

🔞🔞🔞❗❗❗Bölümde +18 sahneler bulunmaktadır. Yaşı on sekizin altında olanlar ve açık cinsel içerikli sahnelerden rahatsız olacaklar okumasın.❗❗❗🔞🔞🔞
Oy ve yorumlarınızı da eksik etmeyin lütfen 💜
*********
Kim Chin Mae, aylar önce Hazan'la vedalaşıp ülkesine dönmüştü. Artık bu ülkede kalmasının bir anlamı yoktu. Ninesinin son günlerinde yanında olmak istiyordu. Kız kardeşinin intiharından sonra doğup büyüdüğü ülkesiyle yıllarca küs kalmıştı, ve belki de VASÖ'nün çöküşü bir manifestoydu. Güçlü şeyler de yıkılır ve yok olur. İnsan, ne Rousseau'nun dediği gibi doğuştan iyi ve erdemli bir varlıktı, ne de Hobbes'ın dediği gibi bencillik ve çatışmayla örülü doğamız bizi kötü yapardı. VASÖ her ikisiydi, tıpkı insan gibi. Hem iyi hem de kötü. Gücü elinde tutmak isteyen ve bunun için her türlü pisliğe bulaşan, fakat günün sonunda tüm bu pespayeliğin içinde açtıracak çiçekler bulan bir örgüttü. Ne yazık ki - belki de neyse ki kötülük iyiliği yutmanın illaki bir yolunu bulur ve iyilik bir gün, er ya da geç bir iç savaş çıkartırdı. Kartlar yeniden dağıtılmaz, yok edilirdi.
Kim Chin, kendi küçük dünyasındaki yıkımla barışmak üzere ülkesine döndü.
Yağız Karaman ise Ankara'da hayatına devam etme kararı aldı. Bir teknoloji firmasında yazılım mühendisi olarak işe başladı. Güzel, iki çocuklu bir kadınla tanıştı. Evlenmeye niyeti yoktu. İki çocuk gözünü korkutuyordu. Kadının gelecek planlarında onunla evlenmek olduğunun farkındaydı. Duygularıyla oynamıyordu, ancak zihnindeki ve geçmişindeki karmaşada onlara yer olup olmadığından emin değildi. VASÖ gibi ait olmadığı bir çöplükte ötmeye kalkışıp kendisiyle birlikte başkalarını da üzmekten korkuyordu.
Cihan da Fırat'la aynı gün hapisten çıkmıştı. Kızılay'ın ortasında, bir otobüs durağında saatlerce bekledi. Bu saatten sonra savcılık ehliyetinin ona geri verilmeyeceği yetkililer tarafından yazılı olarak beyan edilmişti. Hazan'ın aksine o VASÖ'ye baş kaldırmayı becerememiş, görevini defalarca kez kötüye kullanmıştı. Bunun olması şaşırtıcı değildi. Dakikalarca nereye gideceğini düşündü. İstanbul'a gitse oradaki evini aylar önce satmıştı. Ankara'da kalsa ne yapacaktı? Şırnak artık görev yeri değildi. Belki İstanbul en iyi seçecekti, karısıyla kızının mezarı oradaydı. Ağır, kasvetli bir nefesi alıp verdi. Cezaevi müdürünün eline tutuşturduğu para dolu zarfla İstanbul'a bir uçak bileti aldı. O artık savaştan geriye kalmış bir enkazdı, kimin ayağından uçtuğu bilinmeyen eski bir ayakkabı.
Oğuz iki ay önce serbest bırakılmıştı. Aylardır içeride geçirdiği günlerin izleri yüzünün, bedeninin ve ruhunun her köşesinde fark edilebiliyordu. Kızgındı. Kime olduğunu bilmediği, ancak dedesi yüzünden Hazan'a yüklediği bir kızgınlıktı bu. Hâlâ askerlik yapabileceğini öğrenince tayinini Antep'e istedi ve Mahsun Türkoğlu'yla birlikte Şırnak ve Hazan defterini kapatarak memleketine döndü. Fakat o gün, 25 Ağustos pazar günü Türkoğlu konağı kapıya dayanan jandarmalarla uyandı. Mahsun Türkoğlu bileklerine takılan kelepçeyle karakola götürüldüğünde saat henüz sabah yedi civarıydı. Tutuklanma sebebi Hazan'ın Fırat'ın bilgisayarında bulduğu, Mahsun Türkoğlu'nun Dicle Korkmaz'ın öldürüldüğü yerde bulunan, terör örgütü mensubu Mahmut Türkoğlu'na bir aracıyla gizliden gönderdiği paralar, telefon konuşmaları, sızdırdığı bilgiler, albay olduğu yıllarda yaptığı yolsuzluklar ve nicelerinin içinde bulunduğu delilleri Gaziantep adliyesine göndermesiydi. Bunu yapmak konusunda hiç tereddüt etmedi. VASÖ'nün yapay zeka modülünden çıkan bazı belgeler ise bundan daha şok ediciydi. Mahsun Türkoğlu VASÖ'ye Mehmet Türkoğlu'nun ölümünden sonra, onun hakkında bulduğu delilleri yok etmesi için hatrı sayılır ölçüde para ödemesi yapmıştı. Ali Türkoğlu'un Hazan'ın hayatından çıkması için de iki katı rüşvet vermişti. Tüm bunlar ise Mahsun Türkoğlu'nun Yaman Akar'la yaptığı pazarlıktan kaynaklanıyordu. Mehmet bey VASÖ projesinden dört kişiye bahsetmişti; babası, Yaman Akar, Ömer Korkmaz ve eşi Serpil Türkoğlu. Gün gelip işler sarpa sardığında Yaman Akar, Mahsun Türkoğlu'na Mehmet beyin onun hakkında topladığı delillerden ve Ömer Korkmaz'la olan ilişkisinden bahsettiğinde Mahsun Türkoğlu kendi öz oğlunun ölmesini istemişti. Yaman Akar'ın derdi Mehmet beyin bir şekilde ortadan kalkmasıydı. Serpil hanımla ilişkileri vardı. Fakat VASÖ resmi bir örgüt haline geldiğinde işler karıştı. Yaman Akar Serpil hanımdan ayrılıp Mehmet beyle daha samimi oldu. Ve günün sonunda güç savaşı her şeyi darmadağın etti. Mehmet bey babası tarafından değil, dosttu ve kendi kurduğu örgüt tarafından katledildi. VASÖ Ali'yi Mahsun Türkoğlu istedi diye değil, kod ve para için kendi içine çekti. Mahsun Türkoğlu'yla aynı yalanı söyleyip Hazan'ı Ali'nin bir terörist olduğuna inandırdı. Ali bir kurbandı, ancak işlediği terör suçlarıyla ilgili MİT'in elinde dosya dosya belge vardı. Sınırda vurduğu, çobanlık yapan çocuğun kanı elindeydi. O ikinci şansı olmayan biriydi.
Fırat'ın hesabından her ay otomatik olarak Serpil hanımın hesabına yatan para iki hafta önce kesilmişti. Hazan Fırat'ın bilgisayarındaki banka dekontlarını bulmuştu. Küçük çaplı bir sinir krizi geçirdikten sonra ödemeyi iptal etti. Serpil hanımın her ayın on yedisinde yatan paranın bu ay yatmadığını fark ettiğinde geçirdiği kriz Hazan'ınki kadar küçük değildi. Camı çerçeveyi indirip büyük kızı Serap'ı evden kovmuştu. Serap ise asla sevilmediğini bildiği, günlük, haftalık, bazen de aylık sevgililerinden birinin evine gitmişti. Bildiği tek şey erkekleri etkilemek, güzel ve kadınsı görünmek için çabalamaktı. Ortaokuldan beri sevgilisi olmadığı tek bir günü geçmemişti. On yedi yaşında ilk birlikteliğini bir üniveriste öğrencisiyle, kendi rızasıyla yaşamış, eve gelip ballandıra ballandıra Hazan'a anlatmıştı. O hep okumayı, öğrenmeyi ve kitapları aşağılardı. Önemli olan erkeklerdi, ya da güzel bir kadın olmak. Fakat bugün, kocasını ve kızını kaybettiği günden beri bundan emin değildi. Erkekler tarafından arzulanmak eskiden yeterliydi. Kocası olması önemli değildi, o zaten vardı ve ne yaparsa yapsın onu severdi. Ecrin küçücük bir kızdı. Elbette annesini koşulsuzca sevecekti. Ama şimdi ikisi de yoktu. Demek ki kimse onu, o karşılık vermiyorken koşulsuzca sevmek zorunda değildi, annesi bile. Çocukluğunun geçtiği evden kovulmuştu. Fazlalık bir boğaz olarak görülmüştü. Hayatında daha önce hiç çalışmadığı için girdiği her işten hüsranla ayrılmıştı. Şimdi evli bir adamın ev tuttuğu bir metresken kendini çok yalnız hissediyordu. Hiç olmadığı kadar yalnız...
Evet, günlerden pazardı. Çok sıcak olmayan, ılık, güneşli ve taze bir yaz günüydü. Hazan bugün öğlenden sonra adliyeye gidecekti. Şiddetli bir ağlama krizi ve derin bir acıyla, uyku ilaçları eşliğinde daldığı rahatsız uykudan huzurlu bir şekilde uyandı. Bir süre neden böyle hissettiğini anlamaya çalıştı. Kullandığı ilaçlardan dolayı, her sabah gözlerini açtığı ilk birkaç dakika zihni bulanık oluyordu. Yatakta yavaşça doğruldu. Ayak ucunda duran kıyafetleri buldu gözleri. Ardından kapının yanında duran çantayı fark etti. Odanın içinde dolanan nane aromalı ferah koku burnuna doldu. Banyodan su sesleri geliyordu.
Donuk gözleri hafızasında canlanan görüntülerle parladı. Dudaklarına tatlı bir tebessüm yayıldı.
"Fırat..." diyerek fısıldadı heyecanla. Lila rengi, Mickey Mouse'lu yorganı itti. Banyonun kapısına koştu. Elleri kapı kolunu bulduğunda duraksadı. Kızar mıydı ki? Yutkundu. Daha önce defalarca kez birlikte duş almışlardı, ve bunu isteyen hep Fırat olmuştu. Bugün de o istiyordu. Fırat'ı görmek, dokunmak, sarılmak, onunla sevişmek için can atıyordu. Aylardır uzak kaldığı yetmemiş miydi? Şimdi aralarında tek bir kapı açımlık mesafe varken kendine bu işkenceyi yapmak istemedi. Gözleri doldu. Alt dudağını dişlediğinde çenesi titriyordu. Dayanamıyordu artık. Fırat'ın olmadığı her saniye o kadar katlanılamazdı ki ondan arta kalan her boşluk tenini yakıyor, ruhunu parçalara ayırıyordu.
İçindeki mukayese sürerken kesilen suyun sesini fark etmedi. Fırat duştan çıkmış, havluyu beline sarmıştı. Aylar sonra ilk kez temizlenmiş gibi hissediyordu. Saçlarının ıslaklığını eliyle aldı. Hazan'ın koynuna hemen geri dönmek için duşu kısa tutmuştu. Bütün gece karısını bir an olsun gözünü kırpmadan izlemiş, ne elini ne de dudaklarını bir saniye olsun teninden ayırmamıştı. Onu deli gibi isteyen bedeniyle büyük bir savaş içinde üç saat geçirmişti. Aynadaki aksine baktı. İfadesiz gözlerine renk gelmiş, çökmüş göz altları kendini toparlamaya başlamıştı. Spor yapmaktan iyice irileşen vücudunda göz gezdirdi. Hazan'ın zayıflamış ve güçsüz düşmüş bedenini düşündü. İçindeki özlemi tarttı. Sevişirlerse Hazan'a elinde olmadan neler yapabileceğini düşündü. Yaptığı mastürbasyon hiçbir işe yaramamıştı. Derdi Hazan'dı, dermanı da oydu. Ama canını yakacağını biliyordu. Kolunda çivi vardı, ve bir ömür dikkatli olması gerekiyordu. Sıkıntıyla huzurun karştığı bir iç çekişin ardından kapının kolunu tuttu. Sevdiği kızı görmek istiyordu.
Kolu indirip çektiğinde önce hafif bir ağırlık hissetti. Ardından korkuyla çığlık atan ince bir ses duydu. Öne doğru savrulan Hazan'ı hızla belinden kavrayıp şaşkın bir sesle, "yavrum?" diyerek kucağına aldı. Yüzüne baktığında ağladığını gördü. Kapıyı çektiğinde elinin acıdığını düşündü.
"Elin mi acıdı?"
Hazan omzundaki ellerini boynuna sararken başını olumsuzca salladı. Biraz acımıştı ama onu ağlatan Fırat'a duyduğu özlemdi.
Dudaklarını sıkıca öpüp koklarken, "noldu bebeğim? Niye ağlıyorsun o zaman?" diye sordu.
Başını, sevdiği adamın alnına dayayıp, "yanına gelecektim," dedi.
Fırat'ın dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm belirdi.
"Niye gelmedin? Gelseydin yavrum. Sevseydim seni şurada ısıra ısıra. Ne var bunda ağlanacak?"
"O yüzden ağlamıyorum ki."
Boynunu öptü.
"Niye ağlıyorsun Fındığım?"
Kollarını iyice sıkılaştırıp yaralı kolunun sızlamasına neden olurken, "seni çok özledim," dedi. Boynuna gömülüp tekrarladı. "Çok özledim Fırat."
İncecik belini daha sıkı sarıp odaya geçti. Tenine peş peşe öpücükler kondururken yatağa oturdu. Pembe, kedili atletinden taşan göğüsleri, açıkta kalan teni, sıcaklığı, kollarındaki küçük varlığı Fırat'ın içinde hiç sönmeyen bir şeyleri yeniden tutuşturuyordu. Yutkunup omzunu öptü. Saçlarını okşarken, "ben de çok özledim," dedi. Kaşları acıyla çatıldığında gözlerini kapattı. "Kafayı yedim lan."
Saniyeler geçti.
"Seni ne kadar çok sevdiğimi ben bile bilmiyormuşum."
Yanağına dokundurdu dudaklarını.
"Ölürüm sandım. Bu aklı başımda tutamam sandım. Kıyamadım sana."
Fırat defalarca kez ölüm ihtimalini düşünmüştü. Kendi çizdiğin hayatta aynı günü, aynı şekilde yıllarca bıkıp usanmadan yaşayabilirdin; ancak bir başkasının zorunlu olarak çizip, dayattığı kadere tahammül edemezdi insan. Fırat, Hazan yokken mezarı olmayan bir ölüden fazlası olmadığını düşünüyordu. Öyleyken bile kalbi Hazan için atıyor, ben ölürsem ona ne olur, nasıl dayanır diyordu. Kıyamadım sana, derken de bundan bahsediyordu aslında. Sensizlikten öldüm, ama sen varsın diye ölemedim.
Hazan, sevdiği adamın, kalın, erkeksi, ona ilahi bir melodi gibi gelen sesini duymak için hıçkırıklarını bastırırken titriyordu. Çıplak göğsüne sokulup sığınabildiği kadar sığınırken kalçalarının altındaki sertliği daha iyi hissetmek için kendini kucağına bastırdı. Fırat bir an sertçe kasılıp nefesini tutup bıraktı. Hazan sevişmek istiyordu. Hiçbir temasın dindiremediği özlemini belki bu dindirirdi. Beşten fazla, psikiyatris kontrolünde ilaç kullanıyordu ve sinirleri çok gevşemişti. Belki bu yüzden, belki de değil ama sürekli ağlamak istiyor, göğsünün ortasındaki ağırlığı hıçkırıklarıyla dışarıya atmak için kendini zorluyordu.
Nefeslerini daha fazla tutamaz hâle gelince geri çekildi. Sesli bir şekilde boğuluyormuş gibi aldığı nefesler Fırat'ı da tedirgin etmişti. Bir şey söylemekle vakit kaybetmeden komodinin çekmecesine uzanıp açtı. Bir çekmece dolusu ilaç kutusunu gördüğünde bir an duraksasa da spreyi bulup Hazan'ın ağzına dayayıp sıktı. Solukları düzene girerken alnını öpüp spreyi çekmeceye koydu. Sevdiği kızı daha sıkı sarıp sırtını okşadı. Gözleri ilaçlardaydı hâlâ.
Hazan başını, başına yasladığında, "hepsini içiyor musun?" diye sordu.
"Hı hı. Ama içmek istemiyorum."
Yorgun ve bıkkın sesi içini ezdi.
"Olmaz öyle. Doktor verdiyse içeceksin."
"Ama aklımı karıştırıyorlar. Gerçekle rüyayı ayırt edemiyorum. Hafızam bulanıyor. Geçen de..."
Omzunda duran elini öperken, "noldu?" dedi, devam etmesi için.
"VASÖ'nün olmadığını unuttum. Az kalsın bir tutukluya zarar veriyordum. Aslında...vermeyeceğimi biliyordum, niyetim o değildi. Ama...bilmiyorum işte. Sonra başsavcının karşısında buldum kendimi. İkaz aldım."
Elini göğsüne koyup yanağını okşadı. Bu durum canını sıkmıştı. Gece geldiğindeki hali de iyi değildi. Ne söyleyip ne yapacağını bilemedi.
"Kurban olurum sana," dedi. "Kolun nasıl?"
"İyi. Uzun süre üstüne yatınca ağrıyor. Soğuğa çıkınca sızlıyor. Ağırlık kaldırıp ani hareketler yapmam yasak."
Yaranın üzerini öptü. Bir müddet öylece durdu. Ömer ağaya Hazan'ı bu yüzden sormuyordu. İyi olmadığına dair tek bir kelime, bir işaret, yüz ifadesi, içerideki arafı cehenneme çevirirdi. İyi olmadığını hissediyordu zaten. O ilk ve son görüşmelerinde de iyi değildi. Ama en azından daha kilolu, zihni daha berrak, nerede olduğunu, ne istediğini bilecek haldeydi. Şimdi ise yokluğunun Hazan'ı getirdiği hali net bir şekilde görüyordu. Bu kendine olan öfkesini nefretle harladı. Yine de bugün buradaydı. Çok şükür ki bir şansı daha olmuştu. Karısına en iyi şekilde bakıp iyileştirecek, pamuklara saracaktı.
Yatağa uzanıp koluna dikkat ederek üzerlerini örttü. Dudaklarını alnına dayayıp saçlarını severken, "iyileştireceğim seni," dedi. "Geldim artık. Bir daha da bırakmam. Tamam?"
Hazan göğsüne iyice sokulup nemli teninden kokusunu soludu.
"Söz mü?" dedi.
"Söz."
"Fırat..."
"Yavrum."
"Ben sensiz yapamıyorum. Çok özlüyorum seni. Göğsüm sokülüyormuş gibi hissediyorum. Ne yapsam geçmiyor..."
Dişlerini sıkıp dilinin ucunu ısırdı. Yüzü Hazan'ın sözlerinin omzuna bindirdiği ağırlıkla gerildi. İçinde bir yer ince ince sızlıyordu. Gözleri buğulandı. Artık bu ilişkide kim daha çok seviyor tartışması yapamazlardı. Fırat kollarındaki kızın onu ne denli sevdiğini dün gece ve şimdi o kadar iyi görmüştü ki Hazan için yaptığı hiçbir fedakarlıktan gocunmuyor, yanan canını umursamıyordu. Herkesi silip bir tek ona taptığı için pişman değildi. Kendini görmezden gelmek ağrına gitmiyordu. Hazan varken o önemsizdi.
"Şşş, ağlama. Geldim, tamam?" dedi. "Geçmeyecek bir şey yok. Yapma şöyle, canımın içi."
Hazan bu kadar kırılganken aynı kırılganlıkla karşılık verirse toparlayamayacaklarını biliyordu. Güçlü olmaya çalışıyor, kaldığı yerden hem sevdiği kızın hem de ilişkilerinin sorumluluğunu üzerine alıyordu.
"Ama..."
"Yok ama falan. Düzeleceğiz. Yine her şeyden çok seveceğim seni, ama geride bıraktığım her şeyin sen olduğunu bilerek seveceğim. Daha sakin bir adam olmayı deneyeceğim. O siktiğimin örgütü yok artık. Daha sakin bir adam olmam için bu da bir yere kadar yeter. Bir şey yaparken üç kere düşüneceğim bundan sonra. Ne seni bensiz bırakacağım, ne de beni sensiz."
"Bırakma."
Dakikalarca sustular. İkisi de birbirlerini istemelerine rağmen ne Hazan bunu dillendiriyordu, ne de Fırat saçlarından, sırtından ve belinden fazlasına dokunuyordu. Fırat Hazan'a kıyamıyor, Hazan'sa çekinip utanıyordu.
"Fırat?"
"Canım."
"Aslı'yla Yaren'i gördün mü?"
Sevişelim mi diyecekken aklına birden bu soru gelmişti. Hiç sesleri çıkmıyordu. Uyuyorlar mıydı acaba?
"Gördüm."
"Neredeler? Uyuyorlar mı?"
"Dün gece ben geldikten sonra gittiler."
Hazan göğsünden ayrılıp kollarından çıktı. Yatakta otururken, "nereye?" dedi.
Fırat, çatılan kaşlarını, meraklı gözlerini, uzun, kıvrımlı kirpiklerinin hareketlenişini, minik burnunu, hafifçe kızaran yanaklarını, küçük çenesini, zayıflamasına rağmen hâlâ etli olan boynunu, gerdanını, göğüslerini, ince belini, göbeğini içi giderek izlerken başını biraz geriye atıp, "bilmiyorum," dedi.
"Ters bir şey söylemedin di mi?"
Bu sorudan hoşlanmasa da ciddi bir ifadeye bürünmesine engel olamadığı yüzüyle, "eve geldiğimde seni sorup başka bir şey demeden yanına çıktım," dedi. "Evden gittiklerinde senin üzerindeydim. Kapı sesini duydum sadece."
Hazan Fırat'ın kızdığını anlamıştı. Kollarını boynuna sarıp üzerine çıktı. Beline, anında sarılan güçlü kollarla, "özür dilerim," dedi. "Sordum işte, çıkıverdi ağzımdan."
"Tamam yavrum, sorun yok."
"Yok mu?"
"Yok."
"O zaman ben Yaren'i arayıp bir sorayım, olur mu?"
Kollarını çözmedi. Nasıl söyleyeceğini bilmiyordu ama evde başka birilerini istemiyordu. Hazan'la başbaşa kalmak, ona dokunmak, bir ihtimal sevişmek istiyordu. Onlar varken Hazan'a her an istediği gibi dokunamazdı.
"Fırat'ım bıraksana."
"Gülüm..."
"Efendim?"
"Kızma bir tanem ama...biraz yalnız mı kalsak?"
Bunu o da istiyordu. Ama burası Yaren'le Aslı'nın da eviydi. Anlayış gösterip Fırat gelince, onları yalnız bırakmak için gitmişlerdi, ama tatil günlerinde bütün gün dışarıda ne yapacaklardı ki? Ayrıca sevdiği adamın pek ona dokunmaya niyeti varmış gibi de durmuyordu. Erekte olmuş penisini hissediyordu, o da ıslanmıştı. Tenleri alev alev yanıyor, birbirlerine değdikleri an nefesleri düzensizleşiyor, içleri titriyordu. Ama Hazan'a göre bu işten bir şey olacağı yoktu.
"Kalsak ne olacak ki?" dedi küskün ve iğneleyici bir sesle.
Kulağının altını öpüp, "ne demek, ne olacak?" diye sordu. "Az önce özledim diye ağlıyordun."
Geri çekilip göğüsleri sevdiği adamın göğsünde ezilirken gözlerine baktı.
"Özledim, çok özledim, ama..."
Dudaklarını sulu bir şekilde öpüp burnunu burnuna sürttü.
"Hı?"
Gözlerini kaçırıp pencereye döndü yüzünü.
"Sen bana dokunmuyorsun," dedi duyulur duyulmaz bir sesle.
Yüzünü yanağına gömdü. Tenini kokladı. Fırat Hazan'ın derdinin farkındaydı. Sürekli kendini ona bastırıyor, belli belirsiz sürtünüyor, ancak çekindiği için devamını getiremiyordu.
"Keyfimden mi dokunmuyorum Hazan? Çok zayıflamışsın."
"Güzel değil miyim yani?"
Güzeldi. Zaten kiloyu yüzünden, boynundan ve memelerinden değil karnından vermişti. Beli çok incelmiş, kaburgaları sayılıyordu.
"Saçmalama. Çok güzelsin. Delirtiyorsun beni. "
Hazan ellerini kocasının göğsünde gezdirip omzunu öptü.
"Dokun o zaman."
Dokunuşlarıyla nefesleri sıkılaşıp kendini kaybedecek raddeye gelirken boynuna sokuldu.
"Çok özledim seni," dedi. "Kendimi tutamam, zarar veririm diye korkuyorum."
Hazan çok fazla sızlayıp ıslaklığı rahatsız edici bir hâl alan vajinasını Fırat'ın karnına bastırıp sürttü. Ne yapacağını, bu anı nasıl ilerleteceğini bilmiyordu. Midesi heyecandan kavruluyordu. İnlemeyi andıran nefesleri sevdiği adamın sınırlarını zorluyordu.
"Fıraaaaat..."
Sertçe yutkunup gözlerini açtı. Penisindeki ağrılı acı katlanılamaz bir hâle geldiğinden yüzü kaskatı bir hâl almış, alnındaki ve boynundaki damarlar kendini sıkmaktan şişmişti. Dikkatli olacağım, dedi kendi kendine. Ama Hazan'a dokunmuyor oluşunun tek sebebi bu değildi. Cezaevinden bir daha hiç çıkamayacağını düşünürken bu an imkansızdı, ve Fırat bir gün namaz kılarken Hazan'ı azat etmek için üç kere "boş ol" demişti. Bunu yaparken bile geçerliliği olmadığını biliyordu. Dini olarak Hazan'ın yüzüne karşı veya ona duyurarak söylemesi gerekirdi. O kelimeleri dile dökerken içinde karısına duyduğu sevgiden eksilen en ufak bir şey yoktu. Çok daha fazla seviyordu. İçinden gelerek söylememişti. Öyle bir çaresizlikti ki içini saran, bugün yaşadığı mutluluğun hafifliğine nazaran öldürücü bir ağırlığı vardı. Kendini bir kocadan çok, işe yaramaz bir adam gibi hissediyordu. Sadece işe yaramaz bir adam olmak istemişti. Biraz da bu yüzden Hazan'a dokunamıyordu işte. O, kocasını sabırla beklerken kocası ondan çoktan vazgeçmişti.
"Kocam...lütfen."
Nikâh tazelemek gerekirdi. Ya da Hazan'dan özür dilemesi.
"Fırat...Fırat'ım..."
Saçlarını öptü. Kıyamıyordu bu hâline ama bu konuyu konuşmaları gerekiyordu.
"Yavrum..."
Dudaklarını boynuna sürterken, "sevgilim," dedi.
"Sevgilin ölsün sana. Bir bak bana, konuşalım."
"Konuşmak istemiyorum, senin olmak istiyorum. "
"Sen zaten benimsin. Bir dakika sadece, hadi bebeğim."
Hazan birdenbire kendini kötü ve yarım bırakılmış hissetti. Eskiden Fırat onu zorlardı sevişmek için, ama şimdi istemiyordu sanki. Gururu kırıldı. Utanmıştı. Gözleri sulanırken dudaklarını teninden ayırıp kendini geri çekti.
"Tamam...istemiyorsan yapmayalım. Bırak," dedi.
Fırat bunu beklemiyordu. Kaşları çatıldı. Sesindeki kırgınlığı hak edecek ne yaptığını sorgularken karısına daha sıkı sarıldı.
"Hazan..."
"Bırak."
Bıkkınca içini çekti.
"Başladık mı yine?" dedi. Kavga etmenin, tartışmanın, en ufacık bir şeyden yangınlar çıkarmanın ilişkilerinde, kimin koyduğu belli olmayan, değiştirilemez bir kural olduğunu biliyordu. Ancak şu an bedeni öyle bir haldeydi ki dışarıdan bakan biri bile gözlerindeki arzuyu görebilirdi, hâl böyleyken Hazan'ın onu istemediğini düşünmesi ağrına gitti. İçindeki cendereyi bir görse bu lafları ağzına almaktan imtina ederdi.
"Başlamadık. Bırak. Ben...banyoya gideyim, sen de üstünü giyin."
"Ne yapacaksın banyoda?"
Kocası varken kendine dokunmayı düşünüp düşünmediğini sorguluyordu. O yokken dokunmuş muydu? Bir sebepten bu onu rahatsız ediyordu.
"Sanane," dedi.
Hazan bir yandan da Fırat'a kırgın olsa da böyle inatlaşıp tartışmanın sınırlarında gezindikleri anlardan zevk alıyordu. Çok özlemişti, Fırat'la iyi veya kötü geçirdiği her saniyeyi.
Uyarıcı bir sesle, "Hazan," derken burun burunaydılar.
"Ne?"
Kısılıp içi parlayan kara gözleri dudaklarına düşüp yeniden gözlerini bulurken, "yedirme bana kendini," dedi. "Bir lokma kalmışsın zaten, çıldırtma beni."
Alınlarını birleştirdi. Kirpikleri birbirine değerken dudaklarını öptü.
"Sen de kocaman olmuşsun."
Çenesine dokundurdu dudaklarını.
"Hı?"
Çenesindeki dudaklar boynunun altına kayarken Hazan biraz geri çekildi. Sevdiği adam bu uzaklıkta ona sorgulayıcı gözlerle bakıyordu. Elleri atletini buldu ve çıkardı. Uzun, dalgalı saçları Fırat'ın, beline sarılı olan kollarının üzerine dağıldı. Büyük, dolgun memeleri kocasının çıplak göğsüne yapışmıştı. Elindeki atleti bir kenara attı. Fırat kızıl alevler saçan delici bakışlarıyla onu izliyordu. Bembeyaz, pürüzsüz teni camdan vuran ışıkla öyle baş döndürücü görünüyordu ki daha fazla dayanamayacağını biliyordu. Dayanmakta istemiyordu zaten.
Dudaklarına kapanıp büyük ve kaba ellerini narin sırtında, küçük omuzlarında gezdirdi. Yatakta aşağı kayıp karısını üzerine yatırdı. Hazan bacaklarını ileriye doğru uzatıp şortunu ve külotunu kalçalarından sıyırdı. Fırat da belindeki havluyu açtığında birbirlerine ettikleri temasla ikisi de inledi.
"Fı-Fırat..."
Yavaşça altına aldı. Boynuna gömülüp birkaç kez öpüp emdikten sonra geri çekildi.
"Fırat..."
"Şşş,"
Bacaklarındaki şortu ve külotu tamamen çıkarıp attı. Sol göğsündeki doğum lekesini öpüp iyice dikleşip kabaran ucunu ağzına aldı. İçinden gelen ısırma dürtüsüne engel olup büyük bir özlem ve açlıkla emdi.
"Ah....ah....ah..."
Eli vücudunda geziniyor, yumuşacık kadifemsi teni aklını başından alıyordu. Hazan sıkıca boynuna sarılmıştı. Yüzünü saçlarına gömmüş inleyip duruyordu. Kadınlığını avucuna aldı. Sırılsıklamdı. İlk defa bu kadar ıslanmıştı. Göğsünden ayrılıp alnını öptü. Ardından burnunu, dudaklarını, çenesini derken aşağılara doğru kayıp bacaklarının arasına girdi. Bir süre, gözüne küçücük gelen, bembeyaz ve pürüzsüz kadınlığını izledi. Pembeleşmiş dudaklarının arasından çarşafa akan sıvıyı gözleriyle içti.
Hazan kocasının yüzüne baktı. Gözlerindeki hazzı gördü. Dokunmadan bakışlarıyla işkence ediyordu. Dudaklarını ısırarak iniltilerini bastırmaya çalıştı. Tırnaklarını yatağa geçirmişti. Fırat sonunda vajinasının üstünü koklayıp öptü.
"A-ah....ah..mmmh..."
Dudaklarını emip akan sıvıyı kana kana yudumlarken, "niye bu kadar güzelsin sen?" dedi. Daha hoyrat ve sert ısırıp öpmeye başladı. Çok açmış da oldukça lezzetli bir şey yiyormuş gibi zevk dolu erkeksi sesler çıkarıyordu. Hazan ise inlemeyi bırakmış, çığlıklar atarken kendini sevdiği adamın ağzına itip sürtünüyordu. İçindeki boşluk acı verici bir şekilde sızlarken gözlerinden yaşlar boşaldı. Ne kadar olmuştu böyle hissetmeyeli, nasıl özlemişti kocasını... o kadar çok seviyordu ki hiçbir şeyin sonu gelmesin istiyordu. Ne bu an bitsin, ne saat öğleni bulsun, ne acıksın, ne susasın, ne de yorulsundu.
"Çok özledim seni...of...lan..."
Yüzünü ıslaklığı sürttü. Baştan aşağı burada yıkanmak istiyordu. Derin derin koklayıp, vıcık vıcık sesler eşliğinde, bastıra bastıra öptü.
"Kurban olurum sana...kokuna...tadına ölürüm senin..."
Vajinasına vuran sıcak nefeslerle kendinden geçerken kocasının kadınlığıyla olan, konuşmalarını dinliyordu. Gözyaşları arasında gülümsedi.
"Fırat..."
"Yavrum."
"Seni...ah...seni istiyorum...lütfen..."
Doğruldu. Sevdiği kızın küçücük varlığını koca gövdesiyle örttü. Dudaklarını öptüğünde yüzündeki ıslaklık yüzüne sürülmüştü.
"Ağlama."
"Dokun o zaman sen de. Dayanamıyorum artık."
"Şşş, tamam. Tamam bebeğim."
Yeniden kadınlığını avuçladı. Elini ıslaklığa bulayıp aletini kavradı. Kalın fakat yumuşak derisini sıvazlayarak, elindeki ıslaklıkla daha kaygan bir hâle getirdi. Hazan ne yaptığını gördüğünde gözlerini kaçırıp göğsüne sokuldu.
"Fırat napıyorsun?" diye sordu ürkek ve şaşkın bir sesle. Kocasını ilk defa kendine dokunurken görüyordu. Bu tuhaf hissettirmişti.
Yanağını öpüp, "içine daha kolay girebilmem için yavrum," dedi. Dişlerini sıktığı için kaba sesi boğuk ve sertti. "Canın yanmasın diye."
Aynı şeyi bir kere daha yapıp tuttuğu penisini kadınlığının girişine yerleştirdi.
"Ah! A-ah..."
"Şşş şşş."
Ellerini başının iki yanına koyup üzerine tamamen yerleşti. Hazan bacaklarını iyice açıp ayaklarını yatağa koydu. Fırat yaş döken gözlerinin kenarını öpüp kontrollü olmaya çalışırken, "şimdi kendimi içine iteceğim," dedi. "Canın yanarsa söyleyeceksin. Yavaş olmaya çalışacağım, kaldıramayacağın kadar sertleşirsem durduracaksın, tamam?"
Dudakları birbirine değerken daha sıkı sarılıp koca gövdesinin altında alabildiğine güvende hissettiği adamı öptü. Aralarındaki duygusal bağ çok güçlüydü. Yalnızlığı Fırat'ın varlığıyla yok olurken şu an çok huzurluydu.
" Tamam kocam."
Ellerinden destek alarak kendini içine iterken, "kocan siksin seni," dediğinde sesi Hazan'ın çığlığına karıştı.
Kasıkları vajinasına çarptığında ayakları yataktan ayrıldı. Sevdiği adam başını boynuna bıraktı. Orta şiddette içinde git gel yaparken tırnaklarını sırtına geçirip gözlerini kapattı. Bu anı, Fırat'a ait olmayı bütün hücrelerinde duyumsamak istiyor, kadınlığı sevdiği adamı bir girdap gibi içine çekiyordu.
Fırat ellerini Hazan'ın başının üstünde birleştirdi. Yatağa dağılan ipek gibi saçlarına parmaklarını doladı. Altındaki ona oldukça güçsüz ve narin hissettiren karısının canını yakmaktan korkarken ağırlığını tam olarak üzerine vermedi. Şakağını öptü.
"İyi misin yavrum?"
Hazan iniltileri arasında, "hı hı," diye bir mırıltı çıkardı. Yanağını sevdiği adamın güçlü koluna yaslayıp öptü. "Ço-Çok...ah...ah çok iyiyim."
Saçlarında nefeslendi.
"Kurban olurum sana. Canını yakıyor muyum?"
"Ha-hayır...ah...mmmmh...a-ama..."
"Söyle, emret canımın yarısı. Ne istiyorsun?"
Bacaklarını beline dolayıp kocasını kendine çekip bastırdı.
"Daha," dedi inleyerek. "Daha sert...mmmm...ah...ah...ol. yetmiyor...lütfen ko...ah...kocammm...kocammmm."
Fırat, Hazan'ın ne istediğini anladığı an biraz daha hızlanmıştı. Kadınlığının sıcaklığı, ıslaklığı, onu sarıp sarmalarken ihtiyaçla içine çekişleri aklını darmaduman etse de kontrollüydü.
"İyi mi böyle...oldu mu?"
Kulak memesini ısırıp emdi.
"Bi-biraz daha..."
"Şşş...canın yanar."
"Yansın...mmm...ah..."
Yüzünü çevirip dudaklarını kavradı. Sertçe öpüp, "azdırma beni," dedi. "Zararlı çıkan sen olursun. "
Parmaklarını ensesinde gezdirip altında aşağı yukarı hareket ederken tırnaklarıyla etini çizdi.
"Ko--ah! Korkmadım."
Hızlı ve iniltili solukları birbirine karışıyordu. Dudağının kenarını öpüp çenesini yalayıp emdi.
"Korkma gülüm, kıyar mıyım sana?"
"Kıy...nolur...senin olmak...ah...ah...istiyorum..."
Burnunu ısırdı.
"Hazan...Hazan'ım...zorlama. Zor tutuyorum kendimi zaten."
"Tutma."
Yanaklarını kokladı.
"Böyle yapıp yapıp yoldan çıkaracaksın beni...sonra da canımı yaktın diye sikip sikip atacaksın. Ben bilmiyor muyum yavrumu."
Omzunu öptü.
"Bilmiyorsun. Be-ben...a-a-ah...çok değiştim. Bir daha...üzmeyeceğim...ko...of...mmmh... kocamı. Ne...Ne isterse yapacağım..."
Fırat biraz daha hızlandı. Az önce çarşafın hışırtıları duyulurken şimdi yatağın yaylarının gıcırtısı dolduruyordu odayı.
"Ne isterse?"
"Hı...Hı."
"Çöz kollarını."
"Niye? Sa-ah!! Sana...sarılmak istiyorum."
"Biraz daha hızlanacağım. Koluna çarparım, canın yanar. Boynumdan çöz, belime sar, hadi."
Dediğini yaptı. Elleri sırt kaslarında gezinirken sevdiği adam tamamen içine girmişti. Freni boşalmış bir kamyon gibi giderek hızlanıp yoldan çıktığında Hazan'ın çığlıkları evi inletiyordu. Aslı'yla Yaren'in dışarıda olmasına şükür etti. Çığlıklarını bastırmanın bir yolunu bulsa bile yayların çıkardığı acı dolu haykırışlara mani olamazdı. İki etin birbirine çarpma sesleri odada duyulurken Fırat giderek hırslandı. Cezaevinde mahkumlarla toplu duş alıyorlardı. Gün boyu ve gece uyurken her zaman koğuşun içinde gezen iki nöbetçi oluyordu. Kendi kendilerini tatmin edebilecekleri özel bir alan yoktu. Bu Hazan yokken çok da ihtiyaç duyduğu bir şey değildi, ancak şimdi kontrolü bile isteye elinden bırakmıştı. Bu an için, sevdiği kızın içine boşalıp sıvısını püskürtmek için çıldırıyordu. Az önce söylediği sözler aklında dönüp dururken kendini kaybetti. Hayalini kurduğu şeyler, Hazan'la yaşamak istedikleri içindeki ateşi harladıkça harladı. Kollarını altından kayıp gitmek üzere olan, ona sarılıp tutunacak takati kalmamış ve saniyeler önce boşalmış karısına sıkıca sardı. Vücutlarından kayıp giden ter damlaları çarşafa düşüyordu.
Dışarıdan bakıldığında Fırat'ın iri gövdesinin altında sadece Hazan'ın cılız bacakları görünüyordu. İç içe geçmiş iki bedenden biri çoktan gücünü tüketmiş, diğeri henüz yeni yeni doyuma ulaşıyordu. Hazan'ın yüzü ağlamaktan ve çığlık atmaktan kıpkırmızı olmuş, damarları şişmişti. Gözleri boncuk boncuk yaş döküyordu, ancak Fırat'ın zevk dolu iniltileri tüm acısına rağmen onu mutlu ediyordu. Yapabildiğince kocasını öpüp kokluyor, tenini ve saçlarını sevip okşuyordu.
Dakikalar sonra Fırat da boşaldı. Hazan'ın üzerine yığılıp kaldı. Hazan onu üzmemek için ve bu halin sebebinin kendi istekleri olduğunu bildiğinden kadınlığındaki sızıya ve yanma hissine rağmen sesini çıkarmamaya çalıştı. Kendini çok güçsüz ve yorgun hissederken tüm vücudu, özellikle de kasıkları ağrıyordu. Kolunda can yakıcı olmasa da kendini belli eden bir acı vardı.
Fırat kendini çekip yana attı. Yorganı üzerlerine örtüp sevdiği kızı sarıp sarmaladı. Vücudunu masaj yapar gibi okşadı. Hâlâ içinden çıkmamışken bacağını üzerine aldı. Küçük, fakat dolgun kalçalarını okşadı, ayağını sevdi. Başı boynunda nefeslenirken, "iyi misin yavrum?" dedi.
"Yoruldum."
"Ağlıyor musun sen?"
Göğsüne kıvrıldı.
"Canım yandı biraz, ama çok değil."
Bu durum, canını sıktı. Ayağındaki elini yüzüne çıkarıp, terden tenine yapışan saçları geriye itti. Yaş döken gözünün altındaki ıslaklığı öptü.
"Bak bakayım bana."
Kapalı olan kirpiklerini aralayıp gözlerini buluşturdu. Gözleri de yanakları ve burnunun ucu gibi kızarmıştı. Başparmağıyla yaşları sildi. Kaşları çatılırken yüzü gerildi. Kime kızacağını bilmiyordu. Onu yoldan çıkaran Hazan'dı, ama istemeseydi çıkmazdı.
"Çok ağlamışsın," dedi. İçindeyken çığlıklarını bile zar zor duymuş, ağladığını fark etmemişti.
"Ben istedim."
Bir şey söylemedi. Suçlu olan kendisiydi. Bir insan nasıl her seferinde aynı hatayı yapardı ki?
"Gel, bir bakayım şuna."
"Fırat..."
"Şşş, tamam."
Hazan'ın yatağa uzanmasını sağlayıp yavaşça içinden çıktı.
"Ah! A-a-ah...mmm..."
"Tamam, tamam bebeğim, bir şey yok. Sakin."
Çarşaftaki kan lekelerini gördü. Uzun zamandır bir birliktelik yaşamamışlardı. İçine girerken de ne kadar dar olduğunun farkındaydı. Kanaması normaldi. Eğilip kızaran kadınlığının dudaklarını, tenlerinin kokusunun birbirine karıştığı yerde öpücüklere boğdu. Yanına uzanıp kasıklarını okşadı.
*********
Saat sekizi geçmişti. Koyun koyuna yattıkları yataktan kucak kucağa kalkıp banyoya girdiler. Fırat suyu ayarladı. Isınmasını beklerken Hazan dudaklarını ayırıp çekinerek, "Fırat," dedi.
"Hı?"
"Biraz dışarıya çıksana."
"Neden?"
"İşim var, lütfen."
"Tuvaletin mi var?"
"Fırat!"
"Ne? Ben kocanım senin."
"Olabilir, bu en azından biraz mahremiyetimiz olmayacağı anlamına gelmiyor."
Boynunun altını öperken, "kim demiş?" dedi. "Senin her anın, aldığn nefes bile, yanında olayım olmayayım bana ait."
"Ama terk etmek istedin beni."
Fırat'ın öpüşü yarım kaldı. Bir aralık nefesini tuttu. Daha fazlasını da yapmıştı. Bir geçerliliği olmasa bile kendi kendine boşamıştı onu. Suçluluk duygusu omuzlarına bindi. Yine de bütünüyle haksız olmadığını biliyordu.
"Sebebini biliyorsun, keyfimden yapmadım."
Hazan hâlâ, o gün de olduğu gibi bugün de ortada ayrılmalarını gerektirecek bir sebep olmadığını düşünüyordu. Fırat kurtulacağını bilmiyordu, onun baktığı yerle Hazan'ın baktığı yer aynı değildi. Ama Hazan inanıyordu ki hiçbir zaman kurtulmayacak olsa bile Fırat'tan vazgeçmezdi. Buna karşın saçma olduğunu bildiği bu tartışmayı ne başlatmak ne de sürdürmek istedi. Geride kalmıştı artık. Bir daha ayrılmayacaklardı.
Sessiz kaldığında Fırat gözlerine baktı. Dudaklarını alnına bastırıp, "özür dilerim," dedi.
"Affettim, hiç küsmemiştim ki zaten."
"Küsme. Ben ölürüm sana."
"Tamam, çık hadi."
"Yavrum..."
"Fırat...çişim geldi lütfen."
Erkeksi bir kıkırtı döküldü dudaklarından. Yanağını ısırırken, "çişini yesinler senin, gel," dedi.
"Ya...ya bırak."
Klozetin kapağını açıp oturttu. Önüne çöküp ellerini tuttu. Üzerini okşarken dudaklarını öptü.
"Yap hadi."
Hazan şok içinde Fırat'a bakarken, "delirdin heralde," dedi.
Başını olumsuzca sallayıp, "aklım gayet başımda," dedi.
"Fırat..."
"Bebeğim doğru düzgün hareket bile edemiyorsun. Canın yanıyor. Yerler ıslak. Bir şey olur, yap işte böyle, ne olacak?"
"Ayıp."
"Karımsın sen benim."
"Arkanı dön bari. Fırat lütfen."
İçini çekti.
"Tamam," diyerek doğrulup arkasını döndü.
"Kulaklarını da kapat."
"Tamam. Sen bana bakabilirsin ama."
Çırılçıplak, esmere çalan buğday teni ve kasları ışığın altında parlarken Rönesans döneminde çizilen, insan bedeninin ilahi güzelliğinin keşfedilip sergilendiği portrelere benziyordu. Ama Hazan ona bir kere baksa da ikinci kez dönüp bakmadı. Su sesi çıkmamasına dikkat ederek tuvaletini yaparken hissettiği ani yanma hissi, kramp ve sancıyla inledi. Fırat hızla ona dönüp önüne çöktü.
"Noldu?" dedi telaşla.
Hazan onu ittirip, "yok bir şey, ya dönsene arkanı," dedi.
"Hazan..."
"Fırat lütfen...nolur?"
"Yanıyor mu? Benim yüzümden mi? Hastaneye götüreyim mi seni?"
Hazan utançtan ağlayacak hâle gelmişti. Başını öne eğip, "of Fırat," dedi.
"Ne? Yapamıyor musun? Çok mu acıyor?"
Endişeli sesi, Hazan'ın utancını duyduğu şeyin uzağından yakınından geçmiyordu. Tek derdi iyi olup olmaması, canının yanıp yanmadığıydı.
Gözünden bir damla yaş süzülürken, "geçti," dedi titreyen ve kızgın sesiyle. "Acımıyor. Bakma artık, yalvarırım bakma."
*********
İkisi de banyodan çıkıp giyindikten sonra alt kata indiler. Hazan canı yandığı için yürüyemiyordu. Bu yüzden sevdiği adamın kucağındaydı. Salona geldiklerinde, "Fırat bak, televizyon aldık," diyerek şöminenin üzerindeki duvara monte edilmiş televizyonu işaret parmağıyla gösterdi.
Elini tutup parmağını öptü.
"İyi yapmışsınız."
"Kızlarla film gecesi yapmak için aldık. Seninle de izleriz di mi?"
"İzleriz bebeğim," derken mutfağa girmişlerdi.
Fırat ocağa çay suyu koydu. Tek eliyle demliğe üç kaşık çay döktü. Hazan huzurlu bir sevgiyle onu izlerken, "bak sana başka ne göstereceğim," dedi.
"Ne göstereceksin bakalım?"
"Buzdolabına bak."
Sağında kalan dolaba döndü. Kapağına yapıştırılmış fotoğrafları gördü. Aslı, Yaren ve Hazan'ın birlikte, ayrı ayrı, ikişerli çekilmiş resimleri vardı. Birinde Hazan bir üzüm ağacından üzüm topluyordu. Birinde güya mısır biçiyordu. Diğerinde süt sağıyor, bir kuzuyu seviyor, yer fıstığı topluyor, tarlada çalışanlarla yemek yiyordu. Ancak en üstte Memduh'un düğününde dans ederlerken Canan hanımın çektiği fotoğraflar vardı. Canan hanım, daha kaçırılmadan önce Hazan'a göndermişti. Hazan da çıkartıp buraya asmıştı.
"Beğendin mi?"
Fırat, açıkçası bu resimlerden hoşlanmamıştı. Birçok sebep vardı. O gün olanlar ve bu resmî çekenin tam araları düzelirken Hazan'a sırtını dönen annesi olmasıydı. Fotografları öfkeden kararan yüzüyle sökercesine aldı.
"Fırat..."
Tezgahın altındaki dolabın kapağını açıp buruşturduğu fotografları çöpe attı. Kapağı sertçe kapattığında Hazan kucağında irkilmişti.
"Fırat..." dedi yine.
"Yok Fırat falan! Yenisini çektiririz! Kendi düğünümüz olur. Ne o güne ne de o insanlara ait tek bir şey istemiyorum bu evde! Anladın mı?"
Öfkeden ısınıp kasılan bedeni, ürkütücü bir hâl alan yüzü ve emredici sert sesiyle Hazan onun sakin bir adam olmanın yakınından bile geçemeyeceğini düşündü. Önemi yoktu. Ayrı düşmelerine neden olacak bir şey yapmasındı da ne kadar kızıp bağırırsa bağırsındı. Fırat kendini böyle ifade eden bir adamdı. Hazan onun öfkeli olmaktan ziyade kırgın olduğunun farkındaydı. Aslında o da kırgındı. Saadettin ve eşi neyse de Canan hanımla Bahar'ın, özellikle de Bahar'ın, ona yüz çevirmesine üzülmüştü. Ama anlıyordu onları. Fırat'ın hapse onun yüzünden girdiğini biliyorlardı, haliyle de bir suçlu aranacaksa bulunan kişi Hazan olmalıydı. Sevdiği adamın aksine, o kimseye kızmıyordu. Kocasının da kızmasını istemiyordu. Ortada Fırat'a yapılmış bir şey yoktu, hatta sırf ona yakın olabilmek için göç kaldırıp Ankara'ya taşınmışlardı. Tavırları Hazan'a karşıydı.
Fırat burnundan solurken mutfağın arka bahçeye bakan kapısını açtı. Yerdeki, siyah beyaz halının üzerine ve ahşap yemek masasının bacaklarına güneş vururken içeriye taze hava girdi. Kuş cıvıltıları doldu. Fındık hemen gelip eşiğe yattı.
"Beni indirir misin?"
Sebzelikten patates alırken duraksadı.
"Neden? Bana mı kızdın?"
"Hayır, kızmadım. Fındık'a mama vereceğim. Hem ben kucağındayken patates soyamazsın ki."
İçeriye vuran güneş gözlerine düşüp turuncu yeşil arası bir renk almasını sağlarken Fırat büyülenmiş gibi bakıyordu.
Birden, "çok seviyorum seni," dedi.
Gülümseyip yüzünü avuçlarının arasına aldı. Tenini okşayıp, "ben de seni çok seviyorum Fırat'ım," dedi. Dudaklarını öpüp geri çekildi. Çok sevdiği kara gözler ona öyle derin bakıyordu ki devam etmesi gerektiğini düşündü. Onlar karı kocaydı, hislerini değilse neyi paylaşıp üzerine konuşacaklardı ki?
"Ben anlıyorum seni," dedi. "Benim yüzümden ailene kızgınsın. Ama buna gerek yok. Onlar sana karşı bir tavır almadılar ki, aksine senin için buradan kalkıp Ankara'ya taşındılar. Ben yapamadım mesela. Sözde seni kurtarmak için bir şeyler yapacaktım, izin vermediler. Yani..."
"Biliyor muydun?"
Gözlerini kaçırıp yanağının içini ısırırken, "neyi?" dedi.
"Geçiçi olarak tutuklandığımı."
Dudaklarını birbirine bastırıp başıyla onayladı.
"Biliyordum."
"Ne zamandan beri?"
Tekdüze sesi Hazan'ı geriyordu. Yutkundu.
"Cezaevine seni görmeye geldiğim günden beri."
"Yanımdayken de biliyor muydun?"
Yüzünü önüne eğdi.
"Evet."
"Niye bana söylemedin?"
"Çünkü...Adalet Bakanına söz vermiştim."
"Kocandan daha mı değerliydi elin herifine verdiğin söz? Ben kafayı yedim içerde. Senden ayrı kaldım, bunun bir sonu yok diye öldüm öldüm dirildim. Hazan..."
Diyecek başka bir şey bulamıyormuş gibi başını belli belirsiz sağa sola salladı. Hazan'ı yavaşça yere indirdi. Üç patates alıp fildişi rengindeki tezgahın üzerine koydu. Çekmeceden bıçak çıkarıp soymaya başladı. Sevdiği kız bıraktığı yerde öylece duruyordu ve o bunun farkındaydı. Bunun büyük mü yoksa küçük mü bir mesele olup olmadığını bilmiyordu. Hazan, o gün durup durup ağlamış, sürekli ona geleceğe dair umut dolu sözler etmişti. Gerçekten hiç çıkamayacak olsaydı o delikten Hazan onu yine de sonsuza kadar sever miydi? Yine kazağına sarılıp uyur, yuvalarına sahip çıkar mıydı? Bunu sorgulamaya hakkı yoktu. İlk vazgeçen oydu. Hazan da vazgeçseydi kızacak yeri olur muydu? Olurdu tabii. İçeriye giren, Allah korusun, Hazan olsaydı, Fırat ondan ne derse desin vazgeçmezdi. Neye göre yargılıyordu Hazan'ı? Müebbet yediğini düşünürken ne hissettiğini biliyor muydu ki? Göğsü kavruldu. Zihni anlamsız yerleri zorluyordu. Anı yaşa, geç lan işte, dedi içinden. Artık bir önemi olmayan ihtimaller için üzme şu kızı. Öyle olsaydı böyle olsaydı diye binlerce opsiyon için dellenip, kıskanma karını.
O sırada Hazan buzdolabının üstünden Fındık'ın kuru ve yaş mamasını aldı. Parmaklarının ucunda yükselip uzandığı için kasıkları acımıştı. İnlememek için direndi. Dün gece Aslı'nın yıkayıp bir kenara koyduğu mama kabını aldı. Eşiğin önüne, Fındık'ın yanına çöktü. Canı bir kez daha yanarken, yavaşca halının üzerine oturdu. Bir kutu yaş mama açıp döktü. Sonra biraz kuru mama ve ardından bir yaş mama daha. Yanında duran beş kiloluk, yarısı boş içme suyunu aldı. Kabın su için ayrılan kısmına döküp eşikten dışarıya koydu. Fındık hiç istifini bozmadan yattığı yerden yemeğini yemeye başladığında onu seyretti. Üzgündü. Fırat'ı anlıyordu. Kendince haklıydı, ama söz vermişti. Ayrıca Hazan için bile olsa, onlara zarar veren birine zarar verdiklerinde acı çeken onlar oluyordu. Hazan da Fırat'ın biraz sakinleşip burnunun sürtmesini istemişti. Tabii her şey tamamen onun tekeline kalmış olsaydı, bunu isteği günün ertesi vazgeçerdi. Ve bu ilişkide bir şeyler saklayan, yalan söyleyen sadece o değildi. Fırat'ın, annesine para gönderdiğini günler önce öğrenmişti. Şimdi ağzını açıp tek kelime etmiyor diye kendini haklayıp kenara çekilmeye hakkı var mıydı? Elbette aynı şey değildi, ama bu da bir sırdı.
Patatesleri soymayı bitirip bir kaba uzun, ince doğrayıp üzerine su döküp kenara koydu. Ellerini yıkayıp kağıt havluyla kuruladı. Kırmızı uzun çiçekli eteği ve aynı kumaştan, belini açıkta bırakan, askılı üst kısmıyla yerde oturan Hazan'a döndü. Dalgalı saçları omuzlarından dökülüp yere değiyordu. Eli kadar bile olmayan ayaklarına vuran güneşe tutuldu. Arkasına oturup karısını bacaklarının arasına aldı. Hazan irkildi.
"Fırat!"
"Şşş, benim. Korkma."
Kasıklarını okşadı.
"İyi misin?" diye sordu.
"Üzgünüm."
Sıkıntılı bir nefesi içine çekti. Saçlarını koklarken "üzülme," dedi. "Ben fazla tepki verdim, özür dilerim."
"Haklıydın, haklısın. Ama söz verdim işte. Hem..."
Sırtını öptü.
"Söyle."
"Sen bana hiç yalan söylemedin mi? Benden bir şeyler saklamadın mı?"
"Neden bahsediyorsun?"
"Anneme yolladığın paralardan."
Arkasındaki bedenin gerildiğini hissetti.
"Hazan..."
"Ne? Benim için yaptın, annem sürekli beni üzmesin, para istemesin diye. Ama ben senin iyiliğin için yapmadım. Canını yaktım, bu yüzden ikisi aynı şey değil..."
Sesi kısılıp titrerken sustu. Fırat onu kucağına alıp bacaklarına yan bir şekilde oturttu. Yüzünü ve saçlarını sevip, "ağlama," dedi. "O güzel, renk renk açan gözlerine öldüğüm, ne var ağlanacak? Konuşuyoruz ya bebeğim sadece."
"Ama sen çok acı çektin. Ben biliyorum, gözlerinde...görüyorum. O gün de gördüm. Benim yüzümden oldu hepsi. Canan teyzeler hak..."
Göğsüne çekip bastırdı.
"Sus," dedi. "Getirme o cümlenin devamını."
"Yalan..."
"Yalanı doğrusu umrumda değil. Kapat şu konuyu."
"Ama..."
"Siktirme amanı Hazan! Niye bir kez olsun arkamızda durmak yerine sürekli başkalarını haklı diye karşıma çıkarıyorsun? Buradayız, birlikteyiz. Kim haklı haksız ne önemi var? Ben senden gelecek olan her şeye razıyım. Bir kez olsun kızdım mı sana bu konuda, gönül koydum mu? Hadi dile dökmedim, gözlerimde sana dair ters bir şey gördün mü?"
Kolunu öptü. Aldığı nefesi yavaşça verdi.
"Yapma artık, tamam?"
Göğsündeki elleri beyaz tişörtüne tutundu. Yüzünü bağrına gömüp, "ailene benim yüzümden kızmanı sevmiyorum," dedi çekinerek. "Burada olduğunu, hapisten çıktığını bile bilmiyorlar değil mi?"
"Benim ailem sensin."
"Fırat..."
"Hazan...çok şey anlatmak istiyorum sana, ama o kadar gücüm yok ki. Sadece seni istiyorum, tamam mı? Sana sarılmak, seni öpmek, sana sığınmak, kokunu solumak...geriye kalan kimse o kadar sikimde değil ki. Bırak bilmesinler nerede olduğumu, öldüm saysınlar..."
"Deme öyle."
"O zaman sen de açma konuyu. Biz bize yeteriz."
Boynunu kokladı.
"Yetmez miyiz karım?"
Hazan başını yüzüne kaldırıp, "yeteriz kocam," dedi.
********
Adliyedeki odasında diğer ilçelerdeki terör savcılarından gelen dava dosyalarını inceliyordu. VASÖ'nün düşüşünden sonra paçaları tutuşan terör örgütleri tedirgindi. Başlarına ne geleceğini bilmiyor, ancak yapacaklarından da geri durmuyorlardı. Yine kaçakçılık, canlı bomba eylemleri, kundaklama, sosyal medya üzerinden halkı devlete karşı kin ve nefrete sürükleme gibi eylemlerde bulunuyorlardı. Sabahtan beri sadece Silopi adliyesine iki kaçakçılık dosyası gelmişti. Karakola gitmesi gerekiyordu.
Masanın üstündeki telefon çaldı.
"Alo?"
"Hazan hanım, Sefa bey geldiler. Sizinle görüşmek istiyorlar."
Hazan bu adamdan ve ona olan bakışlarından hoşlanmıyordu. Parmağında yüzüğü olmasına rağmen, açık açık bir şey yaptığı olmasa da varlığı onu rahatsız ediyordu. Hele de şimdi Fırat gelmişken inşallah ters bir durum oluşmazdı.
"Gelsin."
Telefonu yerine koydu. Üzerindeki kısa kollu, açık kahverengi tulumun biraz açık olan yakasını yukarıya çekiştirip düzleştirdiği saçlarını önüne aldı. Dudağındaki, kirazlı küpeleriyle uyumlu kırmızı ruju silmek istese de kapı çalmıştı. Yerinde huzursuzca kıpırdayıp, "gir," dedi.
Sefa bey kapıyı açıp içeriye adımladı. Elinde bir dosya vardı.
"Merhaba Hazan hanım," dedi, karşısındaki koltuğa otururken.
Hazan ayağa kalkıp elini uzatmadığı için kabalık edip etmediğini düşündü.
"Merhaba, hoş geldiniz."
Gözlerini yüzünde gezdirip, "hoş buldum," dedi. Elindeki dosyayı masaya bıraktı. "Eşref Berivan için tim bugün yola çıktı. Bu da operasyon raporunun bir kopyası."
Hazan dosyayı alıp kısaca göz gezdirdi.
"Neden siz getirdiniz?"
"Rahatsız mı oldunuz?"
"Hayır, saçma geldi sadece. Yedi ilçedeki bütün terör savcıları raporları bana böyle teslim etseydi, ya da ben de onların kapılarına gidip aynı şeyi yapsaydım..."
"Gergin misiniz?"
"Hayır, neden?"
"Ne zaman gerilseniz uzun cümleler kuruyorsunuz. İyi bir dinleyiciyimdir, ama bazen sıkılıyorum."
"Güzel. O zaman bir dahakine raporları kendiniz getirmek yerine, hukuk sekreteriyle, e-maille falan iletin. Buraya gelmenize gerek yok. Ayrıca ben gerildiğimde kısa cümleler kurarım. Uzun konuşuyorsam sinirlenmişimdir."
Kaşlarını havalandırdı.
"Yanılmışım o zaman, sorun değil."
"Benim için sorun. Yanlış anlaşılmaktan hiç hoşlanmam."
Güldü. Başını sallayıp, "gergin olup olmadığınız üzerine biraz daha düşünün bence," dedi. "Neyse. Buraya sadece raporu getirmek için gelmedim."
"Neden geldiniz?"
Masanın üstündeki kalemlikten bir kalem aldı.
"Özür dilemek için."
"Ne için?"
"İki hafta önce, karakoldaki tavrım doğru değildi. Kusura bakmayın."
"Şimdi mi geldi aklınıza?"
"Hayır, uzun zamandır aklımda. Ama cesaret edemedim."
"Niye?"
"Gururlu bir adamım."
"Gururlu kalmaya devam edebilirdiniz. Sizden bir özür beklemedim. Haklıydınız, hatalıydım. Tutukluya öyle davranmam doğru değildi."
"Haklı olduğumu biliyorum. Özrünü dilediğim şey size sesimi yükseltmiş olmam. Başka türlü konuşabilirdik, size bağırmaya hakkım yoktu. Ama sanırım rahatsız oldum."
"Neyden?"
Gözlerinin içine bakıp elindeki, neden aldığını bilmediği kalemi kalemliğe bıraktı.
"O herifin size güzel olduğunuzu söylemesinden."
Hazan baştan aşağı titredi. Yutkunma isteğine engel oldu. Gözlerini kaçırmak istedi ama yapmadı. Bu sözlerinden etkilendiğini düşündürebilirdi. Oysa ki aksine kendini kirlenmiş hissediyordu.
"Şu an ben de rahatsız oluyorum," dedi, aynı soğuk ve mesafeli sesiyle.
"Olmayın. Hazan hanım ben sadece...sizi biraz araştırdım..."
"Neden? Bir kusurum mu oldu savcım?"
"Hayır, ilgimi çektiniz, o kadar."
"Neden? Mesleki açıdan mı?"
Eğer öyleyse bu durumu tolera edebilirdi, ancak şu an midesi bulanıyordu.
"Tam olarak değil. Her açıdan diyebilirim."
"Sefa bey ben evliyim."
"Kocanızın soy adı da mı Türkoğlu?"
Hazan masanın üzerindeki kaynar çay dolu bardağı adamın üzerine fırlatmamak için kendini tuttu. Sinirden gözleri yanıyordu.
"Dini nikâhımız var."
"Adı ne?"
"Size ne?"
"Araştırmalarım esnasında kocanız olabilecek birine rastlamadım. Özellikle de aylar önceki terör örgütlerince kaçırılma dosyanızı inceledim. Orada da adı geçmiyordu."
Devlet o gün yaşananları, Fırat'ın ceza kaydını, kaçırılan helikopter olayını, olayda adı geçenlerin listesini yok etmişti. Yalnızca Hazan'ın ve sınır ötesinde bulunduğuna dair bir tutanak vardı. Kaldı ki Sefa beyin bu yaptığı suçtu. İzinsiz hakkında araştırma yapamazdı.
"Neden geçsin ki?"
"Bilmem. Bir düğünden kaçırılmışsınız, kocanız yanınızdadır, sizi kurtarmak için bir şey yapmıştır, ifade vermiştir, ihbarda bulunmuştur diye düşünmüştüm."
"Size ne tüm bunlardan?"
"Merak. Bu arada ben yapardım."
"Neyi?"
"Sevdiğim kadın kaçırılsaydı elimden geleni yapardım."
"Banane bundan?"
"Konuşuyoruz."
Hazan eli ayağı titrerken ellerini masanın altına sakladı.
"Buna konuşma diyemezsiniz. Vaktimi çalıp beni saçma sapan şeylerle meşgul ediyorsunuz."
Bir iki saniyelik bir sessizliğin ardından Sefa bey ayağa kalktı.
"Kusura bakmayın. Rahatsız etmek istemedim."
"Ama ettiniz."
"Genelde sınırlarımı bilen biriyimdir..."
"Bu sefer aştınız."
"Özür dilerim. İyi günler Hazan hanım. Görüşürüz."
"Umarım mecbur kalmadıkça yan yana gelmeyiz savcım."
Gülümseyip Hazan'a hayran bir bakış attı.
"Fazla dürüstünüz," dedi. "İçinizden nasıl geliyorsa öyle konuşuyorsunuz. İşte bu yüzden ilgimi çekiyorsunuz. İyi günler tekrar."
Arkasını dönüp odadan çıktığında Hazan diyaframdan nefes almayı bırakıp trençkotunun cebinden astım spreyini çıkardı. Tulumuyla aynı renk, sivri burun topuklu ayakkabılarının üzerinde doğrulup pencereye gitti. Terlemişti. Kasıklarına kramp girdi. Kolu çevirip egzoz dumanı kokan havadan yüzüne vuran rüzgârı hissetti. Fırat bu adamı bilmemeli, bu olayı öğrenmemeliydi. Sefa savcının daha ileriye gitmemesini umdu.
*********
Akşam dokuzda eve gelmişti. Makam aracından inip korumalara iyi akşamlar dedikten sonra bahçeye girdi. Koşarak gelen Fındık'ın başını okşayıp, gün boyu üzerinde dolanan gerginliği atmak için aldığı fıstıklı çikolatadan bir parça koparıp verdi. Evin kapısına doğru ilerleyip zile bastı. Fırat'ın aracı yoktu. Hâlâ askeriyede olmalıydı. Timle özlem giderdiğini düşündü.
Kapıyı mutfak önlüğüyle Aslı açmıştı. Evin içi yemek kokuyordu.
"Hoş geldin."
"Hoş buldum. Yaren yok mu?"
"Var, Yaren!"
"Dur, çağırma. Sordum öylesine," diyip içeriye girdi. Mutfağa geçip çikolatayı çöpe attı. Yaren üst kattan inip yanlarına geldi.
"Hoş geldin."
"Hoş buldum."
Çantasını ve trençkotunu masaya bırakıp lavaboya girdi. Elini yıkayıp çıktığında kapı çaldı.
"Ben baktım."
Kolu indirdiğinde karışısında Fırat vardı. Sıkıca sarılıp öpmek, kucağında olmak istese de gülümseyip, "hoş geldin," demekle yetindi.
"Hoş buldum," diyen Fırat da Hazan'ı çok özlemişti. Evde Yaren ve Aslı'yla bulunması uygun düşmez diye bütün gün eve gelmemiş, askeriyeden çıkıp Memduh ve Feyzullah'la görüşüp çiftliğe ve tarlalara uğramıştı. Ardından da adliyenin önünde Hazan'ı beklemiş ve peşinden eve gelmişti.
İçeriye girdi.
Aslı mutfaktan, "hoş geldin enişte," diyerek seslendi.
Yaren de elindeki çöp poşetini çıkarırken başıyla selam verdi. Fırat Hazan dışında kadınlarla nasıl konuşacağını bilmiyordu. Bu durumdan rahatsız oldu. Sevdiği kızla baş başa olmak istiyordu.
"Hoş buldum," dedi gergin bir sesle.
Hazan elini tutup onu merdivenlere yönlendirdi. Üst kata çıktılar. Odalarına girdiklerinde Fırat karısını vakit kaybetmeden kucağına aldı. Dudaklarını öpüp boynuna gömüldü.
"Çok özledim seni," dedi.
Hazan ışığı açıp Fırat'a sarıldı.
"Ben de seni çok özledim."
Yatağa oturdu. Saçlarını sevip karısını göğsüne sokmak ister gibi sardıkça sardı.
"Ağrın var mı?"
Başını omzuna koymuş gözleri kapalıyken, "biraz," dedi. "Yürüyünce oluyor sadece."
"Yemekten sonra bir ağrı kesici daha içersin, tamam?"
"Hı hı."
"Uykun mu var?"
"Yoruldum. "
"Üstünü değiştirip yatırayım seni."
"Olmaz, uyurum. Aslı yemek hazırlıyor, hep beraber sofrada olmazsak kızar."
"Öyle mi?" dedi öylesine.
Hazan kirpiklerini araladı.
"Ev tutmuşlar," dedi. "Bir iki güne taşınacaklarmış."
Fırat'ın onlardan rahatsız olduğunu biliyordu. Derdinin kişisel olmadığını da. Kim olursa olsun rahatsız olacaktı zaten. Vücudundan, bir elektrik direği gibi gerilim yayılıyordu. Bütün varlığı mavi kıvılcımlarla kaplıydı sanki.
"Eee?"
"Onlardan hoşlanmadın."
"Ben sen dışında kimseden hoşlanmıyorum Hazan. Kaldı ki biz karı kocayız."
"Öyleyiz, ama dördümüz birlikte yaşayabilirdik."
"Nasıl yaşayacaktık? Bugünkü gibi sevişebilir miydik?"
Dudaklarını büzüp mümkünü varmış gibi daha çok sokuldu.
"Onlar benim için çok değerli. Onlar olmasaydı sensizliğe asla bu kadar dayanamazdım."
Saçlarını öptü.
"Biliyorum. Senin arkadaşların benim kardeşim sayılır. Gelsinler, gitsinler, kapı her zaman açık. Ama birlikte yaşayamayız. Ben sana bu kadar aşıkken, sana dokunmak için her saniye delirirken olmaz. Tamam?"
"Tamam. Ben de gidebilir miyim?"
"Nereye?"
"Onlara. Aslı'yla Yaren'e yani. Arada, gece kalmaya, dışarıya çıkmaya falan. Olur mu?"
Fırat bundan hoşlanmadı. Kocası varken kimsenin evine kalmaya gidemezdi. Tek başına gece dışarıda ne yapacaktı lan? Gözü seğirdi.
"Olmaz."
"Fırat..."
"Canımın yarısı olmaz, kimseye güvenip emanet edemem seni."
"Fırat ben aylarca onlarla kaldım. Ayrıca çocuk muyum ben?"
"Değilsin. Ama evli bir kadınsın. Başkalarının evinde kalamazsın. Dışarıya çıkmaktan kastın ne, anlamadım ama burada gece çıkacak çok bir yer yoktur. Sokakta da dolaşamazsın."
"Biz çıktık ama."
Dişlerini sıktı.
"Nereye çıktınız?"
"Dışarı."
"Ne yaptınız?"
"Parkta oturup dondurma, mısır yedik."
"Onu benimle de yaparsın."
"Fırat aynı şey değil. Kız kıza olmak başka bir şey."
Çene kemiğini öptü.
"Nasıl bir şey?"
"O zaman sen de beni meyhaneye götür."
Fırat bu konuşmanın maksadını anlamıyordu. Durduk yere nereden çıkmıştı bu dışarıya çıkma mevzusu? Tamam, Fırat Hazan'dan önce meyhaneye gidiyordu, arkadaşlarla bazen bara pavyona uğradığı da olurdu. Şırnak muhafazakar bir şehirdi. Buradaki barın pavyonun meyhaneden yine pek bir farkı olmazdı. Kadın çalışanlar bulunmaz, batılı müzikler pek çalınmazdı. Tek başlarına eğlenmeye gelen kadınlar yanlarında bir erkek olmadan içeriye alınmazdı. Hazan oralara mı gitmek istiyordu, başka bir derdi mi vardı, anlayamadı.
"Nereden çıktı şimdi bu?"
"Erkek arkadaşlarınla yaptığın şeyleri benimle yapamazsın. Ben de kız arkadaşlarımla yaptığımı kocamla yapamam."
Aslı'yla Yaren'in bu evden gitmesinden memnun değildi. Diğer türlüsünün de mümkün olamayacağını biliyordu, ama onlar sırf onun için Ankara'dan kalkıp, düzenlerini bozarak Şırnak'a gelmişlerdi. Şimdi böyle, kocam geldi, artık size ihtiyacım yok, der gibi oluyordu. Aynı evde yaşayamasalar da birbirlerine vakit ayırdıkları eski düzenlerini sürdürmek istiyordu. Bunu konuşmanın yeri belki şimdi değildi, daha farklı kelimeler kullanmak gerekirdi, Fırat'ı üzüyordu belki de, ama nihayet her şeyini paylaşabileceği, birbirlerine kol kanat gerip, dostluk kurabileceği arkadaşları olmuştu. Fırat tüm kalbinin sahibiydi, hayatının da öyle, fakat bütün zamanını ona verip Aslı'yla Yaren'i yok saymak istemiyordu. Çünkü şu an ki tepkilerinden de anlaşılacağı üzre kocası alıp verdiği her nefesin sahibi olmak, mümkün olduğu her an yan yana vakit geçirmek istiyordu.
"Hazan, akşam akşam ayarlarımla oynama yavrum."
"Sen de benim oynama. Biz her cumartesi akşam sinemaya gidiyoruz. Bazı akşamlar ben işten erken çıkarsam yemek yemeye gidiyoruz. Pazar sabahları kahvaltıya çıkıyoruz..."
"Peki kocan ne oluyor bu durumda?"
"Bir şey olmuyor..."
"Sofra hazır!"
Alt kattan gelen Aslı'nın sesiyle cümlesi yarıda kesildi. Fırat kızmıştı. Onca ay ayrı kaldıktan sonra önemli olan gerçekten arkadaşlarıyla dışarıya çıkıp vakit geçirmek miydi? Özlemi bu kadar çabuk mu dinmişti? Hazan ise durumun farkındaydı. Elbette bir süre bütün boş vakitlerini Fırat'la geçirecekti ama eski düzenlerini oturtunca Yaren ve Aslı'ya da vakit ayırmak istiyordu.
Birbirlerinden ayrılıp sessizce üstlerini değiştirip aşağı indiler.
💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 223.01k Okunma |
12.35k Oy |
0 Takip |
114 Bölümlü Kitap |