109. Bölüm
Binnur Tombaş / Vatanaşk (Askerî Kurgu) / 107. Bölüm

107. Bölüm

Binnur Tombaş
yikim2024

**********

"Yavrum uyu artık."

"Ama uykum yok."

Yatakta dönüp duran karısını belinden yakalayıp göğsüne hapsetti. Birbirlerini rahatlattıktan sonra aldıkları duşun ardından yatağa girmişlerdi ve Hazan bir türlü uyuyamıyordu. Buna, biraz gündüz uyuması biraz da Fatma hanımın gelecek oluşunun içine yaydığı heyecan sebep oluyordu. Yaptığı bir resmî annesine gösterecek olmanın hevesini yaşayan bir çocuk gibiydi. Fırat'ı, evini, bu şehri annesi yerine koyduğu Fatma hanıma göstermek için içi içine sığmıyordu. Her şeyi bırakıp yanına temelli yerleşmeye karar verişi gözlerini doldursa da direniyor, sürekli gülümsemekten kendini alamıyordu.

Fatma hanımın İstanbul'da kimi kimsesi yoktu. Üç sokak ötesinde oturan evli bir oğlu vardı. O da bayramdan bayrama, karısıyla annesi pek anlaşamıyor diye ya gelir ya gelmezdi. Şehit olan oğlu Salih'ten sonra Trabzon'daki akrabaları ve Hazan'dan başka kapısını açan olmamıştı. Hastalandığında, ayağını kırdığında, kendine bir yoldaş aradığında yanına ilk koşan hep Hazan'dı. Öz kızından öte bir parçası olarak gördüğü kızı yalnız bırakmak istemediği gibi; onu, neredeyse koca bir ömrü geçirip aşık olduğu adamla evlenip çocuk doğurduğu çeyrek asırlık evinden ayıran meselenin muhtevası başkaydı. Birkaç gün önce Trabzon'a gelmişti. Temelli yerleşmeyi düşünürken Hazan gönlüne daha ağır bastı.

Saçlarını severken, "sabit dursan uyuyacaksın aslında," dedi. "Tepinip durma."

"Heyecanlıyım, ne yapayım?"

"Ne heyecanı?"

"Fatma teyze gelecek ya, o yüzden."

Alnını öptü.

"Uyursan vakit daha çabuk geçer."

"Of! Biliyorum, ama olmuyor."

"Şşş, kapat gözlerini, kımıldama."

Dudaklarını büzdü. Fırat'ı rahatsız ettiğinin farkındaydı. Sabahtan işe gidecekti ve uyuması gerekiyordu. Gözlerini kapatıp, "tamam," dedi.

Sırtını onu rahatlatmak istercesine daireler çizerek sıvazlarken, "aferin sana," diyerek boynuna gömüldü. Kokusunu ciğerlerine doldurup öptü.


Fırat kahvaltıdan sonra işe gitmişti. Hazan elinden geldiğince kendini yormadan etrafı topladı. Misafir odasını ayarlayıp televizyonun karışısına oturdu. Yemek yapmayı düşündü ancak iki saate burada olacaktı. Siyah üstüne sütlü kahverengi çiçekleri olan fırfırlı mini eteğiyle aynı kumaştan yapılma ince askılı büstiyerinin, göbeğinin üstüne sarkan bağcıklarını sıktı. İnci kolyesini düzeltip kolyesiyle takım olan küpelerini kontrol ettikten sonra düzleştirdiği saçlarını omuzlarından geriye attı. Kıyafeti fazlasıyla açıktı ama bugün ustalar gelmeyecek, işe yarın devam edeceklerdi.

Yeşil kapaklı kitabını sehpanın üstünden alarak koltuğa uzandı. Pencereden vuran güneş çıplak bacaklarında oynaşıyor, sıcak dokunuşları Hazan'a huzur veriyordu. Sayfada gözlerini gezdirirken Rebecca adında bir kadının toprak ve sıva yediğinden, inanılmaz bir sezgi gücü olan Ûrsula adında bir babaanneden bahseden pasajları okudu. Büyülü gerçekçilik akımının en sağlam yapıtlarından olan kitabın içinde kaybolurken aklına hiç alakasız bir şey geldi. Bazı kadınların aşerme dönemlerinde balkon demiri yalayıp toprak yediğini duymuştu. Acaba ben de öyle şeylere aşerir miyim diye düşünürken midesi bulandı. Belindeki ağrıyla koltukta yan dönüp ayağa kalktı. Mutfağa gidip sevdiği adamın yaptığı limonatadan bir bardak doldurup içine pipet koyarak bahçeye çıktı. Temiz havayı içine çekip yaprakları dökülmeye yüz tutmuş, akasya ve erguvan ağaçlarının arasındaki yuvarlak çiçekli salıncağa oturdu. Fındık bağlı olduğu yerden yanına kadar uzanan zinciriyle gelip ayaklarının dibine yattı. Gülümseyip limonatadan bir yudum alarak kitabını okumaya kaldığı yerden devam etti.

Kaç dakikadır kitap okuduğunu bilmiyordu. Son sayfalara yaklaşmıştı. Telefonuna baktı. Saat on bire geliyordu. Fatma hanıma havaalanına ineceği saati mesaj atmasını söylemişti ama ne mesaj ne de bir arama vardı. Kulağına dolan motor sesiyle yayıldığı salıncakta toparlandı. Çalınan kornayla irkilirken ayaklanıp çatılan kaşlarıyla eve girdi. Görüntülü diyafondan bahçe kapısının dışına baktı. Siyah bir minibüsten inen Fatma hanımı ve bavulları indiren adını bilmediği fakat tanıdık olan bir adamı gördü. Kırmızı tuşa basıp bahçe kapısını açtı. Adamın onu böyle, bu kıyafetlerle görmesini istemiyordu ama evin kapısını açmak için adamın gitmesini beklemek saçma olurdu.

Gözü portmantodaki uzun kabanını buldu. Alıp hızla üzerine geçirerek düğmelerini ilikledi. Kolu indirip kapıyı açtı. Fatma hanım bavullarını taşıyan adamla birlikte bahçeye girip göz göze geldikleri an, "oy pamuğum," diyerek koşar adım yanına vardı. Sıkıca sarıldılar.

"Hoş geldin Fatma teyze."

Sırtını sıvazlayıp yüzünü, gözünü, yanaklarını, saçlarını öperken, "hoş buldum Hazan'ım, hoş buldum," dedi.

Hazan masmavi gözlerine, tepesinde düğüm ettiği yeşil cemberine, omuzlarına attığı keşanına bakıp gülümsedi. Elini öpüp, "gel," dedi, kocaman gülümsemesiyle. "İçeriye gir."

Başını sallayıp ayakkabılarını çıkardı. Eve, bismillah, diyip sağ ayağıyla girdi. Salona doğru ilerledi.

"Hanım ağam bunları nereye koyayım?

Vakitsiz gelen soruyla kapıda bekleyen adama döndü.

"Kim?" dedi, anlamsız bakışlarıyla.

"Hanım ağam."

"Ben mi?" derken güldü. "Şöyle bırak, teşekkür ederim."

Bavulları konsolun önüne koyup başıyla selam verdikten sonra arkasını dönüp gitti. Kapıyı kapattı. Camın önündeki sarı perjere oturmuş olan Fatma hanımın yanına gitti. Köşe koltuğa çöküp, "hoş geldin tekrar," dedi. Gözlerinin içi parlıyordu.

Fatma hanım Hazan'ı baştan aşağı süzüp, "hoş buldum kızım, hoş buldum da ne bu üstünün hali? Bir yere mi gidiyordun?" diye sordu.

Üstüne baktı. Heyecandan kabanı unutmuştu. Çıkarıp yerine asmak için doğruldu.

"Hayır," dedi. "Giydim işte öylesine."

"Öylesine? He mi?"

Portmantoya asıp mutfağın önünde durdu.

"Bir şey ister misin? Sofra kurayım mı sana?"

"Yok, anam yok. Soğuk bir şey varsa getir içeyim, yüreğim yandı vallaha."

"Limonata içer misin? Kocam yaptı."

"Ayh zilliye bak. Kocanı yesinler senin. Git getir bakayım."

Kıkırdayıp mutfağa girdi. İki bardak limonata doldurup birini Fatma hanıma verip diğerini kendine alarak koltuğa yerleşti. Limonatayı içerken Fatma hanımı izledi.

"Güzel mi?"

"Güzel, güzel. İyi geldi vallaha. Trabzon'dan Ankara'ya oradan buraya aktarma yaptım. Direkt uçuş yokmuş. Laz damarım tutmayaydı, bizim Rüstem'e derdim, o getirirdi beni. Sabahtan beri patoza atılan fındık kapcuğundan hallice oldum. Ayh anam ayaklarım!"

"Gel, uzan böyle istersen. Ya da odana çıkartayım seni, ister misin?"

Bir ayağını altına alıp arkasına yaslanırken, "yok, iyi böyle," dedi. "Gel, hele bir yüzünü göreyim, daha yakından bakayım sana. Pek zayıflamışsın. Kocan iyi bakmıyor mu sana?"

Bardağı masaya bıraktı. Yanına gidip koltuğun kolçağına oturdu. Fatma hanım beline sarılıp üzerine çekti Hazan'ı. Göğsüne yatırdı.

"Bakıyor, çok seviyor beni."

Saçlarını sevip öperken, "belli belli," dedi. "Ovanın ortasına dikmiş evi ki kimseler görmesin seni. Bir an buraya doğru gelirken işkillendim. Dedim bu Kürt uşağı pek haz etmedi elem benden, araç gönderip dağa kaldıracak."

Kahkaha attı.

"Ya saçmalama Fatma teyze. Niye öyle bir şey yapsın ki?"

"Oy gülüşüne kurban, niye etmesin kız? Düğünü etmezse ben fındığımı heybeme koyup gitmez miyim?"

Buruş buruş olan yumuşacık yanağını öptü. Lavanta kokusu içini sararken, "düğün olacakmış," dedi.

"Hele? E o zaman bana niye olmayacak dedin?"

"Düşük riski ortadan kalkınca yapacakmışız. Tartışmıştık. Sinirle bana düğün olmayacak dedi. Dün akşam seninle konuştuktan sonra öğrendim ben de."

"Bak hele! Her zaman tepesi atınca üzer mi seni böyle?"

Altınların asılı olduğu kırmızı kurdelayla süslü boynuna sokulup, "üzmez," derken duraksadı. Alt dudağını ısırıp, "yani...çok sinirli biri ama çok seviyor beni. Üzse de günün sonunda gönlümü alıyor," dedi.

Bardağı yanındaki zigon sehpanın üstüne koydu. Hazan'a sıkıca sarılıp, "peh!" dedi. "Kırıp döktükten sonra ne anlamı var?"

"Ben de onu üzüyorum ama."

"Senin üzmenden ne olacak? El kadar kızsın. He mi de tatlı dillisin, güzelsin, hamaratsın, saygılı sevgilisin. Senin gibisi çamda kayısı."

Gülümsedi.

"O öyle olmuyor. Bazen haddimi aşıyorum."

"Kocanı korumak için kendine çamur atma. İsteme bile etmemiş sana. Kına yok, nişan yok, düğün yok. Bir yıl bile olmadı siz tanışalı. Hemen çocuğu koymuş karnına. Bu iş böyle olmaz."

Yüzü düştü.

"Çok şey yaşadık," dedi, hepsini anlatamayacağını biliyordu, bazı şeyler sır olup maziye gömülmeliydi. "Bazen nefes almaya bile vaktimiz olmadı. Hem...benim doğru düzgün bir ailem yok ki. Kimden isteyecekti beni?"

"Sus kız! Kırarım o güzel bacaklarını! Ben ne güne duruyorum burada? İsteme olacak, gel, desen gelmez miydim?"

"Gelirdin, ama..."

"Yok aması maması. Sahipsiz mi sanmış benim pamuğumu? Hele bir etmesin bu işleri Trabzon'dan emaneti getirtip ona nasıl kurşun horonu teptiriyorum görürsün."

"Fatma teyze..."

Bir elini büstiyerinden açıkta kalan karnına indirdi. Okşayıp, "bırak şimdi o işleri," dedi. "Torunum nasıl?"

Torunum deyişi tuhaf hissettirirken eli elinin üstünü bulduğunda "iyi," dedi.

"Nasıl hissediyorsun? Anne olmaya hazır mısın?"

Başını önüne eğip karnındaki ellerine baktı.

"Bilmem. Korkuyorum. Buna nasıl hazır olunur ki?"

Yanağını alnına dayayıp, "olunmaz," dedi. "Ceremesi de bir ömür bitmez. En kolay vakti karnında taşıdığın vakittir bu işin."

"Ya?"

"Ya tabii. Ama güzel de bir duygudur. Büyütür insanı. Karı kocayı aile eder. Allah hayırlısını versin."

"Amin."

"Öyle. Kocan ne diyor bu işe? Yanlışlıkla oldu dedin ya telefonda."

İç geçirdi.

"Doğum kontrol haplarını almayı unuttum."

"Kızdı mı?"

"İlk başta biraz..."

"Vah! Kot kafalıya bak! Seni bellerken iyiydi!"

Göğsünden ayrılılp kaşlarını çattı.

"Ya Fatma teyze!"

"Ne kız?!"

"Sürekli kocama hakaret edip durma. Sağlığım için endişelendi."

Göğsüne çekip, "yat şuraya, demedik bir şey," dedi. "Pulli seni."

Derin bir nefes aldı.

"İyi ki geldin," dedi. "Çok özlemiştim seni."

"Ben de seni çok özledim vallaha. Hayırsız oğlumdan daha çok içim yandı sana. Buradayım artık."

Gözleri doldu. En azından onu seven birkaç insan biriktirdiği için mutluydu. Hiç kimsem yok derken koca bir ailesi vardı. Bu kalbini ısıttı.

"Fatma teyze?"

"Pamuğum?"

"Şey...a-annemle ablam...nasıllar?"

Alnını öpüp sıkıntıyla içini çekti.

"Yufka yürekli kızım benim," dedi, kederli yüz ifadesi sesine de yansımıştı. Yapıp ettiklerinin hangi birini anlatacağını, Hazan'ı bu gebe haliyle naısl üzeceğini düşünürken sessizliğinde boğuldu.

"Fatma teyze?"

Belini severken, "boşver kızım," dedi. "Allah'larından bulsunlar."

"Merak ediyorum, lütfen."

"Ne edeceksin bilip? Yüklü halinle üzme güzel canını."

"Üzülmem ki. Nolur?"

"Demem. İnat etme bakayım."

"Ama sen böyle yaptıkça ben kafamda kuruyorum."

"Kurma. Kalk akşama yemek edelim."

"Ama Fatma teyze..."

"Kalk kız! Değirmen taşı gibi çöktün üstüme."

"Of ya!"

Kolunu tutup öne doğru iterken kalçasına vurdu.

"Teyzeye of denmez! Karalahana köteğiyle döverim seni vallaha."

"Ya vurmasana! Hamileyim ben!" dedi kucağından kalkarken.

"Bak hâlâ konuşuyor! Yürü mutfağa!"

Esasen acımayan poposunu ovalayarak mutfağa geçti. Fatma hanım arkasından sevecen bir ifadeyle bakarken limonatasını sonuna kadar içip Hazan'ın bardağını da alarak peşinden gitti. Mutfağa girdiğinde Hazan telefonunu, kitabını ve boş bardağı salıncağın üstünden alıp gelmişti. Fatma hanım bahçeye baktı.

"Ev güzel maşallah. Ovanın ortasında ama iyi yapılmış."

Bardakları makineye yerleştirip kapağını kapatırken, "ben de çok seviyorum burayı," dedi.

"Şu it de mi kocanın? Kapkara, tövbe estağfurullah."

Masaya oturdu.

"Hayır, benim."

Dolaba yönelip kapağını açarken, "astımlı yüklü halinle senin ne işin var kız itle," dedi.

"İt demesene ya! Onun bir adı var. Fındık."

Beyaz lahanayı tezgaha çıkarıp, "bak hele bir de adını Fındık, etmiş," dedi. "Başka isim mi yoktu?"

"Fındık güzel."

Çekmeceden aldığı bıçakla lahanayı ikiye keserken, "ben de onu diyorum," dedi. "Neyse, kocan ne zaman gelir?"

Telefondan saate baktı.

"Öğlen belki uğrarım, demişti. Askeriyede."

"Gelsin, gelsin. Ha bu lahana gibi buracağım oni."

"Fatma teyze..."

"Sus, zilli. Kalk un çıkar. Laz böreği edelim."

"Ya! Tamam."

**********

Çayla yemek için yaptıkları su böreği fırında pişerken Fatma hanım Laz böreğinin yufkasını açıyor, Hazan da açık mutfak kapısından tenine vuran tatlı meltemle lahanaları kıymalı harçla birlikte sarıyordu. Elindeki oklava yuvarlak sofranın üzerinde tıkırtılar çıkartırken, "eeee çocuğa isim düşündünüz mü?" diye sordu.

Sardığı sarmayı tencereye atıp yanağının içini ısırdı. Yutkunup önüne bir lahana daha alıp ikiye ayırdı.

"Fırat'la konuşmadık. Çok erken, ama ben düşündüm."

"Ne düşündün bakayım? Yeni nesil isimler gibi kerhaneden hallice olmasın da."

"Yok, öyle değil. Fırat kız olsun istiyor. Eğer Allah nasip eder de kız olursa adını...Dicle koyacağım."

"Dicle? Güzel isim de nereden çıktı?"

"Bilmem," dedi, aslında çok iyi biliyordu. "Sevdim işte. Hem Dicle'yle Fırat onca yolu aşıp, dağı tepeyi geçip birbirlerine kavuşuyorlar ya, anlamlı olur diye düşündüm."

Kısa bir sessizliğin ardından zil sesi evi doldurdu. Kim olduğunu düşünürken masadan kalkıp banyoda ellerini yıkadı. Fırat olsa arabanın motor sesini duyardı. Üstüne bir şey geçirmeyi düşünürken diyafona baktı. Fırat'tı. Sorgularcasına çatılan kaşları ve heyecanla kapıyı açtı.

"Fıraaaat," dedi cıvıl cıvıl sesiyle.

Hiçbir şey söylemeden sevdiği kızı kucağına aldı. Boynuna gömülüp sıcak ve nemli tenini öperken ayakkabılarını çıkarıp içeriye girdi.

"Fırat bırak," dedi, Hazan üçüncü kez, telaşla. "Fatma teyze içeride."

Göğsüne bastırdı.

"Olsun."

"Ne demek olsun? Ya bıraksana."

"Kız! Geldi mi kocan?"

Fırat elindeki poşeti konsolun üstüne bırakıp banyoya sevdiği kızı da götürürken Hazan tepinmemek için direniyordu. Ancak sevdiği adamın aracının bozulduğunu, buraya başka biriyle geldiğini, bahçeye girip Fındık'ın dolanan zincirini çözerken Fatma hanımla az önce yaptıkları konuşmayı duyduğunu, içinin ona cayır cayır yandığını bilmiyordu.

"Şey," dedi, Fırat onu lavaboyla arasına sıkıştırmış elini yıkarken. "Geldi."

"Yanıma gelsin bakayım. Kalkamıyorum hamurun başından."

"Ta..." derken sevdiği adam dudaklarını öpmüştü.

"Noldu kız?"

Geri çekilip öksürdü.

"Gıcık tuttu," dedi Fırat'ın gözlerine sinirle bakarken.

Ellerini havluya silip elini tuttu. Mutfağa girdiler. Fatma hanım Fırat'ı baştan aşağı süzdü. Yakışıklı ve heybetliydi. Ona ölen kocasını hatırlatmıştı. Yine de yüzünü buruşturup, "bu ceviz sırığı mı?" dedi.

"Fatma teyze!" dedi uyarıcı sesiyle.

"Sus kız," dedi, oklavayı sallarken. "Çekil bakayım yanından."

Fırat'a iyice sokuldu.

"Banane."

Mavi gözlerini kısıp, "bana karşı mı geliyorsun?" diye sordu.

"Hayır, kocamı seviyorum."

Oklavayı indirip yufkaya sardı.

"Bakalım o seni seviyor mu?" dedi, iğneleyici bir sesle. "Dediklerimi yapacak mı?"

Hazan tepkisizce duran sevdiği adamın gergin yüzüne baktı. Fatma hanımın tavırlarından hoşlanmamıştı. Karısına değer verdiği açıktı, ancak bu sert tutumunu anlamlandıramamıştı. Hazan üzülmesin diye sessiz kaldı. Kadın ne derse desin ters bir tepki vermeyecekti.

"Geç otur bakayım şöyle."

Yanındaki sandalyeyi çekti. Bir anlığına Hazan'ın elini bırakıp ceketini çıkararak sandalyenin arkasına astı. Oturup diğer sandalyeye yönelen karısını elinden kavrayarak dikkatlice dizine düşmesini sağladı. Omuzlarına tutunurken, " Fırat..." dedi.

"Şşş!"

Fatma hanım bıyık altından gülümsedi. Fırat'ın Hazan'ı sevdiği her hâlinden belliydi. Ona meydan okuyan gözlerine gözlerini dikti.

"Adın nedur?" dedi.

"Söyledim ya."

"Sus kız! Kalk herifin kucağından!"

Belindeki kol sıkılaşıp kendine çekerken yanağı sevdiği adamın yanağına yapıştı.

"Fırat," dedi, sarsılmaz bir tonu olan kalın sesiyle.

"Soy adın yok midur?"

"Korkmaz. Fırat Demir Korkmaz."

Başını salladı. Oklavaya sardığı yufkayı çarşaf gibi sofraya serdi.

"Benim adum da Fatma'dur. Fatma Uzun."

Karısının karnını okşarken bir şey söylemeden devam etmesini bekledi.

"Tanıştığımıza göre esas meseleye gelelum. Lafı uzatmaya hacet yok. Bak kara uşak haçen bu kız sahipsuz degildur. Daha bir yıl görüşüklük etmeden cahil kızı koynuna alıp ırzına geçmişsin emme..."

"Fatma teyze!"

"Bak üçtür sözümü kesiysın, oklavayı bir tarafına yiyeceksun ha!"

"Doğru konuş o zaman. Kimse benim ırzıma geçmedi, ben isteyerek girdim onun koynuna. Hem ne cahilliğimi gördün?"

"Asıl sen benum ne cahilliğimi gördun? 33 yıl hemşirelik yaptım ben. Gördüm geçirdim. Seni de yıllardır tanırım. Her anında yanında oldum. Sen erkek nedur onu bile bilmezsin. Bu uşak aklını çelmiş senin. Ha kötü mü olmuş? Olmamış. Ama bu işte ters giden şeyler var. Ona da senin aklın ermez. Bırak konuşayım."

Dudaklarını büzüp Fırat'ın karnında sıkılaşan eliyle geri çekildi.

"Konuşun, dinliyorum," dedi.

Sofranın altındaki geniş tepsiyi üstüne çıkardı. Yufkayı içine serip aşağı indirdi. Örtünün altından yeni bir hamur bezesi alıp oklavayla yayarken, "dinleyeceksin tabii," dedi. "Hele bir dinleme, Hazan'ı alıp nasıl gidiyorum buradan."

Kasıldı. Öyle bir şeye izin vermeyeceğini biliyordu, ama ihtimali bile nefesini kesmeye yeterdi. Sevdiği kız incecik kollarını boynuna sararken, "düğün olacak," dedi. "Derdiniz buysa."

"Değil. Hazan'a kızgınlıkla olmayacak demişsin. Her kızdığında kızımı üzer misin böyle?"

"Üzerim," dedi. "Ama sonra gönlünü almasını da bilirim."

"Kolay olur. Yufka yüreklidir Hazan. Kır dök, sonra da gel öp, iki tatlı laf söyle, hemen affeder. Demem o ki gönlünü alman pek önemli değil. Çünkü bunun bir meşakkati yok."

Biliyordu. Hazan'ı üzmeyi sevmiyordu ama öfkeli bir adamdı. Ki Hazan'la tartışmaları eften püften şeylere de dayanmıyordu. Her seferinde ya damarına basıyor, kendini tehlikeye atıyor ya da zarar görüyordu. Fırat'ın Hazan'a olan öfkesinin sebebi çoğu zaman onu korumak içindi. Sessizliğini korudu. Karısıyla özeli hakkında kimseye açıklama yapmak zorunda değildi.

"Hazan yine de seviyor seni. Belli ki aranızda çözüyorsunuz. Ama bu iş böyle olmaz. Çok erken evlenmişsiniz. Yetmemiş kızımı gebe etmişsin. Karnı burnunda düğün edecekmişsin. Olmuşa ölmüşe çare yok. Peki isteme nerede, kına, nişan nerede? Bu kız ikinci el mi? Kız oğlan kız gelmedi mi senin koynuna?"

"Fatma teyze!"

"Beline kırmızı kuşak bağlanacak bu kızın. İlk kez evleniyor. Hiçbir şeyi eksik olmayacak. Anadan babadan yüzü gülmedi. Kocadan bari gülecek. Hele lafımı yabana at Trabzon'u buraya yığar, Karadenizi Fırat'a bağlarım, duydun mi ula?"

Dilinin ucunu ısırıp, "duydum," dedi. "Yaparız ne gerekiyorsa."

"Eyi. Zaten bu saatten sonra buradayım. Kızı da benden isteyeceksin. Başlık parası istemem. Duyduğuma göre varın yoğun Hazan'ın üstüneymiş."

"Öyle."

"Bir kasa dolusu da altınla mücevher etmiş ailen kızıma."

"Doğru."

"Fazlasını da istesen Fırat gocunmaz, çok seviyor beni, dedi."

"Gocunmam. Çok seviyorum."

"Fazlasında gözümüz yok. Adet yerini bulsun kafi."

"Buldururuz."

Fatma hanım gülümsedi. Yufkayı bir tur çevirip, "bakma bana öyle ters ters. Hazan kızımdan ötedir benim," dedi. "Mutlu olsun, hiçbir şey içinde kalmasın diye uğraşıyorum. Dilim sivri geldiyse kusura kalma."

"Aynı şeyi istiyoruz," dedi. "Aramızdaki fark şu: ben Hazan'a duyduğum sevgiden eminim, siz şüphe ediyor gibisiniz. Bu tavrınız canımı sıktı, o kadar."

"Şüphe demeyelim, sevdiğin belli. Evlenmekteki aceleni anlayamadım sadece?"

"Neyini anlayamadınız? Karım o benim, soy adımı taşıyor. Karnındaki benim çocuğum. Size ters gelen ne?"

"Onu sahipleniyorsun, yarı yolda bırakmayacağın açık. Bu, ne kadar sağlıklı bir ilişki onu sorguluyorum. Ortada bir manipülasyon varmış gibi hissettim. Bir yılınız bile dolmadan neydi bu acele? Hazan'ı bilirim ben, korkar böyle şeylerden. Kaç kişiyi reddetti. Sana böyle çabuk teslim olması aklıma yatmadı kara uşak. Bu işin sonunda Hazan ziyan olursa benden çekeceğin olur."

Fatma hanım bir gençlik ateşiyle geçmişte kendi başını yakmıştı. Bugün kapısına gelmeyen oğlu o gençlik ateşinin külüydü. Elinde bir bebeyle İstanbul'un göbeğinde kadın başına kaldığı gün dün gibi aklındaydı. O soğuk ayaz şimdi bile yüzünü yakıyor, aç karnının gurultusu boynunu büküyor, bebeğinin ağlayışları yüreğini dağlıyordu. Ailesini ardında koyup gittiği el kapısından yıllar sonra kovulduğunda inadından memleketine dönememişti. Bir hastanede çalışmaya başlayıp Hayri beyle tanışmasaydı bir daha asla yoluna koyamayacağı şeyler vardı. Şimdi Hazan da yanlış yollara sapmasın diye fazla korumacı ve paranoyak davrandığının farkındaydı. Laz şivesiyle İstanbul türkçesi arasındaki sallantıları da bu yüzdendi. Köylü Fatma olup her şeye basitçe ve olduğu gibi mi yaklaşmalıydı yoksa okumuş etmiş bir hemşire olarak aşkın o ilkbaharındaki yakıcı ateşin tükürdüğü dumanın gizlediklerini gözler önüne serip sorgulamalı mıydı?

Hazan sessizce Fatma hanımın ne yapmaya çalışıp nereye varmayı amaçladığını sorguluyordu. Gayet açıksözlü olmasına karşın cümleleri kulaklarına bir sis perdesinin ardından ulaşıyordu. Bazı noktalarda haklıydı, korkardı böyle şeylerden. Fırat'la her şey çok erken ve vakitsiz olmuştu. Evlilik fikrini her seferinde dile getirerek o aklına sokmuştu. Sevdiği adam için kendi fikir ve düşüncelerinden, özgürlüklerinden, zevk aldığı şeylerden vazgeçtiği olmuştu, buna manipülasyon denilebilirdi belki, ama günün sonunda Fırat'ın onun için yaptığı fedakarlıklar, göze aldığı şeyler, asla pes etmeyen ve bitmek bilmeyen sevgisi onu hiçbir şey için pişman etmemişti. Sevdiği adam onu asla yarı yolda bırakmazdı. Fatma hanım ilişkilerinin bu zamana nasıl geldiğini bilmiyordu.

Fırat'sa birçok şeyden rahatsızdı. Kadının tavrından, açık açık kurduğu cümlelerin içeriğinden, Hazan'a olan sevgisini sorgulayacak haddi kendinde bulmasından, sevdiği kızı manipüle ettiğini söylemesinden ve dahasından. Şu an bile içinin karısına, elinin altındaki çıplak tenine, üstündeki büstiyerinden taşan göğüslerine, eteğinden açıkta kalan bacaklarına nasıl eridiğini kimse bilmiyordu. Hazan'ın bebekleri kız olursa adını Dicle koymak isteyişi hâlâ aklında bir yerin tek odak noktasıydı. Hazan'dan vazgeçmek nefes almaktan vazgeçmekle aynı şeydi.

"Hazan ziyan olursa ben de ziyan olmuşum demektir. Ortada hesap soracağınız biri kalmaz. Ayırca yanlışınız var, ben bu kızı yedi yıldır seviyorum. O beni bir yıldır tanıyor. Haliyle onca yıl dokunup doğru düzgün görmeden sevip sonunda kavuşunca her şeyin olması gerekenden fazlasını istemiş olabilirim, istedim de. Bunun adına manipülasyon diyebilirsiniz, ama Hazan'a duyduğum sevgiye heves gözüyle bakamazsınız."

Öten fırınla birlikte Hazan kucağından kalktı. Kapatıp çayın altını kısmaya giderken Fatma hanım, "bunu bilmiyordum," dedi. "Ama yine de bazı konularda aşırıya kaçtığın ortada. On sekiz yaşından beri Hazan'ı takip ediyorsun, yanlış mı anladım?"

Hazan çayı kısıp lahanaların başına oturduğunda Fırat, "doğru," dedi. Bundan herhangi bir nedamet duymuyordu.

"Kaç yaşındasın?"

"32."

Aralık ayında otuz ikisine girecek olsa da böyle söylemeyi tercih etti.

"Aranızda yedi yaş var. Her şeyden önce tecrübe bakımından Hazan'dan daha büyüksün. Sanıyorum ki gözü daha açılmamış, bakire bir kızın peşine takılmak ilgini çekti."

"Fatma teyze, lütfen."

Hazan'ın sesi ağzından çıktığı gibi bir duvara çarpıp yok olurken Fırat boynunu esnetti. Fatma hanım elindeki yufkayı da tepsiye koyup son bezeyi aldı.

"Hayır. Ben de gözümü Hazan'la açtım."

"İnanması zor bu söylediğine."

"Neden?"

"Askersin ve erkeksin. Benim adamda denizciydi. Kara yağızdı senin gibi. Aşıktık birbirimize ama evliyken bile kaç kez aldatıldım sayısını bilmem."

Bacaklarının üstündeki ellerini yumruk haline getirdi. Sabrı taşıyordu. İyi ya da kötü kıyaslanılmaktan hoşlanmazdı. Başkalarıyla bir tutulmayı, hakkında yargısız infazda bulunulmasını sevmezdi. Ona göre kadın kendi kuyruk açısını ona mâl ediyordu. Sertçe yutkundu. Fatma hanım baktığı yerden birçok şeyi yanlış anlamasının normal olduğunu kabullendi. Sevdiği kızı üzmek istemiyordu. Hır gürden, Hazan'la tartışıp günün sonunda öpüşüp koklaşarak barışacakları, hiçbir manası olmayan kavgalardan bıkmıştı. Herkes geçip gider, yine birbirlerine kalırlardı. Karısı çok güzeldi. Bir an önce sarılıp öpmek, kokusuna bulanmak istiyordu.

"Ben Hazan'ı aldatmam," dedi, keskin bir sesle. "Ondan ayrı nefes bile alamıyorum. Biz evliyiz, Hazan hamile, bunları konuşmanın bir manası yok."

Başıyla onayladı.

"Doğru, dedin oni. Konuşmanın bir manası yok, inşallah hiçbir zaman da olmaz kara uşak."

"Olmayacak."

"Eyi. O zaman şu yufkayı da halledip tepsiyi fırına sürelim, beraber bir çay içelim."

Fırat ayağa kalktı. Üstünü değiştirmek için odaya çıkacaktı. Gözleri Hazan'ı buldu. Göz göze geldiler. Onu yanında istiyordu. Sarılıp öpmeye ihtiyacı vardı. Hazan anladı. Doğrulup mutfaktan çıktı. Sevdiği adam peşinden gelirken Fatma hanım gülümsedi. Anadan babadan yüzü gülmese de bu adamın onu mutlu edeceği belliydi. Kendince bir türkü tutturup işine devam etti.

Hazan banyoda ellerini yıkayıp merdivenlere yöneldi. Fırat konsolun üstüne bıraktığı poşeti alıp peşinden ilerlerken çıplak, küçük ayaklarını, bacaklarını, kalçalarını, incecik belinde salınan saçlarını gözleriyle yercesine izliyordu. Odaya vardılar. Poşeti makyaj masasına bırakıp tişörtünü çıkardı. Pantolonun kemerini çözerken Hazan ona dönmüştü. Ürkek ürkek bakarken boxserını da indirdi. Duşa girdiğinde tek kelime etmemiş olması Hazan'ın gerilmesine neden olmuştu. Yerde bıraktığı kıyafetleri topladı. Banyoya gidip kocası yıkanırken kirli sepetine atıp çıktı. Dolaptan siyah bir boxser, pantolon ve lacivert bir tişört çıkartıp yatağın üzerine bıraktı. Ağrıyan beliyle yastıkları üst üste koyup uzandı.

Fazla vakit geçmeden Fırat duştan çıkmıştı. Hazan neredeyse uyumak üzereydi. Sevdiği adamın kokusu burnuna dolduğunda gözlerini açtı. Belindeki havluyu çözüp onun seçtiği kıyafetleri giyişi içini sıcacık ederken kocasını seyretti. Çekmeceden beyaz bir çorap alışıyla çorap çıkarmayı unuttuğu için kendine kızdı. Taba rengi saatini bileğine taktığında lacivert tişörtüyle çok hoş durmuştu.

Yanına gelip yatarken üzerine eğildi. Boynunu koklayıp sulu sulu öpücüklere boğdu. Beline yavaşça sarılıp ıslak saçlarından akan damlalar sevdiği kızın tenine düşerken öylece durdu.

"Fırat."

Derin bir nefes aldı.

"Bebeğim."

"Saçların ıslak."

"Biliyorum. "

"Beni de ıslatıyorsun."

"Öyle mi yapıyorum?"

"Evet, kalk üstümden, kurutalım."

Yan dönüp göğsüne bastırdı.

"Sonra yaparız."

"Olmaz, bırak hadi."

"Yavrum inat etme. Gideceğim zaten birazdan. İki dakika kalalım böyle."

"Kalırız. Ben kuruturum saçlarını. Sen de bana dokunursun, tamam mı?"

Bıkkınca soludu.

"Tamam," dedi.

Hazan kollarından ayrılıp banyo dolabından saçlarının suyunu almak için bir havlu ve fön makinesini aldı. Makyaj masasından da argan yağı ve Fırat'ın saç fırçasını çıkardı. Makineyi prize takıp elindekileri yatağa bıraktı. Beline dolanan kollarla kendini kocasının kucağında buldu. Elleri teninde dolanırken dudakları boynununn her yerinde gezinip talan ediyordu. Havluya zar zor ulaşıp saçlarının ıslaklığın almaya başladı. Fırat sürekli başını hareket ettirip onu öpüp dururken zorlanıyordu ama karşı koymadı. Yüzünü göğüslerine indirip büstiyerinden taşan memelerini emerken alnını öptü. Elleriyle saç diplerine havlunun üzerinden masaj yaptı.

"Fırat?"

"Karım."

"Fatma teyzeye kızma tamam mı? O seni tanımıyor, aramızdaki ilişkiyi de bilmiyor. Beni korumak istiyor sadece."

Büstiyerin bağcığını çözerken, "tamam," dedi. "Kızmam."

Havluyu yatağa atıp saçlarını koklayıp öptü. Sevdiği adam sol memesinin ucunu ağzına alıp diğerini yoğurup sıkarken fırçaya uzandı. Şefkatle tarayıp dudaklarını künyesinin zincirinin geçtiği ensesine bastırdı. Hızlanan nefesleri odanın içinde duyuluyor, duvarlarda yankılanıyordu. Bir eli eteğini kaldırıp külotunun içine girince inledi.

"Ah...mmmmh."

"Çok güzelsin lan...beni delirtmek için mi giyiniyorsun böyle?"

"A-aslında...Fatma teyze için hazırlanmıştım," dedi, fırçayı havlunun üstüne koyup argan yağı şişesini eline alırken.

Emip durduğu memesini bırakıp boynunda nefeslendi.

"Sen sabahtan beri böyle mi dolanıyorsun evde?"

Parmak uçlarına birkaç damla yağ döküp ellerini birbirine sürterken, "hı hı," dedi, sızlayan göğüslerinden dolayı sesi titriyordu.

Sertçe soluyup sevdiği kızın elleri saçlarına dalıp yağı yedirirken geri çekildi. Gözlerine bakıp, "Hamit seni böyle gördü mü?" diye sordu.

Kucağında yükselip yağı saçlarına sürmeye devam etti.

"Hayır, onlar gelince üstüme kabanımı geçirdim, elim ayağıma dolandı. Madem Fatma teyzeyi almaya birini yolladın, geleceği saati biliyordun, bana niye söylemiyorsun?"

Çenesinin altını öpüp yüzünü gözlerinin önünde sallanan memelerinin arasına gömdü.

"Aferin sana," dedi. "Kurban olduğum."

"Soruma cevap ver."

"Havaalanını arayıp öğrendim, uçağın ineceği saati. Sonra Hamit'i gönderdim. Sana haber vermeye fırsatım olmadı yavrum, çünkü Tuğgeneral teftişe geldi."

Yumuşacık saçlarıyla yağı sürmekten ziyade parmaklarının arasından geçirerek oynarken, "Peki, öyle olsun," dedi. "Araban nerede? Bahçenin dışında mı bıraktın?"

Göğüs ucunu öpüp burnunu sürttü.

"Yok, motor arızalandı. Sanayiye bıraktım. Yarın alacağım."

"Yaa? Kötü olmuş. Giderken benim arabamı alırsın o zaman."

Diliyle yalayıp sertçe emdi. Hazan küçük bir çığlık atıp başına sarılırken, "öyle yapacağız artık," dedi.

"Ihmmmh...tamam, dur artık. Bırak."

Memesini ağzından kurtarıp fön makinesine uzandı. Çalıştırıp saçlarına tuttu. Yumuşacık, ışıl ışıl, kömür karası saçları uçuşurken güldü.

"Saçların çok güzel," dedi.

Dudağının kenarındaki çukuru öptü.

"Gülüşüne ölürüm senin."

Eliyle sağa sola yatırıp karıştırdığı saçlarını, defalarca yaptığı gibi bir kere daha koklayıp öptü.

"Fırat'ım," dedi, gülüşü yüzünde tatlı bir tebessüme dönüşmüştü. Fırat ise Hazan'ın onunla böyle sevip ilgilenmesi karşısında kabaran yüreğiyle karısının saçlarında gezinen kocaman gözlerine dalıp gitti. Yüzündeki ilâhi ışık ruhunu kamaştırıyordu. Baktıkça içine çekildiği bir anafor gibi ayaklarını yerden kesiyor, onu hiç bilmediği diyarlara uçuran o tutkulu arzunun pençesinde kıvranıyordu. İçinden taşan duygular asırlardır bir kayayı aşındırarak kendine yol açan bir akıntı misali göğsünü delip geçiyor, dahasını isterken hamile karısının kırılgan bedeninde duruluyordu.

Hazan Fırat'ın yüzüne dalıp giden gözlerini fark etti. Alt dudağını ısırıp fön makinesini suratına tuttu. Sevdiği adam sıcak havayla kendine gelip gözlerini kısarak geri çekildiğinde kahkaha attı. Fırat gülüşünün sesine tutulup makineyi elinden alarak kapattı. Gözlerine bakarken hâlâ gülen karısının dudaklarına yapıştı. Canını yakmadan hırsla öptü.

"Kocanla alay mı ediyorsun sen? Hı? Yerim lan seni."

Yatağa yatırıp altına aldı. Yüzünün her yerini dudaklarını, boynunu, gerdanını ve göğüslerini öpüp emmeleriyle talan ederken Hazan kıkırtılarını bastırmaya çalışıyordu. Ortada bu kadar gülünecek bir şey olmamasına rağmen kendini durduramıyor, içindeki kıpır kıpır bir şey gülüşünün sesinde şakıyordu. Sevdiği adam memelerini emerken ellerini yüzüne kapattı. Avuçları Fırat'ın saçları gibi kokuyordu. Derin bir nefes aldı. Gözleri sulanmıştı. Gülüşleri yavaş yavaş durulurken yutkundu. Çok güzel kokuyordu. Bu koku olmadan yaşamak istemiyordu. İçi titrerken nefesi tekledi. Güneşin önünden bir bulut gelip geçti. Bir anlığına gökyüzü uğursuz bir kül rengine büründü. Kalbini apansız bir ateş ve ağrı, nam salmış eli kanlı eşkıyalar gibi bastı. Saklanıp sığınacak bir yer arama telaşıyla damarlarında koşturan kan giderek ısınıp içini yaktı.

Memelerinden ayrılıp ellerini yüzüne kapatmış, sessizce duran karısına baktı. Parmağındaki kar tanesi şeklindeki yüzüğü öpüp ellerini tutarak yüzünü açtı. Dolu dolu olan gözleriyle çarpışınca sersemledi.

"Noldu? Canını mı yaktım?"

Ellerini ellerinden kurtarıp boynuna sarıldı. Olumsuz mırıltılar çıkartırken başını omzuna bıraktı.

"Niye ağlıyorsun o zaman?"

"Ço-çok güzel kokuyorsun."

Saçlarını seven elleri duraksadı. İki kaşının ortasındaki yarık derinleşirken, "yavrum," dedi, ne diyeceğini bilmiyordu. "Buna ağlanır mı?"

"Ama ya bir gün kokunu duyamazsam?"

Aynı korkuyla boğuşan yüreği onu anlarken kelimeler birbirine girdi. Ne denir, nasıl avutulurdu ki şimdi? Bilse kendi yüreğini de avuturdu.

"Saçma sapan şeyler kurma kafanda," dedi, dudakları kulağının altına dayalıydı. "Senin benim kokumu duyamaman demek benim senden uzak olmam demek. Yapabilir miyim? Senden ayrı kalabilir miyim?"

"Kalamazsın. Bizi çok seviyorsun, di mi?"

Üstünden kalkıp kucağına aldı. Karnını koklaya koklaya öpüp sımsıkı sardı.

"Çok seviyorum seni...sizi çok seviyorum."

"Biz de seni çok seviyoruz."

Alınlarını birleştirdi.

"Kurban olurum size."

Burnunu çekti. Dudaklarını birbirine bastırıp, "saçlarını tarayalım," dedi. "Kalmasın böyle."

Fırçayı alıp eline verdi.

"Tara bakalım."

Kucağından kalkıp yatakta dizlerinin üstünde doğruldu. Öpülmekten kıpkırmızı olan göğüslerini büstiyerle örtüp bağcığını bağladı. Geniş omuzlarından destek alarak yaklaşıp fırçayı saçlarına geçirdi. Beline dolanan kollar dengesini kurmasını sağlarken her zaman kullandığı şekle özenle getirip güzelce taradı. Yana kayıp gardrobun aynasının önünü açarken, "oldu mu?" dedi.

Yanağını öpüp, "çok güzel oldu," dedi.

"Ama bakmadın bile."

Gönlü olsun diye kısaca aynaya bakıp, "ellerine sağlık," dedi.

"Argan yağı da sürdüm saçlarına. Zaten parlak ve yumuşacıklar ama olsun, fazlasından bir şey olmaz."

Fırat saçlarına yağ sürdüğünün farkında değildi. Pek hoşlanmazdı böyle şeylerden, ama Hazan aklını başından almıştı. Yine de sesini çıkarmadı. Karısının hoşuna gitmişse geri kalan şeylerin bir önemi yoktu.

"Fırat?"

"Hı?"

"O poşet ne?"

Başını makyaj masasının üstündeki poşete çevirip yerinden kalktı.

"Sana aldım," dedi, poşetle birlikte yatağa dönerken.

"Ya," dedi heyecanla. "Ne ki bu?"

"Büyük bir şey değil. Markette gördüm, doğru düzgün çorap giymiyorsun, ayakların hep soğuk. Belki bunları giyersin," diyerek poşetten beyaz tavşanlı pandufları çıkardı.

Gözleri parladı. Elinden alıp, "çok tatlı," dedi. Yanağını öpüp göğsüne sığındı. "Çok güzel, teşekkür ederim."

"Dene bakalım, olacak mı?"

"Tamam."

Etiketini çıkarıp kucağından kalkmadan ayaklarına soktu. Yere bastı. Tam olmuşlardı.

"Oldu."

Şakağını öptü.

"Bundan sonra çıkarmayacaksın bunları ayağından, tamam?"

Ayaklarını dizine koyup sallarken tavşanın kulakları oynuyordu.

"Tamam kocam."

"Kocan ölsün sana."

*********

Bahçede su böreğiyle birlikte çay içtikten sonra Fırat Hazan'ın aracını alıp gitmişti. Hemen ardından Fatma hanımın uçağa almazlar diye bir akrabasına dün geceden yola çıkarttığı turşu bidonları, karalahana, pazı, fındık, mısır unu, tereyağı, elma ve armut pekmezi, bal, ceviz, kestane, dondurulmuş sütlü mısır, Trabzon hurması, mantar gibi şeyler gelmişti. Çuvallar mutfağa taşınmış, ürünler dolaplara yerleştirilmişti. Akşama Trabzon ve Urfa yöresinin lezzetleriyle donatılmış bir sofra kuruldu. Hazan Aslı ve Yaren'i de çağırmıştı. Fırat gelmeden Fatma hanımla kaynaşmışlardı.

Yaren Fındık'a mamasını verdi. Aslı küçük sobayı yakmıştı. Çayı ve ıhlamuru üstüne koyup kestane poşetini yanına bıraktı. Hazan onca yemeğin içinde Fırat etsiz yemek yiyemez diyerek inat edip yaptığı içli köfteyi ve patlıcan kebabını sofraya yerleştirdi. Acısız muhammara, yoğurtlu kabak salatası, mısır ekmeği, turşu kavurması, beyaz lahana sarması, mantar sote, pilav, ekmek ve içecekler de masada yerini alınca Hazan'ın aracı bahçeye girdi. Hazan heyecanla içeriye geçip Fatma hanım, "uuuuh pulli koş kocana bakayım," diye arkasından bağırırken kapıya ulaştı.

Kolunu indirip kapıları kilitleyip ona doğru adımlayan kocasını seyretti. Sıcacık pandufları hâlâ ayağındaydı. Sevdiği adam ayakkabılarını çıkarırken, "hoş geldin," dedi.

"Hoş buldum," dediğinde sesi durgundu. Yüzüne doğru düzgün bakmamıştı bile. Bu hali içindeki heyecanı soldurdu. Yanından geçip banyoya girişini izledi. Kapıyı kapatışıyla kalbinden yaka paça atılmış gibi hissetti. Yanlış bir şey mi yapmıştı? Acaba dün çay bahçesinde olanlarla ilgili bir şeyler mi duymuştu? Söyleyip de unuttuğu başka bir yalan var mı diye düşündü. Yoktu. Fırat'ın bu hâlini hak edecek hiçbir şey yapmamıştı.

Banyodan çıktı. Ceketini portmantoya astı. Gözleri yerdeydi. Hazan yanına sokulup elini tuttuğunda sıkıca kavradı. Üstündeki ağırlığı hafifletebilecek, öfkesini dindirebilecek tek kişi sevdiği kızdı. Onunla yalnız kalıp koynunda dinlenip göğsünde soluklanmak istiyordu. Tim yarın akşam operasyona gidiyordu. VASÖ'nün çöküşünden sonra iyice azan örgüt yapılanmalarının İran'ın göbeğindeki hücre evlerini patlatmak üzere hazırlıklara başlamışlardı. Uzman çavuş Kadir tedirgindi. İlk kez böyle büyük bir görevin sorumluluğunu almıştı. Timin motivasyonu düşüktü. Tatbikat süresinin son günü erkene alınmış, operasyon emri aniden gelmişti. Fırat emir komuta zincirini karargahtan yürütecekti. Timin o hali, albayın bakışları, Tuğgeneralin bugünkü tavırları derken aldığı nefes bile ağrına gidiyordu.

Elinin üstünü okşayıp, "Fırat...bir şey mi oldu?" diye sordu.

Belli belirsiz başını sağa sola salladı. Yorgundu. Bahçeden gelen sesleri kaldıracak hali yoktu. Odaya çıkıp yalnız kalmak istiyordu.

"Emin misin? Bilmeden bir şey mi yaptım?"

Elini bırakıp beline sarıldı. Boynunu derin fakat sıkıntılı bir ezgiye sahip olmasına engel olamadığı bir nefesi ciğerlerine doldururken öptü.

"Seninle ilgili bir durum yok," dedi. "Konuşuruz sonra."

Parmak uçlarında yükselmiş sırtını aşağı yukarı okşarken, "istersen şimdi de konuşabiliriz," dedi. "İyi ol yeter ki."

Daha sıkı sarıp kucağına alıp odaya götürememek için direnirken, "uzun sürer," dedi. "Bir kere koynuma alırsam bırakmam seni."

"Gece konuşuruz o zaman, gel, bir sürü yemek yaptık, birlikte yiyelim."

Belini severken, "Hazan çok yoruyorsun kendini," dedi.

"Çoğunu Fatma teyze yaptı. Yorulmadım ki."

Omzuna dokundurdu dudaklarını.

"Yorulma. Saçının teline bile zarar gelmesin."

"Sen varsan gelmez."

Bütün derdi buydu zaten. Yanında olmak ve ona gelebilecek bütün zararlara kendini siper etmekti.

Yanağını öptü.

"Buradayım," dedi.

Geri çekilip ellerini belinden çözdü.

"Bahçeye gidelim artık, gel," dedi.

Gitmek istemiyordu, ama mecbur gidecekti. Hazan'ın vitaminleri ve ilaçları vardı. Şimdi gitmezse morali bozulur, surat asardı. Yok yere canını sıkmaya lüzum yoktu.

"Böyle mi çıkacaksın?" diye sordu, minicik eteğinde ve göğüsleri dışında hiçbir yerini kapatmayan, ona göre bez parçasından farkı olmayan büstiyerdeydi gözleri. "Üstüne doğru düzgün bir şey giy."

"Hırkam var orada."

Bıkkınca soludu.

"Battaniyen nereden senin?"

"Odada, ama gerek yok."

Elini bırakıp, "geç sen, alıp geliyorum," dedi.

"Fırat..."

Dudaklarını öptü.

"Fırat ölsün sana, yürü."

Fırat üst kata, Hazan'sa bahçeye geçti. Siyah, kısa hırkasını giyip sobanın yanında ona ayrılan yere oturdu. Yine yıldızlı bir gökyüzü vardı. Ayın ışığı ağaçların arasından sızıp yüzüne vuruyordu. Hafif bir esinti tenini yalayıp geçerken içi ürperdi. Sevdiği adamın o hâli göğsüne oturmuştu.

"Nerede kız kocan? Bir gittiğiniz yerden bir daha gelmiyorsunuz. Bu sefer nerelerini kızarttı, hı?"

Öğlen üst kattan inince Fırat'ın öpüp emerek kızarttığı boynunu, gerdanını ve göğsünden açıkta kalan yerleri görmüştü. Onun yanında bir şey demese de bıyık altından gülüp durmuştu. Aslı kıkırdarken Yaren gözlerini devirdi.

"Fatma teyze ya!"

"Ne var be? Sende her şeye menteşesi paslanmış kapı gibi gıcırdayıp durma bakayım."

Dudaklarını sarkıtıp önüne döndü. O sırada Fırat gelmişti.

"Hoş geldin oğlum."

"Hoş geldin enişte."

Arkasında durup elindeki örme battaniyeyi çıplak bacaklarına örterken, "hoş bulduk," dedi. "Siz de hoş geldiniz."

"Hoş bulduk."

İyice düzeltip kenarlarını bacaklarının altına sıkıştırdı. Hazan yakınlığı ve sıcaklığı içini gıdıklarken sevdiği adamın yanağına değen yanağını öpmemek için kendisiyle büyük bir savaş verdi. Yanına oturduğunda kalbi küt küt atıyordu. Varlığının verdiği güven dört bir yanını sararken yeniden güçlü kollarının arasına girmek, kalın ve adaleli bacaklarının üzerine oturmak için yanıp tutuştu.

Fatma hanım, "iki tane çorba ettuk," dedi. "Karalahana çorbası ve Urfa usulü tarhana çorbası. Karalahanayı ben ettum, Hazan da benim kocam bunu yemez diye tarhana ettu. Hangisinden yiyecesuz bakalum."

"Ben tarhana alayım," dedi Yaren.

Hazan'la Aslı karalahana isterken Fırat da tarhana almıştı. Dumanı üstünde tüten çorbaları Fatma hanımın yolculuk anıları eşliğinde içtiler. Çorba kaseleri kalkarken Hazan kocasının tabağına patlıcan kebabı ve pilav koymaya başladı.

"Hazan dur, ben alırım."

"Ben koyuyorum, asıl sen dur," dedi. Sevdiği adamla ilgilenmek istiyordu. Fırat'ın yüzünde gezinen gözlerini hissetti. Teni karıncalandı. Pilavla kebabın yanına içli köfte ve lahana sarması da koydu. Mantar sote, turşu kavurmasını da ekledi. Büyük servis tabağı hepsini almıştı. Sade yoğurt, kabak salatası ve muhammara herkesin önünde küçük kaseler halinde vardı. Hazan Fırat'ın muhammarasını acılı yapmıştı.

"Mısır ekmeği ister misin?"

"Yok yavrum."

Hazan Fırat'ın ona yavrum deyişiyle utandı. Ağzından kaçırdığını düşünse de bile isteye söylemişti. İnci küpesinin sallandığı kulağının arkasına sıkıştırdığı saçlarını yüzüne örttü.

Aslı, "ben alırım yavrum," derken elini sepete uzattı.

"E madem biz de alalım yavrusu," diyen Fatma hanımla yanakları al al olurken Fırat belli belirsiz gülümseyip yemeğini yemeye başladı.

Mısır ekmeği sepetini Aslı'ya uzatıp ters ters baktı. Yaren gülmekle yetinirken beyaz ekmek aldı. Hazan Fırat'ın önüne de bir parça beyaz ekmek koydu. Kendine de bir tane alıp kebap hariç bütün yemeklerden Fırat'ın da yardımıyla tabağına koydu. Multivitamin kapsülünü bir bardak suyla yuttuktan sonra yemeye koyuldu.

Yemeğin ardından laz böreği çayın yanında yerini aldı. Kestaneler sobanın üzerinde kızarırken Yaren başındaydı. Fırat Hazan'ın hırkasından açıkta kalan ellerinin uzun ince parmaklarıyla tuttuğu cam fincandan ıhlamur içişini izliyordu. Muhammaranın acısına varana kadar ne sevip ne sevmeyeceğini düşünmesi içinde yıllar önce annesinin kırıp döktüğü bir yere dokunmuştu. Zaman geçtikçe sevgisini göstermeyi öğreniyor, eskisi kadar çekingen davranmıyordu. Gerçekten karı-koca olmuşlardı. Hayatlarından kim eksilirse eksilsin sofraları boş kalmıyordu. Kalabalıkları, onu sevdiği kızdan ayrı tutan hiçbir şeyi sevmese de içten içe misafir berekettir, diyor, bugüne de, Hazan'ın sağ salim yanında olduğu her gün gibi şükrediyordu.

Yaren kızarıp yarılan kestaneleri tabağa aldı. Bir yandan çayını içip tatlısını yiyordu. Hazan da kendi tatlısından çatalına bir parça alıp Fırat'a uzattı. Tatlı istememişti. Çay içiyor, ara ara fındıkla ceviz yiyordu. Ama Hazan uzatınca geri çevirmedi.

"Eee damat bey istemeyi ne zaman yapıyoruz?"

Yanında oturan Fatma hanıma döndü.

"Urfa'dakilerle konuştum. İki gün sonra geliyorlar."

Sırtına vurup, "eyi, eyi," dedi. "Lafının erisin maşallah."

Hazan gülümsedi. Fatma hanıma anne baba olaylarını karıştırmamasını daha önceden söylemişti. Yaren kestaneyi ortaya ittiğinde bir tane almak için uzandı. Fırat elini tutup geri çekerek bacağının üstüne koydu.

"Yanarsın dur," dedi. Eline bir tane alıp Hazan için açarak önüne koydu.

*********

Fatma hanım kızlara Hazan'a getirdiği çeyizleri gösterdi. Lifler, havlular, dantelli örtüler, örme yelekler, bebek batikleri, cemberler, eski usül gecelik takımları... Aslı bayılmıştı. Hazan mavili beyazlı erkek bebek patiğiyle, pembeli beyazlı kız patiğine bakakalmıştı. Fatma hanım Yaren'le Aslı'ya da ceviz, fındık, kestane, bal, pekmez gibi getirdiklerinden ayarlayıp verdi. Saat gece yarısını geçerken evlerine gitmişlerdi. Hazan, Fırat banyodayken üstünü değiştirip Fatma hanımın yanına gitti. Bu gece birlikte uyuyacaklardı.

"Vah! Kız bu halin nedu? Beni mi ayartacaksın?" dedi, fıstık yeşili şortlu geceliğini baştan aşağı süzerken.

Yorganın altına girip göğsüne yattı.

"Öyle bir niyetim yok. Senin niyetin bozuk."

Beline sarılıp saçlarını okşarken, "bozulur tabii," dedi. "Kocanın koynuna da böyle girdiysen o da niyeti bozmuştur ha böyle."

Kıkırdadı.

"Onun koynuna genelde çıplak giriyorum."

"Uuuh! Seni edepsuz, seni!"

"Sana çektim bugün."

"Allah kuri iftiradan saklasun! Ben haci kadunum. Ne edepsuz lafımi duydun de ba."

Başını geriye atıp gözlerini gözlerine dikti.

"Gördüm gördüm de böyle inkar görmedim. Sen değil miydin bugün bana...gögüslerimi kızarık görüp, uyh kiz kocani mu emzurdun, diyen?"

"Bak hele, ağza bak. Sen kesin bizim oralardansun he. Yoksa benim kanum bu kadar kaynamazdi sa."

"Yok vallaha, değilim. Üç kuşak Antep, geri kalan kuşaklar da Arap soyu gösteriyor."

"Ne Arabı kız? Senin gibi kar tanesi ne arasın oralarda? Kabuğu soyulmuş fındık gibisin, maşallah. Şu gözlere, buruna, dudaklara bak. Oy teyzesi kurban."

Yüzünü şapur şupur öperken Hazan göğsüne saklandı.

"Ya öpmesene şöyle."

"Uh! şimdi yiyeceğum seni."

"Ya Fatma teyze, ya!"

"Bak yine başladı, kapı gibi gıcırdamağa Seni pulli, seni. Yat bakayım aşağı."

Hazan yatağa uzandı. Saçlarını geriye atıp Fatma hanımın komodinin üstündeki gece lambasını kapatışının ardından boynuna sokuldu. Gözlerini yumdu. Saçlarını seven kınalı eller ruhuna saf sevgi akıtıyordu. Belki de o hiç bilmediği anne şefkati böyle bir şeydi; masmavi, parlak ve pürüzsüz gökyüzünün altında pamuklara sarılmış, kuş tüyü bir yatakta, doğanın sesi kulaklarına dolup kalbini sararken bütün dünya barış içindeymiş gibi hissetmek.

Fırat bir süredir odada Hazan'ı bekliyordu. Siyah eşofman altını giymiş, üstü çıplakken yatağa uzanmıştı. Gelsin ve saçlarını yine tarayıp kurutup öpsün istiyor, minik elleri üzerinde gezinsin diye can atıyordu. Başındaki ağrıyı, sırtında kaskatı kesilen kaslarını, omuzlarındaki yükü ve ağırlığı bir tek o geçirebilirdi. Nitekim Hazan dakikalar saatleri bulmak üzereyken gelmedi. Fırat yatakta döndü durdu, odanın içinde dolandı, balkona çıktı, fakat karısı ortalarda yoktu. Fatma hanımla birlikte uyuduğunu anlayalı epey olmuştu. Ancak kabullenemiyordu. Konuşacaklardı. Hazan, gece konuşuruz o zaman, demişti. Unutmuş muydu? Bir şey konuşacakları da yoktu aslında. Fırat, üzülür, kendini suçlar diye operasyonla ilgili tek kelime etmemeye karar vermişti, ama ne fark ederdi ki, Hazan'ı istiyordu.

Doğrulup kapıya yöneldi. Gidip sevdiği kızı alacaktı. O sırada yan odanın açılan kapısının sesini duydu. Ayak seslerinden Hazan olduğunu anladı. Yanına geleceğini düşünürken sesler merdivenlerde yankılanıp uzaklaştı. Kapıyı açtı. Basamakları birer birer indiğinde mutfaktan gelen sarı loş ışığı gördü. Girişte durdu. Hazan aspiratörün ışığında bardağa su dolduruyordu. Korkutmaktan çekinerek içeriye girdi. Suyu içerken arkasına geçip durdu. Bardağı dudaklarından çektiği an bir adım daha yaklaştı. Dudaklarını saçlarına bastırdığında Hazan irkildi. Bardağı elinden düşürecekken Fırat tutup aldı.

"Şşş."

Hızlı hızlı nefesler alırken eli göğsüne gitti.

"Fırat..."

Bardağı tezgaha bırakıp beline sarıldı. Boynunu öperken, "yavrum," dedi.

"Korktum."

"Özür dilerim."

Gözlerini kapatıp yutkundu. Karnının üstündeki ellere tutundu. Midesi bulanıyordu. Çok şiddetli değildi, kusacakmış gibi hissetmiyordu ama rahatsız ediyordu. Uykusunun ortasında uyanmıştı. Kuruyan boğazıyla birlikte belki su içersem geçer diye düşünüp mutfağa inmişti.

"İyi misin?"

Sırtını göğsüne bastırıp, "midem bulanıyor," dedi.

Kasıklarını okşamaya başladı.

"Hamilelikten dolayı mı?" diye sordu. Sesi ciddi ve ilgiliydi.

"Galiba. Daha bir aylık bile olmadı. Bulanmaması gerekiyor aslında."

Dudakları yanağına çıktı.

"Doktor, bünyenin çok hassas olduğunu, belirtileri normal bir gebeden daha fazla ve erken hissedeceğini söyledi ya bebeğim."

"Söyledi, ama ben hoşlanmadım bundan."

Şakağını öpüp, "kurban olurum sana," dedi. "Süt ısıtayım mı sana?"

Birkaç saniye düşündü. Yanına bir iki tane bebe bisküvisi alma fikri iştahını açarken, "olur," dedi. "Ama yanında bebe bisküvisi de olsun, tamam mı?"

Kendine çevirip kucağına aldı. Dudaklarını öpüp, "emrin olur," dedi. Hazan boynuna sıkıca sarılırken kocasının üst kısmının çıplak olduğunu fark etmişti. Künyesinin loş ışığın altında parlayan zincirinin üstüne dudaklarını bastırdı. O an Fırat'ın eve geldiğinde canının sıkkın olduğunu ve konuşacaklarını hatırladı. Aklından çıkmıştı. Bir de yetmezmiş gibi ondan izin bile almadan Fatma hanımın yanında uyumuştu.

Yanağını omzuna yasladı. Elleri çıplak sırtında gezinip kocasının ürperip kasılmasına neden oluyordu.

"Fırat."

Saçlarını koklarken, "karım," dedi. Bir anlığına bu Hazan'a garip gelmişti. Bir yıl önce bugün, tam da bu saatlerde babasının sandığı mezarın başındaydı. Ülkesi için savaşacağının sözünü veriyordu. Fırat'la ilk karşılaşması henüz birkaç saat önce olmuştu. Aynı uçakla Şırnak'a geleceklerdi. Şimdi ise, o apartmanın önünde görüp içten içe etkilendiğini bilirken inkar ettiği, ne kadar kaba saba bir insan olduğunu düşündüğü adamın karısıydı. VASÖ yoktu, babasının mezarı yoktu, sadece Fırat ve bebekleri vardı.

"Konuşacaktık, unuttum, özür dilerim."

Dolaptan süt şişesini çıkardı. Raftan aldığı Mickey Mouse'lu bardağın yarısından fazlasını doldururken, "önemli bir şey değildi zaten," dedi. "Boşver. Ama yanıma gelmeyip beni bu saate kadar uykusuz bıraktığın için özür dileyebilirsin."

Sevdiği adam makineden yıkanmış cezveyi çıkarıp sütü içine dökerken başını omzundan kaldırıp ışıkta parlayan kara gözlerine baktı.

"Bu saate kadar uyumadın mı?"

Saat gece yarısı ikiyi gösteriyordu. Sütü ocağa koyup şişeyi buzdolabına bıraktı. Urfa'dan gelen arı balını tezgaha çıkardı. Sandalyeye oturup alnını öptü.

"Sensiz uyuyamıyorum," dedi. "Hem..." derken gözleri dudaklarına düştü.

Belindeki kollar sıkılaştı. Burunları birbirine değiyordu. Dudağının kenarına sürtünen dudaklarla yutkundu. Çıplak vücudundan fışkıran sıcaklık onu da içine çekiyordu.

"Sen varken kendime dokunmak istemiyorum," dedi. Dudaklarının üstünü parmaklarının tersiyle sevip çenesini kavradı. "O küçüçük, güzel ağzının içine boşalmak istiyorum." Yanağını öptü. "Çok seviyorum lan seni."

Cezveden cızırtılı sesler gelirken aldığı nefese kadar titreyen karısını boynundan öpüp kalktığı sandalyaye oturttu. Ilık sütü bardağa döküp içine yarım tatlı kaşığı bal attı. Tezgahın altındaki fındık fıstığın olduğu dolaptan bebe bisküvisi çıkarıp küçük bir servis tabağına üç tane koydu. Hazan'ın önüne bıraktı. Karısını tekrar kucağına alıp masaya yerleşti. Sevdiği kız boynuna saklanırken tek koluyla sıkıca sarıp sütü karıştırdı.

Bardağı eline alıp, "gel bakalım," dedi.

Başını kaldırıp dudaklarına uzatılan sütten bir yudum içti.

"Sıcak mı?"

"Değil, çok güzel. Sen de iç."

"Yok yavrum."

"Lütfen, bir yudum, nolur?"

Garip bir şekilde Fırat'la aynı kaşıktan yemek yemekten, aynı bardaktan su içmekten hem duygusal hem de cinsel bir haz alıyordu. Yiyip içtiği şeyler daha lezzetli, daha doyurucu geliyordu.

Dudaklarını öpüp sütten bir yudum aldı.

"Oldu mu?"

"Oldu."

Yanağını yüzüne dayayıp bastırdı. Hazan tenini öperken bir tane bebe bisküvisi alıp süte batırdı. Bir süre yumuşamasını bekleyip yüzünden ayrılarak ağzına uzattı. Bisküviyi dudaklarının arasına alışı, ısırıp çiğneyişi, nefesinin sesi bile tahrik olmasına yetiyor, ayarlarıyla oynuyordu.

"Fırat."

"Gülüm."

"Bugün günlerden ne?"

"Salı yavrum."

"Ama bugünün bir anlamı var."

Büskiviyi tekrar süte sokup düşündü. Sevgili oldukları gün olmadığını biliyordu. Ona daha üç haftadan fazla vardı.

"İstanbul'da beni ilk gördüğün gün," dedi.

Büskiviyi çiğnerken şaşkın gözlerle, "hemen hatırladın," dedi.

" Hatırlarım tabii. İlk defa varlığımın farkındayken o kadar yakındım sana. Bile isteye gözlerime baktın, konuştun benimle. Unutur muyum hiç?"

Gözlerinin içi parladı.

"Bir yıl oldu," dedi. "O gün biri gelip söylese bile inanmazdım, bir yıl sonra bugün senin karın olup karnımda çocuğumuzu taşıyacağıma."

Sütten bir yudum daha içmesini sağladı. İkinci büskiviyi aldı. Bardağa daldırıp, "ben biliyordum," dedi. "İllaki benim olacaktın, başka şansın yoktu."

Bir ısırık alıp, "beni hamile bırakacağını da biliyor muydun?" diye sordu, şımarık ve nazlı bir sesle. "Bu da planların arasında mıydı?"

Göğsüne bastırıp yanağını öptü. İnsan bu kızı nasıl bırakıp da gider, diye geçirdi içinden. Bardağı masaya bırakıp karnını sevdi.

"Yoktu," dedi. "Ama fena da olmadı."

"Olmadı mı gerçekten?"

"Olmadı."

Dudaklarını birbirine bastırdı. Adem elmasını öpüp, "askeriyede bir şey oldu," dedi. "İnkâr etme, hissediyorum. Ona sıkıldı canın. Timle ilgili bir şey mi? Operasyon mu var?"

Bunu beklemiyordu. Nefesleri yavaşladı. Karısına mümkünü varmış gibi daha sıkı sarııp alnını öptü.

"Eğer öyleyse söyle. Seni üzen şeyleri bilmek istiyorum, konuş benimle."

"Üzülmeni istemiyorum. Kendini suçlayacaksın çünkü, biliyorum."

"Suçluyum zaten. Doğum kontrol haplarını almayı unutmasaydım böyle olmayacaktı."

"Hazan..."

"Gitmek istiyorsan, git," diyerek sözünü kesti. Bir yandan da beline sarılı kolları istemsizce gerilmişti. "Fatma teyze burada nasıl olsa. Eski hemşire, bana nasıl bakılacağını bilir. Sonra Aslı'yla Yaren var. Ömer dedemler de gelecek. Bir telefonla kapımıza koşacak bir sürü adam var. Feyzullah, Memduh, Ersin abi. Bir sürü insan işte. Benim yüzümden timi yalnız bırakma."

"Yavrum..."

"İyi düşün. Benim yüzümden onları çok ihmal ettin. Senin başına ne geldiyse onlar da benzer acıları çektiler. Benden hoşlanmıyorlar, biliyorum. Oğuz'la başlayarak koca timi yerle bir ettim neredeyse. Şimdi de seni başlarından aldım. Buna hakkım yoktu, ama oldu işte bir kere..."

Sıkıntıyla içini çekip, "Hazan yeter," dedi. "Ben kararımı verdim. Şimdi ya da istediğimiz bir zamanda hamile kalman bir şeyi değiştirmeyecekti. Yine idari göreve çekilip yanında kalacaktım. Durumdan çok mu memnunum? Değilim, ama zaten bu durumun memnun olunacak bir tarafı yok. Operasyona gitsem sen de aklım kalacak, yanında kalsam timde. Bir seçim yapmam gerekiyordu, seni seçtim. Timin de senden hoşlanmadığı falan yok."

"Ama..."

"Yok aması maması. Strese girmemen, üzülmemen gerekiyor. Hastasın, tonla ilaç kullanıyorsun, kabus görüyorsun. Operasyona gitsem bensiz daha beter olacaksın. Mesele yanında kaç kişinin olup olmayacağı değil. Gece yatağa yatınca beni arayacaksın, beni isteyeceksin. Tüm bunları bilirken nasıl bırakayım ben seni?"

Kolunu okşarken, "ama böyle de sen üzülüyorsun," dedi.

" Sen üzülme yeter."

Bağrını öptü.

"Of Fırat."

"Şşş," dedi. Bardağı masadan alıp son bisküviyle birlikte yedirip içirdi. Etrafı toplayıp Fatma hanımın yanına dönmeye niyetlenen karısını odalarına götürdü. Dişlerini fırçalarken beline sarılıp yanında durdu. Yatağa sokup midesinin bulantısı geçen sevdiği kızı soydu. Geçen günkü gibi vajinası ağzına gelecek şekilde üzerine yatırdı. Akıntısını kana kana içerken aleti Hazan'ın ağzında ve ellerinin arasındaydı.

"Immmhh karım..." Derin bir nefes aldı. "Kokusuna öldüğüm."

"Iııh...aaaah."

Bacaklarını öpüp ayaklarını okşadı. Top gibi yuvarlak ve dolgun kalçalarında dilini gezdirip emip öptü. Kadınlığından gelen akıntı boynunu, göğsünü ve yüzünü ıslatırken aldığı zevkten dolayı kendinden geçmek üzereydi. Ellerini teninde kaydırıp vajinasını tekrar ağzına alarak ağrıdığını bildiği beline masaj yapmaya başladı.

Ellerinin arasındaki şeyden gelen vıcık vıcık sesleri zar zor duyuyordu. Bir şeker emerken olduğundan daha hızlı değildi. Zaten sevdiği adamda ondan fazla bir şey beklemiyordu. Sadece dokunması ve ağzına alması için yapıyordu bunu. Hazan emindi ki zevkten çok acı veriyor, bu işi beceremiyordu. Uykusu vardı. Başını kasıklarına bırakmıştı. Böylece uyursa rezil olurdu ama kocasının, kilotrisnin tepesini emişi bile kendine gelmesini sağlamıyordu. Elleri yavaşlarken dudaklarını penisinden ayıramadan dalıp gitti.

Fırat Hazan'ın durduğunu fark etti. Sakin ve düzenli nefeslerini duydu. Ağır ağır yükselip alçalan sırtında gözlerini gezdirdi. Kadınlığından ayrılıp bacaklarını dikkatlice yatağa koydu. Yavaşça doğrulup Hazan'a baktı. Yüzünü örten saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. Minik ellerinin ince uzun parmakları penisine sımsıkı sarılmış, başı ağzındayken kasıklarında uyuya kalmış kıza bakakaldı. Ne tepki vereceğini bilemeyen yüz ifadesiyle bir süre şu halde bile gözüne dünyalar tatlısı görünen karısını seyretti. Bu anı zihnine kazımak istiyordu. Dudaklarından duyulur duyulmaz bir kıkırtı koptu. Eğilip sırtına dağılan saçlarını ve incecik belini öptü.

"Yavrum...yavrum benim."

Organındaki ellerini tuttu. Uyandırmadan cansız parmaklarını çözdü.

"Ih..."

"Şşş, uyu...uyu bebeğim."

Sırt üstü dönmeye çalışırken aletini ağzından çıkardığında koltuk altlarından kavrayıp kaldırdı. Sarılıp boynunu öptü. Başı omzuna düşerken, "Fırat...özür dilerim," diyerek mırıldandı.

"Saçmalama," dedi. Biraz daha emseydi boşalmak üzereydi, ama hamile karısının uykusu gelmişti. "Kurban olurum sana."

Yatağa yatırdı. Dudaklarını öptü.

"Süt kokulum benim," diyerek fısıldadı.

Geri çekildi. Aralanmış bacaklarının arasında dudakları ıslaklıktan dolayı birbirine yapışmış kadınlığını gördü. Çok güzeldi. Başını sokup yumuşacık dudaklarını Hazan'ı hafifçe sarsacak kadar güçlü bir şekilde defalarca kokusunu içine çeke çeke öptü.

"Mmmhhh...ıh."

Uykusunda bile inleyişi canını yakmaya başlayan aletini iyice şişirmişti. Biraz daha açtığı bacaklarıyla doğruldu. Banyoya gidecekti ama karısının güzelliğini seyrederken penisini kavradı. Hızlı hızlı sıvazlayıp iniltilerini bastırmaya çalışırken saniyeler içinde sevdiği kızın kasıklarına boşladı. Akan sıvının vajinasının dudaklarının üzerinde kayışını izledi.

"Of...lan," dedi, kısık sesiyle. "Kafayı yerim sana."

"Fırat..."

Yatakta, her zaman yattığı tarafta onu arayan karısının sesiyle kendine geldi. Yanına uzanıp, "buradayım," dedi. "Buradayım canımın içi."

Boynuna dolanan kollarla gece lambasını söndürdü. Yorganı üzerlerine çekti. Hazan bir bacağını üstüne attığında karnına yapışan kadınlığıyla kasıldı.

"Ah...sikeyim."

"Hı..."

Çıplak bedenine sarılıp, "yok," dedi. "Yok bir şey, uyu."

Boynunu emerek öpüp kendini sevdiği adama bastırıp sürttü. Göğsüne kıvrılıp uykuya teslim oldu. Fırat karnındaki vajinasını, göğsüne yapışan memelerini, tenine vuran sıcak nefesini ve kollarının arasındaki çırılçıplak varlığını yok saymaya çalışırken, "Allah'ım...sen sabır ver," dedi. İçine girmek istiyordu. Neye yaparsa yapsın tam anlamıyla doyamayacağını bildiği Hazan'a karşı içinde katlanılmaz bir açlık vardı. Aralarında bir santimlik bir mesafe dahi yoktu, fakat bir türlü yok edemediği bir uzaklık canını yakıyordu.

Başını boynuna bıraktı. Kokusunu solurken, "nasıl doyulur sana?" dedi, kendi kendine konuşur gibi.

💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦

Bölüm : 04.11.2025 20:09 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...