
⭐
Artık daha güçlüyüm. Onları hayatımda tutmamak için çokça sebebim var. Acıma, vicdan gibi şeylerin karşımda duracak yüzleri yok. O yüzden daha güçlüyüm. Hassas noktalarımla o kadar çok oynadılar ki artık canım yanmaz. Kaybedecek hiçbir şeyim yok. Aslında onların zayıf noktaları elimin içinde. Üflesem avucuma, fırtına kopar. Uğraşmıyorum bakma. Bir şey yapmadan da intikam alabilecekken neden uğraşayım? Onlara vakit ayırmaya değer mi?
Değmez. Bende olan %20 payları da buhar oldu. Güle güle şekerim.
Güçlüyüm diyorum ama sabah ananemin verdiği harçlık bile içime dokundu. Yemek hazırlamasına izin vermedim diye para sıkıştırdı cebime. Dokundu işte...
Ama bunu kimse bilmiyor. Kimse bana dokunan bu şeye dokunamaz. Dokunan da belasını bulur. Çok ciddiyim. Ahahahah.
Dostum değildi fakat hançer beklemediğim yerden sırtıma indi. Neyyyse.
Bugün yürümeyi tercih ettim. Canım öyle istedi. Özel bir sebebi yok.
Boynumda yine babamın zinciri... Sıfırladım demiştim ya. Farz et ki buraya yeni geldik ve kimseyi tanımıyoruz. Anamız da hiç yoktu. Tabii bu yaşananları unutmak değil. Öldüğün hayata yeniden doğmak gibi. Geçmişin öfkesi bilinçaltımızda gizli.
Sınıfın önüne geldim. "Geçebilir miyim?" dedim kapının önünde sohbete dalmış iki kişiye.
"Tabii"
"Tabii ki." diyerek kenara çekildiler centilmence. Doğru yerdeyim arkadaşlar. Yeni sınıfıma girdim. Beni görenler şaşırmadı değil. B sınıfına geçtim, Güven Bey'den tek ricam bu oldu. Sağ olsun geri çevirmedi, benim için müdürle konuştu.
Kendime oturacak boş bir sıra bakınırken Yavuz yanıma yaklaştı. "Asya, merhaba"
"Merhaba."
"Sen burada ne arıyorsun? Yani..."
"Sınıf değiştirdim. Artık buradayım."
"Ciddi misin? Olaylar yüzünden mi?" e yuh sen de mi biliyorsun?
"Olayları sen de mi biliyorsun?"
"Bilmeyen yok ki. Herkes iki gün kantindeki kavgayı ve mektubu konuştu." bunlar da maşallah konuşmaya ne meraklıymışlar. Bir şey demediğimde devam etti. "Ama sen yazmamışsın. Badem itiraf etmiş."
"Biliyorum." ben bilmeyim de kim bilsin.
"Ben anlamıştım senin yazmadığını."
"Allah Allah nerden anlamıştın?"
"Sen biraz sert birisin." öyle miymişim? Öyleyim galiba. Başımı salladım. Arka sıralardan biri boş gözüküyordu.
"Şu arka sıra boş herhalde. Oraya geçeyim."
"Evet orası boş. Önler boşken hocalar oraya oturmamıza izin vermiyor. Ama başka boş yer olmadığı için sana bir şey demez." gereğinden fazla açıklama yapıyor sanki. Neyse en azından dostça davranıyor. Hafiften bir gülümsedim varla yok arası. İnsanlara yüz vermeye gelmiyor o yüzden iletişimim de varla yok arası. O da gülümseyince arkadaki boş sıraya geçtim. Oh oh yatarım, kalkarım burda. Yaslanırım duvara. Çiçek gibi yer. Umarım hoca beni de buradan kaldırmaz. Benden uzunu buraya koyup beni öne almaz.
Baştan beri her şey böyle olmalıydı. Demek herkes işi gücü yokmuş gibi beni konuşmuş. Gerçi herkesin ortasında rezalet çıkardık. Ben de olsam bir erkeği çarpan kızı konuşurdum. Vayy derdim. Aferin kız. O sana hakaret edecek sen de izleyecek misin? Bundan sonra böyle. Kendimi tutmayacağım. Sonucu yatılı okula gitmek olsa bile... Buradan tamamen kurtulurum işte. Batsın bu dünya ahahaha.
Umduğum gibi de oldu. Ne hoca beni kaldırdı ne de biri gelip bana bulaştı. Acaba ben yanlışlıkla arızalı bir tip olarak mı algılandım? Çünkü kimse laf atmıyor, kazara göz göze geldiklerim sadece gülümsüyor. Bu da biraz fazla iyi değil mi? Umrumda değil. En arkada kral gibi hissediyorum. Belki de gerçekten doğru yerdeyim. İyiye alışkın olmadığım için yadırgadım. Kimsenin kimseyle bir problemi yok işte.
Üçüncü teneffüste yanıma bir kız geldi. Çok güzel bir kız olduğunu söylemeliyim. Benim boylarımda, gözleri mavi... Katy Perry'e benziyor. Ten rengi ve dokusuyla... Ahahahah bu nasıl tarif? Güzel gacı işte. Ortalamanın üstünde bir güzelliği var.
Önümdeki sıra şu anlık boş olduğu için oraya oturdu. "Merhaba, ben Gökçe." dedi elini uzatıp. Gökçe..? İsmi çok tanıdık.
İnsana insanca muamele olsun diye elini sıktım. "Ben de Asya."
"Biliyorum. Kantinde sizi gördüm. Hatta abimin bahsettiği o kız da sensin."
"Abin?" o kim lan benden bahsediyor!
"Sinan'ın kardeşi değil misin? Abimler Sinan'ı döverken engel olmaya çalışmışsın." hay bin lahmacun...
"O bir hataydı."
Güldü. "Abimin sırtını çökertmişsin. Özgür'e yaptığını da görünce... Tehlikeli görünüyorsun."
"Sen daha tehlikelisin bence. Benim niyetim belli, sen ise dolap çevirenlerdensin. Sinan'ı savunmuyorum yanlış anlama ölsem yapmam artık öyle bir şeyi." yanlış anlarsa anlasın bana ne...
Sırıttı, tam Sinan'a göre galiba. Güzel de kız niye hoşlandığı belli oldu. Aman bana ne be. "Sinan hak ediyor. Ben bütün kızların intikamını aldım ondan." bana doğru eğilip fısıldadı "Okulun yarısı ona âşık, o da bunu biliyor ve işine geldiği gibi davranıyor." yüzümü buruşturdum.
"Nesine âşıklar be onun. Baş belası."
Yine güldü. "Herkes belasını arıyor. Aşk biraz da öyle bir şey değil mi?"
"Aşk diye bir şey mi var lan? Herkes mal. Ergen salaklar. Sinan'ı tanıyorlar mı sanki?"
"Karizmatik buluyorlardır. Kabul et, öyle zaten."
"Başlarım onun karizmasına. Bana ne be. Tanımam etmem."
"Nasıl tanımıyorsun? Üvey de olsa kardeşin."
"Kardeşim falan değil o benim. Şeytan görsün yüzünü." aynaya bakması yeterli. Ya da ara sıra Badem'le bakışsınlar.
"Sana ne yaptı? Mektubu onun yazmadığını biliyoruz."
"Mübarek her şeyi biliyorsunuz siz de."
"İki gündür gündemden düşmüyorsun. Müdür bile ismini anons etmişti." konuşma onu çok eğlendiriyormuş gibiydi. "Hayranların bile var."
"Yok artık. Saçmalık. Kimseyle uğraşamam sevmeyin lan beni."
"Ahahah bunu duyarsalar daha ilgi çekici gelebilirsin onlara."
Nefes verdim. "Uyduruyorsun. Boş şeyler bunlar." saçmalık lan. Rezil oldum ben. Ne hayranlığı!
"Hayır, uydurmuyorum." niye inanayım ki? Durduk yere yine sinirlendim zaten. Tansiyonum çıktı yemin ederim. Arkama yaslanıp iletişimi kestim. O da konuşacağımıza olan ümidi... Kendi yerine gitti. Dalga geçiyordur belki de. Millet dalga geçmeye bahane arıyor zaten. Bir şey olsa da dalga geçsek diye bekliyorlar. Hatta bir şey olmasına bile gerek yok dış görünüş, konuşma tarzı, ne yediğin, ne içtiğin, ne giydiğin, dalgınlığın, mutsuzluğun, varlığın, her şeyinle dalga geçiyorlar. O yüzden kimseye aldırış etmemek gerek. Mesela param olmadığını, bu nedenle sürekli evden yemek getirdiğimi bilseydiler onunla da dalga geçerdiler. Yani evet ananem koyuyordu yemek ama ben başlattım o işi. O zamanlar biraz param vardı, biteceğini biliyordum. Önemi yok. Arkadaşım yoksa aç bile yaşayabilirim. Sorgulayan kimse yok. Kafam rahat. Özgürüm.
Bunların hepsi birgün bitecek. Yeterince büyüdüğümde maddi açıdan da özgür olacağım. Ve yaşamaktan da öyle...
Öğle arası da yerimden kımıldamadım. Çok sebebi var tabii. Onları da sıralayasım yok. Hepsinin canı cehenneme. Herkes gitti zaten benim de ortamı terk etmeme gerek yok. Güneşli güne bile sevgim azaldı. Nefes al yeter modu açık. Yalnız benim bu arkadaki rahatlık kimsede yok. Dudaklarım kıvrıldı. Keyiflendim durduk yere.
Keyiflendim ya, o çıktı geldi. Yüz ifademi bile değiştirmedim. Görmüyorum ne de olsa. Başımda dikildi, tepkisizliğime kudururcasına.
"Kızım sen de ne inatçı çıktın! Barış lan benimle!" tepki vermedim.
"Konuşsana lan! Köpek mi havlıyor burada!" manalı bakışımla göz devirdi.
"Benimle barışmak zorundasın." Allah Allah.
"Kızım bir şey desene!" Aynı şeyleri bin kere mi diyim?
"Asyaaaa! Gitmiş sınıf değiştirmiş bir de. Hey Allahım." kesinlikle doğru yerdeyim.
Önümdeki sıraya oturup bileğimi kavradı. "Asya ben.." kolumu çektim. Ne diyecekse ağzına tıktım.
"Sana yaklaşmamanı söylemiştim. Yanıma gelme, benimle konuşma, dokunma. Sana söyleyecek başka sözüm yok." kapıyı işaret ettim. Yüzümü çevirdim ondan öteye, sinsiliğini görecek gözüm yok. Gurur yapın ve gelmeyin. Benim için yoksunuz dememiş miydim? Biraz daha oturdu, bir şey demeden. Sinan ve sessiz kalmak? Hakaret edip def olmalıydı.
Nihayet kalktı. "Madem öyle... Kolyeni al." masaya koydu kolyeyi. Sonra çekip gitti. Arkasında rüzgarı kaldı.
Kolyeyi alıp içini açtım. Babamın fotoğrafı içimi ısıttı. Ne kadar baktım bilmiyorum. Onu benden alanlar nefes de alıyor ya... Ne diyeyim? Onların nefes almaması için dünyanın yanmasına razıyım. Ama yanmıyor. Yanmıyor işte! Tek yanan benim! Benim içim!
Gözlerim dolduğunda ağlamamak için fotoğrafı alıp cüzdanıma koydum. Kolyeye veda etme vakti. Ne çok veda var hayatımda. Herkesin hayatında...
Kolyeyi kapattım. Kalbim gibi. Onu alıp sınıftan çıktım. İskender kim bilir nerede. Üzgün olunca da kafam çalışmıyor. Kafam genel olarak hiç çalışmıyor galiba. Üzgün olunca başka bir boyutta hissediyor ya insan. Ben de öyle gibiyim.
Merdivenler, insanlar, gürültü her şey silik bir arka plan gibi. Benim acım da herkes için öyle değil mi? Benim acı çığlıklarım, annemin mutlu düğün karesinin arkasında. Kimseden bir şey beklemiyorum, sen annesin ya. Annesin! Kes artık şunu Asya. Kes şunu!
Başlicam senin gururuna da. Bir sal beni. Hâlâ zayıfım işte.
Merdivenin dibine indiğimde omzumu duvara yasladım. Gerçekten güçlü olsaydım böyle olur muydu? Gözlerim yanmaya başladı hiçten. Ağlayamayınca böyle oluyor. Boğazım acıyor, gözlerim yanıyor.
Güçlü olmak zorunda mıyım lan! Yetmez mi! Yetmedi mi!
Zorunda olduğunu biliyorsun. Oturup yere ağlasam her şey bitecek mi sanki? Bitmeyecek! Birkaç gün sonra yine aynı şey. Anlamı var mı? Neyin anlamı var ki! Bu hayatta...
Sadece ıstırap...
Omzumda bir el hissedince kendime geldim. O eli, bileğine vurarak omzumdan ittim. Bakışlarım elin sahibiyle birleştiğinde sert vurduğum için pişman oldum.
"İyi misin Asya?"
"Ben de seni arıyordum. Sen beni buldun. Gel konuşalım." cevabını beklemeden ilerledim. Umarım gelir. Arkama bakmadan arka bahçeye kadar yürüdüm. Bu zaman zarfında kendimi de topladım. Birden durup arkama döndüğümde göz göze geldik.
"İyi misin Asya? Mesajıma cevap yazmadın ben de zamana ihtiyacın olduğunu düşündüm."
"Üzgünüm. Cevap veresim gelmedi." Sıfır noktasındayken ne diyeceğini bilmiyor insan.
"Önemli değil. Sen iyi misin?"
"Buna da pek cevap veresim yok gibi." e niye buraya getirdin beni derdim ben olsam. O demedi.
"Pekâla, iyi olmadığını biliyorum zaten. Sadece kandırıyorum işte kendimi."
Kolyeyi ona uzattım. Bunu beklemiyordu. Ben de bu kadar üzgün bakacağını beklemiyordum.
"Asya... Neden?"
"Böylesi daha iyi. Evrensel barış için." aslında evrenin ne hali varsa görsündü.
"Hayır. Asya ben onu senin için almıştım. Neden yani? Neden geri veriyorsun? Ben ne yaptım?"
"Bir şey yapmadın. Sen iyi birisin. Ama bunu alman gerek. Görüşmesek iyi olur. Eski mutlu hayatına geri dön. Hiç olmamışım gibi varsayabilirsin."
"Asya...Benim ne suçum var? Bu kadar kolay mı her şeyi bitirmek? Nasıl hiç olmamışsın gibi varsayabilirim? Bu mümkün mü sence?"
"Suçun yok. Sen iyi birisin. Hep öyleydin. Benim yüzümden bir seçim yapma. Onlar benim için bitti ama senin ailen. Kardeşlerinle er ya da geç barışacaksın. Yine her şey başa sarsın istemiyorum."
"Hiçbir şey başa saramaz Asya. Onları bitirdin diye ben de mi biteceğim? Yazık değil mi benim... Biz seninle dost olmadık mı? Birlikte ağlamadık mı? Kimseye anlatamadıklarımızı birbirimizle paylaşmadık mı? Bu kadar kolay mı? Onların hatası yüzünden beni de mi yakacaksın? Senin adaletin bu mu? Kurunun yanında yaşı da yakanlardan mısın? Bu mu adalet?"
" Anlamıyorsun. Sana huzur veriyorum. Kurtuluş, rahatlık, huzur işte. Kendimi de açıklayamıyorum." cidden
"Huzur falan isteyen yok! Haksızlık yapıyorsun. O kolyeyi de almıyorum. Beğenmediysen at. Kabul etmiyorum dediklerini. Kalbimizi birbirimize açtık bu kadar kolay kapatamazsın."
"Kalbim yok benim. Açtığım tek şey dertlerimdi. Dostluk, arkadaşlık... Bunların hepsi geçici."
"Bitirmek bu kadar kolay yani! Umrunda değilim."
"Öyle değil. Değil ama... Al lütfen."
"Ne değil Asya? Nasıl değil? Baksana. Bana bunu neden yapıyorsun?"
"Açıklayamıyorum ki. Haklısın. Sen iyi birisin, çok iyi bir dostsun. Ama bana geliyor ki böylesi daha iyi." Napıyorum ben? Hiç bir suçu olmayan birini incitiyorum. Belki de bu hayatımın hatası. Seni her zaman destekleyen birini nasıl böyle kırabilirsin? Çoktan yaptım her şeyi. Kırdım. Kötü biri olma yolunda iyi ilerliyorum. Azap çekiyorum. Ağlamak veya daha kötü biri olmak arasında seçim yapamayınca ağaçlığa doğru yürüdüm. Birinin altına çöküp başımı eğdim. Acı çekiyorum, nefes alırken bile. Özür dilesem de nafile. İyi olma üzülürsün demiştim. Kötü olunca da üzülüyor insan.
Önüme çöküp ne zaman ıslandığını bilmediğim yanaklarımdaki yaşları sildi. Öyle iyi biri işte. Bu sefer durmuyor galiba gözyaşlarım. Çünkü yeniden ıslandı. Aktıkça siliyor, sildikçe akıyor. İçimden güçlü olmak bile gelmiyor. Yapamıyorum. Hiçbir şeyi. Büyümedim ben.
Uzun sürdü sessizliğimiz. Kolyeyi tekrar uzattım. "Sen yine de al. Yanlış anlaşılıyor."
"Asya lütfen. Takma ama geri verme. Ağlama da."
Başımı salladım bu defa. Gülümsedi üzgün üzgün. Benim olduğum yerde kimin yüzü gülebilir?! Kimsenin.
Yanağımı okşayıp çenemi kavradı "Hadi gül biraz."
"En olmayacak şeyi istiyorsun sen de."
"Olması gereken tek şey."
"Olması imkansız."
"Olmaması hata."
"Diyecek bir şey bulamadım." dedim sızlanarak.
"İlk defa ben kazandım."
"Alışma öyle hemen. Kafam dağınık olduğu için laf bulamadım."
Güldü. "Önemli değil. Üzülme sen."
"Özür dilerim."
"Sorun değil. Üzülme sadece."
"Sen de."
Gülümsedi, beni göğsüne çekip kollarıyla sardı. Sanırım Arda haklıydı. Buradan giderken üzüleceğim. Alıştım, bırakamıyorum. İçim acı acı yanarken tek su döken o oldu. Sönmedi belki ama ölürken gülümsetti.
⭐
Bugün az daha sevdiği kız onu hayatından çıkaracaktı. Korktuğu o şey, kendisi bir hata yapmadan başına gelecekti. Duyguları bile ortaya dökülecekti engel olmaya çalışırken. Belki karşısında başkası olsa çoktan duygularını anlamıştı. Fakat Asya her şeyi dostluklarına yoruyordu. Böylesi daha iyiydi muhtemelen. Öğrendiğinde İskender'i hayatından çıkarmak için elle tutulur bir sebebi olacaktı.
İçi acıyordu; Asya'nın gözyaşlarına, acılı bakışlarına, ona olan karşılıksız aşkına, çaresizliğine, daralıp yanan kalbine bastıracak bir şey bulamamasına. Yazmak da fayda vermiyordu artık. Asya'dan başka hiçbir şey, hiç kimse bu acıyı mutlulukla değiş tokuş edemezdi. Bu ise imkansıza yakındı. Ne dertti bu böyle, dermanı; tarifi unutulmuş ölümsüzlük iksiri gibiydi. Dermanın suçu yoktu, yaralının da öyle. Bu daha da çaresiz kılıyordu insanı. Hani bazen rahatlamak için nefes verir ya insan, hiçbir etkisi yoktu onun. Bütün nefesi çekip gitse kalbi yanmaya devam ederdi. Gönlünün yakası dört bir yandan kavranmış darlanıyordu.
Fayda etmeyen nefeslerden birini daha verdi. Şu anda gitmekte olduğu yere hiç gidesi yoktu ama annesi çok ısrar etmişti. Sevda'lara üzüm götürüp birkaç dakika oturması gerekiyordu. Mantıksız bulsa da annesini kıracak enerjisi yoktu.
Evin önüne vardı. Karşıdan gelen Arda'yı görünce tamamen ona döndü. Arda elindeki poşetle İskender'e yaklaştı.
"Annem kıyafet mi ne dikmiş onu getirdim." dedi elindeki poşeti hafiften kaldırarak.
"Ben de üzüm getirdim. Tuhaf."
"Boşver beraber girersek daha hızlı kalkarız. Yoksa seni bırakmazlar." Arda'nın sırıtışıyla İskender de gülümsedi. Kolunu Arda'nın omzuna atıp zile bastı.
Kapı açıldığında sırayla içeriye girdiler. Sevda İskender'in elindeki kabı alıp onun beklemediği bir şekilde İskender'e sarıldı. Ayrılırken yanağına minik bir öpücük kondurdu. "Hoş geldin."
Gözleri büyüyen Arda alt dudağını ısırdı. İskender hoşlanmayan bakışlarla ne yaşadığını algılamaya çalışıyordu.
"Sen de hoş geldin Arda. Ver onu bana. Geçin içeriye." Arda'nın elinden poşeti aldı.
"Eh iyi madem. Geçelim." İskender'in kolunu tutup kurtarmak ister gibi çekti. Oturma salonuna girdiklerinde ikisi de kaşlarını çattı.
"Sürpriizzzz." Sevda'nın saçma bir şekilde neşeli çıkan sesi İskender'i daha çok sinirlendirdi.
Badem ve Sinan kendilerini affettirmek için oradaydı. Kendilerini hazır hissetmek için ayağa kalktılar.
"Siz kaç yıllık arkadaşsınız, kardeşsiniz. Saçma bir olay için aranızın bozuk olması içime sinmiyor. Barışın hadi." elindekileri masaya koyup gülümsedi.
İskender yumruklarını sıktı. O bir şey söylemeye kalmadan Arda lafa girdi "Basit bir olay mı? Siz şaka mısınız? Yalan dolan, sırtından bıçaklama, iki yüzlülük, şiddet, hakaret, küfür... Ne ararsan var. Bu basit mi sence?"
"Arda.. Lütfen.. Çok pişmanım görmüyor musun? Ölüyorum pişmanlıktan. Nolur anla beni." sesi titremeye başlamıştı bile Badem'in.
"Ne anlayacağım seni. Pişmansın diye geçti mi her şey? Bir kere olur, iki kere olur tamam hadi üç kere olsun.. Bu kadarı fazla. Kız sizden kurtulmak için sınıfını bile değiştirdi."
"Sana noluyor? Asya zaten affetmiyor kızı. Siz niye böylesiniz? En azından siz affedin lan. Pişman işte. Pişman. Naapsın ölsün mü lan. Bu yaptığınız kraldan çok kralcılık." artık eskisi gibi değildi. Gerçekten samimi ve ciddi bir şekilde savunma yapıyor, bağırmıyordu Sinan. Destek olmak için Badem'in omzunu kavradı.
" Sen hiç konuşma. Yapmadığın kalmadı. Şimdi karşımıza gelmiş boş boş konuşuyorsun. Seni niye dikkate alalım olum? Şimdiye kadar bizi insan yerine bile koymadın. Hep tek acı senindi. Tamam en çok sen acıyordun tamam. Eğer gerçekten acıyorduysan o kızın acısını nasıl görmeden saldırdın sürekli. Kaç kere kırmayın dedik. Kaç kere olum. Sen kırmakla da yetinmedin. Boğuyordun lan kızı! Boğuyordun! Ne biçim insansınız siz! Biz sizi affetsek nolur! İnsan olacak mısınız! "
" Kes sesini gerizekalı! Kes Arda kes! Siz de bana güvenmediniz lan! Yanınızda sinir krizi geçirmedim mi ben! Siz beni savunmadınız! O beni suçlarken tek kelime etmediniz! Tamam lan en kötü en şerefsiz en bok herif benim! Size acınız yok mu dedim!" boğazı düğümlenince kendine şaşırdı.
" Sana çok defa şans verdik. Her seferinde o şansı boşa harcadın. Sana nasıl inanalım? Çok isterdim ama olmadı. Güvenimizi kıran sensin."
" Tamam lan benden nefret edin! Ama Badem'i affedin. Onun tek hatası. Pişmanlığında da samimi. Kız perişan görün lan artık!"
" Sinan haklı. Badem'i ilk defa bu kadar üzgün görüyorum. Bir kız için bu hale gelmeniz hiç doğru değil. Baştan beri zaten sizi istemiyor o." Sevda'nın sözlerine göz devirdi İskender. Gözlerini kararttı açtı ağzını
" O öylesine bir kız değil! O benim sevdiğim kız! Siz! Sadece ona değil benim duygularıma da düşmansınız! Yaptıklarınız sadece ona değil benim kalbime de bir darbe! Siz eğer gerçekten dostum veya kardeşim olsaydınız en azından biraz düşünerek hareket ederdiniz! Bugün az daha beni de hayatından çıkarıyordu! Sırf siz benim hayatımdasınız diye! Ben her şeyde sizi destekledim, sizi kimsenin incitmesine izin vermedim! Ama siz! Siz beni incittiniz! Eğer o kız öylesine bir kız olsaydı o zaman pişmanlığınızı kabul eder sizi anlamaya çalışırdım! Fakat bu mümkün değil artık! " keskin bakışlarını Sevda'ya kaydırdı "Sen de üstüne vazife olmayan işlere karışma!" bir hışımla evi terk etti. Ardında pişman ve şaşkın bakışlar kaldı.
Sevda hayal kırıklığı ile sendeledi. Sandalyenin başından destek aldı. Gözleri dolunca odasına koştu.
Badem daha bir pişman hissediyordu fazlasının mümkün olmadığını sanarken. Başını önüne eğdi. Abisinin duygularının farkındaydı ancak bu kadar derin olduğunu düşünmemişti. Ayaklarının onu taşımayacağını hissederek koltuğa oturdu.
Uzun zamandır bunları duymak için dostunu rahatsız eden Sinan duyduklarına pek sevinemedi. Biliyordu zaten, istemiyordu, itiraf ettirmek için uğraşmamalıydı da zamanında. Gözlerini yumup dudaklarını birbirine bastırdı.
"Aldınız mı cevabınızı?"
"Bir sus sen de. Gereğinden fazla cevap aldık." dedi Sinan ters ters.
"Üzerinde düşünüp tartışın o vakit. Kolay gelsin." Badem'e kınayıcı bir bakış atıp o da evden çıktı. Badem elini kalbinin üzerine koydu sanki acısının dinmesine bir faydası olacakmış gibi. O âşık değil miydi sanki, her şeyi âşkı yüzünden yapmamış mıydı, canı yanmıyor muydu? Sevdiğinin gözünde bir değeri kalmamıştı. Kimseye söyleyemediği duyguları onu yakmıyor muydu? Şimdi tüm bu duygular, yaptıkları onu boğuyordu. Gözyaşlarını serbest bıraktı.
Onun bu halini fark eden Sinan, yanına oturup Badem'i kendine çekti. Kollarını ona sarıp saçlarını sevdi. "Ben varım kardeşim. Halledeceğiz üzülme."
"Affetmeyecekler. Affetmiyorlar. Keşke zamanı geri alabilsek. Asla böyle bir şey yapmazdım asla." ağlaması şiddetlendi.
"Şişşhh. Ağlama. Zamanı geri alamayız ama geleceği onarabiliriz."
"Sen iyi misin? Sesin hiç iyi gelmiyor. Kırıldın değil mi?"
"Haksızım kırılmaya hakkım mı var?"
"Mahvettik her şeyi."
"Her şey benim gibi oldu." kahkahası odada yankılandı. Sonra yutkundu.
"Sen de üzülme."
Başını salladı Sinan yavaş yavaş. Öyle deyince öyle olmuyordu ancak öyle demek gerekiyordu. Kördüğümün ucu Asya'ydı. O çözülürse diğerleri de çözülmek zorunda kalacaktı. İlk hedef oydu, zaten baştan beri öyle düşünüyordu fakat Sevda'nın planını da gözden geçirmeden edememişti. Bir şeye yaradığı yok da diyemezdi. Herkes eteğindeki taşları dökmüştü. Ona göre davranmak gerekecekti.
⭐
Kolyeyi çekmeceme koydum. Takmasam da saklayacağım. Fotoğrafı cüzdanımda da durur.
Bu akşam ders çalışsam iyi olur dedim. Açtım kitabı duvara bakıyorum. Kitabı da alıp çatıya mı çıksam? Orada da anlamazsam kendimi aşağı atarım. Dalgınlıktan en kolay işlemleri yanlış yapıyorum zaten. Bu yüzden çatıda uzun süre kalamayacağım.
Kitabımı ve kalemimi alıp ayağa kalktım. Sandalyeyi pencerenin altına götürüp üstüne çıktım. Elimde kitapla kendimi yukarı çekmem zor oldu ama yaptım sonunda. Hava gerçekten serinmiş. Geldiğimden beri yanıyordum oysa. Üşenmesem inip battaniyemi alırdım. O kadar da serin değil ama anneannemin şefkati o battaniyeye sinmiş. İçimi ısıtıyor. Yıldızlar aynı, ben onları görüyorum onlar bana bakmıyor. Konuşmasını istediklerim dile gelmiyor. Onların benden daha çok şey bildiğinden eminim. Çizgi filmlerdeki gibi neden dile gelip saçımı okşamıyorlar?
Saçmayım. Ben niye büyük insan olamıyorum? Dersini çalış kızım. Böyle boş boş düşünmekten hiçbir şey yapmıyorsun.
Kitabımı açtım. İstekli değilim belli ama yapmak zorundayım. İsteğimin gelmesini beklersek... Gelmez. Beklenen gelmez.
Soruyu okudum birkaç kere. Tam anladım diyebilecektim ki yanıma gelen bir cisim ile irkildim. Aşağı düşmekten son anda onun beni kavramasıyla kurtuldum. Gözlerim yüzüne değdiğinde kaşlarımı çattım. "Ölsem daha iyiydi. Bırak lan."
"Benim yüzümden ölme bari." düşmeyeceğim bir hale kavuştuğumda kolunu çekti.
"Senin burada ne işin var? Odama girdiğin yetmiyor bir de buraya çıktın."
"Burası baya güzelmiş. Kaçacak yerin de yok."
"Seni aşağı atarım."
"Seni çekmeyeceğimi mi sanıyorsun?"
"Sırf seni atmak için düşmeye bile razı olabilirim." yapmam öyle şeyler ama benim işim belli olmaz.
"At o zaman."
"Kışkırtma yaparım." kitabımı elimden çekti.
"Ders çalışıyorsun demek. Anneannen de öyle söylemişti. Aferin aferin kandırmıyorsun kadını."
Kitabımı geri aldım. "Git. Kaç kere kovdum seni hâlâ ne diye geliyorsun. Yoksunuz benim için anlamıyor musun?"
"Barış benimle."
"Neden? Tekrar arkamdan bıçaklaman için mi?"
"Ben seni arkandan bıçaklamadım. Önceden yaptıklarım bir hataydı ve ben onlardan çoktan pişman olmuştum. Pişman olduktan sonra bir şey yapmadım."
"İnanmıyorum. Git bence. Konuşursam senden daha kötü bir insan olurum. Bence kendine bunu yapma. Siz beni istemiyorsunuz ben de sizi. Bu kadar. Eski hayatınıza dönün. Siz yokmuşsunuz gibi yaşarım ben siz de öyle yapın. Baştan beri böyle arzuluyordunuz. Böyle oldu. Neden memnun olmuyorsunuz?"
" Öyle olsa burada işim olmazdı. Keyfini çıkarırıdım."
"Şu anki isteklerinle ilgilenmiyorum."
"Sen beni anlamak istemiyorsun. Hata yaptık farkındayız, pişmanız. Ama siz affetmemek için direniyorsunuz."
"İstemiyorum." gerçekten öyle. Kalpsiz olma sırası bende. Eli zincirime gitti. Eline vurarak durdurdum. "Dokunma."
Nefes verdi. "İskender sana sarılırken öyle demiyorsun ama. Yoksa âşık mısın ona?"
Yine saçmalamaya başladı. "Ne diyorsun lan sen yine!"
"Gayet açık. Ona sarılırken sıkıntı yok." bizi mi gözetliyor bu?
"Sen kendini İskender'le bir mi tutuyorsun? Baştan beri beni destekleyen o, sen beni ittiğinde, kalbimi kırdığında, canımı yaktığında hatta beni boğarken bile o korudu beni."
"Senin korunmaya ihtiyacın var demek. Kendini koruyamıyorsun." beni delirtmeye mi çalışıyor? Öyle bence.
"Ben kendimi koruyabilirim evet. Fakat onun iyi niyetini ve yardımlarını görmezden gelemem! İkinize aynı davranmamın adaletsizliğini ifade etmeye çalışıyorum sadece! Alakasız yerleri öne atıp beni sinirlendirmeye çalışıyorsun!" sinirden diyeceğimin yarısını unuttum bile! Hah hatırladım! "Sen beni boğuyordun lan daha ne konuşuyorsun!"
"Ben seni kız olarak görmüyorum!" ne?
"İyi bir şey dediğini mi sanıyorsun? Yoksa düz mü anlamalıyım?"
"Seni kız olarak görmüyorum işte! Kim bana tokat atsa onu boğardım. Tabi kız olmadığı sürece. Son anda bıraktım anlamıyor musun?"
"Ne saçma. Beni erkek mi görüyorsun?"
"Tam olarak öyle de değil. Ben şimdiye kadar hiçbir kızın canını böyle yakmadım. Sanki sen acımıyormuşsun gibi geliyor."
"Hayatımda duyduğum en saçma açıklama. Beni boğdun çünkü kız olarak görmüyorsun. Çok saçma."
"Anlamıyorsun kızım. İskender'i de boğardım öyle bir durumda. Ama Badem'e yapmazdım mesela. Sen sanki..."
"Erkek değilim ben. Kız gibi kızım. Kızım diye hitap ediyorsun ama kız değilsin diyorsun."
"Sana bakınca... Sana bakınca aynaya bakmış gibi hissediyorum. Sana bakınca kendime bakıyorum sanki." şaşırdım bu söylediklerine.
"Neden?"
"Bilmiyorum." bakışlarını yıldızlara kaldırdı.
"Biz çok farklıyız. Asla senin gibi biri değilim."
"Biliyorum."
"E o zaman?"
"Bilmiyorum dedim ya."
Bunların böyle olması yaptığını hafifletir mi? Bilmiyorum. Ben biraz şeyim. Buz gibi oluyorum, sonra merhametsiz. Bu seviyeye geldiğimde geri dönüşü olmuyor. Beni bu hale getirmeyeceklerdi. Ama bazen birden... Öyle olamayacak kadar soğuğum.
Sinan değişik biri. Gerçekten ne hissettiğini anlayamıyorsunuz. Hangi dediği doğru hangisi yalan sezemiyorsunuz. Şu an onu gören hüzünlü sanar. Öyle mi değil mi bilemezsiniz. Ona da üzülüyordum. Ona üzüldüğümden içimden gelen karşılığı veremiyordum. Onu anladığımı sanıyordum. Hiçbiri bir yere ulaştırmadı. Ne desem boş. Affetsem de barışmam. Affederim ve yolları ayırırım. Hesabı kapatırım yani. Salak mıyım, acımasız mıyım? Bilmiyorum. Olması gerekenin ne olduğunu anlayamıyorum. Ne iyi ne çok kötü bilmiyorum. Susmanın en iyisi olduğunu iddia ediyorum.
"Yıldızlar titriyor." o yüzden tersini yaptım.
"Aramızdaki itim gücünden olsa gerek." güldürdü. Ben gülünce başını hızla bana doğru çevirdi. "Barıştın mı?"
"Hayır."
"Niye gülüyon lan boş boş."
"Komik geldi."
"Gül o zaman. Halime gül."
"Ne var be senin halinde."
"Ne mi var? İskender ve Arda bizi takmıyor. Yüzümüze bakmıyorlar."
"Biraz zaman geçsin barışırlar. Benden önce siz vardınız."
"Sen öyle san. Seninle barışmazsak onlar da barışmaz."
"O yüzden peşime düştünüz yani. Ahahahah. Bak bu gerçekten anlamlı oldu."
"Tam olarak öyle değil."
"Önemli değil." kalktım odaya dönmek için. O da kalktı. Yüzümü avuçları arasına alacakken geri çekildim. Yine dengem şaşmıştı ki kolumdan tuttu. Kendine çekti. Kendimi kollarının arasında buldum.
"Özür dilerim Asya. Yaptığım her şey için." benden ayrılıp pencereden içeriye girdi. Nefes verip yerime oturdum. Bu sefer samimi galiba. Öyle gibi. Öyle.
Yıldızlar hâlâ titriyor. Neyse...
⭐
Ne soracağımı bilemiyorum. Bölümü beğendiniz mi?
Görüşürüz 💗
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 761 Okunma |
112 Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |