6. Bölüm

Umudun Ilık Rüzgarı

Yıldız Akyürek
yildiz_sena

Sevgili Dostlarım,

Yeni bölüm sizlerle efenim, geç geldi ama uzun geldi. Tatlı okumalar. 1

 

💫💫💫

 

Günler sonra insan içine çıkma sebebi maphusları aratırdı. Zorunluluk ve yönetilmek onu deli ediyordu. Ancak telefonu için buna boyun eğecek, onu geri aldığında bedelini ödetecekti. Sonuna kadar bir mücadele değildi bu. Yükselmeli alçalmalı, dengesiz seyreden, fırsat doğduğunda güç kazanacak bir mücadele. Bu mücadeleyi Karamanoğulları'nın Osmanlı ile mücadelesine benzetiyordu.

 

Karşı koltukta oturan üç kişi özür dilemesini bekliyordu. Bir yandan da annesi dürtüp duruyordu. Özür dilemekten gına gelmişti.

 

Hiç de yumuşak olmayan bakışlarını Güven Altay' dan çekmiyordu. Güven ise her şeye rağmen gülümsüyor, güven vermek ve gönlünü kazanmak istiyordu.

 

Asya'nın gözlerinin uzun süredir değmediği iki kişi Sinan ve İskender'den başkası değildi. Sinan, bu saçma buluşmada yalnız hissetmemek için dostunu da eve çağırmıştı. Artık babasıyla ilgili herhangi bir konu ilgisini çekmiyordu. Ondan da evleneceği kişiden de kızından da nefret ediyordu. Yine de tiksinen bakışlarında alaycı bir umursamazlık vardı.

 

İskender, Asya'yı yeniden gördüğü için mutluydu. Bakışlarıyla onun varlığını okşuyordu. Onun gözlerindeki öfkeyi anlayabiliyor, onu bile masum buluyordu. Canı yanmış bir çocuğun öfkesi ne kadar günahkâr olabilirdi?2

 

"Yüzyıl sonra falan özür dileyecek galiba." keyif dolu bir sırıtışla arkasına yaslandı. Asya'nın gözleri lahana turşusu diye nitelendirdiği, zayıf noktasıyla tanıştığı ancak bunu ona karşı kullanmayacağı düşmanına kaydı. Onu ve yaptıklarını yok sayacak, onun yaptığı gibi kalbini acıtmayacaktı. Sadece fiziksel bir şekilde karşılık verecekti. Çünkü onunla empati kurmuştu, bu hatayı yapmış olması vicdan denen rahatsızlık verici olguyu ortaya çıkarmıştı. Yalnız fiziksel bir saldırıya karşılık verebilirdi. Tabi bu şekilde karar vermiş olması bunu tamamıyla uygulayabileceği anlamına gelmiyordu. Bazen kendini kaybettiği oluyor o zamanlar karşısındaki kişiyi tanımıyordu. Bunu çok doğal buluyordu. Herkes zaman zaman kendini kaybederdi. Yine de elinden geleni yapacaktı. Göz devirerek bakışlarını tekrar Güven'e çevirdi.

 

"Özür dilerim. Camları kırmamalıydım. Sonuçta siz büyüksünüz ve ne derseniz olur. Bizim delirmeye ve sizi yargılamaya hakkımız yok. Sizin hayatınız bu. İstediğinizi yapabilirsiniz. Biz hayatınızda yalnızca bir ayak bağıyız. Bizden sorumlusunuz ve bu sizin adınıza çok üzücü ve yorucu olmalı. Böyle ayak bağlarının fikrinin ne kadar önemi olabilir ki? Özür dilerim Güven bey. Haddimi aştım." kaybetmişti belki, ancak mücadelesi bitmemişti.

 

" Asyaaa" annesinden uyarı yediğinde hafiften tebessüm etti.

 

"Kızım, öyle değil. Fikriniz bizim için önemli ancak siz hiç olumlu yaklaşmıyorsunuz. Şans vermiyorsunuz. Belki zamanla siz de isteyeceksiniz, size iyi gelecek bu ; fakat körü körüne reddediyorsunuz." Güven'in açıklaması İskender'in aklına yatmıştı.

 

"Kızınız değilim. Ne olursa olsun başında da sonunda da istemeyeceğim. Fikirlerim asla değişmeyecek bu yüzden bu şekilde devam edebilirsiniz." Netti, emindi, asla kabullenmeyecekti.

 

Güven dudaklarını birbirine bastırdı. Yine de umutluydu. Sadece zamana ihtiyaçları vardı. Güzel bir aile olacaklarına inanıyordu. Sevdiği kadına yıllar sonra kavuşacaktı. Yıllar süren ızdırabı dinecekti.

 

" Asya biz seninle ne konuştuk?"

 

"Babama nasıl ihanet ettiğini."

 

"Asya!"

 

"Üzgünüm, özür dilerim." Yalandan dilediği özürle dudakları kıvrıldı. Hayat çok acımasızdı. En sevdiği insanın ondan alınması yetmemişti. Anlaşılmıyor, önemsenmiyor, karanlığa itiliyordu.

 

"Hadi gençler siz biraz kaynaşın." Babasının sinir bozucu fikri Sinan'ın alaycı tavrına alaycılık katmıştı.

 

İskender hemen ayaklandı. Önce iki inatçı keçiden kıvırcık olanını sonra da düz saçlısını yerlerinden kaldırdı. İkisinin de bileklerini kavrayıp onları mutfağa götürdü. Güven ve Başak buna memnun olmuştu.

 

Öldürücü bakışların hedefi olunca gülümseyerek iki sandalye çekti. Oturmaları için işaret etti.

 

"Şaka mısın? Babamı mı destekliyorsun?"

 

"Hayır ama siz yanlış yoldasınız." İskender bilmiş bir tavır takınarak kaşlarını kaldırdı.

 

"Bir de sen başlama." dedi Sinan sinirle.

 

İçerideki şahıslara hâlâ öfke besleyen Asya'nın aklı oradaydı.

 

"Aklınızı kullanın biraz. Çok duygusal davranıyorsunuz." İçinden sırıtarak sandalyenin birine kuruldu. Asya ve Sinan aynı anda kaşlarını çattı.

 

"Ne diyon lan?"

 

"Ben sizin yerinizde olsam kesinlikle böyle yapmazdım."

 

"Yoksa bir fikrin mi var?" Asya'nın meraklı sesi saklı tuttuğu gülüşünü gıdıkladı.

 

"Yapılacak tek bir şey var."

 

"Ne ki?"

 

"O ne?"

 

"Oturun."

 

İnatçı ikili hemen İskender'in yanlarına oturdu. "İkinizin de amacı aynı neden birlikte hareket etmiyorsunuz? Güçlerinizi birleştirin."

 

Sinan göz devirerek arkasına yaslandı. "Ben de gerçekten mantıklı bir şey söyleyeceksin sandım. Ben bununla birlikte hiçbir şey yapmam."

 

"Ben de sana meraklı değilim. Kendi yöntemlerimle hallederim. Kimseye ihtiyacım yok." kollarını kendine sardı.

 

"İşte bu yüzden kaybediyorsunuz. Bireysel davranıp, birbirinize de saldırıp ceza alıyorsunuz. Oysa birlikte plan yaparak hareket etseniz..." İskender'in amacı onların kazanmasını sağlamak değildi. Ama öyleymiş gibi davranacaktı. Onların amacı da zamanla değişebilirdi, bunun için uğraşacaktı. Hiç olmazsa birbirlerini anlayıp daha düzgün davranabilirlerdi.

 

" Ben asla kaybetmem."

 

" Ben de buna güvenmiyorum. Satar bu kesin."

 

İskender nefes verdi.

 

"Ne diyon lan sen! Bana satıcı mı diyorsun! Akıllanmadın galiba!"

 

"Evet sana diyorum! Tipinden belli ne olduğun!"

 

Sinan sinirle güldü. "Herkes hayran lan bu tipe!"

 

"Sen önce benim ne demek istediğimi anla."

 

"Ooof yeter. Rahat durun." Bu ikiliyle uğraşmak kolay olmayacaktı. İkisi de hem inatçı hem de asabiydi. İkisinin güçlerini aynı kaynağa toplayabilirse dünyaya büyük bir hizmet vermiş olacaktı. Gezegendeki gerginlik kırılacaktı. Mantıklı konuşulunca bile ikna olan tipler değillerdi. Çünkü istedikleri şey ve duygularında çok katıydılar. İstedikleri şeye hizmet edeceğini söylese bile inatları kırılmıyordu. İnanmıyorlardı belki de. İnandırması gerekiyordu.

 

Zil çalması ile Arda'nın mutfağa damlaması arasında çok uzun bir süre yoktu.

 

"Selam dostlar neşeniz geldi." hemen Asya'nın yanına oturdu. Ona nazaran daha yavaş ilerleyen Badem mutfağa yeni girdi. İkisini yan yana görünce göz devirdi. Kendine bir sandalye çekip oturdu.

 

"Nasılsın Asya? Görüşemiyorduk." deyip yanağından makas aldı Arda. Asya ne yaşadığını algıladığı an kaşlarını çattı. "Napıyon olum makas falan?"

 

Sırıttı. Sırıtışı Asya'nın ifadesini yumuşattı.

 

"Ben seni çağırmadım lan. Niye geldin?" dedi Sinan. Hareketleri sinirini bozuyordu. Düşmanına yapışması dayak yemesi için yeterli bir sebepti ancak Sinan'ın bu aralar birilerine vurmaya niyeti yoktu. Hele de İskender yanındayken. Barış elçisi gibi dolanıyordu yanında yöresinde. En son patlayıp onu dövecekti. 'Hayırlısı' diye içinden geçirdi.

 

Arda, Sinan'a alınmamış sırıtmaya devam ediyordu. Alınsa da sırıtır içinde yaşardı. Arkadaşının ne mal olduğunu biliyordu. İçindeki enerjiyi bu içi çürümüşlerin yanında ortaya ancak bu kadar çıkarabiliyordu. Kendinden bir tane daha olmalıydı.

 

Arda'nın sırıtışının üzerindeki baygın bakışları, Badem'in içsel bir sorgulamada olduğuna işaretti. Bu insan evladına nasıl âşık olabilmişti? Saçma sapan gülüp duruyordu ve o gıcık kızın dibine oturmuştu!! Bir de makas almıştı! Savaş çıkmıyorduysa da çıkmalıydı.

 

"Ben çağırdım. Toplanacaksak hep birlikte toplanalım." İskender'in olgun sesine iki kişi göz devirdi. Sinan ve Badem onun birleştirici yanı ve bu tür konuşmalarına ayar oluyordu.

 

Asya için burada olup olmamak bir şey ifade etmiyordu. Annesi yüzünden buradaydı. Yanındaki insanlarla bir alakası yoktu. İskender'in dediği gibi aklını kullanacaktı. İnsanlar bazı şartlara mecbur bırakılırsa mevcut şartlarda yapabileceğinin en iyisini yapmalı, maksimum verim almalılardı. Tabi bunu nasıl yapacağı biraz belirsizdi. Mevcut şartlar onların arasında olmaksa onları mı kullanmalıydı? İnsan kullanmak tarzı değildi. Belki birine güvenmek... diye zihninde tamamlamadığı cümle kendisine kızmasına neden oldu. Hani kimseye güvenmeyecekti? Güvenmiyordu zaten. Sadece ihtimalini düşündü. Saçma bir ihtimaldi.

 

"Eee ne yapıyoruz?" diye sordu Arda.

 

İskender bir kolunu Sinan'ın, tedirginlikle diğerini Asya'nın omzuna attı. Ateşle mi oynuyordu? Yanlış anlaşılmaya mahal vermemek adına "Gençler, dediğim gibi güçlerinizi birleştirmeniz sizi bir adım öne atar. Üstelik ben sizin safınızda olacağım. Size yardım etmemi istemez misiniz? Benim sözüme itibar ediyorlar." cümlelerini kurdu.

 

Arda da İskender'den güç alıp kolunu Asya'nın omzuna attı. "Ben de yardım ederim. Eheheh."

 

Badem yine göz devirmekle yetindi. Bu kız ne ayaktı ve Badem'in hayatındaki bütün erkekleri çevresine toplamıştı. En çok Arda'ya sinir olsa da ağabeyini boğmak istiyordu.

 

"Yoh mu çekridek falan. Ya da patılmış mısır, cipsi de olur." Arda yine midesiyle düşünüyordu. Sinan sabır çekip İskender'in kolunu itti. Sandalyesiyle mümkün olduğunca uzaklaştı. Arda'ya yan bir bakış atıp yakasını silkti.

 

Asya da nazikçe omzundaki kolları itti. "Ağırsınız da biraz."

 

"Pardon ehe"

 

"Kusura bakma."

 

Uzun zamandır birileriyle yakınlık kurmamıştı. Birilerinin ona dokunmasından hoşlanmıyordu. Bu yakınlık tuhaf gelmişti. Kimseyi de kırası yoktu. Üstelik İskender ve Arda ona yardım etmek istiyordu, bunu yok sayamazdı. Yine de bir faydaları olacağını sanmıyordu. Yalnızlığını özlediğini fark etti. Sadece kendiyleyken özgür hissediyordu. Ahh bir de müzik olmalıydı. Eve döndüklerinde telefonuna kavuşacaktı.

 

"Aslında benim bir fikrim var. İskender yazdığı için gelene kadar düşündüm. Heheh." Sinan ve Badem mantıklı bir şey duyacaklarına karşı sıfır inançla bakışlarını Arda'ya kaydırdılar. Diğer ikili duyacakları fikri merak ediyordu.

 

"Siz birbirinize âşıkmış gibi davranın. Böylelikle onlar evlenmekten vazgeçerler. Hani siz âşıksınız ya. Âşık olunca..."

 

"Saçmalık! İmkansız!" Asya ve Sinan aynı anda itiraz etti. Sinan sözlerine bunu da "Beynin yerine kıçınla mı düşünüyorsun?" ekledi. Arda alınmış gibi dudaklarını büzdü sonra sırıttı. "Bence çok mantıklı."

 

Bu fikir sadece Badem'in hoşuna gitmişti. İskender kaşlarını çatıp asi ikiliye şüpheci bakışlar attı. Sonra öyle bir şeyin olamayacağına kanaat getirip biraz olsun rahatladı.

 

"Bence de mantıklı." diyerek Arda'yı onayladı Badem.

 

"Saçmalama, bunun neresi mantıklı. Olmaz." Eşeğin aklına karpuz kabuğu sokmak gibi bir şeydi bu. İskender buna asla müsaade etmezdi.

 

"Yav numara yapacaksınız. Gerçekten âşık olun mu dedim? Orası size kalmış bir şey."

 

"Ardaaa düşünmeyi mümkünse bırak. Ben bu kıza dümenden bile âşık olmam."1

 

"Ben de seni bekliyordum sanki dört gözle."1

 

"Kesin çözüm bence. Bundan daha iyi bir yolu yok. Arda kırk yılın başı doğru bir şey söyledi." Badem sırıtarak arkasına yaslandı.

 

"Asla olmaz. Böyle işlerle oyun olmaz. Ya bir yanlışlık olursa? Riske gerek yok. Buna rağmen kardeş bile olabilirler. En kötüsü. Saçma." İskender telaşını sezdirmemek için büyük bir çaba harcıyordu. Buna rağmen Sinan bir şeyler sezdi. Tek kaşını kaldırdı. İstemediği bir şey olmasın diye istemediği başka bir şeyi yapacaktı.2

 

" Aslında biraz düşününce mantıklı geliyor. Ancak inandırıcılık biraz düşük gibi. Benim böyle bir kıza normal şartlarda bakmayacağımı herkes biliyordur." Sinan yeniden keyiflendi.

 

"Böyle bir kız olarak doğru yolda olduğumu bilmek sevindirici." diyerek yüzünü buruşturdu. Ve sözlerine ilave etti "Lahana turşusu sevmiyorum zaten." Sinan öfkeyle yerinden kalktığında gülüşü yüzüne yayıldı.

 

"Kızım seni gebertirim!"

 

Sinan bağırınca İskender de ayağa kalktı. Bizim kız durumu pek takmıyordu. Yarım gülüşüyle şarkı mırıldandı. "Hadi bakalım kolay gelsin bir acayip zor yarış, bana ne aman ben anlamam pek hesaplı ince iş... Nananan nananan.."

 

"Ne biliyor musun? Sen alttan alınmaya alışmışşın. En ufak bir lafta köpürmen bundan. Ve sen söylemeden ben söyleyim; babam burda değil evet." aynı umursamazlıkla sandalyeden kalktı. Son cümleyi kurma amacı zayıf noktasıyla kırılamadığını göstermek içindi. "Gitmek için doğru zaman gibi... Anneeee bu çocuk beni geberteceğini söylüyooooor! Ben masum bir çocuğum." kocaman gülüşüyle mutfaktan çıktı.

 

"Şeytan pislik! Geberteceğim seni." Sinan öfkeyle göz devirip yerine oturdu.

 

"Vaooov. Bu kızı çözemiyorum. Masum mu, şeytan mı, kibar mı, saldırgan mı? Yalnız hayran oluyorum sanki." Arda'nın hayranlığı Badem'i iyice deli etti.

 

"Dinsizin hakkından imansız gelir. Sen de pek masum değilsin, mezarlıkta olanları unutma." dedi İskender.

 

"Ulan sen kimin arkadaşısın!"

 

"İstemsizce gülesim geliyor. Ahahahah."

 

"Ardaaaaaa!!!"

 

"Ahahahahahaahh."

 

"Ulan seni boğacağım!" yerinden kalktığı gibi İskender onu yerine oturttu. Bu sefer kalkıp İskender'in yakasına yapıştı. "İlla seni mi döveyim!"2

 

"Sakin ol artık!"

 

"Senin bu adalet terazisi gibi tavırların beni deli ediyor!"

 

"Cips diyorum. Yok mu? Aslında çekridek de iyi giderdi. Ehehe" Sinan Arda'nın son darbesiyle sinirden köpürürken İskender istemsizce güldü. Badem göz devirip masadaki sürahiyi eline aldı ve içindeki suyu Arda'nın yüzüne çarptı. Yaşadığı şokla Arda'nın ağzı açık kaldı.

 

"Puahahahhahahaahhahahaha" bu sefer kahkaha atma sırası Sinan'daydı.

 

Suyu Arda'ya değil kendi yüzüne çarpsaydı bile Badem'in içindeki öfke ve kıskançlık ateşi sönmezdi. Kollarını kendine sarıp göz ucuyla Arda'nın hâlini süzdü. Arda hâlâ şaşkınlığını atlatamamıştı.

 

İskender, başını iki yana salladı. Gruptaki herkes manyaktı. Asya da katılsa tam oluruz diye düşünerek kahkaha attı.

 

Şaşkınlığı geçince ellerini yüzüne bastırıp fazla suyu aldı. Sonra gülmeye başladı. Böyle durumlar onu kızdırmaz güldürürdü. Herkes gülünce Badem de dayanamayıp güldü.

 

Mutfaktan çıktığında uzaklaşmamış kapının yanındaki duvara yaslanmış olan Asya gülüşme seslerine gülümsedi. Arkadaşlıkları hoşuna gitmişti. O yanlarında olduğunda sadece öfke ve tartışma vardı. Uzaklaştığı zaman yine eski mutluluklarına dönüyorlardı. Bu doğal bir şeydi. Olması gerekendi. Onlara dahil olmak için asla bir çaba göstermezdi. Böyle şeyleri gururuna yediremezdi. Aralarında olmaması gerekiyordu zaten. Onun böyle arkadaşları olmayacaktı. Onun için herkes ve her şey boştu. Eski arkadaşları ile arasına ise güzel bir mesafe koymuştu. Bu mesafe gittikçe büyümüş dostluk ve arkadaşlık kavramı onun için bitmişti. Kimseyi suçlamıyordu. Ne olduysa o yapmıştı. O aslında kendini bitirmek istemişti. Bir daha hiç olmamak istemişti. Başaramamıştı.

 

Ses çıkarmadan evden çıktı. Sevdiklerinin olmadığı sokaklarda gezindi.

 

💫

 

Kahve kokusu, plaktan ince ince yüreğine işleyen müzik onu bulunduğu mekandan çok daha ötesine taşıyordu. Önündeki deftere yağmur damlaları gibi kelimeleri sıra sıra diziyordu. Böyle anlar onun için müthiş bir zevk kaynağıydı. İçindeki yazma tutkusu daha da coşuyor cümleler zihninde dans ediyordu.

 

"Senin en güzel yerin kahverengi gözleriin, gözlerin yâr göözleerin." sırıtıp saçlarını karıştırdı. Bugün az da olsa yakınlaşmıştılar. Yakınlaşmaktan kastı herkesin anlayacağının dışında bir masumiyet taşıyordu. Kolunu omzuna atmış olması farklı şartlarda gevşeklik olarak algılanabilirdi ; ancak o bir büyük edasıyla yapmıştı bunu.

 

"Ahh ahhh" içi yanıyordu. Saatlerce konuşup dertleşmek istiyordu. Onu en derinine kadar tanımak istiyordu. Belki de bir meraktan ibaretti her şey. O bakışların derinindekini meraktan. Biliyordu hikâyesini evet. O, gonca gibi henüz açılmamış olan karakterini, içindeki gücü, ışığının potansiyelini görmek istiyordu.

 

Aşk yazmadı, merak yazdı. Merak da aşktan mıydı yoksa aşk mı meraktan? Aşk demesi için hâlâ erkendi. O yüzden aşk yazmamıştı henüz. Merak yazdı. Işığın kaynağını arayan adamı yazdı. Hüznün arasına kaynayıp onun gözlerinden sızan ışığın derinine ulaşmak isteyen adamın hikâyesi. Yazdığına güldü.

 

Yazacak başka kelimesi kalmadığında defterini kapattı. Soğumaya yüz tutmuş kahvesinden bir yudum aldı. Yine onu hayal etti. Yazılmaya değer bir insandı onun için. Yazılmaya değer olan sevilmeye de değerdi. Genelleme yapmıyordu, kendi edebî görüşlerine uygun bir düşünceydi sadece. Öylesine bir insan değildi sonuçta, yazılmaya değer olan.

 

Tekrar iç çekti. İlk başlarda yüz güzelliği gelen şey artık bir varlık, renk güzelliğiydi. Sanki ona baktığında gördüğü bir ruhtu. Kafasındakini tanımlayamayınca delirdiğini düşünerek kahkaha attı. Eskiden yalnızken bu kadar çok gülmezdi. Ama bu şekilde genellikle yazdığı ve okuduğu cümleleri beğendiğinde gülerdi.

 

Kahvesinden bir yudum daha içip, sessize alarak bir köşeye attığı telefonunu eline aldı. Gece yarısı olmuştu bile. Yatağına geçmeye karar verdi, gruptan gelen mesajlara yatağında bakacaktı. Plağı durdurdu ve yatağa oturdu.

 

Grup bildirimlerine tıklayınca Arda'nın gruba yeni birini eklediğini öğrenmiş oldu. Kendisinde kayıtlı olmayan yeni kişi üç soru işareti bırakarak orada ne aradığını sorguluyordu. O kişinin Asya olduğunu anlayan İskender'in gözleri parladı.

 

Mesajlaşmanın devamı şöyleydi;

 

Arda: Planlarımıza buradan devam ederiz diye düşündüm. Numaranı annenden aldım. Heheheh.

 

Sinan: Bravo bravo çok iyi düşünmüşsün. Alkış sana.

 

Arda: Tabii ki dsdsds

 

Sinan: Gerizekalı

 

Badem: İstemiyorum ben arkadaşı

 

Sinan: Ben de öyle

 

Arda: Birlikte plan yapacağız böyle konuşmayın çı çı çı

 

Sinan: Ne planı plan milan istemiyorum.

 

Arda: Yavv anne babanız evlenmesin diye işte.

 

Sinan: İstemiyorum, evlensinler

 

Arda: Abooğğğğğ

 

Badem: Nasıl ya?

 

Sinan: Düşündüm taşındım babamın mutluluğunu neden bozayım dimi

 

Badem: İnanmıyorum sana

 

Sinan: Ben evliliklerini onaylıyorum artık sadece o kızın kardeşim olmasını istemiyorum.

 

Badem: Evlendiklerinde kardeşin olacak. Arda'nın planını bir daha düşün istersen.

 

Sinan: Plan mı lan o? Saçmalıktan başka bir şey değil.

 

Arda: Ne biçim insanlarsınız siz

 

Sinan: Sus lan sensin ne biçim

 

Arda: Kız grupta görecek yazdıklıklarınızı

 

Sinan: Görürse görsün çok da umrumda

 

Arda: Kalpsiz

 

Sinan: I ıh kalpsiz değil taş kalpli puhahaah

 

Badem: dhshhshsh

 

İskender bir şey yazmadan mesajlamadan çıktı. Sinirleri bozulmuştu. Bile isteye bir insanı kırıyorlardı. En nefret ettiği şeylerden biriydi bu. Asya henüz yazılanları görmemişti ancak gördüğünde kesinlikle gruptan çıkacaktı. Kardeşiyle en yakın dostu mutluluğuna karşıydılar. Ama o da zamanı gelince onlara ne yapacağını biliyordu. Bu işe de el atmalıydı. Sinan nasıl olduysa kabullenmişti durumu. Sahici miydi emin değildi.2

 

Her şeyi boşverip gruba girdi. Asya'nın numarasını kaydetti. Günün ikinci kazancı olabilirdi bu. Gülümsedi. Onun profil fotoğrafını açtı. Ve aradığını buldu. Gözlerindeki ışığın tamamını gördü.

 

"Gözlerinin parıltısı solmadan önce çekilmiş olmalı. Bu müthiş bir şey. Gözleri çok güzel."

 

Sonra içini hüzün kapladı. Şimdi o gözlerde sönmüş bir yıldızın son çırpınışları vardı. Tekrar yakabilmek isterdi o ışığı.

 

"Sen kimsin ki?" Kimdi de yakacaktı o ışığı? 'En azından denerim.' diye düşündü. Bu saatten sonra elinden gelenin fazlasını yapmak boynunun borcuydu.

 

"Gözleri çok güzel." diye tekrarladı. Sonra bakışları gülümseyen dudaklara kaydı. Dudakları kıvrıldı. "Şimdi de gülüyor ama önemli olan gülüşünde gözlerinin ışıltısının da olması."

 

İç çekti, başka meselesi yok muydu? Asya, Asya, Asya, hep Asya. Bu kadarı da fazlaydı. Onu düşünürken kırk tane duyguya giriyordu. Feleği şaşmıştı.

 

Bazen içi hoşlaşıyor, kalbi coşuyordu. Bazen ona üzülüyor, sımsıkı sarmak istiyordu, saramayışına öfkeleniyordu. Bazense imkansızlığını düşünüyor etrafı kara bulutlar sarıyordu. Kitabı ona umut veriyor, Asya hiç vermiyordu. "Niye umut versin sana olum? Kızın derdi başından aşmış seni mi düşünecek? Seni niye düşünsün ki? Öfffff."

 

Telefonunun ekranını kapattı. Bakmayacaktı. Neydi bu saçmalık? Kendisini bu duygulardan koruması gerekiyordu. Sonra bu fikrinden vazgeçti. Neden korumalıydı? Yüzyılın başı birinden hoşlanmıştı. Bunu yok sayamazdı. Mücadele etmeliydi.

 

Daha fazla bağlanmadan duygulardan kurtulması belki de onun için en iyisiydi. Sonradan çok fazla üzülebilirdi. İlerlemeden her şeyi bitirmeliydi.

 

Başını iki yana salladı. Onu istiyordu. Bunun düşüncesi bile içinde orman yeşertiyordu. Düşüncesinin hayaline kanıyor mutluluk şarkıları başlıyordu. Son kararı o kandığı hayali gerçek yapmak için savaşmaktı. Savaşacaktı.

 

💫

 

Umursamadım. O mesajlara rağmen gruptan çıkmadım. Benlik bir hareket değil bu normalde. Mesajları boşver o grupta olmak istemediğim için çıkardım. Ama çıkmadım.

 

Ne demişler; Dostuna yakın ol düşmanına daha yakın. Ben de öyle yapacağım galiba. Gerçi bunun pek katkısı olur mu bilmiyorum.

 

O varlığın vazgeçmiş olması bana inandırıcı gelmedi. Yani belki annesinin yaptığı yüzünden fikri değişmiş olabilir. Ama babasına o kadar kızdıktan sonra mutluluğunu isteyecek bir tip yok o lahana turşusunda. Ya da bilmiyorum.

 

"Asyaaaaaa hazır mısın?!" yine bir yere gideceğiz. Büyük bir aile yemeği gibi bir şey. Öyle de değil gibi.

 

"Hazırııım." sanki çok önemli bir yere gidiyoruz da bir de hazırlanıyoruz. Hiç özenmedim. Siyah tişört, siyah pantolon. Öyle mutsuzum ki. Gitmek istemiyorum. Gizlice yemek yedim, orada iştah sahibi olacağımı sanmıyorum.

 

Kalabalıktan da hoşlanmıyorum. Zaten annem hoşlanmadığım ne varsa getirip karşıma koyuyor. Ben de önüne yaramazlık...

 

Kulaklığımı takıp saçlarımla kulaklarımı kapattım. Canım istediğinde sıkıcı ortamdan kendimi müzik sayesine kurtarabileceğim.

 

Aşağı indiğimde annemin onaylamayan bakışlarına maruz kaldım. Anlaşılan kıyafetimi beğenmedi. Umrumda mı? Hayır.

 

Eğer gitmek yerine yatağımda veya çatıda olsaydım çok mesud olacaktım. Sürekli o insanlarla bir araya gelip birbirimize katlanmaya çalışıyoruz. Çalışmadığımız zamanlar da oluyor. Eğer her şey sarpa sararsa müziğime tutunacağım.

 

Yola çıktık, müziğimi kısık da olsa açtım. Annemin sorduğu soruları geçiştirerek cevaplıyorum. Eğer onu duymayıp cevap vermezsem kızabilir.

 

Anneler, orta yaşlı kadınlar ve yaşlı kadınlar çok meraklı. Keşke konuşmaya üşendiğimi fark etse, bunu anlayışla karşılasa ve daha fazla soru sormasa. Mümkün değil.

 

"Arkadaşlarınla anlaşabiliyorsun değil mi?"

 

"Hıhım. Kesinlikle." arkadaşım değil onlar. Biri düşman, diğeri ciddiye almadığım bir düşman. İskender ve Arda ise masum ama arkadaşım sayılmazlar. Yardım etmek istiyorlar ancak fikirleri hoşuma gitmiyor. Hem düşmanımın dostu onlar.

 

"Buraya biraz daha şans versen eminim çok seveceksin." asla o dediği gerçekleşmeyecek bilmesi gerekir. Ahh neyse. Mantıklı bir fikir bulana kadar sürünmeye devam edeceğim. Kaçışım yok.

 

Cevap vermedim. Müziğe odaklandım. Anlayabilme imkanı varken anlamayan insanlara ne denilebilir ki? Mahsus değilse bu anlamama annem beni zerre tanımıyor demektir.

 

Efe İskender'in evine vardık sonunda. Annemin elinde kurabiye dolu büyük bir borcam olduğu için zile basma görevi benimdi. Müziğimi durdurdum. Kapıyı Acı Badem açtı. Anneme gülümseyip bana ağız burun eğdi. Ben yapsam bunu anam saygısız diyip on saat başımın etini yer. Gerçi bunun anası görmüyo bunu.

 

Bir şekilde içeriye girdik işte. Kalabalığın tam ortasında üstüme gelen gölgelerle boğuşurken hoş geldin hoş gittin fasılları da aradan çıktı. Bakışlarımı insanlarda o kadar kısa tuttum ki onları tam görmüş sayılmam.

 

Ta ki daha önce görmediğim o kadın eliyle ağzımı kavrayıp yanaklarımı sıkana kadar. Neye uğradığımı şaşırmakla öfkelenmek arasında gidip gelirken "Şu ağzın gözün güzelliğine bak. Aynı sen kız bu." dediğinde gülüşmeler kararımı vermeme yardımcı oldu.

 

Kaşlarımı çattım. Keşke bana dokunmak yasak olsa. Dokunan çarpılsa. Sevilmeyi zerre seviyor musun diye bir sor! Sor bana!

 

"Gözleri babasına benziyor Gülru." evet bu güzel bir şey. Ben pek fark etmesem de benzediğini ona özlem duyduğumda kendimi gözlerimle avutuyorum. Normalde bunu annemin yapması gerekirdi ancak o başka adamla evlilik düşünmekle meşgul.

 

Sonunda beni bıraktığında ondan biraz uzaklaştım. "Yabani" diye bir fısıltı kulağıma çalındı. Kim olduğunu anlamam fazla uzun sürmedi. İlk günlerde görmüştüm bu kızı. Efe'yle gezen kız bu. Şöyle bir bakışta bile hiç iyi enerji alamadım ondan. Gerçi ben tanımadığım herkesten kötü enerji alıyorum. Sadece komik, güler yüzlü ve samimi hissettiren insanlara karşı böyle değilim.

 

Mesela Arda. Ondan kötü bir enerji almıyorum. Gözlerim onu aradı. Eksik olan üç kişiden biriydi. Arda, Sinan ve İskender yok.

 

Zümrüt teyze yanağımı okşayarak "Hadi kızım siz mutfağa gidin, orada yiyeceksiniz." dedi. Bana kızgın olur sanmıştım. Oğluna attığım yumruğu unuttu mu acaba? Yoksa kameralara mı oynuyor? Öff neyse. Sevmeyin beni kardeşim. Nefret edin.

 

Badem ve o kızın sevimsiz bakışları eşliğinde mutfağa gittik. Arda masaya oturmuş sarmaları aşırıyordu. Bizi fark edince sırıttı. Dudakları yağlı yağlı konuştu. "Hoş geldin kankimm."

 

"Hoş bulduk Arda."

 

"Gel beraber sarma yiyek eheh."

 

Arda'nın sırıtışı büyümüş ardından iki sarmayı birden ağzına basmıştı. Gülesim geldi ama kendimi tuttum.

 

"Abimleri bekle yedin hepsini." öfkeli sesin sahibini tahmin etmişsinizdir. Başka abisi olan mı var? Yok tabi.

 

"Ohoooo onlar gelene kadar ben açlıktan ölürüm. Ekmek almaya gittiler bi gelemediler. Bana ne dayanemeyom ben yiyecem." bunları hızlıca söyleyip yemeğine döndü.

 

Ev sahibesi bana nazikçe oturmayı teklif etmeyince ben de kendim oturmaya karar verdim. Sanırım kaba olmam gerekiyor. Çok nazik biri olduğum da söylenemez. Kibarlık beklemem gıcıklığımdan. Her neyse.

 

Müziğimin sesini tekrar açtım. Eskisine göre iki tık daha fazla. Kötü fısıltılar duymama gerek yok değil mi?

 

Masanın ortasında taze çiçeklerle dolu çini bir vazo vardı. Tabaklarda da çiçek desenleri... Çiçekleri seven süslü bir aile. Belki de umutları bu çiçekler kadar tazedir. Hayatları bu bembeyaz, lekesiz masa örtüsü kadar nezih, gümüş çatal kaşıklar kadar da parlak olabilir. Hele bu tasasız bardaklar... Belli ki kırılmaktan korkmuyorlar.

 

Ya da bu masa gibi dışarıya gösterdikleri öyledir. Beni ilgilendirmiyor. Sonuçta bu masa örtüsü bilerek leke sürdüğüm türden değil.

 

Badem mutfaktan çıktı, sanırım kapı çaldı. O kız ise benim tabağım hariç bütün tabaklara çorba koydu. Kendi işimi kendim yapmam gerekiyor anlaşılan.

 

Kumral, uzun ve gıcık kız yerine oturunca tabağımı alıp kalktım. Zaten aç değilim ama inat uğruna aç kurt gibi yiyeceğim. Bir ay yemek vermemişler gibi. İnşallah ölmem. Sanki ben onlara meraktan ölüyorum. Çorba yerine kocaman bir tabak sarma aldım. Saranın elleri dert görmesin. Sırıtarak tencereyi kapadım.

 

Masaya doğru döndüğümde elinde ekmek poşetleri olan İskender'in bakışlarını yakaladım. Gülümsedi. "Hoş geldin Asya."

 

Ben de gülümsedim ve baş selamı verdim. Konuşsam sesim biraz yüksek çıkabilir çünkü müzik dolayısıyla az duyuyorum. Badem ekmek poşetlerini alıp içindeki kesilmiş ekmekleri sepetlere koydu ve birini içeriye götürdü. O sırada bir numaralı düşmanım sırıtarak bana yaklaştı.

 

"Siz tanıştıştınız mı ya?" Bakışlarını o yeşil gözlü gıcık kıza çevirdi. "Tanıştırayım Sevda, İskender'in..." duraksadı sonra daha çok sırıttı, imalı bir sesle "Arkadaşı" dedi. Anladık yani, özellikle anlamam için yapıyorsa anladım. İskender'in sevgilisi.

 

Tabağımı alıp yerime oturdum. "İlgilenmiyorum. Tanışmak istesem kendim tanışırım." beni görmezden gelenleri ben de görmem. Bana sıfır katkısı olacak bir insandan fazlası değil. O kızın bana yapmış olduğu muameleyi fark etmiş olan Arda gülümsedi.

 

"Sarma harbi çok güzel, iyi seçim." ben de ona gülümsedim.

 

"Yiyişinden belli." Birlikte güldük. Müziğimin sesini kıstım, sıcak bir insanla konuşulabilir.

 

"Senin de geleceğini bilmiyordum Sevda." dedi İskender, sevgilisinin gelişinden memnun değil miydi?

 

"Ben çağırdım. Onsuz olmaz. Fazlalık varsa o da..." Sinan'ın bakışları bana kaymışken İskender bağırdı. "Sinan! Yapma şunu! Annem çağırdıysa bir bildiği vardır! Sana düşmüyor kimin fazlalık olduğuna karar vermek."2

 

Sinan göz devirip oturdu, İskender mutfaktan çıktı. Tuhaf. Tabi İskender saygılı bir çocuk annesinin misafirlerine kötü davranılmasını istemez. Sevgilisini de annesi yüzünden çağırmamış olabilir. Bilemiyorum. Ben sarmayı biliyorum. Tadını yani. Mükemmel olmuş. Arda'yla bakışlarımız birleşince sarmayı işaret edip tadının çok güzel olduğunu ifade etmek için o muhteşem sarhoş baş sallamamı yaptım. Gözlerim kapalı olandan. O da kahkaha atıp dişlerini çaktı ve başını salladı.

 

Arda karşımdaydı, sol yanıma da Badem oturdu. Badem'in karşısında Sinan. İskender ve sevgilisine ise masanın karşılıklı uçları kalıyordu. Sevda benden uzak uç tarafa oturdu. Canıma minnet. Rahatsız edici bakışlarını da üzerimden çekse iyi olacak.

 

Sandalyenin çekilmesiyle İskender'in geldiğini fark ettim. Ellerinde belli belirsiz ıslaklıklar vardı. Ellerini yıkamış ama iyi kurulayamamış. En azından temiz biri. Mendil bile taşıyor daha ne bekliyorsun. Ben bile elimi yıkamadım. Ben zaten ekmek yemeyeceğim. Elimle bir şeye dokunmayacağım.

 

"Nasılsın Asya, görüşmeyeli?" Az önceki sinirli halinden eser yoktu. Ses tonu o kadar yumuşaktı ki... Bakışlarımı İskender'e çevirdim.

 

"İyiyim, sen nasılsın?" Gülümsedi, cevap vereceği sırada bir arkadaş lafa atladı.

 

"Ahhh ne kadar da sıkıcı, şu nezaket gösterileri hiç hoşuma gitmiyor. Samimiyet sıfır." Sinan'ın cümlelerinin ardından gülüşmeler başladı.

 

Samimiyet sıfır değildi aslında. Ben nasıl olduğunu sorarken samimiydim. Bilerek yaptığı aşikar. Gerçi İskender nezaketen sormuş olabilir, orası beni bağlamaz.

 

"Sizin kadar samimiyetsiz olamaz. Turşu bidonu." bu onu delirtir umarım.

 

"Kızım seni öldürürüm!"

 

Tamamen o şahsiyete döndüm. "Kaşınan da sensin sinirlenen de."

 

"İstenmediği yerde duran da sensin. Gruptan bile çıkmamışsın. Yüzsüz ve gurursuzsun. Keşke cici annemin senin gibi bir kızı olmasaymış. Mutlu mesut yaşardık. Ama maalesef sen varsın. Keşke olmasan." yüzündeki şeytanî gülümseme tam yumruğuma layıktı.

 

İskender ayağa kalkınca bakışlarım ister istemez ona kaydı. Yumruğunu sıkmıştı. "Sinan kes şunu demedim mi sana! "2

 

Kalbim yok galiba. Çünkü olması gereken yerde kırgınlıklar yok. Beynimde öfkeden gayrısı yok. Güldüm, gülüşümün sesi yavaş yavaş yükseldi. Sonra gülüşüm silindi, ters bakışlarımı takındım.

 

"Ağlayarak buradan çıkacağımı mı sanıyorsun? Bu sözlerinle beni kırabileceğini mi sanıyorsun? Senin çürük fikirlerin umrumda değil. Senin yaptığının aynısını sana yapmamak için kendimi o kadar zor tutuyorum ki. Ama işte ben senin gibi haysiyetsiz bir insan değilim. Ağlamana falan gerek yok." müziğimin sesini sonuna kadar açıp bakışlarımı sadece tabağıma odakladım. Ne dedi, nasıl baktılar, ne yaşandı benden sonra umrumda değil. Kalkıp saldırmadığına göre ya öfkesini kendine sakladı ya da saydırmaya devam etti. Bana ne. Muhatap oldukça kuduran biri. Uğraşmaya niyetim yok. Bitsin yemek de gidelim şurdan. Gidip bu saçmalıkları anneme anlatacak biri değilim. Anlatmadan o da görmeyecek. Görse bile umursamaz. Ne zaman umursadı ki beni? Ne gururumu ne de isteklerimi! Hiçbir zaman umursamadı işte! Burda saçma sapan cümlelere katlanıyorsam hep onun yüzünden! Katlanmam kalkıp giderim ancak o zaman bir halt başardığını sanar şu uyuz kıvırcık horoz! Kendime bile sinir oldum şu an! Lanet! Çatalımı son kez batırmaya çalıştığımda tabağımın boş olduğunu fark ettim. Öfkeyle arada kaynamış hepsini yemişim. Sinirden elim de titriyor. Lanet insanlar!

 

Tabağımı kaldırıp kendime yeni bir su doldurdum ve dibine kadar içtim. Şeytan diyor al tabağı kır kafasında. Bardağı içimdeki öfkeye inat sakince tezgaha bıraktım. Bileğimdeki tokayla minnak saçlarımı topladım. Artık müzik dinlediğimi anlamaları umrumda değil.

 

Sinir hastası manyak oldum çıktım. Bu durum bana özel olmamalı. Kim olsa delirir, delirmeli. Suratlarına bakmadan mutfaktan çıktım, koridordaki sandalyeye otururdum. Yalnızlık beni bulmazsa ben onu bulurum. Tek dostum.

 

Bu lanet şehirden defolup gitmek istiyorum. Babamı istiyorum. Yanına gidebilmek, onunla olmak... Olması gereken yer şimdi acıyor, kalpsiz değilmişim.

 

💫

 

Asya'nın yükselişinden sonra Sinan yumruklarını sıkmış, yine öfke dolmuştu. Zaaflarının, zayıflığının, acısının düşmanı tarafından bilinmesi onu deli ediyordu. En çok son dediğine sinir olmuştu. Onun gözünde ağlayan ve zayıf biri olmak en son isteyeceği şeydi. Daha ağır bir şey yapıp ona ders vermeliydi. O kızı hüngür hüngür ağlatmazsa o da Sinan değildi. Sevda'yı çağırmış, İskender'le o kız birbirine yaklaşmasın diye doldurmuştu. Ama bir işe de yaramamıştı. Yine de o kız yanlarından defolup gitmişti.

 

İskender'in iştahı kaçmış, kimseye bunu çaktırmamak için yine de yiyordu. Ara sıra Sinan'a ters bakışlar atıyor, görüş alanına girmeye çalışan Sevda'ya pas vermiyordu. Çağırmadığı hâlde yine gelmişti. Asıl yüzsüzlük buydu. Kimseyi kırmak istemezdi, kırmamak için çok mücadele etmişti, ancak biraz da karşı taraf anlamalıydı bazı şeyleri. Anlayışsız insanlar sinirini bozuyordu. Ve Sinan da öyle davranıyordu. Onunki anlayışsızlık değil safî kötülüktü. Asya'nın bilerek canını yakmak istiyordu. Ama Asya'dan ağzının payını almıştı. Bu onu biraz da olsun rahatlatmıştı. Kızın sinirden ellerinin titrediğini, yüzünün gerginliğini fark etmişti. Sinan'a ne dese boştu. Çünkü onun için sadece kendi doğrusu vardı. Yalnız kaldıklarında tekrar konuşmayı deneyecekti.

 

Daha fazla yiyemeyeceğini fark eden ve buna üzülen Arda masadan kalktı. Masadaki suratsızları umursamadan mutfaktan çıktı. Koridorda arkasına yaslanmış, gözleri kapalı Asya'yı görünce ona yaklaştı. Başka sandalye olmadığı için mutfağa geri dönüp sandalyesini aldı ve Asya'nın yanına götürdü. Asya birden gözlerini açıp ne olduğuna baktı.

 

Arda hemen Asya'nın yanına oturup kulaklığın birini aldı ve kulağına taktı. Sırıtıp gözlerini yumdu. Durum Asya'nın pek hoşuna gitmese de ona kızamıyordu. "Ey Allahım." diye mırıldanarak arkasına yaslandı ve gözlerini tekrar yumdu. Arda tek gözünü açıp Asya'ya baktı. Asya gibi geriye yaslandı ve gözlerini yumdu. Bir yandan da sırıtıyordu.

 

"Müzik zevkin iyiymiş."

 

"Öyledir."

 

"Sinirli halin de fena he."

 

"Öyledir ama bir şey yapmadım."

 

"Gerçi Sinan'ın da sinirli hali fena, savaş çıkabilirdi."

 

"Umrumda değil."

 

"Neyse.. Ehe"

 

Masaları toplamaya yardım eden Badem ikisinin bu hâlini görünce çileden çıktı. Her geçişte Arda'nın ayağına bastı. Arda bu hareketlere pek anlam veremiyordu.

 

Arkadaşlığını tazelediği eski arkadaşına yardım ediyordu Başak. Kızını o halde görünce kulaklığını çıkarttırdı ve kendini soyutladığı için ona kızdı. Zümrüt durumu fark edince yaklaştı. Halledeceğini söyleyip Başak'ı uzaklaştırdı. Diğer çocukları da yanına çağırıp hepsini birlikte İskender'in odasına gönderdi. İskender'e ise Asya'yla ilgilenmesi tembihledi.

 

İskender'in yapmak istediği de tam olarak buydu; Asya'yla ilgilenmek. Sandalyelerin birini alıp arkadaşlarının peşinden odasına girdi. Her zaman düzenli olduğu için endişe edecek bir durum yoktu.

 

Badem, Arda ve Sinan üçlüsü yatağa, Sevda çalışma masasının önündeki sandalyeye oturmuş, Asya ise kitaplığın önünde dikilmiş kitaplara göz gezdiriyordu. Bir kitaba elini uzattı. İskender gülümseyerek ona yaklaştı ve sandalyeyi yere koydu. Asya yakalanmış gibi telaşla İskender'e döndü.

 

"Pardon." Elini geri çekti.

 

"Hayır hayır, bakabilirsin. Hatta istediklerini al evine götür, okursun. Sonra kitap üzerine konuşabiliriz. Bu çok hoşuma gider."

 

"Sağ ol." Asya hafiften gülümseyince İskender de gülümsedi.

 

"Ne demek. Hangi kitaba bakıyordun?"

 

"Küçük Kadınlar, yani güzel mi bilmiyorum ama merak ediyorum. Filminden bir kesit görmüştüm, izlemeye üşendim... Yani fırsatım olmadı. Aslında pek okuyan biri de değilim. Öylesine baktım işte."

 

İskender gülecek gibi oldu, Asya bu kadar ayrıntı verdiği için pişmandı.

 

" Oku bence, güzel kitap. Ben beğenmiştim. Akıcı, sürükleyici ve sade. Kolaylıkla okursun, sıkılmazsın. Belki kendinden bir şeyler de bulabilirsin. Hoşuna gidebilir. " Asya ikna olmak üzereydi.

 

"Al, bak, incele. Beğenirsen eve götürürsün." ve ikna oldu, başını sallayıp elini tekrar kitaba uzattı. Kitabı raftan almaya çalıştı, raf sallandı ama kitap çıkmadı. İskender, bir eliyle rafı desteklerken diğeriyle kitabı yerinden çıkardı.

 

"Sığmadıkları için çok sıkı dizmişim. Kusura bakma." kitabı Asya'ya uzattı. Asya kitabı alırken kıskanç gözlerin ve düşman bakışların üzerinde olduğundan habersizdi.

 

"Teşekkür ederim ve ne kusuru, senin kitaplığın." normalde böyle kibar bir insan olmadığı için kendine şaşıyordu. Karşısındaki kibarken kendisi ayı olamayacağına kanaat getirip şaşkınlığını kulak arkası etti.

 

Asya kitabı inceliyorken, İskender gülümseyerek onu seyrediyordu.

 

" Kitabı boyamışsın." gülerek bakışlarını İskender'e kaldırdı.

 

Kalp atışları hızlanan gencin gözleri parladı. "Beğendiğim yerlerin altını renkli boya kalemleriyle çiziyorum. Kitaba tekrar dönüp baktığımda özet mahiyetinde oluyor."

 

"Kitapseverler kitaplarına kıyamıyor sanıyordum. Yani bu kadar çok kitabın olduğuna göre sen de kitapsever olmalısın."

 

"Ben de başlarda öyleydim. Ama bu şekilde okumak kitapla aramdaki aidiyet duygusunu nirvanaya taşıdı. Daha tutkulu okuyorum. Güzel renkli çizgiler kitaba zarar vermez herhalde."

 

"Vay be. Sen kitapsever değil kitapyaşarsın."

 

İskender gülerek başını salladı. "Öyle de denebilir."

 

İkisi de sustuğunda oluşan derin sessizlik bakışlarını diğerlerine çevirmelerine sebep oldu. Badem telefonuyla ilgileniyor, Arda onlara sırıtıyor, Sinan ise öfkeli bakışlarla onları süzüyordu.

 

İskender'in bakışları Sevda'ya kayınca gözleri kocaman açıldı ve kaşlarını çattı. Hızla ona yaklaşıp elindeki defteri çekti. "Napıyorsun?"

 

"Yeni hikâyen mi? Çok güzelmiş. Devamını merak ediyorum." İskender bu cümlelerin ardından daha da sinirlenmişti. Alnı gerildi, dudaklarını birbirine bastırdı. Öncelikle bu kızın odasında ne işi vardı? Neden özel eşyalarına dokunuyordu? Ve neden hiçbir şey olmamış gibi...!

 

" Neden izin almadan okuyorsun? Ben yazılarımı kimseyle paylaşmıyorum. Nereye kadar okudun?" eğer fazla ilerlemişse görmemesi gerekenden de fazlasını okumuş olacak bu da İskender'i delirtecekti.

 

"Niye kızıyorsun? Merak ettim sadece. Altı üstü bir hikâye."

 

İskender sinirle gözlerini yumdu. Altı üstü bir hikâye değildi; emeği, duyguları ve heyecanıyla dolu romanının küçük bir bölünüydü. Gözlerini açtı, sakin olmaya çalışıyordu.

 

"Bu tür şeylerden hoşlanmıyorum. Yazılarım benim için her şeyden daha değerli. Nereye kadar okudun?"

 

"Beş sayfa okudum oldu mu!" Sevda sandalyeden kalkmış gözleri dolu dolu olmuştu. İskender sinirle nefes verdi.

 

"Seni kırmak istemedim sadece..."

 

"Ben anlayacağımı anladım! O kız kitabına dokununca böyle davranmıyorsun!"

 

İskender de kendini tutamayıp bağırdı "Aynı şey değil! Yazılarım özel ve kimseyle paylaşmıyorum!"

 

Sevda ağlayarak odadan çıktı. İskender sinirle göz devirip nefes verdi. Sinan da göz devirip kendini yatağa bıraktı. Kız bir işe yaramadığı gibi salaklık edip gitmişti. Dokunacak başka bir şey yokmuş gibi gidip İskender'in hassasına dokunmuştu. O defteri okumaya pek yaramaz ve en yakınları olmalarına rağmen onlar bile cesaret edemiyorlardı. "Gerizekalı" diye mırıldanıp tavanı seyre daldı.

 

Olanlar Badem'in umrunda değildi. Zaten Sevda'dan haz etmiyordu. Tek derdi Asya ve Arda'nın arasında bir şeyler yaşanmasıydı.

 

Arda, canı sıkılınca Badem'e sataşmaya karar verdi. Telefonunu elinden çekip alamasın diye atletinin içine attı. Badem önce ne olduğunu anlayamadı sonra sinirle Arda'ya döndü. Arda sırıtarak yanağından makas aldı. Bu hareketle eriyen Badem sevdiceğine kızamadı. Bakışları yumuşadı, istemsizce gülümsedi.

 

Yaşanan tartışmadan sonra sandalyeye oturup oturmamakta kararsız kalan Asya, sevgililerin arası bozuldu diye içten içe kendini suçluyordu. Bu suçlamayı saçma bulmasına rağmen içindeki yargıca engel olamıyordu. İskender, sevgilisiyle ilgilenmek yerine yanına gelmişti -ki bu kitaplığı ellediği için veya sandalye getirmek için olabilir- onunla muhabbet etmek zorunda kalmış, kız da o yüzden kıskanmış... "Ohoooo" diye geçirdi içinden. Yine de hoşlanmadığı şeyi yapması gerekmiyordu. Oflayarak kitap incelemesine geri döndü.

 

Bu sırada sakinleşen İskender defterini kilitli çekmecesine koydu ve kilidini çevirdi. Asya'nın yanına döndü. "Otursana, ayakta kaldın. Az önce olanlar için kusura bakma. O defter gerçekten çok özel. Sinirlenmemem imkansızdı. En yakınlarıma bile okutmuyorum, tabi zamanı gelince okutacağım. Ama o sınır ihlali yaptı."

 

"Sorun değil de benlik bir şey yok. Olan sana oldu."

 

"İlk beş sayfada pek bir şey yoktu aslında." Asya bunu kast etmemişti ancak düzeltme yapmadı. Yarım bir gülümseyişle yetindi.

 

"Karar verdin mi? Okuyacak mısın?"

 

"Okurum diye düşünüyorum."

 

"O zaman okuyunca bana haber ver tartışalım."

 

"Tamam, denk gelirsek.."

 

"Bana mesaj gönderebilirsin."

 

"Numaran yok."

 

"Grupta var ya."

 

"Gruptan çıktım, mesajlaşmayı da sildim."

 

"Ne ara?"

 

"Yemekten sonra."

 

"Ben yazarım sana kaydedersin numaramı olur mu?"

 

"Aslında... Tamam." sevgilisi olan biriyle fazla muhatap olmamak gerektiğini düşündü sonra kitabı okuyup okuyamayacağı da meçhul olduğundan umursamadı.

 

Umut ışıkları İskender'in zihnini aydınlattı. Yavaş ama sağlam ilerliyordu. Kitap hakkında yapacakları sohbeti iple çekiyordu. Yalnız olacaklardı, konuşacak bir meseleleri olacaktı. Daha iyi tanıyacaktı, yorumlarıyla, gözlemleriyle, düşünce yapısıyla.. Bir insanı tanımanın daha iyi bir yolu olamayacağını düşündü.

 

Bu akşamı annesiyle birlikte planlamıştı. Genel amaçlarına ulaşamasa da gizli amacına ulaşmıştı. Aileler kaynaşmıştı sadece, Asya ve Sinan hâlâ aynı yerdeydiler. Sinan böyle davranmasa her şey daha kolay olacaktı. Asya'yı ikna etmek o kadar zor değildi. Bu düşüncesinin kesinlikle doğru olmadığını ilerleyen zamanlarda öğrenecekti. Şimdilik umudun ılık rüzgârıyla ruhunu ısıtıyordu.

 

💫💫

 

Evveeeeet ne düşünüyorsunuz?

 

Bölüm nasıldı? 2

 

Küçük Kadınlar'ı okudunuz mu? 1

 

Sinan'ın planı ne olabilir? 2

 

Arda ve Asya'nın arası nasıl? 2

 

Ve Asis tabi2

 

Bir dahaki bölüme görüşürüz, sevgilerimle 💜2

 

 

Bölüm : 13.12.2024 14:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...