

Şirket sahibi gülümsedi ve "Eğer o adam sizin gibi biriyle baş edebildiyse, bu dünyada her şeyi başarabilir," dedi. "Hadi bakalım, hep birlikte görelim. Yemeğe çıkalım birlikte, ne dersiniz?"
“Çok teşekkür ederiz, Napoli’nin kendine özgü lokantalarını ve yemeklerini özlemişim. İzzet’in de çok seveceğini düşünüyorum. Ne dersin İzzet, yemeğe çıkalım mı birlikte?”
Kaptan Aleksandro, son cümleyi İzzet’e dönerek ve Türkçe olarak söylemişti. İzzet biraz da utanarak:
“Siz bilirsiniz Kaptan” diyebildi.
Napoli’nin dar, taş döşeli sokaklarında yürüyen üç adam, bir yandan çevredeki müzik ve kahkahalarla dolu havayı soluyor, diğer yandan da şehrin meşhur restoranlarından birine doğru ilerliyordu. Şirketin sahibi, karizmatik ve görmüş geçirmiş bir adam olan Signor Lorenzo, İzzet ve Aleksandro’yu en sevdiği lokantaya götürüyordu.
Restoran, Napoli’nin tipik havasını yansıtıyordu: Küçük ahşap masalar, duvarlarda eski gemi tabloları ve bir köşede mandolin çalan bir müzisyen. Garson, onları sıcak bir gülümsemeyle karşıladı ve masalarına buyur etti. Lorenzo, İzzet’in elini sıkıca omzuna koydu.
“İzzet, burası benim Napoli’deki ikinci evim gibi,” dedi. “Burada deniz ürünleri bir başka olur. Seni gerçek Napoli yemekleriyle tanıştıracağım.”
Masaya oturduklarında garson hemen birkaç tabak getirdi. Fırından yeni çıkmış taze focaccia ekmeği, domates ve mozzarella dilimleriyle hazırlanan caprese salatası ve İtalyan usulü midye dolması masayı süsledi.

“Afiyet olsun!” dedi Lorenzo, İtalyanca. “Haydi, Buon appetito!”
İzzet, tabaklara biraz tereddütle baktı. Türkiye’deki yemeklerden çok farklı görünüyordu ama bir lokma aldığında yüzüne şaşkın bir ifade yerleşti. “Bu mozzarella müthiş! Böyle bir şey yemedim daha önce.”
Aleksandro, yanından geçen garsona seslendi. “Bir de spaghetti alle vongole getir, İzzet bu tatla da tanışsın.”
Lorenzo, bir yudum şarap alıp gülümseyerek İzzet’e baktı. “Napoli mutfağı basit ama zengin. Senin gibi bir denizci için deniz ürünleri burada krallar gibi hazırlanır. Ne dersin, beğendin mi?”
“Evet, gerçekten güzel,” dedi İzzet, gözleri önündeki midye tabağında. “Ama bizim Antalya’daki kaya giridasının yeri ayrı tabii.”
Bu espriyle masada kahkahalar yükseldi. Aleksandro, gülerek İzzet’e dönüp “Sen giridayı unut artık, Napoli’desin! Ama Antalya’ya geldiğimizde bahsettiğin kaya giridasını tatmayı çok isterim” dedi.
Yemekler yenilip sohbet derinleşirken Aleksandro bir anda ciddileşti. Bir yudum şarabını içti, tabağını kenara itti ve Lorenzo’ya döndü. “Signor Lorenzo, size bir şeyden bahsetmek istiyorum.”
Lorenzo, Aleksandro’nun ses tonundaki değişikliği fark ederek ona döndü. “Tabii Aleksandro, nedir mesele?”
“İzzet’in balıkçı teknesini hatırlıyorsunuz, değil mi? Antalya’daki fırtınada batmıştı. Balıkçı babası için bir yardım eli uzatmam gerekiyordu. Tekne parasını cebimden ödedim.”
Bu sözlerle birlikte İzzet, şaşkınlıkla Aleksandro’ya baktı. “Aleksandro, bunu burada konuşmamıza gerek yoktu.”
“Hayır, gerek vardı,” dedi Aleksandro, kararlı bir ifadeyle. “Sen benim en iyi dostumsun ve hak ettiğin yardımı aldın. Ayrıca Lorenzo’nun da bunu bilmesi gerektiğini düşünüyorum.”
Lorenzo, gözlerini Aleksandro’ya dikerek bir süre sessiz kaldı. Sonra yüzünde takdir dolu bir ifade belirdi. “Bu yaptığın çok büyük bir şey, Aleksandro. Gerçek bir dost ve harika bir takım üyesi olduğunu bir kez daha kanıtladın. O parayı cebinden ödemen doğru ve asil bir hareketti ama bunu şirket adına yapmış olman gerekirdi.”
Aleksandro karşı çıkacak gibi oldu ama Lorenzo elini kaldırarak devam etti. “Sana ödediğin her kuruşu geri vereceğim. Hatta bu kadar insancıl davranışın için bir prim bile hak ediyorsun.”
“Teşekkür ederim, Signor Lorenzo,” dedi Aleksandro. “Ama ben bunu bir ödül için yapmadım.”
Lorenzo, ona sıcak bir gülümsemeyle baktı. “İşte bu yüzden ödülünü hak ediyorsun.”
İzzet, biraz mahcup ama dostlarına duyduğu minnetle başını salladı. “Siz ne iyi insanlarsınız! Aleksandro, seninle dost olduğum için şanslıyım. Signor Lorenzo, sizinle çalışmak da ayrı bir onur.”
Lorenzo, masanın ortasına doğru elini uzatarak herkesi birleştirdi. “Arkadaşlar, bu dostluğa ve dayanışmaya içelim. Napoli’nin ruhu da budur zaten: Birlik, sevgi ve yardımlaşma.”
Şarap kadehleri bir kez daha havaya kalktı ve Napoli’nin müzikle dolu atmosferinde dostluğun sıcaklığı hissedildi.
Yemekten sonra Signor Lorenzo’ya teşekkür edip vedalaşarak limana yakın olan Aleksandro’nun evine geldiler. Burası iki küçük odalı, eski eşyalarla dolu ama tertemiz bir bekar eviydi. Biraz sohbet ettikten sonra ikisi de rahat ve tertemiz yataklarında güzel bir uyku çektiler.
Ertesi sabah dışarıda kahvaltı yaptıktan sonra yine şirketin ofisine giderek gemiyle ilgili evrak işlerini halletmeleri gerekiyordu. Bir masada İtalyanca evrakları yazıp dolduran Aleksandro, İzzet’e evraklar ve resmi işlemler hakkında lazım olacak önemli bilgiler verdi. Vergi, kesinti, sigorta ve benzeri muhasebe ve deniz taşımacılığıyla ilgili terim ve sözcükleri öğretti. İzzet çok zeki ve ilgili olduğundan hemen öğreniyor, aklına takılanları soruyordu. Akşama doğru Signor Lorenzo odasından çıkıp yanlarına geldi ve samimi bir şekilde masaya dayanarak bir teklifte bulundu.
“Bu akşam Napoli’de çok büyük ve güzel bir konser var. Ben de eşimle birlikte davet edildim ve iki kişi daha geleceğini söyleyerek size de bilet aldım. Gelmek istemezseniz anlayışla karşılarım ama Türk dostumuz bu soyluların ve zenginlerin katıldığı konseri hak ediyor.”
Aleksandro kendini mahcup hissedip durumu İzzet’e Türkçe olarak açıkladı. İzzet köylü çocuğu olsa da aynı zamanda Bahriye Mektebi’nde Avrupa tarzı yaşamı ve klasik dansları öğrenmiş, aynı zamanda bir salon adamı oluvermişti.
Lorenzo devam etti: “Bu konser, Napoli’nin en seçkin salonlarından birinde. Görmeniz gereken bir atmosfer, üstelik güzel ve soylu insanlarla tanışacaksınız.”
İzzet ve Aleksandro bu daveti memnuniyetle kabul ettiler. Ancak bu gibi bir etkinlik için uygun kıyafetlerinin olmadığını fark eden Aleksandro, İzzet’i kolundan tutarak çarşıya götürdü. Dar sokakların arasına sıkışmış, ihtişamlı vitrinlerle süslenmiş mağazalar arasında dolaşmaya başladılar. İzzet, zarif ceketler ve yeleklerin sergilendiği bir vitrinde durup düşündü.
“Bunlardan birine mi ihtiyacımız var?” diye sordu.
“Kesinlikle. Lorenzo’nun dediği gibi, bu sadece bir konser değil, aynı zamanda şehrin soylularıyla tanışabileceğimiz bir fırsat. İyi görünmek zorundayız,” dedi Aleksandro.
Bir saatlik alışverişin ardından, İzzet koyu lacivert bir takım elbise, beyaz bir gömlek ve ince bir kravat almıştı. Aleksandro ise koyu gri bir takım seçmişti. Şehirdeki terzilerin hızlıca yaptığı küçük düzenlemelerle kıyafetler üzerlerine tam oturdu.
Akşam saatlerinde, İzzet ve Aleksandro, şehrin göz alıcı konser salonunun önünde Lorenzo ile buluştular. Salon, 19. yüzyılın ihtişamını yansıtan devasa avizeler, altın yaldızlı işlemeler ve büyük sütunlarla çevriliydi. İçeriye adım attıklarında, İzzet bu tür bir mekânda ilk kez bulunduğunu fark etti.
“Burası büyüleyici,” dedi sessizce Aleksandro’ya.
“Napoli’nin ruhunu burada hissedersin,” dedi Aleksandro. “Bu sadece bir bina değil; burada tarih ve müzik bir araya geliyor.”
Konser, büyük bir orkestranın klasik İtalyan eserlerini çalmasıyla başladı. Müziğin melodileri salonu doldururken, İzzet’in gözü sürekli yanındaki masalarda oturan kalabalık arasında dolaşıyordu. Lorenzo’nun masasında otururken, dikkatini çeken bir kişi oldu: Salonun diğer tarafında, zarif bir elbise içinde oturan ve çevresindekilere gülümseyerek zarafetle sohbet eden bir kadın.
Kadının gözleri bir an için İzzet’inkilerle buluştu. O anda zaman durmuş gibiydi. Lorenzo, bu bakışı fark etmiş olmalıydı ki hafif bir gülümsemeyle İzzet’e döndü. “İzzet, birazdan seni biriyle tanıştıracağım,” dedi.
...
(Devam edecek)
İnsan, kıyıyı gözden kaybetme cesareti olmadan yeni denizler keşfedemez.
(Andre Gide)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.29k Okunma |
414 Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |