12. Bölüm

Cici Kardeşim

Yıldız Akyürek
yildiz_sena

Sevgili Okurlar,

Herkese hayırlı Ramazanlar. Ve de tatlı okumalar. 💗

 

💗

 

Kucağındaki kediye şefkatle bakıp gülümsedi. Kedi onu kabullenmiş, ona güvenmiş, peşini bırakmaz olmuştu. Bir hafta boyunca her gün öğle araları ona yemek götürmüş, yavru kediyi hep aynı bölgede bulmuştu. Ne yazık ki diğer yavruları ilk karşılaşmalarından sonra hiç görmemişti. Kucağındaki beyaz patili yavru onun sesini bile tanıyordu.

 

Yavruyu bugün, yani Altay'ların evine taşınacağı gün almış beraberinde ninesinin evine kadar götürmüştü. Şimdi odasının önünde dikiliyor iki iri cüssenin valizlerini taşımasını bekliyordu.

 

Cüsselerden biri hem küçük valizi almış hem de "Ulan işimiz gücümüz yok bir de bunun eşyalarını taşıyoruz. Ne koymuşsa içine sanki taş doldurmuş. Her şeye kurulur, ağalık taslar ama iki valizi taşıyamaz. Bıktım bu saçma sapan..." diye söyleniyordu. Küçük diye taşımayı seçtiği valizin içinin kitap dolu olduğunu nereden bilebilirdi.

 

İskender ise sessiz kalmayı tercih ederek diğer valizle arkasından basamakları iniyordu. Sevdiceğinin eşyaları ona yük olmazdı. Artık birbirlerine daha yakın olacaklardı. Sürekli Sinan'ın yanına gitme bahanesiyle onu görebilirdi. Ne kadar çok görürse görsün hep daha fazlasını istiyordu. Bu istemenin bir sonu yoktu. Bu konu yüzünden kendisiyle biraz mesai harcayıp iki yakasını bir araya getirmeliydi.

 

Valizleri bahçeye çıkardıklarında Sinan alnından ve ensesinden akan terleri sinirle elinin tersiyle silip çardağa oturdu. "Soğuk bir şey içmezsem ölceğim! Lanet kız. Bi baş belası kız kardeş eksikti o da çıktı. Ama o görecek bana valiz taşıtmanın bedelini ödeyecek! Baş belası! Demek kardeş olmak istiyorsun kabul ettin gelmeyi ha! Göstereceğim ben sana kardeş nasıl olurmuş! Lanet kızz!"

 

" Sinan. Gelmeseydin zorla mı getirdik seni." Ciddi görünmesine rağmen içinde gülme isteği vardı.

 

" Babam yüzünden geldim farkındaysan. Arabadan vazgeçemem. Bir daha araba kullanamayacaksın ne demek! Saçma sapan bir tehdit. Bir de o kıza iyi davranmam gerekiyormuş, odasına kapısını çalmadan giremezmişim, kardeşimmiş... Pehhhhh. Saçmalık. Onun odasının var olduğunu bilmek bile beni deli ediyor, odasına girmekmiş hatta kapısını çalarak... Önünden bile geçmem. Onu görmemek için size bile taşınabilirim." İskender'in aydın fikrine nasıl tepki vereceğini görmek için alttan bir bakış attı.

 

" Yok, gelme. Sürekli böyle konuşur benden dayak yersin kesin." gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı.

 

"Yürü git lan! Dayak yiyecek olan sensin! İstesem seni şimdiye kadar kaç kere dövmüştüm. Dua et hatrın var yoksa... Neyse ne işte." alnını sıvazladı ve bakışlarını yere eğdi. Dostunun omzunu sıktığını hissedince bakışlarını tekrar ona doğrulttu.

 

"Ben de kardeşim. Şimdiye kadar bin kere dövmem gerekiyordu seni ama sabrediyoruz işte. Bizim sınavımız da bu." dudakları kıvrılınca Sinan göz devirdi.

 

"Def ol lan. Kaybol."

 

"Ben su getireyim de ateşin düşsün." Sırıtıp eve doğru yöneldi.

 

"Bir gün o ağzına yumruğu yiyeceksin lan!" istemsizce gülümsedi. Gülümseyişi cici kardeşini görene kadar sürdü. Onu görünce duvar kadar sert bir ifade ve ateşli bir öfkeyle donandı. Karşılığında, görülmüyormuş, yokmuş gibi boş bakışlar, dikkate alınmazlık bulunca iyice öfkelendi.

 

" Şu pis kediyi de öpüp durma bize de mikrop bulaştıracaksın. Malum bizim eve geliyorsun."

 

"Senden büyük mikrop mu var?" Asya'nın umursamaz sesi kulağıyla buluşup zihninde bir anlama kavuşunca öfkesi tavan yaptı.

 

"Kızım seni öldüreceğim! Cehenneme geldiğini unutma! Beni tanıdığına pişman olacaksın!"

 

"Seni tanıdığıma zaten pişmanım."

 

"Sen göreceksin gerizekalı. Sürüneceksin. Ağlamaktan sümüklü böceğe döneceksin. Ben de seni kazana atıp pişireceğim." mırıldandı. Harika fikirlerine sebep kahkaha attı.

 

İskender su almak için mutfağa girdiğinde işlemeli mendiliyle göz yaşlarını silen kadını gördü.

 

" Mehlika Teyze... İyi misin?" ona yaklaştı ve ahşap sandalyeyi masanın altından çekip oturdu.

 

" İyiyim yavrum yok bir şeyciğim." gülümsedi ve mendilini ince hırkasının cebine koydu Mehlika Hanım.

 

"Üzgün gibisin. Bir şey mi oldu?" farkında değilmişçesine silinen göz yaşlarına sessiz kalamazdı.

 

"Yavrumun gidişine duygulandım, yıllar sonra gelip bir ses, nefes olmuştu bana. Şimdi yine bu gocaman evde tek başıma kaldım."

 

"Üzülme teyze Asya hep gelir buraya. Biz de geliriz. Seni yalnız bırakmayız merak etme."

 

"Ah oğlum sarılma bile sarılamıyorum, uğramaz o daha buraya. Sevmiyor, affetmiyor ninesini." tekrar gözleri doldu yaşlı kadının.

 

"Öyle değildir eminim. O sadece gizlemeye çalışıyor sevgisini, hislerini... Biraz samimi olunca açığa çıkarıyor."

 

"Yok yavrum. O bana öfkeli. Babasını istememişim, Güven'i nasıl hemen kabul edebilmişim. Ona acımışım..."

 

Dudaklarını birbirine bastırdı. Sevdiğine hak veriyordu. Tüm felaketlerin ortasında yalnızdı o. Yine de oradaydı, tutunuyordu hayata. İstemediği her şeyle mücadele ediyordu. Küçüktü, narindi, inciniyordu. Gizliyordu, sert görünüyordu. 'ama gözleri..' acıyı içinde taşıyan o güçlü bakışlar. Her şeye, herkese meydan okuyan hüzünle yoğrulmuş ve kutsal.

 

"Yine de buraya geleceğini düşünüyorum. Gelmezse de biz getiririz sen üzülme teyze." gülümsedi yaşlı kadına.

 

"Sağ ol yavrum. Sen de olmasan şu yaşlı gözlerim boş duvarlardan başka bir şey göremeyecek."

 

"Öyle deme teyze biz buradayız."

 

"Oyy oğlum benim. Büyüyünce seni torunuma alacağım.

 

" Harbi mi? Vazgeçersen bozuşuruz bak."

 

"Oğlum bütün mahalle seni kızına istiyor bana sıra gelmez." deyip kahkaha attı kadın. İskender bütün mahalleyi ne yapsındı. O sadece Asya'sını istiyordu. Bozuntuya vermeden ayaklandı.

 

"Ben aslında su almaya gelmiştim."

 

"Alıver dolaptan yavrum. Meyve suyu da var."

 

"Tamam teyze." dolaptan sürahiyi aldı sadece. İki tane bardak alıp mutfaktan ayrıldı. Sinan'a suyu yetiştirdi. O kana kana su içerken gözlerini Asya'ya çevirdi. Yine kediyi okşadığını görünce gülümsedi. İçinde sakladığı tüm sevgiyi o yavruya verecekti anlaşılan. Kedinin yerinde olmak istedi bir an. Hele o yumuşak öpücükleri yok mu... Bu düşünce bütün nöronlarını parlattı. Işıltılı zihninde geri kalan her şey kayboldu.

 

Göz devirdi Sinan. Bu bakışların manasını biliyordu. Bu işin sonunda İskender'in üzüleceğini de öyle. Hiçbir kız İskender'in saf sevgisini, aşkını hak edemezdi ve bu kız asla hak etmiyordu. Sadece nefreti hak ediyordu o. Dostunu kurtarmalıydı. Bunu tek başına yapmayacaktı. Badem'le birlikte hareket etmeliydi. Görünmez bir yardımcı şarttı. Badem de en az kendisi kadar kurnazdı, o kızla dost numarası yapabilirdi. Asya hanımın işi bitecekti. Onu bir böcek gibi ezecek, ufalayıp rüzgara savuracaktı.

 

Keyifli gülüşü yüzüne yayıldı. Bir bardak suyu daha midesine yuvarladı.

 

💗

 

Geldim işte. O evdeyim artık. Özür dilerim baba. Her şeyi düzeltip geri döneceğim. Madem ki özgürüm hakkını vereceğim. Birilerini dövmemek için kendimi tutmayacağım. Pek tutamıyorum zaten ama öyle bir derdim yok artık.

 

İntikam planımı hazırlamam gerekiyor. Zaman aşımına uğramak üzere. Önüme bir fırsat çıksa... Her şeyin bedelini ödeteceğim. Neyse. Eninde sonunda o intikam alınacak. Belki de en beklenmedik anda.

 

Yeniden taşınmak demek yeniden eşya yerleştirme işkencesi demek. Geldiğimden beri kıyafetlerimi yerleştirmekle uğraşıyorum. Bu oda eski odamın iki katı kadar neredeyse. Odanın iki duvarında da pencere var. Çok fazla aydınlık. Siyah demir başlıklı bir yatak bembeyaz nevresimlerle insanı akıl hastanesinde hissettiriyor. Kıyafet dolabı, çalışma masası ve ona ekli olan kitaplık da beyaz. Ben burada kafayı yerim. Halı bile beyazlı, pembeli bir tuhaf. Ruhsuz, akıl hastanesi.

 

Neyse ki özgürüm. Halı, nevresim ve beyaz perdelerden kurtulursam, duvarları ve dolapları posterlerle kaplarsam... Az da olsa gideri olur.

 

Cık. Olmaz. Sevmedim, sevemem, sevmeyeceğim. Elimden gelen her şeyi yapıp def olup gitmeliyim. Bakalım Güven bey ne kadar sabredebilecek? Acımasız olmayı başarmalıyım.

 

Kedim bacaklarıma sürtünüp dizlerime çıkınca içim eridi. Acaba beni ne olarak görüyor? Annesi mi, arkadaşı mı yoksa bakıcısı olarak mı? Bilmiyorum. Keşke konuşabilse. Umarım onun da hayatını mahvetmem. Ona bir isim bulmam gerekiyor. Aklıma doğru düzgün bir şey de gelmiyor.

 

Kapı açılınca kedicik kucağımdan atladı ve yerdeki eşyaların arasına saklandı. Gelen annemdi. Keyfi yerinde kadının. Kapıyı kapattı ve gülümseyerek yanıma yaklaştı. Kazandığını sanıyor. Ama o beni bir kere kaybetti ve bir daha asla kazanamayacak. Belki de savaşı kazanmak onun için yeterli olur, ben umrunda değilimdir. Neyseki kaybetmedim henüz.

 

Yanıma çöktüğünde eli saçıma uzandı. Okşamak için uzanan o el sanki yeni bir tokat gelecekmiş gibi kendimi geri çekmeme neden oldu. Refleks mi ne? Bilmiyorum. Diğer geri çekilişlerimden farklıydı bu. Ancak o bunu diğerlerinden ayıramadı. Eline tişörtlerimden birini alıp katlarını açtı, elleriyle ütüledi.

 

Beni seviyor gibi. Belki ben onu sevmiyorumdur. O yüzden onun sevgisini de hissedemiyorum. Bir çocuğun annesini sevmemesi mümkün mü? Ya da bir annenin çocuğunu? Önemi yok. Ona bir şey olursa, onu da kaybedersem çok üzüleceğimi biliyorum. Bu sevgiye bir kanıt mı oluyor? Bilmiyorum, belki bir bağımlılıktır, bir bağdır. O bağ sevgi midir?

 

"Buraya gelmen beni çok mutlu etti. Kabul etmene sevindim." soru sormadığına göre verecek bir cevabım yok.

 

"Odanı istediğin gibi düzenleyebiliriz. Beğenmediğin her şeyi söyle." bana yeni bir ruh alabilir misin? Meselenin ne olduğunun farkında değil.

 

"Bir şey istemiyorum. Oda işte." hapishane hepi topu. Elini bacağıma koyup dizimi okşadı.

 

"Bebeğim, böyle yapma lütfen."

 

"Bir şey yapmıyorum. Kendini yorma... İyi anne olmak için."

 

"Asyaaa." tekrar susmaya karar verdim. Benimle uğraşmak insanı delirtebilir.

 

"Eğer hoşlandığın biri varsa duymak isterim. Böyle şeyler çok normal. Olabilir yani. Bahsetmek ister misin?" bu alakasız konuyla kaşlarımı çattım.

 

"Ne hoşlanması? Ben öyle lüzumsuz işlerle uğraşmıyorum."

 

"Neden lüzumsuz olsun ki? Sevmek sevilmek güzel şey."

 

"O yüzden babamdan sonra hemen evlendin herhalde. Sevmek sevilmek güzel şey sonuçta."

 

"Asyaa beni üzüyorsun."

 

"Üzül. Keşke daha fazla üzebilsem. Sevmek sevilmek güzel şeymiş. Hahah. Sevmek ve sevilmek koca bir yalan. Daha fazla yalana katlanamam."

 

"Arkadaşların geldi, aşağıda oturuyorlar. Sen de yanlarına in sonra devam edersin yerleştirmeye." yine konuyu değiştirip beni yalnız bıraktı. Kedim saklandığı yerden çıkıp bana yalnız olmadığımı hatırlattı. Halının üzerine uzandım, o da benim üzerime çıktı ve kucağıma kıvrıldı. Her fırsatı değerlendiriyor.

 

Hoşlanmakmış... Saçmalık. Asla o şeyi yaşamayacağım. Kimseyle uğraşamam. Bir yalanın peşinden koşamam. Kimse kimseyi gerçekten sevmez. Aşk gelip geçer. Hele bir ergenin aşkı... Saçmalık.

 

"Dimi miyavişgül. Adını vişne mi koysam?"

 

"Meoow"

 

"Miyav miyav Türkçe konuş. Neyse benim işim var. Hadi bana eyvallah." onu kucağımdan indirip ayağa kalktım. Kapıya doğru yürüdüğümde küçük ama hızlı adımlarıyla beni takip etti. Bu sevgi bana fazla.

 

"Kimse beni senin gibi sevmedi kedicik." tekrar kucakladım onu. Mırlayarak bana sokuldu. Sanırım bundan sonra birbirimize tutunacağız. Öyle yaparız.

 

💗

 

Elindeki kitabın ilk cümlesini okuyamadan fenalık gelmişti. "Ahhh" diye sızlanarak kitabın kapağını kapattı. Kesinlikle kitap okuma insanı değildi. Bu kitabı da zaten okumak niyetiyle almamıştı. Birine hediye edecekti. Hediye etmeden önce kitabın nasıl bir şey olduğunu çözmesi, bir iki kelime edecek kadar fikir sahibi olması gerekirdi. Bu gidişle o da olmayacaktı. Kitabı doğaçlama almıştı, kapağına ve ismine bakarak. Aldığı kişi ise kitap kurduydu. Muhtemelen beğenmezdi. Önemli olan almış olmasıydı. Nereden bilsin İskender ne sever, ne okumuş ne okumamış. Kendisi de yüzyılda bir kitap okur, ne okunur ne okunmaz anlayamaz. Beden eğitimi dersinde kitap okumaya çalışmasını açıklayacak iki şeyden biri buydu. Diğeri ise dışlanması, kendini dışlaması, arkadaşı olmaması.. Arda erkeklerle futbol oynayacaktı. Eski okulunda kimseyle muhabbeti olmasa bile öğretmeni zorla oynatırdı. O da hoş değildi ancak beden eğitimi dersinde hiçbir şey yapmamak onu üzüyordu. Ve de kitap okumaya çalışmak...

 

Yalnızlığın kötü yanı da vardı. İnsanlarla beraber olmak için çaba harcayamazdı. Gurur denen tuhaf bir huyu vardı ve herkesi ayağına bekliyordu. Duvarlarını sadece İskender aşmış ona ulaşabilmişti. Fakat onu da bazen duvarın dışına atıyordu. O her seferinde duvarları aşardı.

 

Arka bahçedeki ağaçlıktaydı yine. Erkeklerin sesi uzakta değildi. Ağaçların bittiği noktada beton başlıyor, futbol oynamak için yeterli bir alan oluşturuyordu. Alanın, bahçenin yan duvarına bakan kısmında bir kale vardı. Diğer taraftaki kaleyi kenarlara taş koyarak oluşturmuşlardı. Ancak anlaşamadıkları bir nokta vardı. Beden eğitimi dersleri iki şube birleştirelerek işleniyordu. A sınıfı ve B sınıfı arasında büyük bir rekabet vardı. B sınıfının bir oyuncusu eksikti.

 

"Nasıl oluyorsa hep eksiksiniz veya başka bir sorun çıkıyor. Siz maçtan kaçıyorsunuz. Korkuyorsunuz tabi yenilmekten. Puhahahahah. Korkak mısınız siz?" Sinan'ın alaycılığı B sınıfının bütün erkeklerini gerdi.

 

"Korktuğumuz falan yok. Eksiğiz gördüğün gibi. Ama sizi böyle bile yeneriz." dedi Yavuz kendinden emin bir şekilde.

 

Sinan'ın kahkahası ortamı iyice gerdi. "Yenemezsiniz. Yenin de görelim. Ezikler."

 

Konuşulanlar Asya'nın kulağına kadar gelmişti. Göz devirdi. "Rahatsız mahluk." diye mırıldanarak yerinden kalktı. Kantine gidip bir şeyler içecek zaten odaklanamadığı kitap için kendini zorlamayacaktı. Ağaçlıktan ayrılıp kantine doğru ilerlerken Yavuz'un kadrajına girdi.

 

"Şu kızla bile yeneriz sizi." herkesin gözü Yavuz'un baktığı noktaya kayarken Asya kaşlarını çattı. Kendinden bahsedilip bahsedilmediğinden emin olmak için o tarafa döndü.

 

Sinan kolunu Semih'in omzuna atıp alaycı bir ifadeyle Asya'yı süzdü. "Bu kadar düştünüz mü yahu? Puahhahahah"

 

"Asya git, boşver bunları." Arda endişeyle gülümsedi. Her an bir olay çıkabilirdi.

 

"Gitsin gitsin cici kardeşim. Bunları iyice rezil eder. Zaten reziller."

 

"Kes şunu!" Fatih B sınıfının adına Sinan'a bağırdı.

 

"Sen kime kes diyorsun lan!" Fatih'e doğru atıldığında Semih ve Arda onu durdurdu.

 

"Sana diyorum. Kendini kral falan mı sanıyorsun? Ve evet sizi eksik bile yeneriz."

 

"Bok yenersiniz!"

 

"Yalnız, siz böyle tartışmaya devam ederseniz ders bitecek ve oynayamayacaksınız. Belki de birileri kaybetmekten korktuğu için tartışma çıkarıyor ve oyuna engel oluyordur." dudakları kıvrıldı. İması Sinan'ı deli etmeye yetmişti.

 

"Sana ne kızım! Def ol git burdan! Anlamadığın mevzulara burnunu sokma!"

 

"Daha sizi yeneceğiz nereye gidiyorum?" gülüşü yüzüne yayıldı ve Yavuz'a doğru birkaç adım attı.

 

"Yok artık. Bu kızla mı yeneceğiz?"

 

"Hadi oradan."

 

B sınıfının erkekleri bu durumdan pek hoşlanmamıştı. Sinan tekrar kahkahayı bastı. "Onlar bile seni istemiyor. Daha fazla rezil olmadan git bence. Hem bu kadar erkeğin içinde işin yok. Gerçi sen de pek kız sayılmazsın dimi. Kızlar da o yüzden aralarına almamışlar. Puhahah."

 

"Asya'yla öyle konuşamazsın." dedi Arda kınayıcı bir şekilde.

 

"Pekala. Zorla sizin aranıza girecek değilim. Sadece şu kendini beğenmişe haddini bildirmek istemiştim. Gidin yenilin hadi, on kişi." umursamaz bakışlarını hızla üzerilerinden kaydırdı ve okulun arka kapısına doğru hamle yaptı.

 

"Puhahahahh. Senden bin tane olsa o takımda yine yenemezler. Had bildirecekmiş." Arda hariç A sınıfının bütün erkekleri kahkaha attı.

 

"Bekle! Asya.. İsmin Asya'ydı değil mi? Gel şunlara hadlerini bildirelim." Yavuz'un sesi öfkeliydi. Asya yarım ağız gülerek ona döndü.

 

"Tabi. Hemen." kitabını bankların birine götürüp koydu. Hırkasını çıkarıp kitabının yanına bıraktı. Yirmi bir tane erkek ona tuhaf tuhaf bakıyordu. Saçlarını da sıkıca toplayıp onlara döndü. "Baştan söyleyim eğer seviyesizce bir harekette bulunan olursa faul falan dinlemem gerekeni yaparım. Zokora'nın Emre'ye tekmesini bileniniz vardır belki. Görüntüsü bile can yakıyor."

 

"Oha lan onu biliyorsa... Bir şeyler biliyor galiba."

 

"Harbiden."

 

"Pehhh." gözlerini devirdi Sinan. Oradan buradan duyduklarıyla kimse onu kandıramazdı. Erkek gibi kız olsa bile futboldan anlayamazdı. Bu kadar erkeğin arasında da olmamalıydı. 'salak işte' dedi içinden. Başına bir iş gelse babası Sinan'a kızacaktı. 'Baş belası' başına bela olmuştu. Onu kurtaracak İskender de yoktu. Babası kızarsa kızsındı. O mu yalvarmıştı sanki oynaması için. Akılsızlık yapan o salak kızdı. Herkes kendi akılsızlığının bedelini ödemeliydi. Umursamayacaktı.

 

Takımlar aralarında konuşup oyuncuların mevkilerini belirledikten sonra top, kale seçimi yaparak oyuna başladılar. Asya, sağ geride çok iyi oynamasa da kötü değildi. Korkmadan, elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyordu. B sınıfı yeni oyuncularından memnun gibi görünüyordu. Tek sorun karşı takımın oyuncularından birkaçı bilerek ona çarpıyor, bazen fazla yakınına girip geri adım atmasını sağlamaya çalışıyordu. Özellikle de Serhat'ın hareketleri Sinan'ın bile gözüne batıyordu. Arda kaleden ara sıra Asya'ya el sallıyordu. Karşılığında ise gülümseme alıyordu.

 

A takımının atağının ardından birkaç çalım ve itişmeyle Asya kendini yerde buldu. İlk golü bu şekilde yediler. Karşı takım sevinirken Yavuz Asya'yı kolundan tutup yerden kaldırdı. "İyi misin?"

 

Asya başını sallayarak üzerindeki tozları silkti. "Merak etme daha yeni başladık, onları yeneceğiz." Yavuz'un sözlerine gülümsedi.

 

Sinan'ın gole sevinmediğini kimse fark etmemişti. Üstelik sinirlenmişti, bu yüzden nefes verdi. Kısık gözlerle hâlâ cici kardeşinin kolunu bırakmayan ve ona gülümseyen şahısa bakıyordu. Sinirlenme sebebi bu olmasa da hoşuna gitmeyen bir şey daha yaşanıyordu. Başını iki yana sallayıp kendine geldi.

 

Maçın ilerleyen dakikalarında uzun zamandır topla buluşmamış Asya nihayet rakibiyle ikili mücadeleye girip topu ondan kurtarmayı başardı. Topu koruyarak çarprazındaki oyuncuya pas atmayı düşünüyordu. Yalnız Serhat topu kaptırdığı için sinirlenmiş daha sert haraketler yapmaya başlamıştı. Asya'ya pas verebileceği bir alan bırakmamaya gayretliydi. Asya kollarıyla hacmini genişleterek ona arkasını döndü. Sürekli ona değen cüsseden rahatsız olup topa sert bir vuruş yaptı. Top rakip yarı sahaya kadar ulaştığında Asya artık bunalarak Serhat'a döndü. O sırada Serhat'ın dudaklarından dökülen küfür cinlerini iyice tepesine çıkarmıştı.

 

"Eeeeh yeter be! Düzgün konuş o ağzını kırarım!" oyunu umursamadan Serhat'ın yüzüne yumruğunu indirdi. Çocuk bu hızlı yumruğun farkına biraz geç varmıştı. Sarsılan vücudunu öfkeyle kabarttı ve bir küfürle beraber Asya'yı yere savurdu.

 

Topla kaleye doğru koşan Sinan kaleyi değil Serhat'ı nişan aldı. Topun Serhat'a çarpması öfkesini bir damla bile hafifletmeyince oraya doğru koştu ve bir yumruk da o arttı. "Napıyorsun sen lan it herif!"

 

Birkaç yumruk daha atmayı hayal ediyordu ki İsmail'den yediği yumruk buna engel oldu. Ancak yerden hangi ara kalktığı belirsiz olan Asya'dan yumruk yiyen İsmail yönünü farklı tarafa çevirmek zorunda kaldı. Asya'ya herhangi bir zarar veremeden Yavuz'un araya girmesiyle büyük bir boğuşma yaşandı.

 

Diğer takım oyuncuları da oraya gelmiş kavga büyümüştü. Ayırmaya çalışanlar arada kaynayıp darbelerin esiri oluyordu. Arda Asya'yı o hengameden çıkardı ve kenara çekti. Az daha bir yumruk da o yiyecekti.

 

💗

 

Yüzü gözü moraran öğrenciler yüzünden müdür odasında adım atacak alan kalmamıştı. Kerem Bey'in öfkeli bakışları hepsinde gezinip Asya'da durdu.

 

"Kızım senin yirmi bir tane erkeğin arasında ne işin var? Yabani bunlar. Yamyamdan farkları yok. Kendi aralarında bile anlaşamayan hayvanın teki hepsi. Futbol deyince de iyice kendilerini kaybediyorlar. Bir de girmişsin aralarına..."

 

"Hocam haklısınız. Laf anlatılmıyo ki bu kıt beyinliye." müdürün ters bakışları kendisine kayınca sustu Sinan.

 

"Nerede olduğunu unutma Sinann." bakışlarını tekrar Asya'ya çevirdi. "Suç sende Asya. Kız mı yok sınıfında gidip bu hergelelerle futbol oynuyorsun? Kız erkek karışık olsa yine neyse ama bu kadar erkeğin arasında tek başına olman doğru değil. Ucuz atlatmışsın. Sadece kaşının patlamasıyla kalmayabilirdi."

 

"Hocam, mesele erkeklerle futbol oynamam değil. O şahsın bana küfretmesi sorun. Eğer bana küfretmeyip oyuna devam etseydi bunların hiçbiri yaşanmayacaktı. Ayrıca onlar bana oynamayı teklif etti. Hatta beni aşağılayıp gaza getirdiler. " göz ucuyla Sinan'a baktı Asya savunmasını yaparken. "Ama onları doğru tarif ettiniz."

 

"Ailenizi arayacağım. Bu size ilk ve son uyarım, bir daha bu şekilde karşıma gelirseniz tutanak tutacağım. Şimdi kaybolun!" bağırışıyla kimse isyan etmeye cesaret edemedi ve sırayla odadan çıktılar.

 

Badem ve olayı ondan öğrenen İskender koridorda kavgaya karışan üçlüyü bekliyordu. Erkeklerin çoğu söylenerek uzaklaştı. Yavuz ise Asya'yla konuşmak niyetindeydi. Koridora çıktıklarına onun kolunu tuttu. "İyisin değil mi? Çok acıyor mu kaşın?" koyu kahve saçları alnına düşüyordu. Yine aynı renk olan gözlerinden birinin etrafı morarmıştı. Bir darbe de yanağına almıştı. Dudağını da kapsayan bir yumruk darbesiydi bu, dudağı kanıyordu.

 

İskender'in kaşları o kadar hızlı çatıldı ki baştan beri öyleymiş gibi zannedilirdi. Bütün kasları gerildi. Onu ayaklarından yere çivileyen durumlar mevcut olmasa yeni bir kavga çıkabilirdi. O an şaşırtıcı bir şey yaşandı. Sinan Asya'nın kolunu Yavuz'un elinden çekti. "Bırak cici kardeşimi lan. Dayak yersin. İkile. Hadi."

 

Asya yaşadığına anlam veremiyordu. Yüzünü buruşturdu. "Noluyor lan" diye mırıldandı. Yavuz yeniden kavgaya karışmamak için orayı terk etti.

 

Bizim oğlan şaşırmış ama rahatlamıştı. Dudakları kıvrıldı. Kendi yapamadığını kardeşi yapmıştı. Sonra Asya'nın kanayan kaşı ciddiyetinin geri gelmesine sebep oldu. Onlara yaklaştı. "İyi misiniz?" diye sordu ikisiyle de göz teması kurmaya özen göstererek.

 

"Birilerinin salaklığının bedelini ödüyoruz. Ne kadar iyi olabiliriz ki?!" Asya'nın kolunu elinden bıraktı.

 

"Birilerinin kaşıntısının bedeli olmasın o. Sen kaşındın, ben de oyuna girdim. Herkesi küçük görürsen yumruğu ağzının üstüne yersin." kollarını kendine sardı.

 

"Sen mi kaşımışsın beni? Pehhh. Ayrıca sen kendi kaşına bak. Ben sana sadece olacakları söyledim. Yanılmadım da."

 

"Benden bin tane olsa yine de sizi yenemeyeceğimizi söylemiştin. Senin takımındakiler bana top kaptırmaya dayanamayıp yumruğumu hak ettiler. Kim haklıymış? Sen mi?"

 

Nefes verdi. "Her olaya dahil olmak zorunda değilsin gerizekalı. Erkek işi bu diyip gitseydin."dedi Sinan.

 

" Erkek işi mi?" göz devirdi. "Sen de bir karar ver. Erkek fatma mıyım kız mıyım? Ve de söylediklerinle beni gaza getiren sensin."

 

"Gelmeseydin gaza! Gerizekalı."

 

"Sensin gerizekalı."

 

"Sakin olun. Gidip yaralarınızı temizleyelim. Öğle yemeği yeriz sonra." Tartışmaları ilk defa hoşuna gitmişti. Gülesi gelse de onu bastırdı.

 

O sırada Badem sevdiceğinin çenesini tutmuş yüzünü inceliyordu. "Sende niye iz yok?"

 

"Çünkü ben karışmadım. Ayırmaya çalışanlar bile arada kaynadı. İzledim sadece eheheh."

 

"Ey Allahım ya." güldürdü hali, tavrı, konuşması.

 

"Sadece Asya'yı çekip çıkardım aralarından." bunu söylediği an Badem elini çekti. Gülüşü solmuş kaşları çatılmıştı. "Keşke yeseydin bir yumruk." dedi öfkeyle.

 

"Çı çı zalim misin?"

 

Omuz silkti Badem. Bıkmıştı kıskanmaktan. Her seferinde o kız muhabbetlerinin bir köşesinde bulunmak zorunda mıydı? Bir erkeklerle futbol oynayıp onları birbirine düşürmediği kalmıştı. Gerçekten bu kız dertten başka bir şey değildi. Ancak ona katlanması gerekecekti. Buna mecburdu.

 

"Gidelim artık. Burada konuşuyoruz diye müdür bize de kızacak." hepsi Badem'i onayladı. İlk defa bir ekip gibi aynı hizada, eş zamanlı adımlarla yürüdüler.

 

💗

 

Küçük mesajının ardından biraz da telefonuyla vakit geçirdi. Sıkılınca oflayarak telefonu kasanın yanına koydu. Bakkal gerçekten çok sıkıcıydı. Gelen giden çok olmuyordu. Cumartesi günü bakkalı işletmek Asya'ya kalmıştı. Çünkü sınıfıyla geziye gitmeyi reddetmiş, Güven bey de ona inandığını söyleyerek dükkânı ona emanet etmişti.

 

Müzik dinlemekten bile sıkılmıştı. Telefonunu geri aldığından beri sürekli müzik dinliyordu zaten. Kedisini de evde bırakmıştı. Kedisinin en sevdiği özelliklerinden biri Sinan'ı tırmalamasıydı. O derisi dikenliye pek zarar veremese de Asya'ya komik geliyordu. Kedicik yaramazlık yapmadığı vakitlerde Asya'nın yatağında yuvarlanıyor, yumuşak minderlerini patiliyor ve orada uyuyordu. Ve de hiç doymuyordu. Onun açlık atakları zihninden geçince kahkaha attı. Ortama alışınca kök söktürmeye başlamıştı. Kendisi bile onun kadar etkili olamıyordu. Savaşmaya gitmişti ancak bir şey yaptığı yoktu. Her şeyin bir zamanı var diyerek erteliyordu.

 

Düşmanı da onun gibi umursamaz takılıyordu. Evde birbirlerini görmezden geliyorlardı. Okulda ise kavga etmeye devam ediyorlardı. Geçenki kavga için Güven onlara kızmamıştı. Hatta Sinan'a aferin demiş, arabanın anahtarını uzatmıştı. Saçma geliyordu. Ancak Sinan'ın neyi niye yaptığı bu durumda daha iyi anlaşılıyordu. Çıkarlarını gözetiyordu.

 

Kaşındaki yara henüz iyileşmemişti. Fakat acısını yitirmişti. Eli yara bandına gitti. Severdi böyle şeyleri. Yara bandının verdiği güveni çoğu insan veremezdi. 'O varsa tamam geçecek' denilebilecek tek şey yara bandıydı herhalde. Yine de insanların hakkını yememeliydi çünkü onlar geçmeyen yaralara yapıştırılıyordu. Yara bandının işi daha kolaydı. Eninde sonunda kapanırdı kan yarası.

 

"Zamanınız varsa alabilir miyim?" elini kaşından çekti, kapıdan yeni giren gence gülümsedi.

 

"Zaman satmıyoruz maalesef."

 

"Tüh, ben onun için gelmiştim."

 

"Oturun bir soğuk su için. Ya da gazoz falan olabilir."

 

İskender, Asya'nın yanındaki tabureye oturdu. "Belki sonra. Teşekkür ederiz." gözlerinin içi gülüyordu.

 

"Ne demek. Yine bekleriz."

 

"Bakkal bugün sende ha? Nasıl gidiyor?"

 

"Baya sıkıcı aslında. Çok sıkılıyordum ben de sana yazdım."

 

"Burada olduğunu bilseydim sen yazmadan da gelirdim."

 

"Benim burada olmak gibi bir niyetim yoktu ama Güven bey gönderdi. Bana inanıyormuş, yapabilirmişim, emanete sahip çıkarmışım falan filan."

 

"Olsun ben sana yardım ederim. Emine teyze bakkala gelemiyor genelde arayıp istiyor alacaklarını. Biz götürüyorduk. Yine ararsa ben götürürüm." gülümsedi.

 

Asya da ona gülümsedi. "Ya sen melek misin? Gerçekten senin gibisini görmedim."

 

Gülerek bakışlarını önüne eğdi. Övülmek onu utandırmıştı. "Ben de senin gibisini görmedim." gözlerini Asya'nınkilere kenetledi. Bu kadar yakından gözlerine bakmak cesaret vermişti.

 

"Benim bir farklılığım yok ki. Herkes gibiyim. Özelliğim yok yani."

 

"Hayır. Öyle söyleme. Özel birisin." dedi İskender. Kelimeler sıradan olsa da duygu yüklüydü. Ses tonundan bu güç hissediliyordu.

 

"Herkes kadar."

 

İskender için öyle değildi ancak ne diyeceğini bilemedi. 'Benim için herkesten özelsin.' dese... Diyemezdi işte. "Kimsenin görmediğini görüyor, incelikleri seziyorsun. Kıymet bilen birisin. Duyguların çok gerçek. Değer veriyorsun. Herkesin yok saydığı, beğenmediği, küçük gördüğü, çoğu zaman dalga geçtiği kibarlığı takdir ediyorsun. Olması gereken gibisin..."

 

"Olması gereken iyi bir şey midir?" diye sordu Asya. Bu sıradanlığı kanıtlamaz mıydı?

 

Bana göresin diyemeyen İskender yine ikinci bir cevap aradı soruya. "Yazarların hayatın içinden aradığı o karakter vardır ya. Ondan işte." zaten kitabına onu karakter yapmamış mıydı? Söylediği yalan sayılmazdı.

 

"Yazar demişken..." kasanın altındaki çekmeceden paketlediği kitabı çıkardı. Çekmeceyi kapatıp paketi İskender'e uzattı. "Bu senin."

 

"Hı?" böyle bir şeyi beklemediği her halinden belliydi. "Benim mi?"

 

"Evet. Benim için yaptıklarının karşılığı olamaz belki ama yine de vermek istedim. Alır mısın?"

 

"Asya.. Ben.. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Keşke zahmet etmeseydin. Bir şey yaptıysam bile hediye alman için yapmadım ki."

 

"Biliyorum. İçimden geldi işte. Alsana."

 

İskender gülümseyerek paketi aldı. Kalbi yine kanatlanmış uçuyordu. O, paketi açarken "Kitap nasıl bilmiyorum. Beğenir misin emin değilim ama ismi çok hoşuma gitti. Kapağı da mavili falan seni hatırlattı. Genelde mavi giyiyorsun ya. Sana benziyor işte." diye ekledi Asya.

 

Gözleri parladı İskender'in. Demek ki dikkat ediyordu ne giydiğine, neyi beğendiğine. Kitabı görünce gülümsedi. "Bu yazarın diğer kitabını okumuştum. Üslubu hoşuma gidiyor."

 

"Harbiden mi? Beğenirsin o zaman."

 

"Beğendim zaten. Teşekkür ederim. Çok incesin."

 

"Ne demek."

 

İskender'in içinde sarılma arzusu yeşerdi. Ancak bunu yapamayacağını biliyordu. Mutluluğunu nasıl ifade edeceğini bilemedi. Duyguları içinde coşuyor çoğu zaman ifadesiz kalıyordu.

 

"Kaşın nasıl oldu?" elini Asya'nın kaşına yaklaştırıp parmağıyla dokundu.

 

"İyi gibi. Acımıyor."

 

"Dikkatli ol."

 

"Dikkatliyim."

 

"Daha dikkatli ol."

 

"Daha daha dikkatliyim."

 

"Daha daha daha.." Asya'nın gülüşüyle sustu, konuşmaya devam etmedi. Bu gülüşü gördükten sonra dili dönmezdi. Artık umutlanmaya başlayabilirdi. Eli saçına kaydı, yavaşça geriye çekti elini. Yine arzusu tatmin edilmemişti. Sanki bir hayaldi o ve dokunursa kaybolabilirdi. Kaşına dokunduğunda kaybolmamıştı. Belki yine kaybolmazdı.

 

Dokunmadı ama mutluydu. Çok mesafe kat etmişlerdi. Önceden yanında olabilmek için mücadele veriyordu. Şimdi ise o çağırıyordu yanına. Hediye bile almıştı. Onu düşünerek... Bu hediyeyi karşılıksız bırakmak olmazdı. Bir şeyler düşünmeliydi. Asya'nın hoşlanacağı bir şeyler... Şimdiden birkaç fikir edinmişti bile. Gülümsedi. Anın içinde kayboldu.

 

💗

 

Bir şeyler oluyor gibi

 

Ne düşünüyorsunuz?

 

Bölüm kısa oldu ve uzun zaman sonra geldi biliyorum. Ancak şartlar ancak buna elverdi.

 

Seviliyorsunuz. 💗

 

 

Bölüm : 01.03.2025 20:15 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...