
Tatlı okumalar 🦋
🌹🌹🌹
Kaynaşma yemeğinin üzerinden neredeyse bir buçuk gün geçmişti. İskender, Sinan'ın saçma davranışlarından ötürü ona kızmış bakkala gitmemişti. Bu sefer yazmak değil okumak istiyordu. Zira dün tüm gününü yazmaya ayırmıştı. Öyle bir coşkuyla yazmıştı ki beyninde ne varsa boşaldığını hissediyordu. Okuyarak dolduracaktı o boşluğu.
Bu düşüncesi gelen mesaja kadar geçerliliğini korudu. Asya'nın mesajı İskender'i yerinden sıçrattı. Hem şaşkın hem deli mutluluğla hem de telaşla mesajı tekrar tekrar okudu.
Asya: Şu lanet kitabı konuşabileceğimiz uygun bir yer var mı?
Önce ne yazacağını bilemedi. "okudun mu?" yazacakken vaz geçti. Ve şöyle cevapladı;
İskender: Parkta buluşabiliriz.
Asya: Müsait misin?
İskender: Evet 😊
Asya: Ben çıkıyorum evden şimdi
İskender: Tamam ben de çıkarım şimdi.
Asya: 👍🏻
Bu kadar hızlı okuyacağını düşünmemişti. Ve bu kadar hızlı çağrılacağını... Hızlıca giyindi. Saçına şekil vermek için fazla vakti yoktu, elinden gelenin en iyisini yaptı. Hazırlanırken sırıtıyor içi içine sığmıyordu.
"Lanet kitap yazmış bir de." gülerek parfümünden sıktı.
"Neden acaba? Neyse konuşunca öğreniriz. Hadi olum bekletme kızı." Son kez kendine bakınıp telefonunu ve cüzdanını aldı. Süratle odasından, ardından evden çıktı. Annesi bu anî çıkışa bir anlam veremedi. Dünden beri doğru düzgün odadan çıkmayan oğlan delifişek gibi uçup gitmişti. 'Sinan çağırmıştır' diye bir fikre kapılınca kendi işine devam etti.
Nihayet parka varınca elinde kitapla kendisini bekleyen masum çiçeği fark etti. Hızla ona yaklaştı. Onun da kendisi gibi mavi tişört siyah pantolon giymiş olması tuhaf hissettirdi. Asya oturduğu banktan kalktı.
"Üzgünüm, çok bekletmedim umarım."
"Bir anda çağırdım o yüzden bekleyip beklememem mühim değil."
"Bir kızı bekletmek, yapmak isteyeceğim bir hareket değil."
Asya dayanamayıp gerçek kişiliğini göstermek üzereydi ki kendini tuttu. "Önemli değil. Otur lütfen." yine de sesine yansımıştı.
"Şey.. Aslında.. Gel benimle." İskender gevelemeyi bırakıp ilerledi.
Hafif kaşları çatılan Asya, onu takip etti. Ağaçların daha sık olduğu çimenliğe gelince durdular.
"Burası daha güzel. Bazen kitap okumaya buraya geliyorum. Kitap konuşmak için daha uygun." İskender gülümseyerek çimenleri işaret etti.
"Ben patlamadan şu kitabı konuşalım da... Çok doldum." çimenlere oturdu. İskender de gülerek yanına çöktü.
"Başla bakalım... Patlamadan." Asya'nın yan bakışıyla gülüşü yalnızca sırıtmadan ibaret kaldı.
"Şimdi de ne söyleyeceğimi, nereden başlayacağımı bilmiyorum. İlk kitap yani senden aldığım güzeldi. Sonra dayanamadım ikinci kitabı da pdf olarak okudum. Onun pek hoşuma gittiğini söyleyemem."
"Onu da mı okudun? Pek okuyan biri olmadığını söylemiştin. Bu kadar kısa sürede okuduğuna göre öyle değilsin." şaşırmıştı, bu kadarını beklemiyordu.
"Gece gündüz okudum işte. Meraktan hep. Yoksa gerçekten pek okumam, üşenirim, sıkılırım, daralırım. Belki de seçimlerim kötüdür, bilemiyorum."
"Anladım, devam et."
"Öncelikle favorim tabi ki Jo oldu. Yani azıcık, biraz yani... Biraz bana benziyor gibi."
"Hımm." İskender gülmemeye çalışıyordu.
"Biraz oğlan çocuğu gibi, aslında o hareketleri, o toplum oğlan çocukluğuyla sınırlamış bence. Gerçi bizim toplum da pek farklı değil. Ama kızın oğlan çocuğu gibi olmak istemesi de babasına duyduğu hayranlıktan olabilir bilemiyorum. Onun gibi savaşa gitmek istiyor mücadele etmek istiyor. Böyle de olmayabilir bir düşünce sadece. Ailesini koruyup kolluyor, ağır işleri yapmaya çalışıyor. Babasının rollerini üstleniyor biraz. Fedakâr, çok fedakâr. Saçlarını sattı mesela, küçük şeyler değil hep büyük şeyler yapmak istiyor. Yapmacık değil, nasılsa öyle. O yüzden ona ısındım. Amy gibi rol yapmıyor mesela. Amy'den pek hoşlanmadım." hafiften gülüp İskender'in tepkisine baktı. Gülümsediğini görünce bakışlarını önüne çekti.
" Sonraaaa... Çocuksu gibi ama iş başa düştüğünde çok olgun. Hüznünü saklıyor, hep güçlü olmaya çalışıyor. Yazmayı seviyor. Ya bilmiyorum gerçekten çok doğal ve kendine has bir karakteri var."
"İkinci kitabı beğenmedim çünkü böyle bir karakterden daha farklı bir hayat beklerdim. Tutkusu vardı, hayalleri, cesareti vardı. Ele avuca sığmayan bir karakterdi. Harcandı bence... " kısa bir sessizliğin ardından konuşmaya devam etti.
" Beth'e üzüldüm. Masum, utangaç biriydi. İlla ölmesi mi gerekiyordu? Doktor da mı yoktu? Kaçıncı yüzyıl Allah aşkına. Resmen kızın ölümünü beklediler. Onun ölümüne de en çok Jo üzüldü. Zaten ona çok düşkündü. Jo bencil olduğunu falan söylüyor ama öyle değil ya bence. Hep başkalarını düşünüyor. Evlenmek istememesi de bencillik değil. Tek doğru evlenip ev hanımı olmak gibi gösteriliyor. Sürekli kadınlara sorumluluk yüklüyor kitap, sevmedim. Her şey kadının görevi gibi. I ıh benlik değil. Erkekleri adam etmek gibi görevler... Sinir bozucu geldi."
"Meg'e gelecek olursak... Bence o gerçekten âşık olup evlenmedi. Hatta kitaptaki evliliklerin hiç biri aşk evliliği değil gibi. Laurie önce Jo'ya âşık sonra kardeşi Amy'e âşık oluyor. Ben Amy'nin yerinde olsam böyle bir durumda bu kitapla o herifi tokatlardım." İskender bu cümlenin ardından dayanamayıp kahkaha attı.
" Neee saçmalık. Resmen olmayan aşk inancımın olmayan kısmını da kaybettim. "
" Nee? Saçmlama, o sadece bir kitap. "
" Kitapsa kitap Allah Allah. Gerçek gibi. Gerçek hayat gibi. Sinirlerim bozuldu. Tamam Jo Laurie' yi sevmiyordu, arkadaşı kardeşi olarak görüyordu kabul etmedi bu normal. Laurie hemen ablasını alamadım kardeşini alayım triplerine girdi. Gerçek aşk böyle bir şey mi? Amy'i zaten sevmedim. Sevmediği insanlara da iyi bir insan olduğu için gülümsüyor falan bilmem ne. Bana bu düşünce o kadar saçma geliyor ki. Sevmiyorsan sevmezsin kardeşim. Samimiyetsiz buluyorum. Ben de Jo gibi bu yüzden kaybediyorum sanırım. Uyum sağlayabilmek için samimiyetsiz olamıyor."
" Neyi reddetse veya kaçırsa Amy onu elde ediyor. Neyse. "
İskender halinden memnundu, günlerce konuşsa sevdiceğini dinlemeye devam ederdi.
" Jo gibi bir karaktere o sonu yakıştıramadım. Bence sırf yalnız kalmamak için evlendi. Beth öldükten sonra zaten iyi durumda değildi, kendini hep yalnız hissediyordu. Zaten duygularını pek iyi paylaşamıyor, önceden beri yalnız aslında. Kardeşi Amy de en yakın erkek arkadaşıyla evlendi... Laurie'nin Jo'ya olan hisleri bu kadar kolay geçecek bir hoşlantı olamazdı bence. Küçüklükten beri seviyordu. Belki kaybettiği annesinin yerini tutmuştu Jo. Böyle denilseydi daha anlamlı olurdu. Ya daldan dala atlıyorum, düzgün anlatamıyorum. Sen niye hiç konuşmuyorsun?" Bakışlarını yine İskender'e çevirdi.
" Bölmek istemiyorum, sen bitir önce." dedi İskender.
Asya başını sallayıp konuşmaya devam etti. "Jo'nun evlendiği Profesör de yalnlızlıktan, aile kurma istediğinden evlendi. Yani belki Jo'yu sevdi ama başka bir kadınla da evlenebilirdi. Bilmiyorum ya anlamıyorum sanırım bu tür şeylerden. Neden bunu bana yaptın? Acı çekiyorum." Asya kendini çimenlere bıraktı ve kitabı göğsüne koyup kollarını kendine sardı. Gözleri yeşil yaprakların arasından göğün maviliğine ulaştı. İskender yutkundu, yanına uzanmak için neler vermezdi neler.
" Ben olsam böyle yazmazdım. Jo nasıl tutkularını bırakıp evlenir? Yazmayı bile erteledi. Ben hâlâ ilk kitaptaki Jo'nun kafasındayım." dedi kitaptan müteessir genç kız.
"Nasıl yazardın peki?" bir yazar olarak konu daha çok ilgisini çekebilirdi. Ancak onun ilgisi göğe dikilmiş gözlerdeydi.
"Nasıl mı? Mesela Jo evlenmezdi. Yazar olurdu. Yalnız, başarılı bir yazar. Yalnız olduğu için bu tercihinden pişmanlık duyabilirdi ama başka türlüsünü de yapamazdı. Laurie ise Jo'yu sevmekten vazgeçmez, imkansız da olsa onu beklerdi. Beth ölmez, en mutlu o olurdu. En sıcak aile onun olurdu. Narin bir çiçek o, onun değerini bilen, ona kıyamayan, koruyup kollayan bir sevdiceği olurdu. Meg için bir şey düşünemiyorum onun hayatı biraz sinir bozucuydu ama çok kötü sayılmaz. Amy ise.. Onu ayran gönüllü yapardım. Ahh bilemiyorum. Amy ve Laurie belki birbirine uygundu ama samimiyetsiz geliyor. Hatta ikisinin sahnelerini okumadım atladım."
"Seninki de acı veriyor yalnız. En azından kitapta mutlular." İskender gülerek Asya'nın cevabını bekledi.
"Samimi bir acı. O mutluluk bana çok sahici gelmedi. Yani zorlama gibi. Ya da istemediğim gibi olduğu için böyle düşünüyorum. Gerçek hayat gibi, sinir bozucu. Biraz da gerçeklikten uzak gibi, mutlulukları yani. Ben anlamıyorum bence. Ne anlarım? Hep böyle oluyor. Güzel şeyler bozuluyor. Çizgi filmlerde bile... Demek ki gerçekten aşk meşk yalan. Şimdi diyeceksin ki bozulan bir aşk yok Jo sevmiyordu. Yazarın suçu. Yazarlar sinirimi bozuyor. Bir de sevmiyor diye kıza taş kalpli diyorlar, kendi de öyle diyor gerçi. Kimse kimseyi sevmek zorunda değil. Jo'nun yaşlı birine âşık olup evlenmesi bile mesele değil, asıl mesele... "
" Asıl mesele? "
" Oğlan çocuğu büyütmek eski tutkularından nasıl daha ağır basabilir? Bu oğlan çocuğu sevgisi de karakterden soğuttu beni. Yazar bence gerçekten kendi de belirttiği gibi 'vaaz' verip duruyor. Kendi dini inancında ne doğruysa yazmış geçmiş. Karakterleri de iyi olabilmeleri için sınırlamış. O sınırlara girince sadece iyi olunuyor sanki. Hııııh. Herkes aynı olmak zorunda değil. Yani evet Profesör ve Jo düşünce yapısı olarak birbirlerine uygundular evet. Yani ikisi de doğal, oldukları gibiler. Sade ve mutlular ama.. Ama işte. Aması var. Jo'nun birden âşık olması çok saçma. Aşk saçma. Evlilikten nefret eden kız birden kocacı oldu. " yüzünü buruşturdu ardından göz devirdi. İskender'in bakışları hâlâ üzerindeydi.
" Keşke sadece ilk kitabı okusaydım. Diğerinden haberim olmasaydı. Hep senin yüzünden. Gerçi ikinciyi sen önermedin. Ama beni bu bataklığa çeken sensin. O kadar övdün ki okumak zorunda kaldım."
"Övmedim aslında. Genel bir yorum yapmıştım."
"Olsun. Sen ne düşünüyorsun? Yarım saattir konuşuyorum."
İskender konuşmak değil sadece dinlemek istiyordu. Böyle bir anda ne diyeceğini bilemeyebilirdi. Ancak konuşmaktan başka şansı yok gibiydi. "Aslında en değerli şeyin, en yüce başarının sevdikleriyle olmak, onları mutlu etmek olduğunu anladı senin karakterin. Beth'in ölümü bunu anlamasını sağladı ve de ona verdiği bir söz vardı. Belki bu değişimin sebebi kardeşini de içinde yaşatmak istemesidir. "
Asya'nın gözleri İskender'inkilerle buluştu. Ela gözlerin sahibinin, göz bebekleriyle beraber yüreği de titredi.
" Ben gerçekten anlamıyorum galiba. Okumak bana iyi gelmiyor. İyi ki okumuyormuşum. "
İskender yine güldü. "Öyle düşünme, illaki okumanın katkısı olmuştur sana."
"Bırak Allah aşkına ya, sinir krizi katkısı oldu. Bir de aşktan soğudum. Zaten annem yüzünden..." konu babasına doğru uzanacaktı, devam etmedi.
"Ama ilk kitap gerçekten güzeldi. Yani senden aldığım. Belki ben de bencil olduğum için kabullenemedim böyle bir sonu. Sen de bir şeyler yazıyorsun galiba. Jo'ları harcıyor musun?"
"Ben mi? Ben henüz büyük bir şeyler yazamadım. Bir iki küçük denemeden ibaret yazdıklarım."
"Yazdıklarına güvenmiyor gibisin, kimseye de okutmadığına göre."
"Bitirmeden göstermek istemiyorum. Yazdıklarımı yanlış anlayabilirler."
"O zaman okurlarına güvenmiyorsun."
"Kendi çapımda takılıyorum işte. Doğru zaman geldiğinde paylaşacağım yazdıklarımı."
"Anladım." Asya sessizliğe gömüldü. Bu kadar çok konuştuğu için pişmandı. Yanındaki kişinin bir sevgilisi olduğunu, onunla uzun zaman geçirmemesi gerektiğini kendine hatırlattı. Ancak kitabı konuşabileceği tek kişi oydu.
"Senin bir tuttkun var mı?" İskender'in sorusuyla düşüncelerinden arındı.
"Hayır ama bir hayalim var."
"Öğrenebilir miyim peki?"
"Söylersem samimiyetsiz gelir."
"Neden öyle olsun ki?"
"Bilmiyorum, öyle hissediyorum."
Genç yazar belli belirsiz başını salladı. Zaten Asya ona dikkat etmiyordu. Sırtını ağaca yasladı, düşüncelere daldı. İçinde anlamsız bir keder oluşmuştu. Bu sohbetten beklentisi daha mı farklıydı? Yeni bir konu mu açmalıydı?
" Yeni bir kitap önermemi ister misin?" muhtemelen hayır cevabını alacaktı ama konuşabilmek için sordu.
"Belki başka zaman. Henüz bu kitabı sindiremedim."
"Pekiii nasıl bir kitap önermemi istersin? Ona göre bir şeyler düşüneyim sen öneri isteyene kadar."
"Imm bilmem. Yine güçlü bir karakter olsun ama beni delirtmesin." güldü "Ya da sen kafana göre öner beğenmezsem okumam. Beğensem de üşenebilirim. Belli olmaz."
"Nasıl istersen."
Asya, içini gıdıklayan o soruyu sormasa ölecek gibi hissediyordu. Birkaç kez İskender'le göz teması kurup bakışlarını kaçırdı. Sonra bütün dünyayı umursamadığı aklına geldi. Aslında o öyle zannediyordu. Öyle zannettiği için sordu.
"Benimle kitap konuşmak için buraya geldin ama... Yani ben çağırdım.. Ama şey... Sevgilin sorun edebilir bu durumu. Yani geçen de zaten şey yaptınız. Ben onun yerinde olsam sorun ederdim. Sen.."
İskender'in kaşları çatıldı "Ne sevgilisi?"
Çimenleri bir çiçek gibi süsleyen Asya'nın şaşkınlıktan ağzı aralandı. "Ayrıldınız mı yoksa? Üzgünüm. Keşke bahsetmeseydim." saçnaladığını düşünüp kendi saçını başını yolma isteğiyle dolup taştı.
"Sevgilim yoktu zaten. Sevda'dan bahsediyorsan o benim sevgilim değildi. Neden öyle düşündün?" İskender'in morali iyice bozulmuştu.
"Sinan ima yapınca öyle sandım. Hem birlikte geziyordunuz akşam. Boyunuz da yakın zaten." son söylediğinin alakasızlığı iyice saçmaladığını düşündürttü.
"Öyle bir şey yok. Olamaz da. Onunla tek alakam komşumuz olması ve.." sinirle alnını sıvazladı. "Mahalledeki herkese yardımcı olmaya çalışıyorum, geç saatte dışarıda yalnız olmasın diye annem göndermişti onun yanına."
"Anladım. Kusura bakma."
"Sorun değil."
"Tuhafsın."
"Neden?" gittikçe daha da kötü hissetti. Bir tuhaflığı eksikti.
Asya güldü "İyi bir insan gibisin. Öyle bir tür bulunmaz diye biliyordum. Şaşırdım. Tuhafsın derken yanlış anlama. İyi birini görmedim hiç. Yani iyi gibisin tam emin de değilim."
Az da olsa morali düzeldi. En azından kötü bir şeyi kast etmiyordu tuhaf diyerek. Gülümsedi. "Sen de öyle değil misin? Kendini neden saymıyorsun?"
"Hayır. Değilim. Senin gibi yardımsever değilim, kalp kırarım, can yakarım. En azından iyi bir düşünceye sahip olduğumu zannetmiyorum."
"Sinan'ın kalbini kırmadın, onun seni kırmasına rağmen."
"Beni kimse kıramaz. Asıl taş kalpli benim Jo değil. Sadece öfke duydum başka da bir şey değil."
İskender kaşlarını kaldırdı, bu cümlelere inanmamıştı. Yine de üstüne gidip sinirlendirmek istemedi. Çünkü sinirlenirse giderdi.
Asya fark etmedi. Sürekli tekrarladığı cümlelerdi bunlar. Kendini inandırmak, duygularını yansıtmamak için söylediği yalanlar. Kendini bile bir nebze kandırmıştı ancak içinde bir ses 'yalaaan' diye bağırıyordu. Konuşulacak konuları kalmamasına rağmen çimenlere uzanmak hoşuna gitmişti, o yüzden kalkmıyordu. İskender sıkılıp gider diye düşündü.
İskender'in sıkılıp gitmeyeceğini Asya hariç bütün dünya biliyor olmalı. Gitmedi de. Sessiz geçen dakikaların ardından yeni bir konu buldu.
"Bir planın var mı? Evlilik meselesini ne yapacaksın?"
Derin bir nefes alıp cevapladı Asya. "Henüz bilmiyorum. İlham bekliyorum."
İskender bu cevaba kahkaha attı. "İlham mı? İlham bekliyorsun demek."
"Evet, komik mi? En beklemediğim anda geliyor ve tam gediğine oturuyor. Öyle olacak eminim. Gerisin geri döneceğiz. Hiç gelmemişiz gibi olacak." kararlı cümlelerinin ardından dudakları kıvrıldı.
Bizim oğlanın yine suratı asıldı. Ne gitme diyecek ne de vaz geçirecek bir pozisyonda değildi. Tam anlamıyla arkadaşı bile olamamıştı. Bu yüzden seçtiği taraf tamamen doğruydu. Evliliğin gerçekleşmesinden yanaydı. Bunu belli etmiyor, gizliden yardıma hazır bekliyordu. Çok da iyi bir insan olmadığını düşündü. Onu sarsan, delirten, heyecanlandıran, kafasını bulandıran, yüreğine ateşi yerleştiren bu küçük kızı kaybetmek istemiyordu. Yanında ne kadar minik olduğunu düşünüp gülümsedi.
Asya, kucağındaki kitabı hatırlayınca İskender'in neden hâlâ gitmediğiyle ilgili bir fikre kapıldı. Teşekkür eşliğinde kitabı sahibine uzattı. "Rica ederim." karşılığıyla kitap elinden alındı.
O sırada İskender'in telefonu cebinde titredi. Telefonunu çıkarıp ekranına baktı. Arayan annesiydi. Açmazsa eve döndüğünde bir ton laf yiyeceğini bildiğinden aramayı cevapladı.
"Alo anne."
"Un al gel, poğaça yapacağım."
"Hemen mi?"
"Bakkalda değil misin? Hemen al gel oğlum. Sonra geri dönersin."
"Bakkalda değilim."
"Nerdesin? Evden koşa koşa çıktın."
"Eee şey. Kitap okuyorum parkta." İskender'in yalanıyla sırıttı Asya.
"Sabah akşam kitap okuyorsun zaten. Yeter oğlum. Al gel un."
"Olmazz. Güven amcayı ara Sinan'la göndersin."
"Güven amcan yok. Başak'la gelinlik bakmaya gittiler."
"O zaman Sinan'ı ara ya da Badem'i ara. Arda'yı da arayabilirsin."
"Sen ne iş çeviriyorsun bakayım!"
"Bir iş çevirmiyorum anne. Neden ben yani? Neden ben?"
"Sen benim biricik oğluşumsun. Senden istemeyeceğim de kimden isteyeceğim? Oy benim ballı bebeğim."
"Anneğğğğğ." İskender telefonun sesini kenardan kıstı. Asya'nın duymamış olması içinden dualar etti.
"Aman büyümüş de kendini sevdirmiyor."
"Ballı Badem'inden iste. Bir işe yarasın. Her şeyi bana yaptırıyonuz. Yazık bana."
"Ben sizin için uğraşıyorum, kırk yılın başı bir şey istiyorum onu da yapamam anne edemem anne diyip sıvışıyorsuz. Tamam oğlum gelme sen, oku kitabını. Beni zaten düşünen yok. Annem yoruluyor mu, sıkılıyor mu, hasta mı diye düşünen yok. Tamam yavrum. Çevir sen işini, artık ne halt karıştırıyorsan. Ben de gidip kendim alayım unu. Siz yardım etmeyin hiç. "
" Yav anneee. Ben öyle mi dedim ya?"
" Ben anlayacağımı anladım. Tamam oğlum getirme sen. Kapat hadi. Kapat. Sana diyene kadar on defa gidip almıştım. "
" Offfff. Tamam ya. Bekle. Getiriyorum. "
Zafer Zümrüt'ün oldu. Oğluşu tribine yine dayanamamıştı. Sırıttı. "Gelirken çörek otu, nişasta, limon ha bir de maydanoz da al."
"Tamam anne, yazsan daha iyi olur. Çünkü artacak gibi hissediyorum."
"Tamam çabuk hadi."
"Görüşürüz anne." annesinin veda sözcüğünün de ardından aramayı sonlandırdı. Hoşnutsuz bakışlar ve yamulmuş dudaklarla karşıya baktı. Asya, bu ifadeye kahkaha attı.
"Anneler bazen insanı deli edebiliyor."
İskender bakışlarını Asya'ya çevirdi. "Duydun mu dediklerini?"
"Hayır, senin tipine ve sızlanmalarına gülüyorum."
"Trip yüzünden hep. Kim icat etmiş bu saçmalığı? Olmayan şeyleri varmış gibi kabul edip beni süründürüyorlar."
"Sinir bozucu gibi duruyor."
"Öyle. Gibisi yok. İşin kolayını triple bulmuşlar. Kardeşimle annem durmadan trip atıp her istediklerini yaptırıyorlar. Ben de zaten gönülleri kırılsın istemiyorum. Farkındalar bunun da."
"Sen de biraz şey ol. Sert ol, maço ol." Asya gülerek İskender'i süzdü. "Tam annesinin ballı yavrusu tipi var sende."
İskender'in gözleri kocaman açıldı. "Hani duymamıştın?" sonra dudaklarını birbirine bastırıp nefes verdi.
Asya gülmeye devam ederek uzandığı yerden doğruldu. "Duymuşum meğer. Ana kuzususun sen ya."
İskender kaşlarını çattı. "Hayır tabi ki. Sadece kıyamıyorum onlara. Trip attılar diye öyle o. Yoksa ben de gayet sert ve..."
"Hadi hadi geç kalma. Anneciğini bekletme." Asya muzipçe dudaklarını birbirine bastırdı.
"Asyaaaaa. Yok diyorum öyle bir şey. Sinan, Badem ve Arda'dan sonra şimdi de sen başladın."
"Tamam tamam bir şey demiyorum. Hadi git."
Asya'nın artık gülmediğini, sesinin hissiz çıktığını görünce pişman oldu.
"Seni kırmadım değil mi? Yani sert konuştuysam..."
"Hayır."
"Asya.."
"Hayır ne demek?"
İskender dudaklarını birbirine bastırıp üzgünce yerinden kalktı. "Görüşürüz Asya."
"Görüşürüz."
"Sen eve gideceksen eğer birlikte bakkala kadar gidebiliriz. Yani eğer.."
"Ben burada kalacağım. Sana güle güle."
"Peki." Sessiz adımlarla uzaklaştı. Birden bu kadar hissizleşmesini gerektirecek bir şey söylememişti. Neden bir anda değişmişti? Bu gel gitler İskender'i sağa sola çarpıyor, mutluğun zirvesinden hüznün çukuruna saplıyordu.
Öte yandan Asya çok güldüğünü, birine takılıp eğlendiğini fark etmiş, bunun olmaması gerektiğine inanarak duvarını tekrar önüne çekmişti. Kimseyle yakınlık kurmayacak, gülüp eğlenmeyecekti. Eli boynundaki zincirine gitti. Biraz geriye kayıp ağaca yaslandı.
Artık o ilham gelmeli, evliliğe mani olmalıydı. Sevgili babasının ölümünden bir yıl sonra mutlu mesut gelinlik bakmaya giden annesini asla affetmeyecekti. Dünyadaki bütün gelinlikleri parçalasa evlilikten cayar mıydılar?
Yumruklarını sıktı, içinde büyük bir intikam arzusu yeşerdi. Öfkeyle dolup taşınca güzel fikirler bulamıyordu. Bunun için daha da öfkelendi.
🌹
Günler sonra düğün sarması için Zümrüt birkaç yardımcıyla işin başına geçmişti. Yardımcılarının arasında bulunan Asya'nın sarma sarmakla uzaktan yakından alakası yoktu. Öfkesi kat kat artmış, istemediği evliliğin bir de sarmasını saracaktı. Masanın etrafında beş kişiydiler. Ortada kocaman bir iç dolu tencere. Hayatı boyunca hiç sarma sarmadığı için kıvranıyordu. Annesi bunu bildiği halde onu da göndermişti. 'Kendi sarsaymış sarmasını, çok meraklıysa evliliğe.' diye içinden söylendi. Yaprakların kokusu bile sinirini bozuyordu. Çok sevdiği bu yemekten ne yazık ki nefret etmek üzereydi. Elindeki yaprağı sinirle ikiye böldü. Bu yüzden gülüşmeler başladı.
"Kızım sana annen sarma sarmayı öğretmedi mi?" Bu iyi amaçla söylenmiş gibi varsayılan aslında samimiyetsiz ve yadırgayıcı sorunun sahibi Sevda'nın annesi Kerime'ydi.
"Annesi ona yumruk atmayı öğretmiş." dedi Badem, sonra sinir bozucu bir şekilde güldü. Sevda ve Kerime de ona eşlik etti.
Asya göz devirip elindeki yaprak parçalarını ellerini yumruk yapıp sıktı. O güldükleri yumruğu hak etmişlerdi ancak vursa haksız ilan edilecekti. Ne yaşıyorsa gerçekten annesi yüzündendi.
Zümrüt gülümseyerek önüne yeni bir yaprak koydu. "Çok zor değil. Nasıl yaptığımı izleyerek öğrenebilirsin. O küçük ellerle sarma sarmak yumruk atmaktan daha kolaydır eminim. Sadece nasıl yaptığıma dikkat et."
Asya, bu sıcak tavra şaşırdı. Kadının bakışları samimi ve şefkatli olmasına rağmen şüpheyle yaklaşacaktı. Gerçek niyetini anlamak için hafif kısık gözlerle Zümrüt'e baktı. Kadın gözlerini güvenle yumup açtı. Asya bakışlarını Zümrüt'ün ellerine eğince, kadın gülümsedi. Her adımını anlaması için yavaş yavaş sardı.
Sevda bu duruma bozulmuştu. O kız geldiğinden beri eskisi kadar ilgi görmüyordu. Oysa Zümrüt'ün gözüne girebilmek için elinden geleni yapmıştı. Şimdi ise hiçbir şey yapamayan, yabani ve suratsız kızın gölgesinde kalmıştı.
Asya'nın ilk denemesi başarıyla sonuçlanınca kendi kendine gülümsedi. Yapabildiği için içten içe sevinmişti. Hevesle devam etti. Zümrüt ara sıra Asya'yı gözlemlediği için onun hevesine ve küçük sevincine gülümsemişti.
"İskender oğlum yok mu? Göremedik geldiğimizden beri." Kerime sorusuyla dikkatleri üzerine çekti.
"Sinan ve Arda'yla bakkala gittiler. İç az gelir diye pirinç alacaklar."
"Baya masraf ediyorsun. Düğün yemeği hep sende, her şeye koşuyorsun. Bunun karşılığını verecekler mi bari?"
"Olur mu öyle şey? Biz aile sayılırız zaten. Birbirimize gider geliriz, çocuklar da kardeş gibi büyüdüler. Bunun lafı olmaz ama Güven zaten para almıyor malzemeler için."
"Aman onun düğünü canım niye para alsın zaten. Sen kendini de yoruyorsun bu işler için. Gelin ortada yok."
"A aaa Kerime. Ben kendim yardım etmek istedim. Hem gelin yoksa kızı var, bak yardım ediyor."
"Aman sen de Zümrüt yani. Bu kız daha yeni öğrendi sarmayı da. Pek yardım sayılmaz."
"Yardım yardımdır. Böyle konuşacaksan sen de yardım etme."
Kerime alıngan bakışlarla ayağa kalktı. "Öyle olsun bakalım. Hadi kızım gidelim."
"Ama anneeee"
"Hadi dedim." Sevda umutsuzlukla yerinden kalktı.
"E biz de sizi geçirelim o zaman." böyle gitmeleri pek umrunda değildi. Zaten yardım teklif eden onlardı. Boş konuşmaktan ne çıkardı? Ve Zümrüt bu tarz konuşmalardan hoşlanmıyordu.
"Nasıl bitireceğiz ya bu kadar sarmayı? Gitmeyin bence. Değil mi anne?" diye sızlandı Badem. Annesi oralı bile olmadı. İkisi birlikte Kerime ve kızını yolcu etmeye gitti.
Asya da fırsattan istifade baharatlıktaki tüm biberi sarma içine boca etti. Güzelce karıştırdı ve sırıttı. Yerine oturup hiçbir şey olmamış gibi sarmaya devam etti. "Yansın bakalım yiyenin ağzı, herkes acıyla hatırlasın bu düğünü." diye mırıldandı. Herkes yanacak, kimse sarmadan zevk alamayacaktı.
Gidenleri yolcu eden ana kız gelip yerlerini aldılar. Badem sarma içine bakıp iç geçirdi. "Bu nasıl bitecek acaba? Sonsuza dek bunu mu saracağız?"
"Biter biter. Daha saat dokuz."
"Gece yarısına ancak biter. Offff."
"Sızlanma. İşini yap. Çı çı çı." Badem yine ofladı ve memnuniyetsizce sarmaya başladı.
"En azından kafamız dinlenir. Fesatlığa lüzum yok. Kendi yağımızda kavrulalım daha iyi." Zümrüt'ün sözleri Asya'ya mantıklı ve hoş geldi. Bu sebeple gülümsedi.
"Abimler nerde kaldı ya? Bir türlü gelemediler."
"Sorma kız gelsinler daha bir sürü iş var. Zaten onlara bir iş de gerisini düşünme. Kim bilir yine ne haltlar çeviriyorlar. Abinin sevgilisi var mı biliyon mu?"
"Yoo. Yok yani. Olsa bilmememe imkan yok."
"Bu aralar biraz gözüme batıyor. Sanki bir iş çeviriyor gibi. Saçlarla oynamalar, özenmeler falan. Parfümün yarısını da tek seferde üzerine sıkıyor galiba. Bir düşünceli haller, dalıp gitmeler, kendi kendine gülmeler. Anîden evden çıkmalar... Var bu işte bir iş."
"Yuhhh anne. Cidden öyle mi? Gerçi benim abim hep özenli biri. Kitabı yüzünden de hep düşüncelere dalıyor. Bence sen yanılıyorsun."
"Öyle mi dersin?"
"Öyle bence."
"Sanki bu sefer biraz daha farklı ama hadi hayırlısı bakalım."
Arda'nın mutfağa kayarak girmesiyle sarma ahalisi şaşkınlığa uğradı.
"Tövbe bismillah. Yavrum noluyor?"
Onun bu haline çokça alışık olan Badem gülerek başını iki yana salladı.
"Selam size Zümrüt Hanım ve çırakları." Arda'nın coşkulu selamlamasının ardından İskender elinde poşetlerle mutfağa geldi.
"Selam yavrum selam. Aldınız değil mi dediklerimi eksiksiz? Sizin üçüncünüz nerde?"
"Sinan işi duyunca kaytardı. Gelmedi." dedi İskender bir yandan Asya'ya kaçamak bakışlar atarak.
"Sinan köftesi işte." sırıtarak Asya'nın henüz sarmış olduğu sarmayı elinden kaptı ve ağzına attı. Asya'nın ağzı aralandı ve bakışları ona kaydı. Arda ağzında dağılan sarmayla acının etkisini hissetmeye başladı. Yüzü kızardı ve gözleri kocaman oldu.
"Acığğğğğ!" bir peçete alıp sarmayı peçeteye çıkardı. "Çok acığğğ. Yenmez bu!"
Asya alt dudağını ısırdı ve bakışlarını kaçırdı. Amacı herkesin yanmasıydı ancak bunun hemen fark edilmemesiydi.
İskender poşetleri bırakmayı akıl edince Arda'ya su verdi.
"Nasıl ya? O kadar çok biber koymamıştım." Acı olmasına şaşıran Zümrüt için tadına baktı. Acıyla yüzünü buruşturdu. "Immh gerçekten öyle. Allah Allah nasıl oldu bu? Ne yapacağız şimdi? Yiyilmez bu."
Asya hemen lafa atladı. "Acı seven de vardır. Sevmeyen yemez. Yiyebilen yesin. Saralım gitsin."
"Olmaz kızım öyle. Zehir bu."
"Offfff. Sarmayalım anne. Boşver, hazır alırız."
"Sus kız. Hazır almakmış. Bibersiz iç yapacağım ikisini karıştırırız dengeler acısını."
"Ama anneeee. Sar sar bitmez oo."
"Yapacak bir şey yok. Bitene kadar saracağız." dedi ve yeniden iç hazırlamak için kalktı. Asya'nın planı işe yaramamış, hezimete uğramıştı. Saracağı sarma miktarı artmıştı. Planının hiç de zekice olmadığını düşünerek arkasına yaslandı.
Su içip bakkaldan arakladığı şekerlemeleri ağzına attı ve kendine geldi Arda. Şekerlemenin kalanını Asya ve Badem' e uzattı. İkisinden de "Yok sağ ol" cevabını alınca omuz silkti ve halının üzerine çöktü.
İskender, bir gözü Asya'da annesine aldıklarını uzatıyordu. Zümrüt'ün komutuyla nikah şekerlerinin olduğu büyük poşeti dolaptan çıkardı. Şekerlerin koyulacağı küçük paketleri de çekmeceden alıp Arda'nın önüne koydu. Şekerleri gören bir çift yeşil göz yeşil ışığa döndü.
"Yemek yasak, paketleyeceğiz. Tam da adamına denk geldik yalnız." İskender gülerek Arda'nın karşısına oturdu. Arda tripli birkaç bakıştan sonra İskender'in gülüşüne eşlik etti.
Onlar şekerleri paketlerken Zümrüt yeni içi hazırladı. Büyük bir plastik teknede eskisiyle karıştırdı ve masanın ortasına koydu. Badem kocaman tekneye umutsuz bakışlar atıp ağlamaklı oldu.
"Hadi durmayın. Çoook işimiz var çoook." Kızlar gelen talimatla işlerine koyuldular.
Şekerlemeler paketlendiğinde teknedeki sarma içinin çeyreği anca eksilmişti. İskender herkese kahve yaptı ve sırayla herkesin kahvesini önüne koydu. Arda'yla birlikte sandalyeye oturdu.
" Sağ ol oğluşum. " diye oğlunu şımartan Zümrüt halinden memnundu. Lakin bu İskender'in hiç hoşuna gitmiyordu.
"Oğluşuna sarma sarmayı öğret anne, yoksa bir ömür sarsak bu iç bitmeyecek."
"Puahahhahaah. Bence de Zümrüt teyze." Arda gülüşünü durduramıyordu. Sevdiği ortamlarda ve insanların yanında hep böyleydi.
"Denedim. Beceremiyor. Her işe koşuyor zaten biraz dinlensin." birbirlerine bakıp gülümsedi anne - oğul.
"Sevda'yla annesi gitmese daha çabuk bitecekti."
"Kafamı bozdular. Şimdiye kadar bir şey demediğim hata. Fesat onlar kızım."
"Neyse ne, yardım ediyorlar en azından."
"Fikrimiz zehirleniyor. Öyle yardım olmasa da olur."
İskender merakla sordu "Ne dediler ki?"
"Boşver oğlum. İşi bulandırmaya gerek yok."
"Peki anne" dudaklarını birbirine bastırıp başını salladı.
Asya kahvesinden bir yudum aldı. Zümrüt ve İskender'in düzgün insanlar olduğuna emin olmuştu. Hayat onu şaşırtıyordu. Kendi de düzgün insan olmayı denemiş beceremeyeceğine karar vermişti. Çünkü nefret dolu olması için yeterinden fazla sebep vardı. Çevresindeki insanlarla savaşmak için gerektiğinde acımasız olmalıydı. Evliliği engellemek için de yaramaz, bıktırıcı ve hırçın... İyilik yapmak gibi yetenekleri de yoktu. Yardım etmeye çalışsa daha da beter ederdi çoğu zaman.
Tek bir amacı vardı. Onun için yaşayıp onun için ölecekti. Tebessüm etti. Mutluluktan değil. Biraz kararlılık serpiştirilmiş, net ve acı gerçekliğin bilincindeki o olgun tebessüm. İçini ağlama isteğiyle dolduran her şeye inat direniyordu. Rüzgâra karşı yürümek alışkanlık dairesindeydi.
"Kahve nasıl olmuş?" cevabını Asya'dan alsa sevineceği soruyu ortaya sordu İskender.
"Güzel olmuş, aferin yavrum." Annesinden geldi cevap. Nadiren konuşuyordu kız. Aslında daha fazla samimiyete ihtiyaçları vardı. Gerçekten samimi olurlarsa konuşacağını biliyordu. Kitap hakkında nefes almadan konuşmuş, gülmüştü. Sonra yine duvar örmüştü. Aniden bu kadar keskin, sert ve soğuk duvarı nasıl örebiliyordu? Sanki iki farklı kişiydi. İkincisini gören İskender artık ilkiyle yetinemezdi. O sıcaklığı geri istiyordu. İç çekti farkında olmadan. Zümrüt, yine bir şeyler sezmekteydi.
🌹
Gecenin ikisinde işleri anca bitmişti. Badem çoktan yatağına uçmuş, Arda saatler önce uyumuş, İskender salonda oturuyordu. Zümrüt mutfağı toplarken Asya da oturduğu sandalyede uykulu gözlerle etrafa bakıyordu.
Bulaşıkları makineye doldurup bir an önce uyumayı planlayan Zümrüt Hanım'ın Asya'yı fark etmesi uzun sürmedi. "Yavruuum sen hâlâ yatmadın mı? Git içeride uyu kuzum. Ah o Badem yok mu o Badem."
"Ben eve gideceğim zaten. Biraz dinlendim sadece."
"Kııız bu saatte asla bırakmam. Sabah açacak git uyu içeride."
"Uyuyamam ki. Uyuyamam ben başka yerde. Giderim şimdi."
"Kızım annen seni bize emanet etti. Öyle gece gece gönderemem. Küçük yer ama bir şey olur mazallah. Olmaz."
"Annemin çok umrunda sanki. Bir şey olmaz bana ayrıca."
Zümrüt hemen ellerini yıkayıp mutfak havlusuyla kuruladı. Dudaklarını birbirine bastırdı ve Asya'nın yanındaki sandalyeye oturdu.
"Olur mu öyle şey yavrum? Annenin tabi ki umrundasın."
"Hiç zannetmiyorum. Umrunda olsam..." başını eğdi. İçinden defalarca tekrarladığı o cümleleri başkasına söylemek şu an için zorlayıcıydı. Yanağında hissettiği şefkatli elle bakışlarını yine şefkat dolu o gözlere kaldırdı.
"Çocukları annelerin her zaman umrundadır. Hatta bazen çocukları için yaşarlar, çocukları hayata tutunma sebepleridir. Onların iyiliği için her şeyi yaparlar. Başak da eminim ki kendinden daha çok seni düşünüyor. Bu evlilik meselesi yüzünden mi böyle hissediyorsun?"
" Ben... Ben geri dönmek istiyorum. İstanbul'a dönmek istiyorum. Beni buraya getirdi, üstüne evlenmeye karar verdi. Babamı daha yeni.. " Asya gözlerini yumup yanağını Zümrüt'ün elinden çekti.
İçi acıdı kadının. Karşında hassas, masum ve yaralı bir çocuk vardı. Bu sefer saçlarını okşadı. Merhamet dolu bir sesle konuştu "Kızım, acınız taze biliyorum. Bu süreçte Güven de size yardımcı olacak eminim. Babanın yerini tutamaz, kimse dolduramaz ama Güven elinden geleni yapacaktır. Belli ki annen de zor durumda. Yoksa bu kadar hızlı evlilik yoluna girmezdi. Güven bunun bilincindedir, ona göre davranır. Annen senin zorluk yaşamanı istemiyordur. Büyüyeceksin, serpileceksin daha çok ihtiyaçların olacak. Belki bir gün uçup gideceksin annenin yanından. Öyle olunca yalnız kalmasını mı istersin? Anneannen de hep annenle olamayacak. Güven genç, annen genç bence mutlu bir aileyi ikisi de hak ediyor."
"Bunların hiçbiri annemin babama ihanet ettiği gerçeğini değiştirmiyor. Yaşanan trajediden sonra kimse mutlu olmamalı. Kimse."
"Ah yavrum benim. Öyle düşünme lütfen. Kimse kalıcı değil, bir şekilde hayata devam edilmesi gerek. Sürekli acıya ve mutsuzluğa kendinizi hapsedemezsiniz. Acıyı kabullenip ona rağmen hayata tutunmak gerek." derken Asya'nın yanaklarından süzülen yaşları sildi.
" Hayır. Gereken tek şey geri dönmemiz ve bu saçma durumdan kurtulmamız. Bu sahte saçmalıklardan bıktım artık. Böyle devam ederse kalıcı olan tek şey öfkem ve nefretim olacak. İstemiyorum. Mutlu falan olmasın kimse."
"Daha çok küçüksün. Böyle kendini harap etme."
"Siz beni anladığınızı sanıyorsunuz. Herkes öyle sanıyor. Ama sanırım annemi anlıyorsunuz. O yüzden ikna etmeye çalışıyorsunuz. Eminim ki annemin yerinde olsaydınız ikinci bir evlilik yapmazdınız. Ve eminim ki benim yerimde olsanız benden farklı davranamazdınız." yerinden kalktı. "Gideyim ben."
Zümrüt artık diyecek bir şey bulamıyordu. Nihayetinde karşısındaki acılı bir çocuktu. Olgunlukla kabullenebilecek bir durumu yoktu. Tek yapabileceği ona şefkat ve merhamet göstermekti. "İskender seni götürsün. Tek gitme. Saat çok geç."
"Bir şey olmaz ben giderim."
"Olmaz yavrum. Belki de annenler yatmıştır çoktan. Dışarıda kalırsın. Eğer öyleyse İskender'le geri dönersin. Tek gidersen aklım sende kalır. Tamam mı kuzum?"
"Uyandırma boşuna, giderim ben. Valla bak. Dövüşmeyi biliyorum. Babam öğretmişti."
Hafif gülerek karşılık verdi Zümrüt "Yumruk da atarsın biliyorum. Ama sebep o değil. Ne olur ne olmaz. Hem uyumuyordur o."
"Uyumuyorsa kabul ederim. Diğer türlü olmaz." dediğinde içten içe 'inşallah uyuyordur' diye dua ediyordu.
Zümrüt'ün bağırışı evde yankılandı "İskendeeeeeer!" bu bağırışla uyuyan da uyanırdı zaten. İskender hızla mutfağa geldi.
"Ne oldu anne?" gözleri Asya'yla buluştu.
"Arkadaşını evine kadar götürebilirsin değil mi?"
"Götürürüm de.. Burada kalmayacak mı? Saat çok geç oldu."
"Evinde daha rahat eder."
"Peki o zaman. Hazırsan gidelim Asya."
"Hazırım."
Zümrüt bir elini Asya'nın diğerini oğlunun omzuna koyup ilerledi. "Dikkatli olun. Güzel güzel gidin."
"Tamam anne küçük değiliz. Bazen çok abartıyorsun gibi geliyor." annesi yine oğluş ve yavrucuk mevzuna girmeden sıvışmaları gerekiyordu. Yoksa yine rezil olacaktı.
"Küçüksünüz. Hatta benim gözümde hâlâ..."
"Anneeeee, sen uyu bak geç oldu. Ben de hemen geri döneceğim. Hadi anneciğim. Uyu sen." İskender omzunu annesinden kurtarıp merdivenleri hızlı adımlarla indi.
"Çı çı çı. Küçükken daha sevimliydi." Asya'nın saçını tekrar okşayıp başını öptü. "İyi geceler kızım. "
" İyi geceler teyze." kendisine gülümseyen kadına gülümseyip İskender'in arkasından aşağı indi. İskender ayakkabılarını giymiş onu bekliyordu. Asya da ayakkabılarını giyip kapıyı kapattı. Anlık birleşen bakışlarının ardından önlerine dönüp yürüdüler. Sessizliği İskender bozdu.
"Sen yaptın dimi?"
"Hı?"
"Biber kattın içe."
Asya şaşkınca bakınca İskender gülmeye başladı. "Biliyordum."
"Nerden biliyorsun?"
"Çok belliydi."
"Yoo, hiç çaktırmadım."
"Ben anladım ama."
"Kimseye söylemesen olur mu?"
"Düşünmem gerek." İskender gülerken Asya kaşlarını çattı. Madem duvar örüp duruyordu bu kız kışkırtıp duracaktı onu.
"Yine yumruk mu istiyorsun?"
"O bir kere olur. Artık çok daha tedbirliyim küçük hanımefendi."
Asya sinirlenmiş ama nasıl tepki vereceğine şaşırmıştı.
"Yaparım görürsün."
"Dene istersen."
Asya durup yumruklarını sıktı. Onun gelmediğini fark eden İskender de durdu ve ona döndü.
"Eyvah sinirlendin galiba. Vuracak gibisin." tatlı bir alaya almıştı.
Asya kollarını kendine sarıp başını dikleştirdi.
"Ne oldu?" şaşkın bir şekilde Asya'ya yaklaştı. Yumuşadı sesi "Küstün mü?"
"Küstüm."
"Ama küsme."
"Ama küstüm."
O kadar tatlı bir küsme gibi gelmişti ki İskender'e duyguları zirveye taşındı. Yediği triplerin hiçbirine benzemiyordu.
"Peki kendimi nasıl affettirebilirim?"
"Bir yolu yok."
"Bir şey söyle onu yapayım."
"Oluru yok."
"Ama olur mu öyle? Vardır bir yolu."
"Yoktur."
İskender etrafına bakındı. Komşunun bahçesindeki çiçekleri gözüne kestirdi. Onlara yaklaştı. Asya yan bakışlarıyla İskender'in ne yaptığına bakıyordu.
Kopardığı gülle Asya'ya yaklaştı. "Özür dilerim Asya." diyerek gülü uzattı. Herhangi bir tepki alamayınca "Çiçek sevmez misin?" diye sordu.
"Ben onu elimde taşımaya utanırım."
"Neden?"
"Bilmem. Yanlış anlaşılır."
"Yürürken bir bahçeden koparmış olabilirsin. Neden yanlış anlasınlar?"
"Ben bahçeden çiçek koparmam. Tarzım değil."
"O zaman beni affedebileceğin bir şey söyle."
"Hadi gidelim bence."
"Barışmadan olmaz."
"Küsmedim zaten. Küstüğümü zannedip bana yaklaştığında sana vuracaktım. Ve sen de hayatının dersini almış olacaktın."
İskender kaşlarını kaldırdı. İçinden yine 'melek sandım şeytan çıktı' türkülerini söylecekken 'neden vurmadığı' kısmı daha çok ilgisini çekti.
" Neden vurmadın peki?"
" Hak etmiyorsun galiba."
" Bence de. " başka bir şey demeden yürümeye devam etti. Asya arkasından biraz baktıktan sonra "Heyy küstün mü?" diye seslendi.
'Küstüm' oynama sırası İskender'deydi. O yüzden cevap vermedi. Asya koşarak ona yetişti ve kolunu tuttu. "Küstüm deme."
İskender omuz silkti. Küçük hanımın neler yapacağını görmek istiyordu. Asya ise ne kadar inkar etse de İskender'e alışmıştı ve onunla arkadaş olmak istiyordu. Onunla kitap sohbeti yapmak hoşuna gitmiş, gülmüş, güzel vakit geçirmişti. Bunları kabullenemiyordu ve kendine kızıyordu ancak içindeki arzuya da engel olamıyordu.
Oflayarak İskender'in elindeki gülü aldı ve ona uzattı. "Barış benle. Bak zeytindalı."
İskender dayanamayarak güldü. "Benim çiçeğimle beni mi kandırıyorsun?"
"Ahh tamam be. Tut şunu." gülü İskender'in eline tutuşturup kaldırımın kenarındaki sarmaşık güllerine yaklaştı. Hoşuna giden bir taneyi kopardı. İskender sırıtarak onu izliyordu.
İskender'in yanına döndü. "Al bunu da barışalım." bu kız gerçekten komik hissettiriyordu. Hem tatlı hem de odun olabilen nadir insanlardandı. Bu nasıl bir birleşimdi?
"Sen de benim çiçeğimi alırsan kabul ederim." bu tekliften tuhaf bir anlam çıkaramayan Asya İskender'in elindeki gülü aldı. Diğer gülü de onun eline verdi. İskender gülümsedi, elindeki çiçeklerin en değerlisiydi.
"Gidebiliriz. Barıştık bitti." dedi dümdüz. Bu düz tavırlarla şimdiye kadar hiçbir erkekle ilişkisini arkadaşlıktan öteye taşıyamamıştı. Öyle bir niyeti de yoktu. Önceleri bir ilişki için kendini fazla ciddiyetsiz ve çocuksu bulurdu. Daha sonra ise hayatta hiçbir şey istemez olmuştu. Kimseyle uğraşası yoktu. Kalbi sevse belki olurdu. Kalbi de ücretsiz izine ayrılmıştı. Geri döneceği yok gibiydi. Tabi şu an düşündüğü tek şey gidip uyumaktı. Diğer teferruatları ekleyen biziz.
Birkaç adım daha attılar. "Bana bir şarkı sözün vardı."
"O kadar uykulu ve yorgunum ki radyo cızırtısı bile çıkaracak hâlim yok."
"Başka zamana kaldı yine."
"Mecburen."
"Keşke içe biber katmasaydın."
"İki katı sarma saracağımızı bilseydim asla dökmezdim."
"Eden bulur." İskender gülmeye başlayınca yine kaşlarını çattı. "Senin bana kastın mı var?"
"Yoo. Doğruları söylüyorum."
"Evlenmesin onlar da. Niye onlara bir şey olmuyor?"
"Çünkü yaramazlık yapmıyorlar."
"Yaramazlık yapan herkes ceza almıyor. Piyango hep bana vuruyor."
İskender kahkaha atıp elindeki pembe gülü kokladı. Yıldızlı gökyüzünün örttüğü, lambalarla aydınlatılmış sokakta yalnızca ikisinin sesi vardı. Ara sıra esen sıcak rüzgarın, saçları sallandırsa da serinletmek gibi derdi yoktu. İkisinde ortak bir duygu varsa o, beraber yürümenin verdiği huzurdu. Birininki aşktan, diğerininki yeniden birine duyulun güvenden. Kendisi bunu kabul etmeyecek olsa da bu böyleydi. Bilincinin dışında gerçekleşmişti ve ona fikrini sormamıştı.
Evine döndüğünde bu huzurun kaybolacağını bilseydi muhtemelen geriye dönmez Koryürek'lerin evinde kalırdı. Parçalanmış gelinlikle bahçede annesini görmeyi beklemiyordu. İşin kötüsü annesi bunu yapanın o olduğunu iddia ediyordu.
"Ben yapmadım! Yapmadım!" diye defalarca bağırsa da annesi ona inanmayı seçmedi. Gelinliğin yanında bulunan tokası adeta bir kanıt niteliğindeydi. Ondan başka bunu yapacak kim vardı?
🌹🌹
Yılın son bölümü hshshshs
Asya'da gelişmeler var gibi.
Kitabı okumayanlar için üzgünüm baya spoi verdim.
Zümrüt ve Asya'nın ilişkisini nasıl buldunuz?
Bölümün sonundaki soruyu orada cevapladığınızı düşünüyorum.
Kendinize iyi bakın, yer yıl daha da acı verici gelse de direneceğiz arkadaşlar dhdhdhddh.
Dertleşesim geldi acayip. Atanamayan bir öğretmenim ve bu yıl sınav değişti. Sınavı kazanırsam iki yıl da Akademi'de sürüneceğim gibi. Şeytan diyor bırak bu işleri devlet su işleri. Yapabileceğim başka bir iş de yok arkadaş. Yani var ama boşuna mı okudum ben dedirtecek cinsten. Öğretmen olmak da insanı delirtir bu arada. Her şey beterin beteri.
Ahh neyse. Umarım seneye kendimi farklı bir yerde görürüm. Öte dünya bile olabilir hshshsh. Yok lan o kadar da değil. Yani o da olabilir ama güzel şeyler olsun amin.
Alıp başımı gitmek istiyorum.
Neredeyse bir aydır abimlerde yaşıyorum. İkisinin de işi gücü olduğu için çocuklarla ilgileniyorum.
Bunları okumayın boş boş yazıyorum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 761 Okunma |
112 Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |