32. Bölüm

Zafer Hep Bizimdi Ortak

Yıldız Akyürek
yildiz_sena

Sevmediği bu "günün" şerefine kendini ödüllendirecekti. Kendine doğum günü hediyesi vermesin miydi yani? Daha neler. Keyfine bakacaktı.

 

O küçük çıngırağın okula gelmemesinden de memnundu. Bir şekilde olaya dahil olup başına bela alamayacaktı. Geçen gün ısrarla arayıp intikamın yarıda kalmasına sebep olmuştu.

 

Sıratarak arka sırada oturan kıvırcık bacısına döndü. "Dediğimi yaptın mı?"

 

"Sen söylersin de yapmaz olur muyum? Ama abim kızarsa beni koruyacaksın."

 

"Tamam kızım koruruz. Kolay orası."

 

"Ben tırsıyorum biraz."

 

"Tırsacak bir şey yok. Ben halledeceğim."

 

"Asya olsaydı en azından araya girerdi. O da gelmedi bugün. Arda da yine yok. Ne düşünüyor iki gündür?"

 

"Karıştırma şimdi Asya'yı falan. Ses kaydını bana at."

 

"Tamam atıyorum hemen. Demek odunla da kafana vurdu he. Şıllık."

 

Sinan kahkaha atınca Badem sırıttı.

 

"Aferin, böyle ol. O abin gibi melek olma."

 

"Ahahaahah. Sorma ya. Onun yüzünden ağız tadıyla bir intikam alamadık. Bırakmadı ki Asya'yla bir güzel yolalım o kızı."

 

"Asya konusunda haklı. Kolu kırık zaten bulaşmasın her mevzuya. Sinirlendirmesin beni."

 

"Nefes alsa sinirleniyorsun sen de."

 

"Başta öyleydim, artık öyle değilim kızım."

 

"Sürekli kavga ediyorsunuz."

 

"Çünkü rahat durmuyor."

 

"Diyene bak. Sen de rahat durmuyorsun."

 

"Ben durmam, o dursun. Biraz alttan alsın."

 

"Ahahaha. Konuştu imparator."

 

"Tabi kızım. Herkes lideri İskender sanıyor değil mi? Çünkü ben uğraşmıyorum. Ben komutlarla değil zekamla yönetirim, kimse farkına varmaz."

 

"Abime saygı duyuyorsun o yüzden bence."

 

"O da var tabi. Benim de abim sayılır."

 

Kocaman gülümsedi Badem "Kardeşiz."

 

"Kimseyi dinlemeyi sevmem normalde."

 

"Sadece canın isteyince dinliyorsun zaten."

 

"Öyle."

 

"Gökçe'yi sevmedim. Emin misin ondan?"

 

Hafif kaşlarını çattı. "Konumuzla ne alakası var?"

 

"Ya sorumu cevapla. O kız da seni dövdürtmedi mi? Ne bu Gökçe sevgisi? Gıcığım ona ben. Hem Arda da onu güzel buluyor."

 

"Sen daha güzelsin." yarım ağız gülüp göz kırptı Sinan.

 

"Hıı tabi. Yalancı. Asya bile onun daha güzel olduğunu söyledi. Beni o kadar savunmasına rağmen."

 

"Allah Allah, ona mı inanıyorsun bana mı?"

 

"Ona. Benim ahiretliğim herkese yalan atsa da bana atmaz."

 

"Çı çı çı. Zevksiz o. Bana inan."

 

"Gayet de zevk sahibi benim kankim."

 

"Lağğn. Ayrılın lan. Kıskanıyorum."

 

"Yok artık. Ahahahahha."

 

"Sen benim kardeşimsin."

 

"Biz evlenecez bir kere, ayrılamam ondan. Bana evlenme teklifi etti."

 

"Deli o. Üzülme diye gerçekten evlenir senle. Kaç kurtar kendini."

 

"Ahahahahahah. Kıyamam."

 

Sinan taş kalbinde oluşan pamuksu hislerin ardından gülümsedi.

 

"O abimle evlensin." Badem'in konuşmaya devam etmesiyle gülümsemesi silindi.

 

"Neyse, işimize bakalım. Gönder ses kaydını da halledeyim şu işi. Sonra kantine gider keyifle yemek yeriz."

 

"Tamam." İskender'in telefonundan ele geçirdiği ses kaydını Sinan'a gönderdi. Sinan'a yardım ve yataklıktan dolayı ağabeyi yargılayacak olsa da asıl doğru olanın bunu yapmak olduğunu düşünüyordu. O kız daha beterini hak ediyordu. Sadece yaptığı kötülüğü ortaya dökeceklerdi, bu bile yetersizdi. Güzel bir dayak yemesi şarttı. Acaba Sinan onu destekliyorken yapsa mıydı? Dişlerini çakıp başını aşağı yukarı salladı.

 

Sinan, elindeki ses kaydı ve mesajlaşmaları itiraf sayfasına gönderip doğruldu. "Hadi lan."

 

Badem de kalktı. "Zaten fena acıktım. Abim yemeğe inmiş midir?"

 

"Yaz ona kantine gittiğimizi."

 

"Doğru." Badem mesaj yazarken yavaş yavaş yürüyordu. Sinan kolunu omzuna atıp onunla birlikte ilerledi. Kantine inince en uygun masayı işaret etti Sinan.

 

"Sen otur, ben alıp geleyim."

 

"Tamam, ne alırsan yerim. Bugün seçici değilim."

 

Sinan gülerek sıraya girdi. Badem de onun işaret ettiği masaya yaklaşıp oturdu. Sevdiceği burada olsa şimdi açlık ağlamalarına başlamış olurdu. İki gündür neden gelmiyordu? İki gün gelmeyecek kadar ne düşünüyordu? Uyduruk bir bahane gibi duruyordu. Yazıp sormak istiyordu ancak yapamıyordu. Karşılıksız sevmek ne kadar da zordu. Söyleyip kurtulmayı düşündü ancak söyleyince kurtulacağı ne malumdu? Daha büyük bir acıya dönüşecekti. En azından şu an yakındılar.

 

Nefes verip arkasına yaslandı. Aynı şeyleri düşünmek de yorucuydu.

 

"Merhaba, oturabilir miyim?" bakışlarını masanın yanında dikilen esmer oğlana çevirdi.

 

"Dolu orası, kardeşim gelecek."

 

"O gelene kadar oturabilirim öyleyse."

 

"Hayır." reddedilmesine rağmen sandalyeyi çekip oturdu. Siyah düz saçlarıyla oynayıp sırıttı. "Taşbebek gibi kızsın. Belki yalnızlığını sonlandırması gereken kişi benimdir."

 

"Sinan gelirse sonlanan şey senin hayatın olacak."

 

"Sinan kendi sevgilileriyle ilgilensin. Sana aşırı yükseliyorum kızım, bence beni reddetme."

 

"Niye sen? Nedeğğn yani? Neden sen? Allahım neden ya?" bin yıldır Arda onu sevsin diye dua ediyordu. Olmayınca olmuyordu demek ki.

 

"Alınıyorum."

 

"Alın. Bana ne. Bir git ya."

 

"Kalpsiz hatun."

 

Sertçe masaya koyulan tepsi ile ikisi de irkildi. "Kalk git benim asabımı bozma. Uyarıyorum ilk defa şansını zorlama. Direkt dayak yiyebilirdin. On saniye içinde kaybolmazsan yiyeceksin gerçi." Sinan yumruğunu sıkıp Mesut'a okkalı bakışlarından birini attı. Oğlan bir şey demeden kalkıp gitti.

 

"Bıktım lan şunlardan. Yapışkan itler." öfkeli bir şekilde oturdu.

 

"Sadece bakışından bile tırsıyorlar."

 

"Korkacaklar tabi. Hafife alınacak biri miyim sence? Sadece delinin biri beni hafife alır." delinin biriyle kastettiği Asya'ydı elbette. Yenilmemiş miydi zaten ona? En olmayacak şekilde. En olmayacak yeriyle. Bu durum sinirlerini bozmaya devam ediyordu. O da Sinan'a yenilse bu kadar sinirlenmeyecekti.

 

İstese yapabilirdi. Onu ele geçirebilirdi. Aklını da alırdı. Adını bile unuttururdu.

 

Omzunda hissettiği elin sahibini görünce düşünceleri yüzünden vicdan azabı çekmeye başladı.

 

"Dersimiz boştu, dersin sonuna doğru inip yemiştim. Yine de geleyim dedim." dedi İskender, gülünseyerek. Sonra bir sandalye çekip oturdu.

 

"İyi yaptın." diye cevapladı Sinan dalgınca.

 

Badem dayanamayarak kendi yemeğini aldı. Büyük bir tutkuyla ısırdı. Aklına yine Arda gelince dudaklarını büzerek yemeye devam etti. "Ne düşünüyor bu çocuk..." ağabeyinin bakışları üzerine kayınca gözleri büyüdü. "Öhhöm. Asya niye gelmedi acaba? Asya. Niye gelmedi?"

 

"Bugün okula gelesi yokmuş. Öyle dedi."

 

"Ne ara sordun? Ahahah. Taze sevgililer sizi."

 

"Ey Allahım. Mesaj gönderdim."

 

"Başka ne konuştunuz?" Badem sırıtarak gelecek cevabı bekledi.

 

"Özel." İskender'in dudağı kıvrılırken Sinan ister istemez kaşlarını çattı.

 

"Ne özeli yağğğ. Asya'ya sorsam anlatır. Hııh."

 

"Badeeem. Yemeğini ye. Her şey merak edilmez."

 

Sinan aceleyle yemeğini yemeye koyuldu. 'demek özel.' diye aklından birkaç kere tekrar etti. Özel diye bir şey olamaz, olmamalıydı. Saçmaladığını düşünerek nefes verdi.

 

"Edilir. Merak edilir. Sen yokken ben vardım. Hıh."

 

"Yok artık. Bunun yüzünden de trip atılmaz ama."

 

"Atılır."

 

"Ya sabııırr."

 

"Söyleeee."

 

"Yemeğini ye."

 

"Hıh."

 

Yemeğinin yarısında ayaklandı Sinan. "Benim Gökçe'ye sözüm vardı. Aklımdan çıkmış."

 

"Yemeğini ye öyle git." İskender'in düşünceli hali onu iyice kederlendirirken öylesine bir gülümseme yerleştirdi yüzüne. Tostunu ve içeceğini aldı.

 

"Orada yerim. Hadi eyvallah." hızlı adımlarla uzaklaşıp kantinin arka kapısından çıktı. Bahçeye ulaştığında derin bir nefes alarak adımlarını yavaşlattı. Elindekileri çöpe attı. Yerdeki taşların birini tekmeleyerek bağırdı. "Ağğh!"

 

"Bu kalpten kurtulmam lazım. Ulannn. Bu nasıl iş? Hayatım boyunca sevgisizlikten taşa dönmüş kalbimi yumuşatan kişiyi başkasına mı vereceğim? Verdin çoktan. Geçti o iş. Doğru..." umutsuz adımlarla ağaçların arasına doğru yürüdü. "Sanki dün... Veda etti bana."

 

"Bana ne lan. Salmicam onu. Bencil herifin tekiyim ve her zaman öyle olacağım. Onları birbirine verdim daha ne işte. Daha başka bir şey bekleyemezler benden. İstediğimi yapacağım. Kıçım. Yaz şu kıza da gelsin." telefonunu cebinden çıkarıp Gökçe'ye gelmesi gereken yeri yazdı.

 

" Kötü karakter değilim ben. Sadece iyi olamayan bir karakterim... " ağaçların arasından çıkıp bankın birine oturdu.

 

Birkaç dakika sonra beklediği kişi geldi. "Düşündün mü?" diye sordu kıza.

 

Yanına oturup sinsice gülümsedi Gökçe. "Kabul ediyorum. En kötü ihtimal hava atarım kızlara."

 

"Ah doğru, benimle sevgili olmak havalı görünüyor olmalı."

 

"Öyle maalesef. Bana âşık olmadığına da eminim. Heyecan mı arıyorsun?"

 

"Genelde ben heyecan veririm. Bir değişiklik olsun dedim. Şu ana kadar yeşil gözlü bir sevgilim olmamıştı."

 

"Gözlerim mavi."

 

"Renk körüyüm ben. Sende kırmızı gözleri arıyorum."

 

"Değişik bir kafa."

 

"Herkes anlamaz."

 

"Anlayan birileri var öyleyse."

 

"Sen bilmezsin."

 

"Kim bilir?"

 

"Kim bilir. İtiraf sayfasını açsana."

 

"Neden?"

 

"Aç da görelim."

 

Gökçe merakla okulun itiraf sayfasına girdi. Son paylaşımı açtı. Mesajlaşma görsellerinin arkasından gelen ses kaydı ile Sinan'ın dudakları kıvrıldı.

 

"Ohaaaaa. Gerçekten iftiraymış. Yalnız bu kız bu saatten sonra bu okulda devam edemez. Hayatı bitti."

 

"Napalım. İntikam için güzel bir gündü. Fakat içim soğumadı." daha büyük bir bedel ödemeliydi o şeytan.

 

"Yorumlar da yıkılıyor. Rezil oldu kız."

 

"O zaten rezil bir insan. Sıkıldım. Ben kaçar." ellerini cebine atıp kantin kapısından okula girdi. Umursamaz adımlarla kimseye bakmadan ilerlerken bakışların üzerinde olduğunun farkındaydı. Kızlardan gelen hayrınlıklarının belli olduğu fısıltılar ve iç çekişlerle sırıttı.

 

Merdivenleri aşıp üst koridora çıktığında koridorun diğer ucunda ona doğru yaklaşmakta olan kızı gördü. Deniz de onu fark edince durdu. Kız yumruklarını sıkmış gözyaşları gözlerinden fırlıyordu. Sinan'ın tekrar dudakları kıvrıldı. Kollarını kendine sardı. Ardından gelen İskender ve Badem ise onun iki yanında dikildi.

 

Deniz'in öfkeli bakışları İskender'e kaymış, ses kaydını onun verdiğini düşündüğünden içi nefret dolmuştu. "Seni pislik! Beni kandırdın! Anlaşmamış mıydık seninle!"

 

"Hey! Aptal! Kes sesini!" diye bağırdı Sinan dalga geçen bir tavırla.

 

Badem, elini Sinan'ın omzuna koydu. "Abimi tut." İskender kaşlarını çatarken Sinan kocaman sırıttı. Badem de şeytani bir gülümseme ile karşılık verip Deniz'e doğru koştu.

 

Sinan, İskender'in onları ayırmaması için onu tutmaya çalışırken Badem Deniz'in üstüne atladı. Kızlar yerde yoluşurken yavaş yavaş seyircilerde artış gözlendi.

 

Öğretmenler onları ayırana kadar Badem istediğini almıştı. Kendi saçları o kadar fazlaydı ki ne kadar kaybettiğinin onun için bir önemi yoktu. Fakat üç telli sarışının iki telini koparmıştı. Kardeşinin intikamını almış içindeki akrep ruhunun keyfi yerine gelmişti. Bağırışlara ve ailesinin onu kınamasına, okuldan verilecek olan cezaya aldırmayacaktı. Kişiliğini ve duygularını bastırmayacaktı. Abisinin örnek kişiliğine sahip olmak zorunda değildi. Sinan'la bağı öylesine bir arkadaşlık bağı değildi. Sadece süt kardeşliğiyle de açıklanamazdı. Öz kardeş kadar yakın hissediyordu ona. Yapması gerekeni yapmıştı. Vicdanı rahattı.

 

🖤

 

Geçen zaman yaşananların üstünü örtmüştü. Herkesi yeniden bir araya Badem'in doğum günü getirecekti. İskender erkenden Asya'yı eve getirmiş içecekleri almak için tekrar dışarı çıkmıştı. Zümrüt mutfakta pastane açmışken Badem odasında hazırlanıyordu. Haliyle Sinan ve Gökçe'ye kapıyı Asya açtı. Onları el ele görünce gözlerini kısarak Sinan'ı süzdü. "Hoş geldiniz."

 

"Hoş bulduk canım." neşeyle cevapladı Gökçe.

 

Bizim kız sırıtarak kenara çekildi. Birkaç gün ortalıkta görünmedi diye neler neler olmuştu. Onlar içeriye girince kapıyı kapattı. Gökçe bu sefer gözlerinin renginde bir kazak giyinmiş, siyah mini eteğiyle Asya'nın donmakta olduğu zaman diliminde güzelliğinden ödün vermemişti.

 

Bakışlarını kendi üzerine eğdi Asya. Siyah ince pantolonu ve lacivert geniş gömleği yüzünden üşüdüğüne karar verdi. "Aman beğğ." diyerek ikilinin arkasından oturma odasına girdi. Kendini koltuğa bırakıp Badem'i beklemeye koyuldu. Biraz yanında durmuş, saçlarını düzleştirirken onu izlemiş, kıyafet seçiminde işe yaramadığı için odadan çıkmıştı.

 

Sinan yanına gelip oturunca gülümsedi.

 

"Nerdesin kaç gündür lan?"

 

"Kafa dinliyordum."

 

"Dinleyebildin mi bari?"

 

"Sence?"

 

"Dinleyemedin mi?"

 

"İyice beter ettim." gülerek söylemişti bunu.

 

"Salak. Bu kadar düşünme diyorum sana. Saçlarındaki beyazlar artacak."

 

"Bu beni biraz üzdü."

 

Sinan kolunu Asya'nın omzuna atıp saçlarını karıştırdı. "Üzülme lan. Gerekirse tel tel boyarız saçlarını."

 

"Yavvv yine bozdun lan saçımı."

 

"Düzeltirsin lan çok da büyük dert."

 

"Offff."

 

"Tamam lan bıraktım. Git tara saçını." ellerini çekti.

 

"Üşeniyorum." tek eliyle saçını düzeltiyordu. Sinan dayanamayıp işi üstlendi.

 

Gökçe'nin gözleri ikisinin üzerindeydi. Badem'in gelişiyle bakışları ona kaydı.

 

"Nasıl oldum?" bu sefer kırmızı şifon bir elbise giymeyi tercih etmişti. İp askılı, dizlerinin altında biten elbisenin etek kısmı aşağıya doğru genişliyordu.

 

"Yuhh düğüne mi gidiyorsun?" Asya'nın dediğiyle kollarını kendine sardı.

 

"Sen ona bakma. Ne anlar lan o. Ateş ediyorsun. Senin de saçlarını bozsam mı acaba?"

 

"Nee? Hayır. Sakın Sinan. O kadar uğraştım."

 

"Ben samimi söylüyorum. Bence doğum günü için biraz fazla o elbise."

 

"Sen düğüne bile takım elbiseyle giden insansın Asya." Badem'in söylediğiyle omzunu silkti. Yine anlamadığını düşünerek bir şey söylememeye karar verdi. Karnına açlık kramplarından girince kolunu kendine sardı. Bu ağrı ona Arda'yı hatırlattı, kaç gündür onu görmemişti. Buraya da hâlâ gelmemişti.

 

" Bence de güzel olmuş." Gökçe beğenisini ifade edip gülümsedi.

 

"Güzel zaten biz çirkin mi dedik. Allah Allah. Açız sadece. Ah hayır abartılı sadece." susması gerektiğine artık emindi.

 

"Sen de iyice Arda'ya benzedin. O da hâlâ gelmedi." sevdiceğini kaç gündür görmediği için dertleneceği sırada zil sesiyle heyecanlandı. "Geldi."

 

"Dur sen bakma bayılıp düşersin şimdi." ciddi bir tavırla doğrulup kapıyı açmaya gitti Asya. Arda değil İskender gelmişti. Poşetlerin birini onun elinden almayı denese de İsko izin vermedi.

 

Asya yine "Amaağn" diyerek diğerlerinin yanında döndü. "Abin gelmiş bayılacak bir durum yok. Ortam güvenli. Her şey kontrol altında."

 

Asya'nın bu tavrıyla Badem ona yaklaşıp kolunu cimcikledi. "Ne bu tavrın? Kıskanç bir ördeğe benziyorsun."

 

"Anlaşılıyor mu lan? Çaktırmıyorum aslında." Sinan ve Badem'in kahkahasıyla yüzünü buruşturdu. Duygularını saklamayı neden beceremiyordu? Madem beceremiyordu onları ifade etmeyi kabullenmeliydi. Kıskandırmak güzeldi, kıskanmak değil. En son ne zaman birini kıskandığını hatırlamıyordu. Çatık kaşlarla eski yerine oturdu. "Bakmayın lan bana kendi kendime çözeceğim bu konuyu. Kendimle yaşamak istiyorum."

 

"Ne oldu?" İskender odaya yeni girmişti. Asya'ya yaklaşıp elini yanağına koydu.

 

"Hiiiç."

 

"Neden sinirlendin?"

 

"Beni kıskandı. Ahahahahah."

 

"Ne? Neden?"

 

"Boşver sen anlamazsın. Hahah."

 

"Ey Allahım." elini Asya'nın yanağından çekip yanına oturdu.

 

"Çocuklaaar, gelin yardım edin." Zümrüt'ün sesi hepsini ayağa dikmişken İskender Asya'yı yerine çekti.

 

"Sen kal. Onlar halleder."

 

"İki üç bir şey yapardım ben de."

 

"Olmaz. Benimle kal."

 

Asya bir şey diyemeyerek hafiften gülümsedi. Diğerleri mutfağa gidince İskender kolunu Asya'nın beline sarıp onu iyice kendine yaklaştırdı. "Seni özledim."

 

"Öhhöm. Annen gelecek."

 

"Gelsin. Zaten haberi var."

 

"Nee? Söyledin mi?"

 

"Evet."

 

"Keşke bana söylemeseydin."

 

İskender gülerek alnını Asya'nın alnına dayadı. "Boşver. Önemli olan o değil şu an."

 

Zilin çalması Asya'nın işine gelmişti. Hızla kalkıp İskender'den uzaklaştı. Koşarak kapıyı açmaya gitti. Sevgili olmayı kabul ettiğinde sürekli böyle yakınlaşmalar olacağını düşünmüyordu. Böyle anlarda odun ruhu acı çekiyordu. Kanka gibi takılsalar olmaz mıydı?

 

Nefes verip kapıyı açtı. Arda'yı takım elbiseli ve elinde kocaman bir gül buketiyle görünce şaşkınla ağzı aralandı. "Kız istemeye mi geldin?"

 

Arda kahkaha atarak içeriye girdi. "Sayılır."

 

"Ooooo yaşadık o zaman. Eheheh."

 

"Yakışıklı olmuş muyum?"

 

"Tabi olum. Yakıyorsun. Badem'e abarttın demiştim ama seni görünce o normal geldi. Ahahahah."

 

Arda sırıtıp Asya'nın yanağından makas aldı. "Onu çağırsana uğur böceğim."

 

"Hemen çağırıyorum. Kıpırdama." sevinçle mutfağa gitti Asya. Tabakları yeni hazırlıyorlardı mutfaktakiler. "Heyy Bado. Gel lan. Yani git. Kapının oraya git. Ben devam ederim. Senin doğum günün hadi bacığğm. Hadi lan." iki üç kez göz kırptı. Zilden dolayı Arda'nın geldiğini anlamıştı Badem. İşini bırakıp heyecanla mutfaktan çıktı.

 

Asya, alt dudağını ısırıp, sırıtarak Sinan'a yaklaştı. Peçeteleri katlamak için mücadele veren kıvırcığın omzuna sağlam kolunu attı. "Başardık dostum. Bitti diyebiliriz. Zafer bizim." yumruğunu sıktı.

 

Sinan bu sözlerin anlamına ulaşırken dudağının tek tarafı kıvrıldı. Asya'nın yumruğuyla yumruğunu tokuşturdu. "Zafer hep bizimdi ortak."

 

İkilinin neden bahsettiğini anlayamayan Zümrüt ve Gökçe kendi işine odaklandı.

 

Heyecanlı adımların sahibi sonunda ulaşmak istediği noktaya vardı. Arda'ya bakmaktan koca gül buketi gözüne değmiyordu. Buket ona doğru uzanınca nefesini tuttu. Gülleri alınca heyecanla nefes verdi. "Teşekkür ederim."

 

"Ne demek Ballı Badem. Birazdan söyleyeceklerim için umarım beni dövmezsin. Ehe."

 

"Ne? Ne söyleceksin? Böyle söylediğine göre kesin döveceğim. Bence söyleme."

 

"Olmaz. Söylemek zorundayım. Çok düşündüm ve başka bir yol bulamadım."

 

"Çok tuhafsın."

 

"Biliyorum." Arda diz çöküp cebinden bir kutu çıkardı.

 

Badem kaşlarını çatmış saçma sapan bir şeyin gerçekleştiğini düşünüyordu. "Arda ne yapıyorsun? Kalksana."

 

"Böyle yapmam lazım. Çok düşündüm."

 

"Ey Allahım."

 

Sırıtıp Badem'e doğru kaldırdığı kutunun kapağını açtı. Küçük, eski bir bileklik meydana çıktı.

 

"Bu.."

 

"O senindi. Küçükken. Ben çalmıştım."

 

"Neden?"

 

"Çünkü... Bize kızmıştın ve terk edip gideceğini söylüyordun. Ben de gerçekten gideceğini sanıp bilekliğini almıştım."

 

Badem gülmeye başlayınca gülümsedi Arda.

 

"Çocuktuk sonuçta nereye gidecektim?"

 

"Bilmem. O zaman gideceksin sanmıştım. Sen benim için çok değerliydin, değerlisin ve hep değerli olacaksın." kutuyu kapatıp doğruldu. "Doğduğumdan beri kıvırcık saçlarının peşinden koşturuyorum. Sen de gidip onları düzleştiriyorsun."

 

"Güzel oldum sanmıştım."

 

"Güzel olmuşsun ki."

 

"Teşekkür ederim."

 

"Demek istediğim... Ben senin kıvırcık saçlarına tutundum. Bir bit gibi."

 

Badem yüzünü buruşturunca kahkaha attı.

 

"O yüzden beni bit şampuanıyla yıkamasan iyi olur."

 

"Ya Arda. Saçmalama."

 

"Tamam. Beni terk edip gitme."

 

"Öyle bir şey olmayacak."

 

"Peki büyüyünce benimle evlenir misin?"

 

Kalbine inecekti az daha. "Neee? Dalga mı geçiyorsun?"

 

"Hayır. Ciddiyim ilk defa. Büyüyünce evlenirsek güzel olur bence."

 

"Kafayı mı yedin sen?" yıllarca açılamayıp içinde yaşamıştı. Arda'dan bekleyeceği şey belki bir aşk itirafıydı. Evlilik teklifi değil.

 

"Belki. Bilmiyorum. Şimdiden söyleyim de başkası araya kaynamasın dedim."

 

Badem parmağını sarı peteğinin alnına bastırdı. "Sen daha aşk ne bilmiyorsun. Evlilikten bahsediyorsun."

 

"Sen öğretirsin. Öğrenmeye açığım eheheh."

 

"Ay çıldıracağım. Delirdin mi gerçekten?" parmağını çekti. Gözleri gülüyordu adeta.

 

Dişlerini çaktı Arda. "Bana âşık olduğunu anlayınca bu fırsatı değerlendireyim dedim."

 

"Neee? Ne zaman? Nasıl?" kaçacak yer aramaya heyecandan buharlaşan aklı yetmeyince gözlerini kaçırdı.

 

"Asya'nın doğum gününde."

 

Badem'in yüzü asıldı. Demek o zamandan beri biliyordu. Cesaret edip söyleyemediklerini anlamıştı çoktan.

 

"Üzülme. Ben seni çok seviyorum. Aşk belki bir gün biter ama sevgi bitmez. Yanımda senden başkasını görmek istemiyorum. Aramıza başka insanların girip sevgimizi mahvetmesindense birbirimizi sonsuza dek sevelim. Böyle saf bir sevgiyi başka nerede bulacağız? "

 

Gözleri doldu Badem'in. Hızla Arda'ya sarıldı.

 

" Evleneceksin değil mi benimle büyüyünce?"

 

" Salak. Seni seviyorum hayır demem mümkün olacak mı sence?"

 

" Eheheh. Hayır dersen bozuşuruz."

 

" Diyemem."

 

Konuşmaya şahit olan İskender fark edilmeden koltuktaki yerine geçti. Gülümsedi.

 

Bu sefer kıskanmamış hatta hoşuna gitmişti. Onların mutluluğu onu da mutlu etmişti. Fakat Asya'nın ondan kaçmasına dair içinde bir yerlerde hüzün taşıyordu. Kızın duyguları yoktu, ona alan bırakması gerekiyordu. Bundan sonra mesafeli olmaya karar verdi. Zamanla belki duyguları değişebilirdi. Umutla beklemekten başka seçeneği yoktu.

 

🖤

 

Ahh ah...

 

Yine şefkatin kucağındayım. Yani anneannemin dizlerinde. Başımı dizlerine koyup çiçekli battaniyeyle üzerimi örtmüşüm.

 

Anneannem bana meyve soyuyor, kedim ise yerde yumaklarla oynuyor. Çok sıcak hissettiriyor.

 

Değişeceğim, kolum iyileştiğinde anneanneme her işinde yardım edeceğim. Çünkü sevgi böyle hissettiriyor. İnsanı harekete geçiriyor. Ben de ortaya bir şeyler koymalıyım dedirtiyor.

 

Ananemin travma dolu dizisi reklama girince bana çizgi film açtı. Sevdiğim bir çizgi film çıkmayınca o muhteşem sorumu sormaya karar verdim.

 

"Anneanne."

 

"Efendim kuzum."

 

"Benim bir arkadaşım var tamam mı?"

 

"Eee?"

 

"Bu arkadaşımın çok sevdiği bir arkadaşı var. Meğer o arkadaşı ona farklı duygular besliyormuş. Aşk gibi şeyler."

 

"Hımm."

 

"İşte arkadaşım o üzülmesin diye onunla olmayı kabul etmiş ama yine de beceremiyormuş." anlatmayı da beceremiyorum. "Ne yapsın? Ne yapmalı sence?"

 

"Kimi üzmek istemiyorsun yavrum?" yuhh. Badem sanmalıydı.

 

"Ben değil anneanne. Bir arkadaşım."

 

"Söyle o arkadaşına birini üzmemek için öyle şeyler yapmasın. Kendinden emin olmadan birine umut verirsen eskisinden daha fazla üzersin."

 

"Ama anneanneeee. Zamanla değişmez mi? Değişebilir. Sevebilir."

 

"Öyleyse o zamanı beklemeliydi."

 

"Öyle bir zamanı yoktur belki de."

 

"Gönül işlerinde net olmak önemli."

 

"Net zaten. Söyledi. Söylemiş yani. Hissim yok demiş ama deneyebilirim demiş."

 

"Şimdi pişman anlaşılan. Bana sorduğuna göre."

 

"Ne yapacağını bilmiyor."

 

"Yapmış zaten yapacağını. Şimdi elinden geldiği kadar mücadele etsin, sabretsin. Eğer yine olmazsa daha fazla bu durumda kalmaya lüzum yok."

 

"Ama yine üzmüş olacak."

 

"Bazen üzülmek de gerekir yavrum."

 

Keşke gerekmese. Ama imkansız. Bir kedi olup yumaklarla oynasaydım. Asyasızlık neyi değiştirirdi?

 

Hiçbir şeyi.

 

Zil sesiyle kedim sıçrayıp koltuğun altına koştu. Demek bazen geldiğimde onu bulamama sebebim bu. Ahahah.

 

Battaniyemi kenara itip kalktım. Umarım annem gelmemiştir. Her ihtimale karşı kaşlarımı çattım. O hâlde kapıyı açtım.

 

Sinan gelmiş lan. Kaşlarımı gevşetebilirim. "Gel gel."

 

Tuhaf tuhaf bana bakarak içeriye girdi. Ahahah. Kapıyı kapattım. "Ne oldu? Evde yine kıyamet mi koptu?"

 

"Yok lan. Vıcık vıcık sevgi cümleleri midemi bulandırdı. Ondan kaçtım bu sefer." ne sevgi cümlesi lan!

 

"Rahat durmuyorlar demek. Girsene olum aralarına. Senin yüzünden sinirlerim bozuldu bak."

 

"Benim ne suçum var lan."

 

"Aralarına girmeliydin. Ya da sorun çıkarsaydın. Bıktım bunlardan yağğ."

 

"Onu boşver de... Bir şey duydum."

 

"Ne duydun ki?"

 

Söyleyecek gibi oldu, sonra vazgeçti.

 

"Ne duydun lan!" sorumu daha sert versiyonuyla güncelledim.

 

"Annen ameliyat olacak galiba." ne?

 

"Ne ameliyatı?"

 

"Bilmiyorum. Çok ciddi bir şey değil herhalde. Çünkü rahat konuşuyorlardı." annemin bir hastalığı yoktu ki. Herhangi bir şikayeti de... Bilmediğim ne var! Ya kötü bir şeyse ve hep benden saklamışsa. Ya bu yüzden evlenmişse. Ya o da beni bırakıp gidecekse... Saçmalama Asya. En iyisi gidip ona sormak.

 

Yüzüm asıldı kendiliğinden. Ona karşı hep öfke ve nefretle yaklaştım. Belki konuşmak istediğinde dinlemeliydim. İç çektiğimde Sinan bana sarıldı. Alnımı omzuna dayayıp kolumu ona sardım. Bir zamanlar düşmanım olan insanın, en büyük destekçim olacağını kim bilebilirdi.

 

"Ciddi bir şey olduğunu düşünmüyorum. Dedim ya rahat konuşuyorlardı. Üzülme salak gibi." son cümleye kadar iyi ilerliyordu. Ciddi bir şey değilse bile öğrenmem lazım.

 

"Asyaaa guzuum kim geldi?" anneannem seslenince ayrıldık.

 

"Gara guzun gelmiş ananeğğğ." Sinan'a iş atıp içeriye koştum. Yerime oturdum. Meyveleri tıkınmaya koyuldum.

 

Sinan da yanımıza geldi. "Nasılsın Mehlika teyze?"

 

"İyiyim yavrum gel otur. Mevye ye." diğer tarafına oturması için sürekli eliyle işaret edince Sinan da onu dinledi. Birkaç meyve dilimini mideye indirdikten sonra tabakta kalan son elma dilimi için kavga etmeye başladık. Dilimi ona kaptırdım tabi. Yan bakışlarımla onu eziyordum ki tabağa gelen yeni dilimi ben aldım. Ehehehe. Ninemin soyduğu mandalinanın birini de yuttum hızla. Doyduğuma karar verip geri çekildim.

 

"Çizgi film mi izliyorsun? Pehhh. Bebek misin sen?" pise bak hemen kudurmaya başladı. Rahat duramıyor tabi.

 

"Bebekler çizgi film izleyemez bir kere. İzlese de anlamaz. Bu çizgi filmler bana göre."

 

"Puahahahhahaha. 0-3 yaş."

 

"Sinaaaaaan! Sinirlendirme beni."

 

"Tamam. Asla. Puahahhahahahah."

 

"Dövecem seni."

 

"Gel de döv. Bebek..."

 

"Anneanne şuna bir şey söyle."

 

"Dövüşmeyin guzum."

 

"Ama rahat durmuyor ananee."

 

"Asıl sen rahat durmuyorsun. Yavrucuk. Puahahahahha."

 

"Iğğğğğğhhh!" ben yine dellenirken kedim koltuğun altından çıkıp ananemin eteklerine yapıştı. Kadını bıktıracağız. Ahahah.

 

Sinan gülüyor, ben bağırıyorum, kedim ise çıldırıyor.

 

"Eeh durun bakam, dizimin reklamı bitti." dizisinin olduğu kanalı açtı.

 

Sinan televizyona dehşet dolu bakışlar attı. Sırıttım. Çizgi filmin değerini anlasın. Bana döndü. İçinden 'bu ne' dediğine eminim. Hahah.

 

Eliyle arkayı işaret ederek dudaklarını hareket ettirdi. Ne dediğini anlamadığım için gözlerimi belirtip 'neee' diye konuşmadan konuştum. Göz devirip tekrar bir şey söyledi. Bu sefer dudaklarını okuyabildim. 'Kaçalım' diyor.

 

"Nereye?" fısıldadım.

 

Diziye daha fazla katlanamayınca yüzünü buruşturarak kalktı. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Ben de ayağa dikildim. "Biz bahçeye çıkıyoruz anneanne."

 

"Tamam yavrum, hırka giyinin üşümeyin." yukarı çıkıp hırka almaya üşendiğim için bebek battaniyemi omzuma attım. Atıştırmalık bir şeyler alalım bari.

 

Mutfağa gittim önce, Sinan da peşimden geldi. Karışık kuruyemiş paketini alıp Sinan'a fırlattım. Yakaladı. Aferin. İki sodanın tepesini parmaklarımın arasına sıkıştırıp yerlerinden ayırdım. Sinanay onları da aldı ve önden yürüdü.

 

Çardağa kurulduk, bu sefer yan yana. Battaniyemle iyice sardım kendimi. Bu battaniyeyi de yıkamak gerek artık.

 

Masanın kenarına dayayarak açtı şişelerin kapaklarını. Birini benim tarafıma koydu. "Kuruyemişi de açıver sana zahmet." dedim sesime sinir bozuculuk katarak.

 

Ters bir bakışla beni yamulttuktan sonra dediğimi yaptı. En azından yaptı. O da iyi. Elime bir fıstık alıp gülmeye başladım.

 

"Deli misin kızım?"

 

"Sensin be deli. Fıstık görünce Badem'in boğulduğu o gün aklıma geliyor. Kuruyemiş yiyerek koşuyorduk sonra o öksürmeye başladı. Ben de onu kurtardım tabi. Çok mu yetenekliyim ne. Yapabildim o hareketi."

 

Dalga geçer gibi güldü. "Eğer gerçekten boğulsaydı öksüremezdi kızım. Yapamamışsın."

 

"Yaptım işte. Sen ne anlarsın. Dön önüne. Dön önüne lan."

 

"Dönmüyorum lan. Bu tarafa bakacağım. Sana ne."

 

"Bana ne lan. Nere bakarsan bak. Gıcık şey."

 

"Sensin lan gıcık. Cahil cahil konuşup beni deli ediyorsun."

 

"Sensin lan cahil. Gıcık gıcık konuşup beni benden alıyorsun." delireceğim en sonunda.

 

Sırıttı. "Sen de mi hayransın yoksa bana?"

 

"Yok artık. Senin neyine hayran olacağım lan."

 

"Hayran olunmayacak gibi değilim." kendini beğenmiş lahana nolacak.

 

"Bütün dünya Mersin'e gitse ben tersine giderim. Hem herkes bir şeyi beğeniyorsa kesin o şeyde bir şeylik vardır."

 

"Neylik?"

 

"Şeylik işte. Şu an o kelimeyi kullanasım yok. Anla işte."

 

"Ulann. Bende bir bokluk var yani öyle mi!"

 

"Mecazen."

 

"Kızım zaten başka bir anlamı yok. Çıldırtma beni." aman çıldır bana ne.

 

"Yalan mı? Herkes nasıl bir insana âşık olabilir ki? Çok saçma."

 

"Herkes âşık mı dedim salak. Gerçekten salaksın."

 

"E tamam herkes aynı şeyi beğenmez bence. Herkesin beğenisine nasıl hitap edebilirsin ki?"

 

"Sanat eserlerini herkes beğenir. En azından takdir eder. Sen sanattan da anlamıyorsun. Aptal." bu nasıl bir özgüven arkadaş. Ben kendimi övsem hemen dalga geçiyor, ben onunla geçemiyorum. Çünkü söylediği şeyden o kadar emin ki. Hiç tereddüdü yok.

 

"Takdir edelim o vakit. Aferin sana."

 

Gözlerini devirdi. Düşün bakalım. Neden bir sürü hayranı var? "Ahaaa buldum."

 

"Ne buldun?"

 

"Sende şeytan tüyü var. Gıdıklıyorsun insanları."

 

Kahkaha attı. "Bula bula bunu mu buldun?"

 

"Doğru buldum. Yaramaz çocuklar da hep daha fazla sevilir. Adaletsiz dünya işte."

 

Gülümsedi sadece. "Belki de gerçekten kimse sevmemiştir. Hepsi sahtedir o sevgilerin ve beğenilerin." ya ama... Böyle olmadı şimdi.

 

"Bence gerçekten sevenler var. Sadece onların sevgisinin yeri ayrıdır. O yüzden değişmiyordur hislerin. Mesela anneannemin sevgisi bana iyi geliyor ama içimdeki yokluğu hiçbir şey kapatamaz." herkesin yeri ayrı.

 

"Hadi hadi ye. Boşuna mı açtırdın paketi bana? En çok hangisini seviyorsun?" konuyu değiştirme çabasına hayran kaldım.

 

"Turuncu top gibi olan güzel."

 

"Ben de soslu mısırı seviyorum."

 

"O zaman onların hepsini yiyeceğim. Sana kalmayacak. Ahahahahahah."

 

"Belki de yalan söyledim. Puahahahah."

 

Bu sefer ben göz devirdim. "Yalnız kajuyla sodayı yakıştırıyorum."

 

"Konuya bak amk." sanki konuyu kendi açmamış gibi...

 

"Kaç gündür okulda yokum, olaylara vakıf değilim. Sınıf grubuna atılmasa intikamınızı bilmeyecektim."

 

"Yok artık. İtiraf sayfasını takip etmiyor musun?"

 

"Benim kendi hesabım bile yok. Sahte hesapla yaşıyorum."

 

"Ben de diyorum niye bu salak karşıma çıkmıyor." çarpıcam he.

 

"Senin yüzünden iletişimimiz sekteye uğruyor. Rahat dur. Seni seni."

 

Güldü. "Niye hesabın yok lan?"

 

"İnsanlarla uğraşamam. Kendimle de uğraşamam. Üşenme geldi bak yine."

 

"Haklısın, boş iş. Ben de çok aktif değilim." konu akıp gidiyor asla söylemek istediklerimi söyleyemeden.

 

"Badem de iyi yolmuş kızı. Ben yapacağım dediğimde İskender engel oluyordu, hatta sen de engel oluyordun."

 

"Bu sefer İskender'i ben tuttum."

 

Gözlerimi kıstım. "Ben dövmek istediğimde niye onu destekledin?"

 

"Cevabını biliyorsun."

 

"Aman be."

 

"Zaten kolun yüzünden vicdan azabı çekiyordum."

 

"Yok artık."

 

"Nee yok artık?"

 

"Ben kendim şey yaptım. Vicdan azaplık bir şey yok."

 

"Sana bir şey olmaması gerek."

 

"Babanı mı takıyorsun? O benimle ilgili bir karar veremez. Onu geç de baban İskender'in duygularını anlamış. İyi çocuk falan filan dedi yayladayken. Anneme de söylemiştir kesin. İskender annesine söylemiş bu arada. Herkes bilirken ve ben beceremezken hiç rahat hissetmiyorum. Ben mi abartıyorum sence? Onu üzmek istemedim ama ondan kaçtığımda daha çok üzülüyor. " nefes verdim. "Eskiden daha yakın davrandığımın o da farkında. Sevgili gibi değilim asla. Yani normal davranıp zamanla sevsem iyi olur ama normal davranamıyorum. Niye böyle oluyor?" Amma da konuştum he.

 

"Bilmiyorum."

 

"Nasıl bilmiyorsun? Hani hep yanımda olacaktın? Hani yardım edecektin?"

 

"Kandırdım seni. Her şeye inanmasan iyi olur."

 

Öldürücü bakışlarımla o süzdüm. "Hem bazen sana güvenmemi istiyorsun hem de her şeye inanma diyorsun. Tutarsızsın."

 

"İskenderle ilişkinde yalnızsın. Sana o konuda nasıl yardım edebilirim? Özelinize karışamam."

 

"Özel mi? Ne özeli lan. Özelim mi kaldı? Benden daha iyi biliyorsun her şeyi."

 

"Bundan sonra bilmemem daha iyi olur."

 

"İyi. Zaten Gökçe'yle nasıl sevgili olduğunu da anlatmadın."

 

"O da benim özelim."

 

"Özel de neymiş. Pehhh. Anlatmazsan anlatma. Ben de dertleşecek başka birini bulurum."

 

"Allah Allah. Kimi bulacakmışsın?"

 

"Anneanneme anlatırım. Sen kendi işine bak. Özelin beni ilgilendirmez. Benim özelim de seni."

 

"Her şeyi anlattın zaten salak. Puahahhahah. Özelin kalmadı."

 

"Bundan sonra anlatmayacağım işte! Anla şunu."

 

"Dayanamazsın."

 

"Dayanırım."

 

"Dayanamazsııın. Hem anneannene isim veremezsin. Arda'ya asla anlatmazsın. Badem'e de anlatamazsın çünkü İskender'in kardeşi. İskender zaten..."

 

"Gökçe'ye anlatırım."

 

"He he tabi." anlatmam gerçekten.

 

"Ben de içimde yaşarım. Önceden kime anlatıyordum sanki."

 

"Arda ve İskender'e..."

 

"Onlara karşı bu kadar açık değildim. Sen bütün her şeyi biliyorsun. O yüzden borçlusun bana."

 

"Ne? Borçmuş pehh."

 

"Amannnn neyse." kapatacağım bu konuyu sonsuza dek. O kadar sonsuza dek ki ben bile unutacağım. Bak şu an bile unuttum. Sağ olsun balık hafızam. Harbiden sade soda ile kaju sarıyor. Kimse zevklerimi sorgulamasın. Ahahahahah. Bir depresyon anında fark etmiştim ikisini yakıştırdığımı. "Herkes mutlu. Herkes kavuştu. Mutlu olmak gerek."

 

"Mutluluk yalan." her seferinde gerçekleri yüzüme vuran koca yürekli şahsiyet.

 

"Ardem'in mutluluğu gerçek. Arda'nın takım elbise giyip gelmesi hele.. Deli."

 

"Ben korkup kaçacağını düşünmüştüm. Şaşırtıcı." benden daha cesur çıktı.

 

"Bence çok iyiler. Kafaları da uyuşuyor oh ne güzel. Badem artık kıskanmayacağı için huysuzluk da yapmayacak. Gerçekten bu defa kazandık."

 

"Başımı şişeremeyeceksin artık. Ne mutlu bana." dudakları kıvrıldı.

 

"İstesem başka türlü de şişiririm başını. Sevinme hemen."

 

"O zevki sana yaşatmam."

 

"Bugün de hep sinirimi bozuyorsun."

 

"Her zaman öyle değil mi?"

 

"Doğru. Her zaman."

 

"Keyiflendim."

 

"Halim yok sana vurmaya."

 

"Puauahahaha. Halin olsa çok vurabileceksin ya."

 

Baygın bakışlarlarımı gözlerine sabitledim. "Olumm. Madem ki ben deliyim allem eder kallem eder seni döverim."

 

Yine vuran öküz moduna girdi. Başını hafif eğdi, üstten bakışlarından çıkan ışınla beni hedef aldı. Ben de alttan alttan karşılık verdim. Işınlarımız çarpıştı.

 

İlk bakışlarını çeken kaybedeceği için ikimiz de çekemiyoruz. Bunun da sonu yok. İnat ettim bana ne ilk o çeksin. O değil de... "Canım dondurma çekti."

 

"Bu mevsimde? Battaniyeye sarılmışken canının dondurma çekmesi..."

 

"Canımın mantığı yok. Çekti işte Allah Allah."

 

"Bakışlarını çek canının mantıksızlığına bir çare buluruz."

 

"Çekmiyorum. Önce sen çek."

 

"Çek işte kızım. Allah Allah."

 

"Çekmicem. Yenilmem."

 

"Yenileceksin."

 

"Bakalım kim daha inatçı."

 

"Kaybettiğim bir yarış olmadı."

 

"O zaman olacak. Turşucuk cukcukcuk."

 

"Asyaaaa. Sabrımı zorlama."

 

"Bana ne. Sen çek."

 

"Ya sabııır. Bir daha bana turşu dersen..."

 

"Napabilirsin ki?"

 

"Seni.."

 

"Beni?"

 

Elinin bana uzandığını gıdıklandığımda fark ettim. "Gıdıklarım." geri kaçarken şişemi devirdim.

 

"Lağğn!" bakışlarımı da böylece çekmiş oldum. Ulann. "Hile yaptın." devam etmedi.

 

"Sonuç olarak kazandım ve turşu dersen başına gelecekleri az çok kestirmiş oldun. Zaafların çok bu yüzden kaybetmeye mahkumsun."

 

"Ben insanların zaaflarını kullanmayı pek sevmem."

 

"Hep kaybedeceksin bu akılla."

 

"Sevmem ama yapmayacağımı söylemedim."

 

Tek kaşını kaldırdı. "Zaafım ne biliyor musun ki?"

 

"Yani düşününce... Bildiklerimin bir tanesini kullanamam. Kullanmam. Fakat Gökçe'yi kullanabilirim." sırıtabilirim eheheh.

 

"Başaramazsın. Dene istersen." her seferinde böyle yapıyor. Hedefimi değersizleştiriyor ve ben geri çekiliyorum. Hevesimi kaçırıyor.

 

"Zafer, zafer benimdir diyebilenindir. Atatürk'ün en sevdiğim sözü."

 

Dudağının bir yarısı yana doğru kaydı. "Ortak bir noktamız varmış."

 

"Şaşırtıcı."

 

"Bence de."

 

"İçeceğim de döküldü. Hep senin yüzünden."

 

"Tarçın sever misin?"

 

"Ne alaka?"

 

"Salep?"

 

"Biraz."

 

"Sen içeriye geç ben en geç yarım saate döneceğim."

 

"Ne oldu lan? Bir aydınlama mı yaşadın?"

 

"Sorma kızım yürü içeri."

 

"Biri bana bir şey yapmamı söyleyince yapmayasım geliyor."

 

"O zaman girme eve. Sabaha kadar burada otur. Oldu mu!"

 

"Sana mı soracağım lan! İstersem burada yatarım istersem çatıya çıkar orada otururum."

 

"Ulannn. Ne bok yersen ye Asya!"

 

"Ahahah. Ne yaparsan yap demek istiyorsun galiba."

 

"Aynen öyle! Öyle de olmuyor böyle de."

 

"Sistemi kandırman için daha inandırıcı olman gerekir."

 

Ayağa kalktı. "Eğer ben geldiğimde içeride olmazsan ayıcığını, bebek battaniyeni, çizgi film izlediğini, sadece bebek ilacı içtiğini ve miyavladığını bütün okula yayarım."

 

"Lağğğğn!" ben de dikildim. "Düşmanım mısın?"

 

"Orasını düşün taşın. Düşmanın mıyım dostun muyum?" ikisi de değilsin. Herhangi bir cevap vermeden kuruyemiş pakedini alıp çardaktan çıktım. Eve doğru yürürken arkamdan bağırdı. "İşte böyle söz dinle. Aferin yavrusu."

 

Durup dudaklarımı birbirine bastırdım. Asla eve giremem şimdi. Hızlıca geriye döndüm. Yayılarak oturdum.

 

"Laf dinlemeyince hiçbir şeye benzemiyorsun."

 

"Sağ ol sağ ol."

 

İçinden saydırdı herhalde. Biraz ters ters baktı sonra gitti. İnat edecem diye kaldım burada. Ben de türkü söylerim. Ya da dinlerim.

 

Telefonumu içeride bıraktım amaağ. Akıl yok ki baştaaağ. Her şey bir rüya gibi gelmeye başladı şu an. Güzel çiftim ne yapıyor acaba? Rüya çiftim. Ahahah

 

Ben sıkıldım burada yav. Eve girecem. Salak mıyım ben? Hiç.

 

Çok çabuk vazgeçtin.

 

Sus lan. Senle mi uğraşacağım?! Uydururuz bir yalan. Koş Asya koş.

 

Doğrulup kuruyemişi aldım. Battaniyem de omzumdan düşmesin diye bir kısmını kolumun altına sıkıştırdım. Etrafa bakınıp eve koştum. Çok az aralık bıraktığımız kapıyı ayağımla iterek içeriye girdim. Tekrar kapıyı açmaya üşeneceğim için yine aralık bıraktım. Hırsız girmez herhalde yarım saate. Hem girse ne çalacak? Anneannemle beni mi? Ahahah.

 

Kuruyemişi bırakmak için önce mutfağa girdim. Telefonumu masanın üstünde görünce sandalyeye oturdum. Gezindim uygulamalarda boş boş. Zaman öldürmek amaç.

 

Hiç mesaj yok. Badem'le Arda kendi aralarında takılıyordur diye düşünüyorum. İskender ise ben hiç yazmadığım için yazmıyor olmalı. Ben de yazmak istemiyorum, samimiyetsiz ve zorlama durmasın diye. Ne biçim sevgiliyiz lan biz. Hep benim yüzümden. Yazsam mı acaba? Arkadaşça hislerle de yazabilirim sonuçta. Ya da gerçek bir çaba olması için. Yazayım yazayım.

 

"Napıyorsun İskender?" yazdıktan sonra mesajım saçma geldi. Bu saatte ne yapabilir? Kitap okuyor, ders çalışıyor veya yatıyor olabilir. Maksat muhabbet olsun işte. Ona bakarsan her şey saçma.

 

Cevap beklerken kuruyemiş tıkındım. Önümde yiyecek bir şey varken sadece izleyecek miyim? Diyanamam. Ulan Asya. Tuhafsın muhafsın ama seviyorum seni. Hadi bir de sevme. Trip atarım. Üfff.

 

Mesajım geldi eheheh.

 

Yazarefe: Çay içiyorum. Sen ne yapıyorsun? Nasılsın? 😊

 

"Ben de kuruyemiş yiyorum. İyiyim. Afiyet olsun."

 

Yazarefe: Teşekkür ederim. Sana da afiyet olsun. Yarın buluşalım mı?

 

"Yarın annemin yanına gideceğim. Oradan çıkınca belki olabilir." öğreneceğim şeye bağlı.

 

Yazarefe: Tamam. Annene kızgınsın diye biliyorum.

 

"Kızgınım da benden bir şey gizliyor sanırım. Onu öğreneceğim."

 

Yazarefe: Anladım. İstersen ben de seninle gelebilirim.

 

"Ben sana haber veririm çünkü neyle karşılaşacağımı bilmiyorum. Çok sinirlenirsem seni kırabilirim yanlışlıkla." ya da üzülürsem.

 

Yazarefe: Yine de yanında olmak istiyorum.

 

"Teşekkür ederim. Beni dinlesen iyi olur. 😅"

 

Yazarefe: Sen de keşke beni dinlesen.

 

"Bazen."

 

Yazarefe: İyi bakalım. Yarın haber vermesen de bir şekilde gelir bulurum seni haberin olsun.

 

"Ey Allahım."

 

Yazarefe: Sıkma canını, öğreneceğin şey her ne olursa olsun. ❤️

 

"Teşekkür ederim. 💙"

 

Her şey güzel gidiyordu. Ta ki karşımda yabancı bir adamı görene kadar.

 

🖤

 

Gelen kim?

 

Yazık Sinanıma

 

Asis mi Assin mi daha çok yakışıyor sizce? Sadece kitaba odaklanarak cevap verin lütfen.

 

Arda delisi yaptı yapacağını. Ahahah. Saçma mı oldu bilmiyorum ama dalgasına yaptı evlilik teklifini. Konuya nasıl gireceğini de bilmiyordu. Oldu öyle bir şeyler işte. Yine de saçma gelirse anlayışla karşılarım.

 

Asya'nın annesine ne olmuş olabilir?

 

Ve Asya... O ne âlemde şu an?

 

Bir dahaki bölümde görüşmek üzere, hoşça kalın. Sevgilerimle. Galp

 

 

 

 

 

Bölüm : 08.11.2025 13:28 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...