, önlerine konulan yalan duvarlarından çatlaklar yardımıyla çıkar ardından o çatlaklarla duvarları yıkarlardı. Bu çatlaklar içinse en önemli şey, görmekti.
Sırların önüne konulan yalan duvarlarını görmek.
Odanın kapısının altından kare gövdeli, minik tekerlekli bir araç girdi. Bu Ozan’ın odaların içinde kullandığı iletişim cihazıydı. Ve şimdi Arden’in odasındaydı.
Yerdeki küçük şeyden yükselen Ozan’ın metalik sesi Arden’in bilincini açmaya yetse de gözünü açmasını sağlayamamıştı. Bu yüzden Ozan bir kere daha seslendi.
Sırtına konulmuş yastıklar hafif dik durmasını sağlarken Ozan’ın sesiyle sıçradı öne doğru. Ani hareketi kaburgalarının arasına bıçak girmiş gibi hissettirirken nefes almaya çalışıyordu.
Saçı başı dağınık gözleri yarım açılmış uyku mahmuru bir şekilde odada Ozan’ı arıyordu.
Mikrofonun başında Arden’in uyanıp uyanmadığını anlamaya çalışıyordu Ozan. Kamera koyup göndermek daha mantıklı gelmeye başladığı nokta da Arden’den dönüt aldı.
“Yukarı odaya gelmen gerekiyor.”
Ozan, Arden’in sesinin neden boğuk geldiğini anlamasa da boğuk sesin nedeni Arden’in kolunun üstüne geri yatmasıydı. Hafif sızlayan kaburgalarının verdiği his hoşuna gidiyordu şu an.
“Önemli, diğerleri uyanmadan gel.”
Derince ofladı ve ayağa kalktı Arden. Hesaba katmadığı, üstüne basıp düşmekten son anda kurtulduğu şey Ozan’ın gönderdiği mini robottu.
Çatık kaşları ile yere eğilip eline aldı.
“Bu şeyle mi iletişim kurdun sen? Odanın içinden geldiğini düşünmüştüm.”
Bir kâğıttan biraz daha kalın olan robotu üstüne basıp çatlattığı için ne Ozan onu duyuyordu ne de Arden Ozan’ın dediği şeyleri.
Odanın kapısını açıp çıktığında koridordaki kameradan gördü Ozan, Arden’i. Tabii elinde tuttuğu artık çalışmayan robotunu da.
Başta uyuşuk olan merdivenlere gelince hızlanan adımlarla yukarı çıktı. Kapıyı tıklatmadan odaya daldı.
“Bu şey,” dedi elindekini havada sallayarak. “Kırıldı sanırım.”
“Fark ettim.” dedi Ozan bilmiş bir tavırla ve Arden’in elinden aldı. İlgisi robotunu nasıl tamir edeceğine düştüğünde Arden boğazını temizledi.
“Ee, beni niye çağırdın sabahın köründe.”
“He o konu.” Elindekini monitörlerinin önüne koyup sandalyesini Arden’den tarafa döndürdü. “Evin yanmış.”
Ozan’ın pat diye konuya girmesiyle kaşları havalandı. Eğer doğruysa nereden öğrenmişti bunu? Dışarı çıkmayı bırak perdelerini bile açmıyordu.
Arden’in konuşmayıp dik dik suratına bakmasıyla Ozan devam etti.
“Sokaktaki çocukların bizle iletişim kurduğu noktalar var. Eskilerin kullandığı telefon kulübeleri gibi oradan aldım bilgiyi.” Dediklerinin Arden’de nasıl bir etkiye neden olacağını bilmediği için gerginlikle dudaklarını yaladı. Aldığı derin nefes, seçeceği kelimler için Ozan’a yardım edemezken Arden’in merakını arttırıyordu.
“Evin içinde annen ve babanda varmış.” Sesi fısıltı gibiydi. “Maalesef.”
Ozan’ın yatağındaki minderleri yatak başlığına yasladı ve kendini oraya bırakıp gözlerini kapadı Arden.
Bomboştu hisleri omuzlarından büyük bir yük kalkmıştı inkâr edemezdi fakat devamı yoktu işte... Üzülmemişti ama sevinmemişti de. Anlamlandıramadığı bir his vardı sadece. 15 yıldır süren eziyet bitmişti fakat Arden bitmiş gibi hissetmiyordu.
“Onlar benim annemle babam değil.” deyip derinden ofladı. “Bunun için uyandırmana inanamıyorum.”
Kaşlarını çatma sırası Ozan’a geçti. Üzülmemiş miydi? Yıllardır onlarla yaşıyordu, eviydi orası sonuçta.
“Kim yapmış belli mi?” Gözleri kapalı, sorusuna kendi kendine gülümsedi. “Benimki de soru.”
“Kötü olabilecek kadar bile aramız yoktu.” dedi dümdüz.
İkilinin arasında yeni oluşan sessizlik dışarıdan gelen gürültü ile bozuldu. Sanki birileri göğü yere indiriyor gibiydi.
Arden’in kapalı gözleri anında açılırken kendini siyah perdelerin dibinde buldu ve ardına kadar açtı. Ozan önündeki monitörlerinden ne olduğuna bakarken sesi duyan diğer üyeler çoktan apar topar dışarı çıkmıştı.
Ozan’ın aniden ayağa kalkmasıyla ve dehşete düşmüş sesiyle aşağıda olay çıkartan Yakut’tan çekti gözlerini Arden.
“Arden, pencere.” Eliyle yaşadığı şokun sebebini işaret ediyordu Ozan.
O an anladı Arden ne yaptığını.
“Anlık oldu Ozan. Bilerek yapmadım.”
Eli perdede alacağı en ufak tepkide kapatmayı bekliyordu ama Ozan’ın gözleri dışarıdaydı. Yavaşça elini perdeden çekip geriye doğru adımladı.
Ozan’ın dışarıya karşı çektiği sete ilk darbe burada geldi.
“Kimse bu tarafa bakmaz perdeyi açacağını düşünmezler.”
Ozan’ın gözleri saliselik Arden’e değip tekrar cama dönüyordu. Söylemek istediği şeyler diline gelmeden unutuyor herhangi bir tepki vermede zorlanıyordu. Donakalmıştı.
2 yıldır açmamıştı perdelerini, iki yıldır bakmamıştı gökyüzüne, rüzgârı hissetmemiş yağmurda ıslanmamıştı.
Çok denemişti ilk zamanlar. Çıkmak istemiş, çırpınıp durmuştu kendi kendine.
Ozan 2 yıldır canından çok sevdiği sevgilisinin mezarına bile gidemiyordu. Toprağına çiçek ekemiyordu. Kenarına yerleşip onunla konuşamıyordu.
Ve şimdi aşağıda kopan karmaşanın sebep olmasıyla kapalı olan perdeleri aralanmıştı.
Kendisine uzatılan elde kaldı gözleri bu sefer.
Belki de başarısız olmasının nedeni yeterince istememesi değil yanında kimsenin olmamasından kaynaklıydı.
Derin nefesleri, irice açılmış mavilikleri alnında biriken ter damlacıkları ile öylece duruyordu.
Titrediğini görene kadar bilmediği elini Arden’in avcuna doğru uzattı. Duvarlarına küsmüş ve düşmekten yorulmuş olan o çocuğun ayağa kalkmak istediği ilk andı bu.
Küçük adımları ile Arden’e ilerledi. Bedeni kasılmış alnında biriken ter damlaları şakaklarından aşağıya doğru akmıştı.
Aldığı derin nefesler sıklaşırken Arden tül perdeyi de çekti ve pencereyi sertçe açtı.
O an durdu adımları. Pencereye daha fazla yaklaşabileceğini düşünmüyordu.
Açılan pencereden kulaklarına Barlas’ın küfürleri dolsa da algılamıyordu beyni. Sadece Barlas’ın küfrettiğini biliyordu.
Pencereden gelen tek şey aşağıdaki gürültü olmadı.
Ekim rüzgârı içeriye dolup saçlarının arasından geçip bedenini sardığında dizleri titredi.
Ozan’ın içinde yaşayan umut ilk kez kanat çırptı paslanmış kafesinde.
Dolu gözlerinden yere damlayan yaşlarıyla beraber dizlerinin üstüne çöktü.
Dizleri üstüne çöken Ozan’la hızla pencereyi kapatıp kalın perdeyi çekti Arden.
Ses çıkarmadan ağlıyordu Ozan. Sanki dünyayla bağını koparmış kendi kabuğuna girmiş gibiydi.
Arden’in ince ve kemikli parmakları Ozan’ın omuzlarına dokundu.
“İki yıl oldu.” dedi puslu sesiyle.
Dile kolay iki yıl. İki kelime altı harf, iki yıl.
Ozan’ın kolunu kaldırıp altına girdi Arden. Bedeninin kontrolünü tamamen bırakmış olan Ozan tüm ağırlığını veriyordu Arden’e.
Yavaşça yatağa oturtup az önce kendisinin yattığı yere yasladı Ozan’ı. Mavilikleri odanın içinde hızlıca dolaşırken komidinin üzerindeki suyu görüp bardağa doldurdu.
Ne yapması gerektiğinden emin değildi. Doğru mu yapmıştı ondan da emin değildi. Ama olan olmuştu işte.
Ozan’ın alnına düşmüş sarı dalgalı saçlarını kabaca geriye itti. Diğer elindeki bardağı da Ozan’ın dudaklarına götürdü.
Bir yudum belki aldı belki almadı başını çevirdi Ozan. Küçük bir esinti yerle bir etmeye yetmişti Ozan’ı. Bardağı sürahinin yanına bırakan Arden monitörlerin önündeki sandalyeye yığıldı. İkisine de ağır gelmişti burada olanlar.
Aşağıdaki kargaşa bitmiş Yakut burayı terk etmişti. Aşağıdan gelen Barlas ve Gurur’un bağrışmalarına birinin ağlaması eşlik ediyordu. Odadaki ikilinin ise bunu umursayacak takati kalmamıştı.
“Amına koyduğumun malı yaksam deponu mu yakarım? Seni yakarım vizyonsuz sıçan.”
Kapının sertçe açılıp dışarıdaki duvara vurmasıyla Barlas içeriye girdi. Kısa bir an kapının dışardaki duvara gittiğini unutup ilerlese de hemen geri dönmüş açtığı kapıyı sertçe geri kapatmıştı. Çıkardığı gürültüye ne Ozan’dan ne Arden’den tepki alamamıştı.
Odanın atmosferi o kadar garipti ki Barlas bir anda neye sinirlendiğini unuttu. Ne olduğunu da soramadı, sessizce Ozan’ın ayak ucuna doğru oturdu.
Sessizlik daha da cesaretini kırarken aşağıda ne olduğunu anlatmaya karar verdi.
“Yakut’un deposu yanmış. Götü de yanmış olabilir bilemedim ama bizim yaptığımızı düşünmüş paşam.” Esprili anlatsa da karşısındaki ikilinin tam olarak dinlediğinden emin değildi.
“Padişahın sol taşağı olduğu için işimizi gücümüzü bıraktık bunlarla uğraşıyoruz sanki. Herifteki özgüven o kadar yüksek yani. Neyse, Gurur kanıt sunmadan hiçbir şey yapamazsın, dedi çaktı buna bir tane. İçim rahatladı. Bir an kavga etmeden medeni medeni göndereceğiz falan sanmıştım.”
Kendinden beklenmeyecek şekilde az küfürlü konuşmasıyla gururlandı.
“Kim yapmış olabilir peki? Bu bizim aldığımız ikinci yangın haberi de.”
Ozan’ın kısık gözlerine aynı şekilde karşılık verdi. Ciddi anlamda kendisini dinlediğini düşünmemişti çünkü.
Barlas’ın dağılan ilgisine suratını buruşturdu Ozan. Konudan konuya atlamada ve konuştuğunu diğer cümleye geçerken unutmada gerçekten çok yetenekliydi.
Arden’in her gün başına gelen bir şey gibi sakinlikle söylemesine şaşırmıştı Barlas. Arden ise sinirinin bozulmasıyla kendini tutamayıp güldü.
“Kimin yaptığına dair bir fikrim var ama.”
Barlas Kartal’ı cidden Arden’in babası sanıyordu.
Kaşları her duyduğu cümlede çatılıp suratı buruşan Barlas’ın düşünme yetisi o an durdu, zaten çok çalıştığı söylenemezdi şimdi hepten gitmişti. Ozan’ın bahsettiği kişiyle kendisinin anladığı kişi aynı kişi değildi. Bunu bilen Arden konuyu kendisi tekrar ele aldı ve düzgünce açıkladı.
“Evde halam ve eniştemle kalıyorum normalde. Onlar içindeyken yanmış. Barlas, Kartal’ı babam olarak biliyor Ozan’ın bahsettiği babam ise eniştem.”
Barlas’ın duyduklarını algılaması için biraz süre verdi Arden. Barlas kısa cümle adamıydı uzun cümleleri algılamak için zamana ihtiyacı oluyordu. Arden ise bunu kısa sürede çözmüştü.
“Kartal Bey senin baban değil mi?”
Derin bir nefes çekti içine Arden.
“Kartal’la, ben 12 yaşındayken tanıştık birçok konuda bana yardım etti ve beni büyüttü. Bu yüzden kendisinin babam olduğunu söylüyor. Ve evi yakan kişi Kartal’dı.”
“Kartal Bey’de o potansiyel var. Yapar.” Ozan’a döndü Barlas’ın bakışları. “Eğer isterse onu bizden alacağını söyledi. Ve dediğini yapacak bir adama benziyor.”
“Onu adama bey demenden anladım zaten.”
Arden’in anlık kıkırtısına Barlas’ın Ozan’ın üstüne atlaması eşlik etti. Yatakta boğuşan ikili yere düştüklerinde Barlas hiçbir şey olmamış gibi ayaklandı.
Belinden kayan eşofmanını sertçe çekerken gözleri yerde yatan Ozan’daydı. Ne olduğunu bilmemek ama onu durgun görmek Barlas’ı da etkiliyordu.
“Neyse sohbetinize doyum olmaz ama benim doyurmam gereken çocuklarım var. Gidiyorum ben.”
Kapıya yaklaşıp geldiği gibi sertçe açtı. Bedeni kapıdan çıktığında omzunun üstünden odadakilere döndü.
“Zengin kalkışı yaptım.” Dedi ve kapıyı şak diye kapattı.
Barlas’ın çocuksuluğuna gülen ikili tekrar sessizleştiğinde yerde yatan Ozan gözlerini kapalı perdelere dikti.
“Odaya her geldiğinde perdeyi açar mısın?”
Ne Arden nedenini sordu ne de daha fazla konuştular. Kısa sessizliğin ardından Arden odadan dışarı çıkıp aşağıya indi.
Aşağısı darmadumandı. Masanın üstü dağılmış biblolar yere düşmüştü. Hilal ve Derya, Müge’nin yanında dururken Şükrü Gurur’la ilgileniyordu. Dışarıdaki kavga içeriye de sıçramıştı anlaşılan.
Herkesten bağımsız mutfakta bir şeylerle uğraşan Barlas’a kaydı bakışları Arden’in. Tatlı yapıyordu galiba.
Elindeki çırpma telini geniş kapta tüm kuvvetiyle çevirince sapı elinde kalmıştı.
“Seni yapanın ben.” dedi içine çektiği nefesle. Cümlesine devam etmeden kendisini durdurmuştu ama inadından aynı teli kullanmaya devam etmişti.
Ortada dönen karmaşayı en az sinirle atlatmak istediği için kendini mutfağa attığını fark ettiğinde gülümsedi Arden.
“Prensesimiz kalkmış. Günaydın.” Arden’i görür görmez atağa geçen kişi bu sefer Derya’ydı. Kıvırcık saçlarını tepesinde toplamış bebek saçlarının ise dağılmasına izin vermişti.
“Dün fikir belirtmeyi biliyordun, bugün neredeydin?” Derya’nın kinaye dolu sesine göz devirmemek için zor tuttu kendini Arden.
“Ozan’ın yanındaydı.” Barlas’ın Arden’i savunuyor olması Derya’yı daha da sinirlendirdi.
“Ozan’ın yanından geldim ya hani. İyi mi değil mi diye yanına çıktığımda oradaydı zaten.”
Konu Arden gibi gözükse de değildi. En azından Arden böyle hissediyordu bu yüzden ikiliye hiçbir şey demeden ayakta dikilmeye devam etti.
Şükrü’nün önünde set kurduğu Gurur bu eve geldiğinden beri ilk defa bu kadar sinirli gözüküyordu.
“Müge son kez soruyorum gece onların yanında ne işin vardı?”
Aldığı cevapla gözlerini kapadı Gurur. El ayalarını setçe şakaklarına vurduğunda Müge yerinden sıçradı.
Yakut gittiğinden beri aynı şeyi soruyordu ve Müge de aynı cevabı veriyordu. Bir arpa boyu yol gidemedikleri konuşma, Gurur’un bütün ayarlarıyla oynamıştı.
Çıkmadım demiyordu, ben yapmadım diyordu. Bu de pek işe yaramıyordu.
“Müge, Müge, Müge.” Hızlı hızlı tekrar ettiği isimle Şükrü’den sıyrıldı ve kanepeye ilerledi.
“Bak delirecekmiş gibi hissediyorum.” Kendini gösteriyordu parmakları.
Derya ve Hilal Gurur’a karşı tetikte dururken ensesinde Şükrü bekliyordu.
“Gurur’un Müge’ye saldıracağını mı düşünüyorsunuz?”
Tutamadı kendini Arden. Ne kadar birbirlerine güvenmiyorlardı? Ne kadar zamandır birbirlerine güvenmiyorlardı?
Akbabaların olduğu yerde güven en önemli şey değil miydi?
Arden’in sorusu Şükrü’ye tokat gibi çarparken Gurur’dan uzaklaştı. Bakışları mutfakta olanı biteni izleyen Barlas’a kaydı yavaşça.
Müge’ye bağırma demiş ardından kenara çekilmişti Barlas. Başka hiçbir şey yoktu yaptığı. Buradakilerin aksine Gurur’a olan güveni eksilmemişti.
Şükrü’nün arkasından uzaklaştığını gördüğünde Gurur yavaşça çömeldiği yerden kalktı. Kardeşim dediği, sırtını emanet ettiği insanların ona güvenmediğini çok net görmüş, hissetmişti.
Ağır geldi omuzlarına. Üstündeki şoku atlatıp elinde sadece enkaz kaldığında hızlıca uzaklaştı oradan.
Peşinden koşan Şükrü ne diyecekti? Yanlış anladın mı?
Durumun saçmalığıyla durdu Şükrü. Gurur’da onu beklememişti zaten.
Karınca yuvasına çomak sokmuş gibi hissetti Arden ama yapabileceği başka bir şey yoktu. Koltukta oturan Müge’ye döndü gözleri.
“Arden, Müge’yi de alıp yukarı gelin.” Ozan’ın sesi evin içinde yankılandı. Arden buna ilk defa şahit olduğu için şaşırsa da bir şey demeyip Müge’ye elini uzattı.
Her şeyden çabuk etkilenen bir yapısı var gibi duruyordu. Ağlamaktan kızarmış burnu ve yanakları ile sevimli duran kız elini Arden’e uzattı.
İkisi yukarıya çıkarken Şükrü hissettiği suçlulukla kanepeye bıraktı kendini. Hilal ve Derya ise Hilal’in odasına geçmek için Arden ve Müge’nin peşinden yukarı çıktı.
Ozan’ın odasına geldiklerinde Müge Arden’i ufak bir baskıyla durdurdu.
“Kapıya sen tıklasan olur mu?”
Başıyla onayladı Müge. Ozan’ın odasına gelmek onu geriyordu.
Saçmala der gibi baktı Arden. Ardından da hiç beklemeden kapıyı açtı.
“Çok ayıp.” dedi irice açtığı gözleriyle Müge.
Dışarıya açılan kapıyı artlarından kapattı Arden. İçeriye girmelerine rağmen önündeki monitörlerden başını çevirmeyen Ozan ortamın havasını geriyordu. Ne olduğunu anlamadığı için Arden kaşlarını çattı.
“Otur Müge.” Tek düze sesiyle konuştu Ozan.
“Kızı korkutuyorsun,” dedi Arden, Ozan’a karşılık olarak.
Müge yatağın kenarına emanet gibi otururken Ozan dik dik Arden’e baktı.
Tekerlekli sandalyesini masadan güç alarak geriye itip karşısında duran ikilinin önünü açtı. Dizlerine koyduğu kablosuz mini klavyeden ekrandaki videoyu açtı ardından.
Karşılıklı kapının soldaki yavaşça açıldığında içinden Müge çıkmıştı. Korku dolu tavırları kameraya yansırken temkinli adımlarla koridora ilerliyordu. Omzundan düşen hırkasını çekiştirdiği an videoyu durdurdu Ozan.
Bastığı tuşlarla ekranı yakınlaştırdı ve Mügenin hırkayı tutan eline odakladı. Elinde bariz şekilde gözüken kâğıt parçasını soruyordu Ozan.
“Ben,” dedi sesi titreyerek. Korkusu ve endişesi çok büyüktü. İçine sığmayacak, doğruları söyletmeyecek kadar büyük.
Arden kollarını göğsünün altında çaprazladığında gözleri Müge’nin üzerindeydi. Pusula’nın içinde güvenin kırıntısı dahi kalmamıştı, belliydi. Herkes kendini korumaya çalışıyor, bir başkasına inanmıyordu.
Sessiz kalmaya dayanamadı Arden daha fazla.
“Eğer şu çetede güvenebileceğin bir insan evladı bile yoksa boşuna ayakta kalacağız diye çırpınıyorsunuz.” Kollarını çözüp kapıya yöneldi.
“Oturup bu güven konusunu konuşmanız lazım. Böyle giderseniz emeğinize de size inanan insanlara da yazık.”
Boş bakışları ikili üstüne kısa bir an değdi ve Arden açtığı kapıdan dışarı çıktı.
Odada kalanların ise suratına vurulan gerçeklik sessiz kalmalarına neden olmuştu. Üç günlük birinin karşılarına geçip çatır çatır doğruları söylemesi ağırdı. Birbirlerine adadıkları yıllara hakaretti bir kere.
“Kimden geldiğini bilmiyorum yemin ederim.” Elleri, sesi, tüm bedeni hatta inançları titrerken Ozan’ın arkasındaki yatağa çöktü.
Kelimeler zihnine zar zor düşüyor, düştüğü gibi de diline dökülüyordu.
“Yatağımın üstündeydi. Kim nasıl girmiş bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum, bilsem söylerim. Yemin ederim.” Dolu gözleri damla düşürmek için yalvarıyordu tıpkı Müge’nin Ozan’a yalvarması gibi.
“Yakut’un deposuna gelmem gerektiği aksi halde içimizden birini öldüreceği yazıyordu. Ben yapmadım. Ozan ben yakmadım. Yapamam ki ben zaten.”
Birisi içeriye, burunlarının dibine girmiş içlerinden birini tehdit etmiş ancak bir kişi bile anlamamıştı. Pusula yıkılmıyordu, Pusula çoktan yerle bir olmuştu. Kurtarılamazdı artık geç kalmışlardı.
Ozan’ın boş bakışlarına yerleşen öfke kendisineydi aslında ama Müge yanlış anladı. Ozan’ın kendisine inanmadığını düşündü. Hayal kırıklığı ile titredi içi. Damarlarında kan değil de kaynar su varmış gibi hem titredi hem cayır cayır yandı içi.
“Ozan,” dedi kendisine inanması için son kez. “Ben yapmadım.”
Tutamadı kendisini daha fazla, göz yaşları birer birer düştü önce sonra hızlandı durduramadı Müge. Kendisinin yapmadığını ispatlayamayacak kadar güçsüzdü. Aciz hissetti bu yüzden. Elleriyle yüzünü kapattığı esnada Ozan ancak fark etmişti Müge’yi.
“Sakinleş biraz. İnanıyorum ben sana, sen yapmadın.” dedi sakince.
Müge ellerine kapanan ellerle tekrar titredi. Ne kadar çok titremişti böyle, ürkek bir ceylan gibiydi.
Ozan’ın diretmesiyle ellerini yüzünden çektiğinde Ozan’ı kızarmış gözleri ve burnuyla karşıladı.
“Sana değil kızgınlığım, bize. Güvensizliğimize, boş verişimize.”
Müge başını eğdikçe Ozan’da eğiyordu. Kendisini anladığını görmesi lazımdı.
“Boynum tutulacak biliyor musun?”
Ayaklarından kuvvet alarak sandalyesini ittirdi ve Müge’den uzaklaştı.
“Ayrıca olur da canın bir yeri yakmak isterse haber ver bize.”
Müge’yi yaşlı gözlerine rağmen gülümsettiği için içi rahatladı Ozan’ın.
“Yasemin gittiğinden beri böyleyiz. O kadar uzaklaştık ki birbirimizden.” Ozan’ın yanında Yasemin’den bahsediyor olmak aç bir aslanla aynı kafeste olmak gibiydi. Gözleri ellerine indi Müge’nin.
“Birbirimize iyi misin diye sormuyoruz artık. Aynı evin içindeki yabancılar olduk bir anda.”
“Haklısın.” dedi Ozan kuruca. Başka bir şey demeye ya da itiraz etmeye dili varmadı. Düzeliriz demedi, hallederiz, biz her şeyin üstesinden geliriz de demedi. Bir haklısın ile yetindi ve ekranına geri döndü.
Ekranına düşen videoya basmadan hemen önce Ozan, çıkmasını rica etti Müge’den o da itiraz etmeden çıkıverdi odadan ve kendi odasına geçti.
Ozan’ın odasından çıktığı gibi Barlas’ın tezgahına kendini bırakmıştı Arden.
İkisinin aynı anda konuşması ikisini de güldürdüğünde Barlas eliyle Arden’in konuşmasını işaret etti.
“Bakacak mısın tadına?” Arden’e burun kıvırmasıyla Arden’in kaşları havalandı.
“Yüksek müsaadeniz ile, evet.”
Kısabildiği kadar kıstığı gözlerini Arden’den ayırmadan önüne yaptığı tatlıdan bir dilim koyup süslediği tabağı koydu.
“Ne yaptınız yukarda? Çok merak ettim.”
Çatalı önündeki süslü dilime batırdığında “Biraz karıştırdım sanki ortalığı. Emin olamadım.” dedi Arden.
Çatalını ağzına götüren Arden’in alaycı tavırlarına gülmeden edemedi Barlas. Bu kızla konuşmak onu eğlendiriyordu. Hem şakadan anlıyor hem de alınmadan karşılık verebiliyordu.
“Şaka bir yana güven probleminiz var. Hepinizin.”
Tatlının tadı hoşuna gittiği için büyük lokmalar ile sildi süpürdü tabağını. Çatalını kenara bıraktığında sandalyesine yaslandı.
“Gelmedi mi daha?” diye sordu Gurur’u kastederek.
Sildiği yerleri tekrar tekrar silen Barlas sırtı dönük cevaplamıştı Arden’i. Barlas’ın temizlik takıntısının olduğunu düşünmüyordu Arden. Zira odasında adım atacak yer yoktu, karmaşık ve pasaklıydı. Stresini kontrol edebilmek amaçlı burada oyalandığına karar verdi Arden.
Barlas’ın kendisine attığı üstten bakışlara aldırmadan oturduğu bar taburesinden kalktı.
“Tek başına, bu halde mi gideceksin?”
Barlas’ın söylenmesi ile kendini baştan aşağıya süzdü. Siyah bir kısa kollusu ve değiştiremediği gri eşofman altı ile duruyordu. Ne vardı ki bunda?
“Ekim havası çarpar bu bir. Tek başına dışarda seni avlarlar bu da iki.”
“Öncelikle üşümem sonrasında da alt tarafı dayak yer geri gelirim. Ne var bunda?”
İkna edemeyeceğini anladığında gözlerini devirdi Barlas.
Barlasın kendisini kovmasının ardından oyalanmadan çıktı dışarıya.
Evden çok uzakta olan başka biri daha vardı. Üstüne binen sorumlulukların altında ezilmiş yolları hep bir sorunla kapatıldığı için kapana kısılmış biri.
Gurur arabanın kaputuna yaslanarak karşısındaki moloz yığınını izliyordu. 25 yaşındaydı ve 25 yaşının hiçbir gününde ailesiyle olmamıştı. Babasının kim olduğunu zaten bilmiyordu annesi de hamile haliyle moloz kaldırma işinde çalışarak hayatta kalmaya çalışıyordu.
Ne olduysa Gurur doğduktan üç gün sonra olmuş genç kadının üstüne yarısı yıkılmış bina çökmüştü. Talihsiz kazanın ardından kimse temizliğe çıkmadığı için Gurur’un annesi bu enkazdan çıkarılmamıştı.
Kundaktaki bebeğe kör bi kadın ve onun eşi sahip çıkmış beslemiş büyütmüştü. Artık büyüyüp kendini koruyacak yaşlara geldiğinde kendinden bir yaş büyük abisiyle çetelere girmişti. Eğlenceliydi başta. Kendini güçlü hissediyordu yıkılmazdı, yenilmezdi.
Sonra işler ciddileşti önce görevler ağırlaştı ardından pislik üzerlerine sıçradı. Kendilerinden küçük bir çocuk kendi beceriksizlikleri yüzünden göçüp gittiğinde ayrıldılar çeteden.
Gurur 20 abisi 21 olduğunda Pusula’nın temelleri atıldı. Sur İçi’ne giremiyorlarsa Sur Dışı’nı daha yaşanabilir hale getireceklerdi. Abisi yanında olduğu sürece dağları deviren çocuk 25 yaşında her şeyini kaybetmişti.
Ne abisi vardı yanında ne çetesi eskisi kadar güçlüydü. Batırmıştı. Abisini kırmış yetmemiş çeteden sürmüştü. Belki de ahı tutmuştu.
Arkasından gelen sesle omzunun üstünden baktı. Onun burada ne işi vardı?
Naber
Ozan'a çok üzülüyorum ya yalnız kuşum benim
Gurur'un geçmişine değindik biraz zamanla daha da derine ineceğiz
Okur Yorumları | Yorum Ekle |