🔞🔞🔞 ❗❗❗Bölümde +18 sahneler ve argo bulunmaktadır. Yaşı on sekizin altında olanlar ve bu gibi sahnelerden hoşlanmayanlar okumasın. 🔞🔞🔞❗❗❗
Oylarınızı ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen.
Arabanın farları önümüzdeki çamurlu yolu aydınlatıyordu. Evin karşısındaki araziden bu tarafa doğru koşan bir köpek sürüsü arkamızda kaldı. Fındık arka koltuktan onlara havlarken bahçe kapısının önünde durduk. Fırat araçtan inip kapının şifresini girdi. Demir sürgülü yüksek kapı gürültüyle açılırken direksiyona geçip arabayı bahçeye soktu. Aracının yanına park edip indi. Arka koltuğun kapısını açıp Fındık'ı çıkardı. Fındık bahçedeki kulübesine doğru koşarken yaşlarla sırılsıklam olan yüzümle hiç kımıldamadan arabada oturmaya devam ettim.
Fırat, Cemile teyzelerden döndükten sonra bana tek kelime etmeden eşyalarımı toplamaya başlamıştı. Ne kadar onunla konuşmaya çalışsam da bana karşı bir duvardan farksızdı. Onu durdurmayı denedim. Eve döneceğimi ama bunu şu an istemediğimi söyledim. Delirdi. Bir haftadır aldığım nefesten, attığım adıma kadar her şeyden haberi varmış, dört gün boyunca Kim Chin'in, onun deyimiyle, Çekik'in evinde kalmışım, Yağız'a cesaret vermişim ve elimi tutmuş, Celal sadece otizimli değilmiş, mahalledeki kızları taciz ediyorumuş, Cemile teyze de buna çanak tutuyormuş, tanımadığım etmediğim insanlarla neden samimi oluyormuşum, ya Celal kapıma geldiği gün bana bir şey yapsaymış, niye elin herifine gülüyormuşum, o Çekik'e söylemiş, o evi tutmama engel olmasını, Yağız'ı bana yaklaştırmamasını, Cemile teyzelerle yakın olmama izin vermemesini üstüne basa basa söylemiş. Dahası ben safmışım. İnsanların bana ne amaçla yaklaştığını anlamayacak kadar toymuşum, azıcık güler yüze kanacak kadar çocukmuşum, ne zaman ondan ayrılsam başıma bir şey geliyormuş, bu saatten sonra bize ayrılık yokmuş ve en geç iki hafta içerisinde resmi nikah kıyacakmışız.
Kitaplarım hariç tek bir eşyamı dahi bırakmadan doldurduğu bavulları bagajdan indirip evin önüne bıraktı. Mutfaktaki yemekleri koyduğum saklama kaplarının olduğu poşeti alıp kapımı açtı. İnmemi beklerken gözleri üzerimde geziniyordu. Ona bakmadım. Söylediği şeylerin omuzlarıma bıraktığı ağırlık altında eziliyordum. Yüzüme vuran hafif rüzgarla tenim üşüdü. Arabadan inecek gücü kendimde bulamazken zar zor, ağır hareketlerle bir ayağımı dışarı atıp kapıya tutundum. Terliğim düştü. Umursamadan yere basmaya meyil ederken Fırat sert ve sıkıntılı bir şekilde soluyup belime sardığı koluyla beni kucağına aldı. Diğer terliğim de yere kapaklandı. Esen rüzgâr, beyaz kısa çoraplarımın sardığı ayaklarımda gezinip gıdıklanmama neden oldu. Bir yandan da bu serinliği sevmiştim.
Kollarımı Fırat'ın boynuna sarmak yerine göğsümde birleştirdim. Eve doğru ilerledi. Kapının önünde durup anahtarı deliğe sokup çevirdi. Açılan kapıdan burnuma yoğun bir sigara ve alkol kokusu doldu. Genzimi yakıp midemi bulandıran, hafif mayamsı bir rahiyası olan bu havayla her zaman sevdiğim bu eve yabancılaştım.
Karanlık evin içinde uçuşan perdeler gözüme iliştiğinde ürperdim. Açık olan camların tedirgin edici bir görüntüsü vardı. Kollarımı bilinçsizce Fırat'ın boynuna sardım. Elindeki poşeti parkenin üzerine bıraktı. Cam saklama kapları tıkırtılar çıkartırken pencerelerin neden açık olduğunu düşünüyordum. Fırat sakince bavulları içeriye koyuyordu. Belli ki camları o açık bırakmıştı. Yine de ayışığının vurduğu camlarda uçuşan beyaz perdeler hiç hoş görünmüyordu. Aklıma Zümrüt'ün tavanda asılı duran, beyaz elbiseli cansız bedeni geldi. Fırat'a biraz daha sıkı sarılıp sokuldum. Bir elini kapının pervazına dayayıp ayakkabılarını çıkarırken kulağımın altını öptü.
"Şşş, korkma. Camları ben açık bıraktım, bir şey yok," dedi. Ciddi ve soğuk sesi mesafeliydi. Sanki onca lafı ben ona sayıp dökmüştüm. Kapıyı kapatıp ışığı açtı. Evin içi aydınlanırken yerdeki poşeti aldı. Mutfağa doğru ilerledi. O sırada şöminenin önündeki kahverengi cam parçalarını, orta sehpanın üzerinde duran devrilmiş şişeleri gördüm. Sağa sola buruşturulup atılan sigara paketleri, yerde duran kül tablası, düzensiz yastıklarla her şey Fırat'ın bensiz nasıl yaşadığının resmiydi. Evdeki koku camların uzun zamandır açık olmasına rağmen dağılmamıştı.
Mutfağa girdik. Fırat buranın da ışıklarını yaktı. Poşeti tezgahın üzerine bırakıp beni yemek masasına oturttu. Duvardaki kombiyi açtı. Derecesini ayarlayıp ceketini çıkartarak salona geçti. Önce merdivenleri çıkan ayak seslerini duydum. Sonra alt kata indi. Camların süpürülürken çıkardığı sesler kulaklarıma doldu. Mutfağa geldi. Çekmecelerden birinden çöp poşeti alıp geri çıktı. Poşete doldurduğu şişelerin tıkırtılarını duydum. Elektirik süpürgesi çalışmaya başladığında oturduğum yerden kalktım. Askıyı çıkarıp montumu omuzlarımdan sıyırdım. Sandalyeye koyup askıyı yeniden taktım. Üzerimde kalbimi ağrıtan bir kırgınlık vardı. Sebepsiz yere üşürken içim titriyordu.
Dolaptan bir bardak alıp masanın üzerindeki sürahiden su doldurup içtim. Tezgaha yönelip poşeti açtım. Saklama kaplarını tezgaha koydum. Üstlerini streç filmle kapladığım üç güveç dolusu sütlacı dolaba yerleştirdim. Arkamı döndüğümde yerde gördüğüm siyah şeyle donup kaldım. Geri geri adımlarken nefeslerim sıklaştı. Sırtımı buzdolabına dayadım. Fırat'a seslenmek istiyordum ama sesim içimde bir yerlerde takılı kalmıştı. Yavaş yavaş bana yaklaştı. Kıskaçlarını hareket ettirirken tenimde geziniyormuş gibi vücudum karıncalanıp kasılmaya başladı. Astımım tuttu. Olduğum yerde kaskatı kesildim. Aramızdaki mesafe azalırken nasıl yaptığımı bilmiyordum ama, "Fırat!!!" diyerek çığlık attım. Sesim duvarlara çarpıp yankılandı.
Telaşlı ve endişeli sesinin ardından koca gövdesi yanımda belirdi. Dolaptan ayrılıp hızla ona sokuldum. Bedenim bir sıtma krizine girmişim gibi titriyordu. Gözyaşlarım etrafı bulanıklaştırırken körük gibi inip kalkan göğsümle sımsıkı sarıldığım kollar arasında konuşmaya çalıştım.
"Fı-Fırat...Fırat..." Ellerim göğsündeydi. Tişörtünü sıkıyordum. Kucağına aldı beni. Yemek masasına götürdü. Montumun cebinden spreyimi alırken, "Fırat," dedim yine. O şeyin adını ağzıma alamıyordum, alamazdım.
"Şşş, tamam, tamam bebeğim buradayım, bir şey yok." Spreyi dudaklarıma uzattı. "Gel, gel yavrum."
İlacı ağzıma sıkmasına izin verdim. Derin derin nefesler alıp bir yandan da ağlarken, "Fırat," dedim tekrar. Çatılan kaşları ve ne olduğunu anlamadığı için gerilip sertleşen yüzüyle tenimdeki yaşları silip yanaklarımı severken, "ne?" dedi. "Noldu? Söyle. " Dudaklarımdan küçük bir hıçkırık koptu. İşaret parmağımı yere uzatıp, "o-orada," dedim. "Fırat orada."
Parmağımı uzattığım yöne baktı ama yere değil, pencereye bakıyordu. Bir şey göremeyince bana dönüp, "ne?" dedi gerginliğinin verdiği sabırsızlık ve beni koruma içgüdüsüyle. "Ne orada yavrum, doğru düzgün söyle şunu."
"Söyleyemem. Adını söyleyemem Fırat. Böyle...böyle simsiyah, kıskacı var. İğneli bir şey. Orada, yerde işte. "
Beni anlamaya çalışırken kısılan gözleri yeri buldu. Görmüş olacak ki gözleri eski halini aldı. Beni iyice kendine çekip sarılırken birkaç adım gerileyip saçlarımı öptü.
"Şşş, tamam, hallederiz şimdi, korkma."
Mutfaktan çıkıp salona geçerken, "nasıl?" dedim. "Nasıl halledeceksin?"
Boynuna doladığım kollarımla gözlerine bakıyordum. Kucağında olmak güven veriyordu. Uzun boyunun ayaklarımı yerden kesişi şu an ihtiyacım olan tek şeydi. O varken bana hiçbir şey dokunamazdı.
"Ben dağlarda bunlarla yaşıyorum yavrum, idmanlıyım."
Beni koltuğa bırakmaya meyil etti. Daha sıkı sarılıp ondan ayrılmadım. Ya burada da varsa? Koltuğun arasından çıkıp beni sokarsa? Ya mutfaktaki Fırat'a bir şey yaparsa? Ondan ayrılmak istemiyordum. Beni burada öylece bırakamazdı.
"Hazan bırak, bak tezgahın altına falan girer, bulamayız bir daha. Bırak iki dakika halledeyim şunu. "
Omuzlarımı silkip dudaklarımı büzdüm.
"Ya seni sokarsa? Bir şey olursa sana?"
Belli belirsiz gülümsedi. Dudaklarımı öpüp, "olmaz bir şey," dedi. Az önce sesinde hüküm süren soğukluk yerini tatlı bir bahar yeline bırakmış, aramızdaki mesafe kapanmıştı. "Zehirsiz bu ak...bunlar, soksa da bir şey olmaz. Otur, bekle beni burada, tamam?"
Son anda o şeyin adını söylemekten vazgeçişiyle kasılan bedenim gevşedi.
"Nereden biliyorsun zehirsiz olduğunu? Ya değilse?"
Onun için böyle endişeleniyor oluşum keyfini yerine getirmiş gibi boynumun altını öpüp kokumu soludu. Yüzünü tenime sürterken, "canım," dedi. "Canımın içi bizim buralarda olur bunlar, zehirlilerin kıskaçları ince, kuyrukları ve iğneleri kalındır. Zehirsizlerin de tam tersi olur. Mutfaktaki zehirsiz. Dur burada, dışarıya atıp geleyim şunu, hadi bebeğim, hadi bir tanem söz dinle. "
"Iııı ben de geleceğim. Seni yanlız bırakmam. "
Başını boynumdan kaldırıp alt dudağını ısırarak alnını alnıma dayadı.
"Tamam," dedi. "Gel, ama arkamda dur."
Yutkunup burnumu çekerken, "tamam," dedim. Mutfağa yönelip kapının önünde beni yere indirdi. İçeriye girerken elini tuttum, sıkıca kavradı. Başımı uzatıp az önce onu gördüğüm yere baktım. Oradaydı. Kuyruğunu havaya kaldırıp kıvırmış, beyaz halının üzerinde bütün siyahlığı ve çirkinliğiyle duruyordu. Küçük bir çığlık atıp Fırat'ın arkasına saklandım. Yemek masasına doğru adımladık. Elimi bırakıp mutfak havlusunu aldı. Tişörtünün eteğini tuttum. Üç yaprak yırtıp yere çöktü. Ben de onunla birlikte eğildim. Peçeteyle hayvanın kuyruğunu yakaladı. Baştan aşağı bir elektirik bütün vücudumu dolandı. Hayvan kıvranıp dururken Fırat doğruldu. Mutfağın yerden tavana kadar uzanan penceresine doğru ilerlediğinde tişörtünü çekip, "dur," dedim.
Omzunun üstünden bana dönüp, "noldu?" dedi.
"Bahçeye atamazsın," dedim. "Fındık var. Hem eve yine girer. Dışarıya atalım. "
"Tamam," dedi. Hiç erinmeden ve kızmadan ne dersem, tamam, deyişi hoşuma gidiyordu. Mutfaktan çıktık. Evden çıkarken de peşinden gitmek istedim ama terliklerim arabanın yanında düşmüştü. Fırat bahçe kapısını açıp "böceği" attıktan sonra terliklerimi de alarak yanıma geldi. Karşımda dururken, "Fırat," dedim. Terlikleri yere bırakıp içeriye geçti.
Ona sokulup, "başka var mıdır?" diye sordum. Beni yeniden kucağına aldı. Boynumu öpüp salona doğru yürürken, "sanmıyorum," dedi. "Varsa da ben buradayım."
Bu yüzden hâlâ bu evde duruyordum zaten. Eğer Fırat olmasaydı çoktan evi terk edip gitmiştim.
"Bahçede var mıdır? Ya Fındık'a bir şey olursa? Onu içeriye alalım."
Kaşları çatıldı. Bundan hoşlanmamıştı.
"Olmaz, köpeğin ne işi var evde? Astımın var zaten. "
Koltuğa oturup beni göğsüne çekti. Alnımı öpüp saçlarımı severken huzursuzdum. Kaşlarım çatıldı. Fırat'ın Fındık'ı evde istememesinin tek sebebi astımım değildi. Dinen uygun olmadığı için istemediğinden emindim. Buna saygı duyabilirdim ama ben de alalım, hep evde kalsın demiyordum ki, sadece bu gece kalsın diyordum.
Kucağından kalkmak için hareketlendim. Kollarını sıkılaştırıp bırakmadı.
"Bırak," dedim. "Fındık' ı eve almazsan ben bahçede kalırım o zaman."
Eli yukarıya sıyrılan kazağımın açıkta bıraktığı tenimi seviyordu. Pencereler hâlâ açıktı. Perdeler savruluyor, dışarıdan gelen köpek seslerine karşılık veren Fındık'ın havlamaları duyuluyordu. Fırat'ın belimdeki eli kalçalarıma doğru inerken, "saçmalama," dedi. Elini tutup kalçalarımdan uzaklaştırdım. Göğsündeki başımı yukarıya kaldırıp gözlerine baktım.
Tamam, o hayvanı görünce korkup ona sarılmıştım ama bana söylediği şeyler hâlâ aklımdaydı. Ne Bahar meselesini, ne de bombayı imha ederken ona söylediklerimi oturup etraflıca konuşmuştuk. Bir de Yağız meselesi vardı. Kim Chin'in bir haftadır II. Fırat gibi tepemde gezinip casusluk yapışı ve Fırat'ın buna rağmen ona da vurması canımı sıkmıştı. Ondan ayrıyken bile bana özgürlük alanı tanımıyordu. Bunu isteyip istemediğimden emin değildim ama bana, benimle ilgili kararlar verilirken bir kez olsun sorulmaması sinirlenmeme ve kendimi Fırat'ın mülkiyetiymişim gibi değersiz hissetmeme neden oluyordu.
Eğer resmi nikah kıyacaksak bir şeyleri sonsuza dek çözmüş olmamız gerekiyordu. Bana kendisiyle ilgili her şeyi anlatmalıydı. Fırat'la olan ilişkimizi bir düzene sokmadıkça işimi de düzene sokamayacağımı biliyordum. Bir düzen istiyordum artık. Sürekli bir bavul toplayıp oradan oraya savrulmaktan yorulmuştum.
Birkaç saniye sert bir ifadeyle gözlerime bakıp, "tamam," dedi. "Dokunmayız."
Bu tavrı canımı sıksa da sessiz kalıp tekrar kucağından kalkmak istedim. Bıraktı. Tek kolumla dengemi zar zor kurarken kendimi yana atıp ayağa kalktım. Dış kapıya doğru ilerledim.
Ona dönmeden yürümeye devam ettim. Kapıyı açıp terliklerimi giyerken aniden yerden kesilen ayaklarımla çığlık attım. Belimi sımsıkı saran kolları bedenimi çelik gibi sert olan gövdesine bastırdı. Dudakları kulağımın üzerindeyken "napıyorsun?" dedi.
Ayaklarımı boşlukta sallayıp bir elimle çıplak koluna tutundum.
"Fındık'ın yanına gideceğim, bırak," dedim.
Bıkkınca bir nefesi alıp verdi. Saçlarımı koklayıp ensemi öptü.
"Tamam," dedi. "Bugünlük alalım içeri. Yarın bahçeyi ilaçlatırız, oldu mu?"
Yüzümde oluşan gülümsemeyi alt dudağımı dişleyerek bastırmaya çalıştım. Mesafeli ve nazlı bir sesle, "peki," dedim. Dışarıya gidişime engel olacağını, FIndık'ı içeriye almayı kabul edeceğini biliyordum.
Kapıyı kapatıp yere bıraktı beni. Kollarından sıyrılıp mutfağa girdim. Yerden tavana kadar uzanan, bir kapıdan farksız olan pencereyi açıp Fındık'a seslendim. Üçüncü seslenişimde köpeklere havlamayı bırakıp yanıma geldi. Beklemesini söyleyip çekmecelerden birinden ıslak mendil paketini, masadan da mutfak havlusunu alıp yanına gittim. Patilerini silip kuruladım. Tüylerindeki çamur kalıntılarını temizledim. Havalar biraz ısınınca onu bahçede yıkamayı düşündüm.
Peçeteleri çöp kutusuna atarken ona eve girmesini söyledim. Girdiğinde kapıyı kapattım. Elimi yıkamak için lavaboya giderken Fırat çöp poşetini kapının önündeki konteynera atmak için evden çıkıyordu. Elimi yıkayıp lavabodan çıktım. Mutfağa geçip sürekli bir "böcekle" daha karşılaşacağım korkusuyla etrafı kolaçan ederken saklama kaplarında ılık olan yemekleri ısıttım. Fırat orucunu sadece bir bardak suyla açmıştı.
Hızlıca sofrayı kurdum. Fırat'ı çağırmak için kapıya yönelirken eşikte durmuş, duvara yaslanarak beni izlediğini gördüm. Bakışlarında tuhaf bir şeyler vardı. Derin bir sevgi, ulvi bir hayranlık, göz kamaştırıcı hareler, sonsuz bir karanlık, dizginleyip prangalar vuramadığı ürkütücü bir arzu, harıl harıl yanan devasa bir ateş... Yutkundum. Önümdeki sandalyeye tutunup gözlerimi kaçırdım. Kocamdı, defalarca kez onun olmuştum ama bana ne zaman böyle uzun uzun baksa geriliyordum.
Yanıma geldi. Aramızdaki mesafe azaldıkça sırtımda yeller esti, göğsümde çöl güneşi açtı. Arkamı dönüp ocakta kaynayan çay suyunun altını kıstım. Tek elimle demliğe dökemeyeceğim için askıyı çıkarmaya yeltendiğimde Fırat'ın, "dur, ben hallederim, geç otur sen," diyen sesini duydum. Bir adım geri atsam ona çarpacağımı hissederken yana kayıp tezgahla arasından çıktım. Fındık fırının önünde uyukluyordu. Uslu bir köpekti. Ev dağıtmak, eşyalara zarar vermek gibi huyları yoktu. Zannımca benden önce de bir sahibi vardı ve onu sokağa atmış olmalıydı.
Masaya geçip oturacakken aklıma
ilaçlarım geldi. Girişteki bavullarımın yanına gittim. Bakım ürünlerimin olduğu küçük bavulu açtım. Poşeti alıp masaya geçtim. Fırat da oturmuştu. Çorbasına limon sıkıyordu. Ben de tabağımın kenarındaki limonu aldım. Çorbama sıkıp kaşıkla dumanı üstünde tüten çorbayı karıştırırken mercimek kokusu anneannemi hatırlattı. Ona dair çok az anım vardı. Sadece üç dört kere görüşmüştük. Annemle pek araları yoktu ama babam bizi Antep'e her götürdüğünde onun yanına da götürürdü. Anneannem ürkütücü görünen bir kadındı. Gözleri sürmeliydi, çenesinde küçük bir dövme olduğunu hatırlıyordum. Baştan aşağı hep siyah fistan giyerdi. Köyde ona büyücü derlerdi. Evinin duvarları sarımsak doluydu. Hiç kimsenin girmesine izin vermediği, perdeleri mütemadiyen kapalı olan bir odası vardı. Ablamla Ali birçok kez girmeyi deneseler de ben buna hiç cesaret edemedim.
Anneannem ne zaman ona gitsek bize mercimek çorbası kaynatırdı. Mis gibi kokan tandır ekmeğiyle oturup yerdik. Ablam sürekli, yine mi mercimek, diyerek göz devirse de ne Ali, ne de ben bundan hiç şikayet etmedik. Dedem yıllar önce ölmüştü. Anneannem bir başına yaşıyordu. Çocuklarıyla arası kötüydü. Kapısını yılda bir sadece babam çalardı. Ona yardım etmek ister ama anneannem bir kuruş para kabul etmezdi. Dediğim gibi onu yalnızca üç ya da dört kez gördüm. Hatırladığım en net şeyse yaptığı mercimek çorbalarının kokusuydu.
Sessizce yemeklerimizi yedik. Fırat beni izleyip dursa da ona bir kere bile gözlerimi değdirmedim. Masayı topladım. Bulaşıkları makineye dizdim. Fındık'a mama verdim. Dolaptan çıkardığım iki güveci tepsiye alıp çay bardaklarının yanına koydum. Ev işi yapmayı seviyordum. Terapi gibi geliyordu. Yemek pişirmek, sofra kurmak, çay demlemek ve tüm bunları sadece kendim için yapmamak benim için huzur demekti.
Çayı karıştırıp otların çökmesini beklerken parmak uçlarımda yükseldim. Tezgahın boyu karnıma geliyordu. Ocağın en gerisindeki gözlerden birinde olan çaydanlığın içini görmem bir hayli zorken utanmasan ayağımın altına tabure alacaktım. O sırada belime dolanan kollarla irkildim. Boynumla omzumun arasına bir öpücük konduran dudaklar kor gibi sıcaktı. Güçlü kollarından yayılan ateş midemi kavururken istifimi bozmadan çayı karıştırmayı bırakıp kapağını kapattım. Biraz geri çekilip çekmeceden iki tane tatlı kaşığı çıkardım. Normalde şekerli şeyleri sevmezdim...aslında çok severdim ama babam öldükten sonra yememek için kendimi şartlamıştım. Terapiye gittiğim süre boyunca bu durumu terapistimle çokça konuşmuştuk. Açılışı doğum günümde pastayla birlikte yapacaktım ama nasip olmamıştı. Uzun zaman sonra ilk kez sütlaç yiyecektim, yaparken bile tadına bakmamıştım. Umarım güzel olmuştur.
Elimi tezgaha koydum. Midem kasılıp dururken bu saçma sapan heyecanımın neden olduğunu düşündüm. Tenim cayır cayır yanarak uyuşuyordu. Ellerim buz kesiyor, nefeslerim düzensizleşiyor, dizlerimin bağı çözülüyordu. Kalbim göğüs kafesime sığmıyor, onunla ne kadar yakın olursam olayım yetmiyordu. Ama kızgındım ona, bedenimin onu bu kadar istiyor oluşu haksızlıktı.
"Bırakır mısın? Çay koyacağım. "
Yüzünü saçlarımın arasına gömdü. Derin bir nefes alırken, "küs müyüz?" dedi. Sesi savruk ve kendinden geçmiş gibiydi.
Tek elimle tutunduğum tezgahı sıkarken, "değil miyiz?" dedim.
Şakağımı öptü. Belimi daha sıkı sarıp üzerime yürüdü. Tezgaha iyice yapışırken sertliğini sırtımda hissettim.
"Benim sana küs olmak gibi bir lüksüm yok," dedi. Yakınlığı direncimi düşürürken yutkundum.
"Benim var mı?" diye sordum güçlü tutmaya çalıştığım sesimle. "Ayrıyken bile etrafımdasın. Kim Chin'i bile kendine casus olarak tutmuşsun. Sonra birden peşimden gelip beni köyde buldun. Yine izinsizce öpüp kokladın. Benim sana küs kalmaya bırak lüksü, alanım bile yok."
Yorgun iç çekişi kulaklarımı doldurdu.
"Kavga mı edeceğiz yine?" dedi.
"Hayır, konuşmak istiyorum sadece. Bir şeyleri çözmek istiyorum, beni anlamanı, seni anlamayı istiyorum. Elimde bir bavul sürekli bu evden çıkıp gitmekten, sonra seninle birlikte geri dönmekten yoruldum. Bir düzenim, bir düzenimiz olsun istiyorum. "
Yanağımı öptü. Dudaklarını tenime sürterken, "peki neden bu kadar aynı şeyleri isterken sürekli sensiz kalıyorum?" dedi. "Niye sürekli seni kaybeden taraf oluyorum? "
Cevabı biliyordum, ama söylersem sinirlenirdi. Söylemezsem de bir şeyleri çözememeye devam ederdik.
"Yatak odamızdaki balkona çıkalım," dedim. "Orada çayımızı içerken konuşuruz. Ama bana söz ver..."
Ne için söz vermesini istediğimi söylemeden söz verişi dudaklarımdan küçük bir kıkırtının kaçmasına neden oldu.
Boynumu öperken, "yavrrrrruuuumm," dedi kaba sesiyle.
Dudaklarımdaki tatlı tebessümle, "Kavga etmeyeceğiz," dedim. "Aramızda en küçük bir sır kalmayana kadar konuşacağız. Ne dersem diyeyim sinirlenip itiraz etmeyeceksin, ben de senin söylediklerine sinirlenip itiraz etmeyeceğim. Birbirimizi dinleyip anlamaya çalışacağız tamam mı?"
O gece ayrıldığımız koltukta yine sarmaş dolaş oturuyorduk. Balkonun köşesindeki, sürekli alt kata git gel yapmayalım diye koyduğumuz küçük tüpün üstünde çaydanlık duruyor, fokurdayan suyun sesi duyuluyordu. Havada tatlı bir meltem vardı. Bahçedeki pembe çiçekli ağaçlardan yayılan tatlı kokular burnuma doluyor, içime umut tohumları ekiyordu. Gökyüzü parlak yıldızlarla doluydu. Ay, sarı renkli çiçekler açıp, kokusuyla baş döndüren akasya ağacının dallarının arasından ışıklarını üzerimize yolluyordu.
Fırat, başımı geriye atmış gökyüzünü izlerken, benim ördüğüm renkli battaniyeyi bacaklarının ve kollarının arasında yok olan bedenime sarmıştı. Buradan giderken bu battaniyeyi unutmuştum ve Fırat yokluğumda ona sarılıp üzerine sinen kokumu soluyarak uyumuştu. Gözlerini bir an olsun ayırmadan yüzümde gezdiriyordu. Yıldızların arasından bir uçak geçerken çatının üstünde kaybolana kadar onu izledim, görüş açımdan çıktığında Fırat'la dudak dudağaydım.
Ayışığında parlayan gözleri o geceki gibiydi. Yalnızca daha canlı, ışıl ışıl ve huzurlu görüntüsü onu o kara geceden ayırabilirdi. Buraya geleli dakikalar olmasına rağmen birkaç basit cümle dışında tek kelime etmedik diyebilirdim. İkimiz de bu huzurlu anı bozmaya kıyamıyor gibiydik. Yavaşça dudaklarıma uzandığında buna engel olmadım. Elimdeki çay dolu kupa bardağı, Fırat'ın balkon duvarının üstündeki çayının yanına koydum. Askıda olan kolumu hareket ettiremezken tek kolumla boynuna sarıldım. Dudaklarımız buluştu. Özlem ve arzu dolu bir şekilde fakat yavaşça dudaklarımın her kıvrımını hissedip tadını çıkartarak öpüp emdi. Öpüşlerinde bastırmaya çalıştığı bir sabırsızlık, geciktirmeye çalıştığı bir fırtına, doyurmaya çalıştığı bir açlık vardı. Yine de sakin kalmayı başardı. Birbirimizi usul usul sevip ayrıldık. Yüzünü boynuma gömdü. Kokumu solurken, "nasıl ayrı kalayım ben senden?" dedi. "Nasıl durayım lan sensiz?" Tenini tenime sürttü. "Nefesimsin, huzurumsun sen benim. Her şeyimsin lan."
Saçlarını sevip ona iyice sokuldum.
"Karrrrııımm," dedi dolu dolu.
O an aklıma gelen bir soruyla bir parça tedirgin oldum. Acaba hâlâ imam nikâhımız geçerli miydi? Düştüyse bile değişen bir şey olmazdı ama düşsün istemiyordum. Fırat'ın karısı olmak bu hayatta sahip olabildiğim tek güzel şeydi.
"Fırat," dedim. Sesim soru dolu ve gergindi.
Geri çekilip gözlerime baktı. Burun burunaydık.
Bir eli yüzümü bulup parmaklarının tersiyle tenimi severken, "sor," dedi. "Sor , bildiğim bütün cevaplar senin olsun. Kurban olurum sana."
Sözlerindeki anlam, sesinin tonundaki coşku, sevginin en hissedilir ve sonsuz hâline karışan kabalığı afallamama neden oldu. Birkaç saniye gözlerine tutulup kaldım. Kendimi toplamam asırlar alırdı ama dakikalarla yetinmek zorundaydım. Gözlerimi gözlerinden kaçırırken boğazımı temizler gibi bir ses çıkarıp yutkundum.
"Oh!" dedi dişlerini sıkarak. "Ney?"
Öpücüğün etkisiyle sarsılan başımı sabit tutmaya çalışıp kirpiklerimi kırpıştırdım. Ne yapacağımı bilemezken yalandan kaşlarımı çatıp, "ya dursana," dedim. "Aklımı karıştırıyorsun, unutacağım şimdi."
Beni kollarında iyice sıkıştırıp yanağımı öptü. Öptüğü yere dişlerini geçirip küçük küçük diş darbeleriyle her yerini ısırdı. Çırpınışlarımı, durmasını söyleşilerimi duymazdan gelip ısırdığı yerleri yeniden öperken, "sen benim aklımı başımdan alıyorsun da ben bir şey diyor muyum sana?" dedi. "Deli ediyorsun beni. Ölüyorum, bitiyorum, kafayı yiyorum sana. Çok seviyorum lan! Çok aşağım karım sana!"
Böyle olmayacaktı. Ne sorumu sorabilecektim, ne çayımı içebilecektim, ne de önümüzdeki küçük sehpada duran sütlacımı yememe izin verecekti. Yüzümü boynunun altına gömüp yanağımı ondan kurtarmaya çalışırken, "ya artık karın değilsem?" dedim birden.
Tenime kondurduğu öpücükler duruldu. Koca gövdesi kasılıp gerildi.
"Nereden çıktı şimdi bu?" diye soran sesinde, az önceye nazaran birçok şey eksikti. Başımı boynundan kaldırıp gözlerine baktım. Işıltısı sönmüş, yerini sek bir karanlığa bırakmıştı.
"Hani biz bir hafta ayrı kaldık ya..."
"İmam nikâhımız düşmüş olabilir mi diye ben merak ettim. Onu soracaktım."
Çatılan kaşları düzeldi. Gerilen bedeni gevşedi. Gözlerindeki ışıklar yeniden birer birer yanmaya başladı.
"Nereden biliyorsun? Ayrılınca düşmüyor mu?"
Alnımı öpüp beni göğsüne bastırdı. Acıyıp sızlayan göğüslerimle yüzüm kasılsa da sesimi çıkarmadım. Reglim yaklaşıyordu ve memelerim iyice şişip ağrımaya başlamıştı. Sütyenimi çıkarmak istiyordum.
"Yavrum neden sürekli her şeyi bana sorup sonra da nereden biliyorsun, diyorsun?"
"Bunu başka şekillerde de söyleyebilirsin, sinirleniyorum. Cevabı bilmiyorsam, bilmiyorum derim, tamam?"
Tişörtünün üstünden kalbini öpüp yanağımı öptüğüm yere koyarken, "tamam aşkım, kızma," dedim tatlı bir sesle.
"Nikâhımız düşmedi çünkü biz ayrılmadık, sen beni terk ettin. Benden seni boşamamı istemedin, ben bunu aklıma bile getirmedim. Seni sevmeye devam ettim, koruyup kollamak için peşinde gezdim. Altı yıldır olduğu gibi sana sadıktım. Yüzüğünü hiç çıkarmadım. Tamam, fıkhi açıdan yerine getiremediğimiz şeyler oldu, ama ben çok seviyorum seni, bu nikâhımızın düşmemesi için yeterli."
"Ben de seni çok seviyorum. Fıkhi açı ne demek?"
"Dini hukuk kuralları diyebiliriz. "
"Yerine getiremediğimiz şartlar ne?"
Saçlarımı köklerinden uçlarına kadar severken, "sorunlarımızı konuşarak halledemiyoruz," dedi. Sesi ciddi bir hâl almıştı. "Düzenimizi koruyamıyoruz. Sen...bir ayağın hep eşikten dışarda duruyorsun. Ben seni elimde tutacağım derken her şeyi mahvediyorum belki."
Kendimi iyice göğsüne bırakıp yıldızları izlerken, "sence neden böyle oluyor?" diye sordum. "Bahar'dan bağımsız olarak konuşalım biraz. Ona da geliriz olur mu?"
"Olur." Bir süre sessiz kaldı. Vereceği cevabı düşünüyor olmalıydı. Nihayet alıp verdiği sıkıntılı bir nefesin ardından konuştu. "Şanlıurfa'nın Harran ilçesinin Suvacık köyünde iki katlı, kerpiç bir evde doğdum ben," dedi. Sesinin tınısı çok ağır ve yoğundu. Derin fakat aynı oranda karanlık bir yaşanmışlık vardı. Bana geçmişini açacağını hissettim. Kalbine sokulup sessizce dinledim onu. "Mecazen doğdum demiyorum, evde, altı yaşındaki ablamın gözlerinin önünde doğmuşum. Annem tek başınaymış beni doğururken. Göbek bağını kendisi kesmiş, aklına estikçe anlatır dururdu." Duraksayıp, "babam," dedi sesi o kelimeyi ağzından çıkarmak için verdiği çabayla titrerken. "O yoktu. Deliydi biraz. Dengesiz herifin tekiydi. Dağa çıkmak istiyordu. Duvarda asılı duran tüfeğini alıp alıp sınırı geçer, sonra da kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırıp geri dönerdi. Öfkesini önce anneme kusardı. Sonra ablama vururdu birkaç tane. Ardından gözüne beni kestirirdi, tutardı kolumdan...bahçedeki kömürlüğe götürürdü. Çıkarırdı belinden kemeri vurdukça vururdu. Hırsını alamadıkça tekmelerdi. Annem...babamı pencereden görünce Bahar'ı dolaba saklardı, gözü onu görmesin diye. Ablama vurduğunda araya girer kendi üzerine çekerdi. " Derin bir nefes aldı. Gözlerimden yaşlar süzülürken tek kolumu beline sarıp sıkıca sarıldım ona. Tişörtünden açıkta kalan kolunu öptüm. Sırtını sıvazladım. Ne diyeceğimi bilemediğimden sustum. Dahası ne hissedeceğimi de bilmiyordum.
"Ama bana gelince kızlarını arkasına alır kapıyı kapatırdı. Pencereleri kilitler, perdeleri sıkıca örterdi. Yaşım küçükken beni de korumaya çalıştığı oldu tabii, ama büyüdükçe...yani yaşım sekizi görünce görmezden gelmek işine geldi. Çünkü ben dayak yersem babam onlara dokunmazdı. Bahar daha küçüktü, ablam...kızdı. Ben erkek adamdım. Biraz hırpalansam bir şey olmazdı. Ben de zamanla alıştım buna. Önceleri bir iki direniyordum ama sonra savaş meydanına çıkan bir asker gibi başım dik, korkusuzca girdim o kömürlüğe. Sonuçta öldürmüyordu. Biraz sıkardım dişimi. "
Dudaklarımdan, her ne kadar engel olmaya çalışsam da kopan hıçkırıkla duraksadı. Saçlarımı seven eli durdu. Dudakları alnımı buldu. Derin bir nefes alıp, "ağlama," dedi. "Zor topladım cesaretimi, ağlama nolur."
Gözlerimi sıkıca yumdum. Burnumu çekip alt dudağımı ısırdım. "Ağlamıyorum, devam et, lütfen." Sesim titreyip çatlasa da onu ikna etmeye yetti. Saçlarımı koklayıp yutkundu.
"Bir tek ablam," dedi. "Bir o babamdan korumaya çalışırdı beni. Gücü yetmezdi ama denerdi. Kömürlüğün karşısındaki elma ağacının altında oturur, ben çığlık atdıkça ağlardı. Yaralarımı sarar, ağrıdan uyuyamadığım geceler bana kendince uydurduğu hikayeleri anlatırdı. Hikayenin baş rolü bendim. Ailesini korumak için kendini feda eden bir kahramandım. Annem utancından bir süre yanıma gelemezdi. Çorba yapardı, uyuyorum sandığı zamanlar baş ucuma oturup ağlardı. Yanlış anlama, hiç kızmadım ona. O herife gücünün yetmeyeceğini biliyordum. Neden ablam ya da Bahar değil, ben dayak yedim de demiyorum." Sesi bir yerde sıkışıp kalmış gibi bocaladı. "Ama ne bileyim, nasıl anlatayım Hazan...bir şey, aklına kalbin arasındaki o ince çizgide bir şey oluyor. Kızmasan da kırılıyorsun."
"Çünkü sen de çocuktun. Çocuk olmanın cinsiyeti olmaz. Erkek ya da kızsın diye sevginin fazlasını ya da azını hak etmezsin. Ben anlıyorum seni. Nasıl hissediyorsan, içinden hangi kelimeleri kullanmak geliyorsa öyle konuş. "
Sanki mümkünmüş gibi daha sıkı sarılıp sokuldu bana. Yüzünü boynuma saklayıp sığındı. Tenime bulaşan ıslaklıkla ağladığını fark ettim. Kolumu belinden çözüp boynuna sardım. Saçlarını sevdim. Ona kendini toparlaması için zaman tanıdım. Ben de biraz duyduklarımı hazmetmeliydim. Canan teyzeyi hiç, bir köy evinde hayal etmemiştim. Fırat gözümde hiç çocuk olmamıştı. Hep böyle sarsılmaz, dimdik, otuz bir yaşında bir adamdı. Boylu poslu, kocaman, yakışıklı bir askerdi, kimse ona dokunamazdı. Bana yaralarını açışı onu gözümde küçültmedi, aksine daha bir âşık oldum ona. Mesele erkek adam olmaksa gözümde daha bir erkekti şimdi. Ne olursa olsun o bir insandı. Kırılır, dökülür, aciz hisseder, güçsüz düşerdi. Fırat'ı adam yapan tüm bunlardı. Öyle bir evden bu kadar temiz çıkabildiği ve bugün beni böyle sevebilecek kadar güzel bir kalbi olduğu için ona minnet duydum.
Boynunu öpüp üzerimizdeki kara bulutları dağıtmak için uzaklardan gelen köpek havlamaları kulaklarıma dolarken, "Fırat, " dedim.
" Bırak da suyun altını kısayım. Buhar olacak hepsi. "
"O zaman ben de bir odaya girip üzerime rahat bir şeyler giyeyim, sonra sütlaçlarımızı yerken konuşmaya devam ederiz, olur mu?"
Kokumu derince içine çekerken, "tenini hissedebileceğim bir şeyler giy," dedi.
İnce askılı krem rengi, üzerinde pembe küçük çiçekleri olan, kırmızı ince fırfır detaylarının, hemen kalçalarımın altında biten eteklerini süslediği geceliğimi giydim. Üstüne de aynı kumaştan yapılma sabahlığımı geçirip Fırat'ın yanına gittim. Beni pencerenin açık olan perdesinden soyunup giyinirken gözünü kırpmadan izlemişti. Her ne kadar utanıp kızarsam da engel olmamıştım. Şimdi de iyice koyulaşıp kararan gözleriyle, yüzü bana dokunma isteğini bastırdığı için kasılıp gölgelenerek ürkütücü bir hâl alırken çıplak bacaklarımı ve geceliğin yakasından taşan göğüslerimi izliyordu. Kucağına oturup oturmamak konusunda tereddüt ettim. Ama hem oturacak başka bir yer olmadığından, hem de kocamdan uzak durmak istemediğimden ona doğru ilerledim.
Karşısında durduğumda ay ışığının vurduğu esmere çalan buğday teni içimi gıdıkladı. Uzun kıvrımlı kirpiklerinin gölgesi göz altlarına düşüyordu. Dişlerini sıktığı için belirginleşen çene kaslarında, güzelliğiyle dehşet verici bir kusursuzluk mevcuttu. Başını geriye atmış bir hâlde bana ölümcül bir büyüyle bağlanmış gibi bakarken derince yutkunuşuyla hareket eden adem elması fazla iştah açıcıydı. İki yana doğru erkeksi bir şekilde açtığı kalın ve adeleli uzun bacakları içimi yaktı. Pantolonunun üzerinden bile belli olan şişkin erkekliği kadınlığımı sızlattı. Koltuğun kolçaklarına koyduğu kaslı kollarındaki damarlar ay ışığında parlıyordu. Ellerini yumruk yaptığını gördüm.
Esen hafif rüzgar saçlarıma vurup tenimi yalayıp geçerken kendime gelip eteğimi tuttum. Fırat'ın gözleri ellerimi buldu. Hafifçe yukarıya sıyırdığım eteğimle aramızdaki mesafeyi tamamen yok ederken gözlerinin kısılıp, içinde yanan ateşin üzerine benzin dökülmüş gibi parladığını gördüm. Dudaklarında belli belirsiz çapkın bir gülüş belirdi. Gözlerini takip ettiğimde tuttuğum eteğimin yukarıya sıyrılıp geceliğimin altındaki pembe külodumu açığa çıkardığını ve çıplak bacaklarıma vuran ayışığının beyaz tenimi aydınlatarak beni fazlaca...seksi gösterdiğini gördüm. Fırat her zaman yaptığı gibi sabırsız davranıp beni kucağına çekip öpüp koklamak yerine bu anın tadını çıkartırcasına ona gelişimi keyifle seyrederken bu manzaradan utansam da umursamamaya çalıştım. Hatta eteğimi iyice yukarıya sıyırıp külodumu tamamen gözlerinin önüne serdim. Dudağının içini ısırırken başını hafifçe sol omzuna doğru eğip aldığı hazla kendinden geçmişcesine baktığı bacaklarımı gözleriyle yedi.
Bacaklarının arasına girip üzerine eğildim. Eteğimi bırakıp omuzlarından destek alarak bacaklarım iki yanına gelecek şekilde penisinin üzerine oturdum. Sertçe kasılıp inledi. Başını yasladığı yerden kaldırdı. Dudak dudağa geldik. Kolları anında belime dolandı. Mengene gibi sıkıp beni kendine bastırdı. Çatık kaşlarının altındaki kara gözleri çektiği acıyla sert bir ifadeye büründü. Yüzü gerilmişti. Bu hâli azıcık da olsa korkmama neden oldu. Konuşacaktık. Bu gece aramızda kapağı açılmamış tek bir defter dahi kalmayacaktı. Daha usturuplu bir şeyler mi giyseydim? Fırat dayanabilir miydi ki?
Gözlerimi gözlerinden kaçırdım. Vajinam penisinin hemen üzerindeyken altımda hareketlenip sürtündü bana. Boynuna sıkıca sarılıp inledim. Beni hafifçe birkaç kez kucağında zıplatıp yüzünü boynuma gömüp öperken, "özledin mi beni?" dedi. Kadınlığımdan akan sıvıyı hissettim. "Çok," dedim nefes nefese. "Çok özledim."
Tenimdeki dudakları gerildi. Elleri sabahlığımı buldu. Omzumdan sıyırdı. Geceliğimin ince askılarını indirip omzumu emip öperken elleri eteğimi buldu. Belime kadar kaldırıp kalçalarımı avuçlarına aldı. Sıkıp yoğururken kesik kesik inledi. Yüzünü ellerimin arasına alıp, "Fırat dur," dedim. "Konuşacaktık. Hem çayımızı içmedik, sütlaç yaptım o kadar. Yapma, nolur?"
Ellerini kalçalarımdan çekip belime sarıldı. Dudakları yanağımı bulurken, "ben mi yapıyorum?" dedi. "Gelip sen oturmadın mı kucağıma, eteğini sıyırıp o güzel bacaklarını, ağzımı sulandıran amcığını göstermedin bana? Ben mi dedim sana bu kadar güzel ol diye?"
"Ulan tenine vuran ayı bile kıskanıyorum lan. Saçlarına dokunan rüzgara düşman kesiliyorum. Geberiyorum sana!"
Benimle böyle fazla açık konuşmasını yatakta değilsek sevmiyordum. Tamam, çok seviyordu ama biraz sınırı olmalıydı. Çok utandırıyordu beni. Kucağında durmak istemiyordum. Gidip üzerimi değiştirecek, sonra da makyaj masamın önündeki ayaklı pufu alıp karşısına oturacaktım. Onunla bu kadar yakın olmak istemiyordum. Hemen sapıklaşıyordu.
Kollarından çıkmaya çalıştım. Bırakmadı.
"Noldu?" dedi gözlerime bakmak isterken. Başımı aya çevirip ona bakmadan, "bırak," dedim. "Üstümü değiştireceğim."
Gözümün kenarını öperken kirpiklerim dudaklarına sürtündü.
"Saçmalamıyorum. Hemen sapık sapık konuşmaya başladın, utandırdın beni."
"Kime sapık diyorsun lan sen?!" dediğinde sesinin tonundan ürktüm. "Kimim ben?! Kocan değil miyim senin?! Nasıl konuşuyorsun sen benimle?!"
"Ne aması lan?! Sikerler o amayı! İki öpüp kokladık diye sapık mı olduk?!"
"Hayır, ben o söylediğin şey yüzünden öyle dedim. "
Yüzüne bakamıyordum. Sıcak nefesi yanağıma vururken gözlerim hâlâ aydaydı.
Kaşlarımı çatıp sinirle ona döndüm.
"Bana, sana şeyimi gösterdiğimi söyledin!" dedim. "Üstelik tam olarak göstermedim bile. Külodum vardı. Benimle böyle konuşmandan hoşlanmıyorum."
Karşımda bembeyaz, düzgün dişlerini, sol yanağındaki gamzesini göstererek erkeksi bir şekilde gülmeye başladı. Öylesine muazzam görünüyordu ki gülüşü ayrı, sesi ayrı bir güzeldi. Öfkem ayakta duramayıp yere devrilirken onu bir ömür böyle izleyebileceğimi biliyordum. Bütün göktaşları yıldız olup Fırat'ın gülüşüne yağdı. Ay bu gülüşü görüp milyarlarca ışık yılı uzaklıktan hafızasına kazımak için, akasya ağacının dallarının arasından çıktı. Güneş bu serapı göremediği için şanssızdı. Onun yerinde olsam depresyona girerdim. Bundan sonra geceleri bir başka sevecek, ay ve yıldızlarla birlikte bu sırrı saklayacaktım. Ve hepsi bu gülüşü benim kadar yakından göremedikleri için beni kıskanacaklardı.
Yine de kaşlarımı çatıp kızgın görünmeye çalıştım.
"Ya niye gülüyorsun? Ne var ki gülünecek?"
Alnını alnıma hafifçe vurup gözlerimin içine bakarken, "senin şeyini yerim lan," dedi. "Külodunu yerim senin. Seni varya..."
"Ya bırak beni ya da oturup doğru düzgün konuşalım. "
Gerçekten geceliğimin açıklığından rahatsız olmuştum. Bu rahatsızlık içimi üşütüyordu. Omuzlarımdan düşen askılardan memelerimin yarısı görünüyordu. Fırat'ın bana bakıp dokunmasından rahatsız değildim ama içim bir tuhaf olmuştu.
Dudaklarının üstündeki avcumu öpüp ciddî bir ifadeye bürünen yüzüyle, "tamam," dedi. Belimi tutup bacaklarının arasına oturttu. Askılarımı ve sabahlığımı düzeltip battaniyemi sırtıma sardı. Beni göğsüne çekip balkonun üstündeki dumanı tüten kupa bardağımı elime verdi. Avuçlarımın arasına alıp bir yudum içtim. O da çayından bir yudum içerken öne eğilip sütlaçlardan birini alıp ona uzattım. Aldı. Kaşık verdim. Çay bardağını bırakıp kaşığı sütlaça daldırdı. Ortasındaki kızarmış yumurta sarısını sütlaçla birlikte alıp yediğinde her hareketini dikkatle izliyordum.
"Nasıl olmuş? Güzel mi? Beğendin mi? Fırat, bir şey söylesene."
Ağzındaki sütlacı yutup, "çok güzel olmuş," dedi. "Ellerine sağlık bebeğim."
Dudaklarımı büzdüm. Çayımı masaya bıraktım. Kendi sütlacımı ve kaşığımı alıp bir kaşık yedim. Bir süre dilimde gezdirip gözlerimi kapattım. Güzel olmuştu. İçine bir iki damla damlattığım limon hoş ve ferah bir aroma vermişti. Geç saatlerde yiyeceğimizi bir şekilde tahmin ettiğimden fazla katı olmasın diye içine normalden daha az pirinç koymuştum ve tam kıvamındaydı. Uzun zaman sonra yediğime değmişti.
Gözlerimi açtım. Yüzümde tatlı bir tebessüm vardı. Fırat dudağımın kenarını öptü. "Ne güzel gülüyorsun sen öyle," dedi. Ona dönüp dudaklarını öptüm. Başımı göğsüne koyup ikinci kaşığımı aldım. Fırat da yerken nasıl hikayesine kaldığı yerden devam etmesini isteyeceğimi düşündüm. Belki de fazla düşünmeden konuya girmeliydim. Onun için zor bir konuşma olacaktı ve üzerinden bunca yıl geçmesine rağmen dinmeyen acısı, kırgınlığı birkaç dakikalık bekleyişle ruhunda edindiği yeri terk etmezdi.
Kaşığıma alacağım sütlaç parçasıyla oynarken, "Fırat," dedim az biraz çekinerek.
"Şey...istersen anlatmaya devam edebilirsin. "
Bir anlığına duraksadı. Öne doğru gelip yarısını yediği sütlacı masaya bıraktı. Bana sıkıca sarılıp, "istiyorum," dedi. "Ama her şeyi öğrendikten sonra yine bir gün gitmek istersen..."
"Hazan...kaç kere söz verdin bana, hı? Kaç kere bir daha ayrılmayacağız, seni bırakmayacağım, dedin bana? Sayısını hatırlıyor musun yavrum? Ben bir yerden sonra saymayı bıraktım."
Bir şey diyemedim. Haklıydı, ama ben de keyfimden yapmıyordum ki. O an en doğrusu oymuş gibi geliyordu. Kırıldığım yerde durmak, kimseye yük olmak, kimsenin düzenini bozup ailesine zarar vermek istemiyordum. Niye ki? Daha önce birçok kez sevilip istenmediğim, defalarca kovulduğum evde kalmıştım. Beni görmezden gelen, yalanlar söyleyip kandıran insanların yanında durmuştum. Belki de tüm bu yaptıklarımı babamın, her zaman dürüst ve iyi biri ol, adelet zaten bunların toplamıdır, sözüne dayanarak yapmıştım. Babam kendi kurduğu sistemin içinde yitip gitti. Kime dürüst olup sevgi gösterdiysem aynı hedefe nişan alırken namluyu bana çevirdi. Gerçekten bilinç altımda annem yüzünden tüm bu kötülükleri hak ettiğime mi inanıyordum, yoksa aptalın teki miydim? Ne suç işlemiştim de bir cezayı hak ettiğime hiçbir çaba göstermeksizin kanmaya dünden razıydım? Fırat'tan ne istiyordum? Buradaydı, yanımdaydı işte, peki benim derdim neydi? Bilmiyordum.
Dudaklarımın arasındaki kaşığı çektim. Daldığım düşünceler arasında birkaç saniyeyi geçirmiştim. Fırat eğilip dudaklarımı öptü. Üzerine bulaşan sütlacı emdi. Bir süre öylece durup dudağımla burnum arasında bir yeri kokladı. Battaniyemin üstünden belimi okşadı. Bir eli hep saçlarımı sevip duruyor, parmaklarına sarıyordu.
"Seni üzmek istemiyorum," dedi fısıltılı bir sesle. "Ama artık kaldıramıyorum çekip çekip gitmelerini. Beni ardında bırakmalarını kaldıramıyorum. " Yüzünü boynuma gömdü. "Ne yanımda tutar seni? Para değil, sevgi değil, öfkem değil, o zaman ne? Çok zorsun Hazan, bana hayatımda ilk defa bir şey karşısında pes etmeyi düşündürecek kadar zorsun." Derin bir nefesi alıp verdi. Saçlarımı öpüp koklarken sürekli beni daha sıkı sarmaya çalışıyordu. Başının yanında küçücük kalan kafam boynunda yok olmuştu. Dudaklarım ve burnum tenine yapışmıştı. Kokusu çok güzeldi. "Ne istiyorsun, söyle," dedi. "Ona göre davranayım, parmağında oynat beni, değiş de değişeyim ama yapma artık. Önce idam fermanımı imzalayıp sonra da af çıkarma. Ya yaşat, ya öldür."
Ama yaralı bırakma diyordu. Sesindeki isyan, ama bir yandan da beni kırmaktan korkuşu çok içtendi. Öfkeli olsa kalbimi paramparça etmekten bu kadar çekinmezdi, ama şimdi sakindi. Öfkesiyle beni kırdıktan sonra pişman oluyordu. Öyle, basit şeyler için dilediği gibi özür dileyemiyordu. Sözlerinin arkasındaymış gibi poz kesiyor ama bir yandan da etrafımda dört dönüyordu. Onu tanımak kolaydı, yalnızca işin içine öfkesi girince Fırat'ı kaybediyordum. Sevdiğim adam olmaktan çıkıp yabancılaşıyordu.
Peki ben ne istiyordum? Sevgi değil, para değil, Fırat'ın öfkesini saymıyordum bile, o zaman ne? Değişmesini ya da onu parmağımda oynatmayı da istemiyordum. Geriye ne kalıyordu ki?
"Bilmiyorum," dedim. "O gün ayrılmanın en doğru karar olduğunu düşündüğüm için ayrıldım senden. Öncesinde öyle bir düşüncem yoktu ama Bahar'ın o hâli..."
"VASÖ'nün Elif'e dokunmayacağını biliyordun," dedi. Dudakları şakağımı bulmuştu. "Bahar o kadını boşu boşuna öldürdü. Ne Harun'a, ne bana, ne de sana tek kelime etmedi. Yanlış yaptı, suç işledi. Buna rağmen bir kez olsun ona zarar vermeyi düşünmedin, ağzını açıp tek kelime etmedin, dahası o yok yere katil olduğunu öğrenmesin diye bizi harcadın." Çenesini alnıma dayadı. Bir yerlerden bir arabanın motor sesi duyuldu. Köpekler havladı. Esen rüzgarla ağaçlar hışırdadı. Gözlerimi kapattım. Kim Chin'in cümleleriyle konuşuyordu. VASÖ'yü bunları bilecek kadar tanıdığını sanmıyordum. Kim Chin anlatmış olmalıydı.
"O gün bana neler söylediğini hatırlıyor musun?"
Sessiz kaldım, hatırlıyordum, hem de kelimesi kelimesine. İşin aslı şu an bile haksız olduğumu düşünmüyordum. Beni Fırat'a dönmekten alıkoyan da buydu. O gün ikimizi bir seçenek olarak görüp beni seçmek yerine, ikimize de aynı şevkatle yaklaşmış olsaydı ayrılmak istemezdim belki, ama Bahar dururken beni secişini kaldıramamıştım. Kırılgan olan ve haksızlığa uğrayan taraf oydu; kandırılmıştı, bir anne olarak çocuğunu kaybetme korkusunu yaşamıştı, yalnız hissetmişti. Ama ben sadece Aslı'yı kaybetmiştim, benim dışımda kimsenin umrunda olmayan birini. Onlarca kez sevdiklerim ölmüştü, kandırılmıştım, sırtımdan vurulmuştum, yalnız kalmıştım, dokuz kişiyi öldürmüştüm. Bir katil değildim ama birilerinin ölmesine karar veren bir cellât olmuştum. Sığınacak bir liman aradığımdaysa yoktu. Kendi başımın çaresine hep kendim bakmış, sorunlarımın üstesinden tek başıma gelmiştim. Kısacası Bahar'ın merhamete benden daha çok ihtiyacı vardı. Bu gibi şeylerle savaşmak konusunda benden daha kötü olmalıydı. Yıllarca ona hem abilik, hem de babalık yapan Fırat'ın benim yanımda durması kalbini kırmıştı belki de. Ortada sınıfsal bir ayrım vardı; Bahar bir prenses, bense sokaklarda büyümüş bir savaşçıydım. Rozetlerim, madalyonlarım, altın yaldızlı unvanlarım yoktu belki ama yine de on dört yaşımdan beri savaş meydanındaydım. Tek derdim adalet, tek güvencem hâlâ bedenimde olan canımdı.
Peki Bahar'ın nesi vardı? Benden daha çok şeye sahip olduğu kesindi, ama benden daha güçsüzdü. Ben sevgi olmadan, yanımda, arkamda ya da önümde siper olan biri olmadan da yapabilirdim. O yapamazdı. Ben birçok şeyin yokluğunu tatmıştım, ama o tatmamıştı. Hep bana özenirdi. Senin gibi güçlü olmak istiyorum, bana da dövüşmeyi öğret, dediği zamanlar olmuştu. Oysa ki ben olmanın ne kadar zor olduğunu bilmiyordu, hiçbir zaman da bilsin istemezdim. Ama benim karanlığım ona da sıçrarken buna engel olamadım. Dahası ondan abisini çaldım. Babam başka çocukları severken nasıl da kıskanırdım, bana ait olan bir başkasına değmesin, bir başkası benim olana göz dikmesin isterdim. Bu yüzden ben de başka birine ait olan hiçbir şeye dokunmadım şimdiye kadar. Bir anne gelip çocuğunun yanında beni sevmeye kalkışınca buna izin vermezdim. Babamın iş arkadaşlarının, babamın çok sevdiği saçlarımı ellemesine kızardım. Babam kabalık ettiğimi söylerdi, ama bana neydi ki ben babamın kızıydım.
Burnumu öptü. Bir eli boynumla yanağım arasında bir yeri buldu. Büyük ve kaba elinin sert derisi yumuşak tenimde gezinirken, "bir haftadır sürekli sesin çınlayıp durdu kulaklarımda," dedi. "İlk defa sevdiğim birini kaybetmiyorum, ilk defa sırtımdan vurulmuyorum, ben onlarca kişiyi öldürdüm, o senin kardeşin, peki ben neyim, onun yanında olman gerekiyor, benim değil, beni kapı dışarı etmen gerekirken neden onu kovuyorsun ki, bu bizim hikayemiz değil, senin bir ailen var..." Bir şeyler içinde şişip kabarmış, omuzlarına ağır gelmiş gibi içini çekti. Yükselip alçalan göğsüyle hareketlendim. Kurduğum cümleleri böyle birebir hatırlayışı içimde bir yere dokunup canımı yaktı. Elimdeki güveçi sıktım. Gözlerimden yaşlar süzülürken göğsüne sokuldum.
"Hangi birine yanacağımı şaşırdım," dedi. " Benden önce yaşadıklarına mı, yanında olabileceğim zamanlarda yanında olmayıp gördüğün zararlara engel olamayışıma mı yoksa kendini benden ayrı tutuşuna mı, hangi birine yanayım, neyi neresinden tutayım bilemedim." Kızgındı, biraz kendine, biraz da bana. "Bahar benim kardeşim, eyvallah. Aile öyle, var, diyince var oluyorsa bir ailem var, tamam, ama sen...sen benim için her şeyden üstünsün. Kendimden bile." Duraksadı yine. Alınlarımızı birleştirdi. Yüzümdeki eli tenimdeki ıslaklığı severcesine silerken, "bana nasıl, ben neyim, diye sorabildin Hazan?" dedi. Sakindi ama sesinin tınısı içindeki kırgınlığı da kızgınlığı da dışa vuruyordu. Buna engel olmak gibi bir derdi de yoktu. "Bana nasıl seni kapı dışarı etmem gerektiğini söyleyebildin? Kaç aydır sana neyi anlatamadım da kendini benim bir parçam olarak görmeni sağlayamadım? Ölürüm sana, dedim, senin için herkesi, her şeyi karşıma alırım dedim de seni neye inandıramadım? "
Burnumu çekip elimdeki güveci masaya bıraktım. Gözlerinin içine yaşlarla sırılsıklam olan kirpiklerimin çevrelediği kehribar rengi gözlerimle baktım. Yutkunup, "inandıramadığın bir şey yok," dedim. "Ben bu hayatta kimseye güvenip inanmadığım kadar güvenip inanıyorum sana. Hatta bir tek sana güveniyorum. Ama ilk kez böyle sınırsızca seviliyorum, ne dersem diyeyim yapacak, ne olursa olsun yanımda duracak ve benim için herkesi karşısına alacak bir adam var karşımda. Açık konuşmak gerekirse böyle olmanı seviyorum, bana aitmişsin gibi hissettiriyor..."
Konuşmamın burasına kadar izleyip durduğu dudaklarıma kapanıp öperken, "sana aittim zaten," dedi. Beni biraz kaldırarak bacaklarının arasından çıkarıp bacağının üzerine oturttu. Dudaklarımı küçük ve yumuşak öpücüklerle emip bırakırken boynuma gömüldü. Bir eli battaniyenin altından bacağımı bulup üstünde öylece durdu. Başparmağıyla tenimi okşayıp severken konuşmaya devam etmeye çalıştım.
"Öylesin ama benimle birlikte başkalarına da aitsin. Koca bir aşiretiniz var, annen, kardeşin; düşünmen gereken tek şey ben değilim. Ama sen öyle davranıyorsun..."
Yüz yüze gelmemizi sağlayıp gözlerime, söylediklerimden hoşlanmadığını belli eden sert bir ifadeyle baktı.
"Öyle davranmıyorum," dedi. "Ben bir askerim, aşiretle çok bir işim olmaz, annemle Bahar'a gelince her türlü maddi kaynağı sunuyorum onlara. Doğum günün de Bahar' a hediye alırım, anneler gününde annemin elini öperim, bayramda seyranda Ömer ağayı arar halini hatrını sorarım. Onlara sana davrandığım gibi davranmıyorum diye bana onları düşünmediğimi söyleyemezsin."
"Ama o gün beni Bahar'a tercih ettin."
"Ben seni bu dünyadaki her şeye tercih ederim, Bahar'a bir garezim yok. Mesele öfkemse hak ettiği oydu, o da bunu biliyordu. Ortada kızılacak bir şey varsa aksi gibi davranamam. Senin gibi herkese saf bir iyi niyetle bakamam, sana bile yapamıyorum bunu. Bir yanlış yaptığında, beni kızdırdığında sana cayır cayır yanıp içim erirken bile sakin kalamıyorum ben. "
"Ama onun sana benden daha çok ihtiyacı vardı. Yanlış bir şey yapmış olabilir, ama başına ilk defa böyle bir şey geldi. Sana sığınmak istedi belki..."
" Hazan kes şunu!" dedi. "Ne sen sandığın kadar güçlüsün, ne de Bahar sandığın kadar güçsüz. Birine sığınmak isterse kocası var, annem var, Ömer ağa var. İstese Bahar'a koca bir hastane kurar, VASÖ Bahar'ı korumasaydı bile Ömer ağanın avukatları sayesinde yine hapse girmezdi. Ömer ağanın garptan şarka kadar her yerde tanıdığı vardır. Bir şeyler için torpil döndürmek isterse bunu çok iyi yapabilir. Zamanında Bahar'ın Hacettepe'yi kazanmasında yaptığı gibi. Kısaca Bahar'ın arkası hiçbir zaman boş olmadı. Mesele adaletse sana karşı onu seçmem, ki ortada bir seçim yok, adaletsizce olurdu. Senin canını yakan hiç kimsenin yanında duramam. Sen o haldeyken, canın yanarken, bunu benim kardeşim yapmışken oturup ona merhamet gösteremem. Senin suçun olmayan şeyleri üstlenmene, kendini sürekli yalnızlaştırmaya çalışmana, dönüp dolaşıp kendini hedefe koymana katlanamıyorum artık. Bizi tüketen bu; senin her şeyi tek başına üstlenmeye çalışman."
Gözleri sinirle çakmak çakmak parlıyordu. Öylece o derin karanlıkların içinde kaybolurken titreyen çenemi durdurmak için alt dudağımı ısırıp başımı önüme eğdim. Bahar'ın arkası hiçbir zaman boş olmamıştı ama benim arkam hep boştu. Fırat da bu boşluğu doldurmak istiyordu. Bense buna müsade etmemek için sürekli onu ardımda bırakıp gidiyordum. Sandığım kadar güçlü olmadığımı biliyordum, öyle ki bunu benden daha iyi bilen kimse yoktu. Ama öyle olmasam bile, öyleymiş gibi davranmak zorundaydım. Başta kendim olmak üzere birilerini kandırmam gerekiyordu.
Fırat beni bağrına bastırdı. Alnımı öptü. Usulca burnumu çektim.
"Başka türlüsünü bilmiyorum ki," deyiverdim.
Üzerime eğilip yüzüme vuran aya gölge olurken dudakları yanağıma indi.
"Bırak öğreteyim o zaman," dedi.
"Ama VASÖ'yle baş etmesi gereken kişi benim. Onları tanımıyorsun ki..."
Boynumda derin bir nefes alıp, "dünya üzerinde kurulabilecek bütün devlet ve terör örgütü sistemleri kuruldu," dedi. "VASÖ yeni bir sistem oluşturamaz. Var olan sistemleri birleştirebilir sadece. Ve ben bir bordo bereliyim. Bilmediğim savaş sitili, tanımadığım devlet yönetimi, görmediğim terör örgütü yok. Çekik'in söylediğine göre VASÖ devletin askerlerine dokunamazmış. Bana senden daha az zarar verebilirler. Bırak yardım edeyim."
"Aması maması yok. Ben bir haftadır senin yanında olabilmek için VASÖ'nün temellerini oluşturan stratejileri çözmeye çalışıyorum. Çözdüm sayılır. Sen ne dersen de geri durmayacağım. Zarar görmene engel olacağım, savaşsa birlikte gireriz, derdin VASÖ'yü devrimekse onu da yaparız. Oğuz'u kurtarmana da yardım ederim." Göz göze gelmemizi sağladı. Kararlı ve baskın bir ifadeyle gözlerime baktı. "Kendi ayaklarının üzerinde durmana hiçbir zaman izin vermeyeceğim," dedi kesin bir dille. "Seninle ilgili olan şeyler, diye bir şey yok. Biz varız. Aksi mümkün değil."
Benim için bu kadar çabalıyor oluşu ona, kalbime giden yolda nice kapılar açtı. Etrafımı sıcacık bir güven ve sevgi çemberi sardı. Ay giderek bize yaklaşırken yıldızlar artık daha parlaktı. Tek başıma yürüdüğümü sandığım yolda meşaleler yandı. Ben yeniden çocuk oldum ve babam gelip minik elimi avcuna aldı. İçimdeki kehanetlerin yüzyıllık tanrıçası olan Hazan'ı tamamen yok edemedim, ama tacının ışığı soluklaştı. İkimiz de tahtının telafisi olmayacak bir biçimde Hektor tarafından sarsıldığını biliyorduk.
Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken kollarımı boynuna doladım.
"Tamam," dedim. "Ama ben seni tanımak istiyorum. Bana kendinle ilgili her şeyi anlat, lütfen."
Saçlarımı koklarken," tamam," dedi. "Anlatırız."
*********
Fırat, koltuktan ağlamaktan yorgun düşmüş olan bedenimle birlikte kalktı. Uyumak üzereydim. Esen tatlı meltem giderek sertleşip tenimi üşütürken boynuna daha sıkı sarıldım. Odaya girip balkon kapısını kapatı. Soğuktan sıcağa yaptığımız bu geçişle ürperdim. Bedenimdeki kollar sıkılaştı. Boynuma bir öpücük konduruldu. Fırat odanın içinde ilerledi. Hafif aralık olan gözlerimle, göz kapaklarım ağır ağır hareket ederken odanın içini koca bir boşluğu izler gibi izliyordum. Etraf küçük bir klik sesinin ardından karanlığa gömüldü. Sönen ışıkla birlikte gözlerimi kapattım.
Saniyeler birbirini kovalarken üzerimdeki sabahlık çıkartıldı. Ardından yatağa yatırıldım. Kolumdaki kırığın üzerine, bir çekmecenin açılıp kapanma sesinden sonra soğuk ve pek de hoş bir kokusu olmayan bir krem hafifçe sürüldü. Kremin soğukluğuyla irkilsem de gözlerimi açmadım. Bilincimin kapanıp geri açıldığı kısacık bir zaman diliminde kendimi Fırat'ın çıplak göğsünde buldum. Ona sokulurken ayaklarım bacaklarına değdi. Alnımda gezinen dudakları burnuma indi. Dudaklarıma doğru yol aldı. Alt dudağım dudaklarının arasındayken durdu. Belimdeki ellerinden biri geceliğimin askısını omzumdan sıyırdı.
Benimle sevişmek istiyordu. Ama ben Fırat'ın ablasının ölümünü dinledikten sonra bunu yapıp yapamayacağım konusunda emin değildim. Yüreğime bir ağırlık çökmüştü. Fırat'a sarılıp ağlarken onun gözyaşlarını da hissetniştim. Dedemin bir teröriste sırf kardeşi olduğu için yardım ve yataklık etmesi, Fatih Aydın meselesi, Fırat'ın babası Feyyaz...beyin TKÖ tarafından hapisten kaçırılışı, sevdiğim adamın benim için ablasının intikamından vazgecişi, yıllarca yaşadığı ikilem, Cihan abinin Fırat'ı benden uzak tutmak için verdiği çaba ve uydurduğu yalanlar...her şey o kadar sek ve ağırdı ki Fırat'ın yaralarını sarmak isterken onunla sevişecek kadar gücüm olmadığını biliyordum. Şimdi değil belki ama yarın birlikte olabilirdik. Tüm bunları hazmetmem için zamana ihtiyacım vardı. Ama...bu Fırat'ın hikayesiydi. Niye asıl benim canım yanıyormuş gibi kendimi olayın merkezine koyuyordum ki? Aynı kanı taşıdığım insanların ona verdiği zararların bedelini ödeneliydim. Ve bu bedel ödemekten zevk duyacağım kadar güzel bir bedel olacaktı.
Yorgunluğumu yok saymaya çalışarak uykumun açılması için gözlerimi araladım. Odanın içi çok karanlıktı. Bir an tavandan bir demirin sarktığını görür gibi oldum. Ucunda sallanan beyaz bir şey saniyelik bir belirip kayboldu. Gözlerimi geri kapatıp Fırat'ın boynuna sarıldım. Ona sığınırken yanımda olduğu için çok mutluydum. O evde günlerdir Zümrüt'ün ve kızı Sude'nin hayaletiyle köşe kapmaca oynamaktan çok yorulmuştum. Fındık olmasa akıl sağlığımı yitirmem fazla zaman almazdı. Gündüzleri kolaydı ama geceleri hiç tanımadığım korkularım ve hayal gücümün esrarengiz kapılarının arkasındaki karanlık ruhlarla karşlaşıyordum. Her köşeden birileri çıkıyor, eşyalar canlanıyor, Fındık arada bir, bir noktaya kilitlenip kalıyor, uğulduyordu. O evde uzun zaman sonra ilk kez korkudan ağlamıştım.
Fırat boynumu öptü. Geceliğimin ince kumaşının üstünden daireler çizerek sırtımı okşarken, "noldu?" dedi. Sesi fısıltılıydı.
Yüzümü boynunun altına gömüp, "bir şey yok," dedim.
"Emin misin? Sürekli ürperip duruyorsun yavrum, üşüyor musun?"
"Korkuyorsun o zaman. Neden, ne korkutuyor seni? Karanlık mı?"
Sıcak nefesi tenimi yakıyordu. Üzerimize örtülü olan yorgan mis gibi kokuyordu. Çarşaflara sürtünen çıplak bacaklarımı yatağın içinde gezdirdim. Fırat'ın bedeninden yayılan sıcaklıkta huzur buluyordum. Saçlarımda gezinen el üzerimdeki ağırlığı hafifletiyordu. Bu koca adama sarılmayı çok seviyordum. İyi ki vardı, iyi ki seviyordu beni.
Sırtımdaki eli aşağılara doğru indi. Beni kendine bastırıp göğüslerimin aramızda sıkışmasına neden oldu. Canımın acısını görmezden gelmeye çalıştım. Eli eteğimin altına girdi. Külodumun üzerinden kalçalarımı avuçladı. Yoğurup sıkarken, "o zaman ne?" dedi. Bacağımı üzerine attım. Kalçalarımdaki eli bacağıma inip boydan boya okşarken ayağımı buldu. Avcuna alıp üstünü sevdi. Ayağım avcunda kaybolmuştu.
"Üşümüşsün," dedi. Bu canını sıkmış gibiydi.
"Isıt o zaman," dedim fısıltılı bir sesle.
Kasılıp kulak mememi emdi. Nefes verir gibi inledim. Ona daha sıkı sarılıp sürtündüm.
"Isıtırız," dedi. "Önce bana neden korktuğunu söyle. O hayvanla bir ilgisi var mı?"
"Böceğin" mutfaktaki görüntüsü gözümün önüne geldi. Vücudumun titremesine engel olamadım. Fırat'ın üstündeki sağ bacağımın arka kısmında yıllar öncesinden kalma bir sızı hissettim. Zihnim o güne gitti. Henüz on iki yaşındaydım. Yine bir yaz tatilinde Antep'teydik. Gece yatağımda uyurken etime batan bir iğneyle çığlık çığlığa uyanmıştım. Yorganımı üzerimden attığımda ise kocaman bir "böceğin" bacağımın üzerinde olduğunu görmüştüm. Etim yanıp uyuşurken bütün konak çığlıklarımla inlemiş, herkes yanıma koşmuştu. Böcek zehirliydi ve şuurumu yitirmiştim. Gözlerimi açtığımda ise hastanedeydim. Ali başımda ağlıyordu. Ablamı da ilk kez o gün bana mahçup gözlerle bakarken görmüştüm. Meğerse ölmek üzere olan böceği ölü sanıp beni korkutmak için yatağıma koymuşlardı. Hayvanın ne olduğunu bile bilmediklerini söylemişlerdi ama ablam o zamanlar on sekiz yaşındaydı, bu mümkün değildi. Ali bilmiyor olabilirdi belki. Hâlâ bacağımın arkasında o günden kalma kırmızı renkli küçük bir çöküntü dururdu. O gün bugündür de o hayvanın adını ağzıma alamaz, görünce kilitlenir kalırdım. Bugün Fırat'ın varlığı işleri kolaylaştırmıştı. Tek başıma olsam korkudan ölürdüm.
Boynuna sokulup, "hatırlatma," dedim. "Ne güzel unutmuştum. "
Ayak parmaklarımı avucunda sıkıca tutuyordu. Dudakları omzumu buldu.
"Özür dilerim," dedi. " Ama kocan olarak karımın nelerden neden korktuğunu bilmek istiyorum. "
Biraz tereddüt etsem de "böcek" olayını anlattım. Ben anlattıkça vücudu sinirlendiğini belli eden tepkiler verdi. Bir babanın kızını ona zarar veren çocuklardan korumak isterken duyduğu rahatsızlığı duydu belki. Sıkıntıyla soluyup beni sardıkça sararken, "bacağımda hâlâ izi var, göstereyim mi?" dedim. Babam bazı geceler masal okuyup yanımdan giderken beni hep o izin üstünden öperdi. Fırat da öpsün istiyordum.
Dudaklarımı öpüp, "göster," dedi. "Kurban olurum sana. "
Kollarından çıkıp doğruldum. Gece lambasını yakıp ışığın bacaklarıma vuracağı şekilde oturdum. Bacağımı Fırat'ın önüne uzatıp arkasını çevirdim. Ayağımdaki, bombadan kalma yanık izlerine bakıp öperken işaret parmağımı küçük kırmızı çöküğün yanına koyup, "bak gördün mü?" dedim. Yattığı yerden doğrulmamıştı. Bacağıma yaklaşıp izin üzerini öptü, okşayıp sevdi. Gözlerinde acıya benzer bir ifade gördüm. Yüzü kasılır gibi oldu. Bacağımı altıma saklayıp, "üzüldün mü?" diye sordum. Kolumu tutup üzerine çekti. Çenemi öpüp, "üzüldüm," dedi. Üstüne yatırıp yorganı üzerimize örttü. "İnsan nasıl kıyar lan sana?"
İyice sertleşmiş olan aletini bacaklarımda hissedebiliyordum. Üstünde boxserından başka bir şey yoktu. Göğüslerim göğsünde ezilirken sızladı. Uçları acı verici bir şekilde kaşınıyordu. Çenemdeki dudaklar boynumun altından göğüslerime yöneldi. Sırtımda gezinen elleri kalçalarıma doğru ilerledi. Parmakları külodumun lastiklerini buldu. Aşağı indirip kalçalarımdan sıyırdı. Göğsünde duran ellerimi omuzlarına kaydırıp kollarımı boynuna sardım. Hareketsizce durup kendimi ona bıraktım. Büyük elleri kalçalarımı okşayıp severken, "of!" dedi. "Çok güzeller lan!"
Sıkıp yoğurdu. Yatakta hareketlenip beni altına alırken bir eli bacaklarımın arasına girdi. Bacağını diğer tarafıma atıp üzerime çıktı. İniltilerim kadınlığımın dudaklarında gezinen parmaklarıyla şiddetlenerken artarken dudaklarıma kapandı. Sertçe emip öptü. Karşılık verdim. Ben karşılık verdikçe daha da sertleşti. Vajinamı avucunda sıktı. Ağzının içine inledim. Dudaklarımızı ayırdı. Burnumu emip ısırırken, "sesine kurban olurum senin," dedi. Dudaklarıma küçük bir öpücük verdi. "Yumuşacıksın lan!" Çenemi ısırdı. Altında kıvranıp duruyordum. Her ne kadar iniltilerimi bastırmaya çalışsam da olmuyordu. Dudakları boynumu talan ederken parmakları kadınlığımın dudaklarını ayırıp içime girdi. Çığlık attım. Tırnaklarımı sırtına geçirdim. Sırılsıklam olan kadınlığımdan vıcık vıcık sesler geliyordu. Parmakları kadınlığımın duvarlarına çarparak içimde gelgitlerini sürdürdü. Fırat'a hiçbir birlikteliğimizde uzun süre dayanamamıştım, bu yüzden yine iki dakika bile sürmeden boşaldım.
Nefes nefese kalmıştım. Parmaklarını içimden çıkardı. Islaklığı boydan boya yayıp elini bacak aramdan çekti. Boynumun her yerini öpüp sırılsıklam eden ateşten dudaklarını tenimden ayırdı. Tül perdeden vuran ayışığı gece lambasından yayılan ışıkla birleşip odayı aydınlatırken göz göze gelmemizi sağladı. Vajinamdan akan sıvıyla ıslanan parmaklarını gözlerimin içine bakarak dudaklarına götürdü. Teker teker ağzına alıp emdi. Gözlerim şaşkınlıkla büyürken, "Fırat...yapma," dedim. Elini iyice emip yalayarak temizledikten sonra yatağa koydu. Dudaklarımı öpüp, "Fırat daha neler yapacak sana," dedi. Yanağımı koklayıp ısırdı. "Beni senden ayrı düşürdüğün her saniyenin bedelini ödeteceğim sana," dediğinde yutkundum. En son birlikte olduğumuz gün geldi aklıma. Canımın nasıl yandığı, içimdeki yakıcı sertliği...ve Aslı.
Titreyen sesimle boynuna sıkıca sarılıp, "Fırat korkuyorum," dedim. Omzumu öperken geceliğimin askılarını sıyırdı. Başını geri çekip kollarımı çözmemi sağladı. Göğsümü öpüp derin bir nefes alırken, "kork," dedi. "Kork ki bir daha gideme benden." Tehditkâr sesi ürkmeme neden oldu. Diğer yandan ise bu sefer ki gidişimin onu nasıl yaraladığını her kelimesinde daha derinden hissediyordum. Canan teyzenin onu sevmeyişini, Bahar'ın işi düştüğünde ona yaklaşmalarını, ablasının ölümünden yıllarca kendisini suçlayışını, onu koruyamadığı, korktuğu için kendinden nefret edişini bilirken bana duyduğu bağlılığı, beni herkesten, her şeyden korumak isteyişini, sınırsızca severken aynı şekilde sevilmek için gözlerimin içine bakışını, beni kimseyle paylaşmak istemeyişini artık daha iyi anlayabiliyordum. O çocukluğundan beri fedakarlık yapan, hep başkalarını düşünen, kardeşlerinin aldığı sevgiden hak ettiğini alamayan, annesi tarafından korunması gerekirken onu koruyan bir adamdı. Şimdi bir askerken vatanını, bir kocayken...benim kocamken de karısını korumak için savaşıyordu. Onu çok sevmeliydim. Hem de çok.
Yataktaki elleri geceliğimden açığa çıkan memelerimi buldu. Önce yavaşça okşarken alınlarımızı birleştirip, "büyümüş mü bunlar?" dedi. Ellerimi başımın iki yanına koymuş yastığı sıkıyordum. Alt dudağımı dişlerken sessiz kaldım. "Niye bu kadar sıcaklar?" Ellerini hareketlendirdi. Biraz bastırarak okşamaya başladığında inledim. Durdu. Parmakları sol mememin koltuk altıma yakın bir bölgesinde gezindi. Cinsellikten uzak bir şekilde okşayıp sıktı. Adını söyleyerek çığlık attım.
Belimden tutup kucağına aldı. Gece lambasına yaklaşıp sırtını ahşap başlığa dayadı. Ne olduğunu anlayamazken gözlerim yüzündeydi. Kaşları derince çatılmış, gözlerindeki arzu dağılmıştı. Gergin ve endişeli olduğunu hissettim. Belime sarılı olan kolu beni sımsıkı sarıp koca gövdesine bastırırken diğer eli önüme dökülüp göğüslerimi kapatan saçlarımı geriye itti. Sol mememi yeniden avcuna aldı. Ucu kaparan büyük, dolgun göğüslerim oldukça şişkin dururken kocamın büyük ve kaba eline çok yakışıyordu. Bu manzara içimi gıdıkladı.
Parmakları az önce ki gibi koltuk altıma yakın olan bölgede gezerken kasılıp, "aşkım noldu?" dedim. Gözlerime telaşlı ve endişeli bir ifadeyle bakıp yenide göğsüme döndü. Sıkıntılı bir nefesi alıp verdi.
Sertçe yutkunup, "burada bi-bir sertlik var," dedi. "Kitle gibi..."
Sesindeki korku içime işlerken ne düşündüğü için bu hâle geldiğini anladım. Dudaklarımda tatlı bir tebessüm oluştu. Yanağını öpüp, "öyle bir şey yok, korkma," dedim.
Gözleri gözlerimi buldu. Kirpiklerinin titrediğini, gözbebeklerinin donuklaşıp dolduğunu gördüm. Beni kaybetmekten nasıl korktuğunu hissettim. Hep hissediyordum ama bu hâli başkaydı.
"Yarın...yarın hastaneye gidelim," dedi. "Hatta şimdi gidelim, gel üstünü değiştirelim yavrum." Yataktan kalkmaya meyil ettiğinde sarıldığım boynundan onu geriye çekip, "Fırat dur," dedim. "O kitlenin sebebi o değil, beni bir dinler misin?"
Onu durdurmaya çalışmalarım işe yaramazken, "dinleyemem," dedi. Yataktan kalkmış odanın ortasında dururken bir parça öfkenin karıştığı nemli gözleriyle gözlerime baktı. "Sabahtan beri sürekli başı dönüyor, miden bulanıyor...şimdi de bu. " Duraksadı. Dişlerini sıkıp titreyen sesine hakim olmaya çalıştı. "Hastaneye gidiyoruz..."
"Yok Fırat Mırat! Sana bir şey olursa..."
Dudaklarına kapanıp öptüm. Yüzünü avuçlarımın arasına alıp sevdim. Kapıyı açarken, "dur," dedim. "Kocam lütfen. Neden olduğunu biliyorum, iki dakika dinle, nolur?"
Eli kapının kolundayken durdu. Vücudu kasılıyordu. Nefes alışverişleri fazla sertti. Kalp atışlarını göğsümde hissedebiliyordum. Dudak dudağayken gözlerini kapattı. "Ne?" dedi. "Söyle, ne?"
"Reglim yaklaşıyor," dedim. "Hormonlarım değişiyor, bu yüzden de süt kanalları genişlediği için süt bezlerim büyüyüp şişiyor. Eline gelen şey kitle değil, süt bezim. Diğer göğsümde de var. Reglim bittikten sonra geçecek. Baş dönmelerim, mide bulantılarım da biraz bunula ilgili, biraz da sabah bir şey yetmediğim içindi. Hem ilaç kullanıyorum ya sevgilim. Sakin ol."
"Emin misin?" dedi. "Bak...bir şey vardır, geç kalırız..." Yutkundu. "Sana bir şey olur, Hazan ölürüm. Hastaneye gitmemek için bahane üretme bana. Kaç kez adetliyken elledim memelerini, niye o zaman hissetmedim de şimdi?"
"Çünkü bazen bu kadar şişmiyor, ayrıca reglim başladığında şişlik iniyor. İki güne olurum, görürsün zaten."
Gözlerimizi ayırdı. Hafif aralık olan dudaklarının arasından dilini damağında gezdirdiğini gördüm. Başını arkaya atıp gözlerini sıkıca yumdu. "Offf!" dedi. Sesinde çaresizlik ve korku iç içe geçmişti. "Kafayı yiyeceğim anasını satayım!"
"Fırat sakin ol, bir şey yok işte."
"Ya varsa? O zaman ne halt yiyeceğim lan ben?"
Bıkınca bir nefesi alıp verdim. Neden bu kadar abartıyordu ki? Sebebini anlatıyordum işte, neyi anlamıyordu?
Çatılan kaşlarımla gözlerine baktım.
"Fırat kadın olan benim, vücudumu senden iyi tanıyorum. Öyle bir şey olsa fark ederim. Lütfen, dur artık. "
Bakışları karardı. Yüz hatları sertleşti. Beni kucağında daha sıkı tutup, "sen benim kadınımsın," dedi baskın bir sesle. "Vücudun da, her zerrende benim. Ben sana her dokunduğumda bakıyorum memelerine. Seni her öptüğümde ateşini kontrol ediyorum. Geceleri nefeslerini dinliyorum. Sana bir şey olursa bunu en iyi ben bilirim. " Göğsünde duran elimi tuttu. "Bak şu elinin haline," dedi. "Üstü mosmor. Bir buçuk aydır kolundaki kırık kaynamıyor. Sen kendine doğru düzgün bakamadığın, kendini umursamadığın için biz ne hastaneden, ne eczaneden çıkamıyoruz! Her yerin yara bere içinde! Senin canın ne ki gücün ne olsun! Bir de bana efeleniyorsun!"
Yanağının içini ısırdı. Araladığı kapıyı ayağıyla sertçe iterek kapattı. Yatağa ilerleyip beni üzerine bıraktı. Komodinin üstündeki telefonunu alıp, "kimliğin nerede?" diye sordu. Karnımda toplanan geceliğimin askılarından kollarımı geçirirken sessiz kaldım.
Omuzlarımdaki askıları düzeltip ona inat yapar gibi saçlarımı savururken arkamı dönerek yatağa uzandım. Yorganı üzerime çekip gözlerimi kapattım. Bir süre tepemde durup bana baksa da odadan çıktı. Fazla pimpirikliydi. Her şeyi o biliyordu. Canının istediğini umursayıp, canının istediğini önemsizleştiriyordu. Oturup tane tane anlatsam da söz geçiremiyordum. Her seferinde bana çocuk muamelesi yapıyordu. Beni benden fazla düşündüğü doğruydu, bu hâlleri hoşuma gidiyordu, bana bir şey olmasından bu denli korkuşu içime dokunmuştu. Gözlerinin doluşu, o telâşı benim için birçok şey demekti. Kıyamıyordum ona. Ama çok abartıyordu.
Şimdi bütün eşyalarımı karıştırıp kimliğimi arayacaktı. Hastaneden randevu alacağını biliyordum. Gözlerimi açıp ofladım. Diğer tarafa dönerken ayaklarıma bir şey dolandı. Doğrulup baktım. Külodumdu. Giymeyi düşündüm. Ama vazgeçtim sonra. Şimdi bir de onu istemediğimi düşünüp buna kızardı. İstiyordum, hem de çok. Külodu yere atıp tekrar uzandım. Yorganı bacaklarımın arasına alıp gözlerimi kapıya dikip öylece durdum.
Dakikalar geçti. Merdivenlerde ayak seslerini duyunca sebepsizce gözlerimi yumdum. Saniyeler sonra kapı açıldı. Odaya dolan koca varlığını hisseden tenim yandı. Kalbim hızla atarken kadınlığım sızladı. Heyecanlandım. Kapı kapandı. Gözleri üzerimdeydi. Yaklaştı. Komodinin üstüne bir şey bıraktı, telefonu olmalıydı. Bir müddet baş ucumda durdu. Sonra uzaklaştı. Ayak seslerini duydum. Yatağın diğer tarafı çöktü. Sıcaklığını sırtımda hissettim. Kolu belime dolandı. Saçlarımı öptü. Kokumu solurken, "randevu aldım sana," dedi. "Yarın, akşamüstü dörde. Gidip bir baktıralım yavrum, içimiz rahat etsin."
Sessiz kaldım. Benim içim rahattı zaten. İçimizi rahatsız ettiren oydu.
Ensemi öpüp beni iyice kendine çekip bastırırken, "uyumadığını biliyorum," dedi.
Dudaklarını omzumda gezdirmeye başladı.
Tenimde derin bir nefes aldığında gözlerimi açtım.
"Yarın bayram, buraya geliyorlarmış. Sabah namazında camide buluşacağız. Kahvaltıyı bizde yapacaklarmış." Saçlarımı yüzümden çekip hafif etli olan yanağımı ısırarak öptü. "Bayram diye hayır diyemedim," dedi.
"Bayram olmasa da hayır denmez," dedim.
"Seninle konuşmak istedi, uyuduğunu söyledim. Selamı var."
Selamını içimden alıp kahvaltıya ne hazırlayacağımı düşündüm. Diğer evde ne güzel doğu yemekleri kitabım vardı. Fırat yangından mal kaçırır gibi, ayaklarıma doğru düzgün bir ayakkabı bile giyemeden beni evden çıkarmasaydı onu alırdım. O telaşla aklıma gelmemişti.
Belimdeki kolunu çözdü. Eli, yorganın üstündeki bacağımı buldu. Okşayıp severek yukarılara doğru çıktı. Geceliğimin üstünden kalçalarımı avuçlayıp dairesel hareketlerle okşadı. "Hazan," dedi. Yanağı yanağımdaydı. "Ne güzel bir şeysin sen, hı? Niye bu kadar çok seviyorum seni ben?" Eli ettiğimin altına girdi. Okşamaya devam ederken kendimi dokunuşlarına bıraktım. "Doyamıyorum lan sana. Of!"
Yanağını yanağımdan ayırıp sırtımı öperek aşağılara indi. Eteğimi iyice açıp yüzünü kalçalarıma gömdü. Gözlerimi şokla açtım. Öpüp koklayıp ısırırken kendimi geri çekmeye çalışıp, "Fırat," dedim. Bacaklarımı tutup yüz üstü uzanmamı sağlayarak altına aldı. Dilini kalçalarımın üzerinde gezdirip bombeli kısımlarını emerken kalmak için çırpındım. Belimi tuttu.
"Fırat...yapma!" dedim. "İleri gidiyorsun, yapma!"
Sesi sert ve uyarıcı olsa da kalçalarımdan ayrıldı. Ellerini başımın iki yanına koyup üzerime uzandı. O an kalçalarıma bastırdığı aletiyle boxerını çıkardığını fark ettim. "Offf! " Penisini sürterek kalçalarımın arasına soktu. İnledim. "Fırat!" Omzumu öptü. "Hay sikeyim lan! Çok güzel amınakoyayım! Ah!"
Çırpındım. İstemiyordum, arkadan yapmak istemiyordum.
"Fırat yapma, lütfen. İstemiyorum. "
Titreyen sesim ağlamak üzere oluşumla sonlara doğru çatlayıp kısıldı. Fırat durdu. Kulağımın altını öpüp, "şşş," dedi. "Tamam." Ellerinden destek alarak sırtımdan ayrılıp penisini çıkardı. "Dön bana." Yanaklarıma doğru süzülen yaşlarla yavaşça ona döndüm. Alnımı öperken erkekliğini kadınlığıma sürttü. İnleyip kıvrandım. "Buradan olur mu?" Kollarımı boynuna sarıp bacaklarımı açtım. Dudaklarıma kapanıp tek hamlede içime girip aletinin tamamını soktu. Birbirimize kilitlendik. Hızla git gel yapmaya başladı. Kopartırcasına öpüp çekiştirdiği dudaklarımı bırakıp erkeksi, kaba iniltileri ince sesime karışırken boynuma gömüldü. "Aç bacaklarını!" dedi emredici ve sert sesiyle. Dediğini yapıp bacaklarımı açabildiğim kadar açtım. Daha da hızlandı. Kasıklarını kasıklarıma sertçe vuruyordu. Bir öncekinden fazlaca vahşi ve yabaniydi. Yatağın yayları acıyla inleyen bir hayvan gibi gıcırdıyordu. Çığlık çığlığa ağlayıp inlerken ona eşlik ediyordum.
Fırat ise gövde gösterisi yapan bir aslan gibi kükrüyordu. Aldığı zevki sesinin tonundan anlayabiliyordum. Çişim gelirken boşaldım. Ama Fırat'ın boşalmasının hayli zaman alacağını biliyordum. Altında yarı ölü yarı diri yatarken bağırıp durmaktan boğazlarım acımıştı. Git gelleri gecenin ıssız karanlığında ayışığı eşliğinde geriye çekilip sonrasında hırçın bir dalga gibi kıyıya vuran denizin medcezirleri gibiydi. İki ayrı bedenden çıkıp tek bir ruh olmuştuk. Boynundaki kollarımı sıkılaştırıp yüzümü omzuna gömdüm. Çığlıklarım boğuklaşırken hıçkırıklarım boğazıma takıldı. Ona tutunmasam erkekliğinin vajinama vuruş hızıyla altından fırlayıp gidecek başımı yatak başlığına çarpacaktım.
Yine beni yürüyemeyecek hâle getirecekti. O gece, bir dahakine daha yavaş olurum, demişti ama sözünü unutmuş gibiydi. Ya da onu terk edişime duyduğu öfkenin hıncını böyle alıyordu. Alsındı. Ne kadar canım yansa da duyduğum zevki inkar edemezdim. İçimdeki sertliğinin nabız gibi atışını hissetmek, kadınlığımın onu sımsıkı sarıp içine çekişi, bacak aramda tutuşup midemden göğsüme doğru yükselerek yanan ateş, ıslak vajinamın yumuşak dudaklarının penisinin üstüne yapışması, araladığım bacaklarımın arasındaki koca gövdesi...böylesine yakışıklı ve her şeyiyle çok güçlü olan bir adam tarafından sevilip sikilmek çok güzeldi.
İniltisine karşılık vermek istedim. "Fı...Ah!!" Geri çekilip sertçe kendini içime itişiyle adını söyleyişim yarıda kesildi. "Fırat..."
"Çok güzelsin...sıcacıksın...ah ah...nasıl zevk veriyorsun bana...sikeyim seni...bir ömür...her gece becereyim seni böyle..." Nefes nefeseydi. Dişlerini sıkıyordu. Onu dinlemek için çığlıklarımı durdurmaya çalıştım. Boşalmak üzereyken birden iki katı hızlandı. Kan ter içinde kalmıştık. "Ah!!! Sikeyim...amınakoyayım lan..of of of!! "
Penisi içimde kasılıp dururken boşaldı. Akan sıvıyı hissettim. Üzerime yığıldı. Kadınlığım alev alev yanıyordu. Ezilen göğüslerimin acısıyla inledim. Nefeslerini düzene sokmaya çalışırken biraz geri çekildi. Memelerim rahatladı. Terden yüzüme yapışan saçlarımı severek geriye iterken dudaklarımı öptü. Burnunu burnuma sürttü.
Kımıldayacak halim yoktu. Kasıklarımda hüküm süren acıyı yok saymaya çalıştım. Bu sefer bir önceki gibi yapmayacak, onu üzmeyecektim. Yetişmem gereken hiçbir yer yoktu. Sadece biz vardık. Omzundaki ellerim yüzünü buldu. Alnına dökülen saçları alnıma değip gıdıklanmama neden oluyordu. Ona dokunuşumla yutkundu. Gözlerini kapattı. Alt dudağını dudaklarımın arasına aldım. Şeker emer gibi usul usul, tadını çıkara çıkara emdim. Alınlarımızı tamamen birleştirdi. Vajinam penisini sımsıkı sararken içimde yavaşça hareketlendi. Karşılık verdiği öpüşümü durdurup, "Fırat," dedim. Çenemi emerek ısırdı.
"Gülüm," dedi. Kendini sıkıyordu. Yine taş gibi olmuştu.
"Biraz dursan mı?" dedim. "Yoruldum."
Gıdımı öpüp tenimi koklarken, "çok mu yoruldun?" dedi.
"Hı hı. Hem yarın dedenler gelecek, sabah erken kalkacağız. Fazla yorma beni."
Boynumda derin bir nefes aldı. Aldığı nefesle içimdeki aleti hareket etti. Kollarını belime sarıp içimden çıkmadan yatakta doğruldu. Geceliğimin eteklerini kalçalarıma doğru çekip kapattı. Abajuru söndürüp yatağa uzandı. Yorganı üzerimize örttü. Bacağımı üstüne aldı. Bana sıkıca sarılıp yüzünü boynuma bıraktı. Ellerim omuzlarında ayışığının çekildiği pencereyi izlerken bir süre bekledim. İçimden çıkması gerekmiyor muydu? Böyle mi uyuyacaktık? Tuhaf hissediyordum. İçimde kocaman ve her saniye daha da şişerek büyüyen bir şeyle nefes alıp vermek garipti.
Boynumda alıp verdiği nefesler huzurlu iç çekişlerle ağırlaşıp yavaşlarken benimle böyle uyumak istediğini anladım. Ama ben yapamazdım. Kadınlığım sızlayıp ıslanıyordu. Ona sürtünmek istiyordum. Aralık olan vajinamın dudakları yüzünden psikolojik olarak çişim geliyordu.
Yüzünü tenime sürtüp boynuma iyice sokulurken, "karım," dedi. Derinden gelen sesi savruktu.
"Böyle işte. Sen benim...içimdeyken."
"Ama Fırat..."
"Şşş."
Sessizleştim. Fırat uyuyunca yavaşça ayrılırdım. Kollarımı boynuna sarıp saçlarını sevdim. Omzunu öpüp başımı başının üstüne koydum. Bir süre sonra göz kapaklarım ağırlaştı. Direndim. Belime sarılı olan kollar çok sıkıydı. Birkaç kez kurtulmayı denesem de kımıldayamamıştım bile. Nihayetinde pes ettim. Gözlerimi yumup kocam içimdeyken uykuya teslim oldum.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
174.33k Okunma |
9.89k Oy |
0 Takip |
97 Bölümlü Kitap |