15. Bölüm
Yıldız Akyürek / Yağmurun Yıkadığı Gülüşler / Güz Yaşları

Güz Yaşları

Yıldız Akyürek
yildiz_sena

Selamlar,

Tatlı okumalar 💫

 

🍂🍂🍂

 

Ağaçlar ilk yapraklarını dökmeye hazırlanıyordu. Sıcak rüzgar yanağını okşadı. Yüreği pır pır ediyordu beklerken. Heyecanla defteri elinde sağa sola yürüyordu. Bisikletle yaklaşan Asya'yı görünce gülümsedi. Yanağında minik bir çukur oluştu. Asya bisikletini ağacın birinin dibine bıraktı ve İskender'e yaklaştı. Gözlerindeki hüzün ve ıslaklık İskender'in gülümsemesini soldurdu. Asya o an gözlerini kaçırdı.

 

"Asya.." bir adım daha yaklaştı Asya'ya. Çenesinden tutup bakışlarını kendine çekti. "Ne oldu?" Hüzünlü gözlerin derinliği yutkunmasına sebep oldu. Asya tekrar bakışlarını kaçırıp yere çöktü.

 

"Hiiç. Ne olacak? Otursana hikâyelere bakalım. Yazdım ama saçma sapan bir şey oldu." geçiştirişi İskender'in hiç hoşuna gitmedi. Asya'nın yanına oturup sağa sola çevirdiği kâğıdı elinden aldı.

 

"Bir şey olmuş söyle işte. Yine kalbini mi kırdılar?" içi titredi, sesine de yansıdı.

 

"Hayır."

 

"Asya.. Lütfen."

 

"Ya İskender.."

 

"Seni böyle üzen nedir? Okuldan çıkarken böyle değildin. Evde mi bir şey oldu? Sinan mı?"

 

Başını iki yana salladı. Gözleri yine dolunca onları devirdi. "Normalde duygusal biri değilim." elini bağrına götürdü. "Böyle içime bir şey oturdu."

 

İskender dayanamayarak elini Asya'nın omzuna koydu. Sevdiği için acı duyduğu yüzünden belliydi.

 

"Erkeklerin de kalbi varmış." duyduğuyla kaşları hafiften çatıldı.

 

"Ne?!" diye şaşkınlığını belirtip anlamsız bir ifadeyle Asya'ya baktı.

 

"Erkeklere taş kalpli diyordum ama... Onlar da sevebiliyormuş. Babamı ayrı tutuyorum tabi yanlış anlama."

 

"Asya.. Gerçekten kalbimiz yok mu sanıyorsun?"

 

Asya bu sefer ağlamaklı oldu "Varmış."

 

'Allah Allah ne tuhaf bir dert böyle.' dedi içinden. Yavaşça sevdiğinin sırtını sıvazlamaya başladı.

 

"Ben buraya gelmeden.. Yaşlı bir amca yolda bir şey sordu bana. Daha doğrusu gözleri iyi görmüyormuş telefonuna son arayan kişiyi kaydettirdi. Sonra uzun uzun dua etti bana. Eşini yeni kaybetmiş, ondan bahsederken ağlıyordu az daha. Yani ağladı aslında ama göz yaşı akmadı... O kadar gerçek bir hüzündü ki içime oturdu." elini yumruk yapıp kalbine bastırdı.

 

İskender kendisini o kadar çaresiz hissediyordu ki. Onun böyle üzülmesine dayanamıyordu. Dişlerini sıktı, eli yumruk oldu. Dayanamadı yine Asya'yı göğsüne çekti. Öyle sırtını sıvazlamaya devam etti.

 

" Niye böyle ki? Niye böyle İskender? Niye en sevdiklerimizi kaybediyoruz? Hiç ağlayan yaşlı amca gördün mü? Bir şey de yapamadım. Her şey geçici biliyorum ama bu kadar acı vermek zorunda mı? Bazen dayanamayacakmışım gibi hissediyorum keşke bir bıçak kalbimin ortasına inse de bitse her şey. Yaşamak daha acı..." cümleleri İskender'i sarsarken son cümlesi zihninde birkaç kez yankılandı.

 

İskender'in diyecek neyi vardı ki? İçi parçalanıyordu. Çaresizlik tüm zerrelerini sarmış, dili tutulmuştu sanki. Bu derdin dermanı yoktu. Ona sarılmak ve sırtını sıvazlamaktan fazlasını yapamıyordu. Ne kadar hassastı kollarındaki. Duygusuz numarası yapan kanayan bir kalpti.

 

Toparlayamıyordu kendini, bu sefer toparlayıp İskender'in kolları arasından çıkamamıştı. Gözünün önünden gitmiyordu ihtiyarın hüznü. Dakikalarca sessiz gözyaşları döktü dostunun göğsünde. Ayrıldığında bile gözlerindeki buğu gitmemişti. Acılı yorgun bakışları çimleri gezdi. Hikâyelerini konuşmak için parktaki ağaçlıkta buluşmuşlardı ancak dağılmıştı içi dışı. Kesik kesik nefesler verdi.

 

Çaresiz bir gözyaşı da İskender'in yanağından süzüldü. Asya bu gözyaşını fark edince parmaklarıyla yanağındaki ıslaklığı sildi. Her şeye rağmen gülümsedi. "Teşekkür ederim İskender. Dostluğun çok özel. İyi ki seni tanımışım. İlk başlarda seni çok ittim ama arkadaşlık kazandı. Gerçekten çok iyi bir insansın. Bütün ön yargılarımı kırdın. İyi insanlar da varmış diyebiliyorum sayende. Bu çok büyük bir şey. Bir gün iyilik kazanacak."

 

Kalbini okşayan cümleler yine gamzesinin çıkmasına olanak sağladı. En azından bir şekilde hayatına, kalbine girebilmişti. Arkadaş da olsa yakındı ona. Daha da yakın olmak istiyordu ama şu anki duruma şükretmesi gerektiğinin farkındaydı. Fakat yetmiyordu işte. Daha sıkı sarmalıydı onu, belki öpmeli okşamalıydı saçlarını. İçine çekmeliydi kokusunu. Kalbinde çiçeklerle taşımalıydı onu. Bütün dünyadan korumalı, gözyaşını daha akıtmadan yakalamlı, güldürmeliydi yüzünü.

 

"Ne demek. Ben de seni iyi ki tanımışım Asya." çok içten cümlelerdi. Yoğun ve inanç dolu. Eli cebine gitti. Şimdi vermezse daha sonra cesaret edemeyebilirdi. Belki de ederdi ancak şu an tam zamanı gibi hissediyordu. Cebindeki minik kutuyu çıkarıp Asya'ya uzattı. "Senin için."

 

"Benim için mi?" gözleri küçük mavi kutuya kaydı.

 

"Evet, senin için." alması için heyacanla bekledi.

 

"Neden aldın ki? Zahmet etmeseydin." Asya mahcubiyetle İskender'e baktı.

 

"Sen alırken iyiydi. Böyle yaparım işte seni."

 

"Ey Allahım ya. Ben sana hediye al diye hediye vermedim ki."

 

"Biliyorum. Ama bunu kabul et lütfen."

 

Asya kutuyu yavaşça elinden aldığında derin bir nefes aldı. Fakat içindeki heyecan yatışmadı. Kız kutudan üzerinde sanatsal bir yazıyla A harfi bulunan kalbi çıkardı. Kalbe bağlı olan gümüş zincir kutunun süngerinin altından eline doğru süzüldü.

 

İskender şimdiden yanlış anlaşılmamak için kendini ifade etmeye çabaladı. "O kalp açılıyor. İçine fotoğraf koymak istersin belki diye düşündüm. Yani babanın künyesi varken bunu takmazsın ama onun fotoğrafını içine koyabilirsin." sözlerinden sonra tedirgin bir şekilde Asya'nın yüz ifadesine baktı.

 

Burukça gülümsedi Asya. "Teşekkür ederim. Çok düşüncelisin."

 

"Rica ederim. Beğendin mi?"

 

Asya gülerek gözlerini İskender'inkilerle birleştirdi. "Senin, benim hediyemi beğendiğinden daha çok beğendiğim kesin."

 

"Öyle de deme canım. Ben de çok beğendim senin hediyeni."

 

"Hımm tabi tabi."

 

"Asyaa ciddiyim."

 

"Tamam tamam bir şey demiyorum."

 

"Kolyeyi takmana yardımcı olabilirim. Yani eğer takmak istersen..."

 

"Fotoğrafı koyduktan sonra taksam daha iyi olur."

 

Başını salladı. "Eğer takmak istemiyorsan üzülmeyim diye şey yapma. İkisini birlikte takmak istemezsin belki."

 

"Yoo takarım. İkisi birlikte olsa da olur. Hem belki babamın künyesi zarar görmesin diye onu saklayabilirim."

 

"Sen daha iyi bilirsin." gülümsedi.

 

"Teşekkür ederim. Gerçekten çok düşüncelisin."

 

"Ne demek."

 

Asya kolyeyi tekrar kutusuna koydu. "Şimdi hikâyelerimize bakalım."

 

"Olur."

 

"Ama benimki çok saçma bir şey oldu şimdiden söyleyim."

 

"Okuyalım da bir." Asya'nın kâğıdını kendi defterinin üzerine koymuştu. Kâğıdı alıp kendi defterini Asya'ya uzattı.

 

"Yazımı belki okuyamazsın İskender. Yani şey yapma..." hikâyesine hiç güvenmiyordu ve onu yazarın teki okuyacaktı.

 

"Okurum merak etme. Ben alışkınım her türlü yazıya."

 

"Ama İskender..." madem okutmaya böyle isteksizdi ne diye gelmişti buraya. Böyle düşününce konuşmaya devam etmedi. İskender'in defterini alıp ipin ucundan tutarak gerekli sayfaya ulaştı. Cümleler kusursuzca birbiri ardına akıyordu. Hayranlıkla bir çırpıda okudu hikâyeyi. Ağzı açık kalmıştı. Birkaç dakika okuduklarını sindirmek için bekledi. Sonra hızla İskender'e döndü. Hâlâ kendi hikâyesini okumakta olduğunu ve hafiften sırıttığını gördü. Rezil olmuştu yine. 'Neyse önemli değil.' diye aklından geçirdi. Zaten İskender'in yarışmaya katılması için yazmıştı. Ona bu kadar iyiliği borçluydu.

 

İskender gülerek bakışlarını kaldırdı. Gözleri buluştu. "Çok tatlı." dedi Asya'nın gözlerine dalarak.

 

"Ata binmeyi hayal ediyor ama atlardan korkuyor. Saçma aslında. Yani aklıma ilk geleni yazdım." bir çırpıda söyledi bunları.

 

"Çok tatlı Asya."

 

"Asıl seninki tatlı. Yani harika. Şaheser gibi. Kesin birinci olursun. Neden bu kadar iyi yazabiliyorken kendini geri çekiyorsun?"

 

"Teşekkür ederim. Elimden geleni yapmaya çalıştım."

 

"Elimden gelen diyor ya. Deli mi ne." Son dediği İskender'i güldürdü.

 

"Kesinlikle yarın o yarışmaya başvuruyoruz ve birinci oluyorsun. Ödül de az değil yani yirmi bin. Kendine istediğin kadar kitap alırsın. Ya tamam belki istediğin kadar olmaz ama bir sürü kitap alabilirsin. İki yıllık kitap ihtiyacın karşılanır." gülüşü şiddetlendi.

 

" Ciddiyim. Gülme lan. Efeee!"

 

" Oo tamam Efe dediğine göre... Hahaha."

 

" Ulan. Haksız mıyım? Kazanırsın işte."

 

"Belki de sen kazanacaksın. Neden öyle söylüyorsun?"

 

"İmkansız."

 

"Öyle düşünme."

 

"Gerçekçi ol. Seninki sanat eseri benimki fındık fıstık."

 

"Ahh ahh." sevdiğinin cümlelerini o kadar tatlı bulmuştu ki onun birincisi o hikâyeydi. Düşük cümleler bile olsa kelimeleri kullanış tarzı çok hoştu. Onlara kattığı ironi insanı gülümsetiyordu. Her şey çok masumcaydı. Gel gör ki bunu anlatamazdı. Onun yaptığı her şey onunla birlikte güzeldi. Yürek yangını git gide büyüyordu. Bu yanan yürekle ne yapacağını bilmiyordu.

 

🍂

 

Eve geldiğinde Sinan'ın bağırışı duyuluyordu. "Lağğğğğğn!" kedisinin ciyaklamasını da duyunca hızla merdivenleri çıktı. Onları koridorda görünce fren yaptı. Sinan kediyi ensesinden yakalamış kendinden uzakta tutmaya çalışıyordu. Kedi ise kıvrılarak onun ellerini cırmaya yelteniyordu.

 

"Napıyorsun be!" diye bağırdı Asya.

 

"Senin bu lanet kedinin eşyalarımla derdi ne!"

 

Göz devirdi öfkeyle. Kediyi Sinan'ın elinden kurtarıp kollarıyla sardı. "Senin köpeğin de beni yalayıp duruyor ben bir şey yapıyor muyum?"

 

"Hah bir o eksikti peşinde. Uzak dur köpeğimden."

 

"Meraklı değilim tamam mı! Kedime dokunma bir daha!"

 

"Senin kedin bana yapışıyor gerizekalı!"

 

"Sensin gerizekalı!"

 

"Belli kimin gerizekalı olduğu! Kedin de senin gibi!"

 

"Ahhh delireceğim! Hâlâ intikam almadım diye kuduruyorsun!"

 

"Sen bu gidişle o intikamı bok alırsın. Salak. Şu kediyi bir daha odamda görmeyeceğim!"

 

"Kapını kapat kıt beyinli!"

 

"Kendi sıfatlarını bana söyleme!"

 

"Boğarım seni olum!"

 

"Bok boğarsın!"

 

"Bok boğarım öyle mi? Bok boğarım..!" eğilip kedisini yere bıraktı. Öldürücü bakışlarıyla doğruldu ve kendisini ciddiye almayan kişinin üstüne atıldı. Elleri onun boynuna ulaşmadan Sinan kolunu kavradı bükerek arkasına yasladı.

 

"Bir halt yapacağın yok. Yavaşsın. Bense.. Ben dostum tam bir sokak dövüşü deviyim."

 

"Öyle mi?" dişlerini sıkmaktan zor konuşuyordu. Öfke gerçekten onu çaresiz bırakıyordu. Düşünebilse kendini kurtarabilirdi ancak öfkeden başka bir şeye enerjisi kalmıyordu. Herkese bir şekilde karşı durabiliyor, öfkesine rağmen onlarla mücadele edebiliyordu. Fakat karşısındaki Sinan olunca tüm gücü içine kilitleniyor gibiydi. Ne yaparsa yapsın öfkesinin dinmeyeceğini düşünüyor, zihninde canlanan hiçbir görüntü onu rahatlatmıyordu. Bu da zihninde büyük bir patlamaya sebep oluyordu.

 

Sinan ayağının yavru kedi tarafından tırmalanmasıyla Asya'yı bırakmak zorunda kaldı. "Lannn! Hay ben senin gibi kedinin!"

 

Asya aradığı fırsatı bulunca hızla rakibine döndü. Hafif bükülmüş rakibinin saçlarını kavradı. Yine içi zevkle doldu taştı. Yüzünde oluşan gülüş şeytanî bir intikam kokuyordu. Sinan acıyla yüzünü buruşturarak Asya'nın ellerinden kurtulmaya çalışıyordu. Gerçekten acıtıcı bir darbe göndermeden kurtulamayacağını anladı. Çünkü saçları hassastı ve herhangi bir küçük darbe Sinan'ı kurtarmıyor canının daha çok acımasına sebep oluyordu. Kısasa kısas diyerek Asya'nın saçlarını kökünden kavradı. Onları çektiğinde Asya'nın acı bağırtısı dışında bir değişiklik olmadı. Birbirlerinin saçını çeke çeke koridorda sağa sola döndükten sonra bakışları birbirini buldu.

 

"Bırak lan saçımı gerizekalı mal!"

 

"Başlarım lan senin saçına! Asıl sen bırak saçımı! Kopardın lan hayvan herif!"

 

"Hâlâ elimde kalmadıklarına göre kopmuş sayılmazlar. Acı duyduğun için sevinebilirsin. Puahahhahaha. Ve unutmadan... Hayvan sensin."

 

"Lağğğn!" öfkeyle Sinan'ın saçını çekmesiyle aynı şeyin kendine de uygulanması bir oldu. Kedi yavrusu ise kendine güzel bir köşe bulmuş patilerini yalayarak onları seyrediyordu.

 

"Bak kızım bana salak gibi saldıran, başarısız olan.... Puhahahaha. Sonra o salak kedinin yardımıyla saçıma yapışan sensin. Bir de haklı gibi bağırıp duruyorsun. Bak sana acıyorum da bir şey yapmıyorum. Daha fenalarını yapabilirim. Bence çek ellerini saçımdan. "

 

" Hahahahah acıyormuş. Benim sana saldırmak için milyon tane haklı sebebim var. Elinden geleni ardına koyma. Senden korkmuyorum."

 

"Ama ben seni uyarıyorum. Gerizekalı ben seni uyarıyorum. Algılamamak için direniyorsun. Her şey çok geç olduğunda ağlama. Uyardım çünkü."

 

"Sen beni ağlatacak en son kişisin."

 

"Sonra Sinan niye kötü? Bunlar salak abi."

 

"Sensin salak. Bir de zeki diyorlardı sana. Ahahah. Kafası sadece kötülüğe çalışan bir insan artığısın." Sinan son iki kelimeye o kadar sinirlenmişti ki kendini kontrol etmekte zorlandı. Asya'nın saçını daha önce hiç çekmediği kadar sert çekti. Kendi saçında hissettiği acıyı umursamadan Asya'yı itti. Asya odanın kapısına çarptığında Sinan'ın öfkesi hâlâ dinmemişti.

 

"Babana üzüldüm senin gibi bir kızı var!"

 

Asya yine hassasından vurulmuştu. Niye güçsüz olduğunu o an fark etti. Bugün duygusal bir şeyler yaşamış olduğu için zaten hassastı ruhu. Gözleri dolmaya yakın kendini topladı. Kaşlarını olabildiğince çatıp Sinan'ı nefretle itti. Sinan birkaç adım geriye sendelemiş fakat Asya'nın yaşadığı duygusal değişimi fark etmişti.

 

" Noluyor burada! Asya!" annesinin sesiyle o tarafa döndüler. Bütün olanların birikmişliği Asya'nın sabrını tüketmiş, dizginlemeye çalıştığı diğer tüm duygularını açığa çıkarmıştı. Annesine sakin bir cevap veremezdi.

 

"Sana ne!" diye haykırdı.

 

"Benimle düzgün konuş! Yetti artık bu saygısızlığın!"

 

"Sen benim için hiç kimse değilsin! Hiçbiriniz benim için hiç kimse değilsiniz!" gözleri ıslaklığından dolayı parlıyor, yaşları düşmesin diye onları sağa sola çeviriyordu.

 

"Asyaa! Kendine gel artık. Bu zamana kadar her şeye isyan ettin, engel olmaya çalıştın bir şey değişti mi? Güven'le konuşup anlaşmıştın. Şimdi niye böyle yapıyorsun? Ben senin annenim. Benimle böyle konuşamazsın."

 

"Bıktım sizden!"

 

"Öyle mi! Bıktın bizden demek! Öyleyse yatılı okula gidersin!"

 

Asya her şeyi duymaya alışmıştı, bir bunu duymamıştı. Gözlerinden hayal kırıklığının gölgesi gelip geçti. Dudağı kıvrıldı. Bir şey söylemeye gerek duymayarak merdivenlere yöneldi.

 

Sinan ilk defa şahit oluyordu ikisinin bu denli tartışmasına. Yatılı okul fikri onu da sinirlendirmişti.

 

"Asyaaaa. Gel şuraya." diye arkasından bağırsa da Asya dinlemeyerek merdivenleri indi. "Gebersin Asya!"

 

Başak Asya'nın cevabına da sinirlenip ellerini yüzüne götürüdü. Sinan kınayıcı birkaç bakışla Başak'ı süzüp hafiften sırıttı. "Siz var ya. Babamla tam birbirinize göresiniz. Harika uyum. Müthiş." sonra nefes verip Asya'nın peşinden gitti. Evden çıktığında akşam ezanı okunmuş yeryüzü asumanla birlikte kararıyordu.

 

Gözleri Asya'yı seçince hızlı adımlarla ona yetişti. Kolundan tutup kendine döndürdü.

"Nereye gidiyorsun?"

 

Peşinden biri gelmeyeceğini düşündüğü için göz yaşlarını serbest bırakmıştı Asya. Bu anî döndürülüş onları saklamasına zaman tanımamıştı. Engel olamayacağı kadar fazla ve yolu yarılamışlardı.

 

Sinan onları fark ettiğinde kanı çekilmiş gibi baktı öylece. Ağladığını görmek için sabırsızlanan o değil miydi? Zevkle izleyecekti acı çekişini.

 

"Cehenneme!" kolunu kurtarıp def olacaktı.

 

"Gerçekten salaksın. Cehennemden kaçıp cehenneme gitmek ne kadar mantıklı?"

 

"Sana ne! Çek şunu!" kendinden nefret ediyordu. Ağlamayacaktı işte! Onun yanında ağlamayacaktı! Sinirle tek eliyle göz yaşlarını sildi. Kolunu Sinan'dan çekti.

 

İçi dağlanmıştı Sinan'ın. O an bu kızın ağlamaması gerektiğine karar verdi. Kolunu tekrar yakalayıp gitmesine izin vermedi. Onu kendine çekip sıkıca sarıldı.

 

"Napıyorsun lan! Çekil!" gözleri buğudan çevreyi göremese de sesindeki öfke değişmiyordu.

 

"Ağlama! Ağlama sakın bir daha!"

 

"Def ol başımdan! Ağlarım ağlamam sana ne!" bu sefer sesi çatlamıştı.

 

"Ağlama.."

 

"Sen git kendi travmalarını çöz!" ilk hıçkırığı kendini bıraktı.

 

"Ağlamaya devam edersen travmama dönüşeceksin gerizekalı!"

 

Asya Sinan'ı itmeye çalışarak bağırdı. "Ağlamıyorum! Çekil şurdan!"

 

"Bok ağlamıyorsun." mırıldandı sadece. Daha sıkı sarıldı Asya'ya. Kaçacak bir yer bulamayınca kendini bıraktı Asya. Bir numaralı düşmanının kollarında ağlamak en son isteyeceği şeydi. Bu sefer kendini tutamıyordu. Babası, o yaşlı amca, annesiyle tartışması, her şey eskiden biriktirdikleriyle birleşerek üstüne düşmüştü. İskender'in yumuşak tesellisi gibi değildi bu sarılma. Acıyı zihnine tokmakla çakıyorlarmış gibi... Kaçış yoktu. Ağlamak tükenene kadar ağlamalıydı. Başka kaçış yoktu.

 

Sesi kesilip iç çekmeye ve derin derin nefesler almaya başladığında Sinan kollarını gevşetti. Kolları yavaşça Asya'nın üzerinden kaydı. Tüm gücü çekilmişti sanki. Asya da biraz geri çekildi. Tuhaf bir bağlılık ikisinin ruhunu sarmıştı. Sinan başını Asya'ya eğdi, Asya da başını onunkine yaslayıp destek aldı. Göyaşları çoktan tükenmişti zaten. Gözlerini yumdu. Acıları zihninde ağırlık yapıyordu Sinan ise ona destek oluyordu. Destek oluyordu olmasına ama o da pek sağlam sayılmazdı. Acısını yavrusuna çaktırmamaya çalışan bir adam gibiydi. İçindeki mazota çakmak çakılıp atılmıştı.

 

"Gidelim." dedi birden güç alarak. Kolunu Asya'nın omzuna attı.

 

"Nereye?" diye sordu güçsüz bir sesle Asya.

 

"Cehennem olmayan tek yere." Sinan'ın bundan neyi kast ettiğini tabi ki bilmiyordu Asya. Yine de sorgulamadı gitti onunla. Koryürek'lerin evinin önüne vardıklarında cevabını almış oldu.

 

Sinan zile bastı Asya'yı bırakarak. Kapıyı yine Badem açtı. En küçük olduğu için üstüne zimmetlenen işlerden biriydi. Saçları yolunmuş ikiliyi yan yana görmek ona tuhaf gelse de gülümsedi. Bu gülümseme yarı gerçek yarı sahteydi. "Hoş geldiniz."

 

"Hoş bulduk hoş bulduk." diyerek Asya'yi önden içeriye soktu Sinan. Ardından kendi de girdi. Oturma salonuna çıktıklarında İskender'in de orada olması Sinan'ı şaşırttı. "Hayrett. Sen odanda olurdun genellikle."

 

"Abartma olum." gözleri Sinan'dan sevdiğine kaydı. "Hoş geldiniz." gözlerinin kızarıklığı ve saçlarının karmaşıklığından kötü şeyler olduğu belliydi.

 

"Hoş geldiniz yavrum." dedi Zümrüt sıcacık hissettiren ses tonuyla.

 

"Oturun çocuklar." Yusuf da samimi ve sevgi doluydu. Sesi olmasa bile bakışları şefkat yüklüydü.

 

Sinan'ın Asya'ya yol vermesi ve yanına oturması diğerlerini şaşkına çevirdi. En çok da İskender ve Badem'i...

 

"Yavrum bu haliniz ne? Bir şey mi oldu?" diye sordu Zümrüt.

 

İç çekti. Kendini umursamaz bir hale bürüdü. "Zümrüt teyze evden kaçtık yine. Normalde tek geliyordum ama bu sefer Asya'yı da getirdim. Küçük bir tartışma yaşandı da evde."

 

"Saçınız başınız da dağılmış oğlum. Ne oldu evde?"

 

"Saçımız mı? Haa şey.." saçlarını düzeltti tek eliyle. "Biz kavga ettik aslında." sonra sırıttı.

 

"O zaman nasıl birlikte geldiniz Sinan? Bu işte bir tuhaflık var." İskender, Asya'nın saçlarına bakıp kaşlarını çattı.

 

"Aynen. Çözemedim seni valla. Bir nefret ediyorum diyorsun bir kibar davranıyorsun. Bu kibarlığını da ilk defa görüyorum." yoksa bu da planın bir parçası mıydı? Öyle olabilirdi ve daha fazla sorgulamamalıydı. Ona anlatmadan yeni bir plana mı geçmişti Sinan?

 

"Kızım sen konuş her şeyi niye ben açıklıyorum?" Topu Asya'ya attı.

 

Asya diyeceği şeye karar veremedi önce. Kafasına estiğince konuştu. "Biz kavga ediyorduk, annem gelip bana bağırdı. Ben de evi terk ettim. Bu arkadaş da peşimden geldi beni buraya getirdi. Sanırım artık düşman değiliz."

 

"Bunun annesi de aynı babam gibi çıktı. Yatılı okul mokul dedi kafam attı. Ben de peşinden gittim bunun. Öyle işte."

 

"Yatılı okul mu?" bu ne saçmalıktı. Kızı yatılı okula mı göndereceklerdi? Onu anlamayı bir kere bile denememiş her sorunda farklı bir ceza düşünmüşlerdi. İskender'in sinirleri iyice bozuldu.

 

"Aslında bunu daha önceden yapmalıydım. Yatılı okula gitmeyi yani. Kendi arzumla senenin başında gitseydim tüm o saçmalıklara katlanmamış olurdum. Fakat şimdi olmaz. Onun cezasıysa istemiyorum."

 

"Saçmalık. Bir yere gidemezsin. Sakın. Denemesinler bile." İskender'in yükselişi babasının kafasında soru işaretleri oluşturdu. Zümrüt zaten mevzuyu biliyordu, kendi gözleriyle de şahit olunca ister istemez dudakları kıvrıldı. Sinan tek kaşını kaldırmış ardından göz devirmişti. Asya'ya artık düşmanlık beslememesine rağmen İskender'le olmasını hâlâ istemiyordu. Bunun sebebi eskisinden daha karmaşıktı. Belki de kuru bir inattı.

 

Badem, bir an Asya'nın gidebileceğini düşünüp içten içe sevindi. Sonra sevindiği için içinde bir şeylerin onu kınadığını hissetti. Sevinci vicdan azabına dönüştü. Azabını bastırmayı ve görmezden gelmeyi denedi.

 

"Zaten yapamazlar. Giderim anneannemin yanına. Güven beyle anlaşma yapmıştık evlerine gelmem için. Anlaşmayı bozmuş oldu annem çünkü bana karışamayacaktı. Karıştığına göre anlaşma geçersiz. Umrumda değiller. Ben onlara bensiz ne yaparsanız yapın dedim. İki saat dil döktü gelmem için. Şimdi de yatılı okul falan diyor annem. Pehh. Yeter artık." yine dizginlenemez, inatçı ve her şeyi reddeden, kararlı kişiliğine geçiş yaptı.

 

İskender gülümsedi. "Anneannen daha iyi bir seçim galiba. Zaten onun sana daha iyi baktığını söylemiştin. Hem bizimkiler de konuşur annenle bir şey yapamaz. Değil mi anne? Konuşursun." annesine beklentiyle baktı.

 

"Konuşurum oğlum konuşurum. Hem sinirle söylemiştir yapmaz Başak öyle bir şey."

 

"Kimler neler neler yapıyor Zümrüt teyze. Bunu en iyi senin bilmen lazım. Annemi benden daha iyi tanıyorsun. Ben hiç görmedim sonuçta." süt annesi bile gizlemişti ondan gerçekleri. Doğru an geldiğinde lafını sokmalıydı Sinan.

 

"Oğlum... Güven'in dediğini yaptım ben. Senin baban o ben kafama göre bir şey yapamazdım."

 

"Tamam teyze boşver. Öylesine dedim zaten. Ee bu akşam tatlınız falan yok mu? Yemek de yememiştik aslında. Açız biz."

 

"Aaa oğlum var tabi. Siz mutfağa gidin Badem koyar size bir şeyler. Sonra da çay içeriz."

 

Sinan yarım gülüşüyle ayağa kalktı. Bazı şeyler olmuştu ve o şeyleri gece yatarken düşünecekti. Şimdilik her şey yolunda sinyali vermeliydi.

 

Badem iş yapacağından dolayı hoşnutsuzca kalktı. "Hadi" dedi hâlâ kalkmayan ikiliye.

 

"Hadi kızım gidin bir şeyler yiyin." sesiyle okşadı ardından gülümsedi Zümrüt. İskender annesinin sevdiğine karşı böyle iyi olmasından memnundu. Asya'nın da annesine gülümsemesiyle memnuniyeti arttı.

 

Dörtlü mutfağa girdiğinde İskender Sinan'ı sorgulayabilmek için "Badem sen Asya'yı içeriye götür, saçını düzeltsin. Biz Sinan'la yemekleri ısıtırız." dedi.

 

"İyi tamam." ocaktan derhal uzaklaştı. Pek de hoşlanmadığı kızı alıp mutfaktan çıktı.

 

İskender yemeklerin altını yakıp Sinan'a döndü. "Gerçekten artık düşman değil misiniz? Her şey çözüldü mü yani? Nasıl oldu bu?"

 

Sorgulanmak istemiyordu. Aklına da yalan gelmiyordu. Ne olmuştu da potansiyeli düşmüştü. "Sonra konuşsak bunları..."

 

"Eğer dediklerinde samimiysen şimdi açıklarsın. Yoksa kusura bakma sana güvenemeyeceğim. Ona zarar vermene göz yummam."

 

"Allah Allah. Neden yummazsın yoksa senin ona karşı..."

 

İskender sözünü kesti "Sussana olum. Olmayacak yerlere odaklanmak yerine sorularıma cevap ver."

 

"Olmayacak yerler. Puahahhah. Komiksin."

 

"Sinan, düzgün bir soru sordum sen de aynı şekilde cevapla. Sürekli benim dostluğuma laf ediyorsun ancak bana saygı duymayan da sensin."

 

"Ne alaka lan?!"

 

"Sorularımı cevapla."

 

"Zamanı değil."

 

"Yine ne çeviriyorsun? Geçiştirdiğine göre bir şeyler çeviriyorsun."

 

Nefes verdi. "Olum bir sal lan. Şu an anlatasım yok belli ki benim için bazı şeyleri kabullenmek kolay değil. İyi bir şey söylemek istemiyorum."

 

"İçimi hiç rahatlatmadı bu sözlerin."

 

"Napim lan. Bana ne."

 

"Ulan seni döveceğim bu sefer."

 

"Yarına ertele. Bugün gerçekten hevesim yok."

 

"Çok garipsin."

 

"Biliyorum." Asya'ya artık herhangi bir zarar verebileceğini düşünmüyordu. Bunu dile getiremezdi. Hatta onu korumak istediğini de öyle. Bu nasıl bir değişimdi akıl sır ermezdi. Daha birkaç saat önce nefretini haykırmıyor muydu? Hayır öyle değildi. En son gerçek nefret cümlesi... Onu babasının fotoğrafına sarılarak uyurken görmeden önceydi. O günden beri yavaş yavaş kırılmıştı nefreti, öfkesi... Hepsi gereksiz gelmeye başlamıştı. Kızın bir suçu yoktu. Onu anlamıştı, onunla empati yapmıştı, o olmuştu. Hatta o geçmişteki hali gibiydi. Yine de bunları kabullenmek istememiş, bu duygulara inat sataşmıştı da sataşmıştı. Sataşırken eğlenmişti bile. Belki de gerçekten nefret bile etmiyordu. Hepsi zihninin ona bir oyunuydu. Kimse kimseyi anlamaz sanıyordu ama sanki onu derinden anlamıştı. Onu ağlarken görmek arzuladığı gibi çıkmamıştı. Güzel bir his olmadığı kesindi. Onu kardeşi olarak görmediği de...

 

Sinan'ın dalıp gitmesini hayra alamet yormadı İskender. Bilmediği ne olmuştu da her şey birden değişmişti? Niye anlatmıyordu? Neyi kabullenemiyordu? Belki de hiçbir şey değişmemişti ve kandırılıyordu. Ne planlıyordu? Asya zaten yanındayken ağlamıştı, gözlerinin kırmızılığı bu kadar fazla değildi. Bu demek oluyordu ki kavgadan sonra da ağlamış. Sinan onu nasıl ikna edip buraya getirmişti? Ağlarken yanında mıydı? Büyük ihtimalle öyleydi. Yoksa gerçekten doğru muydu düşmanlıklarının sonlanması?

 

🍂🍂

 

Eveeet ne düşünüyorsunuz?

 

İskender & Asya mı? Sinan & Asya mı?

 

Devamında neler olur?

 

Seviliyorsunuz. 💗

Bölüm : 11.04.2025 19:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...