
Sevgili Dostlar,
Tatlı okumalar.
🐞🐞🐞
O gün berrak gökyüzünde güneş kavuracak birilerini arıyormuşçasına vahşiydi. Bunu en iyi bilenler ise öğleden beri güneşin altında, bakkalın önünde düğün yemeği dağıtan üçlüydü. Tencerelerin dibini gördüklerinde çölde su bulmuş kadar sevindiler. Hazırlanmak için varı yoğu bırakıp evlerine koştular. Jilet gibi giyinip yine aynı noktada buluştular. Sinan, siyah gömleğinden bir düğme daha açtı. Yanından geçen kızlara göz kırpıp sırıttı ve kurnaz bakışlarını saatine kaydırdı. Kızlar gülüşüp yakışıklılara kaçamak bakışlar atarak uzaklaştılar. İskender, Sinan'ın ensesine vurup onu koltuğunun altına çekti.
"Düzgün dur."
Sinan söylenmeye başladığında Arda gülerek İskender'in diğer kolunun altına girdi.
"Ulan zaten güneşin altında canımız çıktı. İki üç kıza göz kırpsak nolur!" dedi Sinan isyan ederek.
"Hadi hadi işimiz var. Kuaföre gideceğiz annem bir şey götürmemi istedi."
"Gidelim gardaşım. Hem orda da kız var." yine Badem'e takılmak için sabırsızlanıyordu.
"Bana göre kız yok orda. Biri cici annemin kızı, diğeri İskender'in kardeşi, öteki İskender'in manit..."
"Sinaaan!"
"Tamam lan. Demiyorum bir şey. Yürüyün lan." İskender'in kolunun altından çıkıp gömleğini düzeltti. Saçını da kontrol edip kuaföre doğru yöneldi.
"Hey Allahım ya." güler gibi çıktı sesi. "Hadi Arda."
Hızlı adımlarla ilerleyip Sinan'a yetiştiler ve birlikte kuaförün önüne geldiler. İskender nazikçe cam kapıya vurdu. Kapıyı hafifçe aralayıp "Girebilir miyiz hanımlar?" diye sordu.
"Gelin gelin yabancı yok. Hazır sayılırız zaten. Getirdin değil mi istediğimi?"
Kapıyı iterek içeriye girdiler. "Getirdim anne." Gözlerini etrafta dolaştırmaya çekiniyordu. Ceketinin cebinden çıkardığı çeyrek altın kutusunu annesine götürdü. Zümrüt kutuyu alıp çantasının içine koydu.
"E hani kimse yok. Bu arada çok güzel olmuşsun."
"Sağ ol oğluşumm sen de delikanlı olmuşsun. Dikkat et kaçırmasınlar seni."
Bu sözün ardından Arda ve Sinan birbirlerine vura vura kahkaha attılar. Zümrüt gülen bir çehreyle dudaklarını birbirine bastırdı. İskender nefes verdi.
"Kızlar nerde?" özellikle de Asya'yı merak ediyordu. Kim bilir nasıl güzel olmuştu. Onu gördüğünde aklı yerinde kalabilecek miydi?
"Kızlar giyiniyor, birazdan gelirler. Ne yapacaksın kızları?"
İskender dönüp arkadaşlarına baktı. Sonra bakışlarını annesine çevirdi. "Badem'e bir şey söyleyeceğiz. Kardeşim sonuçta. Lazım belki. Allah Allah."
"Evet küçük bir dalga geçme meselesi var da. Heheh." dedi Arda sırıtarak. Sinan umursamaz bir tavırla aynaya yaklaştı. Saçını, başını, üstünü inceleyerek kusurlarını giderdi.
"Gelir şimdi. Bayadır içerideler zaten."
İskender başını sallayıp heyecanla duvara yaslandı. O sırada Asya'nın evde rengi solmuş tişörtü ve tarihi eser olmaya yüz tutmuş eşofmanıyla yayıla yayıla yattığını bilse bu kadar heyecanlanmazdı.
"Bu kız beni deli edecek." bir elinde telefonu diğer eliyle gelinliğin eteğini tutan gelin hanım arkasından gelen çalışanlarla giyinme odasından çıktı.
"Ne oldu Başak?"
"Nikaha gelmeyecekmiş. Sabah söylemişti ama ciddiye almamıştım. Annem saatlerdir dil döküyor, bir türlü ikna edememiş." sinirli ve çaresiz bir şekilde cümlelerini sıraladı.
"Sakin ol. Bizim çocuklar konuşup ikna eder. Ne demek gelmeyecekmiş? İnsan annesinin düğününe gelmez mi? İkna ederler merak etme." Zümrüt gülümsedi. Arkadaşını biraz da olsa rahatlatmıştı.
İskender şaşırdı, Sinan hiç üstüne alınmadı. Kızlar hazırlanmıştı, Gülru'nun söylediklerine gülerek odadan çıktılar. Sevda'nın gözleri hemen İskender'i buldu. Önce şaşırdı sonra hayranlıkla süzdü. Siyah takımın içinde inci çiçeği gibiydi. Baktıkça eriyordu. Kendi ise kırmızı bir elbise giymiş İskender'in dikkatini çekebilmek için her zamankinden fazla özenmişti.
Badem üstündeki bakışları umursamadan ağabeyinin yanına gitti. Kimse ona tombiş demesin diye, belki daha zayıf gözükür umuduyla siyah giymişti. Saçlarını düzleştirip minik dalgalar vermişti. "Nasıl olmuşum abi?" kısık sesle sordu.
İskender kardeşini dikkatle süzdü. Sonra gülümsedi. "Çok güzel olmuşsun." Bu cevap Badem'in hoşuna gitti. Gülümseyerek ağabeyinin yakasını düzeltti.
"İkna edebilirler değil mi? Annem sabahtan beri uğraşıyor." yüzü asıldı Başak'ın.
" Ederler ederler. Dimi oğlum ikna edersiniz. Kızlar da hazır gidin hadi." Zümrüt bakışlarıyla sürekli kapıyı işaret etti. Bu sayede İskender kardeşini alıp kuaförden çıktı. Tabii Sevda da onları takip etti.
" Bugünden beri yemek dağıtıyoruz bir de o kızı ikna etmekle mi uğraşacağız? Hiç uğraşamam. " Zümrüt topuklu ayakkabısını çıkarıp Sinan'a doğru sallayınca Sinan'ın gözleri kocaman oldu. Neyse ki ayakkabıyı elinden bırakmmıştı ve o cisim Sinan'ın kafasına inmemişti. "Tamam ya, gidelim. Hadi Arda."
Zümrüt yan bakışlar atıp ayakkabısını tekrar giydi. Bu çocuklar bu dilden anlıyordu.
"Badem nerde? Hani kıvırcık siyah saçları var." Arda'nın saçma sorusuyla Sinan yüzünü buruşturdu. "Kör müsün oğlum az önce çıktı ya. Millet deliye ben akıllya hasret gerçekten." diyerek kuaförden çıktı.
"Harbi mi? Bir dakika ya." Arda da çıkınca Gülru ve Zümrüt birbirine bakıp güldü. Sonra bakışlarıyla anlaşarak gelin hanımı neşelendirmeye karar verdiler.
Şıkır şıkır giyinen beşli kuaförün önünde birleşti. Arda kaşları çatık bir şekilde Badem'i süzüp duruyordu. Kıvırıcık bir saç topu göremiyordu. "Çok yanlış tanımışım seni. Bunu senden beklemezdim."
"Ne saçmalıyorsun Arda?" Badem bu tavra anlam veremiyordu. O kadar özenmiş yine de çirkin mi olmuştu? Yoksa makyaj yaptığı için mi böyle bakıyordu?
"Hiiç tanıyamamışım hiiç."diyerek göz ucuyla Badem'i süzdü Arda.
Doğru düzgün bir cevap alamadığı için göz devirdi. "Gidelim gideceksek. Başka işimiz yok gibi yine o kızla uğraşacağız." dedi ve ilerledi Badem.
"Bence de. Nenesi ikna edememiş biz mi ikna edeceğiz. Zaman kaybı." destekçisi Sinandı.
Sevda bu düşüncelere gülümsedi. İskender ise sabrını muhafaza etmeye çalışıyordu. Arda hariç hepsi yürüdü.
"Kıza bak, çı çı çı. Laan durun bekleyin." Arkadaşlarına yetişmek için koştu. Tanımadan süzdüğü kızın Badem olduğunu düşününce sırıttı. Kırk yıllık arkadaşını nasıl tanıyamamıştı? 'Gerçekten salağım galiba' diye düşünüp kahkaha attı.
"Sizin salaklığınız yüzünden sinir krizi geçirmekten bıktım artık. Acısın bana mevlam."
"Sus Sinan."
"Ne o? Niye sinirlendin?"
"Sinirlenmedim."
"Sinirlenmişsin olum."
"Sinirlenmedim diyorum."
"Ahh yeter. Asıl ben sinirlendim."
"Sana ne oluyor kızım?" İki kardeş de bir tuhaftı. Bütün tuhaflar Sinan'ı buluyordu. Bir de işi gücü yokmuş gibi o kızı ikna etmeye gidiyordu. Gelip gelmemesi umrunda bile değildi. Artık aynı evde yaşayacaklarını düşünüp yüzünü buruşturdu. Her dakika onu mu görecekti? Elinden her an bir kaza çıkabilirdi. Kızı iyice korkuturdu belki. Zaten yaptığı kötülükleri de söylemiyordu salak kız. Sırıttı. Canına okuyacaktı onun. İskender de kurtaramazdı. Çünkü yanlarında olmayacaktı. Sevgili kardeşiyle olan küçük savaşına karışamazdı. (Sen Asya'yı ne sandın gülüm?! Güzel düşüncelerin için teşekkürler hshshs.)
Topuğu kaldırım taşının arasına sıkışan Sevda İskender'in koluna girdi. İskender kaşlarını çatıp balkışlarını yana kaydırdı. "Yardım eder misin?" masum bakışlarla yardım istiyordu kız. İskender yapmak istemese de başını salladı. Sevda ondan destek alarak topuğunu kurtardı. İskender'in kolunu bırakmadan yürümeye devam etti.
Sinan imalı bakışlarla ıslık çaldı. Dostunun öldürücü bakışıyla sırıttı. Evin önüne vardıklarında İskender kolunu çekti. Bahçe kapısını açtı, peş peşe içeriye girdiler. Evin kapısına yaklaştılar. Kapı açık olmasına rağmen zile bastı. Çok geçmeden Mehlika kapının oraya geldi.
"Hoş geldiniz çocuklar. Gelin hadi."
"Asya'yı ikna etmeye geldik Mehlika teyze." dedi İskender. Yaşlı kadın gülümsedi ve içeriyi işaret etti. Ayakkabılarını çıkarıp Mehlika'nın yönlendirmesiyle Asya'nın olduğu televizyonlu odayı buldular.
Asya koltuğa yayılmış umursamazca kanalları değiştiriyordu. Gelenleri görünce daha az yayıldı. Ne amaçla geldiklerini az çok tahmin etmişti. Umursamayarak gözlerini televizyona çevirdi.
"Kalk lan senle mi uğraşacağız? Bu kadar yolu yokmuşuz gibi davran diye gelmedik." Sinan'ın sözleriyle göz devirdi.
"Gelmeseydiniz. Hiçbir yere gitmeyeceğim. Bana mı sordular evlenirken? Ne halleri varsa görsünler."
"Meraklı değildik gelmeye. Annem gönderdi. O söyledi diye yapıyoruz yoksa seninle ilgilendiğimiz falan yok."
Asya gözlerini Badem'e çevirdi. "Güzel olmuşsun."
"İnsan annesinin düğününe katılmaz mı? Çok bencilce bir hareket bence. Sırf istemiyorsun diye onu üzmene gerek yok." dedi Sevda. İkna etmek gibi bir derdi yoktu. Sadece öyleymiş gibi davranıyordu.
"Sana ne? Benim ne olduğum kimi üzdüğümden sana ne? Saçma sapan hareketler. Ayrıca çocuklar annesinin düğününde olmaz. Annesinin düğününden sonra doğarlar. Ben henüz doğmadığım için zaten o düğünde olamam."
"Salak mısın kızım sen? Kalk hazırlan uğraştırma bizi."
İskender nefes verip koltuğun birine çöktü. Bunlar varken düzgün konuşulmazdı ki.
"Git başımdan. Senin lafınla hareket edeceğimi mi sanıyorsun?"
"Hadi be Asya. Beraber takılırız. Bak ben o kadar hazırlandım." Arda ceketini ve saçlarını işaret etti.
"Çok yakışmış."
"Sahi mi? Eheheh. Biliyordum da kimse söylemeyince öyle değil sandım bir an."
Badem kollarını kendine sarıp tekli koltuğa oturdu. Yeni gelen kızla ilgilenip duruyordu sevdiği. Bıkmıştı artık.
Kırmızı ojeli parmakları omzunda hissedince irkildi İskender. Omzunu okşayarak yanına oturdu kumral kız. Sinirden alnındaki damarı belirdi İskender'in. Sapık gibi sürekli kendisine dokunan bu kızdan kurtulamıyordu. Biraz uzaklaştı. Bakışlarını Asya'ya çevirdi. Asyası ise Arda'yla gülüşüyordu. İlk defa ciddi manada kıskandığını hissetti. Hep Arda'ya gülüyordu. Ona hiç soğuk davranmıyordu ve duvar örmüyordu. Zaten Sevda da onu salmıyordu. Sinirlendiği için ayağa kalktı.
"Hepiniz çıkın! Ben konuşacağım. Zaten ikna edebileceğinizi zannetmiyorum. Çıkın hadi."
Bu anî çıkışa hepsi şaşırdı. "Pehhh" diyerek ilk çıkan Sinan oldu. Kıskanç bakışlarıyla onu Badem takip etti.
"Ben kalayım bari. Onlar gibi konuşmuyorum. Bence ben ikna edebilirim." dostça söylemişti bunları.
"Çık Arda. Sevda sen de. On kere söyletmeyin."
"Tamam gardaşım sakin, çıkıyoruz."
"Sakinim ben."
Arda dudaklarını büzüp odadan ayrıldı. Kıskanan ancak İskender'e bir şey söylemeye korkan Sevda da çıktığında İskender rahat bir nefes alıp Asya'nın yanına oturdu. Kumandayı elinden alıp televizyonu kapattı.
"Bir şey izlemediğini biliyorum. Boş boş oyalanıyorsun. Hazırlan da gidelim."
"İstemiyorum. Gelmeyeceğimi söyledim."
"Gelmediğinde ne değişecek? Evlenmeyecekler mi?"
"Görmek istemediğim manzaraları görmeyeceğim."
"Sonradan pişman olursun."
"Sanmıyorum."
"Asya neden inat ediyorsun?"
"İstemiyorum kardeşim. Gelmeyeceğim dediysem gelmeyeceğim o kadar."
"Ya sabııır. Asyaa. Hadi kalk."
"Hayır."
"Asyaaa."
"Lan bi git. Gelmicem işte gelmicem. Mutlu mutlu evlensinler. Ne yaparlarsa yapsınlar. Umrumda değil."
"Lütfen. Anneni yalnız mı bırakacaksın? Senden daha çok sevdiği neyi var? Eğer sen gelmezsen bugünü hep kötü hatırlayacak."
"Yalnız değil yeni kocası var. Ayrıca zaten kötü bir gün. İhanetin resmileşmesi ve halka duyurumu."
"Yine de senin orada olman gerekiyor."
"Gerekmiyor."
"Seni böyle götürürüm görürsün."
"Neeee! Dayak yersin."
"Hadi oradan."
"İstemiyorum. Lütfen beni rahat bırakır mısın?"
"Olmaz. Söz verdim annemlere."
"Vermeseydin bana ne."
"Hadi hazırlan."
"Hayır."
"Asya lütfen."
"İstemiyorum."
"Peki."
Zaferiyle Asya'nın dudakları kıvrıldı. İskender doğrulurken yerdeki zinciri fark etti. Eğilip onu yerden aldı. "Bu kimin?"
Asya zinciri görünce hemen doğruldu. "Onu bana ver." Elini zincire uzattığında İskender zinciri geri çekti.
"Lan versene benim o." tekrar elini uzattığında İskender kolunu havaya kaldırdı. Asya İskender'in ceketinin yakalarını kavradı. "Ver şunu diyorum!"
Gözlerini Asya'nın gözlerine kenetledi. "Hazırlan ve gel. Sonra alırsın."
"Bak o şaka yapabileceğin bir şey değil. Benim için çok değerli. Onu bana ver."
"Hazırlanıp gelirsen zaten vereceğim. Dediğimi yap mutlu ol."
"Olum dayak arıyorsun sen. Boyun uzun diye bir de dalga geçer gibi havaya kaldırmışsın. Delirtme beni pişman olursun!" Asya sinirle İskender'in ceketini bırakıp tekme atacak oldu ama yapamadığı için nefes verdi.
"Bir şey yapmayacağım zincirine. Hazırlan gel vereceğim."
Asya sinirle koltuğa oturdu. "Hazırlanmıyorum. O zincir de umrumda değil."
"Peki." İskender zinciri cebine koyup kapıya doğru ilerledi.
"Yağğğ tamam dur. Ama zinciri aldığımda göreceksin sen. Hayatının dayağına hazır ol." Asya sitemle yerinden kalktı ve İskender'i geçip odadan çıktı. Üst kattaki odasına gidip hazırlanmaya koyuldu.
İskender sırıtıp koltuğun birine oturdu. Cebinden zinciri çıkardı. Bu zincirin nasıl bir önemi olabilirdi? O kadar dil dökmenin yaptıramadığı şeyi yaptırmıştı. 'Yalnız fena kızdı sana' aklından geçenle alt dudağını ısırdı. Ama sırıtmaya devam ediyordu. Diğerlerinin dışarıda beklemekten ne hâle geldiği aklına uğramıyordu bile. Sadece Asyası ve Asyasının zinciriyle meşguldü zihni. Asyası ve onun zinciri...
Bahçedekiler çardağa oturmuş Mehlika'nın onlara götürdüğü meyve sularını içiyordu. Hepsi birbirinden memnuniyetsiz, konuşmadan etrafa bakınıyordu.
Asya hazırlanınca aşağı indi. Ayak seslerini duyan İskender bakışlarını kapıya çevirdi. Siyah pantolon, siyah ceket ve beyaz gömleğiyle tam olarak İskender ve Arda'yla kombini aynıydı. Gömleğinin ilk iki düğmesi açık saçları ise arkadan toplanmıştı. Makyaj yapmaya üşenmiş sadece dudaklarında hafif bir pembelik vardı. Öldürücü bakışlarla odanın girişinde dikiliyordu.
İskender ayağa kalktı ve Asya'ya yaklaştı. Biraz da yakından baktı ona. Asya avucunu açıp İskender'e uzattı. "Zincirim."
"Düğünde vereceğim. Zinciri alınca gelmekten vaz geçmeyeceğin ne malum?"
"Çarpacam he. Vaz geçmeyeceğim ne malummuş. Doğru vaz geçeceğim. Gitmek istemiyorum zaten."
"O zaman düğünde alırsın. Kendin de itiraf ettin. Hadi gidiyoruz."
"Bak olum oynama benimle seni son kez uyarıyorum. Ver şunu."
"Dediğim gibi. Gelirsen alırsın. İstemiyorsan sen bilirsin."
"Seni böyle bilmiyordum ben."
"Zincirine zarar vermiyorum. Annemlere söz verdim sözümü yerine getirmeye çalışıyorum. Seni ikna etmenin tek yolu da zincirmiş meğer. Yapacak bir şey yok. Geliyor musun?"
Yumruklarını sıktı. Yine istemediği bir şeyi yapmak zorunda kalıyordu. İnsanlar rahat vermiyordu. Bunların hepsinin bedelini zamanı geldiğinde ödetecekti. Nefes verip arkasını döndü. Dış kapının oraya gidip siyah konverslerini giydi. İskender de arkasından çıktı. Asya'ya böyle davranmak istemiyordu aslında. Ancak onu ikna etmenin başka yolu yoktu.
"Nihayet gelebildiniz beyler." yine laf atmayı başarmıştı Sinan. Sevda ve Badem Asya'yı süzüp güldüler.
"Çok yakışmış bence. Çok tatlı olmuşsun uğur böceğim." diyerek neşelendirmeye çalıştı Asya'yı.
"Teşekkür ederim Arda." sinirli olsa da Arda'ya gülümsemeyi ihmal etmedi.
"Hımm çok tatlı. Erkek Fatma bu bildiğin. Bir ara birlikte berbere gideriz." dedi Sinan ve kahkahası bahçeyi sardı.
"Kes sesini Sinan!" İskender, Sinan'ı susturduktan sonra bakışlarını kardeşi ve Sevda'nın üzerine dikti.
"Siz de bu saygısız tavrınız bitene kadar bizimle muhatap olmayın!"
"Takmıyorum zaten boşver. Benim tarzım bu." çok duymuştu benzer cümleleri. Kendisi bile kabul ediyordu.
"Biz ne yaptık ki? Sadece güldük. Değil mi Badem? Çünkü Sinan çok komik."
Badem Sevda'yı onaylamadı. Ağabeyinin sinirine daha fazla dokunmak istemiyordu. Önceden nadiren kızan ağabeyi şimdi sürekli kızıyordu. Ve de sebebi o kızdı. Gerçi başkasıyla dalga geçseler de kızardı.
"Bence sus." İskender'in sert sesi Sevda'nın yüzüne çarptı. Bağırmasına, hakaret etmesine gerek yoktu. Sesinin sertliği karşısındakini darmadağın etmeye yetti. Sonra Asya'nın kolunu tutup hızlı adımlarla bahçeden çıktı. Asya bu harekete de çok şaşırmıştı. Şaşkındı ve ne diyeceğini nasıl soracağını bilmiyordu.
Biraz uzaklaştıklarında İskender yavaşladı "Benim yüzümden geliyorsun bu sebeple seni üzmelerine izin vermeyeceğim. Üzülmediğini söylüyorsun ama her seferinde daha beter üstüne gelecek Sinan. Onun önünü kesmem gerekiyor."
"Sağ ol ama ben..."
"Takmıyorsun evet ama yine de böyle şeyler duymanı istemiyorum."
"Zincirimi verseydin böyle olmayacaktı." madem bu kadar vicdanlıydı bu dediğinin ardından zinciri vermeliydi. Umutla İskender'in gözlerine baktı.
"Vereceğim zincirini. Bir daha böyle olmayacak merak etme."
"Niye vermiyorsun o zaman?"
"Vereceğim Asya. Şimdi verirsem eve geri dönersin."
"Offfffffff."
"Hadi gidelim."
"Gerçekten arkadaşlarını bırakıp benimle mi takılacaksın düğüne giderken?"
"Onlar hatalarını anlayıp pişman olunca yanımıza gelirler. Ben böyle eğitiyorum onları."
İskender'in son cümlesiyle güldü. O gülünce İskender de güldü.
Birkaç metre gerilerinde olan dörtlü şüpheli gözlerle ikiliyi gözetliyordu.
"İskender'le şu kızın arasında bir şey mi var?" yeterince kıskanmış olan Sevda'nın sesine çirkeflik bulaşmıştı.
"Yok. Olamaz da." olmaması için bir şeyler yapması gerekiyordu Sinan'ın.
"Neden olmasın?" eğer olursa Arda çok sevinir ve onları desteklerdi.
"Çünkü o kız İskender'i hak etmiyor. İskender'e layık değil." dedi Sevda.
"Katılıyorum. Benim kardeşim daha iyilerine layık." sözleriyle destekledi onu Sinan.
"Asya iyi biri siz onu yanlış tanıyorsunuz. Düşünceli biri. Samimi olduğu insanlara karşı çok iyi." gülümsedi. Düşününce ikili hem görünüşleri hem de kişilikleri açısından yakışıyordu. Onları daha fazla gözlemleyecekti. Espri kralı olmayı erteleyip çöpçatanlık kralı olabilirdi.
" Nerden biliyorsun iyi olduğunu? Ne kadar oldu ki tanışalı? Hem yaptıklarını görüyorsun sen de." Badem yine konuyu kendi açısından ele almış, Arda'nın o kızı savunmasına bozulmuştu.
"Siz beni salak sanıyorsunuz diye ben salak değilim. İnsana bakınca içinde ne var ne yok görürüm. X ışını gözlerim var. Eheheh." ciddi mi konuşuyordu, alınıyor da bunu mu belli ediyordu yoksa dalga mı geçiyordu kimse anlamıyordu. Arda'nın tarzı buydu ve değişik tarzlı insanları da severdi.
" Biz öyle sanmıyoruz. Sen salak olmadığını sanıyorsun. O kızın içinde de şeytandan başka bir şey yok." Sinan fikrinde sabitti.
"Bence sizin yaptığınız şeytanlık. Dalga geçmek, arkasından konuşmak, sürekli hakaret etmek, iftira atmak... Yoksa senin mi demeliydim? Bugün kardeşin olacak o kız."
"Kes lan. O asla benim kardeşim olmayacak. Sen git esprini yap belki daha az saçmalarsın."
Arkadaşının sözleriyle güldü. Sonra bir şey demeden uzaklaştı. Gülüp gittiği için Sinan daha çok sinirlenmişti.
"Napıyorsun Sinan? Kırdın onu. O kızı savunsa bile bizim arkadaşımız Arda." sevdiceğinin kırılıp gittiğini düşünüp üzülmüştü.
"Savunmasın o zaman. Bizim arkadaşımızsa o kızı savunmasın!"
"Bağırma be!"
"Hey Allahım!"
🐞
Düğün denen saçma ve karşı olduğum şu şeye katlanmak zorunda olmayacağımı sanıyordum. Ne olursa olsun, engel olamasam bile inatla düğüne gitmeyecektim. Fakat öyle olmadı. Zincirimi rehin alan şu yanımdaki kıvırcık arkadaş bir türlü vermek bilmedi. İyi biri hoş biri ama yeter. Geldim işte nikah salonuna kadar. Ve şu an evet diyip alkışlanan ikiliyi seyrediyorum.
Babamın verdiği emeklere yazık. Aşka yazık. İnsanlara da yazıklar olsun. Yüzüme baksa biri mutsuzluğun hatta tiksinmişliğin resmini görebilir. Biri bir tablo yapsa, içine bu sahneyi koysa renkleri de azıcık eskitilmiş tutsa o hikâyesi olan sanat eserlerinden birisi olabilir.
O olur bu olur şu olur ama inşallah şu insanlar mutlu olamaz. Dümdüz oturmuşum. Ellerimi birbirine çırpmamaktayım. Diğer herkesin aksine. Bir de çırpacak mıydım? Herkes ne de mutlu sanki onlara ne faydası var bu evliliğin. Ben cenazedeyim. Saygı, sevgi ve aşkın ölümünü kutluyorum.
Babam geçen yıl öldü. Ölmez benim babam diye düşünüyordum. Herkes korkardı ben korkmazdım. Duyduğumda da inanmamıştım. Sonra inanmak zorunda kaldım. İnanmak zorunda kalınca kendimi kaybettim. Kendimi tekrar bulduğumda babamı bulamadım.
Kendimi bulsam da kaybetsem de bir şey değişmedi. O ıstırap asla geçmedi. Kalbime ancak maşayla dokunulabilir. İçim daima yanar.
Ben yanarken insanlar mutlu işte, gülüyorlar. Geride mi bıraktınız acıları şimdi? Belki benimle birlikte. Kabul edemiyorum. Babama bunun yapılmasını kabul edemiyorum. Beni gerçekten düşünen biri de bunu yapmaz.
Annesin sen. Benimle ilgilen. Beni anla, beni sev. Hayatına bakmak için çok erken değil mi? Dertli başımı alıp gidebilecek kadar büyümedim henüz. Affetmeyeceğim sizi. Kalpsizler.
🐞
Damadın gelin hanımın alnını öpmesiyle nikah salonunda alkış tufanı koptu.
"Rezillik" dedi öfkeyle ve yerinden kalktı. Daha fazla katlanamayacaktı bu ihanete. Burada bulunması bile büyük bir hataydı. Gözleri kızarmış yaşları yanağına düşmeyi reddediyordu. Kalabalığın sesi kuru bir gürültüydü artık. O kuru gürültünün içinden kendisine seslenen kişiyi seçemeyecek kadar duyarsızdı kulakları. Beynini sislendiren öfke, kalbini sızlatan hüzün ve bulanık görüşüyle nikah salonundan kendini dışarıya attı. Gürültü azalmıştı ancak beynindeki sis dağılmıyordu. Sanki hep içinde tepiniyordu alkış sesleri.
Hava kararmıştı. Her şey karanlıktı hava kara olsa ne olurdu? En fazla her şeyle bir uyumu...
"Asya" o ses gürültüden sıyrılabilmiş Asya'ya ulaşmıştı. Yine de durmadı, duymamış gibi ilerledi. Gözleri dolu doluydu kimseyi göremezdi. Kimse de onu.
"Asya" her şeye rağmen geliyordu arkasından. Bırakmıyordu peşini o ses. Durmadı. Çalar çalar giderdi belki.
Ama öyle olmadı. Sesin sahibi Asya'ya yetişti. Durdurmadı, dokunmadı yalnızca yanında yürüdü. Pişmandı zinciri daha önce vermediği için. Tekrar "Asya" dediğinde Asya durdu.
"Efeliğe gerek yok. Eve gidiyorum." yüzünü ona çevirmeden konuştu ama İskender sesinden her şeyi anladı. Yüzü hüzünle gerildi.
"Konuşalım Asya." yaranı sarmak istiyorum diyemezdi ya.
"Zinciri sonra da alabilirim. Eğer onunla ilgiliyse geri dönmeye..."
"Hayır Asya." Asya'nın elini avucuna aldı, sıktığı yumruğunu nazikçe açtı. Zinciri cebinden çıkarıp onun avucuna koydu ve yumruğunu kapattı. "Özür dilerim."
"Sen bir şey yapmadın." sesi çatallı ve kısıktı.
İskender yutkundu. "Konuşalım Asya. Seni dinlerim." reddedileceğinden emindi. Reddedilmeyeceği şekilde sormayı ve teklif etmeyi bilmiyordu. Belki şu an... Çaresizdi, doğru düzgün düşünemiyordu.
"Benimle dertleşmek mi istiyorsun?" gözleri anlık olarak İskender'in gözlerine değdi ardından onları kaçırdı.
"Evet. Lütfen." çaresizliği sonlansın diye umutla Asya'nın yüzüne bakıyordu. Çaresiz bir umut olur muydu?
"Öyleyse gel benimle." elini İskender'in avuçlarından çekip hızlı adımlarla yürüdü. İskender cevabı algılayabilince koşarak Asya'ya yetişti. Dertleşebilmek için izin alan ilk insan mıydı acaba? Bu iznin içine neler dahildi neler dahil değildi?
Mehlika Hanım'ın evine kadar sessizce yürüdüler. Asya anahtarı bulup kapıyı açtı. İskender eve girmekte tereddüt etse de onu takip etti. Birlikte merdivenleri tırmanıp Asya'nın odasının önüne kadar geldiler. İskender'in tereddüdü arttı.
Asya ışığı açıp ceketini çıkardı ve yatağın üzerine attı. Kollarını dirseğine kadar katladığı beyaz gömleğiyle ceketsiz daha minik görünüyordu. Sandalyesini pencerenin altına götürüp üzerine çıktı. Olayı anlayan İskender kendine içten içe kızıp Asya'ya yaklaştı.
Asya o sırada pencereyi açmış kendini yukarı çekmekle meşguldü. Yukarı çıktığında eğilerek İskender'e elini uzattı. "Gel hadi."
İskender sandalyeye çıktığında el uzatmasına gerek olmadığını fark edince utanç duyarak elini çekti. Kendisi gibi kısa değildi, çok uzundu.
İskender ise Asya'nın bu tavırlarından hoşlanmış elini bir kez daha tutamadığı için üzülüyordu. O da yukarı çıktı, pencerenin önündeki düzlüğe sıkıştılar.
"Hoş mekân." konuşmayı başlatabilmek adına bulundukları yerle ilgili fikrini söyledi.
"Evet. Göklere yakın."
İskender'in dudaklarında buruk bir gülümseme oluştu. "İçini dök hadi. Eğer anlamayacağımı düşünüyorsan... Anlamasam bile dinlerim."
"Öyle düşünmüyorum. Normalde kimsenin beni anlamadığını düşünürüm ama sen insanları anlıyorsun. Yazarsın ya o yüzden herhalde."
"Teşekkür ederim. Böyle düşünmen beni mutlu etti."
"Rica ederim. Efe."
"Efe mi?" bu sefer güldü.
"Efe sanmıştım ismini. İlk başta yani. Lakabın sanırım."
"Evet. Mahallenin Efe'si derler bana. Herkese yardıma gönderiyor annem, o yüzden öyle diyorlar."
"Evet görüyorum. Hoşuna gitmiyorsa söylemem zaten. Sinir olursam söylerim tabi."
"Sinir olursan söyle." alt dudağını ısırıp sırıttı.
"Sana içimi açabilmem için senin de içini açman gerekiyor. Dertleşmek karşılıklı olur. Bu sayede karşıdaki bana güvenmeden ben de ona güvenmemiş olurum."
İskender gerildi. Ne söyleyecekti ki? Öyle derin bir derdi yoktu. Asya'ya olan aşkı da henüz söylenebilecek bir şey değildi. "Ya derdim yoksa?"
Güldü "Sanmıyorum. Bana güvenmiyorsundur. Derdi olmayan insan mı olur?"
"Büyük bir derdim yok ama. Çevremdeki insanların dertleriyle dertleniyorum genellikle. Eksiklerim olsa da şükrediyorum. Şimdi benim ufak dertlerimi anlatsam sana dert mi bunlar diyebilirsin."
"O zaman dertleşemeyeceğiz."
"Ama olmaz ki böyle."
"Borçlu olmayı sevmiyorum. Sürekli iyilik görürsem altında ezilirim."
"Asya... Sadece içini dökeceksin. Derdini zaten biliyorum. Faydam olacağı da meçhul. Bu iyilik olmuyor. Bu insanlık."
"Yapamam. Beceremem. Söyleyemem. Belki susar kalırım."
"Tamam. Elimden geleni yapacağım. En derinimde ne varsa çıkarmaya çalışacağım."
"Demek ki gerçekten bana güvenmiyordun."
"Asyaaaa. Sinirleniyorum bak."
"Sinirlen." dedi Asya ve sırıttı.
"Hey Allahım. Başlıyorum. İyi dinle sonra soracağım."
Kahkaha attı, bazen bir gülüş saklardı gamı kederi. "Dinliyorum."
"Ihhım. Ben.. Ben aslında yalnızım. Dostlarım ve sevdiklerim var evet. Dışarıdan bakınca da yalnız gözükmüyorum muhtemelen. Ama hepsinden büyüğüm ve tüm sorumluluklar genellikle bende oluyor. Düşüncelerim kabul görmüyor. Benimle uğraşıp duruyorlar. Onları sarmaya çalışıyorum ama sanki ben açıkta kalıyorum gibi. Zaten sarma yaprağı dışarıda kalır biliyorsun. Bir gün âşık olsam hiçbirine anlatamam. Yıkılsam belli edemem. Yazdıklarımı da o yüzden okutamıyorum. İçimden geçenleri, beni anlarlar diye. Az önce sana kızıyordum ama ben de senin gibiyim galiba. Abi olmak kolay değil anlayacağın. Herkesi çok fazla düşünüp empati yapmak da yorucu. Hani sadece anlamak değil mesele, onlar kadar da üzülebiliyorum. Bundan şikayet etmiyorum yanlış anlama. Bazen ben de düşünülmek istiyorum. Ya da kıymeti bilinmek falan neyse sıra sende. "
Asya elini İskender'in sırtına koyup daireler çizerek sırtını sıvazladı. "Sen olmasan çok şey kaybederler. Bunun farkına vardıklarında bu durum değişecektir. Onlar da seni çok seviyor olmalı. Belki seni çok güçlü görüyorlar birine sığınmaya ihtiyacın olmadığını düşünüyorlardır. Ve bilmiyorum ama kendi dertlerine çok fazla yoğunlaşmış olabilirler."
Hem şaşırmış hem de yüreğindeki alev titremişti. "Sağ ol Asya." ilk defa biri sırtını sıvazlamıyordu ancak onu dinleyip bu kadar sıcak hissettiren olmamıştı.
"Ne demek."
"Sıra sende."
Asya elini çekip bakışlarını önüne eğdi. "İstemediğim şeyler oldu işte."
"Sonra?"
"Hepsi bu."
"Dertleşmenin kurallarına uymuyorsun."
Asya İskender'e yan bir bakış attı. Sonra ona hak verdi. Konuşmayı denedi. "Üzülüyorum çok." sonra oflayıp cebinden zincirini çıkardı ve avucunun içinde, önünde tuttu.
"Babamın künyesi. Hani tanınmayacak hâldeyse kim olduğu... anlaşılsın... diye.." dura dura konuşuyor her durduğunda yutkunuyordu. İskender dudaklarını birbirine bastırdı. Konuşturdukça daha çok üzülecekti belki ısrar etmemeliydi. Ama içine atması da iyi gelmezdi ona.
" Yaşıyorum, yiyorum, içiyorum, gülüyorum keşke bunları yapmasam diyorum. Yapıyorum. Kendimden nefret ediyorum."
"Sadece kendimden değil. Onu hemen unutan herkesten nefret ediyorum. Bir de mutlu oluyorlar." zincirini cebine geri koyup tokasını çıkardı. Saçları yüzüne gelirse göz yaşları görünmezdi. Yine o acı boğazına yerleşti.
İskender'in gemisi derin bir hüzün denizine gömüldü. O hüzün denizinin derinlerinden Asya'yı henüz boğulmadan çıkarmalıydı. Asya'nın yüzünü avuçlarının arasına alıp kendisine çevirdi. Parmaklarıyla göz yaşlarını sildi.
"Yanında olsa senin böyle kendini harap etmene dayanamazdı. Göz yaşların aksın istemezdi. Kollarına çekip saçını okşardı." Asya'yı kendine çekip sımsıkı sarıldı. Dokunmaya korksa da başını okşadı.
"Üzülme derdi. Yavrucuğum üzülme. Kıyamam ki ben sana. Benim de içim parçalanır. Lütfen ağlama. Derdi." gözleri doldu. Onun acısını asla dindiremezdi. Dayanamıyordu acı çekmesine. Küçük, masum ve hüzünlü olmasına dayanamıyordu. Çaresizdi, elinden bir şey gelmiyordu, avuçlarında kanatları kırık bir serçe vardı.
Asya ağlamak istemiyordu, kendini tutmaya çalışıyordu. Yüreği yanarken duyduğu koku sakinleştirici etkisi yaptı. Aklı kokuya kaymıştı. Basbayağı erkek kokusuydu bu. Hemen İskender'in kollarının arasından çıktı.
"Sağ ol. Sağ ol yani teselli ettin..." İskender'in göğsüne sürülmeyen yaşlarını da kendi eliyle sildi. "Teşekkür ederim." cebinden çıkardığı peçeteyle burnunu sildi.
"İyi misin?" bu hızlı toparlanmadan içini tekrar kapatacağını anlamıştı.
"İyiyim sağ ol. Yani iyi değilim ama..." Asya gökyüzüne bakıp nefes verdi. "Normalim. Tekrar öfkem geri geldi. Sinan mezarlıktayken mezarı tekmeliyordu biliyor musun? Hatta üzerine yattı. Öyle hissediyorum şu an. Yani öfkeli... Yanlış anlama. Öfkeyle hüznü atmak daha kolay sanki. Belki de değil bilmiyorum. Saçmalıyorum."
"Haklısın. Öfkelenmekte. Belki bana da öfkelisin. Seni o şekilde götürmemeliydim nikaha."
"Yani ara sıra öfkelendim ama şu an sana kızgın değilim. Hem iyi niyetli birisin sen. Düzgün insansın."
"Sağ ol." belli belirsiz güldü İskender.
"Sen de sağ ol."
"E o zaman şarkımı söylersin artık." dedi eskisine göre neşeli bir sesle.
"Hâlâ bilmiyorum o şarkıyı."
"Başka bir şey söyle."
"Ne söyleyeceğim ki?"
"İçinden ne gelirse."
"Bence telefonundan aç da rezil olmayım gece gece."
"Ohoo yan çiziyorsun. Söz vermiştin."
"Şarkı aç beraber söyleyelim."
"Tamam peki." ceketinin cebinden telefonunu çıkardı. "Ne açayım?"
"Şey.. Gözlerimde yaştan gayrı nem kaldı yaz çıkar."
"Dertleneceğiz yani."
"Yoo komik bence. Komik olmamalı ama komik."
Gülerek başını salladı ve Asya'nın dediğini yazdı. "Nem Kaldı imiş."
"Evet evet."
"Açtım." müzik çalmaya başlayınca ikisinin de dudakları kıvrıldı.
Asya elini açıp sağa sola sallayarak şarkıya eşlik etti. Bir yandan da sırıtıyordu. "Öyle parsel parsel bölünmüş dünyaa, bir dikili daştan gayrı nem kaldııı"
"Vayyy"
"Dost köyünden ayağımı kestiileer, gözlerimde yaştan gayrı nem kaldııı" güldü ve İskender'e döndü.
"Sözleri çok iyiymiş."
"Bak bak şurası daha güzel. Gelsin bekle."
"Tamam" güleç bir ifade hakimdi suretine.
Arada geçen bazı sözlerden sonra Asya yine şarkıya eşlik etti. "Eski dostu bize düşmaaan ettileeer. Birkaç taane itten gayrı nem kaldıı." kahkaha attı. İskender de sessiz gülüşüyle eşlik ediyordu ona. "Arsız diye diye arsız ettiiilerr" tekrar kahkaha attı.
"Acı ve komik gerçekler." kahkahası sonlanmış sadece gülümsüyordu.
"Öyle."
"Nerden nereye geldik."
"En azından gülümsüyorsun. Yani sonuç başarılı. İyiyiz." göz kırptı Asyasına.
"İyiyiz. Evlenmelerine engel olamadım ama belki boşanmalarına sebep olurum."
"Hâlâ mı?"
"Ölünce pes ederim ancak."
"O kadar inatçısın yani."
"Daha da fazlası olabilir belki."
"Sinan'a ne yapacaksın peki? İntikam falan diyordun."
"Bilmiyorum. Bulurum bir şey elbet. Ancak bunu gözüne baka baka yapacağım. Onun gibi arkadan saldırmayacağım. Ve asla ona arkamı dönmeyeceğim. O da şaşıracak, acımasızlığıma. Çünkü ona çok fırsat tanıyacağım beni bir hiç sanacak. Sonra gerçek gücümü göstereceğim. Afallayacak. Tek hamlede yutacağım."
"Bence yapma. Sonra pişman olursun. Kötülüğe kötülük karanlığı arttırmaktan başka bir şey yapmaz. Sen aydınlıkla karanlığın savaşını okumadın mı? Beyaz Zambaklar Ülkesi'nde de geçiyordu öyle bir şey yanlış hatırlamıyorsam."
"Tabi ki okumadım."
"Ey Allahım. Sinan zaten hatasını anlayacak eninde sonunda. İntikam ağır bir yük. Girme o yükün altına."
"Hak edene hak ettiğini vereceğim. Hiç şüphen olmasın." dudakları kıvrıldı.
"Offff. Dostumu üzme. Yoksa ben de seni üzebilirim."
"Vayy. Güvenmemeliymişim sana da. Tühh. Ama unutma beni kimse üzemez."
"Yanlış anladın aslında. Yanlışlıkla, onu korurken kalbini kırma ihtimalim olabilir demek istemiştim."
"Kıramazsın. O kadar hassas değilim. Beni üzen tek bir şey var onu kullanacak kadar da şerefsiz olamazsın."
"Olmam Asya. Yapmam." anlaşılmıyordu yine, bu sefer kendisi kırılmıştı. Sözleri nasıl bu kadar keskin olabiliyordu? İyi yüzü huzur, samimiyet dolu ve sıcakken karşısında olunca nasıl bu kadar acımasızdı? Sinan'a benziyordu ama ayrıldığı noktalardan biri de buydu. Sinan sevdiğine bile sertti. Asya sevdiğine melek, karşısında durana ise katı, kapalı ve duygusuzdu. Yanlışlıkla sevdiği değil de sevmediği olursa ömür boyu ıstırap çekecekti.
Fakat Asya sert konuşur buna rağmen olmadık yerde vicdanı titrer, merhamet dolardı. Bazen nefret etse bile kötülüğe eli varmaz sözleriyle hatta kendi istekleriyle çelişirdi. İskender'in bunları bilmek için zamana, onu biraz daha tanımaya ihtiyacı vardı.
Müzikler sıra sıra çalarken kendi iç âlemleriyle savaşıyordu ikili. Gökyüzünü seyrediyor tek kelime etmiyorlardı. Köz kararmış söz tükenmiş yakınlıkları uçup gitmişti. İskender her seferinde baştan başlamak zorunda kalıyor gibi hissediyordu. Bilmediği bir diğer şey şuydu; bazı anlar kalbe kazınır hiçbir şey o anları sıfırlayamazdı. Belki bir koku, belki bir sıcak sohbet, belki de bir dokunuş.
🐞
Asya'nın yanından ayrıldıktan sonra derbeder derbeder sokaklarda gezinip, kimsesiz parkta derdine yandı. Telefonunda tonla cevapsız çağrı biriktirdi. Yapacak bir şey bulamayınca evin yolunu tuttu.
Eve geldiğinde Zümrüt kaşısına dikildi. "Nerdesin sen kaç saattir? Düğünden beri ortalıkta yoksun. Herkes burdaydı bi sen yoktun. Nereye kayboldun? Ne iş çeviriyorsun sen bakim?"
"Bir iş çevirmiyorum anne. Dolaştım biraz." halsiz ve neşesiz bir açıklayamayıştı.
"Saatlerdir ne dolaşması oğlum?"
"Saatin nasıl geçtiğini anlamamışım."
Şüpheyle süzdü oğlunu Zümrüt. "Sevgilin falan vardı da terk mi edildin?"
"Valla yok anne. Yalnızım ben. Hem bilmiyor musun ben şey yapamam yani becerip konuşamam kızlarla."
"Çı çı çı. Derdin ne o zaman? Geç geliyorsun ağzın yüzün kaymış."
"Kaymış mı?"
"Geçen de baban görmüş seni sabahın kör vaktinde perişan perişan oturuyormuşsun koltukta. Ne oldu söyle oğlum."
"Yok yok perişan perişan oturmuyorumdur. Uykulu uykulu oturuyorumdur. Ne olacak bana anne sen de yani. Kalabalıktan usandım kafa dinledim."
İnanmadı ama başka bir açık yakalayana kadar oğluna ilişmeyecekti. "Sinan odanda, bu akşam burada kalacak. Onun bile senden haberi yoktu. Artık neden bilemiyorum."
"Hafif tartışmıştık o yüzden anne. Konuşur anlaşırız."
"İyi hadi git yat. Sonra yine konuşacağız benim de kafam kazan gibi."
"İyi geceler anne."
"İyi geceler yavrum."
İskender annesine gülümseyip odasının yolunu tuttu.
"Acaba geçen sezdiğim şeyle ilgili mi? Dur bakalım ne çıkacak." dedi ve koridorun ışığını söndürüp yatak odasına gitti Zümrüt Hanım.
Sinan İskender'in yatağını ele geçirmiş onun kıyafetlerinden giymiş hesap sormak için gelmesini bekliyordu. İskender odaya girdiği gibi yastığı ona fırlattı. "Nerdesin lan sen?"
Kendisine çarpan ardından yere düşen yastığı eğilip aldı İskender. Yastığı yatağa koydu. Ceketini çıkarıp sandalyenin üstüne attı. "Geldim işte."
"Ne oldu lan? Hayırdır?"
"Beni boşver de... Sen iyi misin? Düğün oldu falan."
"Umrumda değil. Kafam rahat ne halleri varsa görsünler. Ulan zaten bu adam evlense de evlenmese de değişmeyecek. Beni terk edip giden kadın için de ağıt yakacak hâlim yok."
"Neden gelinliği kestin lan o zaman?"
"Kötülük de mi yapmayalım umrumda değiller diye. Eğlendim fena mı?" Sinan sırıtınca İskender göz devirdi.
"Yat lan yat zıbar. Zaten yatağımı da ele geçirmişsin."
"Yer yatağı seversin sen puahhahah."
"Sen de dayak seversin ama çok yorgunum."
"Hadi bir randevu vereyim sana da beni dövmeye çalışırken dayak ye. Yarın sabah olabilir bak."
İskender oflayarak ışığı kapattı ve gömleğinin düğmelerini tek tek açarak üzerinden çıkardı.
"O salak kızın peşinden gittiğini gördüm. Seni zehirlemedi umarım. Gerçi sen zehirlenmeye çok meraklısın ama neyyse."
"Zehirlese burada ne işim var?"
"Mecazen. Sen düz modunu açmışsın. Bir şey olmuş belli."
"Olmadı bir şey. Ne olabilir?"
"Herkes burdaydı sadece iki kişi eksikti. Tahmin et o iki kişi kim. Hah evet biri sen biri o salak."
"Salak diyip durma. Onu evine bıraktım sonra herkes kendi yoluna gitti."
"Yolunun üstünde ne vardı da bu saatte geliyorsun?"
"Annem gibi konuştuğunun farkında mısın?" Üzerini giyinmişti, yer yatağına yaklaşıp içine girdi.
"Cici kardeşimle çok ilgileniyorsun. Âşık falan olmadın dimi."
"Saçmalama. Yat zıbar."
"Zaten olamazsın. Çünkü biz senle kardeşsek o da benimle kardeşse siz de kardeş olmuş oluyorsunuz. Hepimiz kardeşiz puhahahah."
"Saçmalama. Öyle bir şey yok. Siz üvey kardeşsiniz. Senle biz de süt kardeşiz. Yani onunla benim bir alakam yok."
"Ulan kardeşime âşık olayım deme parçalarım seni."
"Lan manyak mısın sen! Ne ara kardeşin olduğunu kabullendin de beni tehdit ediyorsun?"
"Yanlış anlama onu zerre sevmiyorum. Seni düşünüyorum sadece. Sakın âşık falan olayım deme."
"Neden?"
"Sana kız mı yok olum? Hayatımızı karartma lütfen."
"Hayatımız mı?"
"Evet. Sen şimdi o salağı sever acı falan çekersin. Ben de buna anlam veremem. Kız normal değill. Uzak dur ondan. Hem ben onun hayatını karartacağım senle de uğraşamam. Aradan çık o yüzden."
"Ya sabırrr."
"Sevda bile aranızda bir şey olup olmadığını sordu. Talibini kaçırıyorsun bak."
"Sevda deme bana. Çıldırdım zaten bugün."
"Niye lan? Bir şey yapmadı kız. Sadece bana güldü diye suçlu mu oldu? Yazık sana."
"Görmüyorsun herhalde dokunup duruyor bana."
Sinan'ın kahkasıyla yan odadan biri duvarı yumrukladı.
"Sessiz gül lan uyuyor millet." dedi İskender.
"Olumm. Puhahah."
"Hoşlanmıyorum."
"Kız gibisin lan. Puahah."
"Lan gece gece sabır sınavı mısın?"
"Puahahhahahaha."
"Keşke sana dokunsa."
"Yok yok kalsın."
"Tamam sus artık. Uykum var."
"Bana ne. Beni saf mı sanıyorsun? İlk defa bir kızın peşinde dolanıyorsun. Kör müyüm ben? Kolundan tutup götürdüğünü de görmedim zaten. "
"Ahh yeter ama. Siz onu dışlayıp sürekli kırdığınız için ilgileniyorum. O kızın ne suçu var da sürekli kalbi kırılsın? Biraz empati yapın lan. Onun da acı bir kaybı var, o da burda olmak istemiyor. Ama zorunda anladın mı? Ben sadece sizin hatanızı düzeltmeye çalışıyorum."
" Umarım öyledir. "
" Hööle."
Sinan tatmin olmamıştı fakat bu mevzudan bahsetmeyecekti artık. Öyle bir şey olmasa da, diye diye aklına sokabilirdi yanlışlıkla. Yastığı alıp kabarttı ve başının altına koydu.
İskender kollarını başının altında birleştirip tavanı seyre koyuldu. 'Niye bu kadar dertleniyorsun olum? Belki sevecek. Kıyamam ona da nasıl da içlenmişti öyle. Aahh yârim ahh.' zihninde onun gülümsemesini canlandırıp gülümsedi.
🐞🐞
Düğün de oldu.
İlk dertleşme...
Ne düşünüyorsunuz bölüm hakkında?
Sevgiler efenim 💐
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 761 Okunma |
112 Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |