13. Bölüm

Eski Günlerdeki Gibi

Yıldız Akyürek
yildiz_sena

Sevgili Dostlaaaaar,

Hepinize tatlı, neşeli, şeker ve çikolata dolu, bol sarılmacalı ve harçlıklı, sevgi ve enerji saçan musmutlu bayramlar dilerim. Bayramınız kutlu olsun. Sevgilerimlee. Size şeker ve harçlık yerine bölüm veriyorum idare edin. 💋🍬🍬

 

💗💗💗

 

Geziden yeni gelmesine, henüz rahatlatıcı hiçbir eylemde bulunmamasına rağmen iş buyurmuşlardı. Cici kardeşini yemeğe çağırmak... Yemek vaktini bilmiyordu sanki. Bir de gidip onu çağıracaktı. Kendisi gelsindi. "Baş belası.. her anlamda." yine de odanın önüne kadar gidip kapıyı tıklattı.

 

"Yemek" deyip geri dönecekti, herhangi bir karşılık almayınca göz devirdi. Kapıya daha sert vurup bağırdı "Yemek diyorum!" Yine karşılık alamayınca minik küfrüyle odaya daldı. Yataktaki kedi korkuyla yerinden sıçradı. Asya ise sarıldığı fotoğraf çerçevesiyle uyuyordu.

 

"Hâlâ nasıl uyumaya..." gözleri çerçevedeki fotoğrafa kaydı. İşte o zaman vicdanî bir sızı yüreğinde belirdi. Geçmişinde çok kez böyle uyumuştu. Hissettiği kader yakınlığından onun yerinde kendisini hayal etti. Aniden odadan çıkıp kapıyı kapattı. Elini yavaşça kapının kolundan çekti, kaşları çatılmıştı. Dokunmuştu. Hislerine, anılarına, gönlüne... Derin bir kırıklık sanki iki yakaya ayırıyordu onu. Travmatik bir şokun altyazısız ve sessiz var oluşu gibi... Ne denizler vardı girmediği. Ne yakın acılar vardı görmediği. Kendisini acı çekerken hayal etmek insanı üzdüğü gibi, acı çeken bir insanda kendini görmek de dehşete düşürebilirdi. Derin bir nefes aldı. Düşünmeyecek ve hissetmeyecekti. Her şeyi kaldırıp atmamış mıydı? O mezara gömmemiş miydi? "Ihhhhh" zorlama bir isyanla beynini ve kalbini susturmayı denedi. Ardından kalbine bir yumruk atıp sesini kesmesini haykırdı. İçinden tabi, neredeyse nefesi kesiliyordu zira. Kaynamaya yüz tutan zihnini de alıp mutfağa gitti. Yüzü katılaşmış, sert ve keskin hareketlerle yerine kuruldu.

 

"Asya niye gelmedi?" babasının sorusu zihnine öfke kıvılcımı taşırken bakışlarını ona çevirdi.

 

"Uyuyor, uyandırmak istemedim. Uyanınca yer." dedi net bir şekilde.

 

"Yoruldu tabi, tüm gün bakkaldaydı. Sinan haklı uyanınca yer." babası tarafından onaylanması garibine gitti. Yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi. Cici annesi ve babası ona tutarsız iki insan gibi görünüyordu.

 

Yemekten sonra duş alıp en yakın dostunun evine doğru yola koyuldu. Belki yine orada kalırdı. Bedenî yorgunluğu pek önem taşımıyordu ruhunun yorgunluğunun yanında.

 

Acı hep öfkeyle birlikte var olmuştu hayatında. Ama bu sefer... Bu sefer farklıydı biraz. Öfke onu terk mi etmişti? Sadece acı refaket ediyordu ona. Salt acı mıydı bu? Düşündü biraz. Değildi. Belki dingin bir kederdi. O yataktaki kendisiydi işte. Kahretsin onu bu denli anlamak istemiyordu. Sadece ve sadece nefret etmek istiyordu. Artık bunu yapamazdı. Çünkü ne zaman o aklına düşse o sahne canlanacaktı, kendini görecekti. Nefes verdi, bu düşünce sislerini neden dağıtamıyordu?

 

Zili çaldı kapının oraya vardığı gibi. Biraz sonra Badem kapıyı açtı. Sinan'ı görmek onu şaşırtmıyordu. Haftanın üç günü oradaydı zaten. "Gel gel, tatlı yapmış annem." dedi gülümseyerek. Sinan minik bir tebessümle içeriye girdi. Ev ahalisinin arasında İskender'i göremeyince oturmadı.

 

"Hoş geldin oğlum. Muhallebili kadayıf yaptım seversin sen." sevecen bir gülümseme gönderdi Zümrüt süt oğlanına.

 

"Eline sağlık... İskender nerde?"

 

"Odasında o kitap okuyor geldiğinden beri. Yemeğe zor çağırdık. Bunun bu kitap okuma sevdası beni benden alıyor. Ders çalış diyorum yine kitap okuyor. Hastalık bundaki." Zümrüt'ün isyanına güldü Yusuf.

 

"Rahat bırak çocuğu. Dersini de çalışır kitabını da okur. En azından faydalı bir hastalığı var."

 

"Sen de çocuklara laf dedirtmiyorsun."

 

"Sen de çok üstlerine gidiyorsun."

 

"Kaç bence Sinan sen de arada kaynarsın. Hatta ben bile kaynayabilirim." sırıtarak salondan tüydü Badem.

 

"Şuna bak şuna. Kızım nereye kaçıyorsun tatlını bitirmedeeeen!"

 

İlk kelimesi duyulmayınca boğazını temizleyip tekrar konuştu Sinan. "Ben İskender'e bakayım." Tam hareketlenmişken Zümrüt'ün ikazıyla durdu.

 

"Tatlı al öyle git a aaa. Bu çocuklar beni öldürecek."

 

"Hey Allahım... Dizini izle sen dizini. Bırak çocukları."

 

Sinan hemen araya girdi. "Tatlı mutfakta dimi alırım ben. Alıp giderim." hızla ayrıldı oradan.

 

"Meyve suyu da aaaal! Çay da var!" Zümrüt arkasından seslense de hiçbirini yapmadı Sinan. Kendini İskender'in odasına attı. İskender kitabına daldığından başını kaldırmadı.

 

"Lan yeter okuma şu zıkkımı!"

 

Kaşlarını çatıp cümleden koptu İskender. Bakışlarını sesin sahibine kaldırdı. "Sen ne zaman geldin?"

 

"Şimdi geldim. Yeter bırak şu kitabı."

 

"Bitirmem gerek."

 

"Sonra bitirirsin."

 

Kitap ayracını sayfaların arasına yerleştirip kitabını kapattı.

 

"Nihayet."

 

"Evdekiler söylese kapatmazdım. Sana özel bu muamele." deyip sırıttı.

 

"Aferin. Adamsın." ruhunun yorgunluğu ses tonuna, enerjisine yanmıştı. Her zamanki gibi değildi. Dostu bunun varlığını sezdi. "Bir şey mi oldu evde?"

 

"Yok." sandalyeyi masanın önünden çekip oturdu.

 

"Bir şey olmuş belli. Ne oldu?" kitabını yatağa bırakıp bağdaş kurdu.

 

"Canım sıkıldı sadece. Ev çok sıkıcı. Harbiden ya çok sıkıcı."

 

"Ne oldu olum anlatsana."

 

"Ne olabilir? Canım sıkıldı işte."

 

"Güven amca mı kızdı? Asya'yla mı tartıştın? Yoksa annesiyle bir problem mi oldu?"

 

"Hiçbiri."

 

"Ne o zaman? Söyle lan."

 

"Lan yok bir şey diyorum."

 

"Yemezler. Olum sen bezlenirken ben tanıyodum seni."

 

"Abartma lan iki yaşında nerden tanıyacan beni."

 

"Dört yaşında tanıyodum belki. Orası mı önemli şimdi? Anlat."

 

"Oku lan kitabını. Soru sorma. İşine bak."

 

"Sinaaaan. Beni deli etme. Gezide mi bir şey oldu?"

 

"Yok beee."

 

"Anlat."

 

"Anlatasım yok. Öylesine geldim. Belki bir şeyler yaparız diye."

 

"Öfkeli değilsin. Kırgın gibisin. Değişiksin."

 

"Anlatmak istemiyorum."

 

"Sinan... En kötü şeyleri bile konuşuyorduk. Neden şimdi anlatmıyorsun? Çok büyük bir şey mi oldu?"

 

"Yok lan. Ne olacak?" ses tonu bile bir tuhaftı.

 

"Döverim lan. Konuşmazsan döverim."

 

"Ulan sen her şeyi anlatıyorsun sanki. Âşık olmuşsun onu bile söylemiyorsun. Biz salak mıyız anlamayacak mıyız?"

 

"Geçenlerde bu konuyu tartışmıştık hatırlıyorsan."

 

"Hıhım senin dediğin gibidir. Şimdi sorma bana daha bir şey."

 

"İyi lan sormuyorum."

 

"O kız seni mutlu edemez. Onda sendeki duyguları anlayacak tip yok. Sonradan üzüleceksin."

 

"Ya sabııır."

 

"Fark etmiyor seni. Arkadaşça bakıyor sana. Üzüleceksin diyorum beni dinle."

 

"Ulan ne alaka ne alaka?"

 

"Pehhh. Salağız ya biz. Anlamayız zaten. Önce koruyucu meleği oldun sonra ona bakınca gözlerin ışıklanmaya başladı."

 

"Senin Asya'yla alıp veremediğin hâlâ bitmedi mi?"

 

"Naparsan yap lan. Sonradan seni teselli etmeyeceğim. Oh oldu sana diyeceğim."

 

"Allahım sen bana sabır ver. Derdin ne söyle. Söyle de beraber rahatlayalım."

 

Omuz silkti Sinan. Kendine zor itiraf ettiğini birine söylemeyi düşünmüyordu. İçinde bile reddetmek istiyordu. Biraz üzülür geçerdi. Konuyu değiştirdi.

 

"Yavuz'u nasıl kovmuştum ama. Maçta cici kardeşimle ilgilendiği yetmemiş bir de müdür odasından çıkınca koluna yapışıyor."

 

"Maçta ilgilendi demek." dişlerini sıktı ister istemez. Çenesindeki hareketlenme Sinan'ın dikkatini çekti.

 

"Baya yakındılar. Asya'nın da hoşuna gidiyordu. Gülümseyip durdular maç boyu birbirlerine."

 

İskender yumruğunu sıkınca Sinan'ın dudakları kıvrıldı.

 

"Bunlar sevgili olur ben diyim sana." son cümleyle İskender öldürücü bakışlarıyla Sinan'ı hedef aldı.

 

"Saçmalama. Daha tanışmıyorlar bile. Asya öyle iki günlük insanla sevgili olacak bir kız değil. Hem o nezaketen gülümsemiştir."

 

"Asya ve nezaketen gülümsemek... Komiksin dostum. Bize neler yaptı ilk günlerde. Unuttun mu yoksa?" Eğlenmeye başlamıştı bile.

 

"Arda'ya da gülümsüyordu. İlla gülümsüyor diye sevgili mi olacak? Saçmalıyorsun."

 

"Sevmiyorsan... Sana ne ki?" şeytanî gülümseyişi yüzündeki yerini aldı.

 

"Bana bir şey değil."

 

"Yersen." diye mırıldandı. Bir türlü itiraf ettirememişti. İskender de farkındaydı söylediklerinin bir işe yaramadığının. Fakat yine de teslim olmayacaktı. Çünkü kabul ederse Sinan her lafına bunu ekleyecekti. Şimdilik geçiştirebiliyordu.

 

Hiç yoktan kıskançlık tutmuştu. Oysa bugün ne kadar umutlanmıştı. Onlara gülümsese de hediyeyi İskender'e almıştı. İskender'in yeri belli ki farklıydı. Yine de kıskançlık hissi gitmiyordu. Sinan bunu bilerek yapıyordu. Ona odaklanamaması için sinirlerini bozmuştu. Madem öyle yapıyordu İskender de sormayacaktı daha fazla. Oflayıp tekrar kitabını açtı.

 

Sandalyesiyle duvara doğru döndü Sinan. Düşüncelerinden kurtulamasa da en azından o evden uzaklaşmıştı. Bu işe yarar mıydı? Biliyordu, yaramazdı. Geçip gidecekti... Gidecekti. Aynı kişi değillerdi onda kendini görmesi saçmalıktı. Uykusunda bile mutsuz sarılmıştı fotoğrafa. Sarılacak başka nesi vardı ki? "Ahh yeter." diye söylendi ve küfür savurdu ardından.

 

💗

 

Öğleye yakın gözlerini açtı. Üzerinden kayıp bir yerde toplanmış çarşafı ayağıyla ittirdi. Yer yataklarından da nefret ederdi. Fakat bu sefer İskender'i yere atamamış yer yatağına mecbur kalmıştı. Göz devirip bakışlarını yatağa çevirdi. İskender'i kitap okurken görünce tekrar göz devirdi. Yatıp kalkıp kitap okuyan bir cinsti. Elindeki mavi kitabı nereden bulmuşsa bir türlü bırakmıyordu. Annesi haklıydı.

 

Dünkü mesele aklından çıkmış diye sevinecekti ki aklından çıkmadığının farkına vardı. Yüzünde yarım bir gülüş ile yeni uyanma salaklığını atlatmayı bekledi. Lanet olsundu böyle yatağa da yönlendiremediği düşüncelerine de. Acımadan ne laflar etmişti de şimdi niye salak bir an yüzden içi acıyıp duruyordu? Bunu sürekli düşünmesi de saçmaydı. Hiçbir şey umrunda olmamalıydı. Dram filmlerinden etkilenmez, ağlayanın yanında duygulanmaz, üzülenle dalga bile geçerdi. O sahne bir filmden kesit olamayacak kadar gerçekti. Neyse ne idi. Kendini onda görmesi falan bir şey değiştirmemeliydi çünkü o artık annesinin resmine sarılıp, ağlayarak uyumuyordu. Aksine o kadından nefret ediyor, resmine sarılmayı bırak yakmadığına şükrediyordu. Def olup, tek edip gidene ne ağlayacaktı. Nefes verdi. Tekrar İskender'e baktı. "Lan ne bok var o kitapta!"

 

"Düzgün konuşursan sevinirim."

 

"Ne var o kitapta? Bitmiyor da anasını satayım."

 

"Kahvaltı için uyanmanı bekliyordum. Boş boş beklemeyim dedim."

 

"Uyandırsaydın ya bahane bu lan."

 

"Küfür işitmek istemiyorum."

 

"Darıldın mı lan sen bana? Puahhahah."

 

"Ne fark eder."

 

"Doğru, bir şey fark etmez." elini ağzına götürüp esnedi ve yerinden kalktı. "Yine de bana katlanmak zorundasın."

 

"Hey Allahım ya. Kalktıysan yürü kahvaltıya."

 

Sinan alaycı bir bakış atıp odadan çıktı, doğruca lavaboya yöneldi. İskender ise bir iki bölüm daha okuyup öyle mutfağa gitti. O saatler öncesinde uyanıp işlerini halletmişti. Çay koyup annesinin doğramış olduğu patatesleri kızatma tenceresine attı. Yemek işlerinden anlamasa da elinden geldiği kadar yardımcı olmaya çalışırdı genellikle. Kahvaltıkları dolaptan çıkarırken kardeşine seslendi. "Badeeem!"

 

Televizyonun sesinden ağabeyini zor duymuştu. Hızlıca mutfağa geldi. Kahvaltı hazırladığını görünce sırıttı. "Sadece mahallenin değil bizim evin de efesisin."

 

"Boş konuşma da yardım et."

 

Hemen yüzünü ekşitti Badem. "Tersinden mi kalktın bugün?"

 

İskender soruyu cevaplamayıp dolabı ayağıyla kapattı. Elindeki helva ve zeytin kabını masaya koydu. Bahçede yetişen domates ve biberleri yıkamaya başladı. Badem dudaklarını büzüp patateslerin başına geçti. Pazar günü kahvaltılarını severdi. Ancak bugün herkes evde değildi. Babası şehir merkezine, annesi ise kankalarının yanına gitmişti. Onlar kahvaltıyı erken yapmıştı.

 

Arda gelirdi belki. Çağırmamıştı ancak annesi onlara gittiği için hemen evden tüyüp buraya gelebilirdi. "Umarım tek gelir." dedi sessizce. Yoksa kahvaltısı da zehir olacaktı. Diğer günlerinden bir farkı olsaydı bugününün.

 

Mutfağa girdiği gibi masaya oturup zeytin aşırdı Sinan. Herkes sessizdi o da konuşmadı bir süre. Zil çalınca eliyle kapıyı işaret etti Badem'e. "Zil çalıyor."

 

"Duyuyorum." göz devirip kapıya gitti Badem. Sinan arkasından sırıtıp bir zeytin daha aşırdı. Acıkmıştı ve beklerken canı sıkılıyordu. Evdeyken genelde tost yapıp sallama çayla midesine indirirdi. Artık cici annesi her sabah sofrayı donatıyordu. Bu iyi bir şeydi herhalde. Sıcak aile kahvaltıları onun için sadece İskender'lerin evinde vardı. Şimdiki ailesinin kahvaltısı olsa da sıcak değildi. İnsanın bir yarası olunca her yere yansır mıydı böyle? Her âna? Göz devirip dil çıkardı. Kıçına bu meseleyi de takmayacaktı.

 

Badem'in hayalindeki gibi Arda yalnız gelmişti. Kapının önünde biraz şakalaştıktan sonra içeriye girdi. Patates kızartması kokusunu daha eve girmeden aldığı için mutfağa ışınlandı. Arkasında ise haline gülmekte olan bir kıvırcık bırakmıştı. Hülyalı hülyalı kapıyı kapattı Badem. Bazen itiraf etmek istiyor bu yükten kurtulmak istiyordu. Ancak itiraf etmemek için mantıklı bulduğu sebepleri vardı. İlk sebep aşkın karşılıksız olmasıydı. Buna o kadar emindi ki sürekli canı yanıyordu. O da mutfağa gitti. Patatesleri kontrol edip genişçe bir tabağa aldı. Tabağı masaya koyduğu gibi iki çatal tabağa indi. "Açlar." dedi ve elini yıkayıp oturdu.

 

İskender çayları dolduruyordu. Bardakları alıp masaya döndüğünde patatesin yarısı bitmişti. Aklından 'yuhh' gibi bir ifade geçse de dile getirmedi. Diğer bardakları da masaya koyup oturdu.

 

"Keşke Asya'yı da çağırsaydınız." dedi Arda dolu ağzıyla yarım yamalak. Badem'in kaşları çatıldı.

 

"Ben o kızdan kaçıp buraya geliyorum sen çağırsaydınız diyorsun. Seni de çağırmadık ayrıca." baygın bakışlarla Arda'nın elindeki ekmeği aldı Sinan.

 

Güldü Badem. "Haklısın. Çağırmaya gerek yok."

 

"Bence de çağırmayalım." İskender'in bu sözü herkesi şaşırttı. Bir an, dün gece söylediklerinin işe yaramış olabileceğini düşündü Sinan. "Kızın boğazına dizersiniz lokmalarını." diye ekledi İskender.

 

Arda bakışlarıyla İskender'i onaylayıp tepkisine gülümsedi. Kıvırcık ikili ise hoşnutsuzca birbirine baktı.

 

"Niye huysuzsun lan?"

 

"Huysuz değilim."

 

"Belli." dedi Sinan homurdanır gibi.

 

"Bugün, eski günlerdeki gibi takılalım. Sadece dördümüz. O günleri özledim." Badem'in teklifine gülümsedi Sinan.

 

"Eski günlerde napıyorduk ki? Hep bakkaldaydık." dedi İskender isteksizce.

 

"Yine bakkala gidelim ehehh." bakkaldan bir şeyler aşırmaktı onun için bakkal.

 

"Bakkalda olmadığımız zamanlar da oluyordu. Ayrıca cici kardeşim baksın bakkala. Bir işe yarasın." bir gün bakkalda durmuş diye çok iş yapmış gibi 'yorulmuş olabileceğini' söylüyordu babası. Sinan yıllarca aynı şeyi yapmış bir kere bile 'yoruldun mu oğlum, aferin veya dinlen biraz.. ' gibi cümleler duymamıştı. Sinan insan değildi zaten.

 

" Yaa sabıır."

 

"Yine de bakkala gidebiliriz?"

 

"Ardaaaa. Bakkal yok. Unut bakkalı. Birlikte bir şeyler yapacağız."

 

Sinan'ı onayladı Badem. "Aynen öyle."

 

"O zaman denize gidelim. Ama önce bakkaldan yiyecek bir şeyler alalım."

 

"Ulan aklın fikrin yemek. İlla o bakkala sokacan bizi." sinirle söylendi Sinan. Arda dişlerini çakmakla yetindi.

 

Bu plan İskender'in pek hoşuna gitmemişti. Gönlü Asya'yı da yanında istiyordu. Ama bu sefer gönlünün istediği olmayacaktı. Asya gelsin diye ısrar etse onu sevdiğini kanıtlamış olurdu. Sinanlar da yine Asya'nın üzerine gider moralini bozardı. Öyle olmasa bile Asya gelmeyi kabul etmeyebilirdi. Gönlünün her istediği olmazdı zaten. Doyunca masadan kalktı. "Ben kitap okumaya gidiyorum, doyunca toplar yıkarsınız." deyip mutfaktan çıktı.

 

"Ulan işi bize kitledi."

 

"Ben misafirim eheheh siz ikiniz toplarsınız kıvırcık kıvırcık."

 

"Ne misafiri lan! Başlicam sana! Güya sonradan geldin, benden önce patates yemeye başladın!"

 

"Bağırma la. Allah Allah."

 

"Öhhöm, hadi yiyin de hazırlanalım." gülümsedi ve yumuşattı ortamı. Sonunda eski günlerdeki gibi mutlu olacaklardı. Birlikte, Asyasız, mutlu...

 

Masadakilerin birçoğunu silip süpürdükten sonra tuvalet bahanesiyle mutfaktan sıyrıldı Arda. Sinan bu duruma sabır çekerken Badem gülüyordu.

 

" Badeğmm." Sinan'ın tıslaması kızcağızın gülüşünü sonlandırdı.

 

"Ne konuştuğumuzu unutmuşsun herhalde. Hani Asya'ya yakın gibi görünüp ajanlık yapacaktın? Hiçbir şey yapmıyorsun."

 

"Yapacağım ama hemen olmaz ki."

 

"En azından bir yerden başla. Beni onaylama mesela. Merak etme ben tek başıma bütün nefreti taşıyabilirim. Sen dediğimi yap."

 

"Yarın okulda hallederim. Sorun çıkar sadece, ben Asya'yı desteklerim. Böylece göz boyarız. Sonra yavaş yavaş ona yaklaşırım."

 

"Aferin kız. Sen benim kardeşim olmalıydın o iyilik meleği İskender'in değil."

 

Kahkaha attı Badem. "Ben de bazen bunu sorguluyorum. Senle daha çok ortak noktamız var."

 

"Eee süt kardeşiz olacak o kadar."

 

"Aynen hahah."

 

"Senin bu abin Asya'ya abayı yakmış."

 

"Sanki başka kız yok. Kaç tane kız vardı peşinde. Sınıfında da çok güzel kızlar var. Neden yani? Nedeğğn?"

 

"Bilmiyor musun abini? Nerde tuhaf bir şey var gider onu bulur gelir. Gidip en hasta kedileri sahiplenir sonra onlar ölünce yas tutar günlerce."

 

"Yarası yüzünden mi? O kızı o yüzden mi seviyor?"

 

"Muhtemelen. Üzüldü kıza. Sonra biz üstüne gittikçe korumak istedi. Niye koruyorsun diye de üstüne gittik. O zaman da farklı şeyler düşünmeye başladı. Bizim yüzümüden oldu her şey."

 

"Ne yapsak ki?"

 

"İş işten geçti artık. Ama bir gün o da anlayacak bizi. O kızdan olmayacağını anlayacak."

 

"Ya o kız da abimi severse? O zaman ne olacak?"

 

"Aslında diyorum ki Yavuz'la Asya'nın arasını yapmaya mı çalışsak?"

 

"Yuhh, onu nasıl yapacağız?"

 

"Orayı ben hallederim. Biraz düşüneyim de."

 

"Abim üzülmez mi peki? Ya gerçekten seviyorsa? O zaman üzülür işte."

 

"Sonradan üzülmesinden iyidir."

 

"O da doğru."

 

"Neyse, bugün eğlenmemize bakalım." Sinan gülümseyince Badem de gülümsedi. Planlarının işe yarayıp yaramayacağını zaman gösterecekti. Kimi kırıp dökeceklerini ve pişman olup olmayacaklarını da...

 

💗

 

Belki Asya'yı görür umuduyla Arda'yla birlikte bakkala girdi İskender. Umduğu gibi olmadı. Bugün bakkala Güven bakıyordu. Arda rafların arasını turlarken İskender amcası sayılan adamla selamlaştı.

 

"Nasıl gidiyor? Çok ders çalışıyor musun İskender?"

 

"İyi gidiyor. Çalışıyorum olduğu kadar."

 

"Çalış çalış aferin. Yaparsın sen akıllı adamsın."

 

"Sağ ol Güven amca." hafif bir gülücük çıktı dudaklarının arasından.

 

" Dün Asya'ya yardımcı olmuşsun. Sağ ol oğlum."

 

"Ne demek. Her zaman." ses tonu yumuşamış dudakları kıvrılmıştı.

 

"Nereye gidiyorsunuz?" diye sordu Güven.

 

"Denize. Asya evde mi? Belki o da gelmek ister." dayanamadı daha fazla. Belki bir ihtimal gelirdi. En azından onun hakkında bir malumat edinirdi.

 

"Evde olsa sizinle yollardım ama anneannesine gitti."

 

"Anladım." Gelememesine üzülse bile 'En azından Mehlika teyze sevinmiştir.' diye aklından geçirdi. Böylesi daha iyiydi. İskender hariç herkes mutluydu işte. O da alışkındı böyle durumlara.

 

Arda kucakladığı cipsler, içecekler, kuru yemişler ve çikolataları kasanın üzerine koydu. Güven hepsini poşetledi. İskender'in uzattığı parayı reddederek onları bakkaldan zor bela gönderdi.

 

💗

 

Sahilde gülerek koşturan, birbirlerini suyla ıslatan ikilinin arasındaki ilişkiyi kimse arkadaşlık dışında bir şeye yormuyordu. Birlikte büyümelerinden ziyade Arda'nın çocuksu tavırları aksi bir düşünceye engeldi. Aralarına herhangi bir insan girmese Badem hislerini itiraf etmeden, bu şekilde Arda'yla birlikte sonsuza dek mutlu yaşardı. Şu an da hâlinden çok memnundu. Arda'yı denize itti. Arda birkaç adım gerileyip dengesini korudu. Sonra gülerek Badem'i yanına çekti.

 

"Yüzme yarışı yapalım."

 

Arda'nın teklifine gülümsedi "Olur. Kaybeden ceza alır."

 

"Oooo tamam. Eheh hadi." su derinleşene kadar yürüdüler. Bellerine ulaştığı noktada kendilerini suya bırakıp yarışa başladılar.

 

O sırada Sinan suyun altında nefes tutma denemeleri yapıyordu. Her seferinde birkaç saniye daha fazla olması için kendini olabildiğince zorluyordu.

 

İskender ise kumlara çökmüş, kollarını dizlerine dayamış ufukları gözlüyordu. Anıları izleyen ve onları kaydeden bir dış unsur gibiydi. Anın duygusunu sezip tuhaf bir buruklukla gülümsüyor, yaşamıyordu. Dışındaydı her şeyin. Okuduğu zaman kitabın dışında, izlediği zaman filmin dışında, nefes aldığındaysa hayatın... Nasıl dahil olabilirdi acaba? Belki de bir yazar gözüydü bu. Her şey her an yazılmaya müsaitti. Değer miydi? Tartışılır.

 

Asya olsa yaşar mıydı onunla? Onun yanındayken de onu izleyen, kendi kendine hislenen bir dış unsurdu. Belki hisleri karşılıklı olsa... Yine de o varken farklıydı.

 

Sudan ilk Badem çıkmıştı. Kazandığı zaferle birkaç kez zıplayarak Arda'ya döndü. Arda sırıtarak ıslak saçlarını geriye doğru bastırdı.

 

"Cezam ne deniz kızı?"

 

"Henüz düşünmedim. Hahahah canına okuyacağım."

 

"Çı çı çı insaf et kız."

 

"Sana neler edeeceğiiim, bir yeriiine bin cezayla hakkından geleceğim seniin." neşeyle şarkı sözlerini mırıldandı.

 

"Saçların ıslakken çok değişiksin. Yüzün büyümüş."

 

Saçlarıyla derdi bitmiyordu bu çocuğun. "Sen cezana ayarla kendini."

 

"Hazırım ben çoktan." kumlara uzanıp kollarını başının altında birleştirdi. Gözlerini kapatıp kendini güneşin insafına bıraktı. Yamuk sırıtışına rağmen masum görünüyordu.

 

'Sarı bebeğim' diye aklından geçirdi Badem. İnce telli ıslak sarı saçları okşamak istiyordu. Yanına oturdu. Göz ucuyla saçların sahibine bakıyor yakalanma ihtimaline karşı tetikte bekliyordu. Onu sevmek zordu. Diğer erkekler gibi değildi. Masumdu ancak ciddiyetsizdi. Seni seviyorum dese 'saçmalama oyun oynayalım' cevabını verebilirdi. Bakışlarını denize kaydırıp iç çekti.

 

İskender, omzunda hissettiği yumrukla yüzünü buruşturdu. Sinan'ın geldiğini ancak bu şekilde hissedebilmişti. "Hayırdır? Yine dalmışsın uzaklara. Boş bırakmaya gelmiyorsun. Gören de âşıksın sanacak."

 

"Yine mi aynı mevzu? Sabah akşam darlıyorsun." dedi İskender bıkkınlıkla. Sinan sürekli bu konuyu açmayı bırakacaktı ancak laf dilinin ucuna gelince esirgeyemiyordu.

 

"Sen de sürekli dalma."

 

"Canım sıkkın."

 

"Neden?" o kız yüzünden olduğuna emindi.

 

"Bilmiyorum. Sebepsiz belki."

 

"İlla ki vardır bir sebebi."

 

"Boşver."

 

"Neyse zaten benim de canım sıkkın."

 

"Neden?" dün de anlatmamıştı zaten.

 

"Bilmiyorum, sebepsiz belki." dedi imayla.

 

"Hey Allahım."

 

"Boşver."

 

"Dün de anlatmadın. Söyle hadi. Ne oldu?"

 

"Geçmiş mevzular depreşti o kadar."

 

"Dün niye bahsetmedin o halde?"

 

"Çünkü beni sinir ettin."

 

"Sen beni daha çok sinir ettin."

 

"Unutalım hepsini eski günlerdeki gibi takılmaya geldik buraya."

 

"Ama ben eski günlerdeki gibi değilim."

 

"Ne değişti?"

 

Derin bir nefes alıp tekrar ufuklara yöneltti bakışlarını. "Büyüdüm..."

 

💗 

 

Geç kaldım... Ahh o yüzden koşturuyorum ya. Dün gece ananemde kaldım ısrar edince. Sabah da uyandırmaya kıyamadım diyor. Kıyamayacak başka mevzu mu yoktu? Ama hakkını yemeyim bana çiçek gibi bakıyor. Annemden daha ilgili ve sevgi dolu. Öğle yemeğimi bile sabahtan hazırlayıp çantama koyuyor. Bir de patates kızartıyor üşenmeden.

 

Okul çantamı yanımda götürmüştüm, ödevi son güne bıraktığım için. Ancak eksik kitaplarımı almak için diğer eve uğrayınca iyice geç kaldım. İkinci ders çoktan başlamış da bitiyor. Neyse dersin ortasında girmedikten sonra sorun yok. Üçüncü derse girerim. Aynen. Yavaşlayabilirim. Zaten geç kaldın arabayla gitsen bile değişmeyecek. Bisikletimi kilitlemiştim, anahtarı kaybettim. Daha doğrusu nereye koyduğumu hatırlamıyorum. Böyle anlarda da beynim çalışmıyor. Canım beynim.

 

Okula girdiğimde teneffüs zili çaldı. Sınıfta nefeslenebileceğimi düşünerek merdivenleri tırmandım. Bir köşede öğretmenin sınıftan çıkıp gözden kaybolmasını bekledim. İstediğim olunca sınıfa girdim. Orta sırada oturmayı sevmem ama sonradan gelen insanlara nereyi sevip sevmediği sorulmaz. Sıraların arasındaki boşluktan kendi sırama gidecektim ki bir bacak kendi sırasından karşısındaki sıraya doğru uzandı. Bakışlarımı önümü kesen kişiye çevirdim.

 

Sırıtan bir lahana turşusu, ne kadar da tanıdık. "Selamsız sabahsız nereye cicci kardeşim." dediğiyle göz devirdim, cici kardeşmiş.

 

"Çek şu bacağını yoksa canının acısından çekemeyeksin." zaten geç kalmışım.

 

"Diğer taraftan git. Bak o tarafta da yol var. Keyfimi bozma hadi narş." sabret de vurma şuna şimdi.

 

"Kardeşim çek şu bacağını diyorum. Yolumu kesen sensin bir de keyfinden bahsediyorsun. Başlicam senin keyfine."

 

"Kızım seninle uğraşamam git öte taraftan."

 

"Lan yolumu kesen sensin."

 

"Sinan rahat bırak kızı." Badem'in söylediğine şaşırmadan edemedim. Rahat bırak şunu veya uğraşma şununla demesi gerekmez miydi?

 

Yüzüne tekrar o sinir bozucu gülüşü yerleşti. "Peki."

 

Onayladığı için önüme döndüm. Bacağını çekeceğini sanıyorken diğer ayağıyla diz kapağımın arkasına vurunca bacağım büküldü. Kendimi toparlayamadan önümdeki bacağına takılıp yere yapıştım. Sınıfta olan herkes kahkaha atarken yerde yaşadığım sinir krizini tahmin etmişsinizdir.

 

Badem gelip kalkmama yardımcı oldu. Tuhaf. "İyi misin?" diye sordu endişeli bir sesle. Ne değişti ki? Ona bir tepki veremeden çatık kaşlarımla Sinan denen yaratığa döndüm. O kadar keyifli gülüyordu ki ellerim kendiliğinden yumruk oldu. Dişlerimi sıktım, gözlerim kısıldı. Henüz sırasının içine almadığı bacağına tekmemi geçirdim ve inlemesini zevkle dinledim. "Kızım... Ahh! Seni mahvedicem!" o böyle bağırırken tüm sevimliliğimle gülümseyip yerime geçtim. Ne biçim bir varlık görüyorsunuz değil mi!?

 

İntikam almadım ya şımardı iyice. Ama o gün gelecek. Acımayacağım.

 

Arda elinde yarısı yenmiş abur cuburlarla sınıfa girdi. Niye kilo almıyo ki? Sürekli yiyor. Şanslı galiba. Ve yüzünde sürekli gülümsemeye hazır bir ifade var. Onun gibi olmak isterdim. Terk edilmesine rağmen gözlerinin ışıltısı sönmemiş. Onu korumayı başarmış. Çocuksuluğundan bir şey kaybetmemiş. Ya ben? Benim durumum farklı ama onun kadar güçlü değilim sanırım. Yeni bir güne uyanmak bile çile bana. Önemi yok. Amacın belli. O ışıltının olmaması gerek. Hayata tutunmak için bir sebebin olmamalı.

 

💗

 

Öğle yemeğimi yine bahçede yiyip bugün hiç karşılaşmadığım İskender'in sınıfına çıkmaya karar verdim. Ona vermek istediğim bir şey var. Daha doğrusu göstermek istediğim. Mesaj atmak istemedim, sanırım onunla sohbet edesim var. Sınıfından pek emin değilim ama B sınıfındaydı diye hatırlıyorum. Eğer orada değilse geri döneriz ne olmuş.

 

Birkaç kat çıktıktan sonra B sınıfının önüne geldim. Kapısı aralık olmasa içeriye girmem daha zor olabilirdi. Yani herkes kapı sesine döner tuhaf tuhaf bakardı. Ama şimdi beni pek kimse fark etmedi. İskender en arka sırada, sırtını duvara yaslamış kitap okuyordu. Sınıftaki birkaç kişi beni fark edip dediğim gibi baktı. Hedefime yöneldim. Yanına kadar gittiğimde bile beni fark etmedi. Bölmesem mi acaba? Böyle bir tutkuyu bölmek haksızlık olur. Boşuna mı çıktım lan o kadar merdiveni?! Bölünürse bölünsün. De.. Nasıl böleceğim?

 

"Öhhömm.. Efe." Efe mi? Diyesim geldi işte boşversene. Bakışlarını bana kaldırdı. Onu rahatsız ettiğim için şaşırmıştı.

 

"Asya.." kitabını kapattı. Masasının üzerine koyup toparlandı.

 

"Bir şey söyleyecektim."

 

"Dinliyorum... Yani şey otur. Ya da bahçeye çıkalım."

 

"Oluur. Çıkalım. Kantine de uğrarız." aslında çok da önemli bir şey söylemeyeceğim ama üst sınıfların arasında olmak pek güzel değil. Gülümseyip yerinden kalktı.

 

"Hayırdır İskender? Ne iş? Bu yanındaki kız kim?" bakışlarımızı aynı yöne çevirdik, imayla bize bakıp göz kırpan kumral çocuğa.

 

"Sinan'ın kardeşi o Ahmet. Bir iş yok." diye cevapladı rahatsızca.

 

"Sinan'ın kardeşi mi varmış?"

 

"Sana ne kardeşim bak işine." terslenmemle sırıttı.

 

"Şimdi inandım Sinan'ın kardeşi olduğuna. Aynı o."

 

"Ya sabııır." benim nerem benziyo ona acaba? Ben kimseyi sebepsizce yere düşürmüyorum. Ahmet'e yan bir bakış atıp sınıftan çıktım. Göz devirmekten rulete dönecektim ki o yumuşak sesi duydum. "Asya"

 

"Hadi inelim." dedim düzelince. Başıyla onayladı ve önden gitmem için yolu işaret etti. Kibar ama ben kibarlığa da gelemiyorum. Geliyorumdur belki ama bu çeşitine hayır. Bu yüzden koluna girdim ve öyle ilerledim. Hızlı adımlarımı gören İskender'i kaçırıyorum sanacak. Hahahah. Yanlış anlayanın yüzüne tekme atarım. İskender benim için güvenilebilecek bir arkadaş. Kötü bir düşüncesi olduğunu zannetmiyorum.

 

Kantine uğramadan bahçeye çıktık. Şimdi doludur zaten orası. Hiç gürültü çekemem. Gelene kadar ne tek kelime etti ne de kolumdan çıktı. Banklar da dolu olduğu için çimenlere oturduk. Gözlerimi yeşillikler ve etraftaki diğer varlıklardan ona çevirdiğimde hâlime güler gibi bir ifadeye sahipti. En iyisi direkt konuya gireyim. Ya da önce hâl hatır mı sorsam? Ben neydim arkadaşlar? Düz insan.

 

"Bir şey gördüm de. İlan aslında. Panoda da var. Fotoğrafını çektim. Tam senlik bence. Bir de kitaptan hiç okudun mu, beğendin mi diye soracaktım." düzün düzü.

 

"Ne ilanı? Kitabı okudum tabi ki. Konuşabiliriz."

 

"Harbi mi? Baya hızlısın. Nasıldı?"

 

"Üslubu yine hoşuma gitti. Fakat bahsettiğim kitabın konusu daha çok ilgimi çekmişti. Ama genel olarak beğendim."

 

"Tavsiye eder misin?" bu soruyla gerçekten beğenip beğenmediğini anlayabilirim.

 

"Sana etmem."

 

"Nedeğn?" neden bana etmiyor?

 

"Senin hoşuna gitmeyebilir."

 

"Nerden biliyorsun ki? Belki gider." hıı okumaya çalışıp acı çektiğimi sadece ben biliyorum bir de mevlam.

 

"İçinde onaylamadığım bazı şeyler var. O yüzden okumaman daha iyi."

 

"Onaylamadığın? Ne gibi?"

 

"Ahh böyle dedim diye iyice merak ediyorsun şimdi."

 

"Ne var lan aldığım kitapta? Tövbe tövbeeee." sapık bir şeyse rezil kepaze oldum. Ulan bilmediğin kitabı ne diye hediye edersin ki?! Bildiğin kitap mı var gerizekalı! Benim aldığım kitap anca bu kadar olur işte. Kapağına ve ismine bakarak aldığın kitaptan ne çıkar? Rezillik.

 

" Sandığın gibi bir şey değil. Yani çok kötü bir şey değil ama onaylamıyorum."

 

"Olum dümdüz söyle beni hasta etme." gerçek yüzüm böyle benim. Yok lan İskender'le kibarım normalde. Ama bugün sinirim bozuk işte

 

"Boşver Asya."

 

"Konuşabiliriz demiştin."

 

"Konuşuyoruz ya."

 

Yan bakışlarım ve nefes verişim kahkaha atmasına sebep oldu. Herkes beni sınıyor. Niye hemen bu kadar sinirleniyorum onu da bilmiyorum ki! Aman be anlatmazsa anlatmasın. Demek ki iyi kitap seçememişim işte. Kitap hastası bir insana kitap almak belki de doğru bir karar değildi. Keşke kitap okuma ışığı alsaydım. Beğenmek zorunda kalırdı. Asya sen hediyeni alıp kurtuldun, beğenip beğenmemesi önemli mi? Sen aldın verdin sonra ne olursa olsun. Hem ben ismini beğendim hıh. Hıh mı? Saçmalamayınız lütfen.

 

"Neyse. Boşver kitabı. Öykü yazma yarışması varmış. Tam senlik. Yarışmaya katıl bence. Bunu diyecektim. Konu serbest. Dur ilanı göstereyim." telefonumdan ilanının fotoğrafını açıp İskender'e uzattım. Telefonumu yavaşça alıp birkaç dakika sessizce inceledi. Yazmam derse döveriz.

 

" Bir hafta kalmış. Yazabilir miyim ki?"

 

" İstesen bir günde yazarsın."

 

"Öyle olmuyor işte."

 

"Nasıl olmuyor ya?"

 

"Konuyu seçemem, ne yazacağımı bilemem, ilhamın ne zaman geleceği de belli değil."

 

"Ohoooo. Yüzyıla yazamazsın böyle düşünürsen."

 

"Sadece yazmak için yazmak istemiyorum."

 

"Olum altı üstü bir konu seçecen, zaten yazarsın yani yazıyorsun hep. Yazarsın hemen."

 

"Madem kolay dediğin gibi sen de katıl yarışmaya."

 

"Yok artık. Ben. Ben mi yazacağım? Ben ne biliyorum da ne yazacağım? Unut o işi." telefonumu geri aldım.

 

"İlla ki bir şeyler biliyorsundur. Hem öykü yazacaksın profesör olmana gerek yok."

 

"Sana yaz diyince mırın kırın ediyorsun ama bana sıra gelince prıfısır ılmını girik yok."

 

Tekrar güldü. "Sen yazarsan ben de yazacağım. Söz."

 

"Ben yazamam olum."

 

"Dene bence." en son bir şeyler yazdığımda yine bir sınavdaydık. Yok ben beceremem. Ama ben yazarsam o da yazacak. Öylesine bir şeyler yazsam en azından onu yarışmaya katmış olurum. Aynen. Ne yazdığımın önemi yok.

 

"Tamam. Ben de yazacağım." dedim kararlılıkla.

 

"Biz de sözümüzü tutalım öyleyse." gülümsemesine karşılık gülümsedim. İyi çocuk ya. Tam bir beyefendi. Ya da tam bir Efe. Efe efe efendi. İsmi İskender Asya onun.

 

"Naabeeer." yanımıza çöken kıvırcık hanım bakışmamızı böldü. Diğer yanıma da sarı püskül oturunca toptan bağlantımız koptu.

 

"Napıyonuz?" diye sordu ağzına yaklaştırmakta olduğu krakerine rağmen. Arda hep böyle. Ya bir şeyler yemekte, ya hayalini kurmakta ya da yemek üzere.

 

"Oturuyoruz belli değil mi?" saçma sorulara tahammülü yok İskender beyimizin. "Sinan nerde?" ama kendisi sinir bozucu sorular sorabiliyor.

 

"Nerde olacak kız peşinde." dedi Badem. Reddedilir inşallah.

 

"Hey Allahım. Bu kaçıncı?"

 

"Sonuncu olmadığı kesin." Badem'in söylediğiyle Arda gülme krizine girdi. Güzeller. Yan yanayken beğeniyorum onları. Yani grupça güzeller. Benim yerime Sinan olmalıydı burada. Neyse bana ne.

 

"Sizce Arda'ya ne ceza versem? Dün biraz yenildi de." Arda'nın gülüşü yavaş yavaş silinirken Badem'in dudakları kıvrıldı.

 

"Ona en büyük ceza açlık. Yemeği yasakla."

 

"Nee etme eyleme İskender gardaşım. Ben sana gardaşım diyim senin dediğine bak. Beni yemekten ayırma da ne yaparsan yap Badem şekeri."

 

"O zaman beni sırtında taşı." Badem neşeyle yerinden fırladı. Bu kız bana garip geliyor. Ben varken bu kadar neşeli olmuyordu. Arda Badem'e arkasını dönüp diz çöktü. Badem sırtına atladığı gibi doğruldu ve koşmaya başladı. Badem'in çığlıkvari gülüşü kulaklarımızı doldururken İskender yine bana odaklandı.

 

"Dün anneannende kalmışsın. Nasıl geçti? Özlemiştir o da seni."

 

"İyiydi. Ben zaten ödev yaptım o da sürekli meyve falan soydu. Annemden daha iyi."

 

"Seni çok seviyor. Gidiyorsun diye üzülüyordu."

 

"Bilemiyorum. Niye sevsin ki beni?"

 

"Torunusun."

 

"Önceden de öyle değil miydim?"

 

"Bazı olaylar engel olmuş olabilir yani onun açısından da düşünmek gerekir."

 

"Benim için sadece benim açım var. Başkasının açısıyla uğraşamam." benim için sadece benim acım var. Kimsenin açısında da o acı yok. Olacağını da sanmıyorum. Olmasın da zaten.

 

"Konuş bence onunla. Eminim yaptığı hiçbir şeyin seninle ilgisi yoktur."

 

"Eğer isteseydim konuşmak konuşurdum."

 

"Sadece tavsiye veriyorum neden hırçınlaşıyorsun?"

 

"Bugün zaten ters bir gün sen de olmayacak şeyler söylüyorsun."

 

"Anladım sen gününde değilsin."

 

"Ehh yani."

 

"Ama söylediklerim olmayacak şeyler değil. Bir şansı hak ediyor bence anneannen."

 

"Zorlama beni."

 

"Peki Asya." bakışlarını yere eğdi. Çimenlerle oynamaya başladı. Kötülüğümü düşünmediğini biliyorum. İçimdeki duyguları da net aktaramıyorum. Kendim bile kabul edemiyorum bazı şeyleri nasıl dile getireyim. Eğer şans vermesem onda kalmaya gitmem. Pek şans gibi de değil ama... Annemden daha iyi bir tercih. Offff

 

Kafam karışık, yapmam gerekenleri yapmıyorum. Uslu çocuğa döndüm, ideallerimi unuttum. Neden böyle oldu? Geri dönebileceğime olan inancım kayboldu. Savaşı kayıp mı ettim? İnsanlara mı alıştım? İskender yüzünden. O bana yaklaştıkça ben de ona yaklaştım. Hata ettim. Alışmamalıydım. Güvenmemeliydim. Duvarlarımı yıkmamalıydım. En kısa zamanda o intikamı almalıyım. Sonra da annemi ve yeni kocasını delirtmeli sorun çıkarmalıyım. Hata ettim.

 

Sessizce kalktım çimenlerden. Ve arkama bakmadan uzaklaştım. Arkana bakarsan hata edersin Asya. İnsanlara alışır ve güvenirsen hata edersin. Arda'nın dediği gibi olur, kaybedersin. Benim babam burda bile değil. Benim burda ne işim var? Onların bana biçtiği hayatı kabullenmemeliyim. Kimseyi sevmemeli kimseye alışmamalıyım. Buradan nefret etmeliyim. Kabullenmemeliyim! Kabullenmemeli!

 

💗💗

 

Tatlı yorumlarınızı bekliyorum. Yorum okumak istiyor bu gözler.

 

Günlerim yoğundu pek bölüm yazamadım kusura bakmayın, üzerinden zaman geçince de insan ne okuduğunu unutuyor. Sizi anlıyorum, belki de sıkılıyorsunuz öyle olunca. Fakat bundan sonra daha erken paylaşmaya çalışacağım, bayram yoğunluğu geçsin hele bir.

 

Fark ettim ki ben Asî İkizler'i özlüyorum ama bir daha geri gelmez eski günler. O kitabı okurken saçma bulduğum o kadar çok yer var ki hshshsh ama onunla huzur bulmuştum o zamanlar. Gece gece niye bunları anlatıyorum Allah bilir. Bazen aklımdan geçeni direkt yazıyorum buraya hshshs.

 

Dertli değilim ama yorgunum bu aralar kız bu ev işleri hiç mi bitmez arkadaş!? Birini yapıyosun ötekisi göz kırpıyo. En iyisi hiçbir şey yapmamak. 😂 Kitap bile okuyamıyorum doğru düzgün kafayı sıyıracam. Ramazan da geldi geçti hemen.

 

Yarın erken kalkmam gerekecek ama geç yatmak bende yapışkanlık yapmış.

 

Bölüm hakkında soru soramadım yine boş konuşasım gelmiş. Ama size şunu sormak istiyorum; ilerleyen bölümlerde neler bekliyorsunuz? İskender ve Asya veya Sinan ve Asya arasında ne gibi sahneler arzu edersiniz?

 

Özellikle de Sinan ve Asya hakkındaki düşüncelerinizi merak ediyorum.

 

Badem & Arda hakkındaki görüşlerinizi de alabilirim efenim.

 

Hepinize bolca sevgi 💐

 

 

Bölüm : 30.03.2025 00:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...