11. Bölüm

Hassas Kelebek

Yıldız Akyürek
yildiz_sena

Tatlı okumalar 💐

 

🦋🦋🦋

 

"Terbiyesiz, edepsiz! Geçtiği yeri rügarıyla süpürüyo. Zelzele gibi kız! Sen de kızına bir şey diyememişsin ki başımıza çıkmış!" Kerime saydırıyordu Asya'nın gidişinin ardından.

 

"Eeeh yeter. Sen ne hakla benim kızıma vurmaya kalktın. Ona bir ceza verilecekse onu ben veririm." Başak da artık sabır gösteremiyordu.

 

"A aaaa bak şuna sen! Senin o cadoloz kızın benim gül gibi yavruma tokat atarken iyi!"

 

"Kim bilir ne yaptı kızın da vurdu benimki."

 

"Ne yapabilir benim masum bebeğim? Ne yapabilir? Seninkinin marifetlerini bilmiyor değiliz. Cam çerçeve indirmeler, İskender oğluma yumruk atmalar, gelinlik parçalamalar.. Bu kadar arsızlıkları varken benimki mi bir şey yapmış olacak. Üstüme iyilik sağlık. Vermemişsin kızına terbiye üste çıkmaya çalışıyorsun bir de."1

 

İskender, nefes almadan konuşan bu kadına daha fazla katlanamayacağını düşünüp mutfaktan çıktı.

 

" Bana bak Kerime doğru konuş terbiyesiz diyip duruyorsun ikidir benim asfalyalarımı attırma."

 

"Hanımlar sakin olun. Çocuk onlar küser barışırlar." dedi Zümrüt. Daha büyük bir rezillik çıkmadan konu kapansın istiyordu.

 

"Atarsa nolur asfalyaların. Carrt diye yırtarım ağzını. Terbiyesiz kızın terbiyesiz anası."

 

Başak'ın gözleri büyüdü. Ardından Kerime'ye doğru atılıp saçına yapıştı. "Ara sıra uğra bana da terbiye neymiş öğreteyim sana!"1

 

"Kız durun!" Zümrüt ayırmak için ikisine yaklaştı.

 

"Ohaaa çok iyi ehhehe." Arda film izler gibi kavgayı seyrederken Gülru'dan ensesine şaplak yedi.1

 

Kerime cırlıyor yine de laf atmayı bırakmıyordu "Anası ne ki kızı ne olsuğğn! Aaağ!"

 

"Koskoca kadınsınız kendinize gelin!" ayırma çabaları bir işe yaramıyordu.

 

"Eskiden de sevmezdim zaten seni gevşek ağızlı Kerime!"

 

"Gülru! Gel yardım et de ayıralım durmuş izliyon orda!" diye isyan etti Zümrüt.

 

"Kız anam izleyelim nolacak. Ayrılırlar eninde sonunda."1

 

"Gülruu!"

 

"Ay tamam. Geldim."

 

Zümrüt ve Gülru ikiliyi ayırıp birbirlerinden uzaklaştırdılar. İskender tekrar mutfağa girip Arda'yı omzundan kavradı ve oradan çıkardı.

 

"Sen daha kızını peşinden evine bile götüremiyorsun. Orda burda yatıyo."

 

"Bırakın yolacam şu karıyı! Anneannesinde kalıyo düzgün konuş bak parçalicam seni! Bırakın!"

 

"Aman bırakın gelsin. Kızına laf ediyoruz ama kendi bin beter. Koca meraklısı. Kocası öleli bir yıl olmamış duramadı hemen evlendi. Eski kocasına da kaçmıştı zaten bu."

 

"Haddini aşıyorsun Kerime!" Zümrüt iyice sinirlendi.

 

"Haddi mi var onun aşacak! Bırakın saçını yolup eline vereyim şunun!"1

 

"Yeter diyorum yeter! Kendinize gelin!" diye bağırdı Zümrüt. Gülru istemsizce gülüyor, belli etmemeye çalışıyordu. Kadınların sözlü dalaşı devam ederken İskender dostlarını alıp evden çıkardı. Hepsinin şaşkınlığı yüzünden okunuyordu. Gözleri kaldırıma çökmüş kendi kendine histerik kahkahalar atan kızı buldu.

 

"Ulan içeride senin yüzünden cici annem kavga ediyor. Sen burda gülüyosun." kendini tutamadı Sinan.

 

Asya'nın ağzı bir karış açıldı ve ayaklandı. "Nee?" böyle bir şey mümkün müydü? Eve doğru bir adım attığında İskender kolunu tuttu.

 

"Dur Asya. Zaten içerisi karışık. Uzaklaşalım burdan."

 

"Ama.. Annem."

 

"Sen oraya gidersen olay daha da karışacak." dedi İskender.

 

"Aynen. Kadın da haklı. Gittiğin her yeri rüzgar gibi darmadağın ediyorsun. Yıkımsın resmen." Sinan kollarını kendine sarmış üsten bakışlarla fikrini ifade ediyordu.

 

"Ne yaptı Sevda?" diye sordu İskender ciddi bir tavırla.

 

"Sinirimi bozdu. Boşver. Bilmesen daha iyi." senden uzak durayım diye bana ayar çekmeye çalıştı dese saçma şeyler düşünürlerdi.

 

"Sevda'yı sevmiyorum ama senin de masum olduğunu zannetmiyorum." Badem'in söylediğiyle Asya kolunu çekip ona döndü.

 

"Senin yaptığının aynısını yaptı diyim o zaman. Belki kafanda bir şeyler canlanır. Gerçi ne düşünürsen düşün umrumda değil. Seni ciddiye almıyorum. Her lafını görmezden gelme sebebim o. Enerjimi harcayacağım biri değilsin."sesi onca zamanın birikmişliğiyle öfkeliydi. Badem ağzını açmaya fırsat bulmadan Sinan araya girdi.

 

" Düzgün konuş lan! Kimsin sen ki onunla öyle konuşuyorsun! Kimi aşağıladığını sanıyorsun sen! " zaten laf söylemeye yer arayan biriydi ve gerekli malzeme varken kükremeden duramazdı.

 

Asya'nın sinirleri iyice gerildi. "Senin için hiç kimse olabilirim. Ama ben Asya Karahan haksızlık yapanlara ve zorbalara karşı susacak biri değilim. Kendimi de sonsuza kadar tutamam, sabrımın da bir sınırı var. Öyle ağzınıza geleni söyleyip sıfır hasarla kurtulamazsınız. Eğer nefret ediyorsanız siz de benim gibi uzak durmak için mücadele edin. Yaptığınız hiçbir şeyi unutmadım. Söylediğiniz hiçbir kelimeyi! İnsanları böcek gibi görüp onlara saldırarak kendi eksikliklerinizi kapatmaya çalışıyorsunuz. Neyse ne. Söylediklerimi algılayacak kadar zeki olduğunuzu sanmıyorum..." daha fazla konuşmaya devam edecekti ki Sinan kolunu sıkıca kavradı.

 

" Sen mi çok zekisin! Kendini zeki mi sanıyorsun! Hiçbir bok değilsin! Hiçbir şey değilsin! Keşke olmasan! Senden o kadar çok nefret ediyorum ki gözümün önünde acı çekerek ölsen keyifle izlerim!" ağzından çıkanın hesabı yoktu. Ama bunların hesabını bir gün vermek zorunda kalacaktı. Bu cümlelerin ardından Badem bile şaşkına döndü.

 

İskender Sinan'ı Asya'dan biraz uzağa ittirdi."Şu Lanet ağzını bir kere hayra aç! Ne dediğinin farkında mısın Sinan! Kendine gel artık!"1

 

Sinan dişlerini sıkmış öfkeyle İskender'e bakıyordu. Badem ve Arda ikisinin öfkesinden tırsmıştı.

 

"Her şeye karışma artık! Bıktım senden de! Hep onu savunmak zorunda değilsin! Senin gibi dost olmaz olsun!" diye bağırdı Sinan.

 

"İnsan ol! Başka bir şey istemiyorum!" dedi sinirden damarları beliren İskender. Kolunu Asya'nın sırıtına götürdü ve yavaşça ilerletti.

 

" Beni neden böyle korumuyorsun?" Badem'in sesiyle durdu. "Benim abimsin ama o bana laf ederken beni savunmuyorsun."

 

İskender nefes verdi. "Yaptıklarınız ve söylediklerinizin hiçbiri benim de aklımdan çıkmadı. Neyin ne olduğunu görebiliyorum. Yanlış yapıyorsanız yanlışınızı kabullenmeyi de bilin."1

 

Asya gözlerini sıkıca yumup açtı. İskender'in kolunu kendinden ayırdı ve ona dönüp gülümsedi. "Senin iyi biri olduğunu, iyi niyetini gördüm. Bu benim için yeterli. Kendini benim yüzümden kötü duruma sokma. Yarın bir gün gittiğimde onlarla kalacaksın. Onlara karşı beni savunmak zorunda değilsin. İyilik için bunu yaptığını biliyorum ama çok iyi olma sonunda sen üzülürsün. Ben başımın çaresine bakarım." diyerek uzaklaştı.

 

İskender sinirle dudaklarını birbirine bastırdı. Sinan ve Badem ikilisine öfkeli bakışlar atıp ters yöne doğru yürüdü.

 

" Ben ne yaptım ki altı üstü masum olmadığını söyledim." göz devirdi Badem.

 

" Kıçım." burnundan soluyordu. İki yöne de gitmemek için karşıya doğru ilerledi Sinan.

 

"Ne istiyorsunuz kızdan bir türlü anlamadım." dediğinde Badem'in ters bakışları üzerine kaydı.

 

"Neee? Öyle bakma. Kız bir şey yapmıyor. Hadi Sinan'ın saçma da olsa bir sebebi var senin derdin ne Badem?" merakla yüzüne baktı.

 

"Sana ne." göz devirip, Arda'yı orada yalnız bırakarak evine gitti.

 

"Aman. Yine yalnız kaldık. Zaten herkes gidiyor, herkes haklı oluyor ben ortada kalıyorum. Tabağımı da bitirememiştim. Çok mu zor arkadaş olmak? Çok mu zor sevmek sevilmek? Çok mu zor birlikte mutlu olmak?" tüm keyfi kaçtı. Hepsi kardeş gibi büyümüştü ancak birbirlerine dost olamamışlardı anlaşılan. Hele de Arda'yı anlayan bir Allah'ın kulu yoktu. Hep saçma bulunur, hep ortada kalırdı. Ciddi olsa ciddiye alınmazdı. Bazen ciddi olmadığında ciddiye alınır azarlanırdı. Onu sadece Asya ciddiye almıştı, ondan da nefret ediyorlardı. Onun peşine gitse kovulabilirdi. Ona söylenenlere kendisi bile kırılmıştı. Arda'nın nefret ettiği bir insan yoktu ama öyle bir insan olsaydı dahi gözünün önünde acı çekmesini istemezdi. Çok yemekten ölen balıklarına saatlerce ağlamış biriydi. Kalbi çok hassastı. Her şeyle dalga geçtiği için bu hassasiyeti gözden kaçıyordu. Umutsuz bakışlarla ofladı. Aklına bir fikir gelince sırıtıp koştu.

 

🦋

 

Gözlerini tavana dikmiş öylece uzanıyordu yatağında. Yatağa öylesine atılmış bir oyuncak bebek gibi... Gözlerini ara sıra kırpmasa ve gögüs kafesi yavaşça inip kalkmasa canlılığı sorgulanacak bir biçimde hareketsizdi. Zihnindeki düşünceler kalabalık ortamdaki insan sesleri gibi birbirine girmiş gürültüden ibaretti. O ortamda varlığını sorgulayan, var olup olmadığından şüphe duyan insan gibi boşluğa düşmüştü.

 

En önemlisi hiçbir şey hissetmiyordu. Tüm dünyayı kafasından söküp atmıştı. Dünyada nefes alan hiçbir canlıyla ilgilenmiyordu. Her şeyden soyutlanmış bu yokluk hali hoşuna gitmiyor değildi. İnsanlarla uğraşmak sadece bir kayıptı. Zaten çekilmez bir hayatı daha da çekilmez kılan insanlar gerekli değildi.

 

İçinde bir yerler inansaydı sevgiye, dostluğa, aşka ve insanlardan bunu bulacağına yine de onun için çabalayacak enerjisi olmazdı.

 

Bu kadar insan ondan nefret ediyorsa kendisi de kusurlu olmalıydı. Kusursuz insan yoktu ama herkes nefret toplamazdı. Herkesten daha fazla kusurluydu belki. Önemi yoktu. Hayatında yeri olmayan insanların ondan nefret etmesi onu ilgilendiren bir durum değildi. O insanlar onun için yoktu. Kendisi de şu an olmadığına göre iki yokluktan bir şey çıkmazdı.*

 

Dert etmeye gerek yoktu. Sabaha kadar onlarla tartışsa kendini boşa yoracaktı. Olmayan insanlarla tartışmak zaten delilik alametiydi. Deli olmadığına göre öyle şeyler yapmasına gerek yoktu. Kendisini hiçbir şey olarak görene karşı... Öyle değil. Aslında olmayan ama kendisini bir bok olarak görmeyen yoklukların onun zihninde hiçbir anlamı olamazdı. Müthiş bir hafiflik.

 

Hayatının tek bir anlamı, tek bir amacı vardı. Geri kalan her şey boştu. "Booş." dedi nefes verir gibi. Öfkeli değildi, acı çekmiyordu, hissizdi. İçi boş, dışı boş, tavan boş...

 

Yoktu ama müzik hoştu. Olsa konuşurdu onunla. Söylerdi kulağına bazen derdini, bazen tesellisini. Yoktu. Annesi yoktu, olmamayı seçmişti. Sevgi yoktu. Gerekmezdi. Dostu yoktu. Gerek de yoktu.

 

Tüm bu yoklukların üstünde bir yokluk vardı ki... Gerçekten yok olan bir yokluk. Var olmak ama yok sayılmak değil. Yok olmak, olmamak. "To be or not to be" onun için ilk defa bir anlam ifade etmişti.

 

Deli değildi ama normal de sayılmazdı. Yine arada kalmış bir uyumsuzluk göstermişti. Neydi ki? O değil, bu değil hiçbir şey değil... Hiçbir şey değildi. Şey değildi. İnsandı. Asya'ydı. Asya olmak hiçbir şey değildi. Bir şeydi belki ama o 'şey' olduğunu reddetmişti.

 

Duyguları, kalbi ve karmaşık bir zihni vardı. İnsanlarda bulunan şeylerden onda da vardı. İnsanlarda bir şeyler bulunurdu ama insanlar 'şey' değildi. İnsanlar şeylerin toplamı olabilirdi belki. Şeylerin toplamı 'şey olmayan' olamazdı.

 

"Saçmalık." dedi. Beyninin düğmesi yoktu. Kendi kendine saçmalamakta özgürdü. Kendi kendine saçmalayabiliyorsa o başka bir şey miydi? Bunu sorgulmaktan derhal vaz geçti. Aslında derhal vaz geçmesi için beynine uyarı yaptı. Bu uyarıyı beyni yaptıysa kendi kendine mi uyarı yapmıştı? Yoksa beyninde sürekli kavga eden iki düşman mı vardı?

 

"Bi o eksikti." nefes verdi. İçinde bir arzu belirince kaşlarını çattı. İskender'le konuşmak istiyordu. Belki dertleşmek belki de boş beleş sohbet etmek. Onu uzaklaştırmıştı çünkü kardeşi ve dostuyla arası daha da kötü olsun istememişti. Doğruyu savunmak için sevdikleri tarafından kalbi kırılsın istemiyordu. O Asya için iyi şeyler yapmıştı, Asya da onun için bir şey yapmalıydı.

 

Dost olunabilecek biriydi, düşünceli ve anlayışlıydı. Özür dilemeyi biliyor, insanları kırmamaya özen gösteriyor, olgun davranıyordu. Çevresinde gördüğü erkeklerin hiçbirine benzemiyordu. Zarifti. Nasıl böyle biri olmuştu? O da yalnız hissediyordu. Bu devirde herkes yalnız hissediyordu. Hatta sadece bu devirde değil her devirde öyleydi. Sorunsuz, pürüzsüz bir yaşam olamazdı. Sorunsuz ve pürüzsüz bir insan da.

 

Onu derinden tanımıyordu. Bu kadar kısa sürede tanıması tuhaf olurdu. Herkesin herkesten sakladığı bir yüzü vardı. Asya'nın sakladığı hassaslığıydı ancak bu da sezilebiliyordu. Onunki de sezilebilirdi. Asya'ya anlattığı güçlü olma çabası, yalnızlığı, fark edilmemesi olabilirdi. Fakat o herkesten sakladığı bir şey değildi. Asya'ya anlatmıştı. Israr ettiği için anlatmıştı.

 

Onunla konuşmak iyi geliyordu. Yargılamıyordu, küçümsemiyordu, özen gösteriyordu. Başka insanlara özen gösteren insanlar kalmamıştı. Herkes bencildi, sadece kendini görüyordu. O hariç. Neden? Neden öyleydi? Nasıl öyleydi? Nasıl başarmıştı?

 

Farklıydı işte. Kimsenin başaramadığını başarmıştı. Özel biriydi. Aslında Arda da özel biriydi. Kendini özgü, bebek gibi. Masum. Sevilmeye değer insanlar. Tanıştığı için mutlu olacağı insanlar. Giderken ağlayacağı insanlar değildi henüz. Gidebilecek miydi? Elbet bir gün. Üç yılı vardı en fazla. Üç yıl sonra 'puff'.

 

İçine ferahlık doldu. Üç yıl dayanabilirdi. Gün gün saysa bile bir şekilde geçip gidecekti. Oyalanacak bir şey bulursa zaman hızlı geçerdi.

 

Bir buçuk saat bile dayanamayıp kızı tokatlamıştı. Kimse kaşınmasa sabretmek kolaydı. İskender'le sadece ara sıra sohbet ettiği için saçma bir muamele görmüştü. Kötü bir niyeti yoktu, İskender'de gözü yoktu. Belli ki kızın nezdinde niyetin bir önemi yoktu. O sadece gördüğüyle ilgileniyordu. Ne olursa olsun Asya'ya ayar çekmek haddi değildi. Aşağılar gibi yüzüne hafif tokatlar atılması Asya'yı zıvanadan çıkarırdı. Nefret ettiği bir hareketti. Yumruğun, tokat atmanın, tekmenin veya saç çekmenin onun için farklı anlamları vardı. Yumruk ve tekmeyi daha çok kendini kurtarmak için, saç çekmeyi sataşmak, yine kurtuluş veya rakibin durumuna bağlı bir yöntem olduğu için kullanıyordu. Ancak tokat atmak onun için karşıdakine hakaret etmekti. Saygısızlığa cevabıydı. Her zaman kullanmazdı.

 

Tokat yediğindeyse daha fazla aşağılanmış hissediyordu. Diğer tüm saldırılardan daha aşağılayıcıydı.1

 

Bahçeden gelen yarım yamalak ve bozuk çalınan müzikle düşünceleri kesintiye uğradı. Merakla yataktan doğruldu. Kendi penceresi gök yüzüne açıldığı için odadan çıktı ve merdivenleri indi. Oturma salonunun penceresinden bahçeye baktı.

 

Elinde fülütle, düşürdüğü notaları ve bozuk şarkısıyla Arda bahçedeydi. Düzgün çalamadığı şarkı iyice karışınca çalmayı bıraktı. Parmaklarını rahatlatıp, derin bir nefes alıp şarkıya yeniden başladı. Asya, onun bu çabasına gülümsedi. Çok tatlı çocuktu. Pencerenin önünden ayrılıp dışarı çıktı.

 

Sarışın çocuğun önünde durduğunda çocuk fülütü ağzından çekip sırıttı. "Naber kelebek, kanatlarını tamir etmeye geldim."

 

"Kanatlarım olsaydı yeryüzünde zaman harcamazdım."

 

"Bir kelebek ara sıra çiçeklere nadiren de insanların burnuna konar." diyerek göz kırptı yeşil gözlerin sahibi.

 

"İnsanların burnundansa.... Söylemesem daha iyi bu mide bulandırıcı olurdu."

 

"Bazı insanlar kelebeklerin kanatlarını koparır, bazıları bir kavanoza hapseder, bazıları ise kaçırmaya korkar, dokunmaya kıyamaz.."

 

"Kelebek doğru kişiyi nasıl seçsin ki? Riske atmaya değer mi?"

 

"Hissedebilir." gülümsedi çocuksu bir bilgelikle.

 

"Sonuç olarak ben kelebek değilim, kanatlarım yok ve nereye konacağımı hissetmiyorum. Kelebek kadar hassas değilim. Tamire ihtiyacım yok."

 

"Ahh Asya. Sana henüz tamir çantamdakileri gösteremedim."

 

"Gerek olmadığını söyledim ya. İhtiyacı olan birilerine göster." yüzüne doğrudan savrulan can yakıcı dikenlere aldırış etmemiş miydi gerçekten? Kızın bakışlarından derinini görmeyi denedi.

 

"Oyuncu olmalısın. Bu kadar kaliteli maske daha önce görmemiştim." bu cümlesi karşısındakinin kaşlarını çatmasına yol açtı.

 

"Rol yapma konusunda arkadaşından iyisi yok. Bence ona bu tavsiyeyi sun. Eminim seninle dalga geçecektir."

 

"Seni seçtim."

 

"Neden? Çünkü olanlar yüzünden bana acıdın dimi. Belki de durumuma üzüldün. Ama buna gerek yok. His yok bende. Ne seviyorum insanları ne de nefret ediyorum. Gerçi bu ikinci dediğime inanmayabilirsin. İlgi beslemiyorum benden uzak olsunlar yeter demek istediğim. Onları yok sayıyorum, söyledikleri acıtmıyor. Beni acıtan tek bir şey var... Ona dokunmadığı sürece söylenenler, ağızlarından çıktığı an buharlaşıyor. " kısa bir nefes verdi. Acı kelimesinin uzunluğu kadar.

 

" Sana acımadım. Seninle empati kurdum. Benim kalbim kırıldı söylenenlere. Belki sen beni tamir etmek istersin. İster misin?" yöntemini değiştirdi.

 

"Sen narin bir kelebeksindir belki." belli belirsiz güldü Asya. "Ama bu konularda pek iyi değilimdir bilesin."

 

Çehresi aydınlandı. "Olsun. Ben de hemen ikna olan biriyimdir eheh."

 

"Yalnız benim tamir çantam da yok. Sallamasyon olacak biraz."

 

"Doğaçlama severiz." sırıttı. Dışarıdan bakınca görülmeyen dans eden adımlarla çardağa yaklaştı. Oturdu ve Asya'nın gelmesini bekledi.

 

Bizim kız umursamamayı öğretmeyi düşünerek sarı şekerin karşısındaki yerini aldı. Bir politikacı gibi masaya eğildi ve parmaklarını birleştirdi. Bakışlarını ciddiyetle Arda'ya kaldırdı. "Dinliyorum."

 

Parlak yeşil gözleri karşısındaki rolü tanımladı. Oyuna eşlik edecekti. Boğazını temizledi ve arkasına yaslandı. "Kimse beni ciddiye almıyor. Bazen ben bile. Aynı cümleyi başkası söyleyince daha mantıklı ve doğru buluyorlar. Çok sevgili arkadaş grubum ve gardaşlarım var ama ben yine yalnızım. Benim hobilerim onlara hatta neredeyse tüm dünyaya göre gereksiz. Kafa dengim yok. Beni anlayan da yok. Hassas kalbim ve ben buna dayanamıyoruz. Ben de terk edildim ama o kadar ciddiyetsiz bir tavır takındım ki her zaman unutuldu. Sanki hiç öyle bir şey olmamış gibi. Ben yaptım belki bunu bana. Kimileri öfke duyar acısına, kimileri hayata küser, kimileri ise yok sayar, dile getirmez, ciddiye almaz... Ama o kırıklık hep yerindedir. Hassas büyür, boşluğa düşer, sevilmek ister, sevdikleri gitmesin diye hep alttan alır, kırmamaya çalışır, kırılsa alınmaz gibi görünür, güldürmeye çalışır... Saçma bir insan olarak algılanır, ciddiye alınmaz, kimsenin en yakın dostu olamaz, hep ayrıdır diğerlerinden. Sanki bir oluşumun garip bir eklentisidir. Sevgiyi sever, gülmeyi güldürmeyi sever, enerji saçmayı sever, havayı yumuşatmayı ve ısıtmayı sever. Görünmez olmuştur. " sustu ve gülümsedi.

 

Kahverengi gözlerde takındığı tavırdan eser kalmamıştı. Kaşları şefkatle kırışmış bakışları hüzünlü bir yumuşaklığa evrilmişti. " Arda yaa. Kıyamam ben sana. " sesi buruk ve pamuksuydu. "Lütfen öyle düşünme. Hepsi seni çok seviyor eminim. Herkesin verdiği tepki, anlayış biçimi, düşünce dünyası senin de dediğin gibi birbirinden farklı. Böyle üzgün olduğunu fark edebilseler seninle ilgilenir, dinlerler seni. İskender mesela, onun seni anlayabileceğini düşünüyorum. İyi bir dostun var bence."

 

"Anlayış meselesi hepsi. Evet İskender dinler ve anlar ama o daha çok bir abi gibi davranıyor. Desteği önemli benim için. Ancak insan kafa dengi bir dost arıyor. Hem onun dostu Sinan. Sinan'ın dostu da o. Ben üçüncü kişiyim. Badem ise anlamadığım şekilde hep öfkeli bana. Onunla arkadaşlığımız biraz daha farklı. Sürekli onunla uğraşıyorum, onu sinir etmeye bayılıyorum ama... Bazı şeyleri onunla konuşamam ki. Onu kızdırmak güzel ama üzmek değil. Ne bileyim işte. "

 

" Eğer anlatmayı denersen Badem de seni anlar. Bana karşı tavırlarından bağımsız yorumluyorum onu. Aslında araya ben girmesem çok güzel dostluğunuz var. Böyle davranmalarının sebebi beni korumanız veya benim yanımda yer almanız. Siz birlikte çok iyisiniz. Yapman gereken az çok netleşti gibi." arkasına yaslandı. Kendini geri çekiyordu bir nevi. İskender'e de aynısını yapmıştı. Tüm sorun Asya'nın varlığından kaynaklanıyordu. Arkadaşlıklarındaki tüm sorun...

 

" Hayır kız. Sen olsan da olmasan da değişmiyor anlattıklarım. Başta dedim ya. Kafa dengi olmak mesele. Baştan beri dediğim gibi." dişlerini çaktı. Yine ciddiyetsizliğe sürükleniyordu.

 

"Anladım. İnsanın kafa dengi olan bir dost bulması çok zor. Hatta dost bulması bile kolay değil. Sana ne önerebileceğimi bilmiyorum. Fakat içindekileri dile getirebilirsen onlar senin için çabalayabilirler. Dile getirmeden anlasınlar istiyorsun belki. Hepsinin kendi derdine yoğunlaştığını düşünürsen bu zor. Belki senin gibi yalnız hissedenler yine vardır. Siz birbirinizi bulmuş ve sevgiyle bağlanmışsınız. Çok şanslısınız. Bunun kıymetini bilin ve birbirinizin iç dünyasına ulaşmaya çalışın. Bunu sana söylüyorum diye yanlış anlama. Genel konuşuyorum, tek dinleyicim sensin. Ne yaşanırsa yaşansın mutfakta o günkü gibi kahkahalarla güleceksiniz. Bunun için mücadele edin. Birlikte büyümüşsünüz birbirinizi en iyi tanıyan yine sizsiniz. Küçük bir çaba istediğini sana verebilir. Belki de çabalamaktan yorulmuşsundur bilmiyorum. Başka ne diyebileceğimi de bilmiyorum. Üzülme çünkü çok masumsun, hüznün de samimiyetinden karşıdakini bile etkiliyor. Onlar seni seviyor ve bırakmayacaklar. Seni bırakan her kimse.. "

 

" Babam. Annemle yalnızız fark etmedin mi? "

 

" Üzgünüm. İştedir diye düşündüm."

 

"İş diye gidip bir daha dönmedi." gülerek söyledi ancak gülüşünün tonu onu ele veriyordu.

 

Dudaklarını birbirine bastırdı. Sonra elini Arda'nın elinin üzerine koydu. "Onun kendi kaybı bu... Biliyorsun. Senin gibi bir yüreği kaybetmek... Büyük kayıp işte. Üzülme. Biliyorum böyle konuşmam bir şey değiştirmiyor. İçindeki o duyguyu hiçbir şey geçiremez. Ama senin hüznünü bile hak etmiyor o kişi."

 

"Sağ ol kız. Ağzın iyi laf yapıyo. İyi geldin de acıktım ben. Bir şeyler yemeye mi gitsek?" yine dişlerini çakınca Asya gülerek elini çekti.

 

"Evde bir şeyler vardır. Gel mutfağa bakalım."

 

"Bakalım hehehe."

 

🦋

 

"Mutlu musun! Mutlu musun ha? Mutlu musun dedim sana! Cevap versene!" bir tekme savurdu boş mezarın taşına.

 

"Mutlu musun? Nefretten başka bir şey bırakmadığın için bana!" mezarın kenarına çöktü.

 

"Nefretin abidesi olarak burada kalacaksın benim için. Gidecek yerimin de olmaması ne tuhaf dimi. Öfkemi kusmam için en ideal yer burası. Hayat çok saçma. Adına mezarın var ama içinde yoksun. Gülbahar Altay... Ölmemiş ama mezarı var. Doğum yılımda üstelik." hüzünlü bakışları mezar taşındaki tarihteydi.

 

" Ben ne yaptım lan sana? Ne yaptım? Yeni doğmuşum ne yapabilirim ben sana! Bir insan evladına bu yaşatılır mı? Cevap yok tabi. Ölüler konuşamaz." dirseklerini dizlerine dayayıp yüzünü ellerine yasladı. Parmaklarının arasındaki boşluklardan toprağı gözlüyordu.

 

" Lanet olası bir insana dönüştüm. Mutlu mu? Hıım? Sen de öylesin. Sen öyle olmasan ben de öyle olmazdım. Hepimiz lanet olasıyız." gözyaşları parmaklarının arasından kayıp gitti. Hiç cevaplanmayacaktı o sorular. Hiç geçmeyecekti o öfke. Hiç sönmeyecekti yangın. Ne olursa olsun değişemeyecekti, yalanların izleri silinmeyecekti. Kimseyi gerçekten sevdiğini hissedemeyecekti. Hep şüpheler, güvensizlik ve nefret. İçinde sevgi varsa da onu çekip çıkaramayacaktı. Karanlık taraftaydı ve hep öyle kalacaktı.

 

Evine döndüğünde yemeğe oturmadan odasına gitti. Babası ve cici annesi masada yalnızdı.

 

Başak umutsuzca konuya girdi "Çocukları kaybediyoruz. Sinan yokmuşuz gibi yaşıyor, Asya buraya gelmiyor bile. Bugün Kerime denen o kadın zaten sinirimi bozdu. Yok kızını daha peşine götüremiyorsun, yok terbiye verememişsin... Biz evlendik ama çocukları bir arada tutamıyoruz. Aile kurduk, çocukları kaybettik."

 

"Sinan hep böyleydi zaten. Annesinden ötürü. Bana da kızgın ancak şu an annesine daha çok kızıyor. Annesini melek sanıyordu. Zamanla evliliğimize alışır. Asya ise... Onunla konuşup buraya gelmesini sağlayacağım. Merak etme tamam mı?" sevdiği kadının elini tutup gülümsedi. Bu birliktelik için umutsuz kaç yıl geçirmişti.

 

" Asya'yı ikna etmek o kadar kolay değil. Ve senden pek hoşlanmıyor biliyorsun."

 

" Deneyeceğim."

 

"Peki... Ama hırçın davranabilir."

 

"Sorun değil. Benimki de hırçın sen yine de onunla ilgilenmeye çalışıyorsun."

 

"Artık o benim de oğlum." dedi ve gülümsedi Başak.

 

"Asya da benim kızım. Olması gerektiği gibi konuşacağım onunla."

 

"Sağ ol Güven. Her şey için."

 

"Sen de sağ ol. İyi ki varsın." tekrar gülümsedikten sonra elleri ayrıldı.

 

🦋

 

Denizle bir taş daha buluştu. Tam üç kez sekti. Luk.. Luk... Luk.. Kendini tepedeki çimenlere bıraktı genç adam. Gün batmaya yakın güneş kızıl bir şeytan. Ela gözlerinde gittikçe koyulaşan mavilik.

 

Asya'yı buraya getirmeyi planlamıştı. Eğer kendisini uzaklaştırmasaydı onu buraya getirip öfkesini yatıştıracaktı. Nefes verdi. Onu korumasını istemiyordu. Dostu ve kardeşi onunla olmasına karşıydı. Sevdiği, İskender'in onlara karşı olmasına karşıydı. Dostu sürekli sevdiği kıza nefret kusuyordu.

 

Arada kalmıyordu, tarafı netti bugün ancak çaresizdi. Kat ettiği yollar kötü bir rüyadaki gibi başa sarıyordu. İnsanı delirtirdi öyle rüyalar. Ölümsüz bir düşmanla savaşmak gibi, bittiği yerden yeniden başlayan, sonuçsuz bir mücadele.

 

"Kızın seninle alakası yok abi. Kendi kendine yaşıyorsun yine bir şeyler. Tecrübem de yok ki nasıl davranacağımı bilmiyorum. Onu geç kalbi paramparça oldu yine de yanında olmana izin vermedi. Offff." yerden kopardığı çimeni sağa sola döndürdü.

 

"Yardım alabileceğim kimse yok." çimeni yere bıraktı.

 

"Beni düşünmesine gerek yok, düşünmesin beni. Onu hep korumak istiyorum. Üzülmem ben. Üzülsem de önemli değil sanki şimdi çok mu mutluyum? Kıvranıyorum." cebinde titreyen telefonunu oradan çıkarmadan gelen aramayı reddetti. Umrunda değildi.

 

Sinan'a çok kızgındı. Bu kadar nefret kusmak zorunda mıydı? Kıyamadığını paramparça ediyordu. Kız o nefreti hak edecek bir şey yapmamıştı. Bir şey yapsaydı bile böyle büyük bir nefreti hak edemezdi.

 

Badem de düzgün davranmıyordu. Sanki Sevda'yı tanımıyordu. O kız İskender'i bile deli etmişti. Kendini tutamayıp bağırmıştı. Her konuda sakin kalmak için mücadele ederdi ancak o kıza daha fazla sabır gösterememişti. Muhtemelen Asya'nın da sabrını zorlamıştı. Asya ona göre daha çabuk parlıyordu.

 

Asya'nın Badem'e dediğinden yola çıkarak bir yorum yapılacak olursa; Sevda Asya'ya saldırmış olmalıydı. Asya her türlü haklıydı. Buna emindi. Buna, ona âşık olduğundan değil onun durup dururken kimseye bulaşmayacağını bildiğinden emindi. Asya'nın derdi çok farklıydı, kimseyle işi yoktu.

 

Çok derin bir acısı vardı ve kimse o acıyı umursamıyordu. Kızın kalbi yokmuş gibi konuşuyorlardı. Yaralı ve masumdu o. "Ahhh" kıyamıyordu ona.

 

Dalgaların kayalara vuruşu gibi içinde coşuyordu ona olan duyguları, kalbine çarpıp duruyordu. Ancak çaresizdi, elinden bir şey gelmiyordu, deliriyordu. O duyguları ona anlatmak isterdi, hatta göstermek tabi mümkün olsa. Çaresiz ve sabırsızdı.

 

Madem ki duramıyordu, kalbi dolup taşıyordu gidip bunları yazmalıydı. Boşa gidecek hiçbir duygusu yoktu. Kendi kendine delirmekten daha iyiydi. Birden doğruldu, üzerindeki tozlara aldırış etmeden denizin tersi istikamette ilerledi.

 

İmkansız diye bir şey yoktu. Belki bir gün sevilirdi. Hayır hayır imkansız diye bir şey vardı çünkü o aciz bir insandı. Ölüleri diriltemez, olmayan sevgiyi var edemezdi, ha diyince sevdiğinin derdini sonlandıramazdı. Yine de kazananlar pes etmeyenlerdi. Bütün benliğiyle mücadele edecekti. İsterse on kere bin kere uzaklaştırılsın yine de onu koruyacaktı. Göz yaşını silecek, yanında olacak, yaralarını sarmayı deneyecekti.1

 

Gözleri elaydı ama gerekirse kara da olurdu. İlk kez aşkı bulmuştu. Yapacaktı işte, her şeyi yapacaktı. Ama bu akşam yazacaktı, her şeyi yazacaktı. Her ânı, ince ince, her duyguyu, elekten geçirmeden...

 

🦋

 

Hanımlara çaylarını verip tekrar dikiş masasına oturdu. Yetiştirmesi gereken masa örtüleri vardı. Yine de arkadaşlarıyla sohbet etmeyi ihmal etmiyordu. Oğlu sabahın köründe yine evden tüymüştü.

 

" Öyle işte kızlar, ne yapacağımı bilmiyorum. Çocukların ikisi de ayrı âlem. Alışırlar sanmıştım. Asya eve bile gelmiyor. Güven bugün konuşacak ama hiç umudum yok. Sinan da bizimle sofraya oturmuyor. Hiç iyi durumları yok." derdini tekrar özetledi Başak.

 

" Hadi sizin çocukların derdi belli de... Benim oğlumun ne derdi var bir türlü çözemedim vallahi. Bir şeyler aklıma geldi gitti de, yok.. Yine çözemedim. Üstü başı perişan eve dönüyor fakat evden çıkarken çok özenli hazırlanıyor. Soruyorum anlatmıyor. Badem'in de bir şey bildiği yok." dedi ve çayından bir yudum aldı Zümrüt.

 

Dudakları kıvrıldı. Her şeyin farkındaydı Gülru. " Sevdaya düşmüş olmasın. "

 

" Kızz ne Sevdası o kızdan hiç hoşlanmıyor benimki. Belli etmemeye çalışıyor ama anlıyorum." yanlış anladığı için Gülru kahkaha attı.

 

"Kız ne Sevdası. Sevda ama o sevda değil. Gönül işi olan. Âşık olmuş ayol senin oğlan." Başak da Gülru'nun gülüşüne eşlik etti.

 

"Kızzz sen ne diyorsun. Ben de şüphelendim ama yalanladılar. Kimi sevecek benim oğlan?" önceki günlerde sezdiklerini birleştirerek bir sonuca ulaştı ancak ihtimal vermedi.

 

"Senin oğlan..." bakışlarını Başak'a kaydırdı Gülru "Senin kıza gönlünü kaptırmış." sonra sırıttı. Hiçbir şey olmamış gibi dikişine devam etti.

 

Çaylarını henüz yudumlamakta olan ikili şaşkınlıkla yutkunamayıp öksürdü. Başak yanan ağzına eliyle rüzgar yaparken Zümrüt çayını sehpaya bıraktı. Birbirlerine bakıp tekrar Gülru'ya döndüler.

 

"Essah mı kız? Nerden çıkardın?" sezgileri doğru muydu yani?

 

"Asya biraz erkeksi davranıyor hiç âşık olamayacağını düşünüyordum. Herkese ters, kimseyle anlaşamıyor. Çocuk nasıl sevsin onu?" kızının karakterini biliyordu, dışarıya yansıttığını da öyle.

 

"Yok kıızz Asya'nın bir şeyden haberi yok. Farkında değil sevildiğinin. İskender karşılıksız seviyor. O yüzden perişan olmuş ya yavrucak."1

 

"Gülru doğru düzgün anlat. Oğlumu ben anlamadım sen mi anladın?"

 

"Gelinlik dikerken yardıma gelmişlerdi ya o zaman fark ettim. Kıza bakarken içi gidiyor oğlanın. Düğünde de ikisi birlikte kaybolmamış mıydı?"

 

"Kızzz İskender o gece de perişan geldi eve. Ah yavrum benim."

 

Başak ne diyeceğini bilemedi. O yüzden susmayı ve dinlemeyi tercih etti.

 

"Senin oğlan abayı yakmış. Bundan sonra işiniz zor." Dedi ve tekrar kahkahayı patlattı. Farkında olduğu başka mevzular da vardı ancak onları şimdi açmayacaktı.

 

"Sus kız. Ne yapacağım ben bu oğlanla? Durdu durdu gitti karşılıksız aşka düştü." gözlerini Başak'a çevirdi "Senin kıza lafım yok çok tatlı, güzel maşallah... Masum bir çocuk."

 

Başak gülümsedi "Senin oğlun da çok efendi maşallah. Delikanlı çocuk."1

 

"Ohh ohh dünürler şimdiden onayladı desene." keyfi keyifti, onlarla eğleniyordu.1

 

"Ay biz anlaşsak nolur Gülru. Kız sevmedikten sonra olacak iş değil. Hem daha çocuklar, onlar büyüyene kadar çok şey değişir." o zamana kadar oğlu bir delilik etmese iyiydi.

 

"Haklısın Zümrüt. Biz onları kendi hallerine bırakalım. Olacaksa olur ileride. Olmayacaksa da yapabileceğimiz bir şey yok."

 

"Oğlumun da sınav senesi. Hep perişan mı olacak böyle? Bir görseniz... Ah yavrum benim."

 

Gülerek yerinden kalktı Gülru. Tarihî eser sayılabilecek teybine yaklaştı. "Size cevap olabilecek bir şarkım var." kaseti çekmecedeki kalabalıktan bulup yuvasına yerleştirdi. Yuvayı kapatıp düğmeye bastı. Çalan şarkıyla anıları bir bir canlandı gözlerinde.

 

'Hangimiz düşmedik kara sevdaya, hangimiz sevmedik çılgınlar gibi...'1

 

🦋

 

Öfkeli bakışlarını karşısındaki adama sabitlemişti. Ne diye gelmişti. Onu buraya annesinin gönderdiği açıktı. Ve söyleyecekleri de aşağı yukarı belliydi. Çardağın ismini 'Görüş alanı' koymuştu, gelen herkesle orada tartışıyordu. Pazar günü bile rahat vermiyorlardı.

 

"Seninle eve gelmen hakkında konuşacaktım." sonunda konuşmaya giriş yapabildi.

 

"Oraya asla gelmeyeceğim."

 

"Orası senin de evin. Evine gelmen gerekiyor kızım."

 

"Benim evim İstanbul'da kaldı. Kızınız değilim." kollarını kendine sardı.

 

"Sen beni kabul etmesen de ben artık senin babanım. Tıpkı Başak'ın oğlumun annesi olduğu gibi."

 

"Mutlu mesut yaşamaya devam edebilirsiniz. Beni rahat bırakın."

 

"Gelmeyeceksin yani."

 

"Evet gelmeyeceğim."

 

"Ya sana reddemeyeceğin bir teklif yaparsam?"

 

"Reddedemeyeceğim bir teklif yok."

 

"Öyle mi küçük hanım?"

 

"Ne teklif edebilirsin ki? Pehh." yan bakışlarla adamı süzüp onları bahçedeki ağacın dallarına kaldırdı.

 

"Özgürlük."

 

"Ben zaten özgürüm. Bu evde özgürüm."

 

"Emin misin?"

 

Asya tekrar bakışlarını Güven'e indirdi. "Eminim. İstediğim zaman girip çıkıyorum. Annem karışamıyor. Çünkü yok. Tek eksiğim telefonum. Telefonsuzluğa da alıştım. Eminim."

 

"Bunun özgürlük olduğunu düşünmüyorum. Üstelik paraya da ihtiyacın var."

 

Paraya ihtiyacı olduğu doğruydu ancak gardını indirmeyecekti. "Ben böyle iyiyim."

 

"Evine geldiğinde de annen sana karışamayacak çünkü sorumluluğu üstüme aldım. Ben de sana özgürlük teklif ettiğime göre karışacak kimse yok. Her zaman harçlığın olacak. Sinan'la veya herhangi biriyle tartıştığında arkanda ben duracağım. İstemediğin ziyaretlere gitmeyeceksin. Telefonun sende olacak. Bizimle sofraya oturmanı bile teklif etmeyeceğim. Sadece gel. Ve istemezsen kızım da demeyeceğim, bana Güven bey diye hitap edebilirsin. Annen sen yokken çok üzgün."

 

" Üzülsün. Umrumda değil." kandırılmayacaktı bu sefer. Ne olursa olsun kabul etmeyecekti.

 

" Böyle söylüyorsun ama sen de üzülüyorsun. Teklifimi düşün. Eğer kabul etmezsen annen başka şeyler deneyecek. Bence ben daha insaflı davranıyorum. Hiçbir şeye karışmayacağım. "

 

Annesinin verdiği cezalar gözünde canlandı. Cezalardan korkmuyordu sadece öfke duyuyordu onlara karşı. O cezalar yüzünden kabul edecek olsa direnişi boşa gitmiş olacaktı.

 

Güven Asya'nın telefonunu masanın üzerine koydu. Gözleri saniyelik telefona kayan Asya ona müthiş bir arzu duydu.

 

"Odanda yeni bir dünya kurabilirsin. Kimse karışmaz."

 

"Kedi... Kedi götürebilir miyim?"

 

"Tabi ki. Dediğim gibi özgürsün. Sadece annenden ayrılma."

 

"Bilmiyorum... Gelmek istemiyorum. Sizden hoşlanmıyorum."

 

"Bence sen zeki bir kızsın. Mücadele için fırsat bulduğunda onu değerlendirirsin."

 

Gözlerini kıstı Asya. "Savaş mı teklif ediyorsun yoksa?!"

 

Dudakları kıvrıldı, ellerini iki yana açtı. "Bilmem. Eğer öyle olsaydı bile kazanırdım."

 

"Sanmıyorum. Ben çok inatçı ve istediğimi elde etme konusunda hırslıyımdır." kaşları çatılmıştı.

 

"İnatçı olduğun bariz. Ancak bu evde durarak istediğine ulaşamazsın. Pes etmiş gibisin. Beni rahat bırakın diyip herkesi görmezden geliyorsun. Başka bir şey yaptığın yok. Mücadele etmiyorsun. "1

 

Asya alayla güldü. "Neden mücadele etmemi isteyesin ki? Saf mı sandın beni?"

 

"Çünkü henüz tamamıyla kazanamadım."

 

"O zaman kaybetmiş sayılmam. Doğru yoldayım."

 

"Kazanmış da sayılmazsın ve bu gidişle hep 'kazanmış sayılmaz' kalacaksın."

 

"Sinan'ın kime çektiği belli oluyor." vee Sinan'dan intikam alma işi aklına düştü.

 

"Sen de annene benziyorsun."

 

"Sadece görünüş olarak."

 

"Teklifime ne diyorsun?"

 

Dudakları kıvrıldı ve elini Güven'e uzattı. Bu hareketten memnun olan Güven Asya'nın elini sıktı. "Pişman olmayacaksın."

 

"Sizinkini zaman gösterecek."

 

🦋🦋

 

 

*(Nabi' nin beyitinden ilhamla yazılmıştır. "Bende yok sabr u sükûn, sende vefadan zerre

İki yoktan ne çıkar, fikredelim bir kerre." Nâbî)

 

Evet arkadaşlar bölüm nasıldı? 1

 

Başak da pek sabırlı değilmiş anlaşılan. 1

 

Sinan ve Asya tartışması... Yine ve yine1

 

İskender'in Asya'yı desteklemesi fakat Asya'nın onu uzaklaştırması1

 

Hassas kelebeğimiz Arda ve Asya'yla müthiş dertleşmesi... Derdi.. 1

 

Sinan'ın yine karanlığa düşmesi1

 

Hanımların sohbeti. 1

 

Güven ve Asya'nın anlaşması1

 

Ne düşünüyorsunuz? 1

 

Ve nasılsınız? Uzun zamandır sormuyor gibidim. Derdiniz varsa dinlerim.

 

Sağlıcakla kalın. 💐

 

 

 

Bölüm : 08.02.2025 19:28 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...