
💗💗💗
Tükendi yine her şey. Öfke, nefret, ağlamak... Yerini hissizlik aldı. Ve de boşluk... Duygu yağmuruydu geldi geçti. O an bile şu ankinden güzeldi diyebilirim. O duygular içimdeyken daha var gibiydim. Şimdi ruhsal bir geçirgenlikten ibaretim. Yaşadım hepsini, köküne kadar döktüm yaşlarımı. Kolay kolay geri gelemezler. Yalnız kalmama bile gerek yok. Yeknesak bir var oluş. Niye ben ortayı bulamıyorum? Ne bileyim.
Ne de tuhaf bir gün. Önce İskender'le ağladım sonra eski düşmanımla. Öyle şeyler yapmak istemezdim. Ama oldu işte. Sinan bile vicdana geldi. Ahah. Bana destek oldu evet ama ona hâlâ güvenmiyorum. Desteği samimi olsa da her an fikir değiştirebilir. Sadece intikam işini kapadım. Sonuna kadar İskender'e bile güvenmiyorum ona niye güveneyim ki. Sonuna kadar kendime de güvenmiyorum. Sonra pişman olmakla uğraşamam. Bile bile ladese hayır. Aklımda.
Aslında bakarsan yenilmenin, kırılmanın, parçalanmanın, hayal kırıklığının bir önemi yok. Olabilir şeyler bunlar, sıradan.
"İyi misin? Dalıp gidiyorsun." bakışlarımı Badem'e kaldırdım. Ben masada oturmuşum o ise tezgâhta böreğe sos yapıyor. Çayın yanında yemek için börek pişireceğiz. Benim konuyla pek alakam yok ancak yardım edeceğim. Güüüya.
"Biraz zor bir gündü. İyiyim." açıklamam gerçekliği yansıtıyor mu? Kararsızım. Öyle herhalde.
Gülümsedi, gülümseyince çok masum ve hoş gözüküyor. "Boşver olanları. Biz yanındayız." bir anda herkes yanımda olunca garipsemedim değil. Geçenki dövüşümüzden sonra değişti her şey belli ki. Badem Sinan gibi değil. Daha güvenilir. Sinan daha kurnaz ve çok iyi rol yapıyor. Bu sefer öyle olduğunu düşünmesem de geçmişimden tecrübeliyim. Badem, sözleriyle olmasa da bakışlarıyla belli ediyordu sevmediğini.
Dudaklarım kıvrıldı. Burada kalıcı olmayacağım. 2,75 yıl sonra buranın adı bile uzaklaşacak zihnimden. Fakat gidene kadar çevremdeki insanlara bir şans verebilirim. "Teşekkür ederim." dedim kuru kuru. Sevgi cümleciğine aşina değiliz. İçimden sıcaklık aksa da dile getirmeyi utanç verici buluyorum. Herkes beni odun sanıyor. Odunum belki ama içim çok kuru sayılmaz. Erkek odunlar gibi keresteleşmemişim.
İskender öyle değil ya. Göz yaşı döktü yanımda. Çok yürekli. O yüzden Sinan buraya getirdi bizi. Bu evde gerçekten huzur var. Hepsi çok iyi. Aile de nasip işi herhalde. Herkese böyle sıcağı denk gelmiyor. Arda, Sinan, ben yarımız. Badem ile İskender ise nasipli. Bunu oranlayınca dörtte bir oranında mutluluk var.
Babam varken mutluydum diyorum ama çoğunlukla yoktu zaten. Yine annemleydim. Babam izin alabildiği takdirde yanımıza gelebiliyordu. Ama o anları hiçbir şeye değişmem. Geri gelmez güzel anılar. Tamam Asya. Düşünmeyi bırak. Bugün yeterince yorulmadık mı?
Badem, yufkaları ve iç harçlarını masaya koydu. Sosu da alıp karşıma oturdu. Ellerimi önceden yıkamış onu bekliyordum zaten. Bir taneyi sarana kadar onu seyrettim. Öğrendiğimde ben de yapmaya başladım.
"Sana olan kötü davranışlarım için özür dilerim Asya. Hata ettim."
"Sorun değil." önemli olan pişman olman gibi şeyler söylemek isterdim ama ben de bunu söyleyecek erdem sahiplerinden değilim.
"İlk günlerde çorbana haddinden fazla biber koymuştum."
Güldüm. "Ben de onun intikamını almış sayılırım. Sarma içine biber kattığım için fazladan sarma sarmak zorunda kaldın."
"Ne? Sen cidden... Kızım canımız çıktı."
"Ben ne bileyim hemen fark edilecek. Fark edilmeseydi az sarardık. Hep Arda yüzünden."
"Yemeden duramıyor ki. Allahın açı."
"Ahahah."
"Ya saçını çekmem?"
"Bir benden bir de yerden yedin. Üstüne abin de özür diletti sana. En azından yaptıklarının bedelini bir şekilde ödüyorsun."
Göz devirdi. "Hey Allahım ya." Tuhaf bir soğukluğu var. Bazen sıcak oluyor gibi sonra ılık, sonra sıcak, ardından soğuk. Kararsız herhalde.
"Abim de beni delirtiyor. İlla özür diletecek." isyankâr moda bağladı kardeşimiz.
"Abinin kıymetini bil. Bu devirde öylesi zor bulunur." haksız mıyım? Asla.
"Her şeye karışıyor. Yani tamam Allah için hakkını yemeyim ama... Biri sürekli başında doğru şeyleri söylese eminim senin de sinirin bozulur. Tamam anladık en düzgün sensin yani." Badem'le abisini çekiştireceğim ölsem aklıma gelmezdi.
"İskender onu sahte bir doğruculukla yapmıyor ki. Yani doğru bulduğu şeyi siz doğru bulmuyorsunuz diye inkar edecek değil. Hem sizi de çok seviyor ve düşünüyor. Belki de siz onu görmüyorsunuzdur. Sürekli doğruyu savunurken yalnız kaldığında ne hissettiğini soruyor musunuz? Onun dürüstlüğü kişilere göre değil, yanlışlarınızı eleştirmesi de sizi sevmediği anlamına gelmez. En doğru olmak, görülmek için de yapmıyordur bunu eminim. İçsel bir iyilik onunkisi. Herkese nasıl yardım etmeye çalıştığını görmüyor musun? Hem senin daha iyi tanıman lazım onu."
"Maşallah sen benden daha iyi biliyorsun. Yoksa aranızda bir şey mi var?" ne? Yok artık.
"Hayır tabi ki. Arkadaşız biz. Gözlemlerimi iletiyorum sadece." aramızda niye bir şey olsun ki? Töbe töbeee.
"Hımm. Sürekli berabersiniz insan düşünmeden edemiyor." sanırım biraz uzak durmalıyım gerçekten yanlış anlaşılıyormuş. Öfff saçmalık. Arkadaşız işte.
"Sen de Arda'yla, Sinan'la çok yakınsın kimse öyle bir şey düşünmüyor." belki aynı şey değil ama bir cevap işte. Ne diyim olumm.
"Sinan benim kardeşim, Arda'yla ise birlikte büyüdük. Aynı şey olmadığını biliyorsun." sinirlendiği her halinden belli oluyor. İlk gün Arda için beni yolmaya çalıştığını biliyoruz... Almamız gereken mesaj da aklımızda. Fakat bu konuda safı oynayacağım.
"Arkadaş olmak için illa birlikte büyümek gerekmez. İskender beni anlıyor ben de onu anlıyorum. Kitap, hikâye ve türevlerinin muhabbetlerini ediyoruz. Yanlış anlaşılacak bir durum yok." son yufkayı da sarıp tepsiye koydum. Cümlelerim onun sinirini biraz daha yukarıya taşıdı. Belki bilerek yaptım belki değil.
" Kızlar ne durumdasınız bakayım." Zümrüt teyze bize yaklaşıp böreği inceledi. Memnun bir gülümseme ile başını salladı. Elleri ikimizin saçını da okşadı. Normalde biri saçıma uzandığında -ki bu annem bile olsa- refleksif olarak geri çekiliyorum. Çekilmedim işte. Onun herkese sunduğu sevgiyi ben de kabul edeyim. Alışmadan...
"Çay demlenene kadar pişer herhalde. Ben çaycıyı içeriye götüreyim. Orada demlerim. Siz de börek pişince bardakları da alıp gelirsiniz."
"Tamam anne. Abimleri gönder onlar da taşısın bir şeyler."
"İyi bakalım. Gönderirim." elleri sırtımızı da sıvazladı ardından mutfaktan ayrıldı. Badem böreğin üzerini yumurtalayıp çörek otlarıyla süslerken ben de ellerimi yıkadım. Çıkan bulaşıkları makineye dizmeye karar verdim. Evde hiçbir şey yapmasam da burada oyalanmak için bir şeyler yapıyorum.
O sırada zil çaldı. Umarım annem değildir gelen. Tekrar bir gerilim yaşamak istemiyorum. Ne istiyor benden? Evlendi işte. Ne yapabildim ki? Hiçbir şey olmamış gibi anneciğim deyip dizlerine mi sarılmalıyım? Ya babam ne olacak? Bunu kabul edemem. Vatanı için şehit oldu o adam. Böyle unutulması beni deli ediyor. Kendi ailesi bile bunu yaptı. Ama o kendini kurtardı bu çirkin dünyadan.
Elimdeki kâsenin alınması beni dünyaya geri getirdi. "Düşüreceksin salak. Bir de temizlik işi çıkaracaksın." artık düşmanım sayılmasa da salak demeye devam edecek anlaşılan.
"Sensin salak." kâseyi ondan alıp makineye koydum. Geri kalanları da hızlıca yerleştirip makineyi kapattım. Badem böreği çoktan fırına koymuştu.
"Hani böreeeeeek!" diye bağırarak Arda karşımızda belirdi. Arkasından İskender mutfağa girdi.
"Börek daha pişmedi bile Arda." dedi ve göz devirdi Badem. Arda hızla ona yaklaşıp elini avuçlarının arasına aldı. "Söyle... Ne zaman pişer? Bu bekleyiş ne kadar daha sürecek?" duygulu duygulu konuşuyordu.
"Gerizekalı." Sinan birilerine hakaret etmeden nefes alamıyor.
"Üfff Arda. Yarım saate pişer herhalde. Ne bileyim ben." elini çekti, kollarını kendine sardı Badem'lerin en acısı.
"Dayanacağız mecburen." aptal bir sırıtış kondurdu yüzüne. Gerçek Arda'yı görmüş biri olarak bunları eğlenmek için yaptığını biliyorum. Müdahil olmaya enerjim olmadığı için sandalyelerin birini çekip oturdum. Bu mutfak bana Sevda'yı hatırlatıyor. Bir o eksik. Olsa muhtemelen kavga ederiz. Olmaması daha hayırlı. O varsa da ben olmayım inşallah. Yanımdaki, karşımdaki, diğer yanımdaki sandalyeler çekildi etrafım sarıldı. Soluma Sinan, sağıma Arda, karşıma da İskender oturdu. Badem ise tepsiyi eline alıp bardakları ayarlamaya başladı.
Yanağımı sıkıp ona dönmemle gülümsedi Arda. Gülümsedim ben de. Çok masum. Seviyorum kendisini. Ama başka türlü seviyorum yani arkadaşım değil de küçüğüm gibi. Kardeşim diyemem ama küçüğüm işte.
"Nasılsın uğur böceğim?" Arda'nın sorusunun ardından bir bardak kırıldı. Bakışlarımızı Badem'e çevirdik. Eğilmiş cam parçalarını topluyordu.
"Bunlar da ya sakar ya salak.." kendi mükemmel çünkü.
"Dur Badem. Kıpırdama. Süpürgeyi alıp geleceğim." İskender hızla doğrulup mutfaktan çıktı. Badem büyük parçaları tezgahın üzerine koydu. Kıpırdamadan ağabeyini bekledi. İskender gelince süpürgeyi çalıştırdı ve küçük parçaları halıdan temizledi. Canım ya. Canım ya mı? Hatlar karıştı herhalde.
" Sen otur hadi." kardeşini oturttu İskender. Süpürgeyi yerine götürüp bardakların sayısını tamamladı. Böreği bile kontrol etti. Ardından eski yerine oturdu.
"Ee börek pişene kadar ne yapıyoruz gardaşlarım?"
"Hiçbir şey." dedi Sinan umursamazca.
"Çok sıkıcı. Zaten nedense kimsenin de neşesi yok gibi. Benim bilmediğim bir şey mi oldu?" olmaz olur mu?
"Uğur böceğin cevaplar sorunu. Ne de olsa ona olmuş olan." bardağın neden kırıldığını anlamış olduk.
Arda kısa bir çarpılışın ardından bana döndü. "Ne oldu kız?"
"Boşver Arda. Önemsiz meseleler." tekrar tekrar bahsetmek istemiyorum.
"Önemsiz derken?" öyle demem nedense Sinan'ın hoşuna gitmemiş. Bakın artık turşu demiyorum Sinan diyorum. Bu da bir gelişme.
"Benim için önemsiz. Her gün yaşadığım şey. Geride bıraktım, ta ki tekrar yaşanana kadar." Yüzünü buruşturdu sözlerime. Üzüldüm geçti. En azından dıştan öyle gözükmeli. Geçmiş gibi...
"Sen iyi ol yeter." destekleyici cümlesine karşılık İskender'e gülümsedim. Fazla iyi o yüzden yanlış anlaşılıyor olabiliriz. Fazla iyi olan birine ben de kötü olamam. Kimin ne anladığı önemli değil, ondan ben sorumlu değilim.
"Öhhhömm. Börek koktu börek. Kalk kız bak." dedi ve dürttü beni turşu lahana. Göz devirerek eline yapıştırdım. Bizim düşmanlık bitesi değil.
Elini havada salladı. "Yavaş lan. İnsan ol. Biraz zor biliyorum ama çaba göster." bakışlarım tersşleştiğinde gıcık sırıtışı ve nereden geldiğini henüz çözemediğim rahatlığıyla arkasına yaslandı.
"Bir dakika... Siz... Siz biz... Biz gibi... Siz anlaşıyorsunuz... Biz.." Arda'nın bir türlü kendini ifade edemeyişi ve şaşkınlığı komikti tabi.
"Arda yine ne saçmalıyorsun?" göz devirip kollarını kendine sardı Bademcik.
"Lan Sinan ona bize davrandığı gibi davranıyor. Bunu sadece ben mi fark ettim? Ohaa noluyor lan?"
"Hımm bir tek sen fark ettin." dedi Badem huysuzca.
"E siz de fark edin söyledim işte. Baksana şunlara kavga ediyorlar ama kardeş gibi." tekrar göz devirdi Badem.
"Ne kardeşi lan. Çarparım ağzına." yani aramız biraz düzeldi diye kardeş olmadık ya. Turşu haklı.
Gözlerim İskender'e kaydı. Gülümser sanmıştım ama şüpheci bakışları Sinan'ın üzerinden ayrılmıyordu. Yoksa bizim barışma ihtimalimize inanmıyor mu? Kırk yıllık dostundan o şüphe ediyorsa ben nasıl şüphe etmeyim? Fakat her şeye rağmen destek oldu Sinan bana. Canımı yakacak o cümleyi etmesine rağmen, sürekli itip kalkmasına rağmen... Belki de İskender şüphelenmekte haklı. Bir anda ne değişebilir ki? İntikam almak yerine onu dayaktan kurtarmam mı değiştirdi? Bilmiyorum. Bunları düşünmek istemiyorum. Zaten ben ona güvenmiyorum ki. Ne fark eder?
💗
Yine o kuru, soğuk akşam yemeğine dahil olmuştu. Her gün kaçamazdı ya evden. Gideceği bir anneannesi de yoktu. Babası ve cici annesine mecburdu. Onlara üstten bakışlar atıyor, umursamıyor, dünyanın en rahat insanı gibi görünüyordu. Gerçek öyle miydi peki? İçinde çok daha fazlası vardı. Kimse bilmezdi. Yaramaz çocuklar duygusuz sanılır. Hele o yaramaz gülüşü yüzüne yerleşti mi ondan umursamazı yoktur. Pişkin olduğu için daha fazla azarlanmalıdır.
Kalp diye taşıdığı henüz büyüyümeden dikenli tellere sarılmıştı. Büyüdükçe acı veriyordu. En kötü kısmı onu anlayan, destek olmaya çalışan bir iki insan çıksa da onlara karşı melek olamamasıydı. Sevgisini göstermeyi bırak hissettiremiyordu. Şüphe de ediyordu. Tutunabileceği tek şey olan annesinin fotoğrafı da bir yalandan ve ihanetten ibaretti. Bu saçmalıkları düşünmekten bıkmıştı.
"Anneannesine gelmek istemeyen kız şimdi oradan çıkmıyor. Bu kadar asî olmak zorunda değil. Sana ne diyor bana. Ben onun annesiyim. Artık sabretmekte zorlanıyorum." Başak'ın sözleriyle göz devirdi Sinan.
"Sakin ol hayatım. Ona bağırmayacaktın. Öyle anlaşmıştık. Onun için zor tüm bu olanlar biliyorsun." babasının kendisine olmayan babalığı gözlerini yaşarttı. Mecazen... İçinde kahkaha atan bir küçük Sinan ordusu vardı. Bu adam gerçekten komikti. Yine de bu sebepten Asya'ya saracak değildi. Asya'nın varlığı bu adamın davranışlarından bağımsızdı. Başına gelen hiçbir şeyin onunla ilgisi yoktu.
"Nasıl sakin olayım? Nasıl bağırmayım? Yaptığını görmedin. Bir de saygısız saygısız konuşup gitti. Yok hiçbir şeyi değilmişim, yok bıkmış bizden. İskender'i, Badem'i böyle annesine bağırırken görebilir misin? Yok yok saygısız oldu bu kız. Zaten anneannesine de ne laflar etmişti. Şimdi oradan çıkmıyor."
Nefes verdi ardından çatalını tabağına bıraktı. Kurt bakışlarını cici annesine çevirdi. "Neden bir kere de sorgulayıp, neyin neden yaşandığını öğrenip ona göre tepki vermiyorsun? Hani annesin ya. Neden beni ittiğini, aslında benim haksız olduğumu öğrenmeden niye hemen bağırıyorsun? Neden Sevda ile kavga ettiğinde hemen özür dilemesini söylüyorsun? Neden bir kere haklı olup olmadığını öğrenmeye çalışmıyorsun? Neden gelinliği yırttığına hemen emin olup ona tokat atıyorsun! Neden yapmadığını söylediğinde inanmıyorsun?!"
Sinan'ın git gide yükselen sesi ve söyledikleri ikisini de şaşkına çevirmişken Sinan konuşmaya devam etti.
" Onun kalbini kırdım ve önce ben ittim onu! Babasına laf ettim! Haa tabi öncesinde ikimiz de aynı haksızlıktaydık ama ben bunları yapınca daha haksız oldum. Gelinliği de ben yırttım! Onun üstüne kalsın diye tokasını gelinliğin yanına bıraktım. Hemen de yuttunuz. Kızın gece boyu sarma sarmışken üstelik! Annesin ya sen. Neden onu desteklemedin?" sinirle güldüğünde ikilinin kaşları çatıldı.
" Sinan bunların bedelini ödeyeceksin. Arabayı unut."
" Tamam. Umrumda değil. Arabanın canı cehenneme. Sorun sizsiniz siz! Biz değiliz. Bu kadar haksızlığa uğrayan bir kız da gelip size derdini, sıkıntısını anlatmaz. Açıklama da yapmaz. Zaten baştan dinlemediniz ki. Yargıladınız. Basit bir ergen değiliz biz. Bunun farkına varın." yerinden kalktı. Güven alnını sıvazlıyordu. Başak ise duyduklarını sindirmeye çalışıyordu.
" Bizi rahat bırakın. Asya'yı anneannesiyle rahat bırakın. Yaşadığı acıdan sonra size katlanmak zorunda olmamalı. Hata ettim, onun canını yaktım ama bundan sonra sizin bile bunu yapmanıza izin vermeyeceğim. Bizi anlamıyorsanız bile... Rahat bırakın." tabağını alıp yemek artıklarını çöpe döktü. Bulaşıklarını makineye koyup mutfaktan çıktı. Merdivenleri tımanıp koridora vardığında gözü Asya'nın kapısı aralık olan odasına takıldı. Ayak altında dolaşan, sinirini bozan yavru kediyi özlemişti. Kapıya yaklaşıp başını içeriye uzattı. Asya'nın kokusuyla karışmış kedi kokusu burnuna çarptı. O kediyi özleyeceği aklının ucundan geçmezdi. Ondan da nefret ettiğini sanıyordu. Alışmış imiş meğer. Kapıyı çekip kendi odasına gitti. Nefes verip yatağına oturdu. Yastığının içinden annesinin fotoğrafını çıkardı.
"Ulan be kadın hepsi senin yüzünden. Aldırsaydın ya beni. Madem istemedin, madem bırakıp gidecektin... Beni mi buldunuz lan? Beni mi? Mal gibi varım sizin yüzünüzden. Mal gibi. Bu adam mı delirtti seni? Doğru söyle bak. Öyleyse kızmayacağım. Yoksa sen de onun gibi misin? Hepiniz aynısınız lan. Lanet olası varlıklar. Size benzememek gerek. İnsan olmak gerek. Ders oldunuz bana. Bela oldunuz, sınav oldunuz. Keşke gerçekten İskender'in kardeşi olsaydım dedirttiniz. Keşke babam Yusuf amca, annem de Zümrüt teyze olsaydı. O zaman işte... O zaman masum bir çocuk gibi içten gülebilirdim. Hayvan herifin teki olmazdım. İnsan olurdum. İnsan... "
💗
Ananem ve ben... Ben ve ananem... İki yalnız hatun. Onun demesine göre ben açmaya yakın o da solmaya yakın çiçek. Açmadan soldum gardeş ben. Yandı soğuktan tomurcuklarım. Leley leley leley.
Başım dizlerinde, pamuk gibi elleriyle saçlarımı okşuyor. Ne oldu bana bilmiyorum. İzin vermeli miydim buna? Yanlış da olsa doğru da olsa huzurlu hissediyorum. Sıcak ve mutluyum. Ara sıra da sırtımı sıvazlıyor. Sanki çocukluğuma geri döndüm. Televizyonda da çizgi film açık. Nerede o eski çizgi filmler be. Şimdikiler bebek işi. Yine de izliyorum işte. Yormuyor beni. Diziler, filmler öyle değil. En masumu bile acı veriyor. Çizgi filmlerde ölüm yok ne de olsa. O zaman bilmiyorduk ölüm nedir. Yaşamı biliyorduk sadece. Neşeyle, tasasız... Yaşayabiliyorduk da. Kimse durduramazdı beni. Kanatlarım vardı sanki. Keşke hep çocuk kalsaydım. Her şeye rağmen hiç büyümeyeceğim demiştim. Hep çocuk ruhumu koruyacaktım. Ama şimdi bakıyorum da o ruhu kaybetmişim. Hevesim kalmamış. İstediğim bu değildi. Benim suçum değil. Gücüm yetmedi.
Bu arada kedim de anneannemin diğer dizinde. Yumuşak yer seviyor küçük çakal. Sattı beni. Ara sıra da saçımla oynuyor. Ona güveniyorum. ONA GÜVENİYORUM. Kimseye güvenmediğimi sanıyordum. Yani bu kadar içten.
İskender ayrı mevzu. Onun zararsız bir insan olduğunu düşünüyorum. Sadece ben değil bütün tanıyanlar güveniyor ona. Yani bu onunla ilgili bir şey. Bugün hikâyelerimizi postaya verdik. İnşallah birinci olur çünkü gerçekten hak ediyor. Onun adına mutlu olmak istiyorum. İyi yürekli insanların kazanmaya ihtiyacı var.
Anneannemin eli kollarımda gezindi. "Sen üşürsün böyle yavrum. Hırka giyseydin."
"Hava çok sıcak üşümüyorum."
"Yavaş yavaş soğuyor hissetmiyorsun kızım. Hasta olursun mevsim geçişi."
"Yok yok bir şey olmaz bana. İyiyim ben."
"En iyisi ben sana hırka öreyim. Önceden çok örmüştüm ama hiçbiri olmaz şimdi."
"Ne zaman?"
"Sen doğduğunda. Hiçbirini gönderemedim ama çok örmüştüm." neden diye sorsam cevabı belli. Küslermiş işte. Gönderemeyeceğini bile bile neden örmüş ki?
Sırtıma hafifçe vurdu. "Hadi kalk. Kalk da getireyim." doğruldum. Pek de kalkmaya niyetli değildim ama çok belli edemem. Kedimi de koltuğa koyup kalktı. Kedim de memnun değil. Ananem bizi birbirimize bırakarak gözden kayboldu. Geçen sürede kedim rahat duramayarak minderleri tırmalamaya başladı. Ona engel olmanın tek yolu onunla oynamak olduğu için sevgili minderinden onu çektim. Yine öpüp sarıldım kızmaya fırsat bulamadı. Canım canım. Hâlâ isim bulamadım. Fındık fıstıktan başka bir şey aklıma gelmiyor. Kara ne var ki? Ohaaaa Panter. Panter olsun. "Çüçük karalı beyazlı Panter." hem de deli zaten. Ahahah.
Ninem elinde kocaman bir bohçayla geldi. Koltuğa oturup bohçayı aramıza koydu. Pembe işlemeli bembeyaz bir bohça. Okşaya okşaya katlarını açtı. Panter'i böylelikle yere bıraktım. Pembe, yeşil, mor örgüler... Peş peşe kollu, kolsuz olmak üzere beş hırka çıkardı içinden. Ardından birkaç patik. Onlara hüzünle bakıyordu. En altta renkli örgüden çiçekler eklenmiş beyaz bir battaniye vardı. Gerçekten çok güzel. Hayranlıkla baktığımı fark edince onu bana uzattı. Alıp dizlerime koydum. Yumuşacıktı.
"Onu al kuzum. Bunları da kendi çocuğun olunca alırsın."
"Yok kız ne çocuğu."
"Büyüyünce yavrum."
"Büyümeyeceğim ben."
"Büyürsün büyürsün. Kim aynı kalmış kuzum. Bak bu patikler sana olacaktı artık olmuyor."
"Öyle büyümek değil Mehlika Hanım. Evlenecek kadar büyümeyeceğim."
"Allah Allah gönlün ne diyecek bu işe o zaman bakalım."
"Benim o tür duygularım olmuyo. Odunum ben. Hem olsa da olmaz."
"Niye olmazmış bakim?"
"Benim çok farklı hayallerim var."
"Gönlüne girenle gerçekleştirirsin ne güzel işte."
"Öyle olmaz o iş. Benim hayallerim tek kişilik."
"Nasıl hayalmiş onlar öyle?"
"Yalnız hayaller işte. İstemiyorum kimseyi."
"Gönül ferman dinlemez. İstemiyorum demekle bir zamana kadar gidebilirsin."
"Gönlüm boşşş. Hep boş kalacak."
"Ah kuzum ah. Belli olmaz o işler." başka bir şey mi konuşsak? Konuyu nasıl değiştirsem?
Telefonumun titreşmesiyle konuyu değiştirmek zorunda kalmadım. Kırlentin altından onu güç bela alıp gelen bildirime baktım. Sinan beni kendisi yüzünden çıktığım gruba eklemiş. Grubun adı da 'Başımın Belalı Delileri' kesin Arda koymuştur.
Düşman: Asya coğrafya notlarını atsana lan
Hassas Kelebek: Dünya tersine dönüyor. Hâlâ alışamadım.
Acıbadem: Abartma.
Ben de "Odaya çıkınca atarım, şimdi yanımda değil." yazdım.
Düşman: Tamamdır.
Yazar Efe'ndi: Ben de hâlâ alışamadım. Yalnız değilsin Arda.
Hassas Kelebek: Hoşaaaber. Hoş haber yani. Hoşaaber.
Düşman: 😬
Acıbadem: 🤦🏻♀️🙄
"Olabilir böyle şeyler. Yine de siz her şeye hazırlıklı olun." bizim sağımız solumuz belli olmaz. Böyle yazmasa mıydım acaba?
Düşman: Pek bir şey değişeceğini zannetmiyorum. Napıyorsunuz?
Neden değişmesin ki? Sadece yanında ağladım diye bu kadar değişmesi normal mi?
Hassas Kelebek: Masanın altında gizlice tatlı yiyorum. Bugünden beri gidip gelip yediğim için bu sefer yakalanırsam anam kızar.
Acıbadem: Arayıp söylim mi? Hahahah. Bu arada ben de tatlı yiyorum. Odamda.
Hassas Kelebek: Haiiiiiiiiin. Kurtlu Badem.
Ahahahah komikler.
Yazar Efe'ndi: Kitap okuyordum ara verdim.
Düşman: Şaşırmadım. Ben de oturuyorum öylesine işte.
Yazar Efe'ndi: Gel birlikte oturalım.
Düşman: Yarın gelirim. Her gün sizdeyim zaten bugün eksik olsun.
Yazar Efe'ndi: Senin pek keyfin yok gibi.
Düşman: Senin de öyle gibi.
Hassas Kelebek: Yan yana olmasalar bile anlıyorlar birbirlerini. Kalpleri birbirine karşı. Aşk aşk biraz da gül yaprağı.
Düşman: Ne saçmalıyorsun gerizekalı
Hassas Kelebek: Eheheh. Tatlı acayip güzel he doymuyorum.
Acıbadem: Sen hiçbir şekilde doymuyorsun.
Onları kendi aralarında bırakıp mesajlaşmadan çıktım. Anneanneme döndüm. "Ben battaniyeyi alıp yukarıya çıkıyorum. Arkadaşlara ders notu atacağım. Belki inmem daha. İyi geceler."
"Tamam yavrum. Uyurken iyice ört üstünü. Pencereni de kapat. Çıkmadan sütünü suyunu da al."
"Süt sevmiyorum ya."
"Olsun iç iç."
Tabi ki içmeyeceğim. Midem bulanır uyuyamam sonra. Battaniyeyi alıp yukarıya kaçtım. Bugün aldığım notların fotoğrafını çekip grupta paylaştım. Çiçekli minnak battaniyeme sarılıp kendimi yatağa attım. Kedim ninemle mutlu zaten. Bu odayı da gerçekten özlemiştim. Küçük ama sıcak ve orijinal. Burada olmaktan mutluyum. Müzik de dinleyelim tam olsun.
Sevdiğim şarkılardan birini açıp gruba girdim. Sinan'ın teşekkürüne "Rica ederim." diye cevap yazıp muhabbet dönecek mi diye beklemeye koyuldum.
Hassas Kelebek: Sen napıyon kız hiç de cevap vermiyorsun.
"Anneannemle oturuyordum, şimdi odama çıktım."
Hassas Kelebek: Nasıl gidiyor orda hayat? Özlemiş misin?
"Özlemişim valla. Çok güzel burada hayat. Keşke hiç buradan gitmeseymişim."
Hassas Kelebek: Ahahaha. Orası bana daha yakın. Canın sıkıldıkça koş gel.
" Hafta sonu anca gelirim. Okuldan sonra kendimi eve zor atıyorum. Hemen yatıp uyuyasım geliyor."
Hassas Kelebek: Hafta sonu hep birlikte gelin. Eheheh.
" Ben gelirim."
Düşman: Ben de gelirim lan.
Yazar Efe'ndi': Ben de gelirim Arda.
Hassas Kelebek: Kurtlu Badem?
Acıbadem: Sensin be kurtlu.
Hassas Kelebek: Gel beraber kurtlarımızı dökelim. 💃🕺
Acıbadem: 🙄
Saat çok geç olmamasına rağmen uyku vurdu bana. Battaniye de uyuyumam için özel üretilmiş sanki. Yumuşacıııkkk. Öyle sayılır aslında, uyumam için özel dokunmuş yani. Bu sefer geri dönmemek üzere kapattım mesajlaşmayı. Müziğimi bırakamıyorum. Sıcak ve yumuşacık uyku da beni...
💗
Defterine üç beş ümitsiz kelime daha ekleyip kapağını kapattı. Saklamak zordu. Hislerini saklamak eskisine göre çok daha zordu. Bugün birlikte hikâyelerini yarışmaya göndermişlerdi. O olmasa böyle bir şey yapmazdı. Yazdıklarını hep sır gibi saklamıştı. Hiçbiri ona yeterince mükemmel gelmiyordu. Hep bir eksik, hep bir yapaylık seziyordu. Daha önce hiç söylenmemiş şahane cümleler kuruyor fakat onları yapay buluyordu. Fakat Asya hikâyesini çok beğenmişti. Öyleyse güzel olmalıydı.
İskender'i mutlu eden bir şey varsa o da; ona hediye ettiği kolyeyi Asya'nın boynunda görmekti. Çok da yakışmıştı.
Yine de İskender'i tedirgin eden, huzurunu kaçıran, ismini koyamadığı bir iç sıkıntısı vardı. Sebebini de tam kestiremiyordu. Sinan'ın anî değişimi mi böyle hissettiriyordu? Hem kardeşi olduğunu kabul etmiyor hem de Asya'ya iyi davranıyordu. Bu tutarsızlık değil miydi?
Zaman da hızla geçiyordu. Mezun olmadan Asya'ya hislerini açmalıydı. İlk dönemin yarısına yaklaşmışlardı. Ne yapacağını bilemiyordu. Şu an itiraf için uygun zaman değildi. Çok geç kalmaktan korkuyordu. Ancak Asya'nın bakışları, konuşmaları, davranışları... Hepsi dostaneydi.
Kapısı tıklatılınca defterini çekmeceye koydu. "Gel"
Badem kapıyı açıp içeriye süzüldü. Yavaşça kapatıp ağabeyine yaklaştı. Asık suratı İskender'in kaşlarını çatmasına sebep oldu.
"Badem? İyi misin? Bir şey mi oldu?" ayağa kalktı ve elini kardeşinin omzuna koydu.
"Ben iyiyim de... Sen iyi misin?"
"İyiyim ben de. Niye ki?"
"Ne bileyim grupta Sinan iyi değil gibisin deyince... Sen de cevap vermedin." Asya'nın dün akşam söyledikleri de aklına takılmıştı.
İskender sıkıntılı bir nefes verdi. "İyiyim düşünme başka bir şey."
"Abiii. Ben küçük değilim."
"Yoo küçüksün. Bebişsin."
Gözlerini kıstı Badem. "Geçiştirme söyle."
"Önemli bir şey yok, iç sıkıntısı işte. Geçer."
"Emin misin?"
"Eminim." gülümseyip kardeşinin yanağını sıktı.
"Gel birlikte tatlı yiyelim öyleyse."
"Bu saatte tatlı yemek bizim için iyi olmayabilir fakat seni kıracak değilim."
"Kuralcı davranmadığın için memnunum." dişlerini çaktı. Ağabeyiyle uzun zamandır böyle sıcak bir ilişki kurmamıştı. Sebebi açıktı. Artık o sebeplerle yüz göz olmak gerekmezdi. Her şeye rağmen o ağabeyiydi ve hep öyle kalacaktı. Bir kız için araları bozulmamalıydı.
İskender'in kolu omzunda birlikte mutfağa gittiler. İkisinin de ilgisini çeken eğlenceli bir muhabbetle tatlılarının tadını çıkardılar.
💗
Öğle yemeğim için her zamanki yerime geldim. Ananem yine patates kızartması koymuş, bu sefer yanında turşu da var. Patates kızartmasıyla turşuyu birlikte seven tek ben miyim? Deneyin bence.
Diğerleriyle git gide yakınlaşsam da yemeğimi yalnız yemeyi tercih ediyorum. Hem onlar ya yemekhaneye gidiyor ya da kantinde yiyor. Bense yağmur yağmadığı sürece dışarıdayım. Gerçekten soğuk ve ıslak olmadığı sürece beni kimse içeriye sokamaz. Hem burası daha sakin. Huzur içinde yiyor insan. İnsanlar beni yoruyor. Bazıları çok tasasız, bunu haksızlık olarak görüyorum. Saçma belki. Benim de buna hakkım yok.
"Naber lan yavru çıngırak. Yine doğana dönmüşsün bakıyorum." baygın bakışlarımı zırvalayan arkadaşa çevirdim. Ne ara geldi de laf sokma işine girişti?
Yanıma çöktü hemen. Elindeki linklerin birini uzattı. "Ne seversin bilmiyorum ben de yavru çıngıraklara uygun bir içecek aldım." Bir de sırıtıyor. Çıngırağa bile tamamım. Yavru ne?
"Zahmet etmeseydin. Gerek yoktu."
"Annen hep içeceğini unuttuğunu söylüyordu. Yanında içecek de göremiyorum. Gerek varmış gibi."
Ananem hep ne der? "Deli mi dürttü seni?" söylediğime katıla katıla güldü.
"Sen nerden öğrendin onu? Hem pek yerinde kullanmıyorsun gibi."
"Ne bileyim anneannem kedime söyleyip duruyor." buna daha çok güldü.
"Al hadi. Al şunu." içeceği zorla kabul ettirdikten sonra tostundan ısırdı. Göz ucuyla patateslerime bakıyordu.
"Canın çekiyorsa alabilirsin." beslenme kutumu ona yaklaştırdım.
"Yok, soğuk sevmem ben. Sen neden her gün aynı şeyi yiyorsun?"
"Anneannem hazırlıyor. Önceden farklı şeyler de koyuyordu ama sadece patatesleri bitirdiğimi fark etmiş olacak ki artık hep patates koyuyor."
"Kantinde veya yemekhanede neden yemiyorsun?"
"Yemekhane yemekleri iştahımı kapatıyor. Her yemeği yemem ben. Kantin de çok kalabalık ve sırada beklemek zamanımı tüketir."
"Hımm. Ekmeksiz doyuyor musun?"
"Eve gidene kadar yetiyor."
Dudaklarını birbirine bastırıp başını salladı.
"Diğerleri nerede?" diye sordum.
"Onlar bugün yemekhanede yiyorlar."
"Sen niye onlarla değilsin?"
"Nohut var bugün. Ben de nohut sevmiyorum."
Başımı salladım. Umursamaz ifadesi kayboldu. Gerginliği çene kaslarının hareketinden anlaşılıyordu. Bakışlarını bana kaydırdı. Ciddi, keskin bakışlar... Fakat bu sefer ürkütücü değil hüzünlü gibiydi.
"Bir şey soracağım." dedi ve yutkundu. Onayladım onu gözlerimi yumup başımı öne çekerek.
"Hani sen... Demiştin ya anneni bul diye.. Ciddi miydin? Yani... Ahh neyse boşver." hızla göz temasını sonlandırdı. En azından ne demek istediğini anlamıştım. Geç vazgeçti bahsetmekten. O yüzden konuyla ilgili düşüncelerimi söylemekten çekinmedim.
"Ciddiydim." bana bakmıyordu ancak dikkat kesildiğini hissedebiliyordum. "Anneni bul ona sarıl falan demek istemiyorum. Yani nasıl desem iyi de olsa kötü de olsa hesaplaşmanız gerekiyor. Çünkü öyle olmazsa hep içinde yük olacak. İnsan yüklerinden kurtulmadan kendisini kazanamaz. Belki söylediklerime katılmıyorsun, önemli değil. Tamamlanmamış bir iş olarak kalmasın. Belki de zor durumdadır, seni bırakmak istememiştir gibi cümleler kurmak istemiyorum. Ya da git ona ne kadar kötü bir anne olduğunu haykır demek de istemiyorum. Ne demek istiyorum ben de bilmiyorum galiba. Saçmalamaya başladım. Sadece yüzleşmenin gerekli olduğunu düşünüyorum. İyi şeyler söyleyip sahte umut aşılayamam. Kötü şeyler söyleyip eğer küçük bir umut ışığı varsa onu da söndürmek istemiyorum. Ne olduğunu, ne olacağını bilmiyoruz. Gidip kendin olarak onunla yüzleşmelisin. Belki bugün, belki yarın, belki yıllar sonra. Hem bunu bana neden soruyorsun ki? İskender'e sor. O daha mantıklı cevap verir. Yani hem seni daha iyi tanıyor hem de olaylara vakıf. "
" Sen olsan ne yapardın Asya?" ismimi kullanmayı her zaman tercih etmiyor. Ne yapardım peki? Düşününce sinirlerim bozuldu biraz. O yüzden güldüm gergince.
" Kesinlikle hesap sorar bütün öfkemi kusar, ardından onu zerre umursamadığım yalanını söyler, içimdeki öfkemin hâlâ tükenmediğini fark ederdim. Bilmiyorum farazi konuşmak kolay. Ama yüzleşeceğim kesin. Dünya gözüyle hesabını sormalısın. Yoksa sürekli o düşünceler seni darlar. Bence öyle yani." Bir şeyler demeye çalıştım ama oldu mu bilmiyorum. Yalnız, yemeğin ortasında bu konuyu açtı ikimizin de boğazında kaldı. Cevap vermiyor. Destek olmalıyım değil mi? Ama hoşlanmayacakmış gibi hissediyorum. Belki de öfkelenip bağırır çağırır. 'Sen kimsin de bana destek olduğunu sanıyorsun' der. Fakat o bana destek olmuştu her olasılığa rağmen karşılığını vermeliyim. Ben görevimi yapayım kabul etmeyen kendi bilir.
Elimi omzuna koydum. Tedirgin de olsam yaptım işte. Ne diyeceğimi düşünmeden bunu yapmam da pek olmadı gibi. Arda'ya dediğimi mi desem? Bakışları tekrar gözlerime değdi. Onlardaki yoğun acı beni ürpertti. Nasıl davranacağını bilmemek eşittir ben. Üzülme desem saçma olur. Bir şey söylemek gerekmez belki, hüznü paylaşmak gerekir. Hüznü paylaşabilmek için samimi olmak da gerekir. O kadar samimiyetimiz var mı ki? O bana sarıldı ama ben ona sarılamam.
Beslenme kutumu tekrar ona uzattım. "Turşu yer misin? Çok faydalı. Gribe bile iyi geliyor." Tam bir facia. İnsan turşuya turşu yer misin diye sorar mı? İnsan teselli edeceği yerde turşu uzatır mı? Tepki vermeyince kabımı geri çektim. Turşudan da anlamıyor. Offf.
"Üzülme lan. Sen güçlüsün. Gider ağzına geleni de söylersin. Onun yaptığı onun kusuru sen bir şey yapmadın ki ona. Onun kaybı yani. Öyle bakma o yüzden. Yemeğini ye." elimi çektim. Zaten teselliyi de beceremedim. Önüme bakıp yemeğime gömüldüm. Kalkıp giderse haklı. İskender olsa güzel konuşurdu.
Sinan bu konuyu neden bana açtı ki? Yoksa bana güveniyor mu? Ona döndüm hızla. Bakışlarını çekip yemeğine odaklandı. Yok artık. Ben ona güvenmiyorum. Bana nasıl güvenebilir? Deli mi ne?!
Küstü mü acaba? Saçmalama Asya. Hem küserse küssün. Yok lan küsmesin uğraşamam şimdi. Kötü bir şey demedim ki. Hem ben beceremiyorum bu işleri. Kendimi bile teselli edemiyorum. Teselli zaten çok işe yarayan bir şey değil bence. Sorun bende değil. Teselli anlık bir kandırmaca. Sonra tekrardan gerçekler gün yüzüne çıkıyor. Anlık hüznünü gider yanında gülsün falan... Faydasız. Fakat böyle diye yapılmasın mı? Yapılsın tabii. Yanında duvar gibi durmaktan iyidir. Öfff.
Yemek kutumu kapattım. Daha yiyesim yok. Aldığı içeceği açtım. Turşunun üstüne de ne güzel gideeer sorma. Daha bir yudum bile alamamıştım ki eli boynumdaki kolyeye gitti. Zincirinden tutup kalbe ulaştı. Kaşlarımı çattım bu harekete.
"Bunu İskender mi verdi?" evet de sen nereden anladın acaba?
"Evet."
"Aranızda bir şey mi var?"
"Ne alaka ya? Ne fesatsınız."
Güldü bilmiş bilmiş. "Salak mısın?"
"Senin kadar asla."
"Niye verdi peki? Neden yani? Neden kalp mesela?" sana ne ya. Açıklama yapmak zorunda bırakıyor.
"İçine fotoğraf koyulabiliyor. Başka bir anlamı yok. Hem o benim çok iyi bir arkadaşım. Ben de ona kitap hediye ettim."
"Gerizekalı." sabrımı sınıyor. Tamam dertlisin diye sabrettim ama...
"Seni ilgilendirmez. Çek şu elini."
"Peki. Çekerim." dedi ama anlamadığım bir şekilde kolyem elinde kaldı. Sonra çekti elini.
"Lannn. Ver onu bana."
"Hayır. Unut bunu."
"Deli misin olum sen! Ver şunu!"
"Vermiyorum!" ya sen kimsin de kolyemi alıp vermiyorsun. Çıldıracağım! Ihhh. Sağıma soluma baktım. En son elimdeki içeceği fark edip üzerine savurdum. Yüzünden aşağı akan pembe sıvı içinde saklı olan canavarı geri çağırdı. Bana saldırma ihtimali var hey dost.
O da kendi içeceğini üstüme savurdu. Artık ben de pembe sıvıyla yüz gözüm. Dudaklarımı yalayıp gözlerimi devirdim. Sinirden tabi başka niye olacak! Çilek tadı geldi.
"Sana ne benim kolyemden! Ver onu!"
"Arkadaşımdan uzak dur! Kolyeyi de unut!"
Kolyemi almak için birkaç hamle yapsam da onun ellerinden kurtaramadım. Bu sebeple onu itip yemek kutumu yerden aldım ve kalkıp gittim. Güvenmemekte haklıyım. Küçük bir güven kırıntım olsa onu da boşa çıkarırdı. İsraf. İskender'in saf dostluğundan şüphem yok. Yanlış anlayacağım en son kişi. Kolye kalpli olabilir ama onun niyeti öyle değildir. Herkes yanlış anlamaya meraklı.
O kolyeyi geri alacağım. İçinde babamın fotoğrafı var. Belki de bu sefer gerçekten intikam almam gerekir. 'Arkadaşımdan uzak dur' diyor bir de. Sanki senin tapulu arsan. Birgün gerçekten delirtecek beni! Delirtecek...
💗
Sinan'a noluyor? Noliy bu uşağa?
Sormaya üşeniyorum pek keyfim yok.
Görüşmek üzere 👋
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 761 Okunma |
112 Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |