

*********
3 Hafta sonra...
Saadettin ve ailesi evlerine gelen, kim olduğunu ve mesleğini bilmedikleri bir adam tarafından, Fırat'ın cezaevine girip çıkışının bir devlet sırrı olduğu ve herhangi bir yerde bunu dile getirmelerinin başlarına iş açacağı konusunda tehditvari bir uyarı almış, bu olay vesilesiyle de Fırat'ın hapisten çıktığını öğrenmişti. Alelacele toparlanıp Şırnak'a döndüklerinde Fırat'ı ne kadar arasalar da telefonları hep meşgul çalmıştı. Sağdan soldan Hazan'la evlilik hazırlığı içinde olduğunu öğrenmişlerdi. Canan hanım ne yapacağını bilemez halde koltuğa çökmüş, Saadettin küplere binmişti.
Bu duruma sevinen tek kişi Bahar'dı. Harun'la; Elif'e ve karnındaki bebeğe rağmen boşanmışlardı. Harun VASÖ'nün yasadışı laboratuvar deneylerinde yer almıştı ve bu durum ortaya çıkınca diplomasını kaybetmişti. Almanya'ya ailesinin yanına dönmeye karar vermiş, velayet konusunda sorun çıkarmayacağını söylemişti. Bahar kendi yuvası darmadağın olsa da abisinin hiç sahip olmadığı aileye kavuşmasını diledi. Görüş günlerinde yanına gitmediği, Hazan'ı arayıp sormadığı için kendini suçlu hissediyordu, fakat yüreğindeki yükün tek sebebi bu değildi. Boşandığı için Canan hanımın ve Saadetin'in üzerinde kurduğu baskı bir yana kendi kendini attığı ateşte yanıyordu. Aslı'yı öldürmediğini öğrendikten sonra yerine gelen neşesi günler önce içine düşen bir kurt sebebiyle yaptırdığı NIPT testiyle karnındaki bebeğin Harun'dan olmadığını öğrendiğinde yerle bir olmuştu. İçinde büyük bir utanç taşıyordu. Bir köşede öylece oturuyor, hiçbir şeye sesini çıkarmıyordu. Kafasının içinde koca bir boşluk ve o boşlukta uçuşan onlarca şey vardı. Bahar hayattan ne istediğini bilmeyen biriydi. Hep bir şeylerden kaçıp kurtulma, özgür olma, karşı çıkma eğilimiyle hareket ederdi. Şimdi kafasının içinde olan o boşluk bir zamanlar tam kalbinin ortasındaydı ve doldurmak için çokça çırpınmıştı. Nelerden zevk aldığını bilmezdi, hobileri nelerdi, okumayı en sevdiği kitap, dinlemeyi en sevdiği müzik türü, tek başına vakit geçirmek... Annesi her zaman hayatını planlamıştı. Doktor ol, eli yüzü düzgün birini bul, evlen, bir de çocuğun oldu mu benim de içim rahat eder. Bahar bu baskıyı sevmezdi. Çocukken de aynıydı her şey. Abisine asla karışmaz ama konu o olunca her şeyi bir nizama sokmaya çalışırdı. Bahar da buna sinirlenir, abisinin yaptığı her hatayı annesine ispiyonlardı. Onun içki içip sigara tüketmesine izin vermeyen, doğru düzgün sokağa çıkarmayan annesini abisinin üstüne salmaya çalışırdı. Fakat Canan hanımın Fırat'ı görecek gözü yoktu. Kızı Dicle onun can yoldaşıydı. Kocasından dayak yediğinde, ev işlerine yetişemediğinde, Bahar'a bakamadığında, Fırat'ın yaralarını sarmadığında, kısaca onun anneliğinden arta kalan her boşlukta yardımına koşan Dicle'ydi. Fırat ölü numarası yapıp kendi kaderini ablasına yaşatmıştı. Ancak onların yerine yediği dayakları Canan hanım hiç umursamadı.
16 yaşında zorla evlendirilmişti. Dicle'yle birlikte büyümüştü. Anne olmak kolaydı, peki ya bir anne gibi davranmak o kadar kolay mıydı? Doğruyu yanlışı ayırt edebilmek, her zaman adil olmak, acılarının diyetini evlatlarına ödetmemek, bir yetişkin gibi davranmak...Canan hanım gerçek bir annenin nasıl olunacağını bilmiyordu. Bir hata yaptıklarında Hazan gibi, kendi çocuklarını da dışlıyordu. Bahar'ı yerden yere vuruyor, fakat Fırat ona bakıp evi geçindirdiği için ses etmiyordu. Zannediyordu ki oğlu bunca şeyi ablasının ölümüne sebep oluşunun bedelini ödemek maksadıyla yapıyordu. Ama varını yoğunu Hazan'ın üzerine yaptırdığını, kendisine ise Harran'da 250 dönümlük bir arsanın gelirini bıraktığını öğrenince darılmıştı. Hazan'a şimdiye kadar hiç düşman kızı gözüyle bakmamıştı, gerçek şu ki sevmişti onu. Ama şimdi oğlunun o kızı annesini, ablasının ölüsünü yok sayacak kadar sevmesini kabullenemiyordu.
Bahar'sa tüm bu kaosun içinde, karnında her geçen gün büyüyen ve doğumuna haftalar kalan bir sırla yaşıyordu. Tek bir an bile huzurlu değildi. Her yeri çer çöple dolu bir evin içinde yaşıyordu sanki. Ne yaparsa yapsın düzene sokamadığı bir karmaşayla geçiriyordu günlerini. Kendine yaptığı o büyük haksızlıkla, her sabah aynada yüzleşmek zorundaydı. Hayattan ne istediğini düşündü. Yıllarca deneyip de dolduramadığı o boşluk neyin nesiydi? Fark etmeden büyük bir savaşa mı girmişti de yenilgi bu kadar ağır olmuştu? Hatalarından oluşan dağ üstüne yıkılırken şimdi kimden yardım isteyecekti? Yapmamalıydı. O partiye gitmemeli, sarhoş kafayla daha iki haftadır tanıdığı bir adamla birlikte olmamalıydı. Harun bebeği istemeyip aldırmasını söylediğinde annesinin ağzıyla onu aşiretleri ve abisiyle tehdit etmemeliydi. Annesi, o gün her şeyi abisine itiraf ettiğin de nasıl da hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi üzerine saldırmıştı. Hazan araya girmese ona vuracaktı. Elif'e bu haksızlığı yapmamalıydı. Hiçbir çocuk onun gibi bir anneyi, Harun gibi bir babayı hak etmezdi. Karnındaki bebek de hak etmemişti. Şimdi abisine gitse yüzüne bakmazdı. Annesine anlatsa yemediği hakaret kalmazdı. Saadettin'e söylese Urfa'ya haber uçururdu. Yeni bir koca bulmak icap ederdi. Derdini kimseye diyemiyordu. Şimdi Şırnak'ta olmak Hazan'la konuşmaya bir umuttu.
"Yavrum."
Hazan yatakta diğer tarafa dönüp yorganı bacaklarının arasına aldı. Bugün nikahları kıyılacaktı. Ömer ağalar Şırnak yoluna girmiş, eve varmak üzerelerdi. Yaren ve Aslı kahvaltıyı hazırlamış, Fırat'ın Hazan'ı uyandırmasını ve Ömer ağaların gelmesini bekliyordu.
Saçlarını öpüp kolunu beline sardı.
"Bebeğim."
"Uyumak istiyorum."
"Hazan bugün nikâhımız var, unuttun mu?"
Gözlerini açtı. Yorgana sıkıca sarılıp yüzünü yastığa bastırdı.
"Hazan."
"Hı?"
Fırat göbeğini okşayıp severken boynunu öptü.
"İyi misin?"
Dolan gözleriyle sessiz kaldı. Bilmiyordu. Tuhaf hissediyordu sadece. Bu halinin birçok sebebi vardı, fakat hiçbirini kabullenmek istemiyordu. Konuşmak, yemek yemek, yataktan çıkmak istemiyordu. Fırat'ın karnındaki elini tutup itti. Yorganın altına girip ondan uzaklaştı. Bacaklarını kendine çekerek cenin pozisyonu alıp kollarını karnına sardı. Yanaklarına doğru süzülen yaşlarla gözlerini yumdu.
Fırat sıkıntılı bir nefesi alıp verdi. Hazan günlerdir bir tuhaf davranıyordu. Durup durup ağlıyor, en olmadık şeye sinirleniyor, geceleri kabus görüyor, birlikte duş almaya yanaşmıyor, kendine dokundurmuyordu. Anlayışlı olmaya çalışıyordu. Kullandığı ilaçlardan ve regl döneminin yaklaşmasından kaynaklı olduğunu düşünüyordu. İlişkilerinde bir sorun yoktu. Hazan kendi isteyince gelip sarılıyor, öpüp kokluyor, ama o yaklaşınca duvar kesiliyordu. Sabrının dibini sıyırmak üzereydi. Yine de sakin olmaya çalışıp yataktan kalkarak diğer tarafa geçti. Yorganı üzerinden çektiğinde yatakta küçücük kalan karısını kısaca inceleyip sessizliğini fırsat bilerek kucağına aldı. Hazan kollarını boynuna sararken telaşla, "sarsma," dedi.
Fırat halihazırda çatık olan kaşlarıyla, ıslak kirpiklerinin çevrelediği ateş parçası gözlerine baktı. Hazan gözlerini kaçırıp boynuna saklandı.
"Ka-karnım ağrıyor," dedi. "Galiba...regl olacağım."
Halbuki beş gün gecikmişti. Regl döngüsü zaten düzensizdi ve kullandığı ilaçlar hormonlarını alt üst ediyordu. Bir buçuk haftalık gecikmenin üstüne bir de beş gün eklenmişti. Fırat'la en son bir hafta önce birlikte olmuşlardı. Ama Hazan üst üste iki kez doğum kontrol haplarını içmeyi unutmuştu. İkisi de Fırat'ın askeriyede nöbete kaldığı günlere denk gelmişti. Kullandığı psikolojik ilaçlar, işini yaparken büyük hatalar yapmasına yol açmasa da günlük rutinlerinde hafızasını allak bullak ediyordu. Antidepresanlar, anksiyolitikler ve uyku düzenleyicileri kullanmayı dört gün önce bırakmıştı. Hamile olduğunu düşünüyordu. Vücudunda bunu işaret eden hiçbir bulgu yoktu. Sadece doğum kontrol haplarını içmeyi unutmuş ve zaten düzensiz olan regl döngüsünde beş günlük bir gecikme olmuştu. Ovülasyon döneminde birlikte olmaları da korkusunu tetikleyen bir başka şeydi. Kafasında her şey çok muğlaktı, ama buna rağmen hamileyse bebeğe bir şey olur diye doğum kontrol haplarını aklına geldiğinde bile içmemiş, psikolojik ilaçları bırakmış ve tekrar bir birliktelik yaşayıp Fırat'ın onu doğum kontrol hapı içmeye zorlamaması için sevdiği adamla arasına duvarlar örmüştü.
Fırat Hazan'ı daha dikkatli tutup, "iyi mi böyle?" dedi.
"İyi," diyerek mırıldandı.
Banyoya girdiler. Yavaşça yere bırakıp, "tuvaletin varsa çıkayım," dedi.
"Olur."
Fırat odaya geçip kapıyı çekti. Yatağa oturup eliyle yüzünü sıvazladı. Evlenmek istemiyor mu acaba, diye düşündü. Eğer öyleyse bunun için çok geç kalmıştı. İmam nikahlı karısıydı, defalarca kez onun olmuştu. Gözlerine hâlâ aynı sevgiyle bakıyordu. Dokunup öpmelerinde herhangi bir uzaklık, yabancılık yoktu. Sevgisi bitmiş olamazdı. Birkaç günde bitecek şeyler miydi bunlar? Bilmeden yanlış bir şey mi yapmıştı, o savcı yine rahatsız mı ediyordu? Bir derdi vardı da anlatamıyor muydu?
Banyonun kapısı açıldı. Hazan odaya girip ona bakmadan yavaş adımlarla gardroba yöneldi. Bugün de kan gelmemişti. Ama memeleri hassaslaşmaya başlamıştı. İnternette benzer bir şeyin hamilelik döneminde de olabileceği yazıyordu. Fakat ilk 14-16 gün diyordu. Hazan hamileyse kaç günlük olabileceğini bilmiyordu ki. Yine yavaş yavaş sulanmaya başlayan gözleriyle dolabın kapağını açtı. Yanağının içini ısırırken kıyafetlere öylece baktı. Bugün hava soğuktu. Ekim ayına girmişlerdi. Ömer ağalar gelecek diye hem onu ve varsa bebeğini sıcak tutacak hem de üstünde güzel duracak bir şeyler giymek istedi. Siyah bir kazak ve aynı rengi taşıyan ekoseli uzun bir etek aldı. Sütyenini de alıp Fırat'ın üstünde gezinen gözlerinin ağırlığını yok saymaya çalıştı. Kapağı kapatıp kıyafetlerini yatağın üzerine koydu. O varken soyunmak istemiyordu ama sabrını sınadığının farkındaydı ve odadan çıkmasını söylerse tartışabilirlerdi. Bu yüzden tahrik olmamasını umarak atletini çıkardı. Göğüsleri ortaya serilirken kocasının içini çekip yutkunduğunu duydu. Gerilse de sütyenini eline aldı. Sevdiği adam yataktan kalkınca ne yapacağını bilemedi. Çabuk olup giyinse Fırat kızabilirdi, yeterince kızgındı zaten. Nikâh günlerini mahvettiğinin, onu kırıp döktüğünün farkındaydı. Sevişmek istemiyor değildi, aksine çok istiyordu, ama ya hamileyse, bebeğe bir şey olursa diye korkuyordu. Çocuk istiyor olsalar da şimdi değildi. Fırat evden gitmeden önce defalarca doğum kontrol hapını içmeyi unutmamasını söylemişti. Öte yandan çocuk konuşmak başka, yapmak başka bir şeydi. Hazan çok korkuyordu.
Arkasına geçip omzunu öpen adamla irkildi. Memelerini büyük avuçlarına hapsedip okşadığında ellerinin sıcaklığı bütün vücudunu alarma geçirip uyuşturdu. Kalbi bir kuş gibi sevdiği adamın avucunda çırpınıyordu. Teni ateş gibi olurken yutkundu. Elinde tuttuğu sütyeni sıktı. Başı öne eğilmişti. Sol göğsünü seven elin bileğindeki saate baktı. Sekize geliyordu. Nikahları ondaydı. Ömer ağalar gelecekti, Aslı'yla Yaren buradaydı, vakit yoktu, şimdi sevişemezlerdi zaten. İlerisinin olmayacağına güvenerek dokunmasına izin verdi.
Elleri çekilip aşağılara doğru indi. Göbeğini okşadı.
"Yavrum."
"Hı?"
"Çok seviyorum seni," dedi. "Çok seviyorum."
"Ben de seni çok seviyorum."
Fırat Hazan'ı kendine çevirip belini tutarak ayaklarını yerden kesti. Yatağa yatırıp üzerine çıktı. Hazan karnına çarpmasından korkarak ellerini göğsüne koyup, "dikkat et," dedi. Fırat'ın sorgulayıcı bakışları yüzünde gezinirken yine aynı yalanı söyledi.
"Ka-karnım ağrıyor."
Fırat buna inanacak faslı çoktan geçmişti. Ama gerçeğin ne olduğunu da tahmin edemiyordu.
"Tamam," dedi. Bacaklarını genişleterek Hazan'a alan açtı. "Oldu mu? Şimdi biraz karıma dokunabilir miyim?"
Hazan gözlerini pencereye çevirip boynunu kapatan saçları geriye itti. Fırat bunun izin vermek olduğunu anlayıp yüzünü boynuna gömdü. Hazan göğsündeki ellerini çekip boynuna sarıldı. Öyle içten, öyle sımsıkı sarılıyordu ki Fırat ona böyle sarılan bir kızın onu sevmeme ihtimali olabileceğine inanamazdı. Gül kokulu tenini öpücüklere boğup emdi. Hazan saçlarını seviyordu. Yüzünü omzuna gömmüş, ondan etkilendiğini belli eden kesik kesik, iniltili nefesler alıp veriyordu. Yataktaki ellerini çekip şortunu tuttu. Hazan kasılıp ona daha da sokuldu. Külotuyla birlikte kalçalarından sıyırdı. Günlerdir hasretinden öldüğü kadınlığını avcuna aldı.
"A-a-ah...mmmh."
Sırılsıklamdı.
Yanağına çıkardı dudaklarını.
"Sırılsıklamsın," dedi.
Hazan başını yatağa bıraktı. Göz göze geldiler.
"Ne olmasını bekliyordun ki?" diye sordu.
Burunları birbirine değerken, "günlerdir kendine dokundurmuyorsun," dedi. "Ne bekleyecektim?"
Hazan'ın sulu sulu olan gözlerinden birkaç damla yaş döküldü. Demek Fırat artık onu sevip istemediğini düşünmeye başlamıştı. İçi burkuldu, oysaki o kadar aşıktı ki kocasına adı aklından geçerken bile yüreği eriyordu. Kollarını boynundan çekti. Sevdiği adam sertçe soludu.
"Yapma şunu!" dedi.
Hazan dudaklarından kaçan bir hıçkırıkla, "ne-neyi?" dedi.
"Kıyamıyorum diye ne zaman bu konuyu açsam ağlamaya başlayıp astım atakları geçiriyorsun. Ya derdin ne söyle ya da..." Öfkesini yutup duraksadı. Ya da'sı yoktu. Hiçbir halt yapamazdı.
"Ya da ne?"
"Sabrım tükeniyor," dedi.
"Ne olur ki tükenirse? Başka kadınlara mı gide..."
"Hazan!" diyerek gürlerken elini yatağa vurdu.
Küçük bir çığlık atıp bacaklarını kendine çekip altında küçülürken kollarını karnına doladı. Gözlerini sıkıca yumup hıçkırıklarını bastırmaya çalıştı. Sevdiği adamın sert nefesleri bir süre tenine vurdu. Yüzü çok yakınındaydı. Bakışlarının ağırlığı onu yatağa gömüyordu. Sakin olmaya çalışırken aldığı nefesleri duydu. Kalkıp gitmesini beklerken üstünde durmaya devam edişi sıcak sıcak terlemesine neden oldu.
Fırat titreyen kirpiklerini izledi. İnce derisinin altında belirginleşen, alnındaki damarları inceledi. Yanaklarından süzülen yaşlar sinir uçlarına dokundu. Isıra ısıra kıpkırmızı ettiği dudaklara baktı. Dişlerini sıktı. Yutkundu. Sakin olmaya, söylediği şeyi hazmetmeye çalışıyordu. Ağır ağır yaklaşıp yüzünü göğsüne bıraktı. Burnunu ve dudaklarını tenine sürte sürte aşağılara indi. Meme ucunu ağzına alıp bir an olsun dudaklarını ayırmadan saniyelerce emdi. Vücudu tepki verse de sevdiği kız bir kez olsun inlemedi. Dudaklarını çekip alnını öptü.
"Dua et," dedi. "Dua et bugün nikâhımız var. Dua et fırsatını bulduğun her an, yaşadığımız onca şeye rağmen sikip sikip attığın bu adam çok aşık sana. Duymamazlıktan geleceğim. Ama bu gece benimsin. Kaçamazsın, karşı koyamazsın. İstemiyorum, olmaz demek yok. Duydun mu?"
Hazan kirpiklerini araladı. Yapamazdı ki.
"Fı-Fırat..."
"Duydun mu?" Diye tekrarladı. Sesi çok baskındı ve Hazan az önce söylediği şeyden sonra buna karşı çıkma hakkı olmadığını düşündü. O da Fırat'ı istiyordu. Çok özlemişti, içi sızlıyordu, ama hamile olabilirim, hapları almayı unuttum diyemiyordu. İkisi de çocuk fikrinden emin değildi ve Hazan hata yapmıştı.
Alt kattan kapının zil sesi duyuldu. Ömer ağalar gelmişti. Fırat Hazan'ın suskunluğu damarına basarken daha fazla tartışmak istemediği için üstünden kalktı.
"Giyinip aşağı in," dedi. Sonra da odadan çıkıp gitti.
Hazan kendini toparlayıp sakince üstünü giyindi. Solgun yüzünü nemlendirip dudaklarına nar çiçeği renginde bir ruj sürdü. Kirpiklerini kıvırıp saçlarını düzene sokmak için taradı. Trabzanlara tutunarak temkinli adımlarla aşağı indi. Başı dönüyor, midesi bulanıyor, kendini halsiz ve yorgun hissediyordu. Ateşi sık sık yükselip düşüyor, elleri buz kesiyordu. Tüm bunlar aylardır kullandığı psikolojik ilaçları bir anda kestiği için vücudunun ilaçlara karşı geliştirdiği yoksunluk belirtileriydi. Yine kabuslar görmeye başlamış, olur olmadık yerlerde yılanlar ve devasa böcekler görür olmuştu. Ara ara duvarlarda babasının acılar içinde kıvrandığı videoları görüyor, Aslı'ya tecavüz eden şerefsizlerin iniltilerini duyuyordu. Yalnız kalmaktan korkuyor, ne zaman siyah bir minibüs görse ürküyordu.
Askeriye şu günlerde çok yoğundu. Fırat, adliyeden gelen operasyon raporları, göreve giden timlerin evrak işleri, yeni gelen envanterler, askeriyeye gelen askeri üstleri ağırlama görevi derken sabahın köründe Hazan uyanmadan çıkıp gidiyor, ya gece yarısı ya da ertesi gün sabah geliyordu. Bu yüzden Hazan'ın ilaçları kullanmadığını henüz fark edememişti. İlk gün ilaçlar hâlâ kanında dolaştığı için sorun yoktu, ne olduysa üç gündür oluyordu. Aslı'yla Yaren de bir buçuk hafta önce yeni evlerine taşınmıştı. Neredeyse her gün öğle yemeğinde Aslı'nın işlettiği restoranda buluşuyorlardı. Ama Hazan içinde bulunduğu durumu onlara da anlatmamıştı. Hamileyse bile henüz çok erken olduğu için hamilelik testinde sonuç negatif çıkabilirdi. Hastaneye gitse kan testinden kesin sonuç alırdı, ama Fırat'ın haberi olmasından korkuyordu. Çıkacak sonucun pozitif olmasından korktuğu için de her ikisini yapmaya da cesaret edemiyordu.
Salonda oturan Ömer ağaya doğru ilerledi. Heja hanım mutfağa, kızların yanına gitmişti. Ömer ağa Hazan'ı görünce ayağa kalkıp kollarını açmış, "gel bakalım dedenin yanına," demişti. Hazan adımlarını hızlandırıp Ömer ağanın kollarının arasına girdi.
"Hoş geldin dede," dedi.
Ömer ağa, şömineye atmaya odun keseceğim diye bahçeye çıkan Fırat'tan bir hâller olduğunun farkındaydı. Bu yüzden Hazan'ı her zamankinden daha sıkı sarıp saçlarını sevdi.
"İyi misin kızım?" dedi.
Hazan kendini iki yerde güvende hissediyordu; Fırat'ın ve Ömer ağanın yanında.
"İyiyim," dedi, sıkıca sarılırken.
"Hasta mısın? İlaçlarını alıyor musun?"
"Değilim, alıyorum."
"Fırat'la mı tartıştınız? Bir şey mi dedi sana? De hele kulaklarını çekeyim. Sözümü dinlemez ama seni üzmesine de izin verecek değilim."
"Yok, demedi bir şey. Ben...biraz fazla şımarığım galiba."
"O ne demek? Şımaracaksın tabii. Kocan değil mi, işi ne?"
Hazan sürekli dolup onu bile usandıran gözleriyle geri çekildi.
"Oy kızım, ağlıyor musun sen?"
"İlaçlar pek iyi gelmiyor şu sıralar. Dengem bozuldu. Heja babaannem nerede?"
"Buradayım, babaannesi kurban."
Hazan arkasından gelen sesle Heja hanıma döndü. Sıkıca sarıldılar. Heja hanım Hazan'ı koltuğa oturttu. Saçlarını, yüzünü, ellerini okşadı. Hal hatır sordu. Göğsüne yatırdı.
"Pek incelmiş belin," dedi. "Hiç mi bir şey yiyip içmez oldun?"
"Yok, yiyorum. Fırat sürekli başımda bekliyor zaten."
"Hadi oradan. Geçen geldiğimizden daha da zayıflamışsın."
"Hayır, kilo aldım babaanne."
"Gözümle görmeden inanmam. Kalk, tartıya çıkalım."
Elini tutup ayağa kalktı.
"Ama babaanne..."
"Kalk hadi, kalk."
Fırat elinde odun kovasıyla eve girerken Hazan'la Heja hanım üst kata çıkıp yatak odasına girdiler.
"Yatağı toplayamadım, biraz dağınık, kusura bakma."
"Boş ver yatağı şimdi, geç otur hele."
"Tartı..."
"Bırak tartıyı kızım," diyerek sarı, muzlu yatağın üzerine oturttu Hazan'ı. Aynalı masanın pufunu alıp karışısına geçti.
"Buraya otursaydın ya babaanne."
"Olmaz kızım, karı kocanın yatağına oturulmaz. Böyle iyi. Sen de hele bana Fırat'la kavga mı ettiniz?"
Hazan elleriyle oynarken, "etmedik," dedi.
"Doğruyu söyle. Nikah günü kavgalı çift uğursuzluk getirir."
Başını önüne eğdi. Derdini kimseye diyemiyordu ama belki Heja hanıma diyebilirdi.
"Kuzum anlat, ben yabancı mıyım? Kocan hapisteyken kaç gece sarılıp uyuduk, derdini anlattın bana. Yeri geldi ben de sana dedim. Var bir şey belli. Fırat barut gibi, sen kırgın bir çiçek. Anlat hadi."
Sürmeli gözlerine baktı. Öyle sevecendi ki içi sıcacık oldu. Anlatmak istedi. Heja hanım bu konularda tecrübeli olmalıydı. Ne yapılması gerektiğini bilirdi.
"Babanne..."
"Kuzum."
Dudaklarını nemlendirdi.
"Biz..biz," derken eteğini sıkarak birkaç kez öne arkaya sallandı. Yerdeki toz pembeye çalan beyaz halıya bakıp yeniden Heja hanımın gözlerine baktığında alaycı pırıltılar, bir yılanın gözlerini andıran sarımtırak gölgeler gördü. Çenesindeki küçük dövme sağdan soldan siyah tüylü bacaklar çıkarıp yüzünde gezindi.
"Kızım? İyi misin?"
Aslı'yı köşeye sıkıştırıp üstünde soyunan adamın kaburgaları gözünün önünde pis, kirli derisinden fırladı. Babasının vücudundaki kesiklerden sızan kan dudaklarının arasından aktı. Yaman Akar'ın gevşek gülüşleri kulaklarında çınladı. Yılanların ve böceklerin birbirine değen gövdelerinin suda çıkardığı yankıları duydu. Parmak uçlarına değiyorlarmış gibi ayaklarını yukarıya çekip yatakta topladı.
"Kuzum? Beni duyuyor musun? Fırat'ı çağırayım mı?"
Hazan gözlerini yumdu. Halüsinasyon gördüğünü biliyordu. Gerçek değil, dedi içinden. Gerçek değil. Yutkunup gözlerini tekrar açtı. Kazağının yakasını çekiştirip, "yo-yok," dedi.
"Kızım iyi değilsin sen. Neydi o gözlerindeki ifade? Öcü görmüş gibi baktın bana. Tortop oldun yatakta. İlaçlarını içiyor musun kuzum?"
Başını sağa sola salladı.
Heja hanım kızdığını belli eden gözlerle, "Fırat'ın haberi vardır?" dedi.
"Yok."
"Doktorun?"
"Yok."
" E kızım kimin aklına hizmet bıraktın ilaçlarını?"
Boğazı kurudu.
"Babaanne ben...ben galiba hamileyim. "
Heja hanımın yüzü aydınlandı.
"Ne? Esah mı?"
"Bilmiyorum. Sanırım iki hafta önce...birlikte olduğumuzda doğum kontrol hapını almayı unuttum. Birkaç gün sonra yine birlikte olduk, o zaman aldım ama bir sonrakinde yine unuttum."
"Rahmin sıcak mıydı?"
"Ne?"
"Gebelik vaktin miydi?"
Ovülasyon döneminden bahsediyordu. Hazan güç bela ne dediğini anladı. Utanç içinde, "evet, galiba," dedi.
"Gecikmen oldu mu?"
"Benim regl dönemim hep düzensiz zaten ama bu sefer her zamankinden uzun sürdü."
Heja hanım içini çekti.
"İki buçuk haftada hiçbir şey belli olmaz," dedi. "Hastaneye gitmek lazım. Test yaptın mı?"
"Yapmadım, korkuyorum."
"Ne var korkacak? İmam nikahlı kocan o senin. Bugün de resmi nikahlı olacak."
"Mesele o değil ki. "
"İstemiyor mu yoksa?"
"İstiyor, ama şimdi değil."
"E o zaman şimdi eleşmeyecekti sana. Olur öyle, şimdi istemem harman ayına?"
Hazan güldü.
"Onun suçu yok ki. Ben hapı almayı unuttum."
"Tek başına mı yaptın? Erkeksiz bu iş olur mu hiç?"
"Ama o defalarca söyledi iç diye."
"Dediyse dedi. Olduysa olmuştur. Önce emin olmak lazım. Test var mı evde?"
"Var, aldım, ama yapamadım."
"Getir de yapalım. Yarın da doktora gideriz. Gideriz de ilaç işini ne yaparız bilemedim. Senin bu ilaçları içmen lazım. Halin hâl değil. Fırat duysa küplere biner."
"Ona söyleme, nolur?"
"Söylemem, söylemem de...ah sevineyim mi üzüleyim mi bilemedim ki?"
Hazan da bilmiyordu. Hamileyse bebeğe bir şey olmasını istemiyordu, ama ilaçlara da ihtiyacı vardı. Bir çözüm yolunun olmasını diledi. Fırat'ın ona kızmadan bebeği kabul etmesini umdu.
"Git getir şu testi, hadi kızım."
Hazan ayağa kalktı. Hassas, erken tanı testi almıştı. En iyisi bu, demişti eczacı. Heja hanım nasıl yapacağını anlattı, bir yandan da, Allah'ım sen en hayırlısını nasip et, diyerek dua ediyordu. Hazan banyoya girdi. Kutunun üzerinde beş dakika yazıyordu. Odanın kapısı çaldı. Heja hanım panikle arkasına döndü. Makyaj masasına tutunurken, "kim o?" dedi.
"Benim," dedi Fırat. "Kahvaltıya inmeyecek misiniz?"
"Geliyoruz."
Hazan da elindeki teste bakarken Fırat'ın sesini duyunca gerilmişti. Elleri titriyordu.
"Müsait misiniz? Hazan'la konuşmam lazım."
Heja hanım banyonun kapısına bakıp tekrar odanın kapısına döndü.
" Hazan banyoda. Çıkar şimdi."
Fırat kapıyı açıp odaya girdi. Heja hanım korkuyla irkilerken odanın içine adımladı.
"Ne yapıyor banyoda?"
Güldü.
"Aman oğlum bir insan ne yapar banyoda?"
"Sen niye ayaktasın?"
"Aynaya bakıyordum," dedi. Zümrüt yeşili eteği ve bluzuyla aynı renk olan şalına taktığı broşu düzeltir gibi yaptı. "Üstümü başımı düzeltiyordum. Bugün aslanımın nikâhı var, güzel görüneyim istiyorum."
Babaannesinin yüzündeki tedirgin ifadenin farkındaydı. Sözlerinin üzerinde fazla durmadı. Biri ona değer verip sevgi gösterince nasıl karşılık vereceğini bilemezdi. Hazan başkaydı. Ömer ağayla biraz konuşmuşlardı ve karısından özür dileyip, gönlünü almak istiyordu. Bugün aralarının kötü olmasına tahammül edemezdi.
Banyonun kapısına yaklaştı.
"Oğlum..."
Kapıyı çaldı.
"Hazan."
Testi hızla arkasına sakladı. Gerileyip belini lavaboya çarptı. Yüzü acıyla kasılırken, "e-efendim," dedi.
"İyi misin?"
"İyiyim, çı-çıkıyorum şimdi."
"Çık, bekliyorum."
Hazan testi banyo dolabının içine saklayıp, elini yıkadıktan sonra çıktı. Fırat'la göz göze gelince gülümsemeye çalıştı. Heja babaanneye kısa bir bakış atıp başını belli belirsiz sağa sola salladı. Testi yapamadan çıkmak zorunda kalmıştı. Fırat elini tuttu. Babaannesine dönüp, "bize biraz müsade eder misin?" dedi.
"Tabii oğlum, ederim," diyerek Hazan'a son kez bakıp kapıyı çekerek çıktı.
Sevdiği kızı kucağına aldı. Az önce sarsma dediği için bunu yavaşça yapmıştı. Yatağa oturdu. Sıkıca sarılıp saçlarını sevdi, boynunu öptü.
" Ne yapıyordun banyoda?" diye sordu.
Kocasına sıkıca sarılıp içindeki tuhaf ve huzursuz hissin verdiği kırgınlıkla sığınırken, "regl oldum sandım da," dedi.
Belini okşarken, "olmuş musun?" diye sordu.
Hazan, oldum, demek istedi. Bu sayede akşam sevişmekten de kurtulabilirdi. Ama test pozitif çıkarsa ona söylerdi, o zaman Fırat yine ona dokunmaz, bebeklerine kıyamazdı.
"Yok," dedi. "Olmamışım."
Kazağının üstünden kokusunu içine çekti.
"Özür dilerim."
Hazan bunu beklemiyordu.
"Neden?"
"Bilmiyorum. Ne yaptım sana beni günlerdir kendine yaklaştırmamana neden olacak kadar, bilmiyorum, ama her neyse mesele özür dilerim. Kaçtır doğru düzgün yanında duramıyorum, seninle ilgilenemiyorum, hastasın, bana ihtiyacın var, benim de sana, biliyorum. Ama sen böyle yaptıkça ne yapacağımı, sana nasıl yaklaşacağımı kestiremiyorum. Bu beni kızdırıyor, sinirleniyorum, ağzımdan çıkanı kulağım duymuyor."
İçini çekip şakağını öptü.
"Unut az önce söylediklerimi," dedi. "Sen istemezsen saçının teline elimi sürmem. Bugün iyi olmanı, mutlu olmanı istiyorum. Tamam? Barıştık mı?"
Geri çekilip o çok sevdiği kara gözlere baktı.
"Hiç küsmedik ki. Ben zaten mutluyum. Çünkü sen benim kocamsın. Ben sen yanımda olmayınca kendimi huzursuz hissediyorum, eve gelmiyorsun, arayınca açmıyorsun. O yüzden kızdım galiba biraz. Ama geçti şimdi."
Dudaklarını öptü.
"Önümüzdeki hafta askeriye rahatlar biraz," dedi. "O zaman vakit ayırırım sana. Benim aklım hep sen de zaten. Ne zaman iş biter de yanına gelirim diye dakika sayıyorum."
Yüzünü avuçlarının arasına aldı.
"Biliyorum," dedi. "Reglim yaklaşıyor diye dengesizim biraz. İlaçların da etkisi var tabii. Ben de özür dilerim. Saçma sapan konuştum."
Başını salladı.
"Evet, saçma sapan konuştun. Ve bunu ilk kez yapmıyorsun. Benim gözüm değer mi senden başkasına? Aklı sikinde gezen bir adam mıyım ben? Ağrıma gidiyor, canımı yakıyor ağzından her buna benzer bir şey duyduğumda, kaldıramıyorum. Yapma Hazan. Beni olmadığım bir adam yerine koyma."
Ellerini yüzünden çekti. Gerilince ağzından çıkanı kulağı duymuyor, aklına ilk geleni söylüyordu. Ama korktuğu şey de buydu; Fırat'ın hamilelik döneminde ona dokunamadığı için başka kadınlara gitmesinden korkuyordu. Yapmazdı, ama ya yaparsa diyordu.
Ellerini göğsüne koydu.
"Özür dilerim," dedi tekrar. "Bir daha söylemem."
Alnına dayadı dudaklarını. Göğsüne bastırdı. Bir şeyler vardı. İlaçları, kadınsal hastalığını bahane edip saklamaya çalışıyordu, yanında olmayışına suç atıyordu, ama o Hazan'ı tanıyordu. Babaannesiyle paylaşıp onunla paylaşmadığı bir şey vardı. Şimdilik üstüne düşmemeye karar verdi. Şu nikâhı atlattıktan sonra bir yolunu bulup öğrenirdi nasılsa.
**********
Üst kısmı transparan, kolları şifon görünümlü tüllerden oluşan, beline tam oturup aşağılara doğru açılan uçuş uçuş bir kumaştan yapılma, beyaz elbisesini giymişti. Saçlarını düzleştirip beyaz bir saç bandanası taktı. Bilekten bağlamalı ışıltılı ayakkabılarını giydi. Koyu tonlarda kahverengi bir ruj sürüp rimelini tazeledi. Etrafında ellerini karnına koyup yavaşça döndü. Çok güzel olmuştu. Elbisesi gelinliğe benziyordu. Asıl gelinliği ise Urfa'da yapacakları düğünde giyecekti. İçi kıpır kıpırdı.
Kapı çaldı. Ellerini karnından çekip, "efendim?" dedi.
"Hazır mısın?"
Fırat'ın sesiyle gülümsedi. Onu böyle görmesini çok istiyordu. Heyecanla eteklerini düzeltip, "hazırım," dedi.
Kapıyı yavaşça açtı. Gözleri ona değdiği an ışıklar saçmıştı. Aşağıdan yukarıya doğru süzdü. Alt dudağını ısırıp kaşlarını havalandırdı. İçeriye girdi. Gözlerini üstünden ayırmadan kapıyı kapattı. Derince yutkundu. Çok güzel olmuştu. Öyle masum, zarif ve kadınsı bir güzelliği vardı ki Fırat ona sahip olmanın hazıyla göğsünün kabardığını hissetti. Sırtını kapıya dayadı. Büyülenmiş gibi, her bir zerresini zihnine kazımak istercesine izledi. Kalbi deli gibi atıyordu. Günlerdir içi içine sığmıyordu zaten ama bu sefer içinde biriken her şey dışarıya taştı. Gözleri dolmuştu.
Hazan da sevdiği adamın siyahlar içindeki takım elbisesiyle ne kadar yakışıklı göründüğünü düşünüyordu. Künyesi, gömleğinin açık olan üç düğmesinden teninde çok hoş ve karizmatik duruyordu. Belindeki kemeri, sol bileğindeki gümüş saat, alnına dökülen asi tutamlar...yüreği titredi. Sert, ürkütücü ve sarsılmaz bir görünüşü vardı. Her şeyiyle Hazan'ın tam zıttıydı. Bu adam onun kocası olacaktı, belki de bebeğinin babasıydı. Testi dakikalar evvel yapmış ama sonucuna bakmaya cesaret edememişti. Belkiler ruhunu yorsa da korkular hep galip geliyordu.
Fırat nihayet yanına geldi. Ellerini beline yerleştirip alnını öptü. Dolu dolu olan gözleriyle yüzünü seyretti.
"Sen...şimdi benim gelinim misin?" dedi, dağınık sesiyle.
Hazan gülümseyip, "öyleyim," dedi, şımarık ve nazlı sesi Fırat'ı da gülümsetti.
Ellerini sırtına kaydırıp sıkıca sarıldı. Boynunu koklayıp öptü.
"Kurban olurum sana."
Sarılışına karışlık verip, "ben de sana olurum," dedi.
Parmaklarını saçlarının arasından geçirip sevdi. Kulağının altını öptü. Hazan tenine düşen bir damla yaşı hissetti.
"Şükürler olsun," dedi, Fırat. "Şu ana, sana, kokuna binlerce kez şükürler olsun."
Şu an baktığı yerden haftalar öncesi dehşetli bir kabus gibi görünüyordu. Hazan'la her saniyenin kıymetini bilmeye, onunla geçirdiği her anı ölümsüzleştirmeye çalışıyordu. Daha şimdiden yüzlerce fotografları olmuştu. Gün içinde Hazan'ı özledikçe açıp açıp bakıyordu. Bugün milatları olacaktı. Yıllarca hayalini kurduğu, hasretiyle yana yana bambaşka bir adama dönüştüğü ya da gerçekte olduğu kişiyi ortaya çıkaran kız soy adını alacaktı. Yuvalarına gölge düşmesin diye elinden geleni yapıyordu. Kendi ailesine sırtını dönmüş, Ömer ağayla konuşup Hazan'ın annesi için bir şeyler yapmasını istemişti. Serpil hanımdan aldığı tehditvari mesajlar içini huzursuz ederken buna mecburdu. Aralarına yine bir sır girmişti, karısı öğrenirse yine kavga edeceklerdi, ama artık biliyordu ki Hazan onu bırakmazdı.
Hazan kendini biraz olsun daha iyi hissediyordu. Tuvaletteki dolabın içinde öylece duran teste bakmak istedi, ama Fırat buradayken yapamazdı. Nikahtan dönünce bakmaya karar verdi. Fırat'a daha sıkı sarılıp parmak uçlarında yükseldi. Saçlarını öptü. Bugünün sorunsuz geçmesi için dua etti.
Kapı çaldı.
"Çıkın artık, saat geli," diyerek seslenen Heja babaanneyle ayrıldılar. Fırat elini tutup kapıya doğru ilerlerken Hazan, "dur," dedi. "Çiçeğimi unuttuk."
"Nerede?"
"Yatağın üstünde, bak orada."
Fırat arkasında kalan yatağa dönüp çiçeği aldı. Hazan'a verdi. Kapıyı açıp çıktılar. Heja babaanne hayran hayran bakarken ellerini açıp dua etmeye başladı.
"Rabbim nazarlardan saklasın," dedi.
Ömer ağa, Aslı ve Yaren de onları beğeni dolu gözlerle izlediler.
"Hazan çok güzel olmuşsun," dedi Aslı, yeşil gözlerinin daha çok ön plana çıkmasını sağlayan siyah elbisesi ve göz makyajıyla. Kıvırcık saçlarına da fön çekmişti. Yaren ise lacivert bir takım elbise giyip saçlarını topuz yapmıştı.
Hazan ona gülümsemekle yetindi.
Ömer ağa bastonuna dayanıp, "hadi acele edin," dedi. "Bir saat kaldı."
O sırada Heja hanım yatak odasına girmişti. Alelacele banyoya varıp dolapları karıştırarak peçeteye sarılı testi buldu. Göğsüne bastırıp içinden duasını etti. Olsun veya olmasın demiyordu, hayırlısını diliyordu. Yavaşça testin ön yüzünü çevirdi.
"Allah'ım," dedi fısıltılı bir sesle.
Çift çizgi.
Hamileydi.
************
Nikâh masasında oturuyorlardı. Sade bir nikah merasimi olmasına rağmen tim, Feyzullah ve Memduh, Ömer ağalarla birlikte gelen birkaç akraba ve Hazan'ın tanımadığı onlarca kişi vardı. Şahitleri Aslı ve Feyzullah'tı. Nikah memurunu beklerlerken Hazan Fırat'ın elini sımsıkı tutuyordu. Çiçeği masanın üstündeydi. Diğer eli ise karnında öylece duruyordu. Arkasında bekleyen Heja hanım saçlarını sevdi. Az önce Hazan'a teste baktığını ve çift çizgi olduğunu söylemişti. Hazan önce anlamamıştı. Hamile olduğunu idrak ettiğinde az kalsın bayılacaktı. Beti benzi atmıştı. Bir köşeye çöküp ağlamak istiyordu, ama Fırat onu öyle görünce çok üstüne gelmiş, hastaneye götürmek için zorlamış, nihayetinde Heja hanımın yardımıyla sakinleşmişti. Şimdi ikisi de gergindi. Fırat Hazan'ın bu garip hallerinden dolayı kafayı yemek üzereyken Hazan da karnındaki canın ağırlığı altında eziliyordu.
Nikâh memuru geldi. Yerine yerleşip defteri açtı. Gerekli bilgileri kontrol ettikten sonra gözlerini Hazan'a çevirdi.
"Sayın Hazan Hilal Türkoğlu, sayın Fırat Demir Korkmaz'la hiçbir baskı altında kalmadan, özgür iradenizle evlenmeyi kabul ediyor musunuz?"
Hazan Fırat'ın eline tırnaklarını geçirip karnını yavaşça okşadı. Fırat'ın ve herkesin gözü üzerindeydi. Cevap zaten belliydi, karnında çocuğunu taşıdığı adama hayır diyemezdi. Yutkundu.
"Evet, ediyorum," dedi.
Üstünden büyük bir yük kalkmış gibi omuzlarını dikleştirdi. Hayır, demeyeceğini biliyordu ama yine de sırtı kaskatı kesilmişti.
"Sayın Fırat Demir Korkmaz, sayın Hazan Hilal Türkoğlu'yla hiçbir baskı altında kalmadan, özgür iradenizle evlenmeyi kabul ediyor musunuz?"
"Ediyorum," dedi, bir saniye bile duraksamamıştı. Salondan bir alkış koptu.
"Peki siz sayın şahitler bu evliliğe şahitlik ediyor musunuz?"
Aslı ve Feyzullah sırayla, "evet," dedi.
"Tarafların karşılıklı evlenme isteğini beyan etmeleri üzerine, Türk Medeni Kanunu'nun bana verdiği yetkiye dayanarak sizleri karı-koca ilan ediyorum."
Timden ıslık sesleri yükselirken diğer misafirler de alkış tuttu. İmzaları attılar. Memur evlilik cüzdanını Hazan'a verip mutluluklar dileyerek kürsüden indi. Fırat Hazan'ı ayağa kaldırıp sıkıca sarıldı. Alnını öptü. Bir elinin hep karnının üstünde olduğunu fark etse de ağrısı olduğu için böyle yaptığını düşünüyordu. Hazan'sa hamile olduğunu Fırat'a nasıl söyleyeceğinin derdindeydi. Kızacaktı. Kullandığı ilaçları bırakmadan bebek mevzusunu konuşmayacakları üzerine anlaşmışlardı. Ya bebeği aldırmak isterse, Hazan'a haberiszce ilaçları bırakıp doğum kontrol haplarını içmeyi unuttuğu için kızarsa? Eli ayağı buz keserken midesi bulandı.
Fırat ise, Saadettin'lerle aynı şehirde yaşamak istemiyordu ve belki tayinimi Urfa'ya alırım, operasyona giderken de Hazan'ı Ömer ağalara bırakır, rahat ederim diyordu. Hazan da resmi nikahlı karısı olduğu için eşinin tayini başka bir doğu iline çıkınca zorunlu doğu görevini Urfa'da tamamlayabilirdi. Bu süreçte Hazan iyileşir, düzenlerini kurarlar ve sonra da hayatları için ilerisini düşünürlerdi. Tabii tüm bu planlardan Hazan'ın haberi yoktu.
Kutlama yemeği yemek için Aslı'nın işlettiği restorana gittiler. Masada her çeşit kebap vardı. Fırat kan yapsın diye Hazan'ın tabağına ciğer koyuyordu. Hazan normalde de ciğer sevmezdi ama bu sefer kokusu çok ağır gelmişti. İki masayı birleştirerek oluşturdukları kalabalık sofrada havadan sudan, düğünden muhabbetler dönüyordu. Hazan Fırat'a sokuldu. Başını omzuna koyup elini bacağına yerleştirdi. Sevilmek istiyordu. Kasıklarında, nokta kadar bir yerde yanan bir kor vardı. Elini üzerinden çekse düşecek, yere biraz sert bassa zarar görecek zannediyordu. Yavaş yavaş yürüyor, kimsenin ona çarpmasına izin vermiyordu. Kendini yalnız ve kırılgan hissediyor, Fırat'la konuşmak ve koynuna sokulmak istiyordu.
Kolunu beline doladı. Dudağını saçlarının arasına bastırıp, "noldu?" dedi.
Hazan'ın başı göğsünü buldu.
"Kocam," dedi, kısık sesiyle.
"Söyle karım. Başka bir şey mi istiyorsun? Ne alayım sana?"
"Seni istiyorum."
Fırat yutkunup gözlerini masada gezdirdi. İnsanlar bilerek onlarla ilgilenmiyor, gözlerini değdirmiyordu.
"Şşş," dedi, uyarıcı bir sesle. "Konuşma şöyle ulu orta. Eve geçeriz birazdan, yemeğini ye. Sabah da bir şey yemedin zaten. Lahmacun yaptırayım mı sana?"
"İstemiyorum, ciğer yemek de istemiyorum. Kötü kokuyor."
"İstediğin bir şey söyle o zaman."
Aslı, "sebze çorbası ister misin?" diye sordu. Heja babaanne durumu onlara da söylemişti. "Sebzeler çiftlikteki seradan."
Hazan hiçbir şey istemiyordu ama bebeğe iyi gelir belki diye, "olur," deyiverdi. Gözleri Feyzullah'ın üç yaşındaki oğlundaydı. Eşi Leyla'nın kucağında etli yanaklarıyla yemek yiyor, kocaman mavi gözleriyle etrafa meraklı bakışlar atıyordu. Annesine benziyor, sadece bazı ufak tefek yüz hatları Feyzullah'ı andırıyordu. Memduh'un eşi Yasemin de hamileydi. İştahla önündeki yemekleri silip süpürüyordu. İki aylıktı daha. Karnı pek belli olmuyordu ama dikkat edince fark ediyordu insan. Hazan iki aylıkken nasıl görüneceğini düşündü. Acaba erkek mi olacaktı yoksa kız mı? Fırat'a mı benzeyecekti ona mı? Bunları düşünmek güzeldi ama karnında bir canı büyütmeyi becerip beceremeyeceğini düşünmek onu korkutuyordu. Büyütse bile doğurabilir miydi? Canı yanar mıydı? Annelik yapabilir miydi? Karnına daha sıkı sardı kolunu. Fırat yanında olursa hepsini başarabilirdi.
"Ağrın mı var?"
"Hı?"
"Ağrın mı var?"
"Yok."
"Niye karnını sıkıyorsun o zaman?"
Belini okşayan elini tutup bebeğin olduğunu düşündüğü yere çekti.
"Sen de dokun," dedi. Çaprazında oturan Heja hanım ona gülümsedi. Hazan kocasına biraz daha sokuldu. Karnının tamamını kaplayan büyük ve kaba elinin sıcaklığı çok iyi gelmiş, içi huzurla dolmuş ve bebeğinin güvende olduğunu hissetmişti.
Fırat ilk kez o an belli belirsiz bir şeyleri anlar gibi olsa da, yok, dedi kendi kendine. Şimdi olmaz, olmamıştır. Hazan korunuyor. Göğsü sıkışırken önüne döndü. Elini olduğu yerden çekmeden karnını okşadı.
**********
Evin bahçesinde araçtan indiler. Heja hanım ve Ömer ağa bu gecelik otelde kalmaya gitmişlerdi. Yağmur hafif hafif çiselerken Fırat anahtarı çıkarıp kapıyı açtı. Eğilip karısının topuklu ayakkabılarını çıkardı ve yavaşça kucağına aldı. Hazan'ın ilk defa duyduğu bir duayı okuyarak sağ ayağıyla içeriye girdi. Kapıyı kapattı. Bugün cumaydı ve daha az evvel cuma namazından çıkmıştı. Abdestliydi ve karısına dokunarak bozmak istiyordu.
Kapıyı kapatıp üst kata çıktı. Hazan tırnaklarını ensesine geçiriyordu. Bir şeyler için kıvrandığı belliydi, sevişirken konuşur çözerlerdi.
Odaya girdi. Heja hanımın beyaz, dantelli örtülerle süslediği yatağa Hazan'ı yatırdı. Üstüne çıkıp temkinli bir şekilde bacaklarının arasına aldı. Ceketini çıkardı. Gömleğinin düğmelerini açtı. Hazan'ın elleri hâlâ karnındaydı. Dudaklarını kemiriyor, gözlerini tavanda gezdiriyordu. Sevdiği kızı seyrederken gömleği yatağın üzerine bıraktı. Kemerini çözüp attı. Üzerine uzanıp alnını öptü.
"Karım," dedi.
"Ko-kocam."
Sesi de bütün uzuvları gibi titriyordu.
"Ölürüm sana."
Yüzünün her bir zerresini öpüp belini tuttu.
"Gel, çıkaralım elbiseni."
Karşı koymadı. Fırat'ı kızdırmak istemiyordu. Biraz tenine dokunsundu. İçine girmeden durdurur söylerdi.
Fırat fermuarını indirdi. Elbiseyi omuzlarından sıyırıp sütyeninin kopçasını açtı. Çıkarıp bir kenara koydu. Yatağa yatırıp elbiseyi tamamen kalçalarından sıyırdı. Şortunu ve kilodunu da teninden ayırdığında Hazan'ın elleri yine bilinçsizce karnını buldu. Eğilip vajinasının üstünü öperek yataktan kalktı. Pantolonunu ve boxserını yerde bırakıp erekte olmuş ve başı kızaran penisiyle yeniden Hazan'ın üstündeki yerini aldı. Bacaklarını açıp arasına girdi. Ellerini yatağa koyup aletini kadınlığının girişine dayadığında Hazan inleyip irkilerek geri çekilmeye çalıştı. Fırat onu yatakla arasına sıkıştırmışken pek de başarılı olamamıştı.
"Fırat..."
Kadınlığına sürtünüp sıvısını yayarken, "söyle yavrum," dedi, dişlerini sıkıyordu.
"He-hemen...ah...ah mi yapacaksın?"
Dudaklarını ısırarak emip, "yapmayayım mı?" dedi.
"Ya-yap, ama...mmmmh...önce biraz öpüp ko-koklasaydın."
"Günlerdir öpüp kokluyorum zaten. Fazlasını yaptırmıyorsun." Başını boynuna bıraktı. "Sarıl boynuma, içine gireceğim."
"Fırat..."
"Aç bacaklarını. Bugün bu yataktan çıkmayacaksın, önce bir rahatlat beni, sonra sabaha kadar öpüp koklarım seni. Hadi bebeğim, hadi canımın yarısı."
Sesi çektiği acıyı ele veriyordu. Sertliği vajinasının dudaklarını eziyor, içini sızlatıyordu. İnleyip dururken bacaklarını birbirine bastırıp yan dönerek kadınlığını kapattı. Kollarını Fırat'a sarmak yerine ellerini aynı yerde tutmaya devam etti.
Fırat sinirlenmeye başlıyordu. İyi değildi. Öfkeyle soludu. Belini tutup kendine çevirdi.
"Fırat..."
"Aç bacaklarını."
"Kocam..."
"Hazan...iyi değilim, delirtme beni, gel şuraya."
"Fırat, dinle..."
Yaş dökmek üzere olan gözlerine baktı.
"Ne?" dedi. "Söyle derdin ne? Günlerdir canıma okuyorsun, anlat noluyor?"
Yatakta oturur hâle geldi. Uzun, düz saçları, başındaki beyaz bandanasıyla Fırat'ı ne hâle getirdiğini bilmiyordu. Göğsüne sokuldu. Kocası sımsıkı sarıldı. Tenini okşayıp, "söyle," dedi. "Konuşup çözelim her neyse."
"Konuşup çözülecek bir şey değil," dedi.
"Ne demek bu?"
"Ben...ben..."
"Ne sen?"
"Ha-hamileyim."
Gözlerini sıkıca yumdu. Zaman durdu. O ana kadar etrafta tek bir ses dahi duyulmuyordu, ama bir anda bütün kainat sustu. Fırat nefes almıyordu. Taş kesilmişti. Ya dünya başına yıkılmıştı ya da içinde binlerce çiçek güneşe dönmüştü yüzünü. Saniyeler asırlar gibi geçti. Sevdiği adamın teni önce soğuyup sonra yandı.
"Fırat..." dedi Hazan güçsüz sesiyle. Korkak ve çaresizdi. Tek avuntusu sevdiği adamın ona hâlâ sıkıca sarılıyor oluşuydu.
"Bir şey söyle." İçine girip yok olmak ister gibi yüzünü göğsüne bastırdı.
Fırat üstündeki şaşkınlığı atmak için gözlerini kırpıştırdı. Boğazını temizler gibi bir ses çıkarıp, "na-nasıl?" dedi. "Nasıl oldu bu?"
"Unuttum. Doğum kontrol haplarını içmeyi unuttum. Özür dilerim."
"Ne zaman?"
"Nöbete gittiğin gece birlikte olduğumuzda unuttum. Üç gün sonra tekrar birlikte olduğumuzda içtim, ama bir sonrakinde yine unuttum. Belki de ilkinde içtim sonrakilerde unuttum, hatırlamıyorum. Her şey çok karışık. Ama...hamileyim işte."
Fırat afallamıştı. Kelimeleri toplayıp bir araya getiremiyordu.
"Hazan...sen ilaç kullanıyorsun...yavrum...nasıl olacak?"
"Birlikte olduktan sonraki ilk iki üç günde...be..bebek rahme tutunuyormuş. Sonrasında doğum kontrol hapını alsam bile işe yaramıyormuş. Psikolojik ilaçlar da henüz organları olmadığı için zarar vermiyormuş ama ben..."
"Ne?"
"Üç gün önce ilaçları bıraktım zaten."
"Naptın, naptın?"
"Bebeğe bir şey olmasın diye."
"Kime sordun lan? Doktorun haberi var mı?"
"Yok."
Fırat'ın gözü makyaj masasının üstündeki boş bardağa takıldı. Sabah, ilaçlarım odada, diyerek bir bardak su alıp üst kata çıkmıştı. Belli ki suyu ya içmiş ya dökmüş ama ilaçlara dokunmamıştı. Dün gece kabus görmüştü. Olur olmadık ağlayıp duruyor, gün içinde sürekli arıyor, ısrarla iyi misin diye soruyordu. Bardağı devirse irkiliyor, olmayan örümcekten korkuyordu. Elleri sürekli soğuk ve titrekti. Gözleri huzursuz ve korku dolu bakıyordu. Görünen o ki hepsi ilaçları bıraktığı içindi. Bağırıp çağırmamak için kendini sıktı. Nasıl olmuştu bu iş? Ne yapacaklardı şimdi? Hazan bu hasta haliyle nasıl çocuk taşıyacaktı? Hazan için endişelenmekten aldığı haberin manasını tam olarak kavrayamıyordu.
"Kalk," dedi. "Kalk, doktora gidiyoruz."
"Fırat..."
"Siktirme şimdi Fırat'ını! Kafana göre ilaç bırakmak ne demek Hazan?! Ulan madem kendi başına bir iş yapıyorsun, benden saklıyorsun, en azından git bir doktora sor!"
Hazan kollarını çözüp ıslak gözleriyle gözlerine baktı. Beklediği, en azından hayal ettiği hiçbir şey yoktu. Ne bir sevinç, ne bir mutluluk, baba olmanın gururu...hiçbir şey.
"Sevinmedin mi?"
Fırat ancak o an bu haberin sevinilmesi gereken bir şey olduğunu fark etti. Ama şu an hissettiği şeyler arasında bu yoktu. Endişeliydi. Gergin, sinirli, kızgın, korkak...ama mutlu değildi.
"Neye sevineyim?" dedi. "Dün gece gördüğün kabuslara mı? Olmayan örümceği görüp korkmana mı? Bir gün içinde on kere arayıp iyi misin diye sormalarına mı? Her halta ağlamana mı? En ufacık sesten irkilip korkmana mı? Neye sevineyim Hazan?"
"Bebeğimizin olmasına."
Boynu bükülen kırgın gözlerine baktı. Sıkıntılı bir nefesi içine çekip Hazan'ı kucağına aldı. Yataktan kalkarken, "bebek mebek görecek halim yok benim," dedi. Boynunu öptü."Sen iyi ol."
Sözleri Hazan'ın içinde birçok şeyi paramparça ederken bunun farkında olsa da hissetmediği tek bir kelimeyi bile almadı ağzına. Hazan'sa bebeğini bir başına büyütmek zorundaymış gibi hissediyordu. Derin bir suçluluk duygusu ve hayal kırıklığı sarmıştı içini. Kızacağını biliyordu ama bebeğini umursamayacağını hiç düşünmemişti.
Fırat, kalın, beyaz bir sweet ve gri eşofman altıyla onu sıkıca giydirdi. Ayaklarına çoraplarını sokup siyah montunu da gözyaşlarını görmezden, hıçkırıklarını duymazdan gelerek sırtına geçirip fermuarını çekti. Saçlarını montun içinden çıkarıp bandanasına dokunmadı. Kendi üstüne de siyah tişörtünü, pantolonunu ve deri ceketini giydi.
"Test yaptın mı?" diye sordu kollarını karnına sarmış ağlayan sevdiği kıza içi giderek bakarken.
Hazan başını salladı.
"Nerede?"
"Ba-banyoda."
Fırat banyoya girdi. Lavabonun kenarında duran testi sarılı olduğu peçeteyle birlikte aldı. Odaya girdi. Hazan'ı belinden tutarak dikkatlice yataktan kaldırdı. Kolunu kalçalarının altına destek yapıp, "sarıl boynuma," dedi. Hazan bu yükseklikten korkarken dediğini yaptı. Yanağını başına dayayıp Fırat'ın makyaj masasının üstündeki siyah kol çantasını aldığını gördü. Elindeki testi içine soktu. Kimliğini kontrol edip odadan çıktı. Merdivenleri inerken sweetinin şapkasını başına çekip örttü. Boynunun altını öpüp anahtarları alarak evden ayrıldı.
Şiddetlenen yağmurun altında arabanın kapısını açtı.
"Ayakkabılarım..." dedi Hazan ağlamaya devam ettiğini belli eden sesiyle.
"Arabada var ya bir tane. Onu giyersin. Geç," diyerek Hazan'ı ön koltuğa oturttu. Torpido gözünden bir astım spreyi alıp eline verdi. Kapıyı kapatıp şoför koltuğuna geçti. Fındık şu sıralar bahçeden kaçtığı için bağlıydı ve havlayışları evin duvarlarını inletiyordu.
Şırnak merkezdeki özel hastaneye gelmişlerdi. Hazan'la ilgilenen hem psikolog hem de psikiyatris buradaydı. Hastanenin sahibi Fırat'ın bir arkadaşıydı ve onlara bir kadın doğum uzmanından randevu ayarladı. Doktor Özlem hanım hassas, erken tanı testlerinin %80 oranla doğru sonucu vereceğini, muhtemelen hamile olduğunu, fakat emin olmak için kan testine bakmaları gerektiğini söyledi. Hazan'ın psikolojik durumu ve astım, anemi gibi rahatsızlıklarını da göz önünde bulundurarak birçok test istedi. Kan ve idrar tahlillerinden sonra Hazan'ın tam olarak 2 hafta 4 gündür hamile olduğu kesinleşti. Vajinal ultrasonla gebelik kesesi göründü. Enfeksiyon ve böbrek kontrolü için, açılan VIP hasta girişiyle dahiliyeye gitti. Troid bezlerinin işleyişi denetlendi. Anemi için B12 ve D vitamini yazıldı. Psikiyatristiyle görüştü ve ilk olarak kafasına göre ilaç bıraktığı için azarlandı, ardından da ilaçları gebeliğe uygun ve düşük doz ilaçlarla değiştirildi. Göğüs hastalıkları uzmanı ciğerlerini kontrol etti ve astım spreyini değiştirdi. Diyetisyene yönlendirildi. 41 kiloydu ve bu gebelik için yüksek risk demekti. Kan değerlerinin ve vücudunun durumu göz önüne alınarak bir beslenme listesi oluşturuldu. Demir, folik asit ve omega3 başlatıldı. Kan şekeri ve birkaç test için daha yarın aç karnına gelmesi istendi.
Hazan, kan değerlerinin ve bağışıklığının düşük olması, ciğerlerinin güçsüzlüğü ve zayıflığı sebebiyle yüksek riskli gebelik takibine alınmıştı. Hafta da bir kontrole gitmesi gerekiyordu. Doktor derin penetrasyon, yani penisin vajinaya tam olarak ve sert girmesini yasaklamıştı. Sakin, yavaş ve mümkünse Hazan'ın üstte olduğu pozisyonları önermişti. İlk 12 hafta çok kritikti. Karnına baskı uygulanmaması, ağır kaldırmaması gerekiyordu. Savcılıktan saha görevine çıkmamak ve masa başı işlerde görev almak üzere rapor alması tavsiye edilmişti.
Saat iki gibi gittikleri hastaneden akşam 21.12'de çıkmışlardı. Kan ver, tahlil yaptır, sonuç bekle, o doktordan o doktora git derken vakit gelip geçmişti. Eğer hastanenin sahibi VIP hasta girişi açmasa iki gün gidip gelmek durumunda kalacaklardı.
Fırat arabayı Cizre'ye doğru sürerken Hazan ayaklarını koltuğa toplamış sol kolunu kucağında tutarak öylece duruyordu. 14 tüp kan vermişti ve kolu mosmordu, canı yandığı için defalarca kez ağlamıştı. Birkaç kez kusmuş, hastanenin önündeki merdivenleri inerken başı döndüğü için Fırat onu kucağına alıp yağmurun altında otoparka kadar taşımıştı. Burnundan soluyordu. Çok sinirliydi, ama Hazan'a bir şey diyemiyor, kendini suçluyor ama tam olarak nerede hata yaptığını bilmiyordu. Hazan'ın durumu canını çok sıkmıştı. Vücudu şu an gebeliğe elverişli değildi. Doktorun...doktorların kullandığı yüzlerce teknik terimin söylediği ortak şey buydu.
Korkuyordu. Hazan'a bir şey olmasından ölesiye korkuyordu. Bu korku yine öfkesini körüklüyor, elini ayağına dolaştırıyordu. Öyle ki bebeği aldıralım diyecek bile olmuştu. Ama Hazan'la baş başa konuşmadan dile getirmek istememişti bunu. Ve Bahar bebeğini aldırmak istediğinde ona ne kadar kızdığını hatırladı. Hazan'a, yarın öbür gün bir şekilde benden hamile kalsan bebeği istemeyip aldırabilirsin yani, dediği aklına geldi. Ne olursa olsun, hayat insanı bir yerde ağzından çıkanlarla sınıyordu. Bir bebek hayali kurarken bugünün böyle olacağını hayal etmemişti. Nikah günlerinin böyle kasvetli geçmesi gerekmiyordu. Tüm bu alev alev öfkesinin içinde esasen yorgundu. Tek bir şey, tek bir gün lan, hayal ettiği gibi olmaz mıydı bir insanın? Olmuyordu. Yine de buna da şükür, dedi. En azından bir dört duvar arasında eli kolu bağlı Hazan'dan uzakta değildi.
Otoyoldan ayrılıp çiftliğe giden yola sapınca durdu. Hazan'a dönüp, "gel," dedi. Hazan kucağındaki ıslak ve uykulu gözlerini ona çevirdi. "Gel kucağıma."
Sancılanıp ağrıyan kolunu göğsüne bastırdı. Sağ elini ona uzattı. Fırat temkinli bir şekilde kucağına alıp oturttu. Beyaz çoraplı küçük ayaklarını bacaklarının arasına sokmuştu. Önce alnını, sonra burnunu ve dudaklarını öptü. Tek koluyla sıkıca sarıp bir saatlik çiftlik yolunda ilerlemeye devam etti. Karısına beslenme listesi doğrultusunda taze süt ve et alacaktı. Günde beş öğün yemek yemesi gerekiyordu. İçini çekti. Hazan'a bu süreçte bebek gibi bakılmak zorundaydı. Birkaç haftaya timin eğitim ve tatbikat izni bitiyordu. Operasyona gitmeleri gerekebilirdi. İki yanı biçilmiş mısır tarlalarıyla çevrili karanlık yolda ilerlerken, yapılacak şey belli, dedi. Üstlere Hazan'ın durumunu bildirip geçici idari göreve çekilecek, Hazan doğurana kadar askeriyede evrak ve nöbet işleriyle, eğitimlerle ilgilenecekti. Yanında kim olursa olsun Hazan'a ondan daha iyi bakamazdı. Gözü arkada kalırdı. VASÖ'nün çöktüğü ve terör örgütlerinin karanlık yüzüyle baş başa kaldıkları şu günlerde timler gittikleri her operasyondan en az 3 ay sonra dönüyorlardı. Hazan'dan...bebeğinden haber almadan o kadar vakit geçiremezdi. Olsun, dedi. Sağ salim doğsun, ikisine de bir şey olmasın da her şeyin bir hâl çaresi bulunur.
"Yavrum."
"Hı?"
"Uykun var mı? Yatırayım mı seni arkaya?"
"İstemiyorum, böyle iyi. Sana yakın olmak istiyorum," dedi. Cılız sesi içini yaktı.
"Tamam, kal böyle. Açsın biliyorum, ama marketten bir şey alamam sana. Çiftlikten bir şeyler alırız, olur mu?"
"Olur."
"Miden bulanırsa söyle bebeğim, tamam?"
"Tamam."
Boynunu öptü. Terlemişti, ama ısıtıcıyı kapatmadı. Karnını okşayıp, "kurban olurum sana," dedi.
💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 222.88k Okunma |
12.34k Oy |
0 Takip |
114 Bölümlü Kitap |