112. Bölüm
Binnur Tombaş / Vatanaşk (Askerî Kurgu) / 110 Bölüm

110 Bölüm

Binnur Tombaş
yikim2024

***********

4 Hafta Sonra...

Fırat, Hamit'in yardımıyla hastane koridorunda ağır ağır yürüyordu. Sırtında katlanılabilir olmasının yanı sıra can sıkıcı bir ağrı vardı. Fizik tedaviler büyük ölçüde işe yaramıştı. Bütün kasları, tutuk ve hantal da olsa aktifti. Doktorlar operasyona gidebilecek kadar iyileşmesinin dört illa altı ayı bulacağını söylüyordu.

"Fırat!"

Koridorun diğer ucundan gelen sesle sevdiği kıza döndü. Kısa ceketli, bol pantolonlu beyaz takım elbisesi, düzleştirdiği saçları, büyük halkalı küpeleri ve üç buçuk aylık gebeliğinin beyaz tenine yaydığı ışıltıyla, kasvetli ve donuk hastaneye güneş gibi doğmuştu. Olabildiği her saniye yanında oluyor, neredeyse tuvalete giderken bile peşinden gelecek kadar etrafında dört dönüyor, hamile haliyle onunla ilgilenip yemeğini elleriyle yediriyordu. Ancak tüm bunlar Fırat'a yetmiyor, tenine olan susuzluğu her geçen gün artıyor, gün içinde adliyede olduğu her saniye sevdiği kızı deli gibi özlüyordu. Neyse ki birazdan taburcu olacak, evlerine gideceklerdi.

Bir eli her zamanki gibi karnındayken adımlarını hızlandırdı. Sevdiği adamla arasındaki mesafeleri yok edip kollarını beline doladı. Fırat tek koluyla Hazan'ı sıkıca sardı. Saçlarını öpüp, "geç geldin bugün," dedi.

"On dakika geç geldim sadece."

Bütün gün gözü saatte yaşayınca bir dakika bile fazla geliyordu. Hamit yanlarındayken konuyu uzatmak istemedi.

"Öyle olsun bakalım."

"Öyle zaten."

"Şşş."

Bir adım gerileyerek ayrıldı. Kolunu omzuna alıp, "gerisini ben hallederim Hamit abi," dedi. "Dayan bana."

Fırat, boyu göğsünün birkaç santim altında biten, kolu belinin yarısını zar zor saran karısına baktı. İçini çekip yüzünü Hamit'e çevirdi. Başıyla kısaca onayladığında Hamit yanlarından uzaklaştı. Ağırlığını Hazan'a vermeden yürüdü.

"Ağırlığını bana ver."

"Saçmalama."

"Ya versene, yürüyemezsin öyle."

"Yürüyorum ama."

"Düşersen ne olacak?"

"Kaldırırsın, çok güveniyorsun ya kendine."

"Of Fırat."

Odaya girdiler. Yatağa doğru adımlarken, "ne of Fırat?" dedi "Hamilesin. Olmasan ne? Senin gücün yeter mi yavrum bana? Üç katınım senin."

Yavaşça yatağa oturttu. Kapıyı kapattı.

"Sana yardım etmek isityorum," dedi.

"Yanımda ol, iyi ol yeter."

Beyaz kabanını çıkarıp çantasıyla birlikte koltuğun üstüne koydu. Siyah pantolonunun sardığı kalın, adaleli bacaklarının arasına girip dikkatlice boynuna sarıldı. Saçlarını öpüp koklayarak sevdi.

"Kocam."

Hafifçe şişmeye başlayan karnını sıkıştırmadan sarıldı. Kalçalarını okşayıp, dün gece dakikalarca emdiği, büyüyüp şişen, uçları, yükselip değişen hormonlarından dolayı koyulaşan göğüslerine yüzünü gömdü.

"Karım."

"Ceketini giydireyim mi?"

"Olur," dedi. Kendinden ziyade Hazan için buradan bir an önce gitmek istiyordu. Hastane kokusunun ve ortamının ona iyi gelmediğinin farkındaydı. Yatakta rahat edemiyor, gebelikten dolayı ağrıları oluyor ve sırt üstü yatamıyordu. Söz dinleyip eve de gitmiyordu. Bu halde olmak, Hazan'la ilgilenememek Fırat'ın zoruna gidiyordu. Daha kucağına bile alamamış, üstüne yatıramamıştı. Eksik ve yarım hissediyordu.

"Bırak."

"Hı?"

"Ceketini giydireceğim ya sevgilim, bırak."

Yüzünü aşağılara indirip karnını öptü.

"Sevgilin ölsün sana."

Ensesine dudaklarını bastırıp lacivert tişörtünün üstünden sırtını sıvazladı. Şu sıralar sürekli kokusunu duymak, tenine dokunmak istiyordu. Doktoru hormonlardan kaynaklı olarak duygularının eskiye nazaran daha yoğun olmasının normal olduğunu, sevdiği biriyle temas içerisinde olmasının kötü duyguları yatıştırıp iyi duyguları depreştirdiğinde bunu bebeğinin de hissettiğini söylemişti. Güvende olmanın ikisine de iyi geleceğini, düşük riskinin büyük ölçüde kalktığını ama yine de dikkatli olmasını vurgulamıştı. Kocasına her geçen gün daha da bağlanıyordu. Elleri, sesi, kokusu, koca gövdesi; sıkıca sarılıp uzun uzun öpüşmek, dudaklarının teninde gezinişi, ağırlaşan ve aktif hâle gelmeye başlayan süt kanallarının dolu dolu hissettirdiği memelerini emişi...Fırat'a dair her şey aklını başından alıyordu. Sürekli olarak onu görmek, koynunda olmak istiyordu.

"Evimize gidince sarılırız, tamam mı Fırat'ım? Bırak şimdi."

Otururken bile daha uzun durduğu karısının boynunu sıkıca öpüp, "tamam," dedi.

Kollarından çıkıp koltuğun üstünde, çoktan toplanmış olan valizin yanındaki deri ceketi aldı. Valizden bir kazak çıkartıp sevdiği adamın yanına gitti. Kazağını ve ceketini sırtına geçirdi. Hastane terliklerini çıkarıp önüne çöktü. Botlarını, Fırat'ın itirazları eşliğinde giydirdi. Bağcıklarını bağladı. Bacaklarını ve pantolonunun üstünden penisini öpüp doğruldu. Ne hâle getirdiğini bilmediği kocasını ardında bırakıp çok sık çişi geldiği için lavaboya gitti. Ardından kendi üstünü giyip Hamit'i çağırdı. Ağırlığını ona vermediği ve koluna girse bile kendi kendine yürüdüğü için Hamit'in yardımcı olmasına izin verdi. Valizi taşımak isteyince Fırat kızmıştı. Onu da Hamit alınca sevdiği adamın elini tuttu.

Yağmur şarıl şarıl yağarken Ömer ağanın özel olarak gönderdiği siyah minibüse bindiler. Hamit şoförün yanına geçti. Hazan ise Fırat'ın dibinden dört haftadır olduğu gibi yine ayrılmamıştı.

"İyi misin?"

"İyiyim."

Göğsüne sokulup beline sarıldı. Yanağını öpüp kokusunu soluyup durdu. Hava kararırken bir saat sonra eve varmışlardı. Her çeşit yemekle donatılan sofrada hep beraber yiyip içtikten sonra Aslı'lar evine dönmüş, diğerleri de odalarına çekilmişti.

"Yavaş, yavaş Fırat."

"Şşş, korkma bu kadar, iyiyim."

"Tamam, otur böyle, ben üstünü çıkartayım."

Fırat jakuzinin kenarına oturdu. Tişörtünü ağır ağır çıkartıp kirli sepetine atarken karısını izledi. Üstüne titriyordu. Gözünün içine bakıyor, hasta ve güçsüz oluşunu umursamadan onu sevip yanında oluyordu. Defalarca kez vurulup hastanelik olmuştu, fakat ilk defa böyle bir ilgi görüyordu. Hazan'dan öncesinde Bahar iş arası yanına uğrar, annesi, benim bugün günüm var, yarın gelirim, idare et oğlum derdi. Sadettin işinin başında olurdu. Önemli olan tek şey yaşıyor oluşuydu. Eğer nefes alıyorsa yarasının derinliğinin, acıyan canının, masanın üstünden uzanıp alamadığı suyun kimse için bir önemi yoktu. Ama Hazan yanında değilken bile gün içinde sürekli hem sesli hem görüntülü aramış, öğlen aralarında aksatmadan yanına gelmişti. Hamile haliyle o kadar yormuştu ki kendini Fırat bu sevginin altında ezilir olmuştu.

Yüreği titreyip gözleri nemlenerek izlediği karısı suyu açıp karşısında çırılçıplak kaldı. Onca zaman sonra onu ilk kez böyle görüyordu ve içi yandı. Erekte olan aletini hissetti. Hazan yanına gelip, "kalkabilecek misin?" diye sordu.

Bir eliyle jakuziden destek aldığında Hazan hemen beline sarıldı.

"Gel, tutun bana."

Doğrulduğunda kemerini çözdü. Pantolonunu indirip boxserını sıyırdı. Yerden alıp sepete attı. Suyun sıcaklığını kontrol etti. Jakuzinin içine girip elini uzattı.

"Çık şimdi buraya," dedi.

Uzatılan eli tuttu. Ayağını kaldırıp yanına çıktı.

"Otur yavaşça, başka bir şey yapmana gerek yok. Ben yıkayacağım seni, tamam mı?"

"Tamam bebeğim."

Dikkatini çekmeye çalışıyordu. O kadar korkuyordu ki bir yerine bir şey olmasından ona, eğer bana güvenmiyorsan başka birini çağırabilirim, demişti. Bütün dikkati onu düşürüp düşürmeyeceğindeydi. Fırat'ın, zannettiği kadar kötü bir durumda olmadığını anlamıyordu. Her şeyi abartıyor, azıcık yüzü kasılsa, kaşları çatılsa gözleri sulanıyor, iyi misin, canın mı yanıyor, bir şey mi yaptım bilmeden diye soru yağmuruna tutuyordu.

"Uzan biraz, rahat mısın böyle?"

Yanına çökmüş, ona kocaman, endişeli gözleriyle bakan karısında gözlerini gezdirdi. Hamilelik sebebiyle yanakları tatlı bir pembeliğe esir düşmüştü. Memeleri yutkunmasına neden oldu. Kolunu kavradı.

"Değilim, gel buraya," diyerek kucağına aldı.

"Fırat! Yapma, ya canın acıyacak."

Kasıklarına oturtup sıkıca sarıldı.

"Acıyor zaten."

"Ne-neren acıyor? Bırak, bakayım."

Dudaklarını öptü.

"Üstünde oturuyorsun."

Elleri geniş omuzlarındaydı. Erekte olmuş penisini vajinasının girişinde hissediyordu. Çok istiyordu ama olmazdı. Fırat yaralıydı. Alnını öpüp başını göğsüne bastırdı.

"Fırat yapma," dedi. "Yaralısın, korkuyorum, nolur?"

Burnunu tenine sürttü. Sıcak, yumuşak ve tatlı kokusunu ciğerlerine hapsetti.

"Korkma gülüm. Kaç defa söyledim sana, zannettiğin kadar kötü değilim. Senden uzak durmak kadar hiçbir şey yakmıyor canımı."

"Yansa da söylemezsin ki."

Boynunu küçük küçük emip öperken, "en ufak bir şeyde gözlerin doluyor," dedi. "Kıyamıyorum sana."

Parmaklarını sırtındaki yamuk, çelimsiz bir üçgen oluşturan yaralarda gezdirdi. "Ben de sana kıyamıyorum," dedi. Durgunlaşan sesiyle gözleri buğulandı.

"Yavrum kurbanın olayım yapma, ağlama artık. Bak kaç haftadır böyle yapıyorsun. İyiyim demekten dilimde tüy bitti."

"Keyfimden mi yapıyorum? Korkuyorum işte."

"Neyden lan? Yanındayım, buradayım, koynundayım, seninim işte. Neden korkuyorsun?"

"Seni kaybetmekten."

"Etmeyeceksin."

Sessiz kalıp suyu duş başlığına aldı. Ilık olması gerekiyordu. Kocası saçlarını sevip öpüp koklarken ısısını ayarlayıp eliyle kontrol etti.

"Ne güzelsin sen böyle? Of lan! Şu memelere bak."

Islık çalıp duş başlığıyla ona dönen sevdiği kızın yanağını öptü.

Elleri sırtında dolanırken "şşşt yavrum," dedi. "Hepsi senin mi?"

Kollarını boynuna sarıp Fırat'ın çapkın ve arsız bir ses tonuyla kurduğu bu cümleleri duymazdan gelerek suyu saçlarına tuttu.

"Yakıyor mu?"

Penisini kadınlığına sürtüp Hazan'ın inlemsine neden oldu.

"Hem de nasıl?"

Başını başına yaslayıp hızlanan nefesleriyle yutkundu.

"Fıraaat."

"Bebeğim."

"Soruma cevap ver. Yaranı acıtırsam görürsün alay etmeyi."

"Yüzüme dokunurken bile parmakların titriyor. Sen mi yakacaksın benim canımı?"

"Bilerek yapmam, ama ya bilmeden olursa?

Sıkıntılı bir nefesi alıp verdi.

"Niye bu kadar narinsin kızım sen? Hı? Bu kadar kırılgan olma. Yara bu, açılır kapanır. Acır durulur. Ölüm yok ya ucunda."

"Benim canım acıyınca niye öyle olmuyor? O zaman senin de beni öperken dudakların titriyordu. Şimdi bile kollarında kırılıp dağılacak bir şeymişim gibi sarılıyorsun bana."

"Kendimden bahsediyorum. Sen başkasın."

"Sen de benim için başkasın. Canımsın benim."

"Canını yerim senin."

Omzunu öptü. Jakuziye akan suyu tekrar saçların tuttu.

"İyi mi?"

"İyi."

Diğer eliyle, başını boynuna bırakmış olan sevdiği adamın saç diplerine masaj yapıp rahatlamasını sağlamaya çalışırken kömür karası saçlarını sırılsıklam etti. Bir bebeği yıkar gibi içindeki bütün sevgiyi parmak uçlarından tenine akıtmak istedi. Yaraların üzerini kayıp giden suyla birlikte nazikçe ovaladı. Sevdi, okşadı. Fırat gözlerini kapatıp kendinden geçmişti. Saf sevginin ehlileştiremeyeceği hiçbir ruh yoktu.

"Fırat."

"Fındığım."

Saçlarını öpüp, "sana yeni şampuan aldım," dedi.

"Hım?"

Çok da umrundaymış gibi değildi, ama yine de konuşmaya devam etti.

"Ben hamileyim ya..."

"Hı hı."

"O yüzden kimyasal ürünler kullanmam doğru değil. Ben de kendime doğal alkolsüz bir şampuan aldım. Almışken sana da yine aynı kokuya sahip ama doğal bir şampuan ve duş jeli aldım. Onu kullansam kızar mısın?"

"Kızmam. "

Gülümsedi.

"Tamam, ama önce gel, önünü de ıslatayım."

Fırat istemeye istemeye arkasına yaslanarak uzaklaştı. Minik elleri suyla birlikte teninde dolanırken giderek sertleşiyordu. Hazan girişindeki baskıyı hissetse de görmezden geldi. Duvara sabitlenmiş raflardan şampuanı aldı. Avcuna sıkıp kokladı. Fırat'a uzatıp, "bak, ne güzel kokuyor," dedi.

Gönlü olsun diye koklayıp, "benim kokusunu duymak istediğim şey başka," dedi.

Kaşlarını çattı.

"Of Fırat."

"Ne? Çok güzelsin, napayım? Çok seviyorum seni."

"Ben de seni çok seviyorum, ama olmaz. Önce iyileşmen lazım."

"İyiyim ben, delirtme adamı."

Sesi biraz sertleşip yükselmişti. Hazan kollarında irkilip ürperdiğinde kendine kızdı. Ateş parçası gözleri gözlerinden ayrılırken daha sıkı sarılıp dudaklarını ve yanaklarını öptü.

"Özür dilerim, özür dilerim bebeğim."

Titreyen alt dudağını ısırıp, "bu-bunaldın mı benden?" diye sordu.

"Saçmalama lan. Olur mu öyle şey? Sadece canımın yandığını zannederken kendine yaptığın eziyete tahammül edemiyorum. Yoksa ölüp bitiyorum beni böyle sevmelerine, her saniye yanımda olmak istemene, bana bu kadar bağlanıp gözümün içine bakmalarına kafayı yiyorum. Ne bunalması? Deli oluyorum sana."

"O zaman bir daha sesini yükseltme bana. Ben hamileyim."

Çenesini emerken güldü.

"Değilken bu hâlinden çok mu farkıydın sanki."

Şımarık ve nazlı bir ifadeyle gözlerine baktı.

"Şikâyetçi misin?"

"Asla."

Dudaklarını büzüp ellerinden kayıp giden şampuanın yenisini avcuna döktü. Ellerini saçlarına daldırıp güzelce köpürtüp duruladı. Life nane aromalı duş jeli döküp kucağından kalktı. Ayaklarından omuzlarına kadar ovaladı. Sırtını elleriyle yıkadı. Saçlarına krem sürüp suyla akıttı. Ardından Fırat da onu yıkamıştı. Öpmeden bir saniye bile geçirmemişti. Banyodan çıktıktan sonra Hazan sevdiği adamın saçlarını kurutup yaralarını sardı. Üstünü giydirip yatırdı.

Fırat onu izlerken havlusunu çıkardı. Az evvel tarayıp kuruttuğu saçları beline dağıldı. Altı uzun, ince askılı gri pijama takımını giydi. Gece lambasının loş ışığında yatağa çıktı. Sevdiği adamın kollarının arasına büyük bir ihtiyaç ve hevesle girdi. Huzurla içini çekip göğsüne sığındı.

"Fırat...Fırat'ım."

Alnını öptü. İncecik belini sarıp karnının üzerinde duran eliyle kasıklarının birkaç santim üstündeki mandalina büyüklüğünde olan sert şişliği seviyorken, "yavrum," dedi.

"Çok seviyorum seni."

"Ölürüm sana."

Biliyordu. Bazı insanlar kelimelerin içini boşaltıyordu. Seni seviyorum, demenin, nefret etmenin; ölürüm, kurban olurum gibi ağır kelimeleri kendi küçük dünyalarının içinde olabilecek en basit hâle indirgiyordu. Ama Fırat söylediği her kelimenin arkasında olarak, anlamlarını bilerek kullanıyor, cümlelerini ona göre kuruyordu. Hazan tam da bu yüzden kendinden bile çok güveniyordu Fırat'a. Acılarına arkasını dönmeyeceğini, yanında ve arkasında duracağını, bebeklerine çok iyi bir baba olacağını biliyordu. Eğer hayattaki bütün şansını Fırat'la harcamışsa şüphesiz ki o buna değerdi.

"Hazan."

"Kocam."

"Biraz seveyim mi seni?"

Gözlerini açtı.

"Fırat..."

"Canım, canımın içi çok özledim lan. Yalvarayım mı istiyorsun? Yalvarırız."

"Ben de seni özledim, hemde çok. Ama yaralısın, biraz daha iyileş, sonra..."

"İlk defa yararlanmıyorum Hazan. Neyi yapıp neyi yapamayacağımı biliyorum. Olmaz bir şey, gel şuraya."

Üzerine eğilip onu altına almaya hazırlanırken Hazan ellerini göğsüne koydu.

"Hayır, dur."

"Şşş!"

"Fırat...doktoru duydun. Ani hareket yapman, kendini yorman yasak. Lütfen."

Dudakları neredeyse birbirine değerken, "istemiyor musun sen şimdi beni?" dedi. "Öyleyse bileyim, çünkü sürekli aynı bahaneleri dinlemekten sıkıldım."

Kara gözleri ışıkları sönmüş bir sokak gibi tekinsiz ve ürkütücü bir hâl aldığında ondan uzaklaşmak yerine gölgesine sığındı.

"Fırat..."

"Ne?"

"Çok seviyorum seni. Nolur sarılıp uyuyalım sadece. Canın yanmasın, lütfen kocam, lütfen."

Yalvaran gözleri ve titreyen sesiyle bıkkınca soluyup geri çekildi.

"Eyvallah," dedi. Kollarını belinden çözüp yastığı düzelterek sırtüstü yatamadığı için yan döndü. Arkasını dönmeye kıyamadığından yüzü yine Hazan'a dönüktü. Yatak başlığına dayanmış öylece duran karısına bir müddet dokunmadı. Başını kaldırıp yüzüne de bakmadı. Bir zaman sonra küçük bir hıçkırıkla birlikte burnunu çektiğini duyunca yutkundu. İçini çekip kolunu tuttu. Başını kaldırıp yaşlarla ışıldayan yüzüne baktı.

Sıkıntıyla soluyup, "ağlama, gel," dedi.

"İ-istemiyorum."

"Yavrum özür dilerim, hadi, hadi gel koynuma."

"Ba-banane."

"Hazan...belin ağrır öyle, hamilesin bak, inat etme."

"Niye kızıyorsun bana? Be-ben seni düşünmekten başka ne yapıyorum ki?"

Elini ve karnını öptü.

"Hiç, hiçbir şey. Affet, kurban olduğum, hadi."

Yanağındaki yaşları silip aşağı kayarak yanına yattı. Sırtını göğsüne bastırıp beline sarılı eli bebeklerini severken başını koluna koydu. İki gün sonra Fırat'ın doğum günüydü. NIPT testiyle bebeğin cinsiyetini net bir şekilde öğrenmek için kan vermişti. Hastane yönetimi, Fırat hastanenin ortağı olduğu için, ki Hazan bunu henüz yeni öğrenmişti, sonuçları erken çıkartacaktı. Kız olması için dua ediyordu. Sevdiği adama doğum gününde bir kız bebek hediye etmek istiyordu.

Dışarıdaki yağmur durulup yerini sessiz, kemik çatlatan türden bir soğuğun ev sahipliği yaptığı ayaza bıraktı. Fırat uzanıp ışığı kapattığında her yer karanlığa bürünmüştü. Vakit geçti. Fırat aldığı ağır ilaçların etkisiyle, yüzü sevdiği kızın saçlarının arasındayken uykuya daldı. Hazan ise haftalardır her gece olduğu gibi zihninden geçen yemeklerin dilinde hayal ettiği tadıyla mücadele ediyordu. Dün gece, yine bu saatlerde canı tereyağlı tandır ekmeği çekmişti. Sevdiği adamın koynunda kıvranıp dururken uyanıp ne olduğunu sormuştu. Hazan çekinerek tandır ekmeği istediğini, tereyağlı ve sıcak olması gerektiğini söylerken ağzının suları akmıştı. Kocası ona içi giderek bakıp ne zaman aşerse olduğu gibi öpüp koklayıp sevmiş, gecenin bu vakti ben burada tandır ekmeğini nereden bulayım, demeden Hamit'i çağırıp yakınlardaki bir tanıdığın kahvaltı dükkanını açtırmış, tandır ekmeği yaptırmıştı. Kolları arasında sıcak sıcak, büyük bir iştahla yerken Fırat bundan zevk almış, gözünü kırpmadan izlemişti. Hâlâ zayıftı. 44 kilo olmuştu, ama yine de daha sağlıklı ve iyi görünüşü, aşermeleri sevdiği adamın hoşuna gidiyordu.

Damağında gezinen tatlı tuzlu, hafif yanık ve gül kokulu bir şey ağzının sulanıp yutkunmasına neden oldu. Belindeki, sanki kaçıp gitmesinden korkar gibi sarılıp bebeklerini avucunda tutan elden kurtulmaya çalıştı. Mutfağa gidecek, dolaba bakacaktı. Bu sefer aşerdiği şeyin net bir adı yoktu. Sadece gül reçeli istediği hem tatlı hem gül kokulu şeyle örtüşüyordu. Peki ya gül reçelini tuzlu ve yanık bir şeyle nasıl karıştıracaktı? Mutfakta bulabileceğini düşünürken milim milim uzaklaşmaya çalıştı. Tam kurtuluyorum derken Fırat iki kolunu birden beline sarıp göğsüne çekmişti. Dudakları boynuna değerken yüzünü yeniden saçlarına gömdü. Bir eli kalçalarında gezinip atletinin içine girdiğinde nefesini tuttu. Belini okşayıp sıkıca sarılıp duruldu.

"Fırat."

Derin bir nefes alıp alnını öptü.

"Fırat."

"Hı?"

"Bıraksana beni."

Olumsuz mırıltılar çıkarıp uykusuna kaldığı yerden devam etti.

"Lütfen."

"Noldu? Çişin mi geldi yine?"

"Hayır...aşerdim."

Bir iki saniye sessiz kalıp kıkırdadı. Gülüşünün uykulu ve derinden gelen erkeksi tınısı Hazan'ın içine bir ateşin basmasına neden olmuştu. Saçlarının arasındaki dudakları dudaklarını bulup peş peşe öptü. Kokusunu soluyup, "Bu sefer ne istiyorsun bakalım," dedi.

"Bilmiyorum, tam bir adı yok. Böyle...ımmh...gül kokulu, tatlı, tuzlu, kavrulmuş gibi ama yanık bir şey. Böyle bir şey var mı ki?"

"Gül kokulu, tatlı bir şeye kadar kendinden bahsettiğini sandım," dedi.

"Ya Fırat! Alay etmesene. Kendime aşerecek kadar kafayı yemedim. Bir insana aşerecek olsam, o sen olurdun."

Aşeriyordu zaten. Fırat'la deli gibi sevişmek, teninden ayrı bir saniye bile geçirmek istemiyordu. Ama bunu ona söyleyemezdi.

"Hım?"

"Hı hı. Bırak beni şimdi, mutfağa gideceğim."

Fırat Hazan'ı bırakmadan yavaşça doğruldu.

"Fırat yapma."

Bacakları iki yanına gelecek şekilde kucağına yerleştirirken oturur hâle geldi. Gece lambasını yakıp yataktan kalktı.

"İndir, indir beni. Bir şey olacak, lütfen."

"Şşş."

Kapıya doğru ağır ve temkinli adımlarla yürüyordu. Üçüncü adımdan sonra sırtındaki yaralarda yanma ve çekilme hissetti. İçerideki kurşunun baskısı canını yaktı. Kaslarının titreşip kasıldığını duyumsadı. Kasılıp dişlerini acıyla sıkarken kapıyı açıp salona geçti.

"Kocam...yaraların çok taze, korkuyorum, indir, nolur?"

Yemek masasının önünden geçerken sevdiği kızın sıcak nefesleri ensesindeydi. Sesi endişeli ve titrekti. İncecik belini ve hafif varlığını daha sıkı kavradı. Kulağının altını öpüp vücudu ısınırken, "seni düşürmemden mi korkuyorsun?" diye sordu.

"Ha-hayır, olur mu öyle şey? Düşürmeyeceğini biliyorum. Sadece canının yanmasını istemiyorum."

Kalp atışları hızlanırken, "düşürmem," dedi, yemin eder gibi. "O kadar güçten düşmedik."

Yanağını öptü.

"Sevgilim bunun güçten düşmekle ne alakası var? Yaralısın, bırak beni, nolur."

Terlemeye başlamıştı. Acı giderek tiz ve can yakıcı bir hâl aldı. Merdivenlerin önünden mutfağa doğru ilerledi. Acıyla doğru düzgün alamadığı nefesleri hızlandı.

"Bırakmayacağım," dedi. "Karımsın sen benim."

"Kendi ayaklarımın üstünde yürümem bunu değiştirmeyecek. Bak kalbin çok hızlı atıyor, canın yanıyor, hissediyorum. Dur, lütfen."

Mutfağa girdi. Aspiratörün ışığı açıktı. Karısını tek koluyla sabitleyip sırtına giren kramplar eşliğinde sandalyeyi çekip inler gibi bir ses çıkartarak oturdu.

"Fırat...iyi misin?"

Uzaklaşmasına izin vermeden yüzünü boynuna bıraktı. Acının geçmesini bekleyip nefeslerini toparlamaya çalışırken öylece durdu.

"İyiyim, bir şey yok. Korkma."

"Ne demek bir şey yok? Canın yandı. Niye gurur yapıyorsun ki? Ne gerek vardı şimdi? İyi mi oldu böyle?"

"Şşş!"

"Of Fırat, of!"

"Hazan, tamam."

Dolu dolu olan gözleri ve yüreğinin ucuna batan iğnelerle elleri tişörtünün eteklerini buldu. Dikkatlice kaldırıp elleriyle sargının üzerine dokundu. Eline herhangi bir ıslaklık gelmemişti ama bu kanamadığı anlamına gelmiyordu.

"Bırak, yarana bakacağım."

"Gerek yok."

"Benim için var, bırak."

Bıkkınca soludu. Etrafa yayılan ışığın altında yaşlarla parlayan gözlerine baktı.

"Yavrum...iyiyim. Sakin."

"Canın yandı."

Yanağına düşen bir damla yaşı öperek sildi.

"Tamam, yandı, ama geçti de. Hadi, gel, ne istiyorsan yapalım. Aç kalmasın benim bebeğim. Kurban olurum ben ona."

"Ya kanadıysa? Bakayım iki dakika, nolur?"

Dudaklarını alnına dayayıp göğsüne bastırdı. Saçlarını severken, "kanamadı," dedi. "Yapma şöyle, pişman etme beni."

Omzunu aşağı yukarı hareket ettirip, "ol, banane," dedi. "Senden beni kucağına almanı istemedim ki, bundan memnun olmayacağımı da biliyordun. Senin suçun."

"Eyvallah, benim suçum. Ama yapamıyorum Hazan. Erkeklik gururu de, ego de, ne dersen de ama sen bu haldeyken yaralı olmak ağrıma gidiyor. Benim seninle ilgilenmem lazım. Hamilesin, karnın çıkıyor yavaş yavaş. Seni yalnız bırakmak hoşuma gitmiyor."

"Yalnız bırakmıyorsun ki. Ayrıca bunun kıstası beni kucağında taşıman mı? O zaman ben sana ayaktayken bile destek olamıyorum, bu seni yalnız bıraktığım anlamına mı geliyor?"

"Saçmalama. O ateş parçası gözlerinin üstümde olması yeter."

"Bana da senin nefes alman yetiyor. Fazlasına ihtiyacım yok, en azından sen tamamen iyileşene kadar. Bir daha...ya-yapma."

Hıçkırıklara boğulmak üzere olan sesini yüzünü boynuna gömerek susturdu. Elleri canını yakmaktan korkarcasına sargının üzerini okşamaya devam etti. Tenini ıslak dudaklarıyla defalarca öptü. Kokusunda nefeslenip sokuldukça sokuldu.

"Ölürüm lan sana," dedi. "Hadi, ağlama canımın yarısı, söyle ne istiyorsan, yapalım."

Kulağını kalbinin üstüne dayayıp, "dedim ya, bi-bilmiyorum ne istediğimi," dedi. "Bir tek gül reçelinden eminim, ama onu da sade yemek istemiyorum. O saydığım bütün tatları bir arada istiyorum. Özellikle de yanık tadını."

Islak, yumuşak ve biraz soğuk hissettiren hafif etli yanağını öpüp, "tost olur mu?" dedi. "İçine kaşar koyarız, biraz da reçel. Ama yanık tadından vazgeç, zararlı."

Dinlerken ağzı sulanmıştı, ama yanık tadı en önemli şeydi. Vazgeçemezdi.

"Olur, ama yanık tadını çok istiyorum, lütfen."

"Gülüm, olmaz."

Başını geriye atıp yüzüne baktı. O kadar yakışıklıydı ki saatlerce izleyebileceğini düşündü.

"Ama istiyorum."

Çenesinin altını öptü.

"Ben de seni istiyoum, ama her istediğimiz olmuyor."

"Fırat'ım nolur? Azıcık yakayım bari, kavrulmuş gibi, lütfen. Hem istediğimi yiyemezsem bebeğimizde izi çıkarmış, Fatma teyzem öyle dedi. Ya bebeğimiz yanık doğarsa?"

Dudaklarını büzüp kocaman gözleriyle melül melül yüzüne bakarken öyle tatlı tatlı konuşuyordu ki Fırat kendini gülmekten alıkoyamadı. Hazan'dan doğacak bir kız çocuğuyla ne yapacağını düşündü. Birken iki olurlarsa zevkten kafayı yerdi. Yanağını canını yakmadan ısırıp, "çok az," dedi. "Ben yapacağım."

"Hayır, sen burada oturup beni izle. Dinlen."

"Hazan söz dinle yavrum."

"Keşke biraz da sen dinlesen."

"Dinliyorum, dinlemiyor olsaydım şu an çırılçıplak altımda olur, inleye inleye adımı sayıklardın."

Yutkunup gözlerini kaçırdı. Islandığını hissetti. Alt dudağını ısırıp, "şey...birlikte yapalım o zaman," dedi.

Boynunu öpüp koklarken, "öyle yapalım o zaman," dedi.

Kucağından indi. Fırat gül reçelini ve kaşar peynirini alırken Hazan sevdiği adamın eğilmesine izin vermeden tost makinesini tezgahın altından çıkardı. Tost ekmeklerini de tezgaha koyup kocası kaşarı tahtanın üstünde keserken reçel kavanozuna ulaştı. Reçel Isparta'dan gelmişti. Aslı'nın işlettiği restoran sadece doğu mutfağı değil, Türkiye'deki tüm mutfaklar üzerine hizmet veriyor, hafta sonları türkücü bile çıkarıyordu.

Kavanozu açmaya çalışıp beceremedi. Fatma hanım iyice sıkıştırmıştı. Hazan Karadeniz kadını gücü diye düşündü, ama gazi unvanı almış bir şehrin kızı olarak pes edemezdi. Fırat sevdiği kızın oflayıp ıhlayarak kavanozla cebelleşmesini peyniri ince ince keserken bir müddet izledi. Saçlarını yana attığında açılan boynunu, yüzüklü küpelerinin takılı olduğu kulağını, atletinden taşan göğüslerini, cılız kollarını, çatılan kaşlarını seyrederek içine sindirdi. Hazan'ı tezgahla arasına sıkıştırıp kavanozu küçücük ellerinin arasından alarak tek hamlede açtı.

"Ben hallediyordum. Hem gevşemişti zaten, sen o yüzden bu kadar kolay açtın. "

Beline sarılıp memelerini öptü.

"Tamam."

"Fırat eğilme."

"Napayım yavrum? Sen de bu kadar kısa olmasaydın."

"Doğrul, hemen. Ayrıca nereden bileyim ben bu kadar uzun bir kocam olacağını. Bileydim lisede karete kursuna gitmek yerine basketbol takımına yazılırdım."

Fırat geri çekilirken reçele parmağını daldırmamak için çekmeceden kaşık aldı. Ağzına atıp yerken sevdiği adam ondan ayrılmadan kaşarları kesmeye devam ediyordu. Sırtını gövdesine yaslayıp, "mmmhhh," diye bir mırıltı çıkardı. Saçlarına inen dudaklarla kıkırdadı.

"Gülüşüne ölsünler senin."

Kaşığı ağzından çekti.

"Çok güzel ama. Sen de ye," diyip bir kaşık da ona uzattı. Fırat kaşıktaki reçeli yemek yerine dudaklarını öpüp dilini ağzının içine itti. Her yerinde gezdirip mızmızlanan Hazan'la birlikte eğildiği üstünden doğruldu. Damağındaki reçelli tatla yutkunup, "güzelmiş," dedi.

"Bir daha eğilirsen bedelini ağır ödersin."

"Şşş."

Bir tane tost ekmeği alıp üzerine iki dilim kaşar koydu. Üstüne kapatacağı ekmeğe bıçakla reçel sürüp birleştirerek kenara bıraktı.

"Kaç tane istiyorsun?"

"Vallaha ben tek başıma dört tane yerim. Sen ne kadar yersin?"

"Dört tane?" dedi, şaşkın ve iştahlı oluşundan haz aldığını belli eden sesiyle.

"Ne? Hamileyim ben."

Dudakları şakağını buldu.

"Böyle yiyeceksen hep hamile ol," dedi.

"Olamam. Bir tane yeter. Daha fazla doğuramam. Daha bunu bile doğuramadım zaten. Ayrıca şimdi hoşuna gidiyor, ama doktorum doğurana kadar yirmiye yakın kilo alacaksın dedi. Duba gibi olayım da gör."

İkinci tostu hazırlarken, "ol da görelim, gözümüz gönlümüz açılsın," dedi.

"Ya?"

"Ya."

Reçeli kaşık kaşık yerken Fırat tostları ikişerli ikişerli makinede bastı. İki tane de kendine reçelsiz yapmıştı. Hazan neredeyse ağlayacak hale gelirken tostları biraz fazla kızartıp tabaklara çıkardı. Isıttığı sütü de alıp karısının zoruyla bir bardakta kendine doldurdu. Salona geçtiler. Hazan televizyonu açtı. Karanlık salon aydınlanırken Kemal Sunal'ın "Garip" filmini oynatıp köşe koltuğun L kısmında kocasının bacaklarının arasına yerleşti. Tabağını kucağına alıp yarısını yediği tostan bir ısırık aldı. Bol reçelli, tuzlu ve hafif kavruk yanık tadıyla çok güzeldi. Çıtır çıtır ve tereyağlıydı. Yerken kendinden geçiyordu. Bir lokmayı yutmadan ikincisini alıyordu. Ne akıp giden film ne de bedenindeki ufak tefek acılara rağmen hayran hayran, içi giderek onu izlerken dinlenen kocası umrunda değildi.

Saçlarını çekip kulağının arkasına sıkıştırdı. Ensesini öpüp karnını severken, "yavaş ol bebeğim," dedi. "Midene oturacak. Süt iç biraz. Yetmezse yine yaparız, kurban olduğum."

Ağzına uzatılan sütten birkaç büyük yudum aldı.

"Karışma bana. Yiyorum işte."

"Ye canımın içi, afiyet olsun, ama nefessiz bırakma kendini."

"Tamam."

"Aferin sana."

"Sen de ye ama."

"Yeriz," derken omzunu ısırdı.


Filmin sonundaki mahkeme sahnesinde Kemal Sunal'ın kendini savunurken kurduğu cümleler, kızın ondan ayrılmak istemezken ki çırpınışları Hazan'ı göz yaşlarına boğmuştu. Ekranda çıkan "son" yazısıyla uyuya kalan kocasının alnını öpüp tabakları ve bardakları topladı. Makineye koyup tost makinesini yıkadı. Yerine kaldırıp saat gece yarısı üçe geldiğinde salona döndü. Öpe koklaya Fırat'ı uyandırıp odalarına götürdü. Dişlerini fırçaladıktan sonra koynuna girdi. Sevdiği adam beline sarılıp aşağı kayarak başını göğsüne koyduğunda saçlarını severek uyuttu. Yarın pazardı ve öğleden sonra adliyeye gidecekti. Böylece bebeğinin cinsiyet testlerini de alabilirdi. Huzurla uykuya daldı.

*********

Ertesi sabah Şırnak güne kar yağışıyla başladı. Sisli bir hava puslu gökyüzüyle yeri bir bütün haline getiriyordu. Serçeler dalardan uçup giderken Fındık mamasını getiren Ömer ağanın yanına koştu. Arka ayaklarının üzerine kalkıp mama kabına ulaşmaya çalıştı. Aslı ve Yaren sabah kahvaltısına geldiler. Heja babaanne ve Fatma hanımla birlikte mutfağa girdiler. Fırat'ın bir aya toparlanacağını söyleyen Fatma hanım isteme, kına gecesi, nişan ve düğün meselesini açtı. Karnı büyüyüp gelinliğe sığamayacak hâle gelmeden yapsak diyorum, diyordu. Heja babaanne, kahvaltıda Fırat'la konuşalım, diyerek konuyu kapattı. Tüm bunların olmasını o da istiyordu, ama Fırat iyi olmadan olmazdı. Fatma hanımı sevmişti, muhabbetti sohbeti yerindeydi, fakat hiç şüphe yoktu ki tam bir kaynana kumaşına sahipti.

Hazan ve Fırat ise hâlâ yataktaydı. İkisi de mışıl mışıl uyuyordu. Hazan'ın sırtı sevdiği adamın göğsüne yaslıydı. Başı kolunun üstünde, eli karnındaydı. Fırat'ın yüzü saçlarının arasında yer edinmişti. Heja hanım kahvaltıya kaldırmak için odalarına girdi. Onları öyle görünce yüzü aydınlandı. Kapıyı yavaşça kapatıp dualar ederek Hazan'dan tarafa geçti. Yatağa ilişip gelininin saçlarını sevdi. Ona göre Fırat bin yıl da arasa Hazan'dan daha iyisini bulamazdı. Edepli, namuslu, hâl hatır bilen, eli iş tanıyan, kocasının kıymetini bilip dizinin dibinden ayrılmayan, torununa, kız veya erkek, dünyalar güzeli, pürpak bir çocuk doğuracak olan bu kızcağız Fırat'ın mucizesiydi.

Ömer ağa da benzer şeyleri düşünüyordu. Canan hanım kızı, Bahar torunuydu; Saadettin'in hatırını tanırdı, ama her ne kadar dil söylemese de aklın bildiği, yüreğin kabul etmediği şeyler vardı. Her zaman Fırat'a annesini başıboş bırakmadığı, kardeşine sahip çıktığı için saygı duyar, takdir ederdi. Torununun annesine koyduğu mesafeyi anlayamazdı, ama o gün Hazan'ı ziyaret edelim dediğinde gelmeyişleri, her ay hesaplarına yatan paradan eksilen tek kuruş olmamasına rağmen Fırat'ın bütün malvarlığını Hazan'ın üstüne yaptırdığını duyunca Canan hanımın girdiği hâller kafasına balyozu çakmıştı. Terörist müsveddesi oğlunu evlatlıktan reddettikten sonra torunları için Canan hanıma ara ara isimsiz yardımlar göndermişti. Yapıp ettiklerinden haberi olmazdı, bilmemeyi tercih etmişti, ama o gün Fırat, babam ablamı öldürüp bahçedeki elma ağacının altına gömdü, dediğinde Urfa üstüne kalkmış, yakıcı Harran güneşi ciğerini dağlamıştı. Üç beş kuruş parayla can güvene alınmaz, çocuk büyümez, ocağın ateşi tütmezmiş, demişti kendi kendine. Hiçbir şey için Canan hanımı suçlamamıştı. Kadın kısmının gücü neye yeter ki, demişti. Nasıl baş etsin benim akılsız oğlumla? O edemezdi de Ömer ağanın bunu yapacak gücü vardı. Nasıl bir hırs ve nefret sarmıştı ki içini el kadar sabileri o, iblisin ateşinden yaratılma oğlunun eline bırakmıştı? Fırat'ın gençliğinde girdiği yanlış yolları bilirdi. Nitekim karışmamış, karışsa da Fırat ağzının payını vermişti. Haram paraya el uzatırım, senin parana uzatmam Ömer ağa, demişti. Dediğini de yapmıştı. Zorla üstüne yaptığı şirket hisselerinden gayrı, tek kuruşu geçmemişti torununa. Kanı deli akardı, asiydi, lafının eri, sözünün senediydi. Gönlüne bir kere girdin mi köz olup yaksan, kar olup yağsan ihanet etmediğin sürece çıkışı bulamazdın. Ama gönlünden bir kere yaka paça atıldın mı da mağarada yaşayan yedi başlı yılanın dişini ağzından söküp de gelsen sofrasında her zaman ayakta kalırdın. Velhasıl kelam Ömer ağa Canan hanımın Fırat'ın gönlünde neden yer edinemediğini anlamıştı. Mesele torunun asi başı, keskin dili değildi, mesele çok başkaydı. Zira Fırat sandığı gibi yuva kuramayacak, eş gönlü hoş edemeyecek, baba olamayacak bir adam değildi. Sadece yıllardır yuvasını yapacak, arayıp durduğu dişi kuş başkaydı. Canan hanım oğlunu seven değil, kendisini sevecek bir gelin aramıştı. Heja hanım yemek yapmasını bilsin, ev ocak çevirsin, oturaklı olsun diye dönenip durmuştu, fakat Fırat Hazan'dan onu sevmesinden fazlasını istemiyordu. Annesinden de istememişti, Bahar'dan da. Ömer ağaya gelene kadar da kimseden sevgi dilenecek gücü kalmamış, yaşı geçmişti.

Heja hanım Hazan'ın alnını öpüp, "oy gelinim," dedi. "Aslanımın yavrusu."

"Ih...mmh."

"Uyan kuzum, kahvaltı hazırladık. Kaldır kocanı, gel hadi."

Hazan kirpiklerini araladı.

"Babaanne," dedi, uyku mahmuru sesiyle.

"Babaannesi kurban."

"Sabah mı oldu?"

"He kuzum, sabah oldu. Dur, perdeyi açayım."

Yataktan kalkıp perdeleri açtı. Oda donuk bir şekilde aydınlandı. Hazan kar yağdığını görünce kocasının kollarının arasında heyecanla doğrulmaya çalıştı. Güçlü kolların engeline takılınca zorlamadan duruldu.

"Kar yağıyor," dedi.

"Öyle. Zemheri yine gösterdi sopasını."

"Olsun, kış güzeldir."

"Güzeldir tabii. Hadi, çıkın bakayım yataktan. Öp kokla kocanı, kaldır bakayım."

"Tamam."

Heja hanım odadan çıktı. Kapı kapandığından kolları arasında Fırat'a döndü. Saçlarının döküldüğü alnını öptü. Burnunu burnuna sürtüp dudaklarıyla dudaklarına dokundu. Beyaz tişörtüyle esmere çalan buğday teni arasında görünen künyesinin zinciri üzerinde parmaklarını gezdirdi. Kasları oldukça şişkin ama hoş duran, damarlı kalın kolunu okşadı. Boynunda nefeslendi.

"Fırat."

Adem elmasını öptü.

"Fırat'ım."

Elini yüzüne koydu. Tenini severken, "uyan kocam," dedi. "Kalk artık. Kar yağıyor, bizi kahvaltıya bekliyorlar. Aç gözlerini."

Aldığı nefesi verip karısına daha sıkı sarıldı.

"Yavrum," dedi. Uykusu henüz yeni yeni açılıyordu.

"Buradayım, uyan hadi."

Gözlerini açmadan dudaklarını öptü.

"Burada mısın?" dedi, öylesine.

"Buradayım. Senin karınım ya, başka nerede olacağım ki?"

Boynuna sokulurken, "hiçbir yerde," dedi. "Benim olmadığım hiçbir yerde olamazsın."

"Sen de olma o zaman."

"Olmam," dedi. Huzurlu derin bir nefes aldı. "Hazan...Hazan'ım."

"Hı?"

"Ne güzel bir şey lan seninle böyle uyanmak? Of...of...kokuna kurban olurum senin."

"Ben de senin sesine kurban olurum. O kadar güzel bir tınısı var ki hiç susmadan konuşsan dinlerim Fırat."

"Hım?"

"Hı hı. Hadi, kalkalım artık. Sofra hazırmış."

Belindeki elini kalçalarına kaydırdı. Üstüne eğilip boynunu küçük küçük emerek öperken, "biraz seveyim seni," dedi. "Öyle gideriz."

"Olmaz, bizi bekliyorlar."

Altına almaya meyillenirken, "beklesinler," dedi.

"Fı-Fırat yapma. Gece de konuştuk bunu, lütfen."

Uzatmadan geri çekildi. Sıkıca sarıp dudaklarını öptü.

"Ödeteceğim sana bunu," dedi. "Bir dokundur kendine hesabını soracağım bu hallerinin."

Dudaklarını yanağına bastırdı.

"Sor, ama önce iyileş."

Yataktan kalkıp ellerini yüzlerini yıkadıktan sonra Hazan Fırat'ın yarasına pansuman yapıp sargısını değiştirdi. Dün gece kanaması olmamıştı. Üstünü değiştirmesine yardım edip sevdiği adamın gözlerinden kaçmak için giyinme odasına girdi. Beyaz bir kazak ve pantolon giyip kocasının elini tutarak salona geçti. Masaya oturdular.

"Aaaa Fatma teyze! Kuymak mı yaptın?"

"Yaptım vallaha. Uzat tabağını da koyayum."

Tabağını uzattı. Uzadıkça uzayan tereyağlı kuymaktan iki kaşık alıp Fırat'ın tabağına da koydurdu. Sucuklu yumurta, kıymalı börek, patates kızartması, menemen, ciğer kavurması, isot reçeli, zeytin ezmesi, kaygana, tereyağı, bal, kaymak, Trabzon pidesi, salatalık, peynir gibi ıvır zıvırları Fırat'ın tabağına doldurdu. Ciğer hariç kendine de hepsinden aldı. Ardından sofradan kalkıp sevdiği adamın ilaçlarını ve kendi vitaminlerini alıp geldi. Psikolojik ilaçları, doktor gözetiminde bırakalı haftalar olmuştu.

Taze sıkılmış portakal suyuyla birlikte c vitaminini yuttu. Fırat'a da antibiyotiğini içirdi. O sırada Fatma hanım, "eee damat," diyerek dikkatleri üzerine topladı. "Bizim isteme, söz, nişan, kına gecesi, düğün ne oldi?"

"Fatma teyze!"

"Ne? Konişiyruk da."

"Konuşma. Fırat daha yeni çıktı hastaneden, sırası mı şimdi?"

"Hazan, tamam."

"Fatma hanım haklı gelinim. Konuşalım. Konuşup da hemen düğün yapacak değilik ya."

Fırat'ın uyarıcı sesi, Ömer ağanın sözleriyle arkasına yaslandı.

"Ben istemiyorum," dedi.

"Neyi?"

"Düğün, isteme, kına ya da nişan her neyse, hiçbirini istemiyorum."

"Olmaz öyle şey."

"Bence de olmaz öyle şey. Ne demek istemayrum kız?"

"İstemiyorum işte. Zaten evlendik, hamileyim, olan oldu. Gerek yok artık."

"İstemeyi iki üç güne yaparız," diyerek araya girdi Fırat. "Sözü de o gün takarız. Bir aya nişanla kına gecesini halleder, bu süre içinde Urfa'da düğün hazırlıklarına başlarız."

Çaprazında oturan Ömer ağa ve Fatma hanıma hitaben konuşuyordu. Hazan gözlerini yüzüne çevirdi.

"Fırat..."

"Karışma, bunlar benim sorumluluğum. Yapacağım, dedim, yapacağım."

"Aferin damat. Ancak istemeyi bu evde istemem. Aslı kızımın evinde olacak."

"Ayh olur vallaha."

"Kınayı da kız tarafı, yani ben ve kızlarla birlikte edeceğuk. Nişanı bölüşeceğuk. Düğün sizin, ona karışmam. Kız gebe olmayaydı sizi Trabzon'un dağlarına çikarup pusine bulamadan bu işten sıyırtmazdum emme kız yüklü. Ha bu da sa kıyağum olsin."

"Eyvallah. Ama zahmet etmeyin, bütün masrafları karşılamaya hazırım."

"Uh! Evcilik mi oyniruk ha puraya? Adet yeruni bulacak, olsun diye değul olmasi gerektuğu içun olacak. Bu da son lafumdur. İki gün sonra gelun pakalum kapimuza."

"İki gün sonra olmaz!"

Herkes Hazan'a döndü. Sorgulayıcı bakışların altında Fatma hanım, "niyeymuş?" diye sordu.

Onun için her şeye rağmen sözünü tutan sevdiği adama, içi usul usul akıp midesini bir ateş basarken kaçak göçek bakışlar attı.

"Fırat'ın doğum günü."

"Ne olmiş yani? Gündüz kutlar akşama isteme ederuk. Doğum gününde hediye diye seni aliy da. Öpsün de başuna koysun."

Büzdüğü dudakları ve çattığı kaşlarıyla kocasına baktı. Fırat kolunu beline dolayıp alnını öptü.

"Olur," dedi. "Öyle yaparız."

"E anlaştığumuza göre yemeğumuzu yiyelum. Afiyet olsun."

Hazan, kolları şifon, yaka kısmı fularlı, dökümlü kumaştan yapılma gömleğinin üstüne siyah dizaltı bir elbise giydi. Gömleğin yakasındaki kumaşları özenle bağlayıp elbisenin üzerine dağılışını izledi. Su dalgası yaptığı saçlarını omzundan geriye attı. Beyaz, topuksuz uzun botlarını giyip dudaklarına mat siyah bir ruj sürüp kirpiklerini kıvırdı. Porselen gibi pürüzsüz teninde çok hoş durmuş, kendini okuduğu kitaplardaki güzel ve iyi kalpli cadılara benzetmişti. Kötü cadıların burnu hep büyük olur, çirkinlikleri çocukları korkuturdu. Masallarda ve çoğu çizgi filmde kötüler hep çirkindi. Oysa ki çirkinlik güzel olmayanın değil, güzel bakamayanın lanetiydi. Mesela Yaren çok güzeldi. Güçlü, uzun boylu, belki cadı burunlu ama çok güzeldi. Aslı'nın asla şekle girmeyen saçları vardı, Fatma teyzenin yarım asırlık kırışıklıkları, Ömer ağanın kamburu çıkmıştı, Heja babaanne sanki bir kaman anaydı, ama hepsi çok güzeldi. Hazan biri bile olmadan, hayatında kalıp veyahutta bir yerinden değip geçmeden tam olamayacağını biliyordu.

Siyah ojeli tırnaklarına bakıp yüzüklü küpelerini kontrol ettikten sonra giyinme odasındaki makyaj masasından kalktı. Salondaki kitaplıkları odaya aldırmıştı. Yeni bir kıyafet dolabı ve makyaj masası edinip buraya yerleşmiş, diğer eşyaları Ömer ağaların kaldığı eski odalarında bırakmıştı. Kitaplar ara ara astımını tetiklese de oda büyük olduğu için yeterli havalandırma ve temizlikle idare ediyordu.

Beyaz kabanını, beresini, atkısını ve çantasını alıp aynanın spot ışıklarını kapatarak odadan çıktı. Fırat yatakta uzanmış onu bekliyordu. Çıkınca baştan aşağı süzdü. Doğrulup dudaklarına kilitlenen gözleriyle yanına gelişini seyretti. Yanına oturacakken kucağına çekti.

"Fırat..."

Dudaklarını öptü.

"Ne bu dudaklarının hali?" dedi.

"Kötü mü olmuş?"

Az önce gül kokulu tonik ve nemlendiriciyle mini bir bakıp yaptığı yanaklarını ısıra ısıra öperken, "hayır," dedi. "Fazla güzel."

"Ya?"

"Ya."

"O zaman tırnaklarıma da bak, dün aldım bu ojeyi. Güzel mi?"

Küçücük ellerine baktı. İkisini birden koca avcuna hapsedip öpücüklere boğdu.

"Çok güzel," dedi. "Kurban olurum sana."

Boynuna sokuldu.

"Kızmadın mı?" diye sordu.

"Kızmadım. Seni mutlu ediyorsa yap ne istiyorsan. Ama ters bir durum olursa, şu savcı meselesi gibi haberim olacak. En ufak bir şey de arayıp söyleyeceksin bana, anlaştık mı?"

"Anlaştık, ama bir şey olmaz ki. Neredeyse bütün Şırnak biliyor karın olduğumu ve hamile olduğumu da tabii."

Karnını sevip kulağının altını öptü.

"Ben uyarımı yapayım da yavrum sonra yok yaralıydın, yok kızma diye söylemedim, yok bilmem her ne sikimse diye karşıma gelme benim."

"Tamam."

Karnındaki eli belini buldu. Oradan bacaklarına kayıp elbisesinin üstünden okşadı.

"Altında bir şey yok mu senin?"

"Hayır, var ya."

Eteğini yukarıya çekip süt beyazı bacakları ortaya serilirken siyah kumaş şortunu gösterdi. Büyük ve kaba el bacaklarını sıkıp okşamaya devam ederken, "var dediğin bu mu?" diye sordu. Yavaş yavaş kararan gözleri gözlerindeydi.

"Ya ne olacaktı? Pantolon mu giyseydim altına?"

Elini bacaklarının arasına sokup şortunun üzerinden kadınlığını sertçe avuçladı. Hazan inleyerek öne doğru savrulup kollarını sevdiği adamın boynuna sardı. Dudak dudağa gelmişlerdi.

"Ahh...mmmh!"

"Delirtme beni," dedi. "Bir rüzgarlık işi var bu eteğin."

"Napayım? Ayrıca...ah...ıhmmmh."

"Ne ayrıca? Söyle."

Burnu yanağına, dudakları dudaklarına sürtünürken eli şortunun içine girdi. Belini daha sıkı kavrayıp aralarındaki bütün mesafeleri yok etmek, sevdiği kızı içine sokup içine girmek için yüreği kavruldu. Birazdan işe gidecekti ve saatler sonra dönecekti. Bütün gün onsuz evde, bu kalabalığın içinde ne yapacağını bilmiyordu.

"Da-daha önce de bu-buna...ımmmhhaahhh...yaaaahhğğ...Fırat yapma."

Çene kemiğini öptü.

"Of...yumuşacık, küçücük lan...ah...sırılsıklam...sikeyim...sikeyim seni...of."

"A-akıntım var."

"Sana ıslanmadım diyorsun yani."

Daha sıkı sarılıp, "Fı-Fırat'ım yapma, lütfen," dedi.

Yataktan kalktı.

"Fırat!"

"Şşş."

Hazan'ı yatağa yatırıp üzerine çıktı. Şortunu ve külotunu indirdi. Karısı altında debelenip kalkmaya çalışırken itirazlarını duymazdan gelip bacaklarını tutarak ayırdı.

"Ya! Ya Fırat dur. Adliyeye gitmem lazım, duş alamam şimdi, hazırlandım o kadar. Lütfen."

Gözleri bembeyaz, pürüzsüz ve tertemiz kadınlığının ayrılan ve kıvamlı, saydam bir akıntının sızdığı dudaklarında gezinirken derince yutkundu. Elleri, incecik bacaklarını sıkıca kavramıştı. Aldığı nefeslerle yükselip alçalan kasıkları iradesini zorluyordu. Haklıydı. Dokunup boşalmasına neden olursa duş almak geç kalmasına, dışarıya çıkınca üşüyüp hastalanmasına neden olurdu.

"Of ulan, of!" dedi. İçindeki isyanın binde birine denk gelmeyen bir sinirle.

"Ö-özür dilerim."

Belini tutup kaldırdı. Hazan artık yaralı olduğunu hatırlatmaktan yorulmuştu. Ama bir kere daha dile getirdi. Sevdiği adam duymazdan gelerek yere indirip bacaklarının arasına aldı. Külotunu ve şortunu çekip üstünü düzeltti. Dizine oturttu. Ateş saçan gözleriyle sıkıca sarıldı. Nefeslerini toparlayıp, "bacakların üşür böyle, başka bir şey giy," dedi, emredici otoriter sesiyle.

"Ü-üşümem. Arabaya binip arabadan ineceğim alt tarafı. Hem kabanım, atkım, berem falan da var."

Sessiz kalıp boynuna gömüldü. Hazan sertliğini net bir şekilde hissediyordu. Canı yanıyor olmalıydı. Saçlarını sevdi.

"Fırat...yapma böyle, lütfen. Sen iyi ol diye ben..."

"Değilim, iyi falan değilim. Sen böyle aramıza mesafe koydukça da olmayacağım."

"Yaralısın diye uzak duruyorum senden. Yoksa benim de hoşuma gitmiyor bu durum."

"Sikicem artık yarasını! Dayanamıyorum lan! Çok güzelsin...çok güzelsin, sikip atıyorsun bütün aklımı."

Kapı tıklatıldı.

"Kuzum aracın geldi!"

Kucağından kalkmaya çalıştı. Fırat daha sıkı sarılıp bırakmadığında gözleri sulandı. O da kocasını bırakıp gitmek istemiyordu ama gitmek zorundaydı.

"Fırat'ım...kocam...bırak sevgilim, hadi."

"Söz ver," dedi. "Akşam döndüğünde dokunacağım sana."

"Fırat..."

"Söz ver, yoksa gidemezsin."

Gözlerini kapattı.

"Peki," dedi.

"Sakın beni geciştirmeyi geçirme aklından. Söz verdin."

"Tamam, söz."

Bırakıp üstünü giyinmesine yardım etti.

"Gün içinde ararım seni."

"Ara bebeğim. O eteğine de sahip çık."

"Çıkarım, ama sen de dikkat et kendine. Uzanıp dinlen tamam mı?"

"Tamam."

Hazan'ı bahçe kapısına kadar geçirdi. Korumalarla tokalaştı. Kar yağışı devam ediyordu, sert bir esinti yaralarını sızlatırken araç gözden kaybolana kadar olduğu yerde durdu.

💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦

Bölüm : 13.11.2025 16:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...