
🌟🌟🌟
Direnişim devam ediyor. Ananemle birlikte yaşıyorum, asla onların evine gitmeyi düşünmüyorum. Tahmin edersiniz ki yine telefonum yok, müziğim yok. O yüzden salak gibi düşünme organımla savaşarak okula yürüyorum.
Burada birkaç gün kalmaya bile deliriyorken prangalar takıldıkça takıldı. Şimdi saçma sapan insanlarla uğraşacağım. Bir yere sonradan gitmek baş belası bir şey. Ve lise arkadaşlar ergen dolu bir kurum. Benim ergenliğim bana yetiyor zaten. Saçma salak hareketler, konuşmalar, bakışlar... Ve dışlanmak... Muhtemelen dışlamaya çalışacaklar. İnsanlarla muhatap olmaya üşeniyorum. Neyse Asya biz onları dışlarız. Kendimizden yani. Kimin ne düşündüğü ne yaptığı önemli değil. Sorun çabuk sinirleniyor olmam. Şiddete eğilimliyim. Aslında tövbe etmeye karar vermiştim ama bilemiyorum. Beynim durduğunda salak gibi bakmak istemiyorum karşımdakine. İçimdeki arzuya kapılıp... Ahhh neyse.
Psikopat değilim sadece küçük vuruşlar yapıyorum. Ona da tövbe ettirmeyin dimi. Bu senin vicdanının sorunu Asya. "Sadece hak edene vur." evet bu mantıklı.
Annemin yeni kocası beni Badem, Arda ve Sinan'ın bulunduğu sınıfa yazdırdı. Yani sınıfta da rahat yok. O kıvırcık turşu illa dayak isteyecek. Vuruyorsun sanki de. Ona vursam ne yapacağı belli değil manyağın teki. Dövüşmeyi bilmem onun ayı olmadığı anlamına gelmez. Zeki davranmalıyım. O kurnazsa ben de ondan kurnaz olmalıyım.
Ama ben bu oyunu onun kurallarıyla oynamak istemiyorum. Benim tarzım farklı. Kendini tutmalısın Asya. Kafayı sıyırana kadar tut. Kafayı sıyırdıktan sonrası beni bağlamaz. İşte zor olan kendini tutmak. İnsanları yok say.
Açığımı bilmeselerdi belki bu kadar zor olmazdı. Şu gözlerim dolmayacak olsa renk vermem de ara sıra beni dinlemiyorlar. Sanki niye doluyorlarsa. Bir faydası mı var? Söyleyin bana!
Okul da cehennemin dibinde. Yürü yürü bitmiyor. Yarın bisikletle yapacağım bu işi. Tabi önce onu tamir etmem gerekiyor. Okul kıyafeti en azından siyah. Eski okulumdaki tuhaf bir yeşildi ve giyesim gelmiyordu. Her gün farklı kıyafetle uğraşıp süslenecek göz var mı bende? Öylesine yaşayan biriyim. Sağlık olsun.
Yanımda fren yapan bisikletliye döndüm. "Naber kızz." dedi neşeli bir sesle. Sabah sabah bu kadar neşeli olabilecek tek kişi vardı. Benim tanıdığım tek kişi...
"Aynı yaşıyoruz işte. Senden naber Arda." yüzündeki neşe sade bir tebessüme dönüştü.
"İyiyim. Atla hadi birlikte gidelim okula."
"Ben mii? Asla."
"Neden?"
"İlla bir sebebi var da sana nasıl açıklayım olum?" Bakışlarımı ileriye çevirdim. "Yanlışlıkla prenses gibi hissederim falan. Lüzmu yok."
Kahkahasıyla kaşlarımı çattım. "Prenses gibi hissetsen ne olur? Ben de bazen Shreck' deki eşek gibi hissediyorum. İsim bile koymamışlar görüyorsun eşek diyorlar."
Tekrar ona döndüm. "Prenses gibi hissedince sinirim bozuluyor. Hem sen niye eşek gibi hissediyorsun? Hem öyle hissetsen bile ben Shreck' de en çok eşeği seviyordum biliyor musun? Eğer bu yüzden üzülüyorsan üzülme."
Güldü. "Komik ya ondan."
Ben de güldüm.
"Hadi gel."
"I ıh. Ben sadece bugünlük yürüyorum zaten. Bisikletimin zincirinde birtakım problemler var da o sebepten."
"O zaman ilacın bende." dedi ve göz kırptı.
"Sende mi?"
"Evet. Okuldan sonra hallederim."
"Harbi mi? Sen anlıyor musun o işlerden?"
"Anlamak ne kelime yazıyorum o işi yazıyorum."
"Vaaaay. Hepinizin de bir yeteneği var mübarek."
"Hahah evet. İskender yazıyor, Badem çiziyor, ben tamir ediyorum Sinan ise zehir. Kafası çok çalışıyo."
"Bana hiç öyle gelmedi. Tam bir aptal. Tamam biraz kurnaz olabilir ama..."
"Dersleri çok iyi. Geçen yıl okul birincisi olmuştu. Öyle aşırı ders de çalışmıyor ama not ortalaması hep yüksek." aman.. Kıskanma Asya.
"Neyse ne." önce davranışlarını düzeltsin o. Derslerde birinci olsa ne yazar onun insanlığı sınıfta kalmış. Hem arkamdan çevirdiği işleri de herkes anlıyor bu nasıl kurnazlık öyle. Gerçi mükemmel yalan söylüyor. Az daha ben de kendim yaptım sanacaktım. Gözleri bile yalanını ele vermiyor. Şeytan olmak için aranan tüm özelliklere sahip.
Ben sıradan bir insanım. Tutkusuz, yeteneksiz. Asker olacağım zaten. Belki bir gün bir kurşunla ölmek için yaşıyorum. Babamın yanına gidişlerin en kalitelisi.
"Birlikte yürüyelim madem binmiyorsun." bisikletinden inip bana baktı. Başımı salladım. Ben ilerleyince o da bisikletirini yanında sürüyerek yürüdü.
Sinan dediği gibi zekiyse tırsmam gerek işte. Çünkü ben aklıma güveniyordum. Benden zekiyse şansım yok bu savaşta. Sinirlerim bozuldu. Zaten seçtiğim yol itibariyle açıktan savaşıyorum. Bu beni salak gösteriyor olabilir, ama onun tarzını ben onuruma yakıştıramam. Offf.
Malım ben. Zayıfım çünkü acımasız değilim. Zayıfım çünkü onun kadar güçlü değilim. Zayıfım çünkü onun kadar zeki değil. Ne yapacağım ben? Offfff. Yok lan. Sakin ol. O senden güçlü olsa bile sen de az değilsin. İnaçtı, kafayı sıyırmış, istediğini alan ve dayanıklı bir insansın. Canım yansa bile üstüne giderim. O zekiyse ben de uçuk fikirliyim. Babam boşuna 'fikir' demezdi bana. Gerçi bu aralar sadece salağım. Bir haltı beceremedim. Öylece evlendiler ya. Öylece evlendiler gözümün önünde. Salak gibi izledim. Alacaktım mikrofonu 'evlenemezsiniz siiiiz' diye bağıracaktım. Düğünü mahvedecektim. Üstüne bin dayak yesem de bunu yapacaktım. Oturup izledim mal gibi.
Benden bir halt olmaz. İstediğini böyle mi alıyorsun Asya? Aslında bana ergen demesiner diye yapmak istemedim bir yandan. Onları reddettim işte. Ne halleri varsa görsünler yaptım. Yine kaybeden benim. Ben ne zaman kazanacağım!!!! Ver arabeski ver ustaaa.
"Harcadımm uğrundaa tüm hayatımııı sonunda kaybedeen yine ben olduuum."
Benim acı çeken sesim sokakta yankılandığında evin birinden "Deli deli bağırma kıızz." diye bir teyze bağırdı. Arda'yla birbirimize bakıp kahkaha attık.
"Ben de biiir innsanımm yazık değil miii" bu sefer gülerek söyledim. Ama yazık gerçekten. Yazık bana.
"Kafa kızsın. Sende espri konusunda bir ışık görüyorum." Sırıtıyordu.
"İddiamız sonuçsuz kaldı. Ne gidebildim, ne gitmemek için ağlayabildim ne de gitmekten memnun olabildim."
"İkimiz de kazandık. Çünkü arkadaş olduk." gülümseyişiyle ben de gülümsedim. Arkadaş olmuştuk evet. Ancak ben kimseye sonuna kadar güvenmem. Ufak bir sorunda bu arkadaşlık bozulabilir. Bu da benim kötü yanım.
" Sizin şu okul nasıl bir yer? Sınıfınız nasıl?" alakasız ama işime yarayacak bir soru sordum.
"Pek eğlenceli olduğu söylenemez ama etkinlikler yapan bir okul. Geziye, sinemaya falan gidiyoruz. Bazen dışarıda ders işliyoruz. Okulda etkinlikler oluyor. Kurslar falan da var. Yani bunlar belki ilgini çeker. Yarışmalar da oluyor. Sınıf da 22 kişiydi sen geldin 23 olduk." güzel açıklamaydı.
" Ne kursu var mesela?"
"Geçen yıl resim, Osmanlı Türkçesi, yaratıcı yazarlık, tenis, tiyatro falan vardı. Bu yıl ne açılır bilmiyorum. Ama bir iki haftaya belli olur."
"Anladım."
"İlgini çeken yok galiba."
"Şöyle dövüş falan olsaydı giderdim. Ya da futbol, basketbol... Aslında tenise de gidilebilir. Karete olsaydı bari."
"İstediğimizi söyleyelim belki açılır."
"Açılır mı ki?"
"Belli olmaz. Hoca bulurlarsa açılır. Hem gitmek isteyen de çok olur bence. Ben olsam espri kursu açardım. Bir saat boyunca gülerdik." her şeyi espriye bağlıyor. Kimse gülmüyor mu bu çocuğa?
"Biz beraber açalım. Ama sen espri yapacaksın ben güleceğim." dedim gülümseyerek. Gözleri kocaman açıldı, dediğime inanamıyor gibiydi.
"Harbi mi gı?" sanki dünyanın en imkansız şeyini söyledim de böyle tepki veriyor. Yazık çocuğa hiç kimse gülmüyor mu hakikaten? Başımı salladım söylediğimin çok doğal olduğunu belli eden bir ifadeyle.
Gülüşü yüzüne yayıldı ve aniden bana sarıldı. Bu sefer benim gözlerim büyüdü. Bisiklet de bu sarılmadan nasibini alıp yere düştü. Gülümsedim. Kollarımı ona sarıp sarmamak arasında gidip geliyorken bizi seyreden üçlüyü fark ettim. AcıBadem, lahana turşusu ve İskender Efe... Sadece sırtını sıvazladım. Çünkü üçü de öldürecek gibi bakıyordu. Hadi Sinan'ı anladım da... Gerçi Badem de beni sevmiyor.
Arda benden ayrılıp, gülerek bisikletini doğrulttu. Çok sevimli. Küçük çocuk gibi. O da onları fark etti. "Oo yakalanmışız."
Birlikte yürüyüp kaldırımın kenarında dikilen üçlüye yaklaştık.
"Nerde kaldın lan on saattir seni bekliyoruz. Bir de bisikletle geleceğim hızlı gelirim demiştin." Arda'ya bağırırken bana ters ters bakıyordu Sinan.
"Geldik işte." sırıtsa dahi onları yumuşatamadı. Benim yüzümden onları bekletti onlar da yine bana öfke doldular. Haklı olabilirler.
"Görüşürüz Arda." Elimi alnıma değdirip yoluma baktım.
"Birlikte gidelim zaten aynı yere gidiyoruz." dedi ve kolumu tuttu Arda.
"Bırak şu kızı. Hiç gerek yok birlikte gitmeye." biri AcıBadem'e ismim olduğunu hatırlatmalı.
"Bence de bırak. Hoşlanmıyor dokunulmasından. Sürekli kıza dokunuyorsun." İskender'in söylediğiyle ikimiz de şaşkınca ona döndük. Arda'nın eli kolumdan ayrıldı.
"Ha tabi sana ayrıcalıklıysa bilemem." Ne saçmalıyor bu? Bir tuhaf bakıyor zaten. Geçen akşam beraber dertleştiğim kişiye hiç benzemiyor.
Bakışlarım sertleşti. "Ne demeye çalışıyorsun lan sen. Bi gidin başımdan ya. Manyak manyak insanlar." bu sefer adımlarım hızlıydı. Kafamı bozdular sabah sabah. Sanki ben can atıyorum onlarla olmaya. Saçma sapan insanlar. Ayrıcalıkmış! Evet ayrıcalıklı o! Masum çünkü! Ahhh sinirlerim bozuldu!
Önce yanımda olup içimi açmama sebep oldu. Yanında ağladım. Sonra Sinan yüzünden tehdit etti. Yok beni kırarmış da bilmem neymiş. Şimdi de saçma şeyler söylüyor. Bence güvenmekle hata ettin Asya. Sonuna kadar güvenmedim zaten. Ama iyi biri olduğunu düşünüyordum. Neyse.
Kötü biri değil hâlâ. Sadece kızmış olabilir. Şerefsiz dedim neredeyse ona düğün akşamı. Yalnızsın Asya. Bir değişiklik yok. Ne önemi var? Yok bir önemi. Neyse ne. Hiçbir şey değil diyip geç!
🌟
Öğle arasını bahçede soru çözerek değerlendirmeyi düşünüyordu. O yüzden herkes yemekhanedeyken bahçedeki çardakların birine kurulmuştu. Soruyu güzelce okumuş cevaplamaya hazırdı tâ ki a şıkkıyla bakışana kadar. A harfinin yanına zihninde üç harf daha eklendi. Asya'yı düşünmemeye çalışırken düşünüp duracaktı şimdi. Sabahki kıskançlığı içine tutunmuş düşmeyi bilmiyordu.
Nefes verip soru kitabını kapattı. Gerçekten başına bela almıştı. Onu düşünmek hoşuna gidiyordu ancak acı çektirdiği zamanlarda düşünmek istemiyordu. Kıskanıyordu işte. Gözünün önünde sarılmıştılar. O ise kendi kendine acı çekiyordu. Asya'yı da kızdırmıştı. Önceden bir yakın bir uzaktılar, artık uzak çok çok uzaktılar.
Kıskanmaya hakkı da yoktu. Çevresindeki insanlar nasıl kolayca âşık olup sevgili olabiliyorlardı? İskender için her şey çok zordu. Bir şey beceremeyen kendisiydi. Evet evet buna emindi. Beceremiyordu işte. "İyi de birinin olmayan duygularıyla nasıl baş edeceğim? Ben ne yapabilirim ki? Sevmiyor işte. Sevmeyecek. Niye sevsin ki zaten. Neyini sevsin?"
Başını önüne eğdi, elindeki kalemi döndürüyordu. Ona sarılırken gülümsemişti. Sırtını da sıvazlamıştı. İskender'e bile sarılmamıştı. O kadar dertleşmişlerdi. Daha yakın olmaları gerekmez miydi? Gerçekten sevilmeyecek biri miydi İskender?
" Ahh ahhh."
Kendini Asyalı düşlere teslim edip gözlerini yumdu. İç çekti, gülümsedi, iç çekti ve gülümsedi.
Omzuna dokunan el ile gözlerini araladı. Ardından yanına oturan kişiye bakışlarını çevirdi.
"Selam gardaşım. Baktım tek başına oturuyorsun geleyim dedim." diyerek dişlerini çaktı Arda.
İskender'in bakışları sertti. Bu sebeple Arda'nın gülüşü yavaş yavaş soldu. "Ne oldu? Niye sinirlisin?"
"Sinirli değilim."
"Sinirli bakıyorsun."
İskender nefes verdi. Gözlerini sıkıca yumup açtı. Arkasına yaslanıp tamamen Arda'ya döndü. "Kusura bakma Arda. Başka şeylere sinirlenip sana..."
"Sorun değil. Bir şey mi oldu?"
"Önemli bir şey değil. Odaklanamıyorum sorulara. Yanlış mekan seçmiş olabilirim." diye açıklama yaptı odaklanamama sebebi mekanla tamamen alakasız olsa da.
"Anladım. Akşam çalışırsın şimdi boşver." yine sırıttı Arda.
"Sanırım öyle olacak. Eee siz ne yaptınız? Ne âlemdesiniz? Diğerleri nerde?" imalı birkaç cümle de dilinin ucuna geldi ancak kendini tuttu.
"Badem ve Sinan kantine gitti. Yemekhanede yemeyeceklermiş. Asya hiç inmedi yemeğe. Ben de yiyip dışarı çıktım. Seni görünce de yanına geldim işte."
"Neden inmedi ki yemeğe?" kısık sesle kendi kendine sormuştu bu soruyu.
"Hı?"
"Olay falan çıktı mı sınıfta? Yani biliyorsun birlikte olunca sürekli kavga ediyorlar."
"Yoo. Aksine birbirlerini görmezden geliyorlar. Ne Sinan laf attı ne Asya onun olduğu tarafa baktı. Zaten Asya orta sırada, Sinan duvar tarafında. Ben de şaşırdım ama hiç sorun çıkmadı."
"Allah Allah çok tuhaf. Acaba bir şey mi planlıyor Sinan? Ya da Asya... İntikam falan.." hafiften kaşları çatıldı.
"Bilmem. Birbirleriyle hiç ilgilenmiyormuş gibi görünüyorlardı."
"Hadi kalk, kantine gidelim." İskender kitabını alıp doğruldu.
"Zaten canım içecek bir şeyler çekiyordu. Ehehehhe." Arda da kalktı. Birlikte kantinin yolunu tuttular. Kantine girince etrafta dolaşan gözleri tost ve çayla karnını doyurmaya çalışan ikiliyi buldu. İkiliye yaklaşınca sandalye çekip karşılarına oturdular.
"Ne planlıyorsun Sinan?" İskender'in sorusunu saçma bulan Sinan yüzüne anlamsız bir ifade kondurdu.
"Ne planı?" tostundan bir ısırık aldı.
"Çok sakinmişsin bugün. Asya'yla aynı ortamda olup nasıl bulaşmadan durabildin?"
Sinan baygın bakışlar atıp çayını yudumladı. Ağzındakileri yutunca arkasına yaslandı. "Babam ilk gün diye onunla ilgilenmemi söyledi."
"Ha sen de tersini yapıyorsun yani. Ey Allahım yarabbim." başını iki yana salladı.
"Yoo. İlgilenmezsem daha mutlu olacağını düşündüm." ciddi ciddi konuşması Arda'nın komiğine gitmişti.
"Hadi oradan." dedi İskender inanmayarak.
"Ciddiyim. Şimdi o kıza sorar babam hiiç gereksiz yere laf işitemem. Bir günlük mutluluğu çok görmüyorum. Yarın savaşa devam edebilirim." sırtını sandalyeden ayırıp tostunu eline aldı. Ardından sırıttı. "Hem sen sabah benim yerime hallettin o işi. Şaşırdım doğrusu. Ben bile bu kadar çabuk kaçıramıyordum o kızı. Puahahahhaahhaah."
Badem Sinan'ın gülüşüne eşlik etti. Gözleri sırıtan Arda'ya değince onları devirdi. Sabahki sarılma yüzünden ona kızgındı. Bir de utanmadan karşısında sırıtıyordu.
İskender nefes verdi. Harbiden kaçırmıştı kızı. Ağır laf da etmiyordu, sürekli herkesi düşünüyordu, kırmamaya çalışıyordu yine de en sert tepkileri o alıyordu. Kıskanmıştı, bu onu suçlu kılmazdı. Belki de suçluydu. Aşk ve kıskançlık bir suçtu. Karşılıksızsa suç olmalıydı. Ancak geri dönüşü yoktu. Bir kere sevmişti ve hep sevecekti. Demli çay içme vaktiydi. Aşkı da kalbinde demleniyordu. En iyisi Asya'yla arasını düzeltmeli, en azından arkadaş olarak onunla olmalıydı. Yanına gitse yanlış anlaşılır mıydı? Gitmemeliydi. Acı çekmeliydi kendi kendine!
Arda içecek almaya gitmiş, İskender söylemese de ona çay almayı akıl edebilmişti. Çaya gerçekten ihtiyacı olan İskender arkadaşına minnetle bakıp çayını yudumladı. Bardağını eline alıp ayağa kalktı. "Ben arka bahçeye gidiyorum. Burası çok gürültülü. Siz de gelin yiyince."
Üçü de onaylayınca İskender kitabı ve çayıyla arka bahçeye çıktı. Okulunu sevmesinin nedeni ön bahçesi hariç her yanının ağaçlık olmasıydı. Kafa dinleyebileceği bir ağaç dibi bulabiliyordu. Merdivenleri indi etrafta kimseyi göremediği için memnundu. Birkaç adım daha attı. Öpücük sesi duyunca durdu.
"Tövbe tövbeee" dedi mırıldanır gibi. Yine aynı sesi duyunca gizlice bakmaya karar verdi. Biraz daha ilerledi. Öpücük sesinin ardından kedi miyavlaması kulağına çalındı. Adımlarını hızlandırdı. Kedi yavruları ve onlara patates kızartması uzatan kızı görünce gülümsedi.
" Güzel değil mi? Ben de beğeniyorum." dedi Asya kedi yavrularına. Ağacın dibine çökmüş etrafını saran üç kedi yavrusuna kendi yemeğini yediriyordu. Siyah beyaz kedi yavruları korkuyor ancak karınlarını doyurmak için Asya'dan uzaklaşamıyorlardı. Asya onları sevmek istiyor, yemek haricinde elini uzattığında korktuklarını fark edip vaz geçiyordu.
Patatesler bittiğinde sevmek için elini uzattı fakat kedi yavruları bahçe duvarının altına kaçıştılar. "Ama olmuyor böyle. Yemeğimi yediniz beni sevmiyorsunuz." saklama kabını kapattı ve yanına koydu. Elini ıslak mendiliyle sildi. "Zalımlar."
Ürkek bakışlarla ona bakan kedicikler dudaklarını ve patilerini yalamaya geçiş yaptı. "Yarın yine gelin, ben de gelirim. Ama sanırım sizin yemeğinizi ayrı getireceğim."
İskender'in ayak seslerini duyan kediler daha uzağa kaçtı. Asya gelen kişiyi görmek için o tarafa döndü.
"Oturabilir miyim?" sordu tedirginlikle ve gülümsedi.
Asya tekrar önüne döndü. "Sen bilirsin."
"Bana kızgın mısın? Sabah yüzünden." yanına kadar geldi fakat oturmadı. Asya'dan en ufak bir umut ışığı almadan oturmayacaktı.
"Kızdım ama geçti. Geçmemiş de olabilir. Bilmiyorum. Aslında geçti ama geçmesin istiyorum." İskender'e karşı dürüst olmak zorunda hissediyordu kendini. Nedenini düşünmeyi reddediyordu.
Gülerek Asya'nın yanına çöktü. "Neden geçmesini istemiyorsun?"
"Çünkü sinirimi bozdun. Saçmaladın. Dayağı da hak ettin ama benim harika vuruşlarımı hak etmedin. O yüzden bir şey yapmadım yani."
"Özür dilerim. Saçmaladığımı kabul ediyorum." kıskançlık dışında yaptığının mantıklı bir açıklaması yoktu.
"Yine de bir şey değişmedi."
"Barışmak istiyorum."
"Benene."
"Senin için ne yapabilirim?"
"Hiçbir şey."
"Biraz düşün bari."
"Imm. Hayır." yanlışlıkla düşünüverdi. Aklına gelen fikirle sırıttı.
"Asya lütfen."
"Aslında şey... Yavru kedilerden birini yakalayıp bana getirebilirsen barışırım."
Gözlerinde ışıklar beliren İskender onları kedilere çevirdi. "Tamamdır. Sen çayımı tut."
"Yapabileceğinden emin misin? Madara olma sonra." kaşlarını kaldırdı ve tekrar sırıttı.
"Kesinlikle. Al hadi." Asya bardağı aldığı gibi İskender kitabını yere bırakıp kalktı. Kedilere doğru koşunca üç yavru da farklı yöne kaçtı.
"Gel bakalım buraya minik tatlı yavrucuk. Gel pisi pisi. Gelsene." diyerek kedilerin peşine ağaçların arasında koşturuyordu. Asya gülerek onu izliyordu. Ayağa kalktı, elindeki bardağa baktı. Çay ziyan olmasın diye başına dikti. Bardağı yere bırakıp o da kedilere doğru koştu. İkisi de yakalayacak gibi oluyor son anda kaçırıyordu.
Asya durup kedilerle bakışarak onları yanına çekmeyi denedi. Yine olmayınca İskender'in kovaladığı kedinin kaçtığı tarafa geçti. Kedi ikisinin arasında gidip geldi ardından yana doğru meyletti. Fakat İskender yavruyu yakaladı. Kedi miyavlayarak onu tırmalamayı denediyse de küçük bacakları havada asılı kaldı.
İskender zaferle bakışlarını Asya'ya kaldırdı. Asya sevinçle ona yaklaştı. Kedinin masum bakışlarıyla dudaklarını büzdü. Elini kediye uzatınca kedinin miyavlayışı aralıksız devam etti. İşaret parmağıyla kedinin başını okşadı.
"Yicem." kediyi okşadıkça yavrunun miyavlayışı tıslayışlardan arınarak sakin bir hâl aldı. İskender gülümseyerek sevdiceğini seyrediyordu.
"Sana verebilirim. Tutabilecek misin?"
"Tutarım." sesindeki heyecana gülümsedi İskender.
"Gel oturalım öyle vereyim."
"Tamam hadi."
Eski yerlerine dönüp oturdular. İskender kediyi uzattı, Asya nazikçe yavruyu aldı. "Çok tatlı."
"Evet. Minicik." diye cevapladı Asya.
'Senin gibi minicik' diyemedi onun yerine gülümsedi.
"Onu eve götürsem ona kötülük mü etmiş olurum?" gözlerini İskender'in gözlerine kaldırdı.
"Eğer annesi yoksa ve güzel bakabilirsen iyilik etmiş olursun."
"Ama nasıl anlayacağım annesi var mı yok mu?"
"Birkaç gün bekle eğer gelmezse yoktur."
"Ama ya varsa da onları kaybetmişse? Ve ben beklerken kediler yine kaybolursa?"
"Onlara yemek verdin. Gitseler bile yeniden buraya geleceklerdir. Hem öyle olursa sana daha fazla alışır isteyerek seninle gelirler."
"Ya başka bir şey olursa onlara? Ya zarar görürlerse?"
"Merak etme onlar kendilerini korumayı biliyorlar. Şimdiye kadar savaşmışlar, birkaç gün daha savaşabilirler."
"Emin misin?"
Aheste aheste gözlerini yumup açışı Asya'ya güven verdi.
"Size fotoğraf çekeyim mi?" diye sordu İskender. Asya gülümseyip başını salladı. İskender gülümseyerek biraz uzaklaştı. Cebinden telefonunu alıp kamerayı açtı.
Asya kediyi göğsünün seviyesine kaldırıp kendine yasladı. Ardından kocaman gülümsedi. İskender bu anı ölümsüz kılarken dünyanın en mutlu adamı olabilirdi. Birkaç fotoğraftan sonra Asya'ya yaklaştı. Çektiklerini ona gösterdi.
"Telefonum hâlâ bende değil ama atarsan onu aldığımda fotoğraflara ulşabilirim."
"Gönderirim merak etme."
Asya kediyi biraz daha okşayıp gitmesine izin verdi. Yavru kedi diğerlerinin yanına doğru koştu.
"Kedileri çok mu seviyorsun?"
"Tüm hayvanları seviyorum. İnsanlardan daha sevimliler."
"Haklısın." dedi gülerek. Telefonun cebine koydu. "İlk günün nasıl gidiyor?"
"Sıradan. Neredeyse her ders kendimi tanıtmak durumunda kaldım. Ders işlenmedi doğru düzgün."
"Arkadaş edinebildin mi?"
"Öyle bir çabam olmadı. Birkaç kız geldi bir şeyler sordu. Bütün derslerde parmak kaldıran kız ve onun grubuydu sanırım. Bir iki seviyesiz de güya tanışmaya çalıştı. Onun dışında sadece Arda ile konuştum."
"Kim o iki seviyesiz acaba? Merak ettim." kıskanmaya hazır bir efe, kükremeye hazır bir aslan vardı içinde.
"İsimlerini duymuştum da unuttum. Esmer uzun boylu bir çocuk ve ondan biraz daha kısa olan gözlüklü kumral kankası. Esmer olan yakışıklıydı. Diğeri ortalama bir tip. "
" Neee yakışıklı mı? İsimlerini unutmuşsun ama yakışıklı mı değil mi unutamamışsın." kaşlarını çatmamak için mücadele ediyordu.
"Yakışıklı olsa ne olur seviyesiz olduktan sonra."
'Esmerlerden mi hoşlanıyor yani? Ulan bir konuda da şanslı olsam.' aklından geçenle iyice modu düştü.
"Aynen seviyesizse her şey bitmiştir. Önemli olan saygılı, efendi, iyi insan olmak. Değil mi?"
"Yani. Zaten erkeklere ayar oluyorum. Seviyesizi hiç çekilmez."
İskender sevinmekle sevinmemek arasında kalınca "Erkeklere niye ayar oluyorsun?" diye sordu.
"Ohoo say say bitmez. Öncelikle kendilerini üstün görüyorlar, kadınları küçümsüyorlar. İğrenç iğrenç konuşuyorlar, iğrençler. Kabalar. Kalpsizler. Şerefsi...."
"Hoop hoop hepsi öyle değil. Ve kadınlar da günahsız değil. Trip atıp duruyorlar. Erkekleri parmaklarında oynatmayı seviyorlar. Bazıları da çok yapışık. İğrenç konuşan kızlar da var. Ve emin ol onlar da kendilerini üstün görüyorlar."
"En azından sapık değiliz."
"Hıı tabi. Aralarında sapık da var."
"Haberler tam tersini söylüyor."
"Ben de kendi yaşantımdan örnek veriyorum."
"Neee? Sana sapıklık yapan bir kız mı var? Yok artık." Asya inanmayan bakışlarla İskender'i süzüp kahkaha attı.
"Niye benim sapığım olamaz mı? Bizim de kendimize göre bir karizmamız var."
"Karizmana lafım yok hemcinsime şaşırdım. Ama büyük bir şey değil anlaşılan."
"Büyük bir şey yapamaz zaten. Mahallenin Efe'siyim ben."
"Komiksin."
"Her erkek aynı değil her kızın aynı olmadığı gibi."
"Her erkek aynı olmasa da erkek nihayetinde."
"Erkek olmak da mı suç arkadaş."
Güldü. "Değil tabi." sonra ciddileşti. "Kalpsizlik erkeklere de has değil. Ama ben genel profilden bahsediyorum. Erkeklere öfkelenecek bir münasebetim de olmadı onlarla. Görüyorum diyelim..."
Biraz susup konuşmaya devam etti. "Babam... İyi biriydi. Düzgün bir insandı, düşünceliydi... Gördüğüm kadarıyla... Kalpsiz olan annemmiş." boynu büküldü. Yerdeki boynu bükük papatyayı okşadı.
İskender dudaklarını birbirine bastırdı. Elini Asya'nın omzuna koydu. "Öyle deme. Ne olursa olsun annen o. Senin için çok değerli olduğunu biliyorum. Sen de onun için çok değerlisin."
"Kesin öyledir. Gözünün önünde tokat attı bana. Nasıl böyle konuşuyorsun?" kaşları çatık gözleri şimşek çakıyordu.
"Büyükler de bazen hata yapabilirler."
"Ama onlara kimse tokat atmıyor."
"Ahh Asya. Haklısın bir şey diyemiyorum." sadece Asya'nın annesinden nefret etmesini engellemeye çalışıyordu. Çünkü ona annesinden daha yakın kimsesi yoktu. İyice yalnız kalsın istemiyordu.
"Biliyorum. Her şey istemediğim gibi ve hep öyle olacak. Ta ki ben başımı alıp gidene kadar."
"Gitmek mi? Nereye?"
"Üniversiteye, kendi hayatımı kurduğum zamana."
"Anladım." gitme fikrine üzüldü ancak kendi daha önce gidecekti. Bir yıl sonra bu okulda, mahallede belki de bu şehirde olmayacaktı. Aileleri hep yakın olacaktı fakat onlar kim bilir nereye savrulacaklardı. Bir yılı vardı. Bu yılı düzgün değerlendirmeliydi. Ne zaman Asya'yla güzel bir an yaşasa ardından onu hüzünlendiren düşünceler peyda oluyordu zihninde. Onlara aldırış etmeyip çabalamalıydı. Kazanmak için çaba gerekliydi.
"Çayını içtim bu arada. Hakkını helal et."
İskender çayını çoktan unutmuştu. Asya hatırlatınca gözleri bardağı buldu. İğrenmemiş miydi yani? İçmişti öylece. "Lafı mı olur canım." yürek hoşluğu hem gülüşüne hem de sesine yansıdı.
"İskooo nerdesin lan!" Sinan'ın bağırışı pamuktan bulutları dağıttı.
"Sana bağırıyorlar git istersen." dedi Asya anlayışla.
"Sen de gel. Birlikte gidelim."
"Yok. Keyfimiz kaçmasın. Ben zaten sınıfa çıkacağım birazdan."
"Artık kardeşsiniz siz. Şans verin birbirinize."
"Lan bizi çağırdın kendin yoksun!" Sinan tekrar bağırınca Asya, İskender'e cevap vermeyip yolu işaret etti. İskender dudaklarını birbirine bastırıp kitabını aldı ve ayağa kalktı.
"Görüşürüz öyleyse." dedi. Asya gülümseyerek el salladı. O da gülümsedi ve küçük arkadaş grubunun yanına gitti.
"Nerdesin olum sen!" elindeki sodanın birini İskender'in eline tutuşturdu Sinan.
"Bağırma geldim işte. Badem'le Arda nerde?"
"Sınıfa çıktı onlar. Badem Arda'ya bozuk atıyor o da yılışıyor. Her zamanki şeyler işte. Gel orturalım."
Ağaçlığın başladığı noktadaki banka oturdular.
"Ders çalışmaya başlamışsın." sodasından içip alaycı bakışlarıyla test kitabını işaret etti Sinan.
"Bugün hep boş geçer diye almıştım yanıma. Sınıfta gürültüden odaklanılmıyor. Bahçede de havanın güzelliğinden."
"Beni bu güzel havalar mahvetti diyorsun yani." dedi Sinan gülerek.
"Böyle havada istifa ettim evkaftaki memuriyetimden." diye şiire devam etti İskender.
"Tütüne böyle havada alıştım" devamını getirdi ve sodasını başına dikti Sinan.
"Böyle havada âşık oldum..." doğruyu bulunca sustu. Ne istifa etmişti ne tütün kullanıyordu. Âşk vurmuştu onu. Havanın güzelliği değil aşk engelliyordu odaklanmasını.
"Âşık falan olma demedim mi ben sana. Uğraşamayız."
"Şiir olum bu şiir biliyorsun."
"Evet ama güven vermiyorsun."
"Senin derdinin ne olduğunu biliyorum."
"Güzel. Tekrar söylemeye üşenirdim."
"Hey Allahım."
"Deniz gelmiş miydi bugün?"
"Evet. Özlediysen ileteyim."
"Cık. Uğraşamam. Bu sene ilgi alanımı dokuzuncu sınıflara kaydıracağım."
"Naparsan yap laftan anlamıyorsun zaten." sodasının kapağını açıp bir yudum aldı.
Sinan sırıttı. Biten içeceğinin kâğıdını soyuyordu. "İsmail ve Serhat cici kardeşime yürüdü bugün. Dalga geçmemek için zor tuttum kendimi. Neyse ki yarın kendimi tutmak zorunda kalmayacağım."
Nefes verdi. Asya'nın bahsettiği iki seviyesiz onlar olmalıydı. "Eeee?"
"Eeesi kız onlara kabadayı gibi davrandı. Boşuna erkek fatma demiyorum."
"Öyle mi?" keyiflenince sodasından bir yudum daha aldı. Göz ucuyla onu izleyip tepkisini ölçüyordu Sinan. Vardığı sonuç hoşuna gitmedi. Haklıydı. İskender'in o kıza ilgisi vardı. Bu konuda bir şey yapmalıydı. Ama ne?
🌟
Tüm sevimsizliğimi alıp yine yollara düştüm. Misafirliğe gidiyorum, çok alakasız bir yere. Bir çıkarım var tabi. Yoksa oraya asla gitmem. Gerçekten çok alakasız ve istenmeyeceğim bir yer. Ama sonucunda telefonumu geri alabileceğim. Yeni evine gitmezsem telefonumu vermeyecekti normalde. Fakat kararlılığımı görünce daha hafif bir şey istedi telefonum karşılığında. Sevda mı ne onların evine çaya gidecekmişiz.
Bugün cumartesi. Sen bana sabır ver Allahım. Zaten tüm hafta saçma sapan insanları çektim. Hafta sonu bile salmıyorlar. Sadece bir buçuk saat onlara katlanıp telefonuma kavuşacağım. Bence buna dayanabilirsin Asyacım.
İnsanları dinlemeyip kendi âlemime kapanabiliyorum Allahtan. Cismen orada olacağım evet ama ruhum başka yerde eğlenecek.
Efe beyin çok değerli komşularının evine nihayet vardım. Ayakkabılara bakılırsa en sona ben kalmışım. Zile bastım ve ilgisizce beklemeye koyuldum. Kapı açıldığında beni gördüğüne hiç sevenmeyen kızla aynı duyguları paylaşarak içeriye girdim.
İnsan seslerine kulak vererek toplanma alanını buldum. Anneler ve çocukları...
"Selam." ortaya konuştum.
"Hoş geldin kızım." dedi Zümrüt teyze. Gülru teyze ise göz kırptı. Anam beni süzdü, özensizliğimi yine beğenmedi herhalde. Kusura bakma ana ne kadar ekmek o kadar köfte, ne kadar özen o kadar özen.
Sinan ve çarları masada takılıyordu. Tekli koltuk ise sanki oraya oturmam için boştu ve adeta parlıyordu. Onun bu teklifini geri çevirecek hâlim yok. Bulunmaz nimetime yaklaşıp oturdum.
Sevdalı hanım ise özensizce doldurduğu tabağı gözüme sokar gibi bana uzattı. Sarmanın hatrına tabağı aldım. Ne demişler yemek gördün mü giriş... Bunun verdiği yenmez gerçi. Kim bilir ne attı içine. İştahım kaçtı bak.
Gitti masadakilerin yanına oturdu. Gözlerim İskender'le kesişti aniden. Gülümsedi, ben de racon gereği gülümsedim. Odun değiliz sonuçta. Belki de öyleyiz. Kim bilir? Arda'ya da baş selamı verip tabağıma döndüm. Diğer ikiliyi tam görmesem de olur.
"Kızım sen de arkadaşlarınla otursana. Ne o öyle yalnız yalnız çekilmişsin köşeye. Hadi yavrum." Yapma be Zümrüt teyze.
"Böyle iyiyim teyzeciğim. Büyüklerin sohbeti daha ilgi çekici. Onları her gün görüyorum. Bir saatten sonra bayıyor biliyor musun?"
Dediğime Gülru teyze gülerken annemin dövesi bakışlarını o tarafa bakmasam da üzerimde hissettim. Ben ne desem suçluyum zaten ona göre.
"Çok biliyorsun sen cadı. " sesinde şefkat olmasa yanlış anlaşılırdı Zümrüt teyzenin dediği. Sırıttım. Islak kekten bir çatal alacakken kaçan iştahım yüzünden kendime üzüldüm. Neden yani? Neden? Neden böyle bir tabağı o kız hazırlayıp getiriyor? Yazık değil mi bana? Muhtemelen yazık. Ama telefonum bana göz kırpıyor. Dayan Asya.
Ye Asya ye. İnşallah tükürmemiştir de ye. Oyalanman gerek. Zaman geçmesi gerek.
"Kızım yaptı hepsini. Maharetli yavrum benim." Kerime kızını överken tüm anneler başını sallayarak Sevda'ya döndü.
"Eline sağlık kızım." Zümrüt teyze de beğenmiş. Demek harbiden maharetli. Yenebilir yani.
"Afiyet olsun teyzeciğim." yesin seni teyzesi. Şu hale bak nasıl da masum ve sevimli söylüyor. Ben bu kıza niye ayar oluyorum? Çünkü onun sana ayar olduğunun farkındasın. Ye Asya. Yok yok yeme bence.
"Okul nasıl gidiyor alıştın mı Asya kızım?" diye sordu Gülru teyze tüm sevecenliğiyle.
"İdare eder Gülru teyze. Alışmaya çalışıyorum. Eski okulum gibi değil tabi ki. Ama arka bahçesini beğendim."
"Alışırsın kuzum alışırsın. Bizimkiler de yardımcı olur sana."
"Arda çok yardımcı oluyor sağ olsun. İskender de öyle tabi."
"Olacaklar tabi. Bir işe yarasınlar." sevdim bu kadını. Hem eğlenceli hem de samimi. Gülümseştik.
Herkes kendi grubuyla sohbete dalmışken yine tabağımla bakıştım. Kuru kuru tabağı getirmiş bana. Ne çay var ne bişey. En iyisi çayımı kendim alayım. Hatta sadece çay içeyim.
Tabağı sehpaya koyup kalktım. Kadınların gözü bana kaydı. "Çay alayım dedim."
"Ay kız kırıp dökersin sen şimdi. Sevda getirir sana." dedi sevimsiz Kerime.
"Yok canım niye döksün. Alır o kendi." annem beni mi savunuyor gibi? Vayyy bu günleri de mi görecektik.
Saçma sapan şeyler duymaya devam etmemek için oturma salonundan çıktım. Deneme yanılma yoluyla mutfağı buldum. Nereye gitsem istenmiyorum, annem yüzünden yine gelmiş bulundum. Neyse bi şekil vakit doldurmaya bakalım.
Kendime bir bardak alıp ocağa yaklaştım. Demliğe elimi uzatmıştım ki biri bileğimi tutup kendine döndürdü.
"Dokunma yanarsın." konuştu iki metre kız.
"Ben de aynı şeyi sana söyleyecektim." bileğimi elinden çektim.
"Gözüme batıyorsun." ne yaptığımı merak ettim doğrusu.
"Başka yöne bak. Öyle bir seçeneğin de var."
Bana doğru bir adım attı. "Haddini bil. İskender'in etrafında görüp duruyorum seni. Bir daha olmasın."
"Öncelikle öhöm.." onu geriye ittirdim, kişisel alan diye bir şey var. "Kimle nerde ne yapmam gerektiğini sana soracak değilim."
Bıktım şu salak saçma işlerden. İskender'in sapığı bu kız galiba. Sinirlenmişti ama gülümsedi. Elini yanağıma koyup yavaşça peş peşe vurdu. "Bak kızım.." sesinde küçümseyici bir ton bakışlarında üstünlük belirtisi vardı.
Bu hareketiyle gözlerim koyulaştı. Bu saygısızlığa benim kitabımda tek bir cevap var. Sert tokatımı suratına indirdim. Geriye yalpaladı. Elini yanağına götürdü ve kaşlarını çattı. Ardından cırlayarak tüm salonu mutfağa döktü.
"Ne oluyor burda!" diye bağırdı anası.
Ağlayarak cevapladı Sevda "Bana tokat attıı"
Bütün gözler yine beni buldu. Suçlayıcı o bakışlar. Ben salak mıyım anlamadım? Nasıl oluyorsa hep ben suçlu oluyorum.
"Ne yaptığını sanıyorsun sen!" Kerime hanım elini havaya kaldırdı. Eli yanağıma ineceği sırada İskender kadının kolunu tuttu.
"Bir açıklaması vardır." bu kral hareketiyle gözümde o kadar büyüdü ki.
"Ne açıklaması olabilir? Vurmuş kızıma."
Sinan göz devirip aramızdan ayrıldı. Konu Badem'in ilgisini çekmemiş gibiydi, baygın bakışlarla uzaklaştı o da.
"Özür dile Asya" dedi annem ezberlemiş sanki.
"Açıklamam varsa da size yok. Kızınızı eğitin." aradan sıyrılıp kapıya yöneldim.
"Terbiyesiz!"
Annemin kınayıcı bakışlarını, kadının arkamdan saydırışını, diğer kadınların şaşkınlığı ve Arda'nın sırıtışını, o kızın ağlayışı ve de İskender'in karizma hareketini geride bırakarak evi terk ettim.
"Yine telefon gitti iyi mi? Hiç geri gelemedi ki."
Kahkaha atarak kaldırımın kenarına çöktüm.
Ne yaşıyorum ben ya?
🌟🌟
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 761 Okunma |
112 Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |