

❗❗❗🔞🔞🔞 Bölüm içinde +18 sahneler bulunmaktadır. Yaşı on sekizin altında olan ve açık cinsel içerikli sahnelerden hoşlanmayanlar okumasın lütfen 🔞🔞🔞❗❗❗
**********
Saat sabaha karşı dörde geliyordu. Açık perdelerden tekinsiz bir laciverte evrilmiş gökyüzünde akşamdan kalma bir yıldız göze çarpıyordu. Uzun, kıvrımlı, karışık ve esrarengiz ağaç dalları klasik, pek de üzerine düşünülmemiş bir tablonun son eklemeleri gibiydi. Sabahın bu saatleri sakin ve yalnız olurdu. Uykunun en tatlı yeri sarıp sarmalardı insanı. Birazdan güneş doğacak ve gün başlayacaktı. Hayatlarından memnun olmayan ruhların zamanın durmasını istediği bir andı belki de bu. Oysa ki Fırat ne sakin ve yalnızdı ne de zamanın durmasını istiyordu.
Hazan, üzerinde sırt üstü ve çırılçıplak yatarken mışıl mışıl uyuyordu. Düzenli nefes alışverişleri canlı ve sıcacıktı. Büyük memelerinin uçları yükselip alçalan göğsüyle titreşiyordu. Kalçaları kasıklarında yuva edinmişti. Elleri karnına sarılı kollarına sıkıca tutunmuştu. Fırat ise yastığı dikleştirip ahşap yatak başlığına yaslanmış, donuk gözleri penceredeyken bir saniye bile uyumamıştı. Aklı timdeydi.
İran'nın batısında Irak sınırına 120 kilometre uzaklıktaki Kirmanşah ilinde bulunan Basra mahallesindeki, Türkiye'ye gönderilmek üzere yetiştirilen canlı bombaların bulunduğu hücre evlerini patlatıp başlarındaki Gaffur denilen adamı sağ olarak ele geçirmeleri gerekiyordu. Sivil hassasiyeti açısından kritik bir bölgeydi. Yerleşim yerlerindeki operasyonel faaliyetler dağlık arazide mücadele etmekten daha zordu. Sıcak temas tehlikeliydi. Albay İran devletinden operasyon için izin almaya çalışıyordu. Fırat Kadir'in bu işin altından kalkıp kalkamayacağı konusunda emin değildi. Birine bile bir şey olmasını kaldıramazdı. Tıpkı yokluğunda Hazan'a bir şey olmasını kaldıramayacağı gibi.
Göğsü daraldı. Sevdiği kızın karnını okşayıp saçlarını öptü. Hazan hafifçe kımıldayıp birkaç kez öksürdü. Kollarının arasında yüz üstü döndü. Kadınlığının dudakları aralanıp penisinin başını içine aldığında kasılıp inledi. Koltuk altlarından tutup yukarıya çekti. Yüzü boynuna denk gelirken yorganı omuzlarına kadar örttü.
"Ih...mmmh..."
Yanağını öptü.
"Şşş."
"Fırat..."
"Yavrum," diyerek fısıldadı.
"Susadım."
Hareketlenip karısını yatağa bırakırken, "tamam bebeğim," dedi. "Alıp geleyim."
Hazan yorganı bacaklarının arasına alıp uykusuna kaldığı yerden devam ederken kalçasına dudaklarını bastırıp yataktan kalktı. Boxserını ve eşofman altını bulup üstüne geçirdi. Alt kata inip buzdolabından almak yerine damacanadan bir bardağa su doldurup odaya götürdü. Suyu komodinin üstüne bırakıp oturdu. Saçlarını koklayıp, "Hazan," dedi.
"Hı?"
"Suyunu getirdim, kalk hadi."
İçini çekip vücudunu sevdiği adama çevirdi. Yüzleri birbirine çok yakındı. Nefesleri iç içe girerken yarı uykulu yarı uyanık zihniyle dudaklarına uzandı. Yavaş ve sakin bir ritimde başlayan öpüşmeleri giderek derinleşip şiddetlendi. Hazan'ın elleri Fırat'ın saçlarına daldı. Fırat'ın elleri ise sevdiği kızın bedeninde asla bitmesini istemediği bir yolculuğa çıkmıştı. Nefesleri hızlanıp vahşi iniltiler çıkartırken geri çekilen Fırat oldu.
"Dur," dedi, yutkundu. "Dur yavrum."
Doğrulup suyu aldı.
"Gel."
Yataktan destek alarak kalktı. Bardağı iki eliyle kavrayıp kana kana sonuna kadar içti. Ardından, kocasının gözleri doyumsuz bir açlıkla üzerinde gezinirken banyoya girdi. İşini halledip geri geldiğinde yatağa çıkarak uzandı. Fırat yanına sokulup alnını öptüğünde kollarını boynuna sardı. Asılıp üstüne çekerken, "gel," dedi. "Altına al beni."
Biraz eğilip koca gövdesini küçük varlığına örtse de boynunda nefeslenip, "rahat dur," dedi. "Uykun var, kendinde değilsin."
"Hayır, kendimdeyim. Seni istiyorum."
"Hamilesin."
Dudaklarını yanağına sürttü.
"Bu seni istememe engel mi?"
"İçine giremem, biliyorsun."
"Olsun, seni hissetmek istiyorum. O kadarcığı da yeter."
Ona yeterdi, ama Fırat'a yetmiyordu. Her şeyiyle sabrını bu kadar sınamak zorunda değildi. Dişlerini sıkıp sevdiği kızın hevesle araladığı bacaklarının arasına girdi. Az önceki ateşli öpüşme kaldığı yerden devam ederken karısı ellerini teninde gezdirmeye başladı. Yüzünden boynuna, oradan göğsüne ve uçlarına dokunan soğuk parmakları can yakıcıydı.
"Ahhh...yavrum..."
Sertçe dudaklarına asılıp kanatmadan ısırdı. Ellerini aşağılara indirip meme başlarını sevdiği adamın göğsüne sürttü. Karın kaslarından geniş ve adaleli sırtına tırmandı. Fırat'ı çıldırtan tüy kadar hafif dokunuşlarla keşfe çıktı. Belki yeni uyandığı için, belki de ilaçlar yüzünden başı dönüyordu. Bir yükseklikte savrulurken düşecekmiş gibi hissediyor, ama kocasının gövdesine sığınıyordu. Gözleri kapalıydı. Dudaklarının arasındaki dudakları iştahla emerken çıkan şapırtılı sesler içindeki ateşi harladı. Islık sesini andıran iniltileri acılı bir zevkin yansımalarıydı.
Elleri aşağılara doğru ilerledi. Boxserını ve eşofman altını tutup yavaşça sıyırdı. Tamamen çıkarmakla uğraşmayıp organını kavradı. Dudaklarını ayırıp gözlerine bakan kocasıyla duraksadı.
Soluk soluğa kirpiklerini aralayıp gözlerine baktı.
"N-noldu?"
"Bilerek mi yapıyorsun?"
"Neyi?"
Aletini eline itip, "bunu," dedi. "Oynama benimle."
Penisini kadınlığının girişine dayadığında ikisi de ani bir elektriklenmeyle inledi. Boynuna sarılıp sürtünerek başını içine aldı. Sıkıca sarıp Fırat'ın gözlerinde yanan korlar üstüne düşecek zannederken alt dudağını ısırdı. İniltilerini bastırmaya çalışıp bacaklarını beline doladı.
"Hadi," dedi, sevdiği adamın ürkütücü yüzüne bakmaya çekiniyordu.
"Ne hadi?"
"Ya-yap işte."
"Napayım?"
Kaşları çatılıp dudakları küskünce büzüldü.
"Fıraaat," dedi, mızmız bir sesle. "Biliyorsun ne istediğimi."
Burnuyla dudağının arasını öptü. Kendini yavaşça girişine bastırıp, "bilmiyorum," dedi. "Anlamıyorum ne istediğini."
Canı yanmış gibi kasılıp titrerken ellerini bağrına koydu.
"Ge-gerçekten mi?"
"Gerçekten."
"Ama böyle de sen benimle oynuyorsun?"
Dudağının kenarına dudaklarını bastırıp, "öyle mi yapıyorum?" dedi, alay ediyor olmasına rağmen sesi gayet ciddiydi.
Omzuna vurup, "öyle," dedi. "Yaptığın günah ama senin."
Kırgın ve şımarık sesi Fırat'ı güldürdü.
"Nereden çıktı şimdi? Kafana göre fetva mı verir oldun?"
"Hamileyim ben, anne sayılırım. Üzüyorsun beni. Ayrıca belki sana aşeriyorum, ama sen bana istediğimi vermiyorsun."
Yanağını öpüp ısırdı.
"Anneliğini yesinler senin," dedi. "Ölürüm sana. Kurban olurum lan!"
"Gerçekten aşerdiğimde de böyle mi yapacaksın? İstediğimi almayacak mısın bana?"
Kendini yana atıp Hazan'ı göğsüne çekti. Sıkıca sarıp boynuna gömüldü.
"Saçmalama," dedi. "İste dünyayı sererim önüne."
"O zaman yap işte şunu. Canım yanıyor."
Bacağını tutup üzerine aldı. Hâlâ içinde olan penisini yavaş yavaş, dikkatlice hareket ettirirken, "tamam," dedi. "Canımın içi."
"Ihhhhaaaaahhhh....mmmmh..yaaaahh..."
Dudaklarını kapanıp, "şşş," dedi, uyarıcı bir sesle. Hazan kollarının arasında hafifçe sarsılıp aşağı yukarı sallanıyordu. Hamileikten dolayı gereğinden fazla cinsel çekim hissedip tahrik olduğunun farkındaydı. Orgazm geçirmeye dünden razıydı. Hamile olmadan önceki sevişmelerinde de geçiriyordu. Fırat buna dikkat ediyor, Hazan'ı zevk alırken gördükçe kafayı yiyordu. Bu hali de tam delirmelikti.
"Ko-kocam...ah!"
"Sus, bebeğim, sus. Gel buraya," diyerek başını boynunun altına sakladı. Sırtına geçen tırnaklarını hissetti. Acıdan ziyade haz duyarken dudağını şakağına dayadı. Bir elini kalçalarına indirip kasıklarına bastırdı.
"Mmmmhhhaaaahhh...of...ıh...of...yaah."
"Ne, lan ne?"
"Ç-çok seviyorum seni."
"Benim kadar sevemezsin."
"Ah...ah...ah..."
Yanağını yanağına sürtüp kolunu öptü.
"Ne güzel inliyorsun sen öyle? Hı? Canım."
Saçlarını sevip başını iyice kendisine doğru çekti.
"Fı-Frat'ım...oh...oh...mmmmh."
Kontrollü bir şekilde hızlandı. Yatağın yaylarının belli belirsiz gıcırtısına çarşafların hışırtısı karışıyordu.
"Gel...gel yavrum."
"Iııh...i-istemiyorum...ya-yavaşla...ah..."
Yavaşlayıp, "canın mı yanıyor?" diye sordu gerilen sesiyle.
"Ha-hayır...çok...çok iyi geliyor. Bi-bitsin istemiyorum."
Acı acı kaşınan bir yeri bir tırnağın ucuyla kaşınıyormuş gibi rahatlatıcı bir an yaşıyordu. Islak bir haz içindeydi. Bitmesin, durmasın istiyordu.
"Kurban olduğum...olmaz öyle. Yorulmaman lazım. Gel...gel hadi. Sıkma kendini. Yine yaparız, canımın yarısı."
Kadınlığı kasılıp, vücudu titrerken, "sö-söz mü?" dedi.
"Söz, gel, gel kocana."
"Ta-tamam," dediğinde Fırat tekrar hızlanmıştı. Çığlık atmak üzereyken dişlerini etine geçirdi.
"Lan!"
Tırnakları sırtını boydan boya çizerken etinden ayrılan dişleriyle çektiği başını boynuna bastırdı. Birkaç saniye sonra Hazan boşalmıştı. Kasılıp gevşeyen bedeni, terleyip ısınan teniyle kollarında öylece kaldı.
Saçlarını sevip tenini okşarken başını öptü. Kokusunu soluyup sırt üstü uzanıp sevdiği kızı üzerine aldı. Yorganı çekip sarıp sarmaladı.
"İyi misin?"
"Çok."
Gülümsedi.
"Güzel, uyu artık."
"Sen?"
"Senden sonra uyurum, hadi."
"Ama uyumuyorsun."
"Gülüm..."
"Hissediyorum uyumadığını. Üzgün olduğunu hissediyorum," dedi. Boynunu öptü. "Fırat timle git. Nolur? Benim için, bebeğimiz için git."
"Hazan gece konuştuk bunları."
"Ne konuştuk? Bahanelerini."
"Hazan..."
Gözlerine bakıp, "ne?" dedi. "Ya time bir şey olursa?"
"Olmayacak. "
"Nereden biliyorsun? Ya olursa? Sonra ne olacak biliyor musun?"
"Ne olacakmış?"
"Kendini suçlayacaksın. Şimdi üzülüp kahrolduğundan daha çok üzülüp kahrolacaksın. Sonra beni ve bebeğimizi suçlayacaksın..."
"Saçmalama."
"En azından ben öyle hissedeceğim. Benim yüzümden olmuş gibi. Kendimi suçlayıp senden uzaklaşacağım. Belki sen kendi acında boğulurken fark etmeyeceksin ve zamanla birbirimizden uzaklaşacağız. Bize bunu yapmaya ne hakkın var?"
"Neyi Hazan? Kafanda kurduğun senaryolara seninle birlikte üzülmemi bekleme benden."
"Tim de seni bir daha affetmeyecek, komutanlarında. Ben yine evden gitmek, senden ayrılmak isteyeceğim..."
"Yeter! İleri gidiyorsun! Sus!"
"Banane. Ben böyle bir sorumluluğun altına girmek istemiyorum. Beni buna zorlamaya hakkın yok."
Dilini damağında gezdirip sertçe soludu.
"İstediğini alıp yine canıma okumaya başladın," dedi.
"Bu bir veda sevişmesiydi. O operasyona gideceksin."
"Benimle böyle konuşma diye kaç defa söyledim sana? Canımı sıkma benim."
"Öyle mi?"
"Öyle. Ne seni, ne de bebeğimi bırakıp hiçbir yere gitmiyorum."
Fırat'ın sert ve baskın tavrı karşısında dolan gözlerini kırpıştırıp, "peki," dedi. Üzerinden kalkıp yanına yattığında sevdiği adam hiçbir tepki vermemişti.
********
Askeriyeden gelen telefonla Hazan uyurken ayak parmaklarına varana kadar her yerini öpüp evden çıktı. Kışlaya ulaştığında sabah ezanı henüz yeni okunmuştu. Üniformasını giyip karargah odasına geçti. Tim, binbaşı, albay ve tuğgeneral masanın etrafındaydı. Yerine geçti. Operasyonun kritiği, gelen istihbaratların içeriği ve kaynakları tekrar kontrol edildi. Plân ve haritaların üzerinden defaatle geçildi. Bölgeye vardıktan sonra operasyonun plana sadık kalındığı ve işlerin yolunda gittiği düşünülerek iki hafta içinde başlayıp biteceği öngörüldü. Şehir içi harekâtlar arazi, ulaşım, mühimmat gideri, alan teftiş, sığınak ve barınak bulmak, düşmanın yerini tespit etmek açısından dağlık araziye göre daha kolaydı. Fakat sivil halkın güvenliği, operasyon yapılan ülkenin iç politikasına ve halkına zarar vermemek, karışıklığa yol açmamak gibi dikkat edilmesi gereken stratejik unsurlar mevcuttu. Hem kendi vatanının hem de bulunduğun toprakların sorumluluğunu sırtına almak zorundaydın.
Saatlerce plan üzerine konuşuldu. Oluşabilecek bütün handikaplar tespit edilip, her birine A, B ve C olmak üzere üç ayrı plan oluşturuldu. Nihayet toplantı bitip tim odadan çıkıp giderken Fırat da ayaklandı. Albay durmasını söylediğinde, "emredin komutanım," dedi.
"Otur asker."
Kalktığı yere çöktü.
Tuğgeneral gözlerinin içine baktı.
"Bu operasyon çok zorlu olacak, farkındasın değil mi?"
"Farkındayım komutanım."
"Eğer onlara bir şey olursa ne kadar büyük bir vebalin altına gireceğini de biliyor musun?"
Hazan'ın sabahki sözleri aklında dönüp dururken, "biliyorum," dedi. "Allah'ın izniyle bir şey olmayacak komutanım. "
"Bu işler böyle yürümez asker. Nasrettin hoca gibi hamağa yatıp inek geri dönsün diye dua edecek vaktimiz yok bizim. İyi düşün. Yediğin haltlar kayıtlarda yazmaz ama biz biliriz. Devletine borcunu böyle mi ödeyeceksin?"
Kulağından içeriye bir şiş sokulmuş, zarını deliyormuş gibi tiz bir acı hissetti. Uğultulu sesler, titreşerek açılıp kapanan sarı ışıklar gözlerini aldı. "Yediği haltı" bir suç olarak görmüyordu. Devletine borçlu olmasına borçluydu, haklılardı, ama Hazan? Ya gidip de dönemezse? Ya dönüp de bulamazsa? İki hafta çok uzun bir vakit değildi ama ya ecel vakitten önce gelirse? İçinde yine kötü bir his vardı. Bir şey olacaktı. Ya time, ya Hazan'a ya da ona. Bir şeyleri kontrol altında tutmak istedikçe kader yine bildiğini okuyordu. Teslim olmak istemedi.
"İran hükümeti operasyon izni vermedi. Belli ki birilerinden korkuyorlar. Operasyon gizli yürütülecek. Tim yakalanırsa ne olacağını biliyorsun," dedi Halit albay.
"Biliyorum komutanım."
Albay Fırat'ın gözlerinin içine baktı. Onu anlıyordu, öz evladı gibi görüp güzel bir hayatı, hayırlı bir kaderi olsun istiyordu. Bunca zaman başından geçip gidenlerin azından çoğundan haberdardı. Hazan'ın da öyle. Ama baba olmak başka, komutan olmak başkaydı.
"Evlât."
"Emredin komutanım," derken önüne düşen başını kaldırdı. Göğsü birilerinin ayakları altında eziliyordu.
"Karının durumunu biliyoruz. Zannetme ki seni anlamıyoruz. Ben de geçtim aynı yollardan. Hanımı ardımda gebe bırakıp dönünce kundağı boş buldum. Anasını ölüm döşeğinde son bir kez göremeden giden mehmetçikler var. Acını kıyaslayıp değersizleştirmek değil derdim. Ama ne diyeyim evlat, vatanın sana ihtiyacı var. O emreden, biz kuluz. Akşama kadar düşün taşın, sonra gel kararını bildir."
Karargah odasından çıkıp ikinci kattaki odasına gitti. Bu gece nöbeti vardı. Masada biriken evrakları düzenledi. Dün geceki nöbet raporlarını okudu. Yeni çizelgeyi imzaladı. Operasyon belgelerini dosyalayıp kaldırdı. İçindeki hengameye, kafasının içinde cirit atan her şeye rağmen dışardan sakin ve telaşsızdı. Ölüme aşıkken şimdi ölümden korkar olmuştu. Sevdaya kavuşmak değildi asıl mesele, elinde tutabilmek, elinde kalabilmekti. Böyle olsun istememişti. İstemiyordu.
Şakaklarına ağrılar saplanırken imzaladığı çizelgeyi kapıda duran emir erine verdi. Spor tesisine inip acemi birliğinin başına geçti.
"Eee kız bu akşama ne edelum? Ne sever kocan?"
Uzandığı salıncakta usul usul sallanırken bahçe masasında oturmuş karalahanaların saplarını kıran Fatma hanıma gözlerini değdirdi.
"Bilmem," dedi, öylesine. Sesi alabildiğine ilgisizdi. İçi sıkılıyordu.
"Noldu sana? Kavga mı ettiniz? Sabahtan beri bir garipsin."
"Yooo. İyiyim. Uykumu alamadım sadece."
"Senin herif, seni gece koynumdan alıp yine rahat bırakmadı mı? Hamile kadına bu kadar eleşilmez, de bakayım ona."
Hazan umursamadan yastığa sarılıp salıncağın dibinde uyuklayan Fındık'a bakıp gülümsedi. Rüzgâr hafifçe eserek saçlarını seviyor, siyah üzerine beyaz çiçek desenleri olan, düşük omuzlu, balon kollu, kalp yaka, derin bir yırtmaca sahip uzun elbisesinden açıkta kalan bacağına ve ayaklarına serin nefeslerini üflüyordu. Birazdan ustalar gelecekti. Belki Fırat da gelirdi ama içeriye geçip üstünü değiştirmek istemedi. Sevdiği adam sabah canını sıktığını söylemişti, biraz daha sıkılabilirdi. Neden onu düşündüğünü anlamıyordu? Hazan çok mu meraklıydı daha kavuşalı bir ay olan kocasından ayrı kalıp her anı acaba iyi midir, bir şey olmuş mudur, aç mıdır, açıkta mıdır diye yüreği ağzında yaşamaya. Biliyordu işte, bir şey olursa bunun biletinin onların aşkına kesileceğini, Fırat'ın yerle bir olacağını, dağılan şeyleri toplamakta sevdiği adam kadar başarılı olmadığını ve her şeyi mahvettiğini düşündüğü an bu evde daha fazla kalamayacağını biliyordu. Bunu yuvalarına yapmaya hakkı yoktu.
Dolan gözlerini kırpıştırıp sırt üstü döndü. Yapraklarını dökmeye başlayan ağaçların arasından parlak ve mavi gökyüzünü seyretti. Salıncak ağır ağır sallanmaya devam ederken elini karnına koydu. Okşamaya başladı. Hayatta hiçbir şeyin keyfini tam anlamıyla çıkaramayacağını anlamıştı. Hep eksik kalan bir şeyler olacaktı. Belki de onun dallarından düşen bir hazan yaprağı her zaman aralarında savrulup duracaktı. Kendini bir anlığına öylesine güçsüz ve yalnız hissetti ki Fatma hanımla Fındık bile yok olmuşlardı. Rüzgâr esmeyi, kuşlar ötmeyi, ağaç dalları sallanmayı bırakmıştı. Güneş ısıtmıyordu. Üşüdü. Saç diplerinden parmak uçlarına kadar kar yağdı. Ağlamak üzere olduğunu fark edince doğruldu. Sarı terliklerini giyip Fatma hanımı duymazdan gelerek mutfak kapısına ilerleyip eve girdi. Tavşanlı panduflarını ayaklarına geçirdiğinde biraz olsun iyi hissetti. Üst kata çıkıp yatak odalarına vardı. Kapıyı kapatıp yatağa uzanmadan önce Fırat'ın kazaklarından birini aldı. Sımsıkı sarılıp hakim olmaya çalıştığı hıçkırıklarıyla ağlarken yorgun düşüp dakikalar sonra uyuya kaldı.
Vakit öğleni epey geçmişti. Hazan hâlâ uyuyor, ustalar kapıyı takmadan evvel balkonu yapıyorlardı. Fatma hanım poğaçaları fırından çıkarıp keki sürdü. Çayın altını kısıp demlenmeye bıraktı. Etli bezelyeyle pilav yapmış, sardığı karalahanayı buzluğa koymuştu. Ezogelin çorbası kaynarken Trabzon pidesinin hamuruna baktı. Mayalanıyordu. O sırada motor sesini duydu, ardından kapı çaldı. Mavi cemberini düzeltirken gidip açtı. Fırat gelmişti.
"Hoş geldin oğlum," dedi.
"Hoş bulduk," derken gözleri Hazan'ı arıyordu. Ayakkabılarını çıkarıp içeriye girdi.
"Hazan nerede?"
Kapıyı kapatırken, "odasında uyuyor," dedi. "Ne ettiysen kızıma bütün gün yüzü gülmedi."
Cevap vermeden merdivenlere yöneldi. Odaya çıkıp kapıyı kilitledi. Hazan beyaz çarşafların üzerinde kazağına sarılmış uyuyordu. Elbisesinden açıkta kalan bacağını, minik ayaklarını, çıplak omuzlarını ve taşan gögüslerini içi giderek izledi. Banyoya gidip elini yıkadıktan sonra yatağa oturdu. Ayaklarını öpüp kokladı, yüzünü sürdü. Bacağını okşayıp dudaklarını gezdirdi. Yanına uzandı. Saçlarını sevdi. Ateş parçası gözlerini örten uzun, gür ve kıvrımlı kirpiklerine dokundu. Burnunu öptü. Hafif etli yanağında soluklandı.
"Hazan...Hazan'ım."
Dudakları buluştu. Sakince öpüp geri çekildi. Kazağını elinden alıp kollarını boynuna sarmasını sağladı. Karşı koymadan göğsüne sokulduğunda beline dolandı. Omzunu öpüp kokladı.
"Fırat..."
"Yavrum."
İyice bağrına sığınıp bacağını üzerine attı. Sevdiği adamın büyük ve kaba eli elbisesinin içine girip kalçalarını okşamaya başladığında, "ne zaman geldin?" dedi.
"Şimdi geldim."
"Saat kaç?"
"Dörde geliyor."
Kalbinin üstünü öptü. Sabah olanları da uyumadan önceki halini de hatırlıyordu. Ama içi Fırat'a karşı koyamıyordu. Çok seviyordu. Öfkesini bile çok seviyordu.
"Ya? Çok uyumuşum."
Beline masaj yaparken saçlarını öptü.
"Olsun," dedi. "Hamilesin sen, uyuyacaksın tabii."
"Fatma teyzeye ayıp oldu."
"Olmamıştır. Biliyor ya hamile olduğunu."
İçini çekti.
"Ustalar mı geldi," diye sordu. Aşağıdan gelen sesleri boğuk da olsa duyuyordu.
"Hı hı."
Başını geriye atıp göz göze gelmelerini sağladı. Üstünde üniforması olduğunu fark etti. Belli ki geri gidecekti. Kocasının o çok sevdiği kara gözleri yorgun ve sesi gibi durgundu. Operasyonla ilgili bir şeyler olduğunu anlamakta güçlük çekmedi. Timin gidip gitmediğini bilmiyordu, ama henüz hiç kimseye hiçbir şey olmamışken bile sevdiği adamın içten içe tükendiğini görebiliyordu. Bu canını yakarken sinirlendi. Yine de sevgisi daha ağır bastı. Şarap kırmızısı, köfte dudaklarına uzanıp sıkıca öptü. Yatakta yukarıya kayıp Fırat'ı göğsüne çekti. Yüzü göğüslerinin arasına gömüldüğünde dudaklarını başına bastırıp bir eliyle sırtını sıvazlarken diğer eliyle saçlarını sevdi.
Sevdiği kızın kokusu ve yumuşacık göğüsleri ruhunu dinginleştiriyordu. Bir ömür böylece kalıp gözlerini kapattığı an gömüldüğü karanlığa mahkûm olmak istedi. Artık konuşması gerektiğini biliyordu. Timi yalnız bırakmamaya karar vermişti. Hazırlıklar bitmişti, onu bekliyorlardı. Bu hali Hazan'ın sandığı gibi timle değil, karısının teninden ayrı geçecek iki haftayla ilgiliydi. Görev zordu. Süresi kısa ama muhtevası ölümcüldü. Daha kötülerini de görmüştü. Sol göğsünün altındaki mermi yarası o zamanlardan kalma bir hatıraydı. Sağ göğsünde, karın boşluğunda, sırtında da onlarcası vardı. Bir bu kadar daha olsa gocunmazdı, ama Hazan elini kolunu bağlıyordu. Gözünden süzülüp karısının tenine düşen bir damla yaşa engel olamadı.
"Fırat..."
"Karım," dedi bastırarak. Öyle sahiplenici bir tonda söylemişti ki Hazan her bir zerresiyle ona ait olduğunu iliklerine kadar hissetti.
"İyi misin? Bir şey mi oldu? Konuşmak istersen dinlerim."
Memelerine peş peşe öpücükler kondurup, her öpücükle birlikte kokusunu ruhuna kadar çekerken kolları incecik belini mengene gibi sarıyordu. Sabah o kadar kesin konuştuktan sonra şimdi gideceğini söylemek ağır geliyordu.
Alnını öptü.
"Fırat'ım," dedi. "Kara gözlüm, canım kocam, hadi, konuş, nolur?"
"Şşş, yalvarma bana şöyle. Konuşacağım. Gel," diyerek yatakta doğrulup kucağına aldı. Gözlerinin içine dalıp Hazan üniformasının omuzlarındaki yıldızların üzerinde parmaklarını gezdirirken, "lafı uzatacak gücüm yok," dedi. "Direkt söyleyeceğim. Timle gidiyorum."
Yıldızların üzerindeki parmakları durdu. Bakışları boşluğa düşerken nefesi tekledi. Kalbinin atış hızı yavaşladı. Kan akışı durdu. Kirpikleri titredi. Elleri ve ayakları buz kestiğinde Fırat kendine çekip boynunu öptü.
"Özür dilerim," dedi. İçi sökülüyordu. "Mecburum."
Gözleri doldu. Sevdiği adamın sesindeki çaresizlik göğsüne derin bir kesik attı. Sıkıca sarıldı. Her ne olursa olsun gitmesini o da istiyordu ve olması gereken de buydu.
Yanağını öptü.
"Tamam sevgilim," dedi. "Git," derken de titreyen sesine hakim olamadı.
"Yavrum..."
"Kötü hissetme kendini. Dün de söyledim, bir sürü insan var yanımda. Timi yalnız bırakmaman en doğrusu."
"Çok seviyorum seni."
"Ben de seni çok seviyorum. Sağ salim git ve dön, tamam mı?"
İçindeki o kötü his gırtlağında çığlıklar atarken yutkundu.
"Döneceğim," dedi. "Bırakır mıyım seni?"
"Bırakmazsın, bırakma."
"Bırakmayacağım. İki haftalık bir görev zaten. Çabuk döneceğim."
Boynuna sokuldu.
"Ya?"
Ensesini öptü.
"Ya," dedi. "Kendine iyi bakacaksın ama, tamam mı? Gözümü arkada bırakmayacaksın benim. Nasıl bıraktıysam öyle bulacağım seni. Kilo vermek, ağlayıp kendini üzmek yok. Anlaştık mı?"
"Anlaştık kocam."
"Kocan ölsün sana. Aslı'yla Yaren'le de konuştum. Ömer ağalar da yarın geliyor. Dönünce yavaş yavaş istemeyi, kınayı, nişanı yaparız. Tamam?"
"Hiçbiri olmasa da olur, sen dön, o bana yeter."
Çene kemiğini buldu dudakları.
"Kurban olduğum. Döneceğim, söz."
"Bordo sözü mü?"
"Bordo sözü. Daha sağlamını bulamazsın."
"Aramam ki zaten. Canım."
Gözlerinden akan yaşlarla burnunu çekti. Yüz yüze gelmelerini sağladığında Hazan'ın da ağladığını gördü. Alınlarını birleştirip yanaklarını avuçlarına aldı. Yaşları silerken dudaklarını dudaklarıyla örttü.
"Ağlama," dediğinde sevdiği kızın her zaman soğuk olan elleri yüzünü buldu.
"Sen de ağlama o zaman."
Gıdısını emerek öpüp, "sana çektim ama, napayım," dedi.
"Yalan söyleme. Ben ağlarken bu kadar yakışıklı olmuyorum."
Güldü. Burnunu burnuna sürtüp, "çünkü sen çok güzelsin," dedi.
"Öyleyim tabii. Aksini söylemedim ki."
Yüzünü göğsüne gömüp öpücükleriyle talan etti. Yatağa yatırıp üstüne çıktı. Elbisesini aşağı çekip memelerini açtı. Emip yalayıp ısırırken sevdiği kızın iniltilerini dinledi. Tenini gözyaşlarıyla ıslattı. Gitmesi gerekiyordu, ama eteğini kaldırıp bacaklarının arasına girdi. Karnını öpüp bebeğini sevdikten sonra külotunu sıyırdı. Koklayıp akıntısına dilini daldırdı.
"Aaahhhhaaahhh...mmmmıııh..."
Kana kana, yudum yudum içerken çalan kapıyı umursamadı.
"Hazan!"
Karısı telaşla yataktan kalkmaya çalıştığında müsade etmedi.
"Fırat...bırak. Fatma teyze kapıda."
"Kız! Ses versene!"
"Fırat..."
"Şşş, gitmesini söyle."
İşine kaldığı yerden devam ederken Hazan yutkundu. Sesini toparlamaya çalışıp, "efendim Fatma teyze?" dedi.
"Çay koydum bahçede, ustaları da çağırdım, siz de gelin."
Cevap vermeye hazırlanırken sevdiği adam dilini içine soktu. Çığlık atmamak için kendini sıkarken üniformasıyla bacaklarının arasında, yüzü kadınlığına gömülü kocasına baktı. Nefeslerini düzenlerken bu anın utancını yaşıyordu. Başını yatağa geri bırakıp, "bi-biz gelmiyoruz," dedi. "Yani...ıh...birazdan geliriz!"
"Kız ne demek birazdan?! Elin herifleriyle ben ne yapacağım bir başıma?! Kocana söyle evin erkeği olarak hemen aşağı insin!"
"A-a-ah...mmmh...bi-birazdan geleceğiz! Sen in aşağı!"
"Kız sen beni dinlemiyor musun?"
"Yaaaah....Fırat...of...dinliyorum, a-ah...ama işimiz var, lü-lütfen..."
Fırat boşlmak üzere olduğunu hissedip diliyle hızlı gelgitler yapmaya başladığında çarşafları sıktı. Başını elinde olmadan sağa sola sallayarak çırpınıyordu.
"Ne işi kız bu? Ben bilirim o işi. Bugünün gecesi de var."
Titreyerek boşalırken yastığı ısırarak çığlıklarını boğdu. Fırat bacaklarının arasından çıkıp askeri üniformasının kemerini açıp fermuarını indirdi.
"Fırat..."
Boxserını sıyırıp üzerine uzandı.
"Fırat...du...ah..."
Kendini yavaşça içine itmişti. Dikkatlice vajinasının duvarlarına sürtünürken başını boynuna bırakmıştı. Kocasına sıkıca sarılıp yüzünü omzuna gömdü. Üniformasının kokusunu soludu. Toprak, barut ve Fırat kokuyordu. Bu koku bile ıslanmasına yeterken onca zaman hayal ettiği anı yaşıyordu. Sevdiği adam üniforması üstündeyken içindeydi. Daha derinlerinde hissetmek istese de bununla da yetinebilirdi.
"Ihhhmmmmhhhh...ahhh."
"Kız getirme beni oraya. Zilli seni! Şimdi mi buldun kocayı?!"
Gözlerini açtı.
"Fı-Fırat," dedi telaşla.
"Gülüm."
"İçeriye girecek...ıhhh..."
"Girsin."
Tırnaklarını sırtına geçirdi.
"Ahhhhğğğ...mmmh...ne demek gi-girsin ya? Bi-bizi böyle mi görsün?"
"Görsün yavrum."
"Ya...ıhmmmh...de-delirdin mi? Offff...rezil olduk."
Yanağını öptü.
"Niye rezil olalım?" dedi. "Sen karım değil misin benim?"
"Ah...ö-öyleyim...a-ama...ayıp."
"Ne ayıbı? Karı kocanın kapısına dayanmadan önce ayıbı onun bilmesi gerekmiyor mu?"
Bu sefer o da boşalmak istiyordu. Hazan'ı yormadan içinde yavaş yavaş hareket ederken bir eli penisini kavrayıp sıvazlamaya başladı.
Hazan ne yaptığına bakıp gözlerini kaçırdı.
"Ö-öyle ko-kocam ama o da haklı. Kı-kızma."
Dudaklarını öpüp gözlerine baktı.
"Ne kızması lan? Yanıyorum. Gitmeden seni seveyim diye geldim. Sabahki gibi kırgın ayrılmayalım diye."
"Ihhmmmmaahh...bi-biliyorum Fırat'ım. İ-iyi ki geldin."
Dudaklarını bir kere daha öptü.
"Kapıda bana, ne ettiysen Hazan'ın yüzü bütün gün gülmedi, dedi. Surat mı astın bütün gün?"
"Ü-üzgündüm...mmmh...biraz. Ama Fatma teyzeye...a-ah...hiçbir şey sö-söylemedim."
Boynunu öptü.
"Söylesen kaç yazar? Sen benim karımsın. Aramızda olup bitenden kime ne?"
"Hazan! Kız!"
"Fırat...gelecek..."
"Gelsin."
"Yahhhaaaah...ciddiye alsana beni...ıh."
"Alıyorum, sadece o umrumda değil."
"Hoşlanmadın mı ondan?"
Alnını alnına dayadı.
"Ben bir tek senden hoşlanıyorum."
Aletini bırakıp elini yatağa koydu. Ritmik bir şekilde hızlandı. Hazan'ın gözleri kapıdaydı. Kolun hareket ettiğini görünce, "Fırat!" dedi telaşla ama kapı açılmadı.
"Uh kapıyı da kilitlemişler."
İkisi de sona yaklaşmak üzereydi. Fırat dudaklarını birleştirdi. Boşaldığında sıvısı karısının içini doldurmuştu. Fatma hanım ise kapıdan az evvel gitmişti. Yatağa uzanıp Hazan'ı üstüne aldı. Nefes nefese bir müddet öylece durdular.
"İyi misin yavrum? Ağrın sızın var mı?"
"Yok, iyiyim. Sen? Rahatladın mı?"
"Rahatladım. Çok iyi geliyorsun bana."
"Dün gece...uyuya kaldım ama. Özür dilerim."
Dudakları saçlarının arasında dolanırken, "saçmalama," dedi. "Çok tatlıydın. Deli oldum sana."
"Ya?"
"Ya."
"Ama rahatlatamadım seni. Banyoda kendine dokunmak zorunda kaldın kesin."
"Kendime dokundum, ama banyoda değil."
"Nerede?"
"Burada. Üstüne boşaldım."
Sol göğsündeki soyisimlerini okşayan eli durdu. Bu tuhaf hissetmesine neden olurken sessiz kaldı.
"Kızdın mı?"
"Ha-hayır. Seninim ben. Ne istersen yapabilirsin bana."
"Yapacağım. Bir doğur sen, elimden kurtulamayacaksın."
"Kurtulmak da istemeyeceğim."
"Hı?"
"Hı hı."
"Kurban olurum sana. İyi misin hâlâ?"
"İyiyim, dedim ya."
"Tamam, gel, duşa girelim. Sonra ben...gideyim artık."
"Tamam kocam."
Soyunup birlikte duşa girip çıktılar. Fırat üniformasını giyerken Hazan da üstünden çıkardığı siyah elbisesine yönelmişti.
"Giyme onu," diyen kocasıyla durdu.
"Neden?'
"Beni uğurlamaya aşağı gelirsin. Doğru düzgün bir şeyler giy."
"Peki."
Siyah bir pantolon ve beyaz boğazlı badisini giyip aynanın karşısında ıslak saçlarını ortadan ikiye ayırıp havluyla suyunu aldıktan sonra kocasının elini tuttu. Fırat saçlarını hızlıca kurutmuştu. Alnına dökülen asi tutamlara bakıp içi her saniye daha da kırılıp dökülürken, "saçlarını kesmeyecek misin?" dedi.
"Yok yavrum. Şehir içi göreve gidiyoruz. Kamufle olmamız gerekiyor."
Başını sallayıp, "anladım," dedi.
Eğilip tekrar öpüp kokladıktan sonra kapıyı açtı. Alt kata indiler. Fatma hanım mutfaktan çıkıp yanlarına geldi.
"Şükür, gördük yüzünüzü," dedi.
"Fatma teyze, lütfen."
Hazan'ın üzgün gözleriyle bir şeyler olduğunu anladı.
"Uh kara uşak! Yine ne ettun kızıma?" dedi.
"Bir şey yapmadı. Fırat...operasyona gidiyor."
Belindeki elleri göğsünü buldu. Şehit oğlu Salih'in son operasyonuna gittiği ve bir daha da dönmediği günü hatırladı. Yüreği sıkışırken, "öyle mi?" dedi.
"Evet."
"Dur," dedi. "Dur hele."
Üst kata çıkıp bavulundan bir cevşen alıp geldi.
"Eğil bakayım," dediğinde Fırat eğildi. Cevşeni boynuna takıp tepesinde düğüm ettiği cemberi çözüp boynunun altından bağladı. Mutfağa geçip bir sürahiye su doldurdu. Bu sırada Fırat kapıyı açmış, botlarını giyiyordu. Fatma hanım yanlarında belirdiğinde Hazan'ın karnını öpüp sıkıca sarıldı.
"İki hafta sonra yanındayım, ağlama, tamam mı?"
"Tamam."
"Dikkat et kendine. Yemeğini ye, ilaçlarını al, doğru düzgün uyu. Arabanı askeriyeden biriyle yollarım."
"Hı hı."
"Saçlarını güzelce tarayıp kurut. Durma böyle."
"Peki."
"Hazan...yapma."
Burnunu çekti.
"Özür dilerim. Sen de dikkat et kendine. Beni düşünme, tamam mı? Sen iyi ol, ben zaten iyi olurum."
"Geç o işi. Sen benim aklımın ta kendisisin. İllaki düşüneceğim. Sağ salim döneceğim sana."
"Biliyorum."
Ayrılıp Fatma hanımı umursamadan dudaklarını öptü. Son bir kez gözlerine bakıp ellerini belinden çözüp araca doğru ilerleyip bindi. Bahçe kapısı gürültüyle açılırken Fatma hanım terliklerini giyip çıktı. Dualar eşliğinde elindeki suyu aracın arkasından döktü. Hazan kapı pervazından kayarak yere çöktü. Kollarını karnına sarıp bahçe kapısı gıcırdayarak kapanırken gözyaşları içinde Fatma hanımın koşarak yanına gelişini gördü.
"Ah kızım," diyerek koltuk altlarından tutup kaldırmaya çalıştı. "Kalk yavrum, etme. Hamilesin. Soğuktur orası."
"Fırat..."
"Hazan'ım etme. Dönecek kocan, kendi de dedi ya. Kalk kuzum, hadi."
O sırada bahçe kapısı tekrar açıldı. Yaren'in aracı içeriye girdi. Park edip Aslı'yla birlikte indiler. Yaren yere çökmüş, hıçkırarak ağlayan Hazan'ı görünce koşarak geldi. Aslı'da peşinden koşturuyordu.
"Noldu?"
"Fırat oğlum gidince çöktü kaldı böyle. Ne dedimse kaldıramadım."
Yaren konuşup ikna etmek yerine Hazan'ı dikkatlice kucağına aldı. Ayakkabılarını çıkarıp salona geçti.
"Aslı astım spreyini getir."
"Tamam."
"Fatma teyze, su. "
"Hemen kızım."
Yavaşça koltuğa bıraktı. Siyah pantolon ve beyaz bluzunun üstüne giydiği ceketini bacaklarına örttü. Yanına oturduğunda Hazan ıslak gözlerini ona çevirip, "Ya-Yaren," dedi.
"Söyle, ne?"
"Gi-gitti."
"Dönecek."
Aslı spreyi getirdi. Fatma hanım ise suyu. Hazan'ın gözyaşları duruldu. Odasına götürüldü. Saçları taranıp kurutuldu. Rahat pijamalar giydirilip yatırıldı. Yaren mutfağa Fatma hanıma yardıma giderken Aslı yanında kaldı.
💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 220.33k Okunma |
12.19k Oy |
0 Takip |
113 Bölümlü Kitap |