116. Bölüm
Binnur Tombaş / Vatanaşk (Askerî Kurgu) / 114. Bölüm

114. Bölüm

Binnur Tombaş
yikim2024

*********

4 gün sonra...


Yaka ve kol kısmı işlemeli tülden yapılmış, beline tam oturup aşağılara doğru açılan, uçuş uçuş eteğinin uçları tüllerle hareketlendirilmiş gelinliğiyle aynanın karşısında dikiliyordu. Su dalgası saçlarına, simli, sade bir taç oturtmuştu. Makyajı soluk pembe, nude tonda bir ruj ve kirpiklerine sürdüğü rimelden oluşuyordu. Ellerini şişkin karnına koyduğunda odanın kapısı çalınmadan açıldı. Sevdiği adamın kokusu, koca varlığıyla birlikte odayı sardığında kırıklarla dolu kalbi her şeye rağmen kuvvetlice atmaya başlamıştı. Üstünde gezinen kara gözlerle aynada denk gelmemek için başını eğdi. Aldığı sıkıntılı ve titrek nefesi duydu. Usulca attığı adımlar gözlerini doldurdu. Arkasında durduğu an dizleri titredi. Sıcaklığı sırtını yaktı. Saçlarını kokladığında nefesini tuttu. Temkinlice beline dolanıp karnındaki ellerinin üstüne ellerini koyuşuna tepkisiz kaldı. Siyah ceketinin açıkta bıraktığı bileğindeki gümüş saatte, yüzüğünde ve büyük, damarlı ellerinde buğulu gözlerini gezdirdi.

O gün Urfa'da çok güzel bir gün geçirmişlerdi. Hamile günlüğüne yapıştırmak için bir sürü fotoğraf çekmiş, Fırat ona kocaman bir ayı almıştı. Ayıyla çektiği bir fotoğrafı sosyal medyada paylaşmış ve akşam eve döndüğünde beğenilere bakarken Bahar'dan bir mesaj gelmişti. Hamileliği için tebrik etmiş, ardından da Fırat'ı doğru düzgün tanımadığını iddia ederek geçmişiyle ilgili şeyler anlatmıştı. Bir dönem kumar oynadığını, yasadışı dövüşten para kazandığını, uyuşturucu kullandığını, sinir hastası olduğunu söylemişti. Kocası tüm bunları inkar etmemiş, sadece uyuşturucuyu bir iki defadan fazla almadığına onu inandırmak istemişti. Aralarına açılan mesafe, Fırat'ın Bahar'a olan öfkesi günlerdir azalmıyordu. Bahar'ın Berfin'le etkileşim içinde olduğunu söyleyen sevdiği adam kıskançlıklarından yaptığını, ondan istediklerini alamadıkça ilişkilerine zarar vermek istediklerini söylüyordu. Hazan da bunların farkındaydı, geçmişte kalan şeylere ehemmiyet vererek bu hâle gelmeyi o da istemiyordu. Fakat içinde bir şeyler zedelenmişti. Fırat'ın ona kendisiyle ilgili hiçbir şey anlatmayışı, annesi gibi kumar oynamış olması, sokak ortasında kollarında ölen arkadaşı Berrak gibi uyuşturucu kullanması hamilelik hormonlarıyla birleşince aklını allak bullak etmişti.

Kulağının altını öpen dudaklarla yutkundu. Bir anlığına aynaya baktığında beyazlığına dolanan siyahlık ona kendini bir akbabanın yırtıcı pençelerine yakalanmış bir kuğu gibi hissettirdi. Kafatası bir kozmos dolusu kötülükle doluydu. Sanki yeryüzünde yazılıp çizilen ve yazılabilecek olan tüm senaryolar zihninde serim, düğüm, çözüm şeklinde ilerliyor, yaşanıp bitiyor ve sonu iyi veya kötü bir sonuca bağlanıyordu. Kelimeler ve görüntüler geleceği gören bir şifacının ruhunu sarıyor, müdahale edemediği her kötülük gücünün bir parçasını alıp götürüyordu. Ateşin kızılı karaya, suyun maviliği okyanusun laciverdine bürünüyor, kehanetlerin yüzyıllık tanrıçası şarap kırmızısı koltuğundan kalmamak için ayak diretiyordu.

"Yavrum..."

İrkildi.

"Şşş," diyerek daha sıkı sarıldı. "Yapma. Bugün bari yapma."

"Bir şey yaptığım yok," dedi. "Dün de yapmadım, dünden önceki gün de."

Durgun sesinde dört gün önce cıvıldayan kuşların ölü bedenlerinin soğukluğunu hissederken içi üşüdü. Günlerdir sarılmıyor, öpmüyor, dokunmuyor, ayıyı aralarına koyuyordu. Elinden gelse yatakları ayıracak kadar uzak duruyor, banyoya tek başına giriyor, karnı dışında bir yerine temas dahi etse soluğu odanın öbür ucunda alıyordu. Sürekli elinde telefonu, kulağında kulaklığıyla o saçma sapan programları izliyor, ağlayıp üzülüyor, konak halkına aralarındaki problemi yansıtmasa da nemli gözleri ve sessiz sakin halleri her şeyi ele veriyordu. Tek tesellisi bebeği için boğazından kısmıyor oluşuydu. Gitmek, ayrılmak istememiş, onu bebeğini sevmek istediğinde kendinden itmemişti. Derdi çoğu zaman Hazan'a yaklaşmak olduğundan arada bir ufak tefek sürtüşmeler yaşasalar da en azından gözünün önündeydi.

Psikoloğuyla konuşmuştu. Hamileliğin bu dönemlerinde annenin birçok psikolojik travma geliştirebileceğini, Hazan'la konuşmadan net bir tanı koyamayacağını, fakat belirtiği davranış biçimlerinin perinatal duygu durum bozukluğu, paranoid anksiyete veya ruminatif felaket düşüncesi gibi mental rahatsızlıklara delalet ettiğini söylemişti. Birçok gebe kadının yaşadığı duyguları karısının oldukça şiddetli yaşadığını, geçmiş travmalarının iyileşmesine fırsat kalmadan anne olmayı kaldırmakta güçlük çektiğini, bebeğinin geleceği hakkında kaygılandığını ve Bahar'dan öğrendiği şeyler sonucunda baba figürüne yabancılaşıp izlediği bozulmuş aile yapılarının içinde büyüyüp yaşayan çocuk ve ebeveyn portrelerinin kaygılarını artırmış olabileceğini, anlayışlı olması gerektiğini sözlerine eklemişti. Anne bu dönemde bebeğiyle babadan daha çok bağ kurardı. Önceliği eşinden ziyade bebeği olurdu. Doğumdan sonra da böyle olacaktı, anne bebeğiyle ilgilenecek ve eşinin de onu sevmeye devam etmesini bekleyecekti. Gösterdiği en ufak bir yanlış davranış sevdiği kızın gözünde onu yerle bir edebilirdi. Bu yüzden günlerdir Hazan'a yaklaşırken akla karayı seçiyordu.

Şakağını öptü.

"Tamam," dedi. "Yapmadın. Bütün hata benim. Ama nolur bu kadar sessiz, tepkisiz olma bana karşı. Hazan...ölüyorum...geberiyorum sen böyle yaptıkça. Aynı yatakta hasret bırakma beni karıma."

Sessiz kaldı. O da kocasını çok özlemişti. Dün akşam onu uyuyor zannedip bebeğini severken boynuna düşen birkaç damla yaşı hissetmişti. Doğru düzgün uyumadığının farkındaydı. Düşündüğü bazı şeyleri kendine bile itiraf edemezken Fırat'la konuşmaya cesareti yoktu. Kafasının içinde bambaşka bir dünya vardı. Aile ve akrabaları tarafından taciz edilen, tecavüze uğrayan, öldürülen çocuklar, karnında bebeğiyle kocası tarafından katledilen, başka adamlara satılan, sokaklara düşürülen kadınlar, çocuğunu korumaktan, bir derdi olduğunda dinlemekten, değer vermekten aciz babalar, koltuktan düşüp ölen bebeğinin arkasından ağlayan, sahip çıkamayan sorumsuz anneler... kabus olup üstüne çöküyordu. Bir yandan da izlemekten kendini alıkoyamıyor, tüm bunları bilirse bebeğinin ve ailesinin geleceğini daha sağlıklı ilerletebileceğini düşünüyordu.

Dudaklarını yanağına dayadı.

"Bebeğim, kurban olduğum...bir şey söyle. Derdini bileyim, konuş benimle."

Gözlerinden birer damla yaş düşerken yavaşça Fırat'a döndü. Gözlerini gözlerine çıkarıp öylece baktı. Kocaman, ateş parçası gözleri, ıslak kirpikleri, etli yanakları, ucu hafif kalkık minik burnu, dolgun dudakları, küçük çenesi, gelinliğinin içinde iyice ufalan kısacık boyu, şişkin karnındaki elleri kocasının nazarında esir olurken incecik belini kavrayan sıcak ellerin uyguladığı baskıyla aralarındaki mesafe yok oldu. Ağır ağır üzerine eğilip dudaklarını dudaklarına dokundurduğunda sakince durdu. Öpüşünü derinleştirirken titreyen nefesleri içini acıttı. Ellerini karnından çekip boynuna dolandı. Parmak uçlarında yükselip karşılık verdiğinde sırtı ahşap dolapla buluştu. Kesik kesik nefesleri iniltilerine karışıyordu.

"Yavrum..."

"Ih..."

Burnunu ve çenesini ağzına alarak öpüp emdikten sonra boynuna gömüldü.

"Canım...canımın içi..."

"Ah...mmmh...Fı-Fırat..."

"Gülüm. "

"Dur...dur nolur?"

Alınlarını birleştirip yüzünü avuçlarının arasına aldı. Yumuşacık tenini severken, "tamam, tamam bebeğim, durdum," dedi. Gözleri dolmuştu. "Emret, sen nasıl istersen öyle yapalım."

Omzundaki elleri kayıp ceketinin yakalarına tutundu.

"Şu düğün bir geçsin," dedi. "Konuşuruz sonra, olur mu?"

Başını salladı.

"Olur. Sen yeterki benimle konuşmak iste."

Bir eli yüzüyle boynu arasında bir yere yerleşti.

"Fırat..."

"Hı?"

"Ben...çok seviyorum seni. Bakma bana şöyle."

"Nasıl?"

"Böyle işte. Yalvarır gibi, bakma."

"Napayım peki? Kan kusturdun bana günlerdir. Nasıl bakayım Hazan? Yalvarıyorum sana, beş para etmez insanlar için beni üç kuruşa harcama."

"Mesele Bahar ya da Berfin değil..."

"Ne?! Ne o zaman?!"

"Sensin..."

"Benim? Neden?"

Göğsünden itip başını yana çevirdi.

"Çekil üstümden."

"Cevap ver! Madem bir şey söyledin, devamını getir!"

"Bağırma bana!"

"Bağırmıyorum. Sen benim her fırsatta ağzıma sıçıyorsun, ama ben sana gıkımı bile çıkarmıyorum. Seviyorum çünkü seni. Köpek gibi seviyorum lan..."

"Ben de seni seviyorum..."

"Biliyorum...biliyorum karım. Ama bazı şeylere dayanamıyorum artık. Karnında bebeğimizi taşırken şu halimiz normal mi Hazan?"

"Değil. En başından beri bana kendinle alakalı her şeyi anlatsaydın böyle olmayacaktı. Ben zevk mi alıyorum seni canımdan çok severken aramıza mesafe koymaktan? Ama...bırak."

Sarılıp boynunu öptü.

"Canını yerim senin. Beni seven o güzel kalbine ölürüm. Söyle...ne ama?"

"Aşağı inelim, bırak lütfen."

Dudaklarını ve burnunu tenine sürtüp kokusunu soludu.

"Söyle," dedi. "En azından bir yere kadar çözelim bir şeyleri. Düğünde saatlerce dokunamayacağım sana, aramız böyle olmasın."

Saçlarını sevdi. Ceketinin üstünden omzunu öpüp kokladı. Saniyelerce düşünüp durdu. Başını başına yasladı.

"Korkutuyorsun beni," dedi.

Kasıldı. Yanlış duyduğunu düşündü.

"Anlamadım?"

"Korkuyorum senden."

Sözlerinin altına imzasını atan ürkek gözlerine baktı.

"Ne-neden?"

"Çünkü..."

Çalınan kapıyla sustu.

"Oğlum hadi, vakit geldi."

Ayrıldılar. Hazan rujunu düzeltip eteklerini tutarak spor ayakkabıları üzerinde giyinme odasından çıkarken Fırat peşinden ilerledi. Kapıyı açıp, kırmızı halıda uçuşan eteklerini ve saçlarını içi acı acı yanarken seyretti. Merdivenin başında durduğunda dilinin ucunu ısırarak belini kavrayıp elini tuttu. Basamakları dikkatlice indiler. Heja babaanne, Ömer ağa, Fatma hanım ve kızlar avluya inen merdivenlerin başında bekliyordu. Heja babaanne ve Fatma hanım dualar etti. Aslı Hazan'a çok güzel olduğunu söylemişti. Yaren göz göze geldiklerinde belli belirsiz gülümsemekle yetindi. Konaktan çıkıp dar sokakta sıra sıra duran araçların en önünde, park halindeki, tüllerle süslenmiş, Fırat'ın arabasına bindiler. Şoför kahyaydı. Düğün salonuna doğru, kornalar basarak ve konvoyun ortasındaki kamyonun sırtında davul zurna çalan adamlar eşliğinde yola koyuldular.

Düğün saatler sürdü. Halaylar çekildi, danslar edildi, altınlar takıldı, silahlar sıkıldı. Fırat da Hazan da; binlerce kişilik kalabalığın, halay çekerken kendini kaybeden timin, dans ederken çalınan ilk müziğin dışında, kendi kafalarının içinde bir yerlerdeydi. Vakit akşamüstünü buldu. Düğün hâlâ devam ederken salondan çıktılar. Urfa merkezden Siverek yolu üzerinden Karacadağ eteklerine vardılar. Karlı tepeleri, engebeli arazileri, köyleri, çoban evlerini geçip bir dağ sırtında bulunan, bulunduğu yere nazaran oldukça modern ve lüks görünen iki katlı taş evin yüksek duvarlarının önünde durdular. Fırat torpido gözünden bir uzaktan kumanda çıkarıp sürgülü, demir kapıyı açtı. Aracı bahçeye soktu. Beyaz Toros'un yanına park edip araçtan indi. Hareketlerindeki sertlik, çatık kaşları, barut gibi yüzü, seğirip duran şişkin damarları Hazan'ı rahatsız etse de onu almak için kapıyı açtığında ellerini tutup arabadan çıktı. Serin rüzgarla kapıyı kapatan kocasına sokulup kokusunu içine çekti. O an göz göze geldiler. Dudakları alnına dokundu. Ardından evin kapısına doğru adamladırlar. Hazan beyaz aracın kime ait olduğunu merak ediyordu. Sevdiği adama sormak istese de vazgeçti.

Fırat, bal rengindeki cilalı çelik kapıyı çaldı. Çıkmak için hazırlandıkları belli olan yaşlı bir çift kapıyı açtı.

"Hoş gelmişsin ağam," diyen ellili yaşlarındaki adam elini öpmeye meyil ettiğinde Fırat engel oldu.

"Dur dayı. Hoş bulduk," dedi.

"Evi hazırlamışık ağam. Bir ihtiyacın olursa haber et, hemen gelirik."

"Sağ ol dayı."

Evin anahtarını verdi. Yaşlı kadın bebekleri için dua edip Hazan'a pek güzel olduğunu söyledikten sonra arabalarına binip gittiler. Hazan içeriye girdi. Kapıyla aynı rengi taşıyan parkelerin üzerindeki beyaz halıda yürüdü. Evin içi mis gibi deterjan kokuyordu. Yanan şöminede çıtırdayan odunların sesi duyuluyordu. Gri köşe koltuk, sarı yastıklarıyla birlikte oldukça rahat görünüyordu. Yerden tavana kadar uzanan pencerelerin önündeki beyaz koltuklarla döşeli kapalı veranda dikkatini çekti. Bahçedeki ağaçlar rüzgarla savruluyordu. Üst kata giden ahşap merdivenlere baktı. Alt tarafındaki yemek masasında gözlerini gezdirdi. Çok güzel ve konforlu bir evdi. Fırat en başında dağ evi diyince biraz korkmuştu. Soğuk bir köy evi canlanmıştı zihninde. Uzaktaki karlı dağlara, yollardaki kar öbeklerine nazaran ev sıcacıktı.

Fırat araçtan bavulları alırken banyo olduğunu düşündüğü kapıdan içeriye girdi. Beyaz fanyaslı, küveti olan temiz banyoda çişini yapıp ellerini yıkayarak çıktı. Kocası kapıda dikiliyordu. O salona geçerken banyoya girdi ve bir süre sonra yanına geldi. Kucağına alıp koltuğun L kısmına uzandı. Ceketini çıkarıp üstüne örterken göğsüne yatırdı. Sıkıca sarılıp saçlarını öptü.

"Fırat..."

"Hı?"

"Özür dilerim."

"Dileme. Önce konuşalım. Söyle, neyim korkutuyor seni?"

"Hiçbir şeyin."

Bıkkınca bir nefesi alıp verdi.

"Hazan...lafı çevirme. Neyse onu söyle."

Gömleğinden açıkta kalan tenini öpüp yüzünü sürdü. Künyesinin soğuk zincirini hissederken, "neyse onu söylüyorum zaten," dedi. "Şu an olduğun kişiden korkmuyorum. Geçmişte olduğun ve gelecekte dönüşebileceğin kişilerden korkuyorum."

"Ne demek bu?"

Yutkundu. Nasıl anlatacağını bilmiyordu, ancak tüm bu ağır düşüncelerle tek başına savaşacak gücü kalmamıştı. Konuşmak istiyordu. Fırat, anlarım, demişti. Kimseyi anlamam ama seni anlarım.

"Ben hamileyim," dedi.

Belindeki ellerinden biri karnını buldu.

"Biliyorum, benden hamilesin, kocanım ben senin."

Karnındaki elini tuttu.

"Öylesin. Ne benim ne de bebeğimizin senden başka kimsesi yok..."

"Olması da gerekmiyor."

"Ama ya bir gün seni de kaybedersek..."

"Hazan..."

Başını geriye atıp gözlerine baktı.

"Dinle. Ölümden bahsetmiyorum. Ondan da korkuyorum ama asıl korktuğum şey başka birine dönüşmen. Hayatta hiçbir şey olduğu gibi kalmıyor. Ya bir gün bana karşı duyguların biterse, evine gelmek istemeyen, karısına çocuğuna tahammül edemeyen bir adama dönüşürsen..."

Hayretler içinde Hazan'ı dinlerken, "saçmalama," dedi.

"Saçmalamıyorum. İnsanlar birbirlerini severek yola çıkıyor, ama sonra bir şeyler ters gidiyor. Aralarına birileri giriyor, bebekten sonra soğuyorlar birbirlerinden. Öldürmek isteyecek ka..."

"Hazan yeter! Ne dediğinin farkında mısın sen?! Ne öldürmesi lan?!"

Ateş saçan gözleriyle burun burunayken, "sakin ol," dedi.

"Nasıl olayım?! Nereden çıkarıyorsun bunları?! Ben nasıl kıyarım sana?"

"Kıymazsın, ama ya..."

"Ne aması lan?! Deli oluyorum sana ben! Alıp verdiğin nefese tapıyorum! Sen beni nasıl bir adam yerine koyuyorsun?"

Bebeği içinde hareketlenirken dolan gözlerinden birer damla yaş düştü.

"Bağırma," dedi. "Korkuyor."

Gözlerini kapatıp yüzünü boynuna bıraktı. Karnını okşayıp dilini damağında gezdirdi.

"Alacağım o telefonu elinden," dedi. "O sikik programları izlemeyeceksin bundan sonra."

"Fırat..."

"Yok Fırat Mırat. Bitti."

"Peki."

Kucağında biraz yukarıya çekip karnını öptü.

"Tamam babam," dedi. "Korkma. Geçti."

Sakinleşmesini bekledi. Kısa bir süre sonra bebekleri sakinleştiğinde ağlayıp duran karısının dudaklarını öptü.

"Şşş, ağlama. Ne yapayım sana? Ne yiyeceksin?"

Yüzünü omzuna gömdü. Hıçkırıp, "bir şey i-istemiyorum," dedi.

"Hazan çıldırtma beni. Tüketme sabrımı."

"Ba-banane..."

Sertçe soludu. Sakin olmaya çalıştı. Doktorun söylediklerini hatırladı. Yeniden hareketlenmeye başlayan bebeğiyle, "tamam," dedi. "Gel, gel üstünü değiştirelim."

Ceketi kenara koyup gelinliğinin fermuarını indirdi. Omuzlarından sıyırıp kollarından çıkardı. Beyaz sütyeninden taşan büyük göğüslerinin arasına dudaklarını bastırdı. Günlerdir ememediği süt damlaları ağzını sulandırırken kopçasını açtı.

"Ah...ıh...mmmmh..."

Memelerini avuçlayıp okşayarak sevdi. Bir yandan ağlayıp diğer yandan inleyip duran karısının yanağını ısırdı.

"Memelerini yediğim, ağlama bebeğim. Ölürüm sana. "

Omuzlarına tutundu. Göğüsleri sevdiği adamın yüzüne yapışırken bacakları iki yanına gelecek şekilde kucağına oturup, "se-sevişelim," dedi. "Çok özledim."

Güldü. Boynunun altını öpüp, "emrin olur," dedi. Ellerini gelinliğinin altına sokup şortuyla külodunu yarıya kadar çekti. Ağzına aldığı göğüs ucunu emerken sevdiği kızı bebeklerine dikkat ederek karnına oturtup kemerini çözdü.

"Sarıl boynuma."

Pantolonunu ve boxserını sıyırıp penisini çıkardı. Hazan'ın rahat edebileceği şekilde oturup, "gel," dedi.

Kadınlığı aletiyle birleşip içine girerken ikisi de inledi. Kocasını rahim duvarına kadar sıkıca kavrayıp sarıp sarmaladı. Öylece durup şapırtılı ve ateşli öpüşmeleri evin içinde yankılanırken gömleğinin düğmelerini açtı. Memeleri aralarında sıkışırken, "kocam," diyerek inledi.

"Yavrum..." dedi. Sesi kendinden geçmek üzere olduğunu belli ediyordu. Sevdiği kızın sırılsıklam ve sıcacık kadınlığının kasılmalarını, içinde atan damarları beyninin her bir kıvrımında duyumsuyor, hareketsizce duruşu kafayı yediriyordu. "O-of lan..."

Tacını çıkarıp koltuğun üstüne attı. Ellerinin tersiyle, kocasının yakıcı bakışları altında yanaklarındaki ıslaklığı sildi. Omuzlarına tutunup alnını öptü. Burnunu ve dudaklarını emdi. Pürüzlü teninde gezinip adem elmasını ısırdı. Hırıltılı iniltisi kulaklarına dolarken boynunu yaladı, kokladı, dişlerini şah damarına sürterek Fırat'ı çıldırtırken telaşsız gel gitlerle aletini sıkıp bıraktı. Kocası sıkıca sarılmak dışında hiçbir şey yapmıyordu. Kendini tamamen ona bırakmıştı.

Elleri vücudunda dolanırken sırtını okşayıp saçlarını öpen kocasına karşı derin bir bağ kurduğunu hissetti. İçinde oluşu güven veriyordu. Dokunuşlarında her zaman saf, sonsuz, sarsılmaz bir sevgi vardı. Hazan bu sevgiyi kaybetmekten korkuyordu. Eskiden olduğu kişiye dönüşmesinden ya da yıllar sonra aynı yatakta iki yabancı olmaktan, birbirlerine karşı körleşmekten korkuyordu. Burası bir masal dünyası değildi, hikâyenin sonunun mutlu biteceğinin garantisi yoktu. Suçu sürekli Fırat'a attığının farkındaydı, değişen sevdiği adam değil, kendisi de olabilirdi. Ama kendini kontrol etmek, bir adamı kontrol etmekten daha kolaymış gibi geliyordu. Anı yaşamayı beceremiyor, sürekli geleceği ve olası sonları düşünüyordu. Öyleki bazen kafasının içindeki sesleri susturmak için başını duvarlara vurmak istiyordu. Oysa buna hiç gerek yoktu, Fırat'ın kollarında olmak yetiyordu.

Giderek hızlanmış, karnı gövdesine çarparken sevdiği adam koltuğa tamamen uzanmıştı. Elleri göğsündeydi. Tırnakları etine geçmişti. Belinde toplanan gelinliğiyle, üstünde ata biner gibi otururken hoplayıp sallanan memeleri, dağılan saçlarıyla kocasının bakışlarından utanıp gözlerini yumdu. Aldığı zevkten dolayı hakim olamadığı çığlıkları duvarlarda yankılanıyordu. Kalçalarını kavrayan eller gelgitlerini dizginleyip kendine zarar verecek kadar hızlanmasına engel olmak niyetindeydi.

"A-a-ahhh!!"

Boşalıp üstüne yığılmak üzereyken Fırat doğrulup belini tuttu. Yan dönüp karısını koltukla arasına aldı. Kızaran yanaklarını, sıcacık tenini, kapalı gözlerini öptü.

"Kurban olduğum."

Boynuna sarılıp ellerini saçlarına daldırdı.

"Fırat..."

"Canım."

"Beni çok seviyorsun di mi?"

"Çok seviyorum."

"Ben de seni çok seviyorum. Birbirimize..."

"Hı? Söyle."

Dolan gözlerini açıp yağmak üzere olan gökyüzüne baktı.

"Hiçbir zaman, ne fiziksel ne de ruhsal olarak zarar vermeyelim, olur mu?"

Sıkıntıyla soludu.

"Hazan...ne diyeyim, ne anlatayım da aklındaki şu saçmalıkları sileyim bilmiyorum. Bağırdım çağırdım sana, defalarca kez kavga ettik, onlarca kez damarıma basıp kaldıramayacağım sözler söyledin, bir kez olsun el kaldırdım mı, zarar verdim mi sana? Bir kere yere ittim, ayağını burktun, her aklıma geldiğinde deliriyorum. Özür dilerim. Ama ben..."

"Bir şey olduğundan demiyorum ki ben bunları. Sadece korkuyorum. Sana çok güveniyorum, bir kadının bir adama güvenmesi, bir erkeğin bir kadına güvenmesinden daha çok şey kaybettirebiliyor. Sen benim ilkimsin. Her konuda. İlk sevgilimsin, ilk öptüğüm, koynuna girdiğim, defalarca kez hatalarını affettiğim, kopamadığım, özlediğim, kıskandığım, evlendiğim, hamile kaldığım...tüm hayatım sensin. Böyle olmasın diye çok uğraştım, ama sana bağımlı gibi bir şey oldum. Seni kaybedersem yerine yenisini koyamayacağım gibi, sürekli senin beni çok sevmelerini özleyeceğim. Elimde bir çocukla, senin eski karın..."

Dudaklarını dudaklarına mühürleyip susmasını sağladı. Birkaç kez güçlü bir şekilde emip öptü.

"Yapma," dedi. "Yapma şunu. Ortada böyle düşünüp hissetmen için hiçbir sebep yok. Ne eski karısı Hazan? Aklımla mı oynuyorsun sen benim?"

Kara gözlerinin içine bakarken, "elimde değil," dedi, fısıltılı sesiyle.

"Elinde değil?" diyerek bir süre gözlerini inceledi. Başını belli belirsiz sallayıp, "bizi bir gün bitirirse senin bu elinde olmayan şeyler bitirecek," dedi. Gözlerine bir yıldırım gibi düşen korkuyu gördü. Kasılıp baştan aşağı titreyen bedeniyle ona iyice sokulup sığınan sevdiği kızın hızla atan kalbini göğsünde hissetti. Bir şey olacağı yoktu. Dünyayı başına yıksa, bir gün onu...aldatsa dahi kapısından ayrılamayacağını biliyordu. Korksun istiyordu. Bir temeli, bir sebebi olmayan ihtimaller için canına okurken gerçeğin ihtimaller kadar dillendirilebilir olmadığını, böyle yapmaya devam ederse her zaman aynı sakin karşılığı alamayacağını anlamasını istiyordu. O gün çok güzeldi. Hazan, şehri o ise Hazan'ı izlemişti. İlk defa tasasızca gülüşlerini dinlemiş, bıcır bıcır sesini, ışıl ışıl gözlerini ruhuna sindirmişti. Ne olduysa Bahar'dan sonra olmuştu. Bilerek yapmıştı. İstediği hayatı kendi hataları yüzünden elde edemedikçe acısını ondan çıkarmak istemişti. Bunu yapmanın tek yolu da canından çok sevdiği kızı ondan uzaklaştırıp soğutmaktı. Hazan o kadar saftı ki, ve Bahar Hazan'ın dostluğunu o kadar hak etmiyordu ki mesajdan saatler önce karısının oyuncakçıda, Elif'le kardeşine hediye alalım, gitmeden Bahar'ı değilse bile çocukları görelim, diye yalvarmaları aklına geldikçe çıldırıyordu. Şimdiye kadar ne olur ne olmaz diye telefonunda bulundurduğu kardeşinin numarasını engellemiş, Hazan uyurken de şifresiz telefonundan, sosyal medyasına varana kadar her şeyi yok etmişti.

"Fırat..."

Hazan'ın sesiyle ona odaklandı. İçini çekip alnını öptü. Göğsüne bastırıp, "kurup durma kafanda," dedi. "İki gün şurada güzel güzel vakit geçirelim. Sevişelim, öpüşelim, konuşalım da, ama sana olan sevgimi sınama. Mesele benim hakkımda ögrendiklerinse onlar seninle ilgisi olan şeyler değil. On dört yaşında ayrıldım Urfa'dan. Ana yok, baba yok başta. Arayan soran yok. Ne gidecek ne dönecek bir yol yok. Savruldum durdum bir boşlukta. Her türlü pisliğin içine girdim çıktım, eyvallah. Çok yanlış yollara saparken son anda döndüm. Eğer senin korktuğun gibi birine dönüşecek olsam yıllar önce dönüşürdüm. Bugün böyle olmazdık. Hazan...elimde bıçakla adam öldürmenin eşiğinden döndüm ben. Bugün dağda taşta kafasına sıktığım şerefsizlerle aynı yerde olmanın eşiğinden döndüm. Bahar tüm bunları biliyorsa sakladığımdan değil. Ömer ağa da bilir. Benim ayaklarım yere sağlam basıyor, çünkü çok sendeledim, düştüm. O izlediğin herifler gibi ana kuzusu büyümedim ben. Peşimi toplayan, erkektir yapar, kadın dediğin elinin kiridir diyen bir annem olmadı. Ben erkekliği karı kız peşinde, babamın aracının koltuğunda uçkurum elimde öğrenmedim."

"Fırat..."

"Yirmi dört yaşında sevdim seni. Altı yıl boyunca varlığımı fark etmediysen seni rahatsız etmekten korktuğumdan. Rüyamda bile ne zaman seni öpecek olsam uyanırdım ben. Benimdin, o gün de bugün de benimdin. Sana bakmaya herkesten çok benim hakkım vardı, bakamadım. O minicik eteklerinden, şortlarından görünen bacaklarına, gözüm değse deliye döndüğüm göğüslerine, yüzüne, gözlerine bakamadım. Ne vardı, bilmiyorum sende. Ama sen olacaktın. Sen olmalıydın. Ölürdüm yoksa. Hâlâ öyle. Sesini ilk duyduğumda, kokunu soluduğumda, gözlerin gözlerime ilk değdiğinde, seni ilk öptüğümde, koynuma aldığımda, içine girdiğimde nasılsa hâlâ öyle. Bende değişen hiçbir şey yok. O dallamaların bir ömüre sığdıramayacağı şeyleri biz bir yılda yaşadık. Bir bu kadar daha yaşasak teninde aldığım tek bir nefesi bile karşılığı ne olursa olsun değişmem. Ben sana ihanet etmem Hazan. Tamam?"

Boynunu öptü.

"Tamam," dedi, kısık bir sesle. "Özür dilerim."

Dudaklarını saçlarının arasında gezdirdi.

"Unut az önce söylediklerimi," dedi. "Ne yaparsan yap bitecek bir şey yok. Ama konuşma bir daha öyle. Düşünme de. Baş edemiyorum Hazan, ne diyeceğimi bilemiyorum. O günkü gibi olalım. Sen bıcır bıcır konuş, gül öyle tatlı tatlı. Aklımı başımdan al, şarkılar söyle bana. Olmaz mı?"

Dudaklarını öptü. Dolu dolu olan gözleri gözlerine tutunurken elini yanağına koydu. Gözleri usulca kapanır gibi olmuştu. Tenini okşayıp, "Fırat," dedi.

"Bebeğim."

"Hiçbir şey olmasın," dedi, titreyen sesiyle. "Sana hiçbir şey olmasın."

İpek gibi saçlarını ve yanağını severken alnını alnına dayadı.

"Kurban olurum sana. Sesine ölürüm senin."

*********

Yemekten sonra şöminenin önüne yatak sermişlerdi. Dışarıda kar atıştırıyor, alevlerin kızıl ışıkları tenlerinde oynaşıyordu. Çıplak bedenleri az önce yaşadıkları haz dolu, sıcacık, ıslak anların izlerini taşıyordu. Fırat'ın sırtı koltuğa yaslıydı. Kollarının arasındaki karısının tenini öpüp duruyor, ellerini üzerinde gezdiriyordu. Üçüncü birlikteliklerinin ardından Hazan yorgun düşmüştü. Göğsünde gözleri kapalı öylece duruyordu.

"Yavrum."

"Hı?"

"Uyuyacak mısın?"

"Hayır."

Göbeğini okşarken omzunu öptü.

"Rahat mısın böyle? Uzanalım mı?"

"Olur."

Yastıkları düzeltip dikkatlice uzandılar. Başı kocasının kolunun üzerindeydi. Yorganı üstlerine çekişini hissetti. Mızmızlanarak, "ya örtme," dedi. "Çok sıcak."

"Şşş, tamam."

Yorganı itip sırtını okşadı. Belinin kıvrımına inip kalçalarına parmaklarını dokundurdu. Meme ucunu öpüp kokladı. Karnına dudaklarını bastırdı. Kapalı gözlerini izlerken, "bir şey istiyor musun?" diye sordu.

"İstemiyorum."

"Uyuyacaksan duş aldırayım sana, üstünü giy, öyle uyu."

"Uyumayacağım."

İç geçirdi. Dudaklarına dudaklarını sürtüp, "emin misin?" dedi.

Kirpiklerini araladı. Alevlerin vurduğu kara gözlerine baktı.

"Eminim. Niye sürekli sorup duruyorsun?"

"Uykun varmış gibi görünüyorsun çünkü."

"Ama yok."

"Tamam, sakin."

Gözlerini yeniden kapatıp kollarını boynuna sararak kocasını üstüne çekti. Memeleri ve şişkin karnı aralarında sıkışırken Fırat, "dur," dedi. "Yavaş."

"Bir şey olmuyor, korkma."

Yanağını öptü.

"Olsun, dikkat et."

"Kal böyle, nolur?"

"Yavrum, rahat edemezsin. Sırt üstü yatamıyorsun zaten. Çekme."

"Hiçbir şekilde yatamıyorum ki zaten. Bir tek yan yatabiliyorum. Biraz böyle durmak istedim sadece."

"Bebeğim, karnın sıkışıyor, karnını geri al, öyle sarılalım, hadi."

Oflayarak dediğini yapıp kalçalarını ileri çıkardı. Aralarına bebeğin rahat edebileceği bir mesafe açıldığında Fırat istediği gibi üstüne uzandı. Yüzünü boynuna gömüp kollarını başına sardı. Sızlayan göğüs uçlarında oluşan baskı, sevdiği adamın kokusu, teni, sıcaklığı çok iyi gelirken geniş omuzlarını, güçlü boynunu, pazıları şişen kolunu öpücüklere boğdu. Elleri sırt kaslarında ve saçlarında dolanırken gözlerini kapattı.

"Kocam," dedi, dolu dolu. "Canım kocam."

"Hım?"

"Çok seviyorum seni."

"Ölüyorum sana."

Güldü. Başını başına yaslayıp, "sevişelim," dedi. "Lütfen."

"Olmaz yavrum. Sınırı doldurduk artık. Yarın bakarız."

"Ama yetmedi."

Dudaklarını buluşturdu.

"Bana da yetmiyor," dedi. "Çok güzelsin. Kafayı yiyorum sana baktıkça. Ama hamilesin yavrum, hâlâ düşük riskin var. Bir şey olur, seni buradan hastaneye yetiştirene kadar ölürüm. Zorlama bebeğim, üzme beni, tamam?"

Çenesini öptü.

"Peki, üzülme. İyiyim."

Gıdısını emerek ısırdı.

"Aferin sana. Salep ister misin?"

Başını olumsuzca salladı. Birlikte sıcak bir duşa girip çıktılar. Kar yağışı şiddetlenirken Fırat, ayıcıklı kalın pijamalarını giydirdiği Hazan'ı yatağa bıraktı. Şömineye odun atıp pencereden dışarıya göz attı. Karın tutmayacağı belliydi, yine de biraz tedirgin olmuştu.

"Sevgilim."

Yatağa çöküp alnını öptü.

"Kurban olduğum."

"Arabadan ayımı getirsene."

"Olmaz. Aldığıma pişman ettin zaten. Bu gece bana sarılacaksın."

"Ama arabada korkar."

"Saçmalama."

Kollarının arasına girdi. Kokusu içini sararken, "saçmalamıyorum," dedi. "Eşyaların da duyguları vardır."

"Tamam. Kapat gözlerini."

"Ya beni geçiştirmesene!"

Yorganı iyice sırtına sarıp, "şşş," dedi.

"Ne?"

Yüzünü inceleyip gözlerinin içi parlarken yanağını öptü.

"Uyu."

Dudaklarını büzüp kaşlarını indirdi. Küskün ifadesiyle göğsüne sokulup gözlerini yumdu. Saniyeler içinde uykuya dalmıştı. Fırat sabaha kadar doğru düzgün uyumadı. Ateşe odun atı, Hazan'ı şömineden tarafa yatırdı, üstünü sıkıca örttü. Öptü, sevdi, seyredip durdu. Çok seviyordu. İçindeki korkuları, bedenindeki acıları, onu üzüp endişelendiren, her şeyi yok etmek istiyordu. Her anında yanında olmak, sarıp sarmalamak, onu mutlu etmek için sürekli gelecek planları yapıyor, hem kızına hem de karısına yuva olmak istiyordu. Urfa'ya taşınma fikri hâlâ aklının bir köşesindeydi. Birkaç yıla binbaşı olacaktı. Operasyonlar seyrekleşecek, idarî işler yoğunlaşsa da daha az tehlikeli bir hayatları olacaktı. O zamana kadar hayatta kalmak için dua etti. Hazan dışında hiçbir şey umrunda değildi. Bebeğini severken yanağını öptü. "Canım," dedi, fısıltılı sesiyle. "Canımın içi."

Tül bir çarşaf misali zemini örten karın üzerine dağların ardından güneş doğdu. Şömineye atılan son odun yanarken kömürlükten bir kova odun getirdi. Mutfağa girip patatesleri soymaktan başlayarak kahvaltı hazırladı. Çay, sobanın üstünde demlenip kokusunu salarken salondan gelen sese kulak kabarttı. Yine o saçma sapan programları izliyordu. Ballı tereyağını masaya koyup içeri geçti. Telefonu yastığa dayayıp, diğer yastığı başının altına alarak üst üste konuşup kavga eden kadınları çatılan kaşlarıyla dinleyen karısına gözlerini dikti. Tepesinde durup ona bakan kocasını saniyeler sonra fark etti. Başını geriye atıp kızgın gözleriyle karşılaşınca tatlı tatlı gülümsedi. Videoyu durdurup oturdu. Kollarını uzatıp, "kocam," dedi.

Bıkkınca soluyup sarılması için yanına yerleşti. Kucağına çıkıp boynuna dolanan sevdiği, fakat bir türlü söz geçiremediği kızın kulağının altını öptü.

"Ne dedim ben sana?" dedi.

"Söz, bizi onlarla kıyaslamayacağım bir daha, izleyeyim birazcık. Kızma."

Telefonu alıp videodan çıktı. İnterneti kapatıp koltuğun üstüne attı.

"İzlemeyeceksin," dedi, kesin bir dille. "Görmeyeceğim bir daha."

"Ama..."

"Yok aması falan," derken Hazan'la birlikte ayaklandı. Banyoda asık yüzünü yıkayıp mutfağa götürdü. Masaya bırakıp sütünü bardağa doldurdu. Sandalyesini yaklaştırıp yanına oturdu. Dudaklarını yanağına dayadı. Bir süre öylece durup dişlerini geçirdi.

Lezzetli bir şey yermişcesine "mmmmhhh," diye bir mırıltı çıkardı.

"Bırak."

Isırdığı yeri öpücüklere boğup, "asma yüzünü," dedi. "Seni düşünüyorum Hazan."

"Ama bir daha sana öyle davranmayacağım diye söz verdim."

"Mesele bana nasıl davrandığın değil, kafanın içinde ne düşünüp ne hissettiğin. Ben bir bakışından anlıyorum senin ne halde olduğunu. Hoşlanmıyorum o programları izlemenden."

"Çok güzel," dedi. "Ne izleyip ne izlemeyeceğime de karış. Aldığım nefese kadar sen planla Fırat."

Ateş parçası gözlerinin içine baktı. Hazan'ın ona iyi gelmeyen şeylerden uzaklaşmak gibi bir huyu yoktu. Ne kadar psikolojik olarak etkilense, maddi manevi zarar da görse, haksızlığa da uğrasa bulunduğu yerden milim kıpırdamıyor, üstüne gidiyor, hiç yoktan olduğu yerde durmaya devam ediyordu. Bu belki ufacık bir sorundu, ancak Hazan bir şeylere arkasını dönmeyi beceremediği için yıllarca acı çekip durmuştu. Küçük ya da büyük ona zarar veren şeylerle arasına mesafe koymayı bilmiyor, en kötüsü zarar görüdüğünün farkında bile olmuyordu.

"Gerekirse onu da yaparız," dedi. "Kapat konuyu."

Kirpikleri titrerken başını eğdi. Saçları önüne dökülüp yüzünü gizlerken sessizce durdu. Sevdiği adamın alıp verdiği sıkıntılı nefesin ardından sandalyesini geriye itişini göz ucuyla gördü. Bavuldan vitaminlerini alıp dolaptan taze sıkılmış portakal suyunu alışını, bir bardağa döküp yanına oturuşunu takip etti. Beline ve bacaklarına sarılan kollarla kendini kocasının kucağında buldu. Yanağına inen dudaklarla boynuna dolandı. Ensesini öpüp kokusunu ciğerlerine hapsetti.

"Gel, gel nazlı yarim benim, iç şunu."

Şişeden çıkardığı C vitaminini ağzına alıp portakal suyuyla birlikte yuttu. Sevdiği adam karnını öpüp okşarken bardağı masaya bıraktı. Çatalı eline alıp patates kızartmasına batırdı. Fırat alnını şakağına dayarken ağzına atıp yedi. Kocasının ağzına zeytin uzattı. Köfte dudaklarıyla alıp yerken peçete uzatıp çekirdeğini aldı. Alnını öpüp, "Fırat'ım," dedi.

"Hım?"

"Ne zaman döneceğiz?"

"Yarından sonra. Ama istersen bugün de döneriz. Sıkıldın mı?"

"Hayır, sordum sadece."

Ekmek bölüp soğansız menemene bandırdı. Ağzına verip, "burada yaşamak ister miydin?" diye sordu.

"Bu evde mi?"

"Urfa'da."

Portakal suyundan bir yudum alıp süt bardağını ileri itti.

"Neden sordun ki?"

"Cevap ver önce. İster miydin istemez miydin?"

Yutkundu.

"Konakta mı?"

"Hazan, soru çok basit yavrum. Bin dereden su getirme."

"Güzel şehir, ama ben Şırnak'ı daha çok seviyorum. Hem evimiz orada. Yaren, Aslı, Fatma teyze, Ayşe teyze, Zeynep, Emine teyze, Adem. Herkes orada."

"İstemiyor musun yani?"

"Sen istiyor musun?"

"İki seneye kalmaz rütbem yükselecek. Senin de bu yılın sonunda doğu görevin sona erecek. Konuşup bir düzen kuralım diyorum. Sen nasıl istersen öyle yaparız."

"Ben Şırnak'ta kalmak için dilekçe yazmayı planlıyordum. Bizim işlerde pek savcılara sorulmuyor, ani bir atama gerçekleşebilir. Eş durumundan dolayı bir şehri özel olarak talep etmek de güç. Bir sürü evrak işi, HSK kararı bekleme durumu var, garantisi de yok. Dönünce dilekçeyi yazmaya başlayacaktım."

"Tamam, o zaman senin tayin durumuna göre karar veririz. Sen hangi şehre gidersen ben peşinden gelirim."

Dudaklarına dayadığı ballı tereyağlı ekmeği yiyip yuttu.

"Sen Urfa'ya mı dönmek istiyordun?"

Çayını içip, "bir süredir aklımdaydı," dedi. "Ama sen nasıl istersen öyle olur. Sorun yok."

"İstiyorsan ona göre yazarım dilekçemi."

"Hayır, nerede görev yapmak istiyorsan ona göre yaz. Sen yanımda olduğun sürece nerede olduğumun bir önemi yok."

"Ben Şırnak'ta kalmak istiyorum. Doğu görevimin hakkını tam olarak veremedim. Biri yılımı VASÖ mahvetti. Bu yıl da hamilelik, doğum, bebeğimizin birilerine emanet edilebilecek kadar büyümesi derken geçip gidecek. Eğer seni zor duruma sokmayacaksa evimizde kalalım."

"Ne zor durumu Hazan? Bebeğimiz için daha rahat olur, diye düşündüğümden Urfa'ya gelmeyi planlıyordum. İstemiyorsan evimizde kalmaya devam ederiz. Sorun yok."

Peynirden bir çatal aldı. Salatalıktan bir ısırık yedi. Fırat sucuklu yumurtadan yerken, "nasıl olacak?" dedi, birden.

"Ne, nasıl olacak?"

"Doğumdan sonrası. Biraz korkuyorum. Doğurmak yirmi kemik kırılıyormuş gibi acı veriyormuş."

Zeytin çekirdeğini çıkarıp peçetenin üstüne koydu. Çatık kaşlarıyla, "yok öyle bir şey," dedi. "Kulaktan dolma saçma sapan şeylerle korkutma kendini."

"Ama öyle diyorlar."

"Kim diyor yavrum?"

"İnsanlar."

Bıkkınca içini çekti.

"Tıbbi olarak bir karşılığı yok bunun. Doğum ağrısı şiddetli, bu doğru, ama kemik kırılması kadar lokal ve keskin bir acı hissedilmiyor. Ayrıca epidural yöntemle doğum sancısı %80-100 oranında azaltılabiliyor. Korkmana gerek yok. O kadar tehlikeli olsa senden önce ben delilirim korkudan."

"Epidural yöntem ne ki?"

"Belden aşağısına bel boşluğuna yerleştirilen incecik bir tüple verilen anestezi. Kasılmaları, baskıyı hissediyorsun, bilincin açık ama ağrı ve acı minimum düzeyde."

"Sen nereden biliyorsun bunları? Daha önce doğurdun mu ki?"

Güldü.

"Araştırıyorum," dedi. "Hamile kaldığın günden beri araştırıyorum, bir baba ve koca olarak ne yapmam gerektiğini anlamaya çalışıyorum. Siz her şeyimsiniz lan benim. Kılınıza zarar gelse ölürüm."

Sıkıca sarılıp boynunu öptüğünde bebekleri Fırat'ın olduğu tarafa bir tekme savurdu. İkiside hissederken Hazan sevdiği adama iyice sokuldu. Karnındaki büyük el daireler çizerek bulunduğu yeri okşuyordu.

"Başka şeyler de var," dedi.

"Hı?"

Birkaç saniye sessiz kalıp utana sıkıla, "vücudum eskisi gibi olmayabilir," dedi.

Duraksayıp kocasının bir şey söylemesini beklese de daha sıkı sarılması dışında bir karşılık alamadı. Yutkunup konuşmasını sürdürmeye çalıştı.

"Yani...göğüslerim şu an süt bezlerim şiştiği için çok büyüdüler, ama emzirdikçe...sarkabilir...vajinal sıkılığım doğumdan sonra azalabilir. İlla öyle olacak diye bir garanti yok, ama...oladabilir."

Doğum sonrasında vajinal sıkılığın neredeyse tamamen eski haline döndüğünü biliyordu, yine de Fırat'ın vereceği tepkiyi merak etti.

"Eee?" diyen umursamaz sesi onun için önemsiz bir şey anlattığını gösteriyordu. Bu biraz olsun daha iyi hissettirdi.

"Erkekler eşlerinden en çok doğum sonrasında soğuyormuş. Vücudu deforme oldu, göğüsleri ve vajinal sıkılığı kaybolduğu için zevk almadıklarını söylüyorlarmış. Bebekle ilgilenmekten eskisi kadar bakımlı, göze hitap eder, cilveli olmadıkları, onlarla ilgilenmedikleri için başka kadınlara gitmeyi kendilerinde hak görüyorlarmış. Buna hakları yok oysa ki. Ben dokuz ay senin çocuğunu karnımda taşıyayım, altını temizle, karnını doyur, uyudu mu uyandı mı, beşiğinde boğuldu mu, yatağından düştü mü, hastalandı mı diye ömrümden ömür gitsin sen de evde bir başıma koy git beni. Bak, söylüyorum eğer öyle bir şey yaparsan..."

Dudaklarını ısırarak öpüp susturdu.

"Yapmam," dedi, kısık sesiyle. "Sanane diğer erkeklerden. Senin erkeğin benim."

"Ama sonuçta erkeksin."

"Ben de seni diğer kadınlarla mı kıyaslayayım Hazan? Bu işin oluru bu mu?"

"Ne varmış kadınlarda? Onları çok sevip el üstünde tutan adamlara denk gelseler hepsi eşlerine sadık olurdu."

"Hayat öyle ilerlemiyor yavrum. Kimseyi tek bir kalıba sokamazsın. İnsan duygularının kadın ya da erkek olmakla bir alakası yok. Çok sevsen de, değer versen de bazı insanlara bazı şeyler, bir yerden sonra batar. İnsanın sevgiye bile tahammülü azalır. Bazen çok sevilsen de gitmek istersin. Kimsenin duyguları bir başkasını elinde tutmaya yetmez. Karşılıklı olması lazım. Sonuçta erkeksin, ne demek? Sen benim dokunduğum, öptüğüm, koynuma aldığım ilk kadınsın. Yapma. Her zaman bu kadar sakin karşılamam, ağzından çıkanlara dikkat et."

Öylesine bir "peki" diyerek yüzünü masaya çevirdi. "Bazen çok sevilsen de gitmek istersin" derken onu terk etmelerine laf çarptığını anlamıştı. Köşede yanan sobaya ve üstündeki çaydanlığa kısaca gözlerini değdirdi. Süt bardağını alıp yudumlarken Fırat omzunu öpüp kokladı.

"Vücudunun ne hâle geleceği de umrumda değil," dedi. "Kokun, sesin yeter. Kurban olurum, ölürüm sana ben."

💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦

Bölüm : 11.12.2025 12:18 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...