

❗❗❗🔞🔞🔞 Bölüm içinde +18 sahneler bulunmaktadır. Yaşı on sekizin altında olan ve açık cinsel içerikli sahnelerden hoşlanmayanlar okumasın, lütfen 🔞🔞🔞❗❗❗
*********
Ömer ağalar kahvaltı yapmadan gitmiş, saat sabahın altısıyken Hazan'ın uyanmasını istememişlerdi. Fırat kapıyı kapatıp yatak odasına çıktı. Pencereden vuran ışık, beyaz çarşafların arasında uyuyan karısının teninde parlıyordu. Dün gece olanlar gözünün önünde canlanırken yatağa doğru ilerledi. Yanına uzanıp yastığın üzerinde duran elinin avuç içini koklayıp dudaklarını sürterek öptü. Parmaklarının tersini yumuşacık, pürüzsüz teninde gezdirdi. Penisini öpüp ağzına alan dudaklarını seyretti. Onu tatmin etmek için sınırlarını zorlayışı, organında gezinen dili, ağzına boşalışı, menisi ağzındayken ağlaması şu an bile sertleşmesine neden oluyordu. Öte yandan sıvısını yutamaması, gözlerine bakmayışı, duş boyunca ona temas etmekten kaçınmaları düşündükçe canını sıkıyor, Hazan'ın uyandığında aynı tavrı sürdürüp sürdürmeyeceğini merak ediyordu. O istememişti. Okşamasını, öpmesini, yalayıp emerek o küçük ağzının içine patlamasına neden olmasını o istememiş, zorlamamıştı. Kendi isteğiyle yaptığı bir şey için onu suçlayamaz, aralarına hak etmediği bir mesafe koyamazdı.
Saçlarını severken eğilip dudaklarını dudaklarına değdirdi. Bir süre öylece durup alt dudağını yavaşça ağzına aldı. Usul usul emdi. Hazan rahatsız mırıltılar çıkarırken geri çekildi.
"Şşş."
Yan yattığı yerde sırt üstü döndü. Yüzünü pencereden tarafa çevirip gözleri bir anlığına açılsa da tekrar kapandı. Fırat omzunu öptü. Kolunu başının üzerinden geçirip saçlarını kokladı. Uyanmasını istemiyor ama dokunup öpmekten, sevdiği kıza yakın olma isteğinden kendini alamıyordu. Boynunun altına bastırdı dudaklarını. Burnunu gerdanına dayayıp derin derin nefesler aldı. Bir eli sol memesinin hemen yanındaydı. Doğum lekesinin olduğu yeri, atletinin üstünden tüy kadar bir dokunuşla, başparmağının ucuyla seviyordu.
"Yavrum," dedi fısıltılı sesiyle. Ne zaman Hazan'a yaklaşsa göğsüne sığmayıp gırtlağına kadar yükselerek nefesini kesen hisleri, aklını başından alacak zannediyordu. Kalbi o kadar hızlı atıyordu ki ruhunu ağrıtıyordu. Canavar kuyunun dibinden, onu kaybedemeyiz, diyor, içindeki korku sevgisiyle birlikte harlanıyordu. Çok âşıktı. Gözleri dolarken yutkundu. Kulağını kalbine dayayıp atışlarını dinledi. Aylar öncesini anımsadı. Yine böyle kulağını göğsüne dayayıp çıldırtıcı bir sessizliğin tüm dünyayı susturduğu o ölümcül an içini ezdi. Hazan'dan haber alamadığı günleri düşündü. Delirmeyi isteyip beceremediği, ölmeyi isteyip, bir dayanağı bile olmayan ufacık bir umuda tutunduğu, sevdiği kız için her güne derin bir ızdırapla uyandığı sabahlar genzini yaktı. Bu ana bir kez daha şükretti.
Üstündeki ağırlıkla hareketlendi. Burnuna sevdiği adamın kokusu dolup saçları dudaklarına değerken içini çekti. Başının iki yanında duran ellerini gözlerini açmadan Fırat'ın boynuna sardı. Parmaklarını saçlarının arasına daldırıp uykusuna kaldığı yerden devam etmek istedi. Fakat kasıklarındaki batma hissi, regl ağrısını andıran tuhaf bir ağrı ve külodundaki ıslaklık beynini uyandırdı. Ardından dün geceden kalma görüntüler midesine tuhaf bir soğukluk doldurdu. Yutkunup kirpiklerini araladı. Ellerinden birini kocasının saçlarından çekip kasıklarına koydu.
Fırat Hazan'ın uyundığını fark etmişti. Ona sarılıp saçlarını sevişi üstündeki gerginliği alsa da kasıklarına giden eli ve bir anlığına tuttuğu nefesiyle yüzüne baktı. Hazan gözlerini kaçırıp, "kalk üstümden," dedi tuhaf bir sesle.
"Hazan..."
"Kalk, tuvalete gitmem lazım."
Gözleri sulanmış, kirpikleri titriyordu. Fırat üstünden kalkarken,"noldu?" diye sordu. Hazan doğrulup yorganı itti. Eşofmanında kan yoktu. Rahatlamak istedi ama kasıklarındaki ağrı ve batma hissi buna izin vermedi.
"Yavrum noluyor?"
Ayağa kalkıp sarsak adımlarla yatağın ayak ucundan dolanarak Fırat'ın seslenişlerini umursamadan banyoya girdi. Anahtarı yuvasında çevirip titreyen elleri, yanaklarına doğru akan yaşlarla eşofmanıyla birlikte külodunu indirdi. Beyaz iç çamaşırında pembemsi kahverengi lekeler vardı. Vajinasından şeffaf, jel kıvamında bir sıvı akıyordu. Islandığında akan sıvıyla aynıydı ama şu an Fırat'a karşı bir arzu duymuyordu. Hıçkırdı. Gözleri lekelerde takılı kalırken dün geceyi düşündü. Orgazm geçirdiğinde biraz ağrısı olmuş ama hemen geçince Fırat'a bir şey söylememişti. Kasıklarındaki çekilme hissini umursamamıştı. Aldığı zevk dışında o an hiçbir şey umrunda değildi.
"Hazan!"
Ama şimdi ya...ya bebeğe bir şey olduysa, diyerek çırpınan yüreğini göz ardı edemiyordu. Lavaboya tutundu. Yere çöküp hüngür hüngür ağlamak istiyordu ama hastaneye gitmeliydi.
"Hazan, aç kapıyı!"
Göğsü sıkıştı. Nefesleri hızlanırken üstünü düzeltmeden kapya adımladı. Anahtarı çevirip kolu indirdi. Fırat'la karşı karşıya geldiler. Sevdiği adam önce yüzünü ardından tüm bedenini endişeli gözleriyle tarayıp kucağına aldı. Yatağa oturup komodinin üstündeki spreyi ağzına sıktı. Nefeslerini düzenlemesini beklerken duvarlara çarpıp yankılanan hıçkırıklarına tahammül etmeye çalışıyordu. Sıkıca sarılıp, "noldu?" dedi. "Ne bu halin?"
Hazan burnunu çekip gözlerine bırakmamayı sürdürürken bacaklarını açıp külotunu gösterdi.
"Ba-bak."
Fırat gözlerini iç çamaşırında gezdirdi. Lekeleri görünce vücudu gerilse de sakinliğini korudu.
"Lekenmiş. Çok...çok akıntım var. Ha-hastaneye gidelim, lütfen."
"Şşş, tamam. Ağlama. Gideriz, gel."
Yataktan kalkıp Hazan'ı yere indirdi. Üstünü düzeltip, "değiştirmeyelim, doktor görsün bir tanem, tamam?" dedi.
Hazan başını sallayıp yatağa oturdu. Fırat dolaba ilerleyip krem rengi bir kazak ve beyaz montunu alıp gelirken onu izledi. Yüzündeki sıkıntılı ifadeye odaklandı. Kızmış mıydı? Bebeklerini koruyamadığını mı düşünüyordu? Ya koruyamadıysa?
Fırat kazağı başından geçirip saçlarını içinden çıkardı. Ellerini tutup ayağa kalkmasını sağladı. Kazağın eteklerini daha sıcak tutsun diye eşofmanın içine soktu. Montu giydirdi. Fermuarı çekti. İçindeki korkuyu Hazan'a yansıtmamaya çalışıyordu. Korku onu öfkeli bir adama çeviriyordu ve kontrolü kaybedip sevdiği kızı üzmek istemiyordu. Onun bir suçu yoktu, eğer ortada bir hata varsa Fırat'a aitti. Hazan'a kıyamamıştı ama kıymalıydı, ilişkiye girmemeleri gerekiyordu.
Deri ceketini ve Hazan'ın çantasını alıp Hazan'ı kalçalarının altından kavrayıp evden çıktı. Peşlerine koşan Fındık'ın havlayışları arasında arabaya binip hastanenin yolunu tuttular. Bir saat sonra varmışlardı. Yolda doktoru bilgilendirmişlerdi. Fazla bekletilmeden odaya alındılar. Hazan biraz daha sakinleşmişti. Fırat ayakta beklerken Özlem hanımın karşısındaki sandalyeye oturdu.
"Buyrun, şikayetinizi anlatın, lütfen."
"Biz..dün gece birlikte olduk. Yüzeysel ve sizin dediginiz gibi benim üstte olduğum, sert olmayan bir ilişkiydi." Duraksayıp Fırat'a kısa bir bakış attı. "Kasıklarımda hafif bir ağrı ve çekilme hissettim, ama hemen geçince umursamadım."
Sevdiği adamın sert soluğunu duydu. Doktor da Fırat'a bakıp tekrar Hazan'a dönmüştü.
"Sonra sabah uyandığımda kasıklarımda batma ve ağrı hissettim, iç çamaşırım fazla ıslaktı. Lavaboya gidince bazı lekelenmeler ve şeffaf, yoğun bir akıntı gördüm. Bir şey olmuş olabilir mi?"
Özlem hanım siyah şalının kenarlarını düzeltip, "orgazm geçirdiniz mi ve şiddetli miydi?" diye sordu.
Hazan utana sıkıla, "geçirdim, şiddetliydi," dedi.
"Lekenin rengini sorabilir miyim?"
"Kahverengimsiydi."
"Anlıyorum. Önce bir HCG testi yaptırın. Çıkan sonuca göre bakalım. Gebelik henüz çok erken, ultrasonda keseyi görmek çok zor. Ama endişelenmeyin, bu tip kanamalar olur. Yerleşme veya gebelik kanaması da olabilir. Testi yaptırın, sonra konuşalım. "
Doktorun verdiği tüple birlikte odadan çıktılar. Fırat Hazan'ın elini sıkıca tutuyordu. Bir alt kata inip kan verme alanına geçtiler. Çok kalabalıktı. Fakat önceden haber verip VIP hasta girişi ayarladıkları için önden alındılar. Yarım saat sonra sonuçlar çıkmıştı. Hazan ağrıyıp sancılanan kolunu ovalarken doktorun odasına, onlara pek de hoşnut olmayan gözlerle bakan hastalar arasından geçip girdiler. Özlem hanım test sonuçlarını kontrol etti.
"HCG değerleniriz üç haftalık gebelik için gayet iyi durumda," dedi. "İki gün önceye göre yükselmişler. Embriyo muhtemelen iyi durumda. Ama yine de bir ultrasonla bakalım. Buyrun," diyerek odanın içindeki diğer odanın kapısını gösterdi. Hazan içi rahatlarken yüzündeki tebessümle doktorla birlikte muayene odasına geçti.
Fırat peşlerinden giderken Özlem hanım, "bir dakika," dedi. Hasta mahremiyeti açısından hasta özel olarak istemedikçe eşi olsa dahi içeriye alamazdı. Bir öncekinde Hazan Fırat'ı yanında istemişti, fakat Özlem hanım tekrar sormak durumundaydı.
"Hazan hanım kocanızın yanınızda olmasını istiyor musunuz?"
Hazan gözlerini Fırat'a çevirdi. Yanında olmak istediğini gözlerinde görebiliyordu. Sevdiği adamı daha fazla kızdırıp üzmemek için, "'istiyorum," dedi. O yanındayken, her ne kadar dün geceden dolayı utanıyor da olsa kendini güvende hissediyordu. Fırat'ın gözlerinin üstünde olması iyi geliyordu.
"Peki, Fırat bey içeriye girip kapıyı kapatın lütfen."
Kapı kapanırken montunu çıkardı. Altını açıp iç çamaşırındaki lekeyi doktora gösterdi. Doktor başını sallamakla yetindiğinde yüksek yatağa uzandı. Bacaklarını açıp kazağını yukarıya sıyırdı. Fırat gözlerini ultrason için açtığı kadınlığında gezdirirken o büyük ve kaba elleriyle dokunuyormuş gibi hissetti. Hafifçe kasılıp görmezden gelmeye çalıştı.
Doktor cihazı sterilize edip ayarlarken, "lekeler dediğim gibi yerleşmeden kaynaklı," dedi. "Ara ara olması muhtemel. Akıntılarınız da normal. Bedeninizde daha önce tecrübe etmediğiniz yeni bir canlı oluşuyor, vücudunuz birçok yeni tepki verecektir. Size isterseniz bu süreçte yaşayacaklarınızı anlatayım."
"Olur, lütfen."
"Tabii. Lekelenme ve akıntı normal, beraberinde şiddetli ağrı, kramp ve sancı olmaması şartıyla. Genellikle birkaç gün içinde son bulur. Baş dönmesi, yorgunluk, göğüslerde hassasiyet, şişkinlik ve doluluk hissi olur. Sık idrara çıkma yaşayabilirsiniz. Ruh halinizde dalgalanmalar olabilir. İştah kaybı yaşayabilirsiniz, fakat daha önce de söylediğim gibi beslenmenize dikkat etmelisiniz."
Ayağa kalktı. Vajinal ultrasonu eldivenli elleriyle tutarken, "bacaklarınızı biraz daha açın, lütfen," dedi. Hazan dediğini yaptığında, "hafif baskı hissedebilirsiniz, endişelenecek bir şey yok," diyerek ultrasonu vajinanın girişine yerleştirip içine soktu.
Gözlerini monitöre odaklayıp devam etti.
"Koku hassasiyeti başlar. Yumurta, süt ürünleri, parfüm gibi şeyler midenizi bulundurabilir. Vücut ısınız yükselebilir. 6. haftadan sonra mide bulantısı baş gösterir. Yorucu bir süreç. Düşük riskiyle birleşince sizin için daha yorucu bir hâle gelebilir. Fakat size yapılan uyarılara uyduğunuz sürece sorunsuz atlatacaksınız."
Cihazı biraz hareketlendirdi. Gebelik henüz çok yeni olduğu için keseyi görmek zordu.
"Cinsel hayatınıza gelince daha detaylı bilgi vereyim. Orgazm geçirmeniz tehlikeli bir durum değil. O anlık yaşadığınız birkaç kasılma, anlık ağırı ve çekilme de öyle. Hatta size psikolojik olarak iyi de gelir. Fakat derin penetrasyon, Fırat beyin ağırlığını üzerinize vermesi yasak. Arkadan ilişkiye girmeniz yasak. Sizin üstte olduğunuz veya Fırat beyin üstünüzde olduğu ancak size ağırlığını vermediği pozisyonlar, yan da olabilir, uygundur. Her gün sık sık ilişkiye girmeniz tavsiye edilmez. Yavaş ve nazik, vücudunuzu dinleyerek hareket etmelisiniz. Hijyen çok önemli. Vajinanız bu dönemde fazla hassastır. Enfeksiyon riski yüksektir. Östorojen artışı ve vajinal hassasiyet sebebiyle cinsel açlık çekebilirsiniz, fakat kendinizi dizginlemeniz önemli. Oral seksle tatmin olmayı deneyebilirsiniz, daha güvenli olacaktır."
Cihazı içinden çıkardı.
"Kese gayet iyi durumda," dedi. "Endişelenecek bir şey yok."
Hazan utançtan yerin dibine girerken doğrulup üzerini düzeltti. Hastaneden çıkıp hiç konuşmadan arabaya bindiler. Yolda markete uğrayarak akıntı için küçük petlerden alıp eve vardılar. Fırat, Hazan ondan, yolda sabah sabah onu endişelendirip hastaneye gelmelerine neden olduğu için özür dilediğinden dolayı sinirliydi. Gözlerine doğru düzgün bakmıyor oluşu, ona bir yabancıymış gibi davranışı canını sıkıyordu.
Yatak odalarına girdiler. Hazan duşa girmeye yeltenirken Fırat kolunu tuttu. Zorlamadan kendine çekip, "noluyoruz?" diye sordu.
"Bir şey yok, duş alacağım," dedi. Gözleri yerdeydi.
"Onu mu soruyorum? Niye yüzüme bakmıyorsun?"
"Bakıyorum."
"Hazan...canımı sıkıyorsun. Yüzüme bakmıyorsun, bana bir yabancıymışım gibi davranıyorsun. Merak ettiğim şey sebebi değil. O sebebin seni neden benden uzaklaştırdığı."
Yutkundu. Dilini ağzının içinde gezdirdi.
"Dün gece...tiksindin mi benden?" diye sordu.
Hazan gözlerini hızla yerden kaldırdı. Bunu düşünmesi bir yana bu kadar açıkça sorabilmesi afallamasına neden olmuştu.
"Ne?" dedi.
"Duydun. Ağzına boşladım, çekilmeni söyleyebilirdim ama yapmadım. Ağladın, yutamadın, pek haz almış gibi de durmuyordun. Mesele buysa bir daha olmaz. Ama yalvarırım şöyle davranma bana. Kaldıramıyorum."
"Fırat..."
"Ne?"
Kollarını boynuna uzatıp parmak uçlarında yükseldi. Fırat sarılabilmesi için aşağı eğilmişti.
"Tiksinmedim," dedi. "Sadece ilk kez yaşadığım bir şey olduğu için garipsedim. Tadı...tuhaf geldi. Utandım da. Ama ben tiksinir miyim senden hiç? Sen benim kocamsın."
"O zaman niye öyle davranıyorsun bana? Neyin özrünü diliyorsun benden?"
Gözlerine baktı.
"Gereksiz yere seni de endişelendirdim diye diledim. Kaç saat uğraştık benim yüzümden."
"Uğraşacağım lan tabii. Sen benim karımsın, o benim çocuğum. Niye sürekli başa sarıyoruz?"
"Bilmem. Benim huyum bu heralde."
Gözlerini kapatıp sakin olmayı denerken yatağa oturdu. Elindeki poşeti yere attı. Yüzünü sıvazlayıp dirseklerini dizlerine dayadı. Hazan dolan gözlerini kırpıştırıp poşetin içinden fırlayıp kapının yanına kadar giden pedleri yerden alarak makyaj masasının çekmecesine koydu. Montunu çıkardı. Yatağa bırakıp Fırat'ın yanına oturdu. Başını omzuna dayadı. Yine özür dileyecekti ama kendini tuttu.
"Fırat."
Birkaç saniyelik sessizliğin ardından, "söyle," dedi.
"Düğünü yapacak mıyız?"
Doktorla çıkmadan konuşmuşlardı. Çok tehlikeli olduğunu, yolun ve düğün telaşının stres oluşturabileceğini, kalabalık ortamın hem psikolojik hem de hijyen açısından iyi gelmeyeceğini söylemişti. Ama illa da gerekliyse uyulacak kuralları teker teker listelemişti.
"Hayır."
Üzüldü. Bir düğünü olsun istiyor, günlerdir Fırat'tan gizli gelinlik bakıyordu. Keşke bu kadar erken hamile kalmasaydım, dedi kendi kendine.
"Peki, sen bilirsin."
Oturduğu yerden kalkıp banyoya girince Fırat da peşinden gelmişti.
*********
Yüksek riskli gebelik raporunu başsavcıya vermiş, başsavcı durumu HSK'ye bildirmişti. Evlilik cüzdanını gösterek soyisim değişikliğinden de bahsetti. Bugün pazar olduğu için yeni kimlik başvurusunu ancak yarın yapabilecekti. Başsavcının kurallar gereği durumdan haberdar olması gerekiyordu.
Odasındaki koltuğa uzanmış, ıhlamurunu içerken masadaki telefon çaldı. Bardağı orta sehpaya bırakıp telefonu aldı.
"Alo?"
"Hazan hanım HSK'ye durumu bildirdim. En erken beş gün sonra rapor gelecektir. Bu süre zarfında izne çıkmanızı uygun gördüm. Evinize gidebilirsiniz."
"Ama...teşekkür ederim."
İtiraz etmekten vazgeçip telefonu kapattı. Eşyalarını toplayıp adliyeden ayrıldı. Makam aracına binip korumalarla birlikte eve döndü. Bahçeye girdiğinde yanına koşan Fındık'ın başını okşadı. Kapıyı açıp eve girdi. Banyoda ellerini yıkayıp üst kata çıktı. Gardrobun karışında rengarenk kıyafetlerini inceledi. Saat öğleden sonra birdi. Sıcak, yazdan kalma bir gündü. Akşama yemek hazırlayıp film izlemek ya da bahçede kitap okumak istiyordu. Güzel, kendini iyi hissedeceği bir kıyafet seçmek için orada öylece dakikalarca durdu. Üzerindeki takım elbisenin içinde sıkılmıştı. Nihayet kırmızı, üzerinde beyaz çiçekleri olan, uzun, yırtmaçlı günlük bir elbise seçip giydi. Saçlarını açtı. Boynuna küçük küçük papatyaları olan boncuk bir kolye taktı. Beyaz ve etli boynunda çok hoş durmuştu. Küpelerini de takıp balkon kapısını açtı. Hafif, tatlı bir meltem tenini okşarken gülümsedi. Masmavi gökyüzüne yükselen ağaçları izleyip ötüşen kuşları dinledi. Bu evi çok seviyordu.
Yatağın kırışan çarşafını düzeltip telefonunu alarak alt kata indi. Mutfağa geçip arka bahçeye bakan kapıyı açtı. Fındık gelip eşiğe yatarken tezgahta gözlerini gezdirdi. Ne yemek yapacağını düşünüyordu. Havva hanımın verdiği kuru patlıcan ve biberler aklına geldi. Ocağa tencereyle su koydu. Kurutulmuş sebzeleri tezgaha çıkarıp buzluğa yöneldi. Bir de et yemeği yapmayı düşünüyordu. Fırat çok severdi. Köşede gördüğü beyaz poşeti aldı. İçinde sekiz tane hayvan ayağına benzeyen kemikli et parçası vardı. Ne olduğunu anlamaya çalışırken kokladı. Kuzu incikten aldığı kokuyla yüzü buruştu. Kuzu ve koyun etlerini sevmezdi, ama Fırat'ın sevdiğini biliyordu. Tezgaha koyup Alinazik yapmak için de kuşbaşı çıkardı. Etleri soğuk su dolu kaplara yerleştirip sebze çorbası için seradan toplanan sebzeleri doğramaya başladı.
*********
Japonya'yla ilgili izlediği videoyu bahçeden gelen motor sesiyle durdurdu. Saat henüz üç bile olmamıştı. Fırat'ın bu saatte evde ne işi olduğunu düşündü. Kuzu incik düdüklüde, kuru dolmalar tencerede pişerken mutfaktan çıkıp kapıyı açtı. Fırat ve beraberinde aracın bagajından iş çantalarını çıkaran beş adamı görünce şaşırdı. Sevdiği adam araçtan inerken onu fark etmiş, evde olduğunu bilmediği için kaşları çatılmıştı. Gözleri baştan aşağı üzerinde gezindiğinde bakışları sertleşmişti. Yüzü ürkütücü bir hâl alırken Hazan gerilip elini ayağını nereye koyacağını bilemedi. Telâşla mutfağa ďönüp kapıyı kapattı. Elbisesinin derin yırtmacına, sütyensiz göğüslerinin taştığı dekoltesine baktı. Adamların onu böyle görüp görmediğini bilmiyordu, görse de umrunda olmazdı ama Fırat görmüştü. Yüzündeki ifade gözünün önüne gelirken midesi kasıldı. Alt dudağını dişlerken bahçeden gelen kaba erkek sesleri rahatsız olmasına neden oldu. Fırat dışındaki erkeklerden hoşlanmıyordu. Tuhaf bir şekilde birden fazla erkeğin sesini aynı anda duymak onu ürkütüyordu.
Seslerden anladığı kadarıyla pencere ölçüsünden bahsediyorlardı. Hazan kendi kendine, "nerenin penceresi ki bu?" dedi. Eve giren sesler çok yakınından gelirken kapıyı kilitlemek istese de yapmadı. Kocası evdeydi. Doğradığı sebzelerin bulunduğu kaseyi kenara itip alt dolaptan yeşil saplı ufak bir tencere çıkardı. Ocağa koyup altını yaktı. İçine zeytinyağı gezdirip ısınmasını beklemeye başladı. Ayakta durunca beli ağrıyordu, doktor gebelikte normal demişti, bu yüzden masaya yönelirken kapı açıldı. Fırat uzun boyu ve koca gövdesiyle içeriye girip kapıyı arkasından örttü.
Hazan gerileyip sırtını tezgaha dayadı. Sevdiği adamın sert bakışlarından hoşlanmıyordu. Fırat dibine kadar girip durdu. Gözlerinin içine bakıp, "napıyorsun sen evde?" dedi.
Yağdan gelen hafif cızırtılarla tencereye baktı. Soğan kasesini alıp içine dökerken "başsavcı raporumu Ankara'ya yolladı," dedi, bir yandan da soğanı tahta kaşıkla karıştırıyordu. "Geri dönüş beş gün sonra olur, dedi, ben de bu beş gün boyunca izindeyim işte."
Karısının uzun saçlarının dağıldığı ince belini, beline nazaran geniş kalçalarını, beyaz, kısa çoraplı ayaklarını, kırmızı elbisesini, yırtmacını ve göğüslerini izlerken yutkundu. Kaşığı tutan küçük eli, beyaz teni, incecik kolu aklıyla oynarken içerideki heriflerden birinin onu böyle görmüş olma ihtimali öfkesini körükledi. Tezgahla arasında sıkışan karısını iyice kıstırıp beline sarıldı. Karnını okşarken saçlarını öpüp, "niye haber vermedin bana?" diye sordu.
Pembeleşen soğanların içine sarımsağı ekledi. Karıştırmaya devam edip, "bilmem," dedi. "Sen bana evimize böyle adamların geleceğini neden söylemediysen o yüzden herhalde."
Hafif nemli olan ensesini öptü. Elbisesinin yumuşak kumaşının altındaki teninin verdiği his göğsüne sıcak bir baskı uygularken, "aklımdan çıkmış," dedi.
"Benim de çıkmış olabilir," diyerek havuç, patates, kabak ve kereviz dolu kaseyi tencereye boşalttı.
Boynunu koklarken, "aradım, açmadın," dedi.
"Bilmiyorum, duymadım."
Gerçekten de duymamıştı. Eve geldiğinden beri telefonu eline bile almamıştı ama mutfak masasının üstünde duruyordu. Bahçeye veya üst kata çıktığında aramış olabilirdi.
"Hım?" dedi, inanmazcasına.
"Hı hı."
"Öyle olsun bakalım."
"Öyle zaten. Kim bu adamlar? Niye geldiler? Ne penceresi?"
Sorularını sıralarken sebzeleri kavrulmaya bırakıp Fırat'a döndü.
"Alt kattaki odaya pencere açacaklar. Ölçü almaya geldiler."
"Alt katta oda mı var?"
Önüne dökülen saçlarını severek kulağının arkasına sıkıştırırken, "kitaplığın arkasında kapısı var," dedi. "İptal etmiştik, ama şimdi lazım oldu."
Deri ceketinin yakalarına tutunurken, "neden?" diye sordu.
"Hamilesin ya yavrum. Üst kata inip çıkman tehlikeli. Yatak odasını aşağı taşıyacağız."
İçeriden gelen büyük kitaplıkların parkede sürünme sesleri kulaklarına dolarken, "ama ben odamızı seviyordum," dedi.
"Bunu da seversin."
"Balkonumuz olmayacak mı?"
"Olsun mu?"
"Olsun."
Üzerine eğilip dudaklarını öptü.
"Yaparız o zaman," dedi.
Sevdiği adam boynunu öpücüklere boğarken, "biraz yerden yüksek olsun ama," dedi. "Odamızdaki gibi tavana kadar olsun."
Yırtmacından içeriye elini sokup külotundan taşan yuvarlak, dolgun kalçalarını okşarken, "emrin olur," dedi.
"Ah...Fırat..."
"Karım."
"Bırak, yemeğe bakmam lazım."
Eli sırtında gezindi. Sütyen kopcasının olması gereken yerde durdu.
"Sütyen de mi takmadın?" dedi, sertleşen sesiyle.
"Sütyen de mi derken? Başka ne takmamışım ki?"
Boynundan ayrılıp gözlerini gözlerine dikti.
"Üstündeki kıyafetten haberin yok mu kızım senin?"
"Var," dedi. "Burası benim evim, istersem çırılçıplak dola..."
Başını tutup göğsüne bastırdı.
"Sus!" dedi. "Elin herifleri var içeride, nasıl konuşuyorsun?"
"Banane. Getirmeseydin."
"Evde, bu halde olduğunu bilsem getirir miydim?"
Başını tutan elini çekip, "yemeğe bakmam lazım, bırak," dedi.
"Sen otur, ben bakarım. Hem ne işin var senin yemekle? Yatıp dinlenmen gerekiyordu."
"Karışma işime, ya bırak."
"Hazan!"
Gözlerini inatla yüzüne dikip, "ne?" dedi.
"Doğru düzgün konuş benimle."
Bir süre ciddi ve baskın ifadesine karışlık verse de gözlerini kaçırıp, "tamam, bırak," dedi.
Yavaşça bırakıp tahta kaşığı alarak sebzeleri karıştırmasını izledi. Bir şeylere sinirlenip ona diklenmesinden hoşlanmıyordu.
Haşlanmış fasulye ve bezelyeleri sebzelerin üzerine ekledi. Çaydanlıkta daha önce kaynatıp ılımaya bıraktığı suyu döküp tuzladı. Astımı olduğu için başka baharat eklemeden kapağını kapatıp kaynamaya bıraktı. Elleri ağrıyan beline giderken masaya adımladı. Fırat'ın gözleri bir an olsun üstünden ayrılmıyordu. Umursamadan bilgisayarın karşısına oturup ayaklarını diğer sandalyeye uzattı. Saçlarını geriye doğru atıp boynunu esnetti. Sallanan küpeleri tenine çarparken sevdiği adamın içini çektiğini duydu. Yerinde hareketlenip, "sakın buradan dışarı çıkma," deyişiyle o çok sevdiği kara gözlere baktı.
"Çıkmam," dedi. "Ben de onların geleceğini bilsem böyle giyinmezdim."
Biliyordu, ama it gibi kıskanmaktan da kendini alamıyordu. Yanına gelip alnını öptü.
"Yorma kendini," dedi. "Geri kalan bir şey varsa ben hallederim, tamam?"
"Yorulmuyorum, yemek yapmayı seviyorum."
"Ben de seni çok seviyorum."
Gülümsedi.
"Ben de seni çok seviyorum kocam."
Başını başına yaslayıp, "kurban olurum sana," dedi.
"Ağam!"
İçeriden gelen sesle ayrılıp bahçe kapısını kapatmaya meyil etti.
"Ya kapatma."
"Yavrum terlemişsin, hasta olursun, hiç değilmişsin gibi."
"Lütfen."
"Önüne dön, videonu izle," diyip kapıyı kapattı.
********
Sade bulgur pilavı, Alinazik; fındık, yer fıstığı ve ceviz koyduğu üzüm pekmezli un helvasını hazırlamıştı. Yaren'le Aslı'yı da çağırırım diye her şeyi fazla fazla yapmıştı. Helvayı ağzını sıkıca streç filmle kapatıp dolaba kaldırdı. Dolaptan köy yoğurdunu çıkarıp ayran yaptı. İçine biraz nane ekleyip sürahiyi dolaba koydu. Fırat adamlarla birlikte gitmişti. Pencere seçecekti. Balkon için de ölçü almışlardı. Salondaki yerlerinden edilmiş kitaplıklar çok kötü duruyordu. Hazan odaya gidip bakmıştı. Banyosu da vardı. Sadece dekore edilmesi gerekiyordu.
Masadan telefonunu alıp Yaren'i aradı. Yemeğe gelmelerini söyledi. İstemem yan cebime koy misali mırın kırın edip kabul ettiler. Hazan rehberde Bahar'ın numarasını görünce onu da aramak istedi. Az kalsın yapacaktı da, ama Fırat'a durumu açıklayamazdı. Kavga ederlerdi. Bahar hamileydi, doğumuna az kalmıştı, üzülürdü. Gözleri dolarken masaya tutunup oturdu. Eli karnına gitti.
"Keşke böyle olmasaydı," dedi, kısık sesiyle. Fırat onun yüzünden ailesiz kalmıştı. İyi kötü de olsa bir ailesi vardı. Hazan kendi annesi tarafından biraz olsun Canan hanımın Fırat'ı sevdiği kadar sevilseydi elinden gelen her şeyi yapardı. Canan hanım belki çıkarları için seviyordu Fırat'ı, belki de pişmanlıkları için, ama yine de en azından seviyormuş gibi yapabiliyordu. Oysa ki Hazan annesine onun yüzünden tefecilerin eline düşüp tecavüze uğramak üzereyken bile yaranamamıştı.
Zil sesiyle gözünden süzülen yaşları silip oturduğu yerden kalkarak kapıyı açtı. Sevdiği adam elinde ekmek poşetiyle ayakkabılarını çıkarırken, "hoş geldin," dedi. Fırat gözlerini izliyordu. İçeriye girdi. Ekmeği konsolun üstüne bırakıp lavaboda ellerini yıkadıktan sonra kolunu bacaklarına sarıp kucağına aldı. Boynunu öpüp, "oh! Hoş bulduk," dedi. Hazan gülse de neşesinin olmadığı belliydi. Kararan havayla ışığı açıp salona geçti. Koltuğun L kısmına uzanıp Hazan'ı bacaklarının arasına aldı. Göğsüne yatırıp dudaklarına yapıştı. Sonsuz bir açlıkla öpüp koklayıp emerken bir türlü aklından çıkamayan yırtmacından açıkta kalan bacağını okşamaya başladı.
Öpücüklerinin arasında, "ağladın mı sen?" diye sordu.
"Ha-hayır."
Nefesinin kesilmesinden korkup boynuna yönelirken kalçalarını ve belini okşadı.
"Yalan söyleme bana."
Elbisesini omzundan aşağı indirip göğsünü açtı. Ucunu ağzına alıp emerken, "söyle, niye ağladın?" dedi.
Hazan Fırat'ın memesini emişiyle çıkan şapırtılı ıslak sesleri dinlerken yüzünü saçlarına gömüp inledi.
"Ahmmm...ıh. Kö-kötü oldu."
Ucunu öpüp memesini eliyle yoğurup severken, "ne kötü oldu?" dedi.
"Salon."
Omzunu koklayıp, "yavrum saçmalama," dedi. "Buna ağlanır mı?"
"Niye ağlanmasın? Hamileyim ben."
Güldü. Yanağını sıkıca öpüp saçlarını sevdi.
"Olsun, sen yine de ağlama. Birkaç gün sonra çok güzel olacak."
"Fırat."
"Canımın yarısı."
"Bu banyo üst kattakinden daha büyük. Küvetimiz de olsun mu?"
Dudaklarını öpüp burnunu burnuna sürttü. Hazan'ın bu evi sahiplenip ondan bir şeyler istemesi hoşuna gidiyordu.
"Sesine ölürüm senin," dedi. "Olsun lan tabii."
Bahçedeki demir kapının açılırken çıkardığı gürültüler ve Fındık'ın havlamaları duyuldu. Fırat'ın kaşları çatıldı. Hazan göğsünü elinden çekip elbisesinin içine soktu. Üstünü düzeltirken, "Yaren'ler geldi, bırak," dedi.
Fırat bıkkınca içini çekip başının arkasını koltuğa vurdu. Hazan'ı canını yakmadan sıkıca tutup, " eve misafir çağrılırken bize soruldu mu?" dedi.
"Sormadım, çünkü onlar misafir değil, bebeğimizin teyzeleri."
"Hazan..."
"Ya ne? O kadar yemek yaptım, tek başımıza nasıl yiyelim? Hem geldiler artık kocam, git mi diyelim?"
Başını Hazan'ın ona melül melül bakan gözleriyle belli belirsiz sağa sola sallayıp, "demeyelim," dedi. "Demeyelim anasını satayım. "
Dudaklarını öpüp kucağından kalkarak yavaş adımlarla gidip kapıyı açtı. Yaren'le Aslı içeriye girerken Fırat üstündeki deri ceketi çıkarıp üst kata yönelmişti. Aslı, "hoş bulduk enişte bey," dedi. "Bizi görünce yüzünüzde güller açtı, mübarek."
Yaren Hazan'a sarılırken, "sorma," dedi. "Isprarta gül bahçesine döndü yüzü."
Fırat sessiz kalıp odaya girdi. Kadınlarla iletişim kurmayı beceremiyordu, erkek olsa küfreder geçerdi, ama böyle zordu. Ne vardı lan bir geceyi de baş başa sakince geçirselerdi, ama karısına rahat batıyordu. Bahçe kapısının kumandasını da vermişti ellerine. Ya sabır, diyip banyoya girdi.
"Noldu buraya böyle?"
"Yatak odasını alt kata taşıyacaklar."
"Aaa orada bir oda daha mı varmış?"
Yaren Hazan'a yardımcı olup tabakları aşağı indirirken Hazan Aslı'ya, "ben de bugün öğrendim," dedi. Aslı odayı gezip yanlarına geldi.
"Baya büyük, güzel yani," dedi.
"Ben de sevdim. Bugün ustalar geldi. Pencere ölçüsü aldılar. Balkonu da olacak."
Tencerelerin ağzını açıp bakarken, "iyi olmuş," dedi. "Hamilelikte üst kata çıkıp inmen zor olurdu da bunca yemeği kime yaptın Hazan? Davet mi veriyoruz?"
"Yaptım işte. Birlikte yeriz. Hem Fırat'la Yaren silip süpürür şimdi onları. Bize bir şey kalmaz."
"Doğru," diyip güldü Aslı.
Yaren tabakları Hazan'ın isteği üzerine bahçedeki masaya çıkarırken, "sizin gibi yerden bitme miyim lan ben?" dedi. "Boyumuz posumuz var yiyoruz."
"Hop! Hadi Hazan neyse de benim boyuma laf edemezsin."
Alinazik'i almak için gelirken, "1.86'yım," dedi. "1.75 biri olarak fazla konuşuyorsun."
"Ben de 1.65'im."
Yaren'le Aslı aynı anda güldü. Aslı, "beş santimi nereden aldın, kocan ödünç mü verdi?" dedi. "VASÖ'deki en kısa kadın ajandın."
"Olsa ne? Dili uzundu."
Hazan kaşlarını çatıp, "ya tamam, kapatın şu boy muhabbetini, sıkıldım," dedi.
Yaren bahçeye çıkarken Aslı Hazan'a sarıldı.
"Nasılsın?"
Beline dolanan kollara tutunup, "bu sabah çok korktum," dedi. Gün içinde Yaren'le Aslı'yı görüntülü arayıp dün geceki mevzulara girmeden durumu anlatmıştı.
Aslı karnını okşayıp, "korkma," dedi.
O sırada Yaren içeriye girmişti.
" Ne korkusu bu?" diye sordu.
"Sabahki mevzu işte."
"Korkma. Bir şey yokmuş işte. Sen neler atlatın, neler yaşadın da pes etmedin, bu koyar mı kızım sana?"
İçini çekti. Aslı'ya sokulup ellerinin üzerini severken Yaren'in gözlerinin içine baktı.
"Koyar," dedi. "Diğerleri de koydu. Siz varsınız, Fırat var diye koymamış gibi yapabiliyorum, ama Oğuz ağrıma gidiyor, Ali canımı yakıyor, babam...her gece rüyamda. Bir mezarı bile yok, kül etmişler her şeyini. Annem, ablam...bunca şey oldu, haberleri yok ama en azından zaman hepimize eşit geçiyor, bir kez olsun arayıp sormadılar. Bu yıkım illaki bir gün olacaktı. Ya siz ve Fırat yokken olsaydı? Bilmiyorum. İnsanlar neden her şeyi bu kadar zorlaştırıyorlar ki?"
"Oooo, bu soruyu ne için sordun Hazan? Milyarlarca farklı cevabı var. Bizim Kodanlar da yok ortada. Ufak bir sarsılmışlar ama hâlâ ayaktalar. Örgütün yıkımının bizim yüzümüzden olduğunu biliyorlar. Bizi silmeleri birkaç belgeye, görüntüye bakmış. Almanya'ya kaçmışlar. Hadi ben neyse de öz kızlarını da yok saydılar."
"Bana koymadı. Onlara gelene kadar ben silmiştim zaten. Sikeyim paralarını da soy adlarını da," derken dolaptan ayran sürahisini alıp bahçeye çıktı.
Hazan'la Aslı aynı anda içlerini çekti.
"Hadi, çok acıktım ben. Kapatalım şu konuyu. İçim şişti."
Aslı dolma tabağını alıp bahçeye çıktı. Hazan Yaren'e sarıldığını gördü. Sildim demekle olmuyordu işte. Keşke herkes konuştuğu gibi hissedebilseydi.
Kaynayan çay suyunun fokurtularıyla ocağa döndü. Çayı demleyecekken Fırat içeriye girdi.
"Dur, bırak," dedi. "Ben hallederim."
"Buna da koy. Ihlamur demleyecektim."
"Tamam, koyarız."
Hep beraber bahçeye geçtiler. Fırat Hazan üşür diye kömürlükten küçük sobayı çıkarıp yakmış, Hazan'ı battaniyeyle sıkıca sarmıştı. Çay ve ıhlamur odun ateşinde demlenirken Fındık da kulübesinin önünde yemeğini yiyordu. Hazan başını gökyüzüne kaldırdı. Bir sürü yıldız vardı.
"Ayh Alinazik çok güzel olmuş."
"Afiyet olsun. Aslı bak, bir sürü yıldız var."
"Hım? Çok güzeller."
"Di mi? Çayımızı da burada içeriz."
"Bize şarkı söylersen olur."
Yaren'le Fırat da Hazan'a baktılar. Hazan gözlerini Aslı'ya çevirip, "bilmem ki," dedi. "Uzun zamandır hiç söylemedim. Belki sonra."
"Bana sözün vardı."
"Ne zaman?"
"Hastanede baş ucumdayken eğer uyanırsam şiir okuyup şarkılar söyleyecektin bana. Kaç aydır uyanığım yani."
"Duymuş muydun?"
Başını salladı.
"Yemekten sonra bakarız o zaman."
"Kanma Kibarcık buna. Sen şarkı türküyle oyalanırken helvayı götürecek. Yolunu yapıyor."
"Sus be! Ne alakası var? Ayrıca mutfakta çoktan ilk çatalı attı."
"Çok küçük bir parçaydı."
"Bir dilimini yedi."
"Tamam! Afiyet olsun. Yemeğinizi yiyin. Helvayı da yersiniz. Yetmezse yine yaparım."
Yaren Aslı'ya döndü.
"Kızmaz demiştim."
"Zaten kızsın istemedim."
Fırat bu saçma sapan tuhaf muhabbetin içinde sadece sevdiği kızı izleyip duyuyordu. O güzel elleriyle yaptığı yemekler ağzında eriyip tadı damağında kalırken sevdiği kızın tadını da duymak istiyor, sesinden şarkı dinlemeyi dört gözle bekliyordu.
*********
Hazan o akşam şarkı söylemedi. Midesi bulanıyordu. Salonda ellerinde helva tabaklarıyla otururken Kemal Sunal'ın "Gülen Adam" filmini izliyorlardı. Hazan ve Fırat koltuğun L kısmında yarı oturur yarı uzanır bir haldelerdi. Hazan'ın başı sevdiği adamın göğsünde, yırtmacından açıkta kalan bacağı bacaklarının arasındaydı. Fırat'ın bir kolu beline sarılıyken etrafı aydınlatan tek ışık televizyondan yayılıyordu. Yaren ve Aslı ise diğer uçtaydı. İkinci helva tabaklarını yiyorlardı. Fırat tatlı sevmediği için ara ara Hazan'ın kendi tabağından ağzına uzattığı helvayı yiyip çayını içiyordu.
Kemal Sunal ahşaptan yaptığı tekerlekli evi otobanın ortasında eşiyle birlikte çekerken Aslı, "ev çok güzel," dedi.
"Gerçekte olsaydı çoktan aracın biri kıçına girmişti."
"Kadın hamile," dedi Hazan. "O koca evi çekmesi doğru değil. Onu izlerken ben çocuğu düşüreceğim şimdi."
"Şşş!"
Fırat'ın uyarıcı sesiyle gözlerine baktı. Kızmıştı.
"Lafın gelişi," dedi.
Alnını öpüp daha sıkı sarıldı. Karnını okşamayı sürdürdü. Hazan helvadan bir kaşık alıp ona uzattı. Fırat ağzına alıp yerken yanında duran tepsideki ıhlamuru Hazan'ın dudaklarına dayadı. Bir yudum içip helvasını yedi. Televizyona dönerken kocasına sokuldu. Bacağını bacağına sürttüğünde dizi sevdiği adamın penisine değmişti. Geri çekebilirdi, ama yapmadı. Fırat'ın göğüslerini ve bacaklarını izleyip filmle ilgilenmediğinin farkındaydı. Kasılıp yutkunuşuyla gülümsedi.
Filmin sonunda Kemal Sunal'ın bebeği doğmuştu. Film boyunca her şeye gülen adam bebeği doğunca ağladı.
"Onu dünyaya getirmeye hakkımız yoktu."
"Neden ağlıyor? Hep böyle ağlayacak mı?"
"Nereye?"
"Çocuğumun ağlamadan büyüyebileceği bir yere."
"Öyle bir yer var mı?"
"Elbet bir gün bulurum."
Son replikler Aslı ve Hazan'ın gözlerini doldurmuştu. Yaren umursamamış, Fırat ise nasıl bir baba olacağının, bunu becerip beceremeyeceğinin mukayesesini döndürmüştü kafasında. Babası gibi olmaktan, tek bir an bile çocuğuna babasının ona davrandığı gibi davranmaktan korkuyordu. Hazan'dan yana hiçbir şüphesi yoktu, kuşkusuz ki o çok güzel bir anne olacaktı. Fakat Fırat daha Hazan'a bile iyi bir koca olup olmadığından emin değildi.
"Neyse, biz kalkalım artık."
Yaren ve Aslı ayaklandılar. Hazan yanaklarını silip, "biraz daha kalsaydınız," dedi. "Bu gece burada kalın."
Fırat hoşnutsuz gözlerle karısına bakarken Aslı, "yarın sabah iş var, başka zaman," dedi.
Hazan yerinden kalkıp onları uğurladı. Salona geçip tabakları ve bardakları toplamaya başladığında Fırat kalçalarını izlerken yerinden kalktı. Arkasında durup, "bırak yavrum, ben yaparım," dedi.
Tabaklarla birlikte doğrulup, "çekil, ben hallederim," dediğinde kalçasında hissettiği ellerle duraksadı. Yanağının içini ısırıp, "Fırat," dedi, durmasını istiyordu.
Ellerini beline kaydırıp sarıldı. Boynunu öpüp, "karım," dedi, dağınık sesiyle.
"Yapma."
"Neyi?" derken ellerinden biri elbisesinin içine girip memesini avcuna aldı.
"Bu-bunu. "
Burnunu saçlarının arasında gezdirirken, "yapamıyorum," dedi. "Dayanamıyorum sana. Çok güzelsin lan. Doyamıyorum."
"Ta-tamam. Şuraları toplayayım sonra..."
Sustu. Sonra ne yapabileceğini bilmiyordu. Fırat yine aletini ağzına almasını isterse yapıp yapamayacağından emin değildi.
"Ne sonra?"
Gözlerin kapattı. Ne istediğini anlıyordu. Sabah ondan tiksinip tiksinmediğini sorduğunda kendini kötü hissetmişti. Sevdiği adamı üzmek istemiyordu. Zaten vakitsizce hamile kalarak kocasına en büyük kötülüğü yapmıştı.
"Sen...ne istersen onu yaparız?" dedi.
Göğüs ucuyla oynarken diğer elini bacak arasına sokup kadınlığını avcuna aldı. Kulak memesini emip, "bunu ağzımda istiyorum," dedi.
"Mmmh...tamam."
Çekilip elindeki tabakları aldı.
"Geç odaya."
Başını sallayıp üst kata çıktı. Banyoda dişlerini fırçalayıp odaya girdiğinde Fırat da gelmişti. Aralarındaki mesafeyi kapatıp belini kavradı. Dudaklarına yapışıp sevdiği kızın elleri yüzünü bulurken elbisesinin fermuarını aşağı indirdi. Omuzlarından çektiğinde Hazan elbisenin üstünden düşmesine izin vermişti. Külotu da kalçalarından sıyrıldığında kolları kocasının boynuna dolandı. Yatağa çıktılar. Fırat üzerine uzanıp dudaklarını ayırmadan ellerini vücudunda gezdirdi. Yüzünün her bir zerresini yalayıp emerek öpücükleriyle ıslattı. Memesinin ucunu ağzına aldı. Hafifçe ısırdığında Hazan, "ah!" diyerek sesli bir şekilde inledi.
Acısını almak ister gibi üfleyip öptü.
"Çok güzel," dedi. "Memelerin çok güzel."
İkisini birden avuçlarına aldı. Okşayıp dururken yüzünü boynuna bıraktı.
"Sen bunlarla bizim bebeğimizi mi emzireceksin? Hı?"
Saçlarını öpüp sırtını sıvazlarken, "seni...emziriyorum, bebeğimi de emziririm," dedi, utanarak.
Çene kemiğinde dudaklarını gezdirdi.
"En çok hangimizi seveceksin?"
"O nasıl soru Fırat? İkinizi de severim."
"Ama ben, beni daha çok sev istiyorum."
"Bebeğimizi mi kıskanacaksın yani?"
"Hayır, seni kıskanıyorum."
Ciddi olup olmadığını anlayamadı. Sesi gayet ciddi ve duygu yüklüydü. Omzuyla boynu arasındaki çukuru öptü. Ensesindeki zincirde parmaklarını gezdirdi.
"Sen bebeğimizi sevecek misin peki?"
Dudaklarını emip gözlerine baktı. Saçlarını severken, "severim," dedi. "Ama her zaman en çok seni seveceğim."
"Bebeğimizi sevsen de ben kıskanmam ki."
"Hı?"
"Hı hı."
Yatağa uzanıp Hazan'ı üstüne aldı.
"Soy beni," dedi.
Karnında otururken elleri tişörtünü buldu. Yukarıya doğru sıyırıp eğilerek kaslarını öpüp üzerlerinde dilini gezdirdi. Bağrında ellerini dolaştırıp tişörtü biraz daha yukarıya itti. Fırat başını ve kollarını kaldırıp çıkarmasına yardım ettiğinde Hazan yukarıya kalkan kollarıyla şişen pazılarını, güçlü ve kalın boynunu izlerken tişörtü bir kenara koydu. Alnını öpüp dudaklarıyla yüzünü sevdi. Sevdiği adam dokunup müdahale etmeden onu seyrediyordu. Aşağıya doğru kaydı. Kemerini açıp fermuarını indirdi. Fırat kasılırken pantolonunu aşağı çekti. Boxserını da sıyırıp ortaya çıkan erekte olmuş penisiyle yutkundu. Hâlâ ona bakmaya ve görüntüsüne alışamamıştı, ama onun için ıslanıyor, içinde hissetmek için karşı konulamaz bir istek duyuyordu.
Fırat doğrulup karısını yukarıya alarak karnına oturttu. Tek kolunu beline sarıp, "aferin sana," derken pantolonunu ve boxserını tamamen çıkarıp attı. Gözünün kenarına dudaklarını bastırıp, "alacak mısın ağzına?" dedi. Sesi bunun için deli olduğunu ele veriyordu.
"A-alayım mı?"
Dudaklarını kokladı.
"Zorlamam," dedi. "İstemiyorsan yapma."
Emin olmamasına rağmen, "i-istiyorum," dedi. Sevdiği adamın kara gözlerinde yanıp sönen kıvılcımları görmüştü. Biraz vakit kazanmak istedi. "Ama önce sen bana yap."
Gıdısını ısırırken güldü.
"Napayım yavrum?"
"Şey işte."
"Ne işte?"
"Fıraaaat!"
"Şşş, tamam."
Yatağa uzandı. Çenesini emip, "dön," dedi.
"Ne?"
"Aşağı dön yavrum."
"Nasıl?"
"Amcığın ağzıma gelecek şekilde aşağı dön."
Yutkundu. Kalbi çok hızlı atarken, "a-ama," dedi, fakat devamını getiremedi.
"Bebeğim dön hadi."
Hazan tedirgin bir halde üzerinden kalktı. Ters bir şekilde üstüne tekrar çıktı. Fırat kalçalarını avuçlayıp severken, "gel," dedi. Hazan ellerini destek almak için karnına koyup yavaş yavaş geri gitti. Gözleri dolmuştu.
"Biraz daha gel," dediğinde sıcak nefesi kalçalarına ve kadınlığına vuruyordu. Fırat'ın başı bacaklarının arasındaydı. Ayaklarını öptüğünü hissetti.
"Az kaldı karım, biraz daha gel."
Hazan penisiyle burun buruna gelirken azıcık daha geriledi. Fırat'ın dudakları kalçalarında dolanırken, "ta-tamam mı?" dedi.
"Of lan! Kurban olurum sana. Tamam, bırak şimdi kendini."
Yavaşça kadınlığını yüzüne bıraktı. Sevdiği adam vajinasının aralanan dudaklarının arasında dilini gezdirdiğinde çığlık attı.
"Şşş. Sırılsıklam olmuşsun yine."
Zevk suyuyla birlikte akıntı da geliyordu. Fırat bunun bilincindeydi zaten. Yalayıp emerek kana kana içerken Hazan'dan iğrenmek bir yana dursun hamile oluşu, ondan hamile kalışı, kokusu onu daha da karısına karşı aç hâle getiriyordu. Bir yandan kalçalarını ve bacaklarını okşarken, "uzan," dedi. "Sıkma kendini."
"Ah..aaaah...mmmmhhh."
İnleyip titreyerek bacaklarını ileriye uzatıp memeleri göbeğine yapışırken kocasının üstüne yattı. Fırat'ın zevk dolu, kendinden geçmiş iniltilerini dinledi. Gözleri penisindeyken karnındaki ellerini kasıklarına indirdi. Tereddüt ediyordu ama yapması gerekiyordu. Fırat zorlamıyordu ama ağzına almasını istediği için bu pozisyonu istemişti. Böylece ikisi de birbirlerini rahatlatabilecekti.
Buz kesen elleriyle organını avuçlarının arasına aldı. Bir yandan kocasının ona yaptıklarının zevkini çıkarmaya çalışıp iniltilerini bastırmaya çabalarken bu büyük, oldukça kalın, yumuşak ve tuhaf bir şekle sahip olan iyice kızarıp şişen şeye daha fazla bakmak istemeyip gözlerini yumdu. Düne nazaran daha cesur bir şekilde ağzına aldı. Okşayıp yukarı aşağı çekip bırakırken sevdiği adamın iniltileri kadınlığının dudaklarında boğuldu.
"Lan! Ah..."
Kadınlığını daha bir hırs ve iştahla diliyle talan ederek akıntının tek bir damlasını dahi bırakmadan içmeye başlamıştı. Elleri kalçalarını sıkıp yoğuruyordu. Parmaklarının izleri tenine çıkmıştı. Dakikalarca birbirlerini emip, okşayıp yaladılar. Sesleri duvarlarda yankılandı. Hazan çoktan boşalmıştı, ama Fırat bırakmıyordu. Tekrar tekrar ıslanmasına neden olup defalarca kez ağzına boşalmasını sağladı. Hazan ise kasılıp dursa da bir türlü boşalmayan kocasının aletiyle dakikalarca uğraştı. Nihayet boşlamak üzere geldiğinde Fırat, "çekil yavrum," dedi, sıktığı dişleriyle.
Çekilmedi. Penisi hâlâ ağzındayken başını olumsuzca salladı.
"Gülüm...çekil."
Olumsuz mırıltılar çıkardı. Fırat daha fazla dayanamayıp patladığında nefesini tutup menisini beklemeden yuttu.
"Sikeyim...ah sikeyim böyle işi. Of.."
Bir süre ağzındaki tada alışmaya çalışıp boşalmış olduğu halde yeniden sertleşen organını bırakmadan öylece durdu.
"Yavrum, kokusuna öldüğüm...çıkar bebeğim, tutma ağzında."
Sessiz kalıp dudaklarını yavaşça çekti. Sevdiği adam kasılıp dururken doğrulup karnına oturdu. Fırat beline sarılıp yataktan kalktı. Sırtını göğsüne yaslayıp çekmeceden peçete çıkardı. Ensesini öpüp peceteyi ağzına tuttu. "Tükür yavrum," dedi. Hazan hâlâ gözlerini açmamıştı.
"Karım uğraştırma, hadi."
Bir kez daha yutkunup kirpiklerini araladı.
"Yu-yuttum," dedi.
Peceteyi yavaşça aşağı indirip kolunu beline sardı. Yüzünü saçlarına gömüp yüzündeki belli belirsiz gülüşle gözlerini kapattı. Yüreği Hazan'a cayır cayır yanarken, "ölürüm lan sana," dedi. Kendine çevirip göğsüne yatırdı. Saçlarını ve yanağını sevdi. Bir müddet sessizce durdular. Fırat sevdiği kızın göğsünde duran elini alıp avcunu öpüp koklayıp parmaklarını emdi. Boynuna bırakıp sessizliğinden rahatsız olurken, "iyi misin?" diye sordu. "Su getireyim mi sana?"
"İstemiyorum, iyiyim."
"Ağrın sızın var mı?"
"Yok."
"Tamam. Duşa sokayım mı seni?"
Dudaklarını boynuna bastırdı. Teninin neden olduğunu bilmediği ıslaklığı tuhaf gelirken, "biraz daha böyle kalalım," dedi.
Fırat o an aralarının hâlâ iyi olduğunu anladı. Karınına dikkat ederek daha sıkı sarıp sarmaladı.
"Kalırız," dedi.
"Fırat."
"Canım."
"Boynun neden ıslak?"
Güldü. Bir eli bacaklarının arasına girip akıntısı devam eden kadınlığını avucuna aldı.
"Neden acaba?" dedi.
Hazan bunu düşünemediği için kendine kızıp utançla alt dudağını dişledi.
"Ö-özür dilerim. Ç-çok akıntım var."
"Saçmalama. Akıntına kurban olurum senin."
"Hiç mi rahatsız olmuyorsun?"
"Neyden?"
"Islaklığımdan. İlk birlikte olduğumuzda da hiç garipsememiştin."
Kadınlığını daha sahiplenici bir şekilde kavrayıp akıntısını avcunda hissetmekten akıl sır erdiremediği bir haz alırken burnuyla dudağının arasını öptü.
"Ammmhhh...ıh."
"Nasıl tatlı bir tadı var biliyor musun?" dedi, sesi bunu söylerken bile kendinden geçmiş gibiydi. "Hele kokusu...of. Kafayı yediriyor. Tenin gibi kokuyor, cennet gibi."
Utanıp yüzünü boynuna bastırırken, "abartma," dedi.
"Az bile söylüyorum. Ölüyorum kızım sana."
"Fıraaat."
Beline sarılı eliyle göbeğini okşarken, "ne?" dedi, dudakları kulağının üstündeydi."Hamile karım benim, ne?"
Boynuna sarılıp gözlerini kapatarak sessiz kaldı. Fırat'la bir ömür bu evde güzel bir yuvaları olması için dua ederek uyumaya çalıştı.
**********
Ertesi gün Fırat kahvaltıyı hazırlayıp Hazan'ı uyandırarak erkenden askeriyeye gitti. Hazan kahvaltıdan sonra Silopi İlçe Nüfus Müdürlüğüne giderek yeni kimlik kartı için başvuruda bulundu. Soy adının Korkmaz oluşuna hâlâ alışamamıştı. Kimlik eline ulaştığında artık tamamen Fırat'ın resmi nikahlı karısı olduğuna ikna olacaktı. Aracını Silopi adliyesinin önünde durdurdu. İnip nöbetçi kulübesinden çıkan Enver beye selam verip binaya girdi. İkinci kattaki yazı işleri bürosunda elindeki geçici kimlik kartı belgesiyle birlikte evlilik sebebiyle soyadı dilekçesi verdi. Adı sisteme "Cumhuriyet savcısı Hazan Hilal Korkmaz" olarak geçtiğinde kalbi kıpır kıpırdı.
Şırnak Adli Yargı Komisyonuna gidecek olan HYSY dilekçesini de yazıp binadan ayrıdı. Caddenin karşısındaki marketten su ve tuzlu çubuk kraker alıp araca döndüğünde telefonu çalıyordu. Fırat'ın adını görünce tutacaktaki telefonu açtı. Şişenin kapağını çevirirken sevdiği adamın, "neredesin sen?" diyen sert sesini duydu. Kimlik başvurusu için evden çıkacağını söylememişti.
"Adliyenin önündeyim."
"Yani evde değilsin?"
Suyu yarısına kadar içip, "oh," dedi. "Evet, değilim. Kimlik başvurusu için nüfus müdürlüğüne gittim."
"Benim niye haberim yok?! Sağdan soldan öğreniyorum!"
"Ya kızmasana. Basit bir işlemdi. Yaptım, bitti. İyiyim Fırat'ım. Eve dönüyorum şimdi."
Bıkkınca soludu.
"Görüntülü arayacağım, aç," dedi.
"Tamam kocam, ara."
Bir an duraksayıp telefonu kapattı. Hazan motoru çalıştırıp yola koyuldu. Bugün de hava çok sıcaktı. Dikkatlice, bol paça pantolonuyla aynı renk olan, belinde biten kısa açık mavi ceketini çıkardı. Beyaz, ince askılı üstüyle kalıp camı hafifçe açtı. Fırat onu böyle görünce kızacaktı ama sıcaktan patlamak üzereydi. Aslında dayanabilirdi, hamile olmasaydı tabii.
Çalan telefonu açtı. Fırat'ı lojmandaki yatağın üzerinde askeri üniformasıyla otururken görünce gülümsedi. Alnına dökülen siyah asi tutamlar, çatık kaşları, kömür karası gözleri, hokka burnu, şarap kırmızı etli dudakları, sert ve ürkütücü yüz hatlarıyla vücudundaki kan akışı hızlanırken kalbinin ritimlerine yetişemedi.
"Yola bak, yola," diyen kocasıyla araba sürdüğünü hatırlayıp telaşla önüne döndü. Arkasından ilerlediği araçla aralarındaki hatrı sayılır mesafe rahat bir nefes almasını sağladı. Yüzüne dökülen, düzleştirdiği gür saçlarını geriye itti.
"Kemerini tak."
Telefona dönmeden dediğini yapıp kemeri çekti. El yordamıyla yuvasını bulup taktı.
"Ne bu üstünün hali?"
"Çok sıcak."
"Böyle mi dolaştın bu saate kadar?" diye sorarken bunu yapmadığını biliyordu. Önceleri yapabilirdi belki ama şimdi öyle bir hâle gelmişti ki tenini Fırat dışında kimse görsün istemiyordu. Ve Fırat sevdiği kızın ona olan bağlılığının farkındaydı. Sözünden çıkmayacağından, yanında olsun olmasın, emindi. Hâlâ dik başlı ve inatçıydı ama eskiye nazaran daha kontrol edilebilirdi. Güneşin vurduğu beyaz tenine, boynuna çarpan lotus çiçekli küpelerine, güzel yüzüne, renk renk açan gözlerine, direksiyonu tutan incecik kollarına tutulurken sorusunun cevabını bekliyordu.
"Hayır, tabii ki. Üstümde ceketim vardı. Az önce çıkardım. Çok sıcak, normalde dayanırım ama hamileyim."
"Tamam, demedik bir şey. Niye bana söylemedin kimlik işini bugün halledeceğini? Yanında olurdum, birlikte giderdik. Niye kafana göre iş yapıyorsun?"
Işıklarda durdu. Telefona dönüp, "aklıma sabah kahvaltı yaparken geldi," dedi.
"Bu bana söylememen için bir mazeret değil."
"Mazeret olsun diye söylemedim ki. Bilerek aramadım."
Dilinin ucunu ısırdı. Kızacağı şeyleri yapıp yapıp bir de böyle arkasında durmasına tilt oluyordu.
"Niye?"
Trafik lambasına kısa bir bakış atıp sarıya döndüğünü görünce biraz ileri gidip, "çünkü kendim halledebilirim," dedi.
"Hamilesin."
"Evet, öyleyim, ama yine de hem kendimi hem de bebeğimi koruyabilirim."
Arkadan art arda gelen korna sesiyle dikiz aynasına baktı. Işık henüz yeşile dönerken önündeki araç yeni yeni kımıldıyordu. Yavaş yavaş tekerlekleri çevirirken arkadaki aracın ısrarlı korna çalışlarıyla gerilip sinirlendi. Tampon tampona üstüne geliyordu. Camı indirip başını dışarıya uzattı.
"Ne?!" dedi camdan kolunu çıkarıp ona ilerle anlamında hareket yapan herife.
"Nereye gideyim?! Üstüne mi çıkayım arabanın?!"
"Yav yürü! Canımı sıkma benim bacım!"
"O mesafeyi koru! Sen benim canımı sıkma!"
"Hazan!"
"Git işine yav! Hadi!"
"Hazan bana bak! Bulaşma kimseye! Oraya gelene kadar kafayı yerim bak, delirtme beni!"
Odanın içinde ayağa kalkmıştı. Sol gözü karısına sesini yükselten herifden dolayı duyduğu öfkeyle seğirirken vücudu gerginlikten taş kesilmişti.
Hazan Fırat'ı duymazdan gelip, "gitmiyorum, napacaksın?!" dedi.
"Çatık ya! İlerle bacım, ilerle! Seni mi bekleyeceğiz?!"
"Mesafeyi aç, ilerleyeyim! Uzaklaş arabamdan! O elini içeri al!"
"La havle!"
Aracı tamamen durdurdu. Öndeki arabalar gitmişti. Arkalarında trafik oluşurken geri adım atma taraftarı değildi.
"Hazan! Söz dinle! Bak, hamilesin! Duyuyor musun beni?!"
"Geri çekil!"
"Ulan kadın olmayacaktın var ya..."
"Ne yapardın kadın olmasaydım?! Ne?!"
"Tövbe estağfurullah!"
Arkadaki araçlar korna çalarken adam arkaya bakıp, "tamam," dedi. "İlerle, koruyacağım mesafeyi!"
"Söz mü?!"
"Söz bacım, söz! Ekmek musaf çarpsın! İnşaata yetişeceğim, hadi!"
"Peki," diyerek içeri girdi. Motoru çalıştırıp yola devam etti. Fırat rahat bir nefes alırken yatağa bıraktı kendini. Hazan ceketinin cebinden astım spreyini alıp ağzına sıktı. Camı yukarıya kaldırıp arkasında belirli bir mesafede ilerleyen mavi Tofaş'a baktı. Spreyi yan koltuğa atıp Fırat'ın sessizliğiyle gerildi. Saniyeler geçti.
Ve Fırat nihayet, "böyle mi koruyacaksın kendini?" dedi. "Napıyorsun?"
Diliyle, fuşya rengi mat bir ruj sürdüğü dudaklarını nemlendirdi. Şerit değiştirip, "az kalsın arabama sürtecekti, ne yapsaydım?" dedi.
"Basıp gidecektin! Ne demek ne yapsaydım?! Niye kavgaya tutuşuyorsun elin herifiyle?! Ya bir şey yapsaydı sana?!"
Yutkundu. Direksiyonu sıkıp yanağının içini ısırdı. Gözleri yine dolmaya meyletmişti.
"Ö-özür..."
"Sus! Tek kelime daha etmiyorsun, eve gidene kadar çıtın çıkmayacak! Telefonu da kapatmayacaksın!"
"Tamam," dedi, içine kaçan sesiyle.
Yaklaşık yirmi dakika sonra evin önüne gelmişti. Torpido gözünün üstünden bahçe kapısının kumandasını aldı. Ucunda pembe bir lotus çiçeği olan kolyesi göğüs çatalının üzerinde sallanırken sevdiği adam gözlerini kırpmadan onu izliyordu. Açılan kapıyla aracı bahçeye sokup park etti. El frenini çekip ceketini ve sapı zincirli beyaz çantasını aldı. Anahtarı ve telefonu da yerlerinden çıkarıp indi. Arabayı kilitleyip yanına koşan Fındık'ın başını okşadı.
"Elleme şu hayvanı!"
Sessiz kaldı. Çıtın çıkmayacak demişti. Çantasından anahtarı alıp ayakkabılarını çıkararak eve girdi. Eşyalarını konsolun üzerine bırakıp lavaboda ellerini yıkadı. Konsolun üstündekileri alıp üst kata çıktı. Fırat'ı makyaj masasının aynasına dayayıp pufa oturdu. Küpelerini ve kolyesini çıkardı. Makyaj temizleme pedine miseller su döküp kirpiklerindeki rimeli sildi. Pedin diğer tarafıyla da dudaklarındaki ruju temizleyip masanın altındaki çöpe attı. Çıkardığı takıları kutusuna yerleştirip çekmeceye koydu. Duşa girecekti. Ardından da cilt bakımı yapmayı planlıyordu. Hamile olmasa üstündeki kırgınlıkla her şeyden vazgeçip yatar uyurdu, ama şimdi bebeği için ruhuna iyi gelecek şeyler yapmak istiyordu. Ellerini bacaklarının arasına sokup başını önüne eğdi. Fırat, sus, demişti. O konuşana kadar tek kelime etmeyecekti.
Sıkıntılı bir nefesi alıp verdi. Asık suratı, durgun ve sessiz halleri dünyayı başına yıkıyordu. Çok korkmuş, korkunca sinirlenmiş, sinirlenince de verdiği tepkiyi kontrol edememişti. Haklıydı, ama yine de hamile karısına bağırmamalıydı. Hamile olmasa bile Hazan'ı bu kadar kırıp dökmemeliydi.
"Konuş artık, tamam," dedi.
Omzunu aşağı yukarı hareket ettirip sessizliğini sürdürdü.
"Özür dilerim. Bağırmamalıydım sana o kadar."
Yine bir cevap alamadı. Öğle arası bitmek üzereydi. Yemeğe gitmek yerine bir tanıdığın arayıp, yengeyi bugün nüfus müdürlüğünde gördüm, aklıma geldi, nikahın hayırlı olsun, deyişiyle lojmana gelip hemen Hazan'ı aramıştı. Artık işinin başına dönmesi gerekiyordu, ama sevdiği kız ona böyle küskünken aklının onda kalıp hiçbir şeyi doğru düzgün yapmasına izin vermeyeceğini biliyordu. Keşke şimdi Hazan'a dokunup öpebilseydi, her şey daha kolay olurdu.
"Yavrum yapma. Yüzüme bak, üzme beni, hadi."
Sesindeki pişman ve yalvaran tını içine dokunsa da oturduğu yerden ayağa kalktı. Balkon kapısını açıp içeriye giren havayla duştan çıkınca giyeceği kıyafetleri ayarladı. Geri gelip telefonu eline aldı.
"Hazan..." derken aramayı sonlandırıp telefonu sessize alarak şarja taktı. Abarttığını biliyordu. Fırat'ın kendince haklı olduğunu da. Ama onu küçük çocuk gibi azarlamasından hoşlanmıyordu. Koca kadındı, hamileydi, anne oluyordu, nerede nasıl davranıp, ne tepki vereceğini bilebilir, kendisi karar verebilirdi. Çıtın çıkmayacak, ne demekti? Artık nerede konuşup susacağını da mı ona soracaktı? Fırat'ı çok seviyordu, bu sevgi ona her şeyi yaptırabilirdi, atacağı her adımı kocasına sorar ve bundan gocunmazdı, ama bu yaptığı çocuk terbiye etmekten öte değildi. Zaten başına bir iş geleceğini bilse, adam trafik magandası izlenimi verse ne kendini ne de bebeğini tehlikeye atmazdı, o kadar aklı vardı. Neden öyle davrandığını açıklayamazdı, o an sinirlenmiş ve içinden nasıl geliyorsa öyle davranmıştı. Yine de hamile olduğu aklının hep bir köşesindeydi, Fırat'ın bağıra çağıra söylemesine lüzum yoktu.
Ekrana Fırat'ın adı ikinci kez düşerken banyoya girdi. Konuşmak istemiyordu.
💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 222.88k Okunma |
12.34k Oy |
0 Takip |
114 Bölümlü Kitap |