5. Bölüm

Üzgün Mendil

Yıldız Akyürek
yildiz_sena

Sevgili Dostlarım,

Yine beğğğğğn. Bugün mutluyum bölüm paylaşayım dedim. Sizi çok seviyoreeee💋

 

⭐⭐⭐

 

Delireceğim!

 

Daha ne kadar?

 

Yaptığım şeyin karşılığı bu mu yani? Telefon, tablet her türlü teknolojik aletten koparılıp oda hapsine düşmek mi? Nefret ediyorum.

 

Müziksiz yaşayamam beğğğnn!

 

Ben de Asya'ysam çıkarım bu odadan. Babamın kızıyım ben. Bence gayet iyi iş çıkarıyorum. O adam olanlardan sonra vazgeçmiştir. Heheheh. Annem de en fazla kızar ve ceza verir zaten. Ben ise her seferinde daha fenasını yaparım.

 

Uslanmayan bir mahkumum. İnat mekanizmam yeni cilalandı. Siz sadece kendinizi düşünürseniz ben de hiçbir şeyi düşünmeden hareket ederim. Asla kabullenmeyeceğim.

 

Odamdaki tek pencereyi mi değerlendirmeliyim? Mantıklı. Belki bir ihtimal.

 

İki saattir.. Yani benim yüksek tahminlerime göre iki saattir sağa sola dolanıyorum. Sinirden kendimi boğmaya çalıştım ancak kıyamadım. Neyse önemsiz ayrıntı.

 

Masanın önündeki sandalyeyi alıp pencerenin altına götürdüm. Sandalyeye çıkıp pencereyi kolaylıkla açtım. Bu kadar kolay açıldığını bilmiyordum. Aslında burada kaldığım süre boyunca sandalyeyi altına taşıyıp ona uzanmaya ve onu açmaya üşenmiştim.

 

Pencerenin kenarına tutunup kendimi yukarıya çekmeye çalıştım. Yaptığım sporların katkısı burada da kendini gösterdi ve pencereye çıktım.

 

Vayyy. Ben burada ne güzel uyurum hee. Yayla gibi alan var. Manzara muhteşem. Yatınca yani... Yatağımdan bu kadar iyi değildi.

 

Neyse amacına odaklan. Buradan beni bir helikopter almazsa muhtemelen tek kurtuluş yolum öte tarafa gitmek olur. Asker kızıyız da... Kızıyız işte. Kendisi değiliz mübarek. Büyüyünce olacağız, üzülme. Üzülmüyorum da... Nasıl kaçacağım?

 

Kaçınca ne yapacaksın Asya? Biraz dolaşıp geri dönerim işte. Sizin kurallarınızı takmıyorum demek için her şey.

 

Kaldık yine klasik yöntemlere. Çişim geldi falan. Ama onu aşırı inandırıcı yapmalıyım. İn geri bebek. Sakin ol bu iş bizde. Herkese rol yapamadığım yalanını atıp bazen inandırıcı olmayan roller yapıyorum. Gerçekten rol yaptığımda ise herkes gerçek sanıyor. Bu şeytanlığın kaçıncı seviyesi?

 

Eheheheh.

 

Bu hoş mekanı daha sonra değerlendirmek üzere burada bırakıp sandalyeye indim. Gökyüzüne açılan penceremi kapatıp şeytanlığa giriş denemelerine başladım. Birkaç ses kontrolünden sonra -tabii bunlar sessiz denemeler- sandalyeden yere indim. Sandalyeyi odanın ortasına doğru kaydırıp birden yere bıraktım. Kendimi de yanına atıp tüm sesimle bağırdım.

 

Kendimi tabii ki de yavaş bıraktım. Kıçımı kırmaya bir daha niyetim yok. Başka evrenlerde birçok örneği var bu durumun. Hele de paspaslar...

 

Sırıtarak cırlamak... Ciddileş gerizekalı.

 

Kapının kilidi açıldı. İkisi birden yanıma koştu. Yüzüme acı çeken bir ifade kondurup elimi belime koydum.

 

"Asyaaa ne oldu? Nasıl düştün?"

 

"İyi misin yavrum?" Başımı iki yana sallayıp beni kaldırmalarına izin verdim. Beni yatağa oturtup yanlarıma oturdular. Ninem sırtımı ovarken annem de saçımı okşuyordu.

 

"Ahhh"

 

"Çok mu acıyor yavrum?" Tekrar başımı salladım.

 

"Nasıl düştün?" annemin de merak ettiği şeye bak. Ölüyom la. Yani şakacıktan.

 

"Sandalye.. Sandalyeyle dans ediyordum."

 

"Kızım niye saçma sapan işler yapıyorsun?" yapmıyorum ama saçma değil. İlerleyen zamanlarda yapabilirim. Bir erkekle dans etmektense sandalyeye ilanı aşk eder şiir yazarım. Daha çok hak ediyor. Çünkü erkekler kendini bir şey sanıyor. Bir havalar bir havalar güya da bir şey. Bir erkeğe şiir yazdığını düşünsene, şiir yazmayı bırak yüzüne gülsen kendini hint kumaşı sanmaya başlar. Şimdi bunlar âşık olmaya değer varlıklar mı? Siz söyleyin.

 

"Ahhh"

 

"Ne oluyor Asya?"

 

"Karnımm."

 

"Karnına ne oldu?"

 

"Sabahtan beri çişimi tutuyorum." Hahah

 

"Kız iyi değil demiyor muyum ben sana?"

 

"Napim anneee?"

 

"Hem akıllanmıyorsun sorun çıkarıp duruyorsun hem de beni hiç dinlemiyorsun."

 

Masum bakışlar atıp elimi karnıma götürdüm.

 

"Hadi yavrum git tuvalete." gideyim ehe.

 

Kalktığımda yalandan sendeledim. "Dikkat et." Kapıya doğru belimi tuta tuta yürüdüm. Odadan çıkıp annemlere döndüm. Yüzümde beliren kocaman sırıtışla onlara öpücük atarak kapıyı kapattım ve kilidi çevirdim.

 

"Asyaaa!"

 

"Cezanızın tadına kendiniz de bakın."

 

"Asya aç şu kapıyı! Asya!"

 

"Sonra görüşürüüüüüüz!" Annem ellerini kapıya vururken merdivenlere doğru koştum.

 

"Asyaaaa! Aç dedim! Ne biçim oldun sen böyle!"

 

Merdivenleri indiğimde hâlâ sesi geliyordu. "Cezan daha büyük olacak!!"

 

Evlenmeye kalkan sen, ceza yiyen ben. Ahhh neyse özgürüm. Korkuyorsam namerdim.

 

Ayakkabılarımı itinayla giyip kendimi bahçeden de dışarıya attım. Ee şimdi nolacak? Git dolaş boş boş işte. Onlar orada kilitli kalsın.

 

Keşke telefonumu da alsaydım. Geri dönemem şimdi. Tam dayaklık olduğumu düşünüyorlardır. Niahahhaah. Ama şimdiye kadar hiç dayak yemedim. Yani küçük şeyleri saymazsak.

 

Ayak sesleri ile hemen soluma döndüm. Bu lahana turşusu neden bu tarafa doğru koşuyor? Üzgün mü o?

 

Yanımdan rüzgar gibi geçti, beni fark etmedi. Benim çıkardığım olay yüzünden babası ona kızmış olmasın? Olayı ben çıkardım ufak bir yalanla sıyrılabilirdi. Nereye gidiyor? Arkadaşlarına haber mi versem? Sadece İskender'in evini biliyorum ancak ben oraya gidene kadar... Numaraları da yok ki. Olsa telefonum da yok. Nereye gittiğini öğrenip öyle haber vereyim en iyisi. Geriye koşarım.

 

Koş Asya. Kaybolacak neredeyse. Başına bir şey gelir şimdi benim yüzümden.

 

Koştum. Koştum ama gözden kayboldu. Yetişemedim. Çok hızlı. Belki durur.. Bilmiyorum. Aynı yönde koşmaya devam ettim. Yine yolun ikiye ayrıldığı o yere geldim. Alt yol mezarlığa gidiyor. Doğru ya.. O akşam da mezarlıktan geliyordu. Kesin oraya gitti.

 

Daha fazla durmadan alt yola yönelip mezarlığa doğru ilerledim. Aslında geri dönüp haber verseydim... Ben niye gidiyorum ki? Ortalığı birbirine katan benim çünkü.

 

Mezarlar görüş alanıma girdiğinde yavaşladım. Geri mi dönsem?

 

"Ağğğğğhhhhh!" bir bağırtı koptu. Acı ve öfke doluydu. Yine hızlandım ve mezarlığın içine girdim. Sesin geldiği yöne doğru yürüdüm. Onu gördüğümde ağacın arkasına saklandım. Mezarın mermerlerini tekmeleyip bağırıyordu.

 

"Yeteğğğğğğr! Yeteğğğğğr! Beni nasıl terk edersin ha! Nasıl terk edersin! Yoksun burada da! Boşuna ağladım yıllarca! Yalansın sen! Yalan! Kandırıldım! Hepiniz pisliksiniz! Hepiniz! Nasıl bıraktın beniii! Ben bile seni tanımadan bağlıydım sana!"

 

Nasıl ya?

 

" Boş mezara ağladım ben yıllarca! Her derdimi koca bir toprak dağına mı anlattım ben! Beni duyuyorsun sanmıştım! Salağım ben! Salak! Lanet olsun sana da o lanet babama da! Hepinizden nefret ediyorum!"

 

Yaşıyor mu annesi? Terk etmiş Asya, ölmemiş işte.

 

Son kez mezarı tekmeleyip yanına çöktü. Nefes alış verişini düzene sokamıyordu.

 

" Nefret ediyorum. Hepinizden nefret ediyorum! Kimse yok burda! Boş burası boş! Boş... Hiçbir şey yok. Beni sevdiğine olan umudum da yok. Hiçbir şey yok."

 

Neden bana benziyor? Bu acı dolu öfke çok tanıdık. Kayarak ağacın dibine çöktüm. Acı çekiyor. Ben de öyle. Hıçkırıkları bana o günü hatırlattı. Nefes alamadığım günü. O da boğuluyor.

 

Yanaklarımdan süzülen yaşları yanağımı kaşındırdıkları için kolumla sildim. Şimdi de kolum kaşınıyor.

 

El uzatan biri yok. Yalnız. Herkese öfkeli. Onu anlıyorum. Demek isterdim git bul anneni, ben babamı bulamam. Onu terk edeni niye bulsun ki? Yüzüne haykırmak için belki. Nefretle bakmak için gözlerine. Bilmiyorum.

 

Sesi kesildi, muhtemelen sessiz ağlıyor. Ahh. Bakışlarımı ona çevirdim. Ayağa kalktı ve mezarın üzerine yattı. Buradan tam göremiyorum yüzünü. Ağlıyor mu?

 

"Lanet olsun hepinize! Ölüden bir farkım kalmadı sayenizde! Ne kaldı bende? Yalanlar, sevgisizlik, terk edilmek, acı! Üzülmeyeceğim lanet olsun! Boş mezar varmış doldurmak gerek. İyiye olan inanç kırıntım, seni gömdüm buraya. Boktan boktan işler. Lanet olsun amk!"

 

Çarpılacak gerizekalı. Gitsem mi yanına? Ne alaka Asya? Sen ne alakasın şu an? Onu anlıyorum. Yani biraz. Hayır Asya. Anlamıyorsun. Bulaşma insanların hayatına. Bulaştıkça batarsın. Bulaştın çoktan Asya. Bugün yaptıklarından sonra olmuş işte. Ben ne yapabilirim ki? Ne diyebilirim? Belki... Öfkesini... Ah bilmiyorum. Üstüne vazife olmayan işlere karışma. Karıştın Asya. Karıştın işte. Daha da bulaştırma.

 

İnsaniyetin ne diyor? Becerebilecek misin? Offfffffff. Bence yanına gitmemem daha mantıklı çünkü kimim dimi ben. Onun için bir şey ifade etmeyen biriyim ve kanlı bıçaklıyız neredeyse. Geri dönüp İskender'i çağırayım. Onun konuşması daha iyi olur. Tabii şu arkadaş bu şekilde burada yatmaya devam ederse, ortadan kaybolmazsa.

 

Kendime hak verecektim ki omzuma bir şey dokundu. Omzuma bir şey dokundu! İrkildim cırlayarak ayağa kalktım.

 

"Korkma benim." Arkamı döndüğümde İskender'le göz göze geldik.

 

"Kim var orda!" ve yakalandım tabii. Bize doğru yaklaştı. "Yine mi siz?"

 

"Güven amca aradı, ben de burada olduğunu tahmin ettim." ikisinin gözleri de bana kaydı. Ağaç, İskender ve Sinan olmak üzere üç odunun arasında kalmıştım.

 

"Sen beni mi takip ediyorsun kızım! Ne işin var burada! Beni mi gözetliyorsun! Duydun mu lan her şeyi! Duydun mu söyle!" Üzerime doğru geldiğinde sırtım ağaca yapıştı.

 

"Sinan!" İskender Sinan'ın kolunu tutup bir adım geri çekti. Kaçamıyorum lan.

 

"Sen bir dur. Karışma." İskender'i geri itip elini ağaca yasladı ve bana eğildi. "Senin amacın ne kızım! Niye her yerde bitiyorsun! Bugün yaptıkların az mı geldi! Ne oldu pıstın köşeye! Kafa tutuyordun bana! Korktun mu!"

 

Korkmadım desem yalan olur. Şimdi haklı geliyor bir de bana vuramıyorum. Kendine gel lan! Sen Asyasın! Onu göğsünden ittirecektim ki bileğimi tuttu.

 

" Ben tanıdığın kimseye benzemem! Cevap ver bana duydun mu bir şey! "

 

" Sinan yapma şunu! Bırak kızı!"

 

"Sen karışma lan. Koruması mısın?"

 

"Duydum hepsini. Ne yapacaksın? Dövecek misin? Sence öyle bir şeyden korkar mıyım?"

 

"Niye burdasın lan! Niye!"

 

"Sana çok meraklı değilim. Bulunmuş bulundum."

 

"Çocuk mu kandırıyorsun sen! Senin burada olman beni takip etmediysen çok saçma! Kimin var burda ha! Kimin var! Baban burada olamaz herhalde!"

 

"Sinan!" Onu yine önümden çekti. Bakışlarım yere indi. Babam İstanbul'da kaldı.

 

"Bırak lan! Sen benim arkadaşım değil misin! Niye hep onu koruyorsun! O kim ki! Kim lan o!"

 

"Sakin ol artık! Sözlerinin nereye gittiğine dikkat et! Konuşurken düşün biraz!"

 

"Düşün diyor ya! Düşün diyor! Bu kızın burda ne işi var! Niye dinliyor beni! Niye peşimde! Biraz da onu sorgula! Bu sefer ne yapacak acaba! Kırdığı camlar yetmedi..!"

 

Ulan niye bir şey diyemiyorum? Haklı geliyor. Acı çekiyor. Niye geldiysem? İki adım atmışken durdum. "Bence onu aramalısın. Her şeyi onun yüzüne haykırmalısın. Senin yerinde olmak isterdim. Ölümün çaresi yok." üzerime vazife olmayan sözleri söylemiş bulundum.

 

"Ne diyorsun lan sen! Konuşuyor musun bir de!" gözleri öfkeden kocaman açılmış bir şekilde bana doğru atıldı. Beni kollarımdan kavrayıp yere itti.

 

"Ahh" kolum taşa denk geldi.

 

"Napıyorsun sen! Karşındaki kız farkında mısın!"

 

"Kızsa kız bana ne! O küçük aklıyla beni anladığını sanıp konuşmasın boş boş!"

 

İskender Sinan'a tiksinen bir bakış atıp yanıma eğildi. "İyi misin?" kolumu tuttuğunda Sinan göz devirdi.

 

"İyiyim." kolumu elinden ayırıp arkamdaki mezar taşından destek alarak ayağa kalktım. İskender tekrar kolumu tuttu."Bakayım."

 

Kolumu hafifçe çevirip arkasına baktı. Sinan'ın gözleri taş yüzünden çizilen ve kanamakta olan yarama kaydı. "Sakın bunu annene söyleme."

 

İskender'in fısıltısından sabır çektiğini anladım. Beni kibarca mezar sütunlarından birine oturttu.

 

"Başladı yine iyilik meleği. Şeytana iyilik yapılmaz bunu anla artık." İkimize de ezikleyici bakışlar atıp annesinin boş mezarına gitti. Kenarına oturdu.

 

"Ey Allahım yarabbim." İskender ellerini ceplerine attı. Birinden peçete diğerinden ise kenarları mavi çizgilerle dönülmüş klasik erkek mendillerinden çıkardı. Üfleye üfleye kolumdaki kanı sildi.

 

"Acıyor mu?" gözleri yine gözlerime değdi. "Hayır." diye cevap verdim. Acımıyor, sızlıyor. İkisi farklı şey mi ki? Umrumda değil. Duygusal yaralar beni kilitledi. Acıyan yüreğim. Kendim için acıyor, duyduklarım için acıyor.

 

Gözlerimizin hâlâ birbirinde olduğunu fark edince bakışlarımı kaçırdım. Dalmışım. Dalıyorum sürekli, nereye baktığımı bilmeden. Yanlış anlamaz umarım.

 

Mendilini koluma bağladı. "Burdan ayrılma. Birlikte döneriz. Ben Sinan'la konuşayım." onu dinlemeyeceğimi düşünmüş olacak ki birkaç adım atmadan bana döndü. "Lütfen Asya."

 

Normalde kalkıp giderdim ama gidecek yerim yok gibi hissettim. Nereye gidecektim değil mi? Her dolaşışımda kendimden kaçıyordum. Müzikle kendimden kaçıyordum. İçimde sönmeyen alevler, nereye gitsem benimle gelirler.

 

Sinan'ın yanına gitti. Onlara arkam dönüktü, görmüyordum ama seslerini duyuyordum.

 

"İyi misin Sinan? Başka bir şey mi oldu? Her zamankinden daha sinirlisin."

 

"O kıza sor benden daha iyi anlatır sana." sinirle güldü.

 

"Sinan yapma böyle. Senin arkadaşınım ben ama kendinden daha güçsüz birine zarar vermene göz yumamam."

 

"Onun verdiği zarar ne olacak?"

 

"Bugün olanları diyorsan..."

 

"Benim hayatıma burnunu sokmasından bahsediyorum! Peşimden geliyor, beni dinliyor bir de güya tavsiye veriyor. Sen kimsin lan! Kimsin! Kimsin de benim hayatımla ilgili konuşabiliyorsun!"

 

"Kötü niyetli olduğunu sanmıyorum."

 

"Sana göre kimse kötü niyetli değil zaten."

 

"Yaşananlarda o da zarar görüyor."

 

"Bana ne amk!"

 

"Sinan!"

 

"Hep Sinan Sinan! Hep Sinan!"

 

"Sinaaaan."

 

"Şu kenarında oturduğumuz mezar var ya."

 

"Evet.."

 

"Hah o mezar boş işte. İçinde sadece benim terk edilmişliğim var."

 

"Ne.. Nasıl?"

 

"Yıllarca yalan söylemiş babam bana. Annem terk etmiş beni. Ölmemiş, başkasına kaçmış."

 

"Ama... Herkes öldüğünü sanıyor. Yani... Cenaze töreni olmadan herkes nasıl inanmış?"

 

"Belki de herkes biliyordur. Ben hariç!"

 

"Sen nasıl öğrendin?"

 

"Babam söyledi." yine güldü, sinirleri bozulmuş. Haklı. "Salak gibi hissediyorum."

 

"Kardeşim."

 

"Her şey yalanmış. Babam zaten sevmiyor, annem de sevmemiş ki terk etmiş. Anlayacağın yalnızım. Kimsesizmişim."

 

"Biz varız. Arda, ben, Badem."

 

"Sağ ol dostum." gülümsedim, dolan gözlerime inat. Kolumdaki mendili çıkarıp oturduğum sütuna bıraktım. Ses çıkarmadan yavaş adımlarla uzaklaştım. Yol boyu zihnim boş bir hastane odası gibiydi. Sıradaki hastayı bekleyen o ölüm yatağı... Askerlerin ayak sesleri ve al bayrağın sarıldığı tabut...

 

Bahçeye girdim, annemler odadan çıkmayı başarmış beni bekliyorlardı. Sinirli bir şekilde bana yaklaştı. Kolumu tuttu bağıra bağıra beni yine odaya çıkardı. Yaramı fark etmedi. Kalbimdeki gibi görünmez mi olmuştu yoksa?

 

Başladığım yere geri döndüm. Küçük bir oda ve üzerime kilitli bir kapı. Yine boğmaya başladı boğazıma kilitlenen o acı.

 

Bugün yalnız olduğumu fark ettim. Babam gittiğinden beri. Yatağa uzanıp boynumda taşıdığım babamın künyesini avucuma aldım.

 

Keşke sen de terk edip gitseydin. Beni hiç sevmeseydin ama..

 

Göz yaşlarım yanaklarımı kaşındırmaya devam etti. Umursamadım. Onlar da beni.

 

 

"Salak gibi hissediyorum."

 

İskender arkadaşının sırtını sıvazlayarak yanında olduğunu hissettirmeye çalışıyordu.

 

"Kardeşim."

 

"Her şey yalanmış. Babam zaten sevmiyor, annem de sevmemiş ki terk etmiş. Anlayacağın yalnızım. Kimsesizmişim."

 

"Biz varız. Arda, ben, Badem."

 

"Sağ ol dostum." gülümsedi. Onlar da olmasa tutunacak kimsesi olmayacaktı.

 

"Ne demek. Kardeşimsin benim. Gözümde Badem'den hiç farkın yok. Tabi bir de en yakın dostumsun. Kimsesiz değilsin."

 

"Ama o gıcık kızı koruyorsun."

 

"Yine başlama."

 

"Haklıyım."

 

"Kıza niye taktınız anlamadım. Bir şey yaptığı da yok. Tamam bir şeyler yaptı ama size değil."

 

"Olanları sadece ben gördüm galiba."

 

"Sinan, az önce olanları gördük."

 

"Onu haklı buluyorsun yani. Vay be."

 

"Anlatamıyorum ki kendimi. Haksız bile olsa onu itmen hata. Onun gücü seninle denk mi?"

 

"Ne işi var peşimde?"

 

"Bilmiyorum. Ama kötü bir niyeti olduğunu sanmıyorum."

 

"Olum bu kız senin ağzına yumruk atmadı mı? Yürüyen zarar işte. Sana yumruk attı, Badem'i yoldu, dükkânın camlarını indirdi, şimdi de peşimden gelip her şeyi duymuş. Bir de bana akıl veriyor."

 

"Badem saldırmış, kendini korumuş Asya. Bana yumruk atma sebebi ise haksızlık yapmam. Camları anne babanız yüzünden indirdi. Peşinden neden gelmiş bilmiyorum ama sana söylediği şey kötülük olsun diye değildi"

 

"Bırak Allah aşkına. Nerden biliyorsun?"

 

"Bakışlarından. Bakışlarından okuyorum onu."

 

Sinan tek kaşını kaldırıp imayla İskender'e baktı. "Yoksa olmaması gereken bir durum mu var? Anlarsın ya.."

 

"Ne durumu? Saçmalama."

 

"Milletin aşk mektubunu okumaya üşeniyordun, onun gözlerini okuyorsun." düşündüğü durum iyice sinirini bozmuştu.

 

"Saçmalama. Sadece masum bakıyor. Kötü niyetli değil demeye çalışıyorum."

 

"Masum? Senin kafa uçmuş. Şeytanın teki o."

 

"Tanımadan boş boş konuşma."

 

Sinan, İskender'e göz ucuyla bakıp bakışlarını önüne çekti. Gerçekten de arkadaşının kafası uçmuştu. O kız geldiğinden beri saçma sapan şeyler sayıklıyordu. Kızın güzellikten başka bir özelliği yoktu. Sırf güzel diye bir insan bu kadar korunmamalıydı. Sadece bu kadarla kalmasını umuyordu. O kızın ne kardeşi olmasını istiyordu ne de en yakın dostuyla bir münasebeti olmasını. Ancak İskender şimdiden garipleşmişti.

 

Asya'nın her şeyi duyma ihtimali aklına gelen İskender telaşla bakışlarını o tarafa çevirdi. Asya'yı göremeyince rahatladı. Sonra, gitmiş olduğu için keyifsizleşti. Ne zaman gittiğini bilmiyordu ama son konuşmaları duyduğunu düşünmüyordu. Bu sefer daha da masum görünmüştü gözüne. Masum bir hüzünle doluydu bakışları. İçinde bir duygu vardı anlamsız, ona kıyamayan. Sebebi bu masumiyet olmalıydı. Masumiyet... Masumiyete zaafı vardı. Bunu kullanan çok fazla insanla karşılaşmıştı. Tabii farkına da varıyordu. Saf değildi, iyi niyetli olsa da samimi olanla olmayanı çok iyi ayırt edebiliyordu. Sadece belli etmiyordu, ne olursa olsun insanları rencide etmek ona göre bir hareket değildi. Ve o kız... Gerçekten çok hisli bakıyordu. Bu duygu yoğunluğu yoksa kendisinden mi kaynaklanıyordu? Kendi yoğunluğunu onun mu zannediyordu? Bir şey vardı. Adlandıramadığı... Bunu düşünmemeliydi. Bu düşüncenin sonu çıkmaz sokaktı. İçinden o kızı gülümsetmek, iyi hissettirmek geçiyor bu kadar hüzünlü ve çaresiz olmasını istemiyordu. Ahh işte ona dayanamıyordu. Bakışları onu böyle kıvrandırıyordu. Bazen aynı gözler ruhunu delip geçiyordu. O gözlerin rahat vereceği yok gibiydi. Bir şeyler yapması gerekiyordu. Belki de vicdanı rahat vermiyordu. Birileri acı çekiyordu ve o sadece izliyordu. Ne yapabilirdi sanki? Kız, arkadaş bile olmuyordu onunla. Arkadaşı olsa belki yardımcı olabilirdi. Ama bu şekilde yapabileceği bir şey yoktu. Düşünmeyi bırakmalıydı.

 

"Hadi bize gidelim." Sinan'ın omzuna vurup ayaklandı.

 

"Her gün sizdeyim."

 

"Olsun gel hadi. Eve gitmeyeceğini biliyorum."

 

"Burada yer var işte, başka yere gerek yok."

 

"Laan gel diyorum. Benden bıktıysan Arda'ya gidelim."

 

"Senden bıktım ama Arda'yla uğraşamam şimdi."

 

"Çı çı çı bir de söylüyor şuna bak."

 

Sinan sırıtarak ayağa kalktı. "Sakın âşık maşık olma uğraştırma ben."

 

"Olum kafayı mı yedin? Ne aşkı?"

 

"Mektup falan alıyorsun ya. Yaşlandın bir tane sevgilin olmadı."

 

"Ben sen miyim lan! Aşk bi kere olur hem, senin gibi bin kere değil."

 

"Lan mal ben hiç âşık olmadım. Sadece sevgili oldum."

 

"Eline ne geçti?"

 

Sinan'ın gülümsemesi yüzüne yayıldı. "Can sıkıntım geçti. Sen de Sevda'yla sevgili ol canın sıkılmaz. "

 

"Sevda ne alaka yine!"

 

"Eee kız sana hayran."

 

"Önemli olan benim ne hissettiğim değil mi?"

 

"Hisler insanı süründürür. Eğer âşık olursan acı çekersin. Bir şey hissetmeden sevgili olursan süründürürsün."

 

"Kimsenin duygularıyla oynayamam."

 

"Ben de oynamıyorum. Onlar âşık olmadığımı biliyorlar ve yine de istiyorlar. Gerçi benimle sevgili olmak bile yetiyordur onlara." Sinan sırıtmaya devam ederken İskender yan bir bakış atıp ilerledi.

 

"Ben Sevda'yla sevgili olsam salmaz beni daha. Öyle kolay değil o işler."

 

Sinan da gülerek ona yetişti. "Puahhaahahah. Olum Sevda senin kaderin kaderin. Annen bile Sevda deyip duruyor. Kaleyi içten fethetmiş o kız. Sen de ana kuzususun zaten. "

 

"Sus lan. Annemin düşüncelerine önem veriyorum evet ama sevmediğim biriyle birlikte olmam. Tamam iyi kız falan ama..."

 

"Güzel de yani. Güzel kız. Kaçırma bence."

 

"Senin amacın ne Sinan!"

 

"Bir amacım yok. Sadece fikir belirtiyorum."

 

"Güzelse güzel bana ne. Çok beğendiysen sen sevgili ol."

 

"Kız seni seviyor beni değil."

 

"Ama ben onu sevmiyorum. Yani âşık değilim."

 

"Seviyorsun o zaman."

 

"Lan delirtme benii!"

 

Sinan gülerek kolunu İskender'in omzuna attı. Her zaman arkadaşını sinir etmek için bu konuyu açardı. Bu sefer niyeti farklıydı; ancak arkadaşının delirmesi hoşuna gitmemiş değildi.

 

"Gül gibi kız. Niye sevmiyorsun? Neden?"

 

"Gibi işte, gül değil."

 

"Çı çı çı hiç yakıştıramadım sana bu cümleyi."

 

"Ya sabıırrr. Sınıyor musun beni?"

 

"Anlam veremiyorum."

 

"Ben de sana."

 

"Kaderinden kaçamazsın."

 

"Biraz daha konuşursan sen de benden kaçamayacaksın!"

 

"Puhahaha"

 

"Ne biçim dostsun sen lan. Anca dalga geçiyorsun. Başka bir şey yaptığın yok."

 

"Dalga denizde olur demek istemiyorum çok saçma ama.. Aklıma Deniz geldi lan. Güzel kızdı."

 

"Tühh ya keşke ayrılmasaydın."

 

"Çok ilgi bekliyordu, onunla mı uğracağım?"

 

"Harbi ya tüm kızlar aynı galiba. Ben de trip yemekten bıktım. Kardeşim sağ olsun. Bir de annem tabii. Saplık selamet. Gerçi her türlü trip yiyorum. "

 

"Hahahah. Sen bile trip yiyorsan biz ne yapalım?"

 

"Size kim trip atıyo sanki."

 

"Sevda bence trip atmaz sana."

 

"Sinaaaan!"

 

"Tamam lan naparsan yap. Tavsiye de veremiyoruz."

 

"Sinirimi bozmaktan başka bir amacın olduğunu sanmıyorum."

 

"Sevda mahallenin en güzel kızı. Seni anlamıyorum sadece."

 

"Mahallenin en güzel kızı benim kardeşim. Geri kalanların hepsi çirkin oldu mu?"

 

"Yeni kızın da mı çirkin olduğunu düşünüyorsun?" eğer öyleyse keyiflenecekti.

 

"Bir şey düşünmüyorum onun hakkında."

 

"Tabi tabi."

 

"O mahallenin kızı değil, değerlendirme dışı."

 

"Ne yazık ki mahallede ama."

 

"Kardeşin olacak gibi gözüküyor."

 

"Allah korusun."

 

"Hep kardeşin olsun istiyordun, hatırlatırım."

 

"Badem gibi bir kardeş istiyordum onun gibi değil."

 

"Badem de baş belası. Sen sanıyor musun ki melek? Bazen beni çileden çıkarıyor."

 

"Nihahahah"

 

"Aah ahh neydi benim günahım?"

 

"O kız gitmiş lan. Baksana yok burda. Gerçi gitmesi daha iyi. Niye kal diyorsan..?"

 

İskender Asya'yı oturttuğu mezar sütununu süzerken üzerine bırakılmış mendili gördü. Sinan'ın kolunun altından çıkıp oraya yaklaştı. Mendilini alıp cebine koydu.

 

"Odun lan bu kız. İnsan yıkar da getirir. Bu bırakıp gitmiş. Yanlış insana iyilik ediyorsun. Ben demiştim."

 

Sinan'ın sözlerine herhangi bir tepki vermeden yanına döndü. Mendili bile kabul edilmemişti. O bile reddedilmişti. Peki buna neden üzülüyordu? Yardım etmek istemişti, bunu iyilik için yapmıştı. Karşısındakinin tutumunun önemi var mıydı? 'En azından mendili çıkarmasaydı' içindeki baskın düşünce buydu.

 

"Bozuldun mu lan! Niye bir şey söylemiyorsun?"

 

"Yoo ne alakası var?"

 

"Yüzün asık, konuşmuyorsun. Çok alakası var. Ben de saf değilim. Ortaca'nın en kurnazıyım."

 

"Sinan öyle bir şey yok dedim. Uzatma. Başka şeyler düşünüyorum."

 

On altı yıllık dostunun ciğerini bilen Sinan tabi ki ona inanmadı. Fakat üstelememeye karar verdi. Korktuğu şey inşallah başına gelmezdi. O kızı hayatının hiçbir köşesinde istemiyordu. Birçok insandan nefret etmişti ancak ona olan nefreti hepsinden fazlaydı. O kadar çok nefret ediyordu ki onun canının yanması hoşuna bile gitmişti. İskender olmasa daha fena şeyler de yapabilirdi. Fırsatı olduğunda zarar vermekten çekinmeyecekti. Herkese olan öfkesini gösterebileceği o kişiyi bulmuştu. Ama bunu açık açık yapmamalıydı. En yakın dostu bile o kızı koruyordu. Onu ne kadar doldursa da doğru bildiğinden şaşacak değildi. Bu kadar düzgün bir arkadaşı olmasa kaybedeceği bir savaş olmayacaktı. Kötülük daha kolay yayılır diye düşünüyordu ancak arkadaşının iyiliğine bulaşamıyordu. İnanmadığı bir şeyin bu kadar güçlü olması onu şaşırtıyordu. 'İskender' e özgü' diyerek kestirip attı. Sevdiği insanlar dostlarına kadar azalmıştı. O yüzden onların dışında kimseye merhamet göstermeyecekti. Onu bu hâle getiren sevgili ailesi değil miydi? Bir yudum sevgiden mahrum bırakan, yalanlarla kandıran, terk edip giden... O da kimseye bir tutam merhamet, bir damla sevgi göstermeyecekti. 'Herkesin canı cehenneme.'

 

 

Bakkalın vitrinleri yenilenmişti. Zorunlu bir, gönüllü üç elemanı yine eski yerini almıştı. Arda dayanamamış çekirdeklerden birini açmıştı. Diğerleri yemek istemese de Arda'nın çekirdek çitleme seslerine sinir olmuş lanet ederek yemeye başlamışlardı.

 

"Arda hep senin yüzünden başladım buna bırakamıyoruuum!" Badem'in söylenmesi hoşuna gitmişti bu yüzden sırıttı.

 

"Ulan Arda! Zaten iyi bir şeye önderlik etsen şaşardım!"

 

"Bağırmayın lan çocuğa. Sizin iradesizliğiniz onun suçu mu?"

 

"Sağ ol İskender gardaşım. Ehehehhe."

 

"Diyene bak. Kendi de iradesiz, bırakamıyor."

 

İskender sinirle avucundaki çekirdekleri pakete geri koydu. "Belki bırakmak istemiyorum. İstersem yaparım."

 

"Ben demesem bırakamayacaktın."

 

"Badem bir sus. Zaten..." Zaten kaç gündür o kızı görmemişti. Bunu düşündüğü için iyice sinirlendi ve göz devirdi. Bir hafta olmuştu ve bir kere bile karşılaşmamışlardı. Küçücük mahallede hem de. Diğerlerine sorsa yanlış anlaşılacaktı. Böyle de duramıyordu. Merak ediyordu.

 

" Offffffff. Sadece bizim tatilimiz bu kadar sıkıcı geçiyor."

 

Badem'e hak veren Sinan başını salladı. "Bakkalda oturmaktan başka bir şey yaptığımız yok. Hadi ben zorunluyum. Siz gidin lan. Gidin gezin."

 

"Saçmalama. Sensiz sarmaz." Birbirlerine gülümsediler. Benzer düşüncelere sahiptiler bu yüzden iyi anlaşıyorlardı. İskender'i deli etmek ikisinin ortak hobisiydi. Fakat düşünceleri uyuşmayınca kavga etmeye başlıyor, ağızlarına geleni söylüyorlardı.

 

İskender konuyu Asya'ya getirmek için kıvranarak aklına geleni söyledi. "Camlar eskisinden de iyi olmuş."

 

Gözleri vitrin camlarına kaydı. "Manyaklar hep bizi bulur zaten."

 

"Katılıyorum. Allahın delisi."

 

"Bence çok havalıydı." Sinan ve Badem'in öldürücü bakışları Arda'yı buldu. Arda top gibi ikisinin bakışları arasında sekti.

 

"Kaç gündür ortalarda görünmüyor." İskender amacına ulaşmıştı. Rahatlayarak arkasına yaslandı.

 

"Aman ne güzel. Gelmesin."

 

"Bence de. Hiç hoşlanmadım o kızdan. Hem itici hem saldırgan."

 

"Dedikodu yapmayın. Ayrıca sen saldırdın önce kıza."

 

"Sen benim abimsin onun değil."

 

"Doğruları söylüyorum sadece. Sevmeyebilirsiniz ama böyle davranamazsınız."

 

Badem tripli bakışlarla ağabeyini süzüp önüne döndü.

 

"Bu zaten anca bizi suçlu bulur. O deli melek buna göre."

 

"Sinaaaan. Niye anlamamakta ısrar ediyorsun? Ben şahısları savunmuyorum. Bana göre doğru olanı ifade ediyorum."

 

Sinan ve Badem, İskender'e yüzlerini buruşturup çekirdek çitlemeye devam ettiler. Arda ise nihayet avucundaki çekirdekleri bitirdi ve konuşmaya dahil oldu.

 

" Cezalı o, gelemez zaten. Oda hapsinde bir haftadır. "

 

" Nee oda hapsi mi? " Demek o yüzden bir haftadır karşılaşmamıştılar. Ama o ceza biraz ağır değil miydi? Ne kadar daha sürecekti?

 

Badem, Arda'nın o kız hakkında bir şeyler bilmesine bozulmuştu. "Sen nerden biliyorsun bunları? Seni ne ilgilendirir?"

 

"Gidip sordum. Arkadaşım sonuçta. Ama görüştürmediler." Badem çekirdeklerini bırakıp kollarını kendine sardı. Varlığı da yokluğu da sinirini bozuyordu artık. Arda gidip onu sormuştu. Birilerinden de duymamıştı, özellikle gidip sormuştu. Bu yakınlık çok saçmaydı.

 

Sinan içten içe sevinmiş sırıtıyordu. Demek ki yaptıklarının bedelini ödüyordu. Keyfi yerine geldiği için ayaklandı ve herkese içecek dolabından bir şeyler getirdi. "İçin için, çekirdek kuruttu ağzımızı."

 

"Sağ ol gardaşımmm." Arda sırıtarak içeceğini aldı.

 

"Sağ ol ben içmicem."

 

"Ben de.."

 

"Ohoooo için lan o kadar getirdim." İskender ve Badem isteksizce içecekleri aldılar. Sinan sırıtarak yerine oturdu. İçeceğini açıp kafasına dikti. O kız cezalıydı kendisi ise babasının saçma açıklamalarından ve yalanlardan başka bir şeye maruz kalmamıştı. Gerçi onlar daha büyüktü ancak sebebi camı indirmesi falan değildi. Haberler güzeldi, hayat da öyle.

 

 

Gece, herkes kendini uykuyla ödüllendirmişken onu bu evin önüne getiren neydi? Merak mı? Eğer meraksa merakını giderecek bir şey yoktu. Merakına sebep olacak bir şey de yoktu. Elde edebileceği bir kazanım yoktu. Amaçsızca gelmiş, öylesine dolanıyordu. Öyle de değildi. İçinde onu dürten, buraya kadar getiren bir şey vardı işte. Gece yarısı kızın evinin önünde ne işi olabilirdi? Nasıl bir amacı olabilirdi? Neyi merak edebilirdi? Buraya gelmesinin ona ne katkısı vardı?

 

"Hiçbir şey"

 

Yatıp uyusaydı, düşünmeseydi... Hayır hayır deliriyordu. Delirmişti. Kafasına takılmıştı. Kıza resmen ceza vermişlerdi. Bitmeyen ceza mı olurdu? Kız kız diyip durduğu için kendine kızıp yerdeki taşı tekmeledi. Asya demeliydi. Yok onu da dememeliydi. Asya diyince içi bir hoş oluyordu. Yüzünde oluşan gülümseme iyice sinirini bozuyordu.

 

Acaba özlemiş olabilir miydi? İnsan tanımadığını özler miydi? Çok saçma olduğu açıktı. O zaman neden buradaydı? Belki görür müydü? Görse ne olacaktı? Görmüş olmak düşüncelerini susturmaya yetecek miydi?

 

Ellerini saçlarına geçirip biraz da öyle sağa sola yürüdü. Çıldırmış mıydı? Hiç böyle olmamıştı. Salaklaşmıştı. Bir mırıltı onu yerine mıhladı.

 

"Yüzüme bir bak, korkudan eser var mı?

Şarkımı dinle, durduruyor zamanı

Soluyor renkler, bitiyor düşler"

 

Duvara doğru yaklaşıp sesin ne taraftan geldiğini anlamaya çalıştı. Ağacın kamufle ettiği taraftan duvara tırmandı ve üzerine oturdu.

 

"Eriyor içim, eriyor geri gelmezden önce

Yansa da her yeeer, ölmez melekleeer"

 

Sesin geldiği yönü tespit edince bakışlarını oraya, çatıya kaldırdı. Asya, penceresinin önündeki hafi eğimli alana oturmuş gökyüzünü seyrediyordu. Bir yandan da şarkısını mırıldanıyordu.

 

"Bir nefes oldum (oldum) mazlumun türküsünde

İnadım sağlam, sözüm bitmiyor ki işte

Soluyor yüzleeer, bitmiyor düşleeeer"

 

İskender'in yüzünde huzurlu bir gülümseme oluştu. Birkaç öksürükten sonra devam etti Asya.

 

"Eriyor içim, eriyor geri gelmezden önceee

Yansa da her yeeer, ölmez melekleeer"

 

"Yani ben diyomuşum." kendi kendine gülünce İskender de sırıttı.

 

Yine öksürüp konuşmaya devam etti. "Asya FM ile Yıldızlı battaniye size iyi uykular diler. Bir sonraki yayında görüşmek dileğiyle hoşça kalın. Aslında istek parça alabilirim hâlâ. Çünkü uykum yok. Müzik dinleyebileceğim tek şey benim." nefes verdi "Saçmalık."

 

"Silinmeyen Hatıralar"

 

"Hiiiii'hhh bismillah" Asya anlık korkuyla yerinden sıçradı. Kayacakken pencerenin kenarına tutundu.

 

"Dikkat et."

 

"Sen... Sen orda mıydın?"

 

"Iıı şey. Yine birini evine bıraktım, geçerken sesini duydum. Ev hapsindeymişsin, iyi misin? Yani bunu soracaktım."

 

"İyiyim. Odadayım çoğunlukla."

 

"Kolun nasıl oldu?"

 

"İyiii. Hafif bir şeydi zaten."

 

"Sevindim. Sıkılıyor musun?"

 

"Kendimce bir şeyler yapıyorum ama telefonsuz gerçekten çok sıkıcı."

 

"Ne zaman bitecek cezan?"

 

"Bilmiyorum."

 

"Öksürüyordun, hasta mısın?"

 

"Boğazım hafiften acıyor."

 

"Geçmiş olsun."

 

"Sağ ol."

 

"Canın sıkılıyorsa konuşabiliriz."

 

"Saat çok geç galiba, eve gitmen gerekmiyor mu?"

 

"Yoo, öyle bir gerekliliğim yok."

 

"O zaman olabilir." Yalnızlıktan ve telefonsuzluktan delirmek üzereydi. Biraz muhabbet etmenin kimseye zararı olmazdı.

 

İskender gülümsedi. Bu sefer reddedilmemişti. Mendilinin gördüğü muameleye her gün üzülüyordu. Bu kabul ediliş onu unutturacaktı. "Konuşalım."

 

"Ne konuşacağız peki?"

 

"Sevdiğin şeylerden bahsedebilirsin."

 

"Yabancılara onlardan bahsetmek hoşuma gitmiyor."

 

"Tanışmak istemediğin için yabancıyız."

 

'Öylesi daha iyi.' diyecekti ki vazgeçti. Böyle söylerse İskender giderdi ve yalnızlıktan delirmeye devam ederdi. Söyleyecek bir şey bulmalıydı.

 

"Eee şey. İstek parça söyledin ama ben o şarkıyı bilmiyorum. Sadece isim olarak biliyorum."

 

"Boşver. Bildiklerinden söylersin. Bu arada sesin çok güzel."

 

"Gerçekten mi? Güzel mi ki?"

 

"Güzel bence."

 

"Teşekkür ederim."

 

"Rica ederim."

 

"Ben seni tam göremiyorum."

 

"Bekle biraz." İskender duvarın üzerinde ilerleyerek Asya'nın görebileceği bir noktaya oturdu.

 

"Sen nasılsın peki?"

 

"Ben iyiyim de mendilim biraz üzgün olabilir." merakla Asya'nın tepkisini bekledi.

 

"Mendilin mi? Özür dilerim."

 

Asya'nın özrüne gülüp "Mendilden özür dilemek daha kolay herhalde." dedi.

 

Asya da gülerek karşılık verdi. "Öyle olmadığını kim söyleyebilir?"

 

Gülüşü İskender'e iç çektirmişti. İçindeki ateş o an alevlendi. Ruhuna heyecan dolduran bu ateşi reddetmeyi reddetti. İçini yaka yaka parlamasına izin verdi. Saçmalık dediği her düşünceye teslim oldu.

 

O sırada Başak Asya'nın odasına girdi. "Asya yat artık. Milleti rahatsız etme. Bu saatte kendi kendine gülüp konuşuyorsun."

 

Asya pencereye dönmeden cevapladı "Özgürlüğümü yeterince kısıtladın zaten."

 

"İnsanları rahatsız ediyorsun. Herkes senden şikayetçi."

 

"Asıl ben onlardan şikayetçiyim."

 

"Asyaaaaa!"

 

Omuz silkti, kollarını kendine sardı. Rahatsızlık vermekti zaten amacı. Herkesi rahatsız ederse def olup gidebilecekti. Cezaların onu durduramayacağını göstermeye çalışıyordu biraz da. İçinde masum bir ürkeklik de yok değildi. Fakat sadece kendine saklıydı.

 

İskender konuşmaya şahit olmuş sessizce olacakları bekliyordu. Asya'yı koruma istediği her zerresini sardı.

 

"Asyaaa odaya dön, yatağına gir. Hemen."

 

"Gürültü yapmayacağım, sal artık beni."

 

"Yatağına girdiğini göreyim. Hem sürekli çıkma şuraya, düşeceksin."

 

"Offffff."

 

"Asyaaa"

 

"Offff tamam ya." Asya memnuniyetsizce yerinden kalktı. İskender'e el sallayıp onun el sallayışını göremeden pencereden içeriye girdi. İskender biraz daha aynı yerde oturdu. Odanın ışığı sönünce duvardan inip yola koyuldu.

 

İçinde olan biteni ne yapacaktı? Birine açmalı mıydı? Bunu yapabileceğini sanmıyordu. Telaşlanmaya başlamıştı. Bu telaş onu uyutmazdı. Görmese uyuyamayacaktı, gördü yine uyuyamayacak. Ne ara bu hâle geldiğini anlayamıyordu. Deli divane olmuştu. Bütün ilçeyi turlasa geçmezdi. Onu etkileyen bakışları mıydı yani? Sadece bir bakış mı delirtmişti? Gülüş peki?

 

"Ahhh."

 

Kalbine oku hangisi saplamıştı? Eğer bu yaşadıkları düğündüğü şeyse çok çabuk olmamış mıydı? Tam tanımadan böyle şeyler olur muydu? Hayır hayır ne düşündüğü şeydi ne de hoşlantı. Sadece onu ona çeken bir şey vardı işte. Bir şey... Neydi o şey? Masumiyet.

 

Yine başa dönmüştü. Yine başa dönmüştü! Ruhsal bir çekim olabilirdi. Ruhu masum ve temiz gelmişti bu yüzden ona doğru çekiliyordu.

 

"Bebek masumiyetinde." dediğinde gülümsedi. O yüzden dayanamıyordu. İçi gidip gidip onda kalıyordu. Ve bu delirmek gibiydi. Kendine gelmeliydi. Bu şekilde insan içine çıkamazdı. Kimseye bir şey belli etmemeliydi. Suç işlemiş gibi bir hâli vardı ve buna anlam veremiyordu.

 

Ne yapacağını bulduğunda yerinde dondu. Her şeyi gidip yazacaktı. Kitabı kendi kendine yazılmış olacaktı. Bir şeyler uydurmasına gerek yoktu. Şimdiye kadar hissettiği her şey kitabın ilk yarısını doldurabilirdi.

 

Bu sefer koştu. İçindeki duygu yoğunluğu kaybolmadan her şeyi yazmak istiyordu. Yüzündeki gülümseyişle deli gibi koştu. Koştukça heyecanı artıyor heyecanı arttıkça daha hızlı koşuyordu.

 

Delirmek bu kadar güzel miydi? Bilseydi daha önce yapardı. Kendini Martin Eden gibi hissederek boş sokaklarda kahkaha attı. Sonlarının aynı olmamasını umuyordu. Martin gibi âşık değildi. Sadece biraz delirmiş olabilirdi. Aşk demek için çok erkendi. Yanılıyor olabilirdi. Daha önce hiç böyle hissetmese de emin olması için zaman geçmeliydi. İhtiyatlı davranmalıydı. Her konuda olduğu gibi.

 

Fazla havaya girmişti. Bu yükselişlerin sonu belliydi. Karmakarışık, doğru olanın belirsiz olduğu, birbirine uymayan düşüncelerini susturup içinden geldiği gibi davranacaktı. Çünkü doğru olan onun için her zaman oydu: Vicdanı ve kalp aklıyla hareket etmek.

 

⭐⭐⭐

 

Eveettttt bölüm nasıldı?

 

Sinan, Asya ve İskender üçlüsü...

 

İskender ne yaşıyor tam olarak? 😅

 

Ne düşünüyorsunuz?

 

 

Bölüm : 29.11.2024 13:55 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...